22.10.2025

CHP Lideri Özel: Bu İktidarın Zulmettiği Kim Varsa Ayırmadan Sahiplenmeyi, Hepimizin Aydın Sorumluluğu Olarak Görüyorum

“ZAMANI GELMİŞ BİR DEĞİŞİMİN ÖNÜNDE KİMSE DURAMAZ; BU KIBRIS’TA DA BÖYLE, TÜRKİYE’DE DE BÖYLE OLACAK”

“VERGİNİN “YÜZDE 89’UNU VATANDAŞ, YÜZDE 11’İNİ ZENGİNLER ÖDÜYOR VE VATANDAŞ BU HAKSIZ DÜZEN DEĞİŞSİN İSTİYOR”

“EKREM BAŞKAN DA MANSUR BAŞKAN DA BEN DE İKTİDARI DEĞİŞTİRME İNANCININ İNSANLARIYIZ, FİKRİN BUYSA HUZURUN YOK”

“704 YILLA YARGILANIYOR ADAM, RED KİT GİBİ İSTEDİĞİ GİBİ GEZİYOR. BİZİM ARKADAŞLAR ONU İFTİRALARIYLA İÇERİDE YATIYORLAR”

“KUPAYI GETİRMEK İÇİN HERŞEYİ GÖZE ALAN FUTBOLCULAR GİBİ SAHAYA ÇIKTIK BİZ, ‘TRANSFER OLUR MUYUM, SAKATLANIR MIYIM?’ HESABIMIZ YOK”

“MİLLİ MÜCADELEYİ YAPAN, ÜLKEYİ İŞGALDEN KURTARAN, CUMHURİYET’İ KURAN KİŞİDEN EMANET BU KOLTUK”

“ERDOĞAN FAKİRLERİ SEVMİYOR, BEN FAKİRLİĞİ SEVMİYORUM. BEN FAKİRLİĞİ ORTADAN KALDIRMAYA ÇALIŞIYORUM”

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, Halk TV’de yayınlanan Kırmızı Çizgi programında gazeteci Gözde Şeker’in sorularını yanıtladı. Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özel, “Hem yeni yayın dönemi, Kırmızı Çizgi’nin üçüncü sezonu hem de evliliğiniz hayırlı, uğurlu olsun. Allah mesut etsin. Biz bulunamadık il kongremizle aynı saatte denk geldi, o saatlerde siz de hayatınızı birleştiriyordunuz. Cumhuriyet Halk Partisi ailesi adına ömür boyu mutluluklar diliyorum” dedi. Özel, şunları söyledi:


“EĞİRDİR’DE BAŞKANI GÖRENE KADAR ‘NEREDEYDİK?’ DEDİM”

(Yoğun programına ve son 48 saatinin nasıl geçtiğinin sorulması üzerine) “Cumartesi akşamı İstanbul Havalimanı’na indik Amsterdam’dan. Geceleyin Manisa’ya gittik. Sabahleyin 10.00’da Manisa İl Kongresi’ni açtık. Geldik, İstanbul il Kongresi’nin kapanışında konuştuk. Sonra hızla Ankara’ya gittik, ertesi sabah MYK toplantısını yaptık. Akşamına Çankaya’da Atatürk Sanat Merkezi’nin açılışını yaptık. Salı günü grup toplantısını yaptık, oradan 2,5 saat yol gittik ve Kastamonu İl Kongremizi yaptık. Sonra 5,5 saat yol gelip dün akşam. 20.00’de Kastamonu’dan ben ayrıldım. Gece 01.00 gibi Silivri’de bir otele yerleştik. Sabah 9.00’da Ekrem Başkan’la arkadaşları ziyarete başladık. 14.00’te bitti, orada basın toplantısı yaptık. 16.00’da size geldik. 16.30’da il başkanlığımızda iki tane randevumuz var. Sonra da Arnavutköy‘de mitinge gideceğiz. (Nerede uyandığınızı şaşırmıyor musunuz?) O genelde siyasetçilerde vardır, hele hele seçim zamanı. Benim böyle seçim zamanı nerede olduğumu bilemediğim, hatta Eğirdir‘de merdivenden inene kadar, yani ilçe başkanını görene kadar nerede olduğumuzu hatırlayamamıştım. İlk kez orada odadan çıkarken de bilmiyordum. Genelde kalkınca oluyor. ‘Ya neredeydik, neredeydik?’ dedim, kahvaltıya inmek için üzerimi giyindim ve kapıyı açtım. Eğirdir ilçe başkanını gördüm ‘Tamam’ dedim.”

“PARTİYE KÖTÜLÜK YAPANLARIN, İKTİDARIN MAŞASI OLDU”

(Önceki Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş’a ilişkin sıcak bir gelişme var) “Sıcak değil, çirkin gelişme. Konu etmeye değmez. Bu partiden aday yapılmış, önemli makamlara gelmiş, sonra bir daha aday olmuş. Kimse istememiş ve istenmeyen insan ilan edilmiş. Sırf hakkını teslim etmek için anketlerde önde diye bütün riskleri almışız, dünya laf yemişim ama yine de aday göstermişiz. Sonrasından çıkmış, partiyi PKK’yla iş tutmakla falan suçlayıp kendini partiden attırmış. Öyle dedi diye atıldı partiden. O zamanlar daha bu süreç yoktu. ‘Dem’lenmek, bir sürü tuhaf tuhaf iş. Sonra da partiye kötülük yapanların maşası haline gelmiş. İktidarın maşası olarak sürekli partinin kurultaylarına iptal ettirmeye çalışıyor, yani mikropluk yapıyor. Sordular bir yerde dedim ki ‘Aslında onun ne yaptığına şaşmamak lazım. Mikroba ’Neden hasta ediyorsun’ diye sorulur mu? Onun işi o’ dedim. Herhalde onun için yapmıştır. Şu harcadığım nefese değmeyecek bir insan kendisi. (Hakkınızda kaç suç duyurusu olduğunu biliyor musunuz?) Onu bilmiyorum ama herhalde 50’nin üzerinde fezlekem var ama suç duyurusu sayısını bilmek kolay değil. Yapılıyor, kiminde ‘Kovuşturmaya gerek yok’ deniyor, kimisi ‘Şuna gerek yok’ deniyor. Yüzlercedir. Şimdiye kadar yüzlerce olmuştur ama kaçına işlem yapılıyor, hangi evrede? Onları takip etmek zordur.”

“ŞEHİTKAMİL’DEKİ KARARI UYGULASA BAŞKANLARIMIZ ÇIKAR”

