18.10.2022
18.10.2022
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu: "İki fotoğraf... İki fotoğraf da Türkiye'ye ait. Bir fotoğrafta ben varım, dünyanın en önemli bilim insanlarıyla beraberim. Profesör Bilge Yıldız, nükleer bilim, MIT'de çalışıyor. Doçent Candan Dağdeviren, fizik bölümü MIT'de çalışıyor. Harvard'da çalışan Gökhan Hotamışlıgil var. Efendim Mehmet Toner var Harvard'da yine biyomedikal konusunda dünya çapında bir insan. Daron Acemoğlu var, MIT'de çalışıyor yine dünya çapında bir ekonomist; inşallah yakında Nobel ödülünü de alacak. Bir de şu tarafa bakın, bu da Türkiye gerçeği. İkisinin arasında siyahla beyaz kadar bir fark var. Burada özgürlük var, burada yasaklar ve sansür var. Burada 5'li çeteler var, 5'li çeteleri koruyanlar var; hırsızlık yapanların soruşturulmamasıyla ilgili çıkan kanuna el kaldıranlar var. Burada ise Türkiye'nin geleceğini inşa etmek için çalışan insanlar var. Burada aklını saraya kiraya verenler var, burada özgürce düşünenler var. Eğitim var, sanat var, kültür var burada. Bununla bizim bir işimiz yok, hiçbir işimiz yok. Biz buyuz, Türkiye budur. Türkiye budur ve biz bunu yapacağız. 21'inci yüzyılın Türkiye'si, herkesin onur duyacağı bir Türkiye olacak."
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:
Değerli arkadaşlarım, teşekkür ederim. Keşke üzüntülü bir günde olmasaydık. Keşke bu kadar sorunlar yaşanmasaydı. 41 kardeşimizi toprağa verdik. 41 evde yangın var. Babasız kalan çocukları var. Her birimizin yüreğinde derin acılar var. Grup toplantılarını her sefer bir neşeyle başlamak isterim, bir espriyle başlamak isterim, bir kucaklaşmayla başlamak isterim, bir helalleşmeyle başlamak isterim, bir beraberlikle başlamak isterim. Bu kadar kopukluk, bu kadar ayrılık doğru değil, yakışmıyor bize. Siyaset kurumunun bu kadar acımasız olması doğru değil, yakışmıyor bize.
Onların bir sloganı vardı değerli arkadaşlarım; her Zonguldak'a gittiğimde mutlaka bir afişte o yazardı: Yüz karası değil kömür karası, böyle kazanılır ekmek parası, diye. Gittim, arkadaşlarım da gittiler. Ailelerin bir kısmını ziyaret ettim. Yetkililerden bilgi almaya çalıştım. Derin bir acı var. Anne tabutun başında, eşi tabutun başında, kardeşleri tabutun başında; hiç kimse bu ölümün ona yakıştığını söylemiyor. Bir ölüm var evet... Tamamı genç. Yazıktır, günahtır. Bir memleket böyle yönetilemez arkadaşlar. 20 yıldır önlem alacağız diyorlar. Ya 20 yıldır hâlâ önlem mi alacaksın sen kardeşim? Hâlâ önlem mi alacaksın sen?
Maden kazalarında dünyada 1 numarayız. Kömür madenlerinde yaşanan kazalarda dünyada bir numarayız ya! Bu ölüm niye bizim karşımıza çıkıyor? Bu ölüm hangi gerekçeyle bizim karşımıza çıkıyor? Dünyada herkes maden çıkarıyor kardeşim. Niye en çok ölüm bizim ülkemizde oluyor? Hangi gerekçeyle bizim ülkemizde oluyor bu? 152 bin 698 kaza oluyor, 921 kişi son 20 yılda hayatını kaybediyor. 921 kişi...301’i tek başına Soma'da.
Değerli arkadaşlarım; devlet dediğiniz kurum, vatandaşın can ve mal güvenliğini sağlar. Devletin varlık nedeni budur zaten, can güvenliğini ve mal güvenliğini sağlayacak. Can ve mal güvenliğini sağlamayan devlet sosyal devlet değildir, vatandaşına hizmet eden devlet değildir, belli odaklara hizmet eden devlettir. Biz belli odaklara hizmet eden bir devleti kabul etmiyoruz. Açık ve net söylüyorum. Uyuşturucu baronları ile beraber olacaksın, pudracılarla beraber olacaksın, yolsuzluk yapanlarla beraber olacaksın, hırsızların dosyasını kapatacaksın, rüşvet alanları büyükelçi atayacaksın, Bay Kemal susacak; susmayacağım arkadaş, susmayacağım.