(Aziz İhsan Aktaş iddianamesine ilişkin olarak) “Bugün o dediğiniz konu, HTS kararı Anayasa Mahkemesi kararında yer almış. Nerede yer almış biliyor musunuz? (Hüda Kaya kararı var) Tabii Hüda Kaya kararı var Anayasa Mahkemesi kararı ama bir belediye başkanının kararına konu olmuş. Belediye başkanı hakkında yolsuzluk iddiası var. Soruşturuluyor. Belediyede bir yolsuzluk yapıldığı belli. Ama karar iki maddeden oluşuyor: Bir, ‘Belediye başkanı ihalelerde imza yetkisi olmadığı için sorumlu tutulamaz’ diyor. İki, ‘HTS kayıtları Anayasa Mahkemesi kararına göre kişinin biriyle görüştüğünün ispatı olamaz’ diyor. Çünkü bir kilometrelik bir yerde baz verme meselesi. Bu karar kimde biliyor musunuz? Bu karar Umut Yılmaz’da. Yani Gaziantep’te bizim partimizden AK Parti’ye geçen, bizim partimizde iken yolsuzluk iddiaları olan, partimizin kendisine mesafe koyduğu, Şehitkamil İlçesi’nin Başkanı Umut Yılmaz’ın yargılamasında bu kararı vererek beraat ettiriyorlar. Neden AK Parti‘ye geçti? Bu kararla beraat ettiriyorlar, yani anlaşması bu zaten. ‘Seni bundan biz kurtarırız’ diyorlar. Kabul ediyor. Beraat ettiriyorlar, AK Parti’ye alıyorlar. Şimdi o karar tam dediğiniz şeyi yazıyor. ‘Eğer bir belediye başkanı yapılan ihalede imza yetkisi olmayınca sorumlu tutulamaz ve HTS kayıtları AYM kararı gereğince kişinin bir görüşmesine delil olamaz’ maddelerini uygularsanız bugün Silivri‘deki arkadaşlarımızdan tamamı değilse ikisi hariç gerisi çıkar. Tamamen bu maddeden. Baz kaydı vermişsin, baz kaydı vermişsin. Örneğin dosyası ayrılan başkan. Ayrılmasa dışarı çıkacak, Gaziosmanpaşa Belediye Başkanlığı’na geri dönecek. Yerine AK Parti’li vekil seçtiler biliyorsunuz siyasi yankesiciler. Hakan Bahçetepe’nin dosyasında üç şey var. Aziz İhsan Aktaş’ın bir adamıyla baz kaydı vermek. Aziz İhsan Aktaş’ın benzin istasyonu burada, ruhsatını AKP verdi. Bu benzin istasyonuna 24 Kasım günde 800 metre mesafede baz kaydı vermiş. Bu benzin istasyonundaki kişiyle. 800 metre ötede bir okul var, 24 Kasım’da Öğretmenler Günü kutlamışlar. Bir başkasında kapalı pazaryeri açmış, 1 kilometre ötesinde. Oradan baz kaydı vermiş. Bir başkasında da Erasmus öğrencileriyle bir kafede kahve içmiş. Erasmus değişim öğrencileriyle. O da 400 metre mesafede. Aziz İhsan Aktaş’ın adamı benzin istasyonunda oturuyor. Bu da civarında ve gün gün ispatlıyor. 24 Kasım’da Öğretmenler Günü’nde, Erasmus öğrencileri ile oradan sosyal medya paylaşımı var. Kapalı pazaryeri açılışında da canlı yayın yapmış hesabından. ‘Sen bu üç günde bu kişiyle bir araya geldin,rüşvet aldın’ diyorlar. Ne ihale, ne bir şey… İhaleyi kendinden önceki AK Parti’li belediye başkanı vermiş. Belediye meclisi çoğunluğu AK Parti’de. Bakın belediye başkanı vekilini de kendilerinden seçtiler. Belediye meclisinin kararını AK Parti vermiş AK Partililerin oylarıyla verilmiş. Hakan Bahçetepe içeride yatacak, Umut Yılmaz AYM kararına göre ‘HTS kaydı kayıt olamaz’ dendiği için ‘kovuşturmaya gerek yoktur’ denecek. Dosyadan ayrılacak. AK Parti‘ye katılacak, mutlu mesut orada yaşayacak. Böyle düzen olur mu, böyle adalet olur mu?”

“AHMET ÖZER’İN İÇERİDE BİR YILI DOLACAK”

(İddianamede Aziz İhsan Aktaş suç örgütü lideri ve 704 yıla kadar hapsi isteniyor ve kendisi elini kolunu sallayarak geziyor) “Şuradan, kapıdan girebilir her an. Sizin güvenlikçiler engel olmasa gelir. Hiçbir şeyi yok. 704 yılla yargılanıyor adam, Red Kit gibi istediği gibi geziyor. Bizim arkadaşlar onu iftiralarıyla içeride yatıyorlar. (Örneğin Zeydan Karalar yargılansa, suçlu bulunca alacağı ceza dört yıl ama tutuklu.) Bir kere Aziz İhsan Aktaş dosyasından güya içeride tutuluyor algısı yapıyorlar. Aziz İhsan Aktaş‘la ilgisi yok, o ihaleyi alan şirketin sahibinin Aziz İhsan Aktaş‘la gizli ortak olduğu iddiası var ama başka yerlerde. Burada başka biri var. Seyhan Belediye Başkanı iken kendisi İhaleyi veren kendisinden önceki AKP’li. Her ayın işte dördü, beşinde düzenli ödemeleri yapılmış. Kişi diyor ki ‘Benden rüşvet istediler. Öncesinde benim ödemelerimi yapmıyorlardı. Verince düzeldi.’ Döküyor, elinde böyle A’dan Z’ye var. Her ay aynı gün ödenmiş dediği tarihten önce ve sonra. ‘HTS kaydı var’ diyorlar, kendi ile değil bir belediye çalışanıyla var. Ki kendi ile de olur, belediye başkanın kapısı açık ve herkes geçer. HTS kaydını vermek için belediyenin önünden geçmek de yeter ya da 500 metre ileriden arabayla geçip aynı baz istasyonuna girmek yetiyor. O suçun yatarı 6 ay 20 gün. Zeydan Başkan ne zamandır içeride. Aynı miktarda suçlamayla Ahmet Özçer 9 aydır yatıyor. Ahmet Özer’in bu işle uzaktan - yakından ilgisi yok. Ahmet Özer’i zaten ‘kent uzlaşısı’ndan dolayı Esenyurt‘tan almışlardı. Ahmet Özer‘e ‘terörist’ diyorlardı. Devlet Bahçeli, DEM sıralarına gidip yeni bir süreç başlatınca, Ahmet Özer’i suçlaması düşünce, Ahmet Özer tutuksuz yargılanmak mecburiyetinde kalınca, o dosyadan çıkmadan bu dosyadan yedekleme tutukladılar. Şu anda içeride duruyor. Fiilen 30 Ekim günü bir yılı dolacak. Ancak bu dosyadan bile 9 ay 20 gündür tutuklu. Normalde tut ki şöyle bir şey oldu: Ahmet Özer dedi ki ‘Hakim Bey itiraf ediyorum o suçu ben işledim.’ Yok da. ‘Cezayı kabul ediyorum’ dedi, ‘İndirim de yapma.’ Ahmet Özer’e 4 yıl ceza verseler tahliye edecekler. Üç ay da alacaklı Ahmet Özer. Hala içeride tutuyorlar.”

“SEKİZ AYDIR SORU YOK, SUÇUNUN OLMADIĞI BUNDAN BELLİ ZATEN”

(Resul Emrah Şahan’ı da yedeklediler.) “Onu da yedeklediler. Çünkü Resul Emrah Şahan da ‘kent uzlaşısı’ndan tutukluydu. Şimdi ‘kent uzlaşısı’ dosyalarının düşeceği öngörülerek, Resul Emrah Şahan’ı İBB dosyasına veya bir başka dosyaya karıştırıp ‘Şunu yaptın, bunu yaptın’ diyerek yedekliyorlar. Amacın yolsuzlukla mücadele olmadığı nereden belli? Öyle olsa ilk gün o dosyadan yapar. O dosyalar ortalarda duruyor. Hiçbir şey olmadığını biliyor. Sayıştay denetimi geçirmiş, mülkiye müfettişlerinin denetimden geçmiş, iç denetimden geçmiş… Bütün dosyalar herkesin aynı zaten. Bunların yaptığı ne? Birini almak gerekiyorsa o kişiye alıyorlar, bütün dosyaları istiyorlar Sayıştay‘ın suç bulamadığı yerde oradan bir isim buluyorlar. O isme diyorlar ki ‘Bak malına, mülküne çökeriz. Gel şuraya bir itirafta bulun.’ O ismi bulurken de öncelikle büyük ihtimalle belediye ile işi olanlara bakıyorlar. Hiçbir şey bulamasalar bir iş adamını bulup getiriyorlar, ‘Malına çökeriz’ diye korkutup, iftiraname alırlar. Ama Resul Emrah Şahan‘ın sorunu; içeride tutulması gerekiyor. Yoksa Resul Emrah Şahan’ı bu yolsuzluktan suçlu görselerdi bundan bir şey yaparlardı. Bu hiç yoktu ortada. ‘Kent uzlaşısı’ndan aldılar, ‘kent uzlaşısı’ davası düşecek, bunun içeride durması lazım. Neden? Ekrem İmamoğlu‘na yakın bir isim olarak biliniyor. Eskiden İstanbul Planlama Ajansı‘nda genel müdürlük yapmış diye. İPA’da ne yapıyor? Siyaset üretiyor orada. ‘Ekrem İmamoğlu‘nun beyin takımından, akıl takımından, ekibinden birisi içeride durmalı’ dedikleri için baktı burada tutamayacak, bu dosyadan içeriye alıyorlar. Bu dosyadan hiçbir suçunun olmadığı, sekiz aydır buradan kendisine bir soru sorulmadığından belli zaten.”

“BU DOSYALARDAN BİR DAKİKA İFADEYE GİDİLMESİ BİLE ZULDÜR”

(Süreç devam ederken ‘kent uzlaşısı’ndan insanlar tutuklu. Bunlar nasıl yan yana yürütülebiliyor?) “Aslında yan yana yürütüldüğü yok. HDK‘dan da bunun yanındayken ‘kent uzlaşısı’ndan da bizim belediye meclisi üyelerimiz eskiden DEM’de siyaset yapmış kişiler, gazeteciler, boşu boşuna tutuluyor. Aslında bir ara HDK davasından tahliyeler olmaya başlamıştı, işte Suriye’deki gelişmeler falan, filan, süreç öyle... Yani esasen şöyle bir noktadalar: Samimi olarak ‘Kürt sorununa çözüm bulalım, terörsüz Türkiye’ye ulaşalım’ değil. Kendilerince akıllarında hesapları var. O hesaba uygun bir takvim yürüyorsa birtakım adımlar atıyorlar, yürümüyorsa o adımları kesiyorlar. Bu da aslında bunun, geçmişteki tutuklamaların da ne kadar haksız olduğunu, bu serbest bırakma sürecinin de ne kadar siyasi olduğunu gösteriyor. Ama bu dosyalardan bir kişinin bir dakika ifadeye gitmesi bile zuldür yani. Olacak iş değil.”

“YARGITAY BAŞKANI HATIRLATTI, ÇOK KIYMETLİ BİR ADIMDIR”

(Yargıtay Başkanı Ömer Kerkez dedi ki ‘Anayasa Mahkemesi bir ihlal kararı verdiğinde tüm kurumların, herkesin buna uyması gerekir.’ Tayfun Kahraman, Can Atalay için uyulmuyor.) “Şimdi bir kere Ömer Başkan’ın hakkını şurada teslim etmek lazım. Geçtiğimiz süreçte şöyle bir şey yaşanmıştı: Birinci kademe mahkemesi bir karar aldı, Anayasa Mahkemesi bu kararı bozdu ve ‘Yeniden yargılama’ dedi. Hatta ‘Yargılamayı durdurmalı, salıvermelisin ve milletvekili görevine gitmeli’ dedi. Bu mahkeme direndi ve Yargıtay üçüncü dairesi de yanılmıyorsam bu direnmenin arkasında durdu ve AYM ile Yargıtay arasında bir tartışma çıktı. İşler buralara doğru geldi. Şimdi geldiğimiz noktada Yargıtay Başkanı’nın ‘Anayasa Mahkemesi kararı hepimiz tarafından bağlayıcıdır’ açıklaması kıymetli bir açıklama. Çünkü aslında şöyle: Türkiye’de kıymetli. Dünyada zaten Yargıtay Başkanlarının böyle bir açıklamayı yapmasına gerek yok, anayasada yazıyorsa herkesi bağlar. Toplum sözleşmesi bu. Anayasa maddesi ‘AYM kararları gerekçesiyle birlikte yayınlanır, yayınlandıktan sonra yürütmeyi, yargı, yasama organlarını bağlar’ diyor. Yargıtay Başkanı bunu hatırlatma gereği duydu. Bu çok kıymetli bir adımdır. Çünkü bunun hatırlatılmasına gerek vardı. Ümit ediyorum bundan sonra yargıda… İstanbul’daki AK Toroslar Çetesi bununla imana falan gelmez, böyle şeylerde. Onlar ayrı, onlar çeteleşmiş. Onlar özel görevli. Bu sözlerim de beni bağlar; ne sizi, ne Halk TV’yi. Canlı yayında ben söylüyorum. Ancak Türkiye’nin genelinde Anayasa Mahkemesi kararlarına uyma, anayasaya uyma, kanunların genelliği ilkesi, herkesi bağlaması, hukuk devletine saygı çok kıymetlidir. Bunun hatırlatılmasını çok önemli buluyorum. Yargıtay Başkanımızın babası sonuçta oğluna Ömer adını koyarken de herhalde Hazreti Ömer adaleti dağıtsın diye koymuştur. Bu süreçte, geçmişte Yargıtay tartışmaları, onlar, bunlar olmuştur ama bu açıklama gerçekten kıymetli bir açıklama.”

“SORDULAR ‘FEMİNİST GENEL BAŞKAN SEN MİSİN?’ DİYE

“Pardon ya da annesi veya babası koymuştur adını. Bizim partide çok güçlü bir kadın hakları bilinci olduğu için kadın kolları başkanımız, önceki başkanımız ve MYK’nın yarısı kadın, böyle eril bir dil kullanmak; aman Allah’ım. Oto-kontrol. Bizim Genel Sekreter Selin Hanım geçtiğimiz hafta sonu PES Kongresi’nde kadın mevkidaşlarıyla konuşurken ‘Bizim genel başkan feminist’ demiş. Pek hoşlarına gitmiş. Çıkan bana soruyor, ‘Feminist olan genel başkan sen misin?’ diye.”

“ÜLKENİN GÜVENLİĞİ İLE İLGİLİ BİR ZAAF OLACAKSA BİZ ORADA OLMAYIZ”

(Söylemleriyle dikkat çeken isimlerin CHP’ye katılması, partinizin sürece dair tavrıyla çelişen bir adım mı?) “Ümit Bey’in katılması mı? Veya Adnan Bey geçenlerde katılmıştı. Çelişen bir adım değil. Cumhuriyet Halk Partisi şöyle. Bir kere Cumhuriyet Halk Partisi’ne gelen arkadaşlarımız partinin tüzüğü ile, programıyla bağlı, partimizin tüzüğü ile Genel Başkanın pozisyonunu, parti politikalarını ifade etmesini, belirlemesini, uygulaması noktasında yetkilendiriyor. Onlar da bunu biliyorlar. Ama onlar şunu da biliyorlar. Ümit Dikbayır olsun, daha önce ittifak ortağı partilerimizden bize katılan bütün arkadaşlarımız olsun. Cemal Enginyurt, Adnan Bekar. Şunu biliyorlar. Bizim Genel Başkan komisyona girer, komisyonda çalışır, komisyonda Kürt sorununun çözümü için önemli adımların atılmasına katkı sağlayabilir. Ama bizim Genel Başkan Türkiye’nin aleyhine hiçbir şeye ‘evet’ demez. Bizim Genel Başkanın ‘evet’ diyeceği yerden barış çıkar, Kürt’ün de Türk’ün de lehine, işte terörle mücadeleye para harcanmaz, silahlara para harcanmaz. Bu para Kürt’ün de Türk’ün de yoksuluna harcanır, emeklisine verilir. Ülkenin güvenliği ile ilgili bir zaaf olacaksa biz orada olmayız. Şehitleri, gazileri üzecek hiçbir işin içerisine girmeyiz. Yani özetle böyle bizim Manisa’da çok söylenir. ‘Abdestimizden şüphemiz olmadığı için namazımızdan da kimse şüphe duymaz.’ Benim ne solculuğumdan, ne Kürt meselesine çözüm odaklı bakışımdan, ne de vatanseverliğimden kimsenin şüphesi yok. Benim olduğu gibi; yönetim kadrolarımızın, Meclis grubumuzun da öyle. Özgüvenli siyaset böyle bir şey. İşte öyle olunca Cumhuriyet Halk Partisi şöyle bir parti olabiliyor. Bütün demokratlara çağrı yapabiliyor, muhafazakar demokratlar, milliyetçi demokratlar, Kürt demokratlar, liberal demokratlar, sosyalist demokratların bir arada olabildiği ya da birlikte oy verebildiği ya da birlikte miting yapabildiği, birlikte Türkiye’yi değiştirme iradesi olan. Demokrat kendi partisindedir, bir başka partidedir. Ama Türkiye’yi birlikte değiştireceğimize inanmıştır. Günü gelince beraber oluruz. Partisinde sorunu vardır, partisizdir, kararsızdır. Bakmıştır CHP’ye. CHP’nin durduğu yer artık onun gönlüne uygun bir yerdir. Gelir oy verir. Cumhuriyet Halk Partisi’nin Kürtler ile ilişki kurmak için bakın bir DEM Partisi’ne, HDP’ye ihtiyaç yok. Ama bu DEM’e ve HDP’nin kurumsal kimliğine saygısızlık yapacak demek de değil. CHP Kürtlerle doğrudan ilişki kurabilir, Diyarbakır’ın sokaklarında, Şanlıurfa’nın sokaklarında, Mardin’in, Batman’ın sokaklarında. Ama Meclis’te de kimse elini sıkmazken DEM’in elini de sıkardı veya DEM’lilere yapılan haksızlıklara kayyım atamalarına, o zamanlar işte Van’da mazbata verilmiyordu, beş milletvekili oradaydık. Mardin’de kayyım atandı otobüsün üstüne çıkıyordum, Ahmet Türk sağ olsun, Eş Genel Başkanı ‘Biz inelim sizi bırakalım.’ Dedim ki ‘Ahmet Başkanım birlikte çıkalım. Ben sizin için geldim buraya.’ Cesaretle kayyımlara birlikte de karşı çıkabiliriz. Yarın bu iktidar yanlış bir iş yapıyorsa ona ‘hayır’ da diyebiliriz. Ama herkesin bildiği bir şey var. Biz Türkiye’nin mutlu, barış içinde, zengin ve özgür yarınlarına talibiz. Bunu yapabilmek için de muhalefetin birbiriyle uğraşması, çelişmesi yerine; dayanışması lazım. Ben Kürtlerle en samimi duygularımla iyi ilişkiler içindeyim, DEM Parti ile de kurumsal olarak birbirine saygılı ve birlikte muhalefet etme sorumluluğuna sahip şekilde davranıyorum. Buradan döndüğümde bu tarafta Saadet Partisi varsa, Gelecek Partisi varsa, DEVA Partisi varsa onlarla da aynı kurumsal, aynı saygılı, aynı birlikte ilişkiyi sürdürmem lazım. Çünkü herhangi bir dönemde değiliz. Herhangi bir dönemde biz birbirimizle rekabet de edebiliriz kavga da edebiliriz. Gün, o gün değil”