Hapishaneleri tıka basa dolduracaksınız. Yolsuzluk yapanlar elini kolunu sallayarak gezecek. Baronları hapishanelerden çıkaracaksın, masum öğrencileri hapse atacaksın. Kanun hükmünde kararname ile işine son vereceksin. Devletin gücü bunlara mı yetiyor Allah aşkına ya? Adalet, adalet... Söz verdim söz; bu ülkeye adalet ya gelecek, ya gelecek arkadaş. Olmaz bunun gerisi.
Her ülkede şöyle veya böyle maden ocağı var, her ülkede var. Devletsen önce maden ocağına bakarsın, aydınlatmaya bakarsın, havalandırmaya bakarsın, sensörlere bakarsın, düzenli kontrol edersin. Ondan sonra işçiye dersin ki: Bütün kontrolleri yaptık, her şeyi dosdoğru, in aşağı arkadaş maden çıkar, eyvallah...
Devlet bununla da yetinmez. Devlet ayrıca Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı iş müfettişlerini görevlendirir. Kamu kurumuna aitse Sayıştay'ı görevlendirir; gidin bakın der belli aralıklarla. Bakayım bu maden ocağı nasıldır, iyi mi? Koşulları nasıldır diye sorar. Rapor gelirse, raporun gereğini yapar. Bu, sosyal bir devlette, vatandaşın can ve mal güvenliğini sağlayan devlette mekanizma böyle çalışır.
Bizim gibi aklını saraya kiralamış olanların çoğunluğu oluşturduğu bir mecliste devlet böyle çalışmıyor. Açık ve net, devlet böyle çalışmıyor. Müfettiş raporu var, görmüyorsun. Sayıştay raporu var, görmüyorsun. Soma faciasından sonra komisyon kuruldu. 111 önerisi var komisyonun; Türkiye Büyük Millet Meclisi Araştırma Komisyonu'nun 111 önerisi var. Birisini dahi yapmadılar, birisini bile yapmadılar.
Şimdi ben Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na açık ve net herkesin huzurunda sesleniyorum: O araştırma komisyonları göstermelik mi? Göstermelik değilse, 111 öneriden neden bugüne kadar biri dahi yapılmadı? Neden sormadın? Sen o koltukta niye oturuyorsun? Senin o koltukta oturmanın temel nedeni, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin itibarını, saygınlığını korumaktır. Dün, Plan Bütçe Komisyonuna Merkez Bankası temsilcisi geliyor. Arkadaşlar bilgi istiyorlar, "bilgi vermem" diyor. Gönül isterdi ki, Plan Bütçe Komisyonu Başkanı "bir dakika" diyecekti. "Bir dakika ya, sen kimsin? Burada Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden bir yetkili, bir milletvekili sana soru soruyor. Sen bu soruya cevap vermek zorundasın" demesi lazımdı. Diyemiyor. Çünkü derse saraydan fırça yiyecek. Türkiye Büyük Millet Meclisi görevini tam anlamıyla yapamıyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi sarayın ipoteği altındadır. Allah nasip ederse bu ipoteği kaldıracağız. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin iradesi, halkın iradesi olacak.
Değerli arkadaşlarım; bakınız bir dönem bu maden faciaları sonucu hayatını kaybeden kardeşlerimizin evlatlarına devlet iş versin diye bir kanun teklifi geldi ve kabul edildi. 2003-2014 galiba... Evet, 2003-2014 arası kabul ettiler, güzel. Sonra tekrar kazalar oldu. Hadi bunlar da olsun, bunların evlatları da en azından şöyle veya böyle devlette bir iş sahibi olsunlar. Onu reddettiler. Ne demek bu biliyor musunuz? Şehitler arasında ayrım yapıyorlar. Kaza sonucu hayatını kaybeden kömür şehitleri için de böyle yapıyor, ayrımcılık yapıyorlar. Bu ayrımcılık bize yakışmaz. Onun da sözünü veriyorum bütün madenci mağdur kardeşlerimin ailelerine. İnşallah onu da halledeceğiz. Diğerleri için hangi uygulama yapıldıysa, evlatları nasıl devlette işe başladıysa, onların da aynı şekilde devlette işleri olacak, işbaşı yapacaklar.
Bunların karneleri kırık; sarayın da, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'nın da karnesi kırık. İkisi de halka güven vermiyor. İkisinin de kişisel hobileri, kişisel beklentileri var, onun peşinde. Birisi "acaba koltuğundan olur muyum" diyor. Koltuk insana bir şey vermez, insan koltuğa değer verir. İnsansan koltuğa değer verirsin, yoksa koltuk sana hangi değeri verecek?