“HAZIMSIZ, YENİLMEYİ KABUL EDEMİYOR”

“Çünkü şöyle söyleyeyim onu da. Bir saha var, futbol oynanıyor. Bir süredir AK Spor kazanıyordu maçları. Bazen farkla, bazen son dakika golüyle. Ama kazanıyordu. Biz bu sefer maçı kazandık. AK Spor’un kaptanı Tayyip Erdoğan topu aldı koltuğun altına, ‘Artık maç yok’ diyor. Topu aldı gidiyor, topu kesecek. Hazımsız, yenilmeyi kabul edemiyor. Kazandıkça oynar, kaybetti mi kaçar. Topu kesmeye götürüyor. Biz mahallenin geri kalanı onun peşinden koştuk, tuttuk şimdi bunu. Topumuzu geri almaya çalışıyoruz. Kurtarabilirsek ileride kendi aramızda da maç yaparız. (Top da onun değil bu arada) Top onun değil canım, sahanın topunu aldı gidiyor. Hepimizin topu yani. Mahallenin topu. Topu kurtarırsak kendi aramızda maç yapacağız, yeneceğiz, yenileceğiz. Hatta inşallah AK Gençlik diyecek ki Tayyip Erdoğan’a. İşte reis mi diyorlar, baba mı, dede mi? ‘Gel’ diyecek ya. ‘Sen kaç tane maç yaptın kazandın. Şimdi git biraz otur. Ver biz oynayalım, biz yeneceğiz belki’ diyecek. AK Gençliğe de hakaret ediyor. Kadın Kollarına da hakaret ediyor. Ana kademeye de hakaret ediyor. Kendinden başka hiçbir kimsenin bu maçı kazanamayacağını ve kendi oynamıyorsa bir daha bu maçın oynanamayacağını söylüyor. Bu demokrasi değil. Biz o yüzden mahallenin geri kalanı, kazanınca oynayan, kaybedince topu kesmek için kapıp kaçanın peşindeyiz. Topu kurtarmaya uğraşıyoruz. Ondan sonra gerisine bakarız kim yenecek kim yenilecek.”

“DEMOKRAT OLMANIN GEREĞİ BUDUR”

(Genel Başkanlığı devraldığınız kurultayda, ‘Can Atalay’a selam’ dediniz. ‘Selçuk Kozağaçlı’ya’ selam dediniz.) Bugün eşini gördüm, kendini göremedim Silivri’de. (‘Selahattin Demirtaş’a selam’ dediniz.) ‘Figen Yüksekdağ’a selam’ dedim. (O güne kadar bir CHP Genel Başkanından yan yana duyduğumuz isimler değildi.) Ümit Özdağ içeriye girdikten sonra defalarca ziyaret ettim ve her seferinde adını da andım. Çok da doğru yaptım. Yani meselenin kendisi şu: Ülkeyi yönetenler kendisinden olmayan kim olursa onu sindirmek için, dün Kürt siyasetine bugün Türk milliyetçisine, yarın bir başkasına sırayla. Bunlara karşı ortak bir cepheden ortak bir reaksiyon, ortak bir itiraz vermek lazım. Demokrat olmanın gereği budur. Yoksa bırakırsak bunlar bir gün birini ezip postasını çıkarıyorlar, öbür gün öbürünü ezip. O yüzden çok kıymetli. Ben muhalefeti de bu iktidarın zulmettiği kim varsa ayırmadan sahiplenmeyi hepimizin aydın sorumluluğu olarak görüyorum”.

“CHP, MECLİS ELİYLE BU İŞİ YAPARDI ZATEN”

(Yıllarca sosyal demokrat kitle bilhassa Cumhuriyet Halk Partisi’nden hep daha cesur siyaset yapmasını istedi. Hatta şu an o kitle çok memnun. Sizin devamlı meydanda, sokakta olmanızdan. Erdoğan’ın istediği şekilde Ankara siyasetine sıkışmamanızdan. Bu açılımı CHP yapamaz mıydı? Niye MHP yaptı?) “Ya şöyle, Cumhuriyet Halk Partisi iktidar olsaydı bunu yapardı. Ama MHP gibi birbiriyle çelişen bir şekilde yapmazdı. Yıllardır ne diyorduk? ‘Kürt sorununu çözülmelidir, bu sorun Meclis eliyle çözülmelidir, bir komisyon marifetiyle ilerlemelidir.’ Komisyonun fikir sahibi parti olduğumuz için de ‘Girecek misiniz?’ tartışmalarını anlamsız bulduk. Yani ‘Zaten bizim fikrimiz. Neden girmeyelim?’ diye söyledik. CHP iktidarda olsaydı hem de böyle MHP gibi bunu böyle şey yaparak da değil. Yani kitleleri şaşırtacak, değişik şeyler yaparak falan da değil. Meclis eliyle bu işi yapardı zaten. Zaten yapacaktık da. Bu cesaret, bu kararlılık vardı. Hatta haksızlık etmeyelim. Birinci çözüm süreci diyeceğimiz süreçte Erdoğan, BDP’ydi herhalde partinin adı, BDP ile birlikte adayla bir süreç götürürken; Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ‘Bu sürece ben kredi veriyorum’ demişti. Gün içinde ‘Al kredini başına çal’ diye cevap vermişti Erdoğan. Yani CHP o gün de tarihsel bir tutarlılık içinde bugün de. Yarın iktidar olduğunda da bu sorun çözülecek diye gayret gösterecek. Birileri yıllarca bu yaklaşımımızı ‘Teröre taviz verecekler, teröristlerle anlaşacaklar, ülkeyi böldürecekler, bayrağı indirecekler, vatanı böldürecekler…’ Böyle bir şey olmadı, şimdi kendileri yapmaya çalışıyorlar. (Hatta bu söylemlere uyarak siyaset yapmanın ne kadar boş olduğu da görülmüş oldu.) Tabii tabii. (Çünkü o sınırları onlar belirleyip sonra tık diye kaldırabiliyorlar.) Gözde Hanım burada bir şey söyleyeyim o zaman. Yani böyle benim siyasi hayatımda da önemli bir mevzudur. İlk Genel Başkan oldum, birkaç ay geçti. Maalesef hatta o gün de bir yerde mitingimiz vardı herhalde, mitinge mi gidiyorduk. Bir miting yapacaktık mitingi iptal etmek durumunda kaldık falan. Kuzey Irak’tan üs bölgesinden şehit haberleri geldi. Çok üzüldük. Mitingimizi, programlarımızı iptal ettik. (Can Atalay mitingi.) Galiba Can Atalay mitingiydi. Demokrasi ve anayasa mitingi, öyle bir mitingimizi iptal etmek zorunda kaldık. Sonrasında bizim önümüze ve Meclis’te bir kağıt koydular. Kağıdın altında imza atacağız, AK Parti, MHP, CHP, o parti bu parti, DEM Parti yok. Ondan sonra işte terörü kınayacağız. Şunu yapacağız bunu yapacağız falan. Dedim ki, ‘Ben bunu imzalamıyorum. Siz önce gelin Meclis’e bu üs bölgesi kışın bu zamanında, sis varken, drone koruyamıyorken, bu çocukları niye koruyamadınız? Niye orada tuttunuz? Bunu bir anlatın, nasıl oldu bu iş? Ondan sonra şey yapın. Ben sizinle bir A4’ün altında buluşarak bu sorumluluğunuzu aklamam.’ Ardından şehitlerden birisi Manisa’daydı. Kalktım Manisa’da cenazeye gittim. Şehidimizi Akselendi’de, havaalanında karşıladık. O dönem Vali Bey sağ olsun, çok iyi bir devlet adamıdır. O günkü valimiz. Bugünkü de öyle. Bana dedi ‘Karşıladınız, siz havaalanına geçseniz.’ Ankara’ya gideceğiz, şehidimiz de bir beş saat geç geldi. Dedim ‘Ne oldu?’ ‘Ya tatsız bir hazırlık var.’ Dedim ki ‘Sayın Valim ben camiye gitmezsem eğer şimdi, ben kendimi inkar etmiş olurum. Öleceğimi bilsem giderim’ dedim. Gittim. Girdik, namaz sırasında işte birtakım protestolar, yuhlamalar bilmem neler. Üstümüze yürümeler, linç girişimleri. Çıktık hatta oradan ilk çıkışta Vali Bey’in aracıyla uzaklaşmak zorunda kaldık, onların aracı yakındaydı. Araca tekme atmalar falan.”