Değerli arkadaşlarım, Soma'da da benzer bir olay oldu. 301 kişi hayatını kaybetti, 301 eve ateş düştü ya! Yargılandılar... Yargıtay gerçekten de kast ile öldürme suçundan cezalar verdi, ağır cezalar verdi. Sonra ne oldu? Sonra birileri devreye girdi, Yargıtay'ın bu kararına hiç geleneksel olmadığı halde cezalar ağır diye savcı itiraz etti. Savcı itiraz ettikten sonra dosya tekrar geldi 12. Ceza'ya. 12. Ceza'dan 3 hakemi değiştirdiler, yerine 3 tane Ak Partili hakim getirdiler.
Neden Ak Partili diyorum, onu da söyleyeyim: Kenan İpek, Adalet Bakanlığı Müsteşarıydı zaten, yani Ak Parti'nin bürokratıydı. Getirdiler, "12. Ceza'ya sen hakim olacaksın" dediler 301 kişinin hayatını kaybettiği dava da arkadaşlar. Sonra Mustafa Yapıcı, Adalet Bakanlığında Genel Müdür yardımcısıydı. Onu da getirdiler. Ne tesadüf, onu da 12. Ceza'ya getirdi Yargıtay. Bir üçüncüsü Fuzuli Aydoğdu, o da Adalet Bakanı tarafından Hakimler Savcılar Kurulu'na Genel Sekreter olarak atanan üç bürokrat. Üçünü 12. daireye atadılar, cezaları indirdiler; şimdi 301 kişinin hesabını soracak bir yargı ortadan kalktı arkadaşlar. Ben diyorum ya, “bu saraydakilerin yatacak yeri yoktur” diye. Boşuna demiyorum. Onların eli kanlıdır, eli. 301 kişiyi aldılar, mahkemelerinde de işte hakimleri değiştirdiler, böyle bir tablo ortaya çıktı.
Ama benim sözüm sözdür: Allah nasip eder, iktidar olduğumuzda hiç kimse en ufak bir endişeye kapılmasın, o 301 kişinin de, 41 kişinin de hesabını sormazsam namerdim. Hesabını soracağız. Dün ben döndükten sonra 3 genel başkan yardımcısı başkanlığında, 20 arkadaşımız yine bölgedeydi. Aileleri ziyaret ettiler, bir rapor düzenlediler. Rapor elimde. Gerçekten ailelerin büyük dertleri var. O kadar büyük ki, bunun bir cinayet olduğunu biliyorlar. Üstünün örtülmesini istemiyorlar, "bize yardımcı olun" diyorlar ve gerçekten de elimizden gelen her türlü yardımı yapmaya kararlıyız.
Uzun bir rapor ama sadece bir kişinin, bir annenin söylediklerini ifade edeyim: "Öldürdüler. Bakın cinayet bu, kaza değil. Keserler, sansür yaparlar, kesmeyin" diyor. "11 aylık bebeğim içerde baba, baba diyor. Hiçbir şeyden haberi yok. Öldürdüler... Soma gibi üstünü örtecekler. Ben sarılamadım; elleri, kolları, yüzü yanmış. Öpemedim... Bir haftadır diyorlardı: Gaz var, gaz var. Ölçmeden yollamışlar. Eşim 3 aydır diyordu havalandırmalar yapılacak, sürekli ertelediler. Nefessiz kaldı, yandı. 17 saattir cesedini bekledim. Ceset torbalarını karıştırdım. Bilgi vermediler." Buse Bulut kardeşim; senin hakkını aramak benim boynumun borcudur, bunu bilmeni isterim.
Türkiye bir taraftan bu tür acılar yaşarken, bir de Meclis'ten sansür yasası geçirdiler. Yani kimse doğruları yazmasın, bizim dediklerimizi yazsın, diyorlar. Bu konuda 6 aydır mücadele veriyoruz. Bazıları televizyonlara çıkıp, "CHP ne yapıyor Meclis'te?" diye soruyorlar. Cumhuriyet Halk Partisi, parlamentoda demokrasinin bir numaralı aktörüdür. Herkesin bunu bilmesini isterim. Sansüre de karşıdır, sansür düzenlemelerine de karşıdır. Bundan hiç kimsenin en ufak bir endişesi olmasın. Eleştiri olur, eyvallah, boynumuzun borcudur. Her eleştiriye saygı duyarız, buna da bizim itirazımız yoktur. Elbette ki gazeteci özgürce eleştirecektir. Elbette ki ben de biliyorum, bir siyasetçinin en çok eleştiriye ihtiyacı vardır, övgüye değil. Hatamızı, eksiğimizi görelim; gazetecinin varlık nedeni de budur. Özgürce yazması lazım ama araştırarak yazması lazım, soruşturarak yazması lazım, kulaktan dolma bilgilerle televizyonlara çıkıp açıklama yapmaması lazım. İzleyen yurttaşlara en azından onlara doğru bilgi aktarılmıyor, sorun çıkıyor burada. Bizim isteğimiz bu.