“AK PARTİ’NİN TASDİK MAKAMI DEĞİLİZ”

“Sonra bir hafta sonra, bir daha aynı üs bölgesinde şehit oldu. Kağıdı getirdiler çok eminler imzalayacağımdan. Dedim ‘İmzalamam.’ Ama bu sefer ilk kağıdı onlarla birlikte imzalayan muhalefet partileri de imzalamadı. Çünkü o aradaki süreçte toplum bizim o tutumumuzun doğru olduğuna hükmetti. Ve dedi ki imza atanlara, ‘Siz niye attınız bunlarla imza?’ dedi, atmadık. Bana bazı arkadaşlar ‘Bir daha şehit cenazesine gidemeyiz’ diyorlardı. O günden sonra onlarca şehit cenazesinde ben gittim, arkadaşlarımız gitti falan filan ama. Daha enteresanı, ben o üzerime insanların geldiği, caminin olduğu ilçeyi yüzde 60 oyla, büyükşehiri yüzde 60 oyla kazandım. O camide cuma namazına gidiyoruz, o camide üzerimize saldıranların MHP ve AKP belediyesi tarafından organize edilen belediye elemanları olduğu da çıktı, soruşturmalar açıldı, fiili saldırıda bulunanlara suç duyurusunda bulunuldu, disiplin soruşturmaları yapıldı falan. Ama birbirlerini ihbar ettiler. WhatsApp görüntüleri var. ‘Özgür Özel gelecek, şu slogan atılacak.’ Kadın kollarını caminin içine doldurmuşlar, ses çıksın diye şeyleri açmışlar falan. Şimdi mesele, siz kararlı bir siyaset izliyorsanız, bunun karşısında bazen devletin organizasyonu, bazen böyle pis işler… Ama siz kararlı siyasetinizde durursanız ahalinin geneli bunu görüyor, hissediyor ve destekliyor. 10 gün içinde, o her şeye rağmen toplum ‘CHP doğru yaptı’ dediği için diğer muhalefet partileri de… O günden beri de bizim önümüze kağıtlar gelmiyor. O günden beri mesela Meclis bir şey yapacaksa, biz diyoruz ki Meclis Başkanına, ‘Bir tartışma açın, konuşun, oya sunun bilmem, ne yapın. Ama bizim önümüze A4 getirmeyin. Biz burada AK Parti’nin tasdik makamı değiliz.’ Ben bununla niye bir A4’ün altında buluşacağım?”

“VATANDAŞ, CESUR VE ÖZGÜVENLİ SİYASET İSTİYOR”

(Ezberleri bozmanın, sokakta herhangi bir maliyetini yaşadınız mı? Yurttaştan herhangi bir tepki aldınız mı?) “Hayır. Aksine şöyle bir şey var. İnsanlar samimi, kararlı, cesur siyaset istiyorlar. Bunun desteğini görüyoruz. Ben camide saldırıya uğradıktan 2,5 ay sonra sandığa girdim, 47 yıl sonra birinci parti olduk, Manisa'da yüzde 60 oy aldık. Ben siyasete girdiğimde belediye başkan adaylığı görevini üstlenmem istenmişti. Benden önceki belediye başkan adayımız yüzde 6 oy almıştı Ben yüzde 14 oy alarak başladım en son yüzde 60 oy aldık. Allah rahmet eylesin Ferdi Zeyrek yüzde 60 oy aldı, orayı kazandık. O yüzden bu meselelerin maliyeti sandıkta görülür. Bir de bazen de her şey sandık hesabı ile yapılmaz. Bazen tarihin doğru tarafında durman lazım. Birilerinin oyun planı öyle diye, orada o oyun planına dahil olmak zorunda değilsin. Bazen bedel ödemek maliyeti olsa dahi tarihin doğru tarafında durulur. Sağ popülizm çok tehlikelidir, ama sol popülizm de çok tehlikelidir. Sırf popülizm olsun diye de bir iş yapılmaz. Her zaman kalabalıkla birlikte bir yöne koşmazsın. Bazen sen kalabalığa karşı koşarsın. Sonra bakarsın üçer - beşer - onar kalabalık sana katılmaya başlar, tarihin akışı da değişebilir. O yüzden ben bu meseleleri birazcık böyle şey olarak yorumluyorum. Ama vatandaş özgüvenli siyaset istiyor, bu kesin.”

“HER ŞEY DEĞİŞMİŞ, TEZKERE DEĞİŞMEMİŞ”

“Tezkere. Eskiden tezkereye ‘hayır’ dedin mi vatan hainisin, değil mi? Şimdi öyle bir şey ki Suriye'de rejim değişmiş Gözde Hanım, rejim değişmiş. Yani Esat gitmiş El Şara gelmiş. Suriye devlet olmaktan çıkmış statüsü belirsiz bir halde şu anda. Görüşmeler oluyor, nasıl yönetileceği tartışılıyor. Daha bir anayasası yok, geçiş hükümeti yönetiyor. Suriye'de her şey değişmiş. Irak'ta her şey değişmiş, şu anda terörsüz Türkiye, barış süreci, silahlar yakılıyor, Süleymaniye başka bir noktada, Erbil var, merkezi hükümet… Bambaşka bir şey var orada artık. Son iki tezkere, beş yıldır gelen tezkerenin aynısını Meclis’in önüne getirmişler, aynısını. Sadece iki ya da üç kelime değişiyor, bir buçuk cümle değişiyor, aynısı. Diyor ki ‘Buna onay ver.’ Yahu kardeşim öyle bir tezkere yazarım ki, o tezkereye DEM bile onay verir. İddia ediyorum size öyle bir tezkere yazabilirsiniz ki ona DEM de oy verir CHP de oy verir. Ama tezkerenin dili şu olsa: ‘Terörsüz Türkiye süreci var, komisyon faaliyette, Kuzey Irak'ta silah bırakılıyor. Bu süreçte Türk Silahlı Kuvvetlerinin orada hem güvenliği tesis hem bir takım sebeplerle bulunma ihtiyacı var. Yeniden çatışmalı bir döneme dönülmemesi, provokasyonlara izin verilmemesi için. Suriye'de rejim değişti, istikrarsızlık var. Orada şuna ihtiyaç var. Buna ihtiyaç var Üs bölgelerimiz var. En kısa sırada Suriye'nin demokrasiye kavuşup, Kürt’ünün, Türkmen'in, Dürzi’nin, Alevi’nin, Sünni’nin hepsinin birden huzura kavuşacağı bir anayasa yapılıp da Suriye üniter bir devlet olduktan, Suriye'de Kürtlerin ve diğer unsurların hep bir arada olduğu barış devleti kurulana kadar Mehmetçiğin orada görev yapması gerektiğinden bu tezkerenin iki yıllığına uzatılması’ dese ben buna neden ‘hayır’ oyu vereceğim, DEM niye ‘hayır’ oyu verecek, Saadet veya başka bir parti niye karşı çıkacak? Ama o kadar liyakatsiz, o kadar küstah, o kadar iletişimsizler ki…. İki sene önceki tezkereyi önümüze sürüyorlar. ‘Oy verin.’ Her şey değişmiş, tezkere değişmemiş. Bana da diyor ki ‘Oyunu değiştir.’ Böyle bir şey yani.”