Değerli arkadaşlarım; sansür yasası Ak Parti'nin ve Milliyetçi Hareket Partili milletvekillerinin oylarıyla kabul edildi. Güzel... Bugün kaçıncı maddeydi Engin Bey? 29'uncu maddeyi bugün yürürlüğü durdurma talebiyle Anayasa Mahkemesi'ne götüreceğiz. Arkasından da yasanın tümüyle ilgili Anayasa Mahkemesi'ne gideceğiz. Bakın değerli arkadaşlar; bu kanun çıksa da çıkmasa da Türkiye bir otoriter yönetim gerçeğiyle karşı karşıyadır. Bir daha ifade edeyim: Bu kanun olsa da olmasa da Türkiye otoriter bir yönetimle karşı karşıyadır zaten. Ya "Anayasa Mahkemesi kararını uygulamıyorum "diyor. Yani "Anayasayı askıya alıyorum" diyor. Daha ne yapacaksınız?
Geçmişte Ak Parti'ye oy veren kardeşlerime sesleniyorum, Milliyetçi Hareket Partisi'ne geçmişte oy veren kardeşlerime sesleniyorum: Dur demeyecek misiniz? Adalet istemeyecek misiniz? "Ben kanunların üstündeyim ve kanunların ne yazdığı beni ilgilendirmez, benim söylediğim önemlidir" diyen bir anlayıştan Türkiye'nin çıkması lazım. Aksi halde Türkiye bir hukuk devleti olmaz, bir adalet devleti olmaz.
Bakın kanun yürürlükte değildi. Türkiye Gazeteciler Sendikası Ankara Şube Başkanı Sibel Hürtaş'ı Meclis'e almadılar. Ya bu sendika temsilcisi, kendisi ile ilgili bir kanun görüşülüyor. Meclis'e gelmesinden daha doğal ne olabilir? Meclis'e gelmesi gerekir, hatta komisyonlarda konuşması gerekir. Sokmuyorlar içeri. Kanun mu vardı? Hayır; dayatma kültürü, "girmeyecek içeri" diyor.
Bir üye Anayasa Mahkemesi'ne seçildi yeniden. Seçilmedi de atandı, Erdoğan tarafından atandı. Yemin törenine, iki kişinin yemin törenine gitmedim. O iki kişi Anayasa Mahkemesi'ne layık kişiler değildir. Açık ve net söylüyorum: Eğer o iki kişi gücünü Erdoğan'dan alıp ve onun isteği ile atandıysa -ki atandığını biliyoruz- onlar Anayasa Mahkemesi'nde hâkimlik yapamazlar. Çünkü saray karşısında bağımsız davranmazlar ve duramazlar. Makamını saraya borçlu olan bir yargıç, Türkiye için, adalet için en tehlikeli olan kişidir. Adaletle oynayan kişinin adaleti olmaz. "Talimatla karar vereceğiz..." Gitmedik. Bakın, Anayasa Mahkemesi Başkanı, doğrudan saraydaki zata bakarak güçler ayrılığını anlatıyor, Anayasa'nın varlık nedenini anlatıyor. Anayasa Mahkemesi'nin süreci dinlemesi için, olayı dinlemesi için davet ettiği gazeteci Alican Uludağ; Anayasa Mahkemesi davet ediyor, pergolacı Fahrettin telefon ediyor "onu içeriye sokmayın" diye. Şu düzene bakar mısınız? Şu yapıya bakar mısınız? E hayatını kaybeden madencilerin aileleri kuşku duymayacak mı? Duyacak. Endişe duymayacak mı? Duyacak. Gücünü saraydan alanlar, sarayın talimatı ile karar verecekler. Bunları değiştirmemiz lazım.
Erdoğan'a bir şey hatırlatmak isterim: Eski Malezya Başbakanı Necip Rezak, başbakan olduktan sonra bir uluslararası toplantıda, Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği toplantısında "Malezya'da internete asla sansür uygulanmayacaktır" diye bir açıklama yapıyor. 2011 yılı... 2015 yılında Malezya Varlık Fonu'ndan bu Rezak'ın hesabına 700 milyon dolar para aktarıldığı ortaya çıkıyor. Bunun üzerine internet siteleri, sosyal medya bunu haber yapıyor. Haber yapar yapmaz, her tarafa yasaklar getiriliyor, erişim yasakları getiriliyor. "Ben sansürü asla uygulanmayacağım, internete sansürü uygulamayacağım" diyen 2011'deki bir başbakan, 2015 yılında Varlık Fonu'ndan 700 milyon doları iç etmesi haber olarak çıktıktan sonra yasakları getirdi.
Yetmedi, tabi gençler bu işi çok iyi bilirler, VPN aracılığıyla yine internete ulaşmak mümkün. Onu önleyemiyorlar, öyle bir avantajı var gençlerin. Sonra yalan haberlere karşı kanun diye bir kanun sevk etti ve bu kanun Meclis'te kabul edildi. Aynı bizim yaptığımız gibi, şu anda yapılan gibi, sansür yasası gibi bir yasa geldi, kabul edildi. Eğer birisi yalan haber yaparsa, yani doğruları yazarsa 6 ay hapisle cezalandırılacaktı. 2018'de seçimler vardı ve bu adam seçimleri kaybetti. Sonra yargılandı ve mahkûm oldu. Adalet ağır yürüse de, gözleri görmese de ama mutlaka hedefini bulacaktır. Bundan hiç kimsenin endişesi olmasın.
Efendim, Amerika Birleşik Devletleri'ne gittim. Önce her kafadan bir ses: "Aman nasıl gidersin? Aman şimdi gidilir mi? Aman şimdi gidersen, senin aleyhine kullanırlar bunu." Ya arkadaş, önce “niye gideceksin” diye sorun, “hangi gerekçeyle gideceksin” diye sorun. Dünya değişiyor. Değişen dünyayı izlemeniz lazım. Bilim, teknoloji, olağanüstü değişimler var. Eğer siz ülkeyi yönetmeye talipseniz, ben Türkiye Cumhuriyeti Devletini yöneteceğim diyorsanız, sizin bir vizyonunuz, bir hedefiniz ve bir hayalinizin olması lazım. Vizyonsuz yönetmek olmaz, vizyonumuzun olması lazım. Bunlarınki gibi değil. Bunların vizyonu, cebim nasıl dolar vizyonu? Benim vizyonum, vatandaşın cebi nasıl dolar? Benim vizyonumla, onların vizyonu arasında dünya kadar fark var.
Bir şey daha: 20'nci Yüzyıl'ın sonuyla 21'inci Yüzyıl, artık bilim çağıdır, teknoloji çağıdır. Bilimi ve teknolojiyi göz ardı eden hiçbir devletin büyümeye ve gelişmeye şansı yoktur, büyüyemez ve gelişemez. Bilim devrimi yaşıyoruz. Bir ifade edeyim, bilim devrimi yaşıyoruz, bilgi ekonomisi çağındayız. Eminim, adım gibi biliyorum ne Erdoğan ne de Bahçeli bilim ekonomisi kavramını herhalde ilk kez benden duyuyorlardı. Sosyal bilgi ekonomisi kavramını da ilk kez benden duyuyorlardır. Bilgiyi toplumsallaştırdığınız zaman, kişiler arasındaki gelir dağılımını dengelersiniz. Dolayısıyla sosyal bilgi ekonomisi kavramını hayata geçirmemiz lazım. Bilimdeki ve teknolojideki gelişmeleri çok iyi izlememiz lazım.
Nereye gittim? MIT'e; dünyanın 1 numaralı üniversitesi, bilgi ve teknoloji üniversitesi. Evet, laboratuvarları gezdim, evet hocalarıyla tek tek görüştüm, evet bir araya geldik, evet akşam yemeği de yedik. Değerli arkadaşlarım; dünyanın bir numaralı üniversitesine gidip, teknolojideki ve bilimdeki devrimsel değişiklikleri görmek neredeyse suç oldu. Neredeyse suç oldu... Orada bir şeyi daha gördüm: Bilimle iş dünyası arasındaki ilişkiyi gördüm, bilim insanları ile iş dünyası arasındaki ilişkiyi. İcadı yapıyor, teknolojiyi geliştiriyor, şirketi kuruyor, şirket satışı yapıyor. Biyomedikal konusunda yazdığı makalelerle dünyada en çok atıf alan bilim insanı ile görüştüm; aynı zamanda milyarder. Dedim ki: Siz bilimsel araştırmayla şirketleri nasıl bir arada yönetiyorsunuz? "Şirketlerle bir ilgim yok" dedi. "Ben sadece bilimsel araştırma yaparım, bulurum, şirketi kurarım, oraya veririm, onlar geliştirirler ve piyasaya sunarlar" dedi.
Nanoteknoloji... 400 milyon dolarlık bir yatırım gerçekleştirmiş MIT nanoteknoloji konusunda. Milimetrenin milyonda birini gözlüyorlar, dokuları gözlüyorlar, her şeyi... Nanoteknolojinin dünyada yaptığı çığırı orada görüyorsunuz ve en çok gurur duyduğumuz, bizim bilim insanlarımız da var orada, onlar da çalışıyorlar. Bir soru daha sordum, dedim ki: Buluş konusunda çalışıyorsunuz. Peki, öğrencilere ders nasıl? "Biz zamanımızın büyük bir kısmını bilime ayırırız, araştırmaya ayırırız" dediler. "Öğrencilere de ders veririz ama o ders daha farklı."