“‘HAPİS CEZASI VERİRİM’ DİYENE, SANA NE?”

(Cinsel yönelime hapis cezası düzenlemesi konusunda tavrınız ne olacak?) “Bir kere hem cinsiyet değiştirme ameliyatları ile ilgili karar siyasetçilerin vereceği bir karar değil ki. Bu karar tıp insanlarının vereceği bir karar. Kişinin kendisinin vereceği bir karar. Böyle bir şeye eğer kişinin talebi, işte bir sürü tıbbi gerekçe gerekiyorsa bu ameliyatın 20 yıl içinde yapılması gerekirken 25 yaşına kadar tıp başka söylüyorken, AK Parti başka bir şey diyor diye bu nasıl olacak yani. Bu dünyanın en saçma işi bir kere. Onun dışında hapis cezası. Ya sen kimin neyine hapis cezası getiriyorsun? Neye hapis cezası? Neye göre? Bu ne kadar saçma bir şey. Neyi biliyorsun da neye ceza veriyorsun, kime göre? Bu geçmişte mesela başörtülü öğrencileri üniversiteye sokmuyorlardı ya. Her şeyin başında kadına karşı bir ayrımcılık. Erkek öğrenci aynı fikirde, ama onun düşüncesini gösterecek bir şeyi yok. Kadın öğrenci inancından dolayı başını bağlıyor, ‘Sen giremezsin sen girersin.’ Cinsel yönelimde, bunu söylersen hapse girersin, söylemezsen art alanda, gizli alanda sana ne yani. Bu kadar basit. Bu sorunun cevabı; ‘Hapis cezası veririm’ diyene, sana ne? Bir kere toplumun düzenini bozmak, onlar ayrı yerlerde düzenlenir. Onların düzenini ben de bozsam, Gözde Şeker de bozsa, cinsel yönelimi başka biri de bozsa cezalandırılsın. Hiçbirimizin özgürlüğünün önüne geçilmesin. Ama kişiyi kendi tercihinden dolayı cezalandırmaya kalkıyorsan, bunu toplum düzenine tehdit görüyorsan, sen hastalıklı bir yerden bakıyorsun meseleye. Ben bu konularda çok netim. Onu yazalım, bunu yazalım meselesi değil. Şu kadarını söyleyeyim: Örneğin geçmişte tezkereye hayır oyu vermekle nasıl terörist olunmuyor, nasıl bölücü olunmuyor, nasıl bayrak indirilmiyor, vatan bölünmüyor ama algı yönetimi yapılıyorsa burada da tükenmiş biri iktidar toplumun hassas, Türk toplumunun genelde tedirginlikle baktığı bir konuyu kaşıyıp, kaşıyıp oradan kendine siyaset devşirmeye çalışıyor. Başka kapıya gidecekler.”

“BEN OLUMSUZ BİR KARAR BEKLEMİYORUM”

(Kurultay davasından ne bekliyorsunuz?) “Bir şey beklemiyorum. İlk gün de söyledim; bu sonuç değil, süreç odaklı bir mesele. CHP tartışılsın diye. Yani mahkeme de bunu böyle yapıyor diye de söylemiyorum. Bugün de gördünüz; dilekçe veriyor, şahit dinletmek istiyor, onu yapıyor, bunu yapıyor. Mahkemeyi meşgul etmeye çalışıyorlar. Amaçları sonuç almak değil; partiyi tartıştırmak, partiyi yıpratmak. Biz bunlara karşı serin kanlı yaklaşıyoruz, yine serinkanlı yaklaşmaya devam edeceğiz. Ben olumsuz bir karar beklemiyorum açıkçası. Ne cumadan ne de daha sonrasından. (En kötüsünü konuşalım.) En kötüsü olursa ondan da belli bir süre sonra; bir ay sonra, üç hafta sonra, beş hafta sonra olağan kurultayımız geliyor. Bugün Hatay il kongremizi yapılıyor ve il kongrelerin tamamı bitiyor. Sonuncu, Hatay. Bütün delegelerimiz belli olmuş oluyor. Biliyorsunuz Yüksek Seçim Kurulu’nun ve ilçe seçim kurullarının, seçim kurullarının, YSK’nın istikrarlı kararları var: ‘Bu seçilen delege artık değiştirilemez.’ ‘Başlayan bir seçim süreci durdurulamaz.’ İstanbul’da kaç kere denediler, uğraşmaya. Şimdi de kurultay süreci başladı ve durdurulamaz. Kurultay yapılacak ve parti yeni genel başkanını seçecek. O ben olurum, başkası olur. Şu anda ben partinin mevcut Genel Başkanı’yım ve gelecek kurultayda da yeniden aday olmayı düşünüyorum. Çünkü yapacak işimiz var; kazanacak seçimimiz, verilecek mücadelemiz var diye düşünüyorum. Ama bunu farklı düşünen arkadaşlarımız varsa da… ‘Ben daha iyi yaparım’, bu çok kıymetli bir iddiadır.”

“ADAY OLMAK ARTIK ÇOK DAHA KOLAY”

“Gelirler, kurultayda aday olurlar. Ben nasıl geçen kurultayda çıktım, bütün Türkiye’yi gezdim, delegelerle konuştum, yeterli imzayı topladım. Geldim, başvurdum ki şimdi o imzayı da düşürdük. Yarıya da düşürdük. Hatta şöyle de dedik: ‘Mevcut genel başkan imza toplamaz.’ Çünkü mevcut genel başkan bin 300 delegeden bin 200 imza topluyor, geriye toplanacak imza kalmıyordu. ‘Mevcut genel başkan talebi halinde doğrudan adaydır.’ Çünkü zaten düşünsenize 60 imza toplayamayan bir genel başkan, genel başkanlığa devam etsin mi yani? Girsin, boyunun ölçüsünü alsın. ‘Mevcut genel başkan talep ediyorsa adaydır. Diğer adaylar yüzde 5 imza toplayacak ve birden çok adaya da imza verilebilir.’ Böyle bir düzenleme var. Aday olmak da çok kolay artık. Eskiden oluyordu, siyasette var ve kimseyi suçlamak için söylemiyorum: Bin 300 delege seçiliyor. Seçilen il başkanı delegelerden mevcut genel başkana imza desteği diye yolluyordu hemen. Böylelikle orada siyaset alanı daralıyordu. Şimdi ben o alanı hiç daraltmıyorum. Orası bomboş. İsteyen istediği delegeden imza isteyebilir ve adaylaşabilir karşımızda. Kurultayımızı yapar, yarışırız. Partide genel başkan böyle belirlenir. Biz İstanbul’da, geçen rakamı da verdim 430 bin üyemizin önüne sandık koyduk ve mahalle, ilçe, il ve kurultay delegelerimizi seçtik üç kademede. Manisa’da da bu böyle yapıldı, Türkiye’nin dört bir yanında da. Zorlandığınız coğrafyalar var; oyunuz çok düşük, teşkilatımız çok az, üyemiz yok. Oralarda olamıyor. Ama onun dışında sandık talep edilip de kurulamayan hiçbir yerimiz yok. Elimizden geldiğince yaptık. Ta mahallelerden gelerek bu delegeler oluştu. Şimdi onlar genel başkan seçecek. Kim arzu ediyorsa çıkar aday olur, demokratik olarak yarışır. Cumhuriyet Halk Partisi’nin genel başkanı çoklu bir yarışta seçilebilir. Bunun önünde hiçbir engel kalmamıştır.”

“ZAMANI GELMİŞ DEĞİŞİMİN ÖNÜNDE KİMSE DURAMAZ”

(Cumhuriyet Halk Partisi bölünür mü?)” Yok, bölünmez. Cumhuriyet Halk Partisi, ana gövde. Gövde bölünmez. Onun dışında partinin bambaşka kanatları olabilir, dalları olabilir. Ama biz ana gövdeyiz. Ana gövdede hiçbir şey olmaz. (Aynı şeyi muhalefet için sorsam? KKTC’de seçim sonuçlarından alacağım konuyu. Muhalefet bugün beraber mi?) Birincisi, Kıbrıs seçimi için yürekten Tufan Başkanı ve CTP‘yi, bütün Kıbrıs’ı kutluyorum. Kıbrıs seçiminde Tufan Erhürman‘a sadece CTP’liler oy vermedi. Kıbrıs’ta iradesine kimsenin karışılmasını istemeyen herkes oy verdi. Kıbrıs seçimini Kıbrıs’a ‘yavru vatan’ muamelesi yapanlar, arka bahçe muamelesi yapanlar, 82 plaka numarası biçenler kaybetti. Kıbrıs halkının iradesine saygı duyan bizler karışmadık. Kıbrıs halkı baskı yapanlara karşı özgür iradesiyle bir Cumhurbaşkanı seçti. Bu çok önemli. Zamanı gelmiş bir değişimin önünde kimse duramaz. Bu Kıbrıs’ta da böyle, yarın - öbür gün Türkiye’de de böyle olacak. Türkiye’de muhalefet ben önümüzdeki seçim sürecinde bir ve birlikte olacağını düşünüyorum. Muhalefetten sapıp savrulanı seçmeni dışlayacak zaten. Seçmenin beklentisi; bu düzenin değişmesi, bu baskı düzeninin değişmesi, bu haksız düzenin değişmesi.”