Değerli arkadaşlarım; eğer Türkiye dünyada ve bölgesinde saygıdeğer bir ülke olacaksa, teknoloji devrimini kaçırmaması lazım. Bakınız, Osmanlı sanayi devrimini kaçırdığı için battı, tökezledi. İnsanoğlu tekerleği 1 milyon yılda keşfediyor. Bugün her saniyede birden fazla buluş var. Türkiye bunun neresinde? Üniversiteler vasatlaştı, bilim insanları Türkiye'yi terk ettiler. Eğer bilim insanlarının Türkiye'de çalışmasını istiyorsanız, araştırmaları Türkiye'de yapsın istiyorsanız bir, kaynak yaratacaksınız, iki, o ekosistemi oluşturacaksınız. Ekosistem olmadığı takdirde buraya gelmez. Özgür olmalı oradaki araştırmacı bilim insanı, bir baskı altında kalmamalı. Hayatını oraya veriyor, müthiş buluşlara imza atıyorlar bu insanlar ve çok sayıda bizim öğrencileri gördüm. Nitelikli öğrenciler, başarılı öğrenciler. Gerçekten onlarla da gurur duydum değerli arkadaşlarım. Nanoteknoloji, biyoteknoloji, yapay zekâ, dijital teknoloji, temel bilimlerde aklın alamayacağı kadar güzel ama etkin çalışmalar var.
Bir vaadim var, bir vizyonum var: Bu ülke katma değeri yüksek ürün üretecek bir ülke olmak zorundadır arkadaşlar. Katma değeri yüksek ürün üretemezse Türkiye, gelişmiş ülkelerin ürettikleri ürünleri tüketen bir pazara dönüşür. Bugün 85 milyon kişi cep telefonu kullanıyorsa, cep telefonunu üreten ülkelerin pazarı konumundadır. Onlar üretirler, siz tüketirsiniz. Niye bizi üretmeyelim? Hangi gerekçeyle bizi üretmeyelim? Bunu yapmak zorundayız. Yeni bir dünya medeniyeti inşa ediliyor. Vallahi bunların haberi yok, billahi bunların haberi yok. Beni derinden üzen de bu.
Bir örnek vereceğim size. Tayvan, Uzakdoğu'da bir ada devleti. Bütün toprağı 36 bin metrekare, bizim Güneydoğu Anadolu'nun yarısı kadar. 23 milyon nüfusu var. Milli geliri 850 milyar dolar; Türkiye'nin milli gelirinden fazla. Yıllık ihracatı 500 milyar dolar. Bizim ihracatımızı katlıyor neredeyse. Bu küçük ada devleti çip üretiyor arkadaşlar. Dünyada bir numara olmuş, marka olmuş burası. Devleti yönetenler sanayide sınıf atlamanın, teknolojide sınıf atlamanın ne olduğunu biliyorlar mı acaba? Bilmiyorlar, anlamıyorlar, sorgulamıyor da ve Türkiye geriye gidiyor. Biz bunu değiştireceğiz, Millet İttifakı olarak bu tabloyu değiştireceğiz. Türkiye'yi üreten, katma değeri yüksek ürünü üreten, kendi toplumuna saygınlık kazandıran, dünyaya gerçekten katma değeri yüksek ürünler ihraç eden bir ülke haline dönüştürmek zorundayız. Hedefimiz bu olacak. Tayland bunu nasıl yapmış? Stratejik planlamayla yapmış. Biz de dikkat ederseniz Strateji ve Planlama Teşkilatı kuracağız dedik. Bunlar da Devlet Planlama Teşkilatı’nı kapattılar. Kaynakların en verimli şekilde kullanılmasını öngördüler ve devlet her harcamanın hesabını verdi. Böyle bir tabloyla karşı karşıyayız.
Yüksek yetenek inşası... Bunu da -adım gibi biliyorum- Erdoğan da, Bahçeli de ilk kez duyuyorlar, ne demek yüksek yetenek inşası diye. Her toplumun yüzde 1,5-2'si üstün zekâlılardan oluşur ve bu üstün zekâlıları her ülke kapar. Her ülke bu üstün zekâlılar benim ülkeme gelsin diye mücadele eder.
Örnek vereyim: Almanya Ekonomi Bakanı çıktı televizyonlara, açıklama yaptı: "Dünyanın neresinde olursanız olun, çalışkan, yaratıcı zekâya sahip olan herkes Almanya'ya gelsin, vatandaşlık vereceğim" dedi. Arzu edenler, girerler internetten bunu bulabilirler. İngiltere, "dünyanın ilk 50 üniversitesinden kim mezunsa, gelin hepinize vatandaşlık vereceğim" diyor. Yeter ki gelin İngiltere'ye... Yüksek yetenek inşasını ilk keşfeden, uygulamaya koyan İngiltere'dir; buharlı motoru keşfetti. Amerika, Silikon Vadisi'ni kullanarak İngiltere'nin elinden bu gücü aldı. Şimdi Çin yüksek yetenek inşası konusunda dünyanın bir numarası olmak yolundadır. O nedenle Çin ve Amerika arasındaki kavga, aslında bir yüksek yetenek inşası kavgasıdır. Bunların dünyadan haberi yok. Bunlar ülke nasıl yönetilir, onu da bilmiyorlar. Bunlar geleceği bilmiyorlar. Yarın sabah ne olacağını dahi bilmiyorlar. Getirdiler, devleti bir yere getirdiler, vasatlaştırdılar, kurumların içini boşalttılar ve devleti çürüttüler değerli arkadaşlarım. Bakın Çin 10 yıllık vize veriyor, "gel benim ülkeme, sana 10 yıllık vize vereceğim" diyor.
Peki, biz nasıl vatandaşlık veriyoruz? 400 bin dolara daire alırsan vatandaşlık veriyoruz; "istersen hiç eğitimin olmasın, paran varsa gel" diyor. Aradaki farka bakın arkadaşlar; siyahla beyaz kadar fark var. Devleti yönetmesini bilmiyorlar. Devletin geleceğini kurgulayamıyorlar. Dünyadaki gelişmeleri bilmiyorlar ve beni eleştiriyorlar "sen Amerika'ya neden gittin" diye. Senin vizyonun da senin aklın da bana yetişemez arkadaşım. Sen bilmezsin, bilemezsin sen.
Değerli arkadaşlarım; bakın Amerika 40 milyar dolarlık çip yatırımı yapıyor o küçük ada devletinden olan bağımlılığını gidermek için. Biz ne yapıyoruz Allah aşkına? Bir dönem buzdolabı yapmakla övünüyorlardı. 18'inci yüzyıla, 17'nci yüzyıla ait buzdolabı ya... Bununla övünüyorlardı. Çünkü bilmiyorlar, dünyayı bilmiyorlar, görmüyorlar. Devlet aslında böyle yönetilmez. Yönetilmediği içindir ki gelir düşüyor, bizim ekonomimizle herkes istediği gibi oynuyor. Hiçbir şeyi kontrol edemiyorlar, bu noktaya getirdiler.
Değerli arkadaşlarım; iki fotoğraf göstereceğim. Fotoğraflar biraz büyük ama onları bir şekliyle göstermem lazım. İki fotoğraf arkadaşlar... İki fotoğraf da Türkiye'ye ait. Bir fotoğrafta ben varım, dünyanın en önemli bilim insanlarıyla beraberim. Profesör Bilge Yıldız, nükleer bilim, MIT'de çalışıyor. Doçent Candan Dağdeviren, fizik bölümü MIT'de çalışıyor. Harvard'da çalışan Gökhan Hotamışlıgil var. Efendim Mehmet Toner var Harvard'da yine biyomedikal konusunda dünya çapında bir insan. Daron Acemoğlu var, MIT'de çalışıyor yine dünya çapında bir ekonomist; inşallah yakında Nobel ödülünü de alacak.
Bir de şu tarafa bakın değerli arkadaşlarım, bu da Türkiye gerçeği. İkisinin arasında siyahla beyaz kadar bir fark var. Burada özgürlük var, burada yasaklar ve sansür var. Burada 5'li çeteler var, 5'li çeteleri koruyanlar var; hırsızlık yapanların soruşturulmamasıyla ilgili çıkan kanuna el kaldıranlar var. Burada ise Türkiye'nin geleceğini inşa etmek için çalışan insanlar var. Burada aklını saraya kiraya verenler var, burada özgürce düşünenler var. Eğitim var, sanat var, kültür var burada. Bununla bizim bir işimiz yok, hiçbir işimiz yok. Biz buyuz, Türkiye budur. Türkiye budur ve biz bunu yapacağız. 21'inci yüzyılın Türkiye'si, herkesin onur duyacağı bir Türkiye olacak.
Biz boşuna İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesini yayınlamadık arkadaşlar. Attığımız her adımın bir hesabı vardır. Daha kasımı beklesin bütün vatandaşlarım ve bizi eleştirenler; her vaadimizi santim santim nasıl yerine getireceğimizi görecekler. Biz kendi ülkemizi düşünüyoruz. Bizde bireysel çıkar yoktur değerli arkadaşlarım. Biz Kuvay-ı Milliyeciyiz, biz vatanseveriz, biz bayrağımızı severiz, biz birilerinin önünde eğilmeyiz.