“VATANDAŞ BU HAKSIZ DÜZEN DEĞİŞSİN İSTİYOR”

“100 TL vergi toplanıyor, bütçeye koymuşlar ve utanmadan getirdiler; 63 TL’si dolaylı vergi. Yani sizinle Cafer Mahiroğlu’nun aynı vergiyi vermesini istiyorlar. Koca Halk Tv’nin sahibi Cafer Mahiroğlu‘yla Gözde Şeker aynı vergi verecek; elektriğe, suya, telefona, herhangi bir harcamasına yani bütün harcamalara. Özgür Özel ile biraz asgari ücretlinin aynı vergiyi vermesini istiyorlar; ekmeğe, süte, çocuk kıyafetlerine, ayakkabıya. Bir fabrikanın patronuyla kapısındaki bekçinin aynı vergi vermesini istiyor; yüzde 63. Üstüne yüzde 25 gelir vergisi maaşlardan kesilen, etti mi sana yüzde 88? Maaşınızı almadan vergi kesiliyor ya, gelir vergisi. Bütün maaşlıların; işçi, memur, çalışan, asgari ücretin üzerindeki bütün maaşlarda vergi var malum. Yüzde 25 de bu. Yüzde 88. Yüzde 1 gayrimenkullerden alınan vergiler, onu geçelim. Yüzde 11 kurumlar vergisi. Yani Türkiye’deki bütün üretim, hizmet sektörü, üretim sektörü ve ticaretten elde edilen karlardan alınan vergi; yüzde 11. Yüzde 89’unu vatandaş, yüzde 11’ini zenginler ödüyor. Şimdi vatandaş bu düzen değişsin istiyor.”

“ERDOĞAN’IN TARAFINA GEÇEN TEK BAŞINA GEÇER”

“Şimdi sen taraf değiştirip, Tayyip Erdoğan’ın tarafına geçip, ‘Ben de yüzde 88’in değil, 11’in tarafına geçtim’ dersen tek başına geçersin. O yüzden muhalefetteki hiçbir figürün, hiç bir aktörün bu kadar yakıcı ekonomik sorunlar varken, bu kadar yakıcı adalet sorunu varken… Örneğin Rize‘de, Manisa’da, Osmaniye’de belediye başkanı seçebilirsin; Van’da seçemezsin. Van da Tuncer Bey memleketi olduğu için söylüyorum. Veya Kars’ta seçemezsin. ‘Yerine kayyım atarız.’ Bu Kürtler açısından da böyle bir mesele. Şimdi CHP’liler Esenyurt ve Şişli ile tanıştılar, Ovacık‘la tanıştılar. Yarın bir başkasına ya da işte ‘Belediye başkanı senden seçilir ama gider gırtlağına basarım, Aydın’ı transfer ederim.’ Yeniden Refah 60 belediye seçti, herhalde 40’a yakınına gidip kimini FETÖ’cülükle tehditle, kimine ‘Para vereceğiz, işte hizmet yapacaksın’ deyip ilçesini, beldesini üzerine salarak partisine geçiriyor. Bu mantıkla siyasi aktörler yer değiştirdiğinde, bu kadar açık hukuksuzlukların olduğu, bu kadar açık ekonomik zorlukların olduğu yerde giden, tek başına gider ve tabanını götüremez.”

“ERDOĞAN BALTA ÇEKTİ, ONDAN BERİ MÜCADELE EDİYORUM”

(‘Ankara merkezli siyaset’ yapsaydınız bugün nasıl bir Türkiye olacaktı?) Şunu bir düzelteyim, siz değil ama söyleyenler yanlış düşünüyorlar. Ben 16 ya da 18 Şubat günü, işte grup toplantısında demişim ki, 19 Mart darbesinden önce, ‘Türkiye’de bir darbe mekaniği işliyor. Darbeler iktidara yapılır. Bugünkü iktidar kendisinden sonraki iktidara ve kendinden sonraki Cumhurbaşkanı’na darbe yapmaya niyetlendi.’ Biz geçen sene 1 Ekim gününe kadar normal bir siyaset takip ettik ve tematik mitingler yapıyorduk. Ne yapıyorduk? Rize‘de çay mitingi, Gaziantep’te fıstık mitingi, Kocaeli’de emek mitingi, Ankara’da emekli mitingi... Vatandaşın sorunlarını dile getirip, cansiperane bir mücadele veriyorduk. Bu arada da 31 Mart’ta Türkiye’nin yüzde 65 nüfusuna sahip belediyeleri kazanıp, birinci parti olduk ve çok pozitif bir siyaset yapıyorduk. Kimseyle kavga etmiyorduk. Tayyip Erdoğan’a bir şey söylemiyorduk. Kimseyle didişmiyor, hatta bize kötü söz söyleyenlere ‘Canın sağ olsun’ deyip devam ediyorduk. Ama geçen sene 1 Ekim’den sonra, 2 Ekim günü Sayın Erdoğan fevkalade siyasi bir kişilik olan bakan yardımcısı… Çünkü öyle diyordu, ‘Teşkilatımla bakanlık arasında köprü olacaklar bakan yardımcıları, bakanlar’ diyordu. Ki eskiden bakanlar siyasiydi, müsteşarlar teknik. Şimdi bakanları teknik, yardımcıları siyasi. Akın Gürlek o görevdeydi. Oradan alıp ki İstanbul’da hakim, bakan yardımcısı yapmıştı, onu oradan alıp İstanbul Cumhuriyet başsavcısı yaptı 2 Ekim günü. 9 Ekim günü göreve başladı. 30 Ekim günü Ahmet Özer’i aldı, dört gün gözaltında tuttu. Kayyım atattı ve Silivri’ye attı. Dediler bana ‘Ne oluyor?’ Dedim ki ‘Savaş ilan ettiler. Biz ne güzel çalışıyorduk, bize Erdoğan balta çekti. Balta çekince ne yapacağım? Balta çekince yine ‘canın sağ olsun’ diyecek halim yok. Savaş ilan edilen bir kişi, bir kurum, bir parti ne yaparsa onu yapacağım; mücadele edeceğim.’ Ondan beri mücadele ediyorum.”

“YOKSA BİZ KAVGANIN PARÇASI DEĞİLİZ”

“Dün memleketiniz Kastamonu’da 102 muhtar vardı salonda. Muhtarlara dedim ki ‘Eğri oturup doğru konuşalım muhtarlarım.’ Ben geçmişte böyle siyaset yapıyordum. Ahali benden memnundu. Birinci parti çıkmıştım, oy oranım yüksekti… Hatta normalleşme denilen süreç CHP dışındaki seçmende de acayip memnuniyet yaratıyordu. CHP seçmeninde de bugün mesela bizden memnun yüzde 94, o zaman yüzde 70’lerdeydi, 68‘lerdeydi. CHP biraz ‘Niye iyi geçinmeye çalışıyor?’ filan. Ama biz başka bir şey yapıyorduk; sorun odaklı, hizmet odaklı, pozitif siyaset. Bize bunlar balta çekince biz mücadeleye başladık, o gün bugündür böyle geliyor. Geçenlerde bana bir Alman sosyal medya kanalı PES Kongresi’nde soru sordu dört -beş tane, cevapladım. En son dedi ki ‘Bana biyografinizi bir anlatsanız?’ Son soru; biyografi. Allah’tan şey var, ‘Anlatayım’ dedim. ‘Birini örnek alarak anlatacağım’ dedim. Dedim ki ‘Altı yaşında annem öldü. 11 yaşında Dostoyevski okudum. O gün bugündür huzurum yoktur.’ Cemal Süreya‘nın biyografisi bu kadar. Biz de ‘Akın Gürlek İstanbul’a başsavcı atandı. 30’unda Esenyurt’a kayyım atadı. Sonra operasyonlara başladı. O gün bugün huzurumuz yoktur.’ Anlatmaya çalıştım bu. Yoksa biz kavganın bir parçası değiliz. Normal şartlarda biz iktidar olsak kavga mı yapacağız, icraat mı yapacağız? İcraat yapacağız. Onlar istedi. Ama ahali şuna da bakar: ‘Ensesine vur, lokmasını al’ oldu mu ‘Yarın benim lokmamı da koruyamaz, benim hakkımı da koruyamaz’ der. ‘Bu kendisi genel başkanı olarak belediye başkanlarına, belediye üyelerine, belediye bürokrasisine sahip çıkmıyorsa, o gece gözaltına alınan çocukları Silivri’de ziyaret etmiyorsa, bursu, yurt bulmuyorsa yarın benim hakkımı nasıl savunacak?’ der.”