Değerli arkadaşlarım; Amerika'ya gidince bir vizyon yolculuğu yapıyoruz. Erdoğan NATO'ya giderken "Bizim bu gidişlerimiz birilerinin gidişine hiç benzemez" demiş. Vallahi ilk kez doğru bir şey söylüyor. Onun gidişi, bizim gidişimize hiç benzemiyor. Bay Kemal gidip el avuç açmaz bir devlete, bir yetkiliye gidip el avuç açmaz, sen gidersin, el avuç açarsın. Bay Kemal Tank-Palet Fabrikasını Katar'a teslim etmez, sen gider Katar'a teslim edersin. Sen mahkemedeki dosyayı alırsın, 3-5 kuruş için götürürsün, Suudi Arabistan'a teslim edersin, katile verirsin. Bay Kemal bunu yapmaz. Bu ülkenin onurunu korur Bay Kemal.
Bay Kemal telefonun başında çaresiz beklerken, Central Park'ta tur atmaya hiç gitmez. Tur atmaya gidiyor, güvercinlere bir şeyler atıyor. Biz neyin ne olduğunu biliriz, kimin ne olduğunu da gayet iyi biliriz. Bu milletin gerçeği görmesi için her birimize görev düşüyor. Her birimize, her birimize gerçeği anlatacağız, kim olursa olsun anlatacağız.
Efendim, ikinci olay biraz gülelim diye. Bahçeli demiş ki: "Kılıçdaroğlu bu 8 saatin esrarını millete açıklamak zorundadır." Güzel, vallahi çok güzel açıklarım. Bahçeli'ye şöyle diyeyim. Sevgili Bahçeli, değerli okul arkadaşım; ben seni Amerika'ya davet ediyorum Boston'a. Uçak biletini ben alacağım, beraber gideceğiz. Sen de uçakta olacaksın, ben de uçakta olacağım, Boston'a gideceğiz.
Boston'da yine söz veriyorum bütün masraflar bana ait, seni 5 yıldızlı bir otelde ağırlayacağım. Ertesi sabah ben New York'a hangi saatte gittiysem, o saatte yine benim bindiğim arabaya sen de bineceksin ben de bineceğim. Ama önde devletin görevlisi olan koruma amiri benimki olmayacak. Onu götürmeyeyim, senin koruma amirini götüreyim, o olsun. Gazeteciler vardı yanımda, bir gazeteci vardı CHP'den iletişim koordinatörü. Onu da götürmeyeyim, senin ile iletişim koordinatörün olsun. Beraber binelim, Boston'dan New York'a gidelim, Manhattan Adası'na gidelim. Manhattan Adası'na gittikten sonra, o 35 katlı binayı bulalım, önünde güzel bir fotoğraf çekelim. Belki sen içeriye de girersin, bu rezaleti kim yapmış diye sorabilirsin. Sorarsan çok memnun olurum. Oraya giden para, bu fakir fukaranın parasıdır. O destek verdiğin saraydaki adam var ya, el kaldırıp indirdiğin, destek verdiğin adam; oğlu buradan milyon dolarları gönderiyor, kızı orada 35 katlı bina yapıyor, gökdelen yapıyor. Bay Kemal de bunu yiyecek...
Burada açıklama yapmış: Kadınların kılık kıyafetine siyasetçiler karışmasın diye bir kanun teklif vermiştik. Efendim, "aileyi de koruyacağım" demiş. Sayın Bahçeli; benim oraya gidiş nedenim, bu açıklamadan sonra onun ailesini Türkiye'ye ve dünyaya tanıtmaktır. Onun ailesi milyon dolarlarla oynuyor, paralar geliyor, gökdelen yapılıyor. Eğer bir aile hakkında konuşulacaksa, önce oradan başlayalım ve oradan konuşalım. Önce o aileyi bir konuşalım. Bunu söyledim.
Ha oradan bineceğiz, 10 dakika sürdü zaten. 10 dakika sürmesinin nedeni de ambülans sirenleri vardı. O sirenlerin, ambülansın gitmesini bekledik o küçük videoyu çekmek için ve dolayısıyla oradan tekrar arabaya bineriz, oradan Washington'a gideriz. Yolda araba mecburen benzin alıyor, benzin aldığı yerde bir hamburgerci var. Söz veriyorum hamburgeri ben alacağım, sana ikram edeceğim. Oraya, Washington'a gittiğimiz zaman saatini de al. Benim saatime güvenmiyorsan, hani senin bir 17/25'i gösteren saatin var ya; o saati yanına al. Onu alamıyorsan, bir kronometre al!
Hepinize teşekkür ederim değerli arkadaşlarım.
23.11.2024
23.11.2024
23.11.2024
22.11.2024