“AMA O ZAMAN BU KOLTUKLARDA OTURMA”

“O yüzden mücadelenin kendisi... Şimdi ‘Ankara merkezli siyaset’ dediğiniz, onun ‘Gel bir şeye karışma, koltuğunda otur’ dediği ‘Yıllarca muhalefet partisi Genel Başkanı ol’ diyor. O bedava, Türkiye’de en kolay iş onu yaparsınız. Ama ‘Benim işime karışma, iktidar alternatifi olma’ diyor. Biz öyle yapsaydık partiye bir tane dava da açılmazdı, ben deseydim ki ‘Aday benim’, salıdan salıya veya arada bir çıkıp Tayyip Erdoğan’la kayıkçı kavgası yapsaydım ve ‘Merak etmeyin ben adayım. Kimse olmaz. Mansur kimmiş, Ekrem kimmiş? Otursunlar yerine’ deseydim hiçbirimize de ilişmezlerdi, bana da ilişmezlerdi. Günü gelince de seçimlere girerdik, seçimleri kaybederdik, koltuğumuzu korurduk. Ama milletin hakkını koruyamazdık. Şimdi Ekrem İmamoğlu da Mansur Yavaş da ben de bu ülkede iktidarı değiştirme inancının, o fikrin insanlarız. Bu fikrin varsa huzurun yok. Sana da huzur vermezler, ailene de huzur vermezler. Bundan saldırıyorlar. Mansur Başkan’a da ondan saldırıyorlar. Ekrem Başkan’a Kürt’ü - Türk’ü ile… Karadenizli olduğu için ayrı bir rahatsızlık yaratıyordu. Büyük bir destek alıyordu. O yüzden saldırdılar. Mansur Başkan İç Anadolu’dan da büyükşehirlerden de batıdan da muhteşem bir destek alıyor. Onun için de hedefte. Ben de bu iktidarı değiştirmek için ne yapmak gerekiyorsa onu yapmaya hazırım ondan. İki gün sonra dava var. Bu lafları söylemesen o davadan hiç korkma. Ama o zaman bu koltuklarda oturma. Çünkü bu koltuk bana, yanlış anlamayın ama avukat bürosunda kurulmuş bir partinin genel başkanından kalmamış ki. Savaş meydanında kurulmuş, milli mücadeleyi yapan, ülkeyi işgalden kurtaran, Cumhuriyet’i kuran kişiden emanet bu koltuk. Bu koltuğun hakkını vermek için başka bir siyaset yapıyor olmak lazım. Böyle Ankara merkezli olmaz, merkezi Ankara’da olan ama 81 ile, 973 ilçeye dokunan, neresi sızlıyorsa, sorun neredeyse oraya koşan, gerekirse tekmeye kafasını uzatan, milli takımda hani böyle maçı kazanmak, kupayı getirmek için her şeyi göze alan futbolcular var ya bizim Cumhuriyet Halk Partisi’nde ekibimiz öyle bir ekip. Tekmeye kafayı uzatmak üzere sahaya çıkmışız biz. Öyle ‘Gelecek sezon transfer olur muyum?’ hesabım yok. ‘Aman sakatlanmayayım, değerim düşmesin’ yok.”

“SİYASETÇİLERİN EN ACIMASIZ KARİKATÜRLERİNİN ÇİZİLECEĞİ BİR TÜRKİYEYİ VAAT EDİYORUZ”

(Neşeli yanlarınıza da tanık oluyoruz zaman zaman.) “Bizim WhatsApp grubu var, Bornova Anadolu Lisesi - 92 Almanca grubundan. Onlar şimdi yine yazışıyordur. Onlar geçende görmüşler yine ‘Arkadaşım olsa’ etiketini. Sağ olsunlar kıymetimi biliyorlar gerçi de yine görsünler. Utku izliyordur, ilk Utku tepki veriyor. Utku diyordur ‘Bizden bahsediyor şimdi’ falan diye. Benim normalde neşem bundan çok fazladır da. Hatta bizim o arkadaş grubu benim Grup Başkanvekili olduğum gün kurulmuş. O günden beri hep şey yazarlar bana. ‘Ya sen bizimle konuştuğun gibi bunlarla konuşsan, millet seni çok sever’ falan diye. Ama şimdi de öyle çok neşeli olunacak zaman değil. Bir de yaptığımız iş çok ağır. Gündemler çok ağır. Berbat. Arada öyle ister istemez kaçıyor. Ama şu olabilir inşallah. Türkiye düze çıktıktan sonra, ülke kurtulduktan sonra, huzura erdikten sonra biraz daha o yönlerimizi daha çok gösterme imkanı olur. Biz mesela yani milletvekili kampımızı geçen sefer eşsiz yaptık. Neden eşsiz yaptık? Göl kenarında eşiyle el ele görüntüler çıkacak mesela milletvekillerimizin. Bunun bir aslında pozitif yönü var değil mi? Haberciler böyle haberin peşinde koşar. Ama ister istemez magazin yönü var . Bir yandan düşünüyorsun cezaevindeki arkadaşlarımızın eşleri, evinde açmış sen tutmuşsun el ele göl kenarında Abant keyfi yaparken, onun kocası Silivri’de yatıyor veya onun eşi bilmem nerede yatıyor. Oya Tekin’in oğluna ne diyeceğiz o zaman Adana’dan bizi izleyen 14 yaşındaki çocuğa? O yüzden hani şey kaldırmıyor. ‘Hava kurşun gibi ağır’ diyorlar ya, öyle bir dönemdeyiz. Ama şunu söyleyeyim, böyle bir yuvarlak masanın etrafında siyasetçilerin, siyaset meydanına açık oturumlara katılabileceği, birbirlerine nazire yapacağı, takılacağı, şakalaşacağı, siyasetçilerin taklitlerinin, kuklalarının yapılabileceği, en acımasız karikatürlerinin çizilebileceği bir Türkiye’yi vaat ediyoruz biz. Bu yönleriyle bir demokrasi vaat ediyoruz. Bugün Tayyip Erdoğan’ın bir taklidini yapmak, veya ona bir eleştirel tweet atmak, bilmem ne yapmak nelere mal oluyor biliyorsunuz. Ancak onu çok sempatik gösterirseniz taklidini yapabilirsiniz. Yani var öyle şeyler. İster istemez öyle. Ama alaycı, kınayan… Eskiden Özal’ın, Demirel’in, İnönü’nün ne acımasız, Yıldırım Akbulut hakkında fıkra kitapları, nasıl. Nelere sabrediyorlardı. Biz Türkiye’ye, gençlere özellikle yasaksız Türkiye, vizesiz Avrupa vaat ediyoruz. Bu en önemli vaadimiz bu. Yasaksız Türkiye, vizesiz Avrupa. Bunun dışında herkese bir rahat nefes, sonra da rahat rahat geçinebilecekleri bir bütçe, maaşlar, emekli maaşları, asgari ücretler… Asgari ücretin ilk bir yıl alınıp sonra uzaklaşılan bir taban ücreti olmasını. O taban ücretin asgari ücretin çok ilerisinde bir yer almasını söylüyoruz. Hiçbir geliri olmayanın da bir temel vatandaşlık geliri alacağı, yoksulluğun yönetilmek yerine yok edileceği bir Türkiye vaat ediyorum. Erdoğan fakirleri sevmiyor, ben fakirliği sevmiyorum. Ben fakirliği ortadan kaldırmaya çalışıyorum.”