13.10.2021

CHP LİDERİ KILIÇDAROĞLU, ANKARA’DA KANAAT ÖNDERLERİ, MUHTARLAR VE STK TEMSİLCİLERİ BULUŞMASI’NA KATILDI

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Ankara’da Kanaat Önderleri, Muhtarlar ve STK Temsilcileri Buluşması’na katıldı.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, toplantının açılışında yaptığı konuşmada şunları söyledi: Efendim hepinize afiyet olsun. Güzel bir sabah, birlikteyiz, sizlerle biraz dertleşeceğiz. Niye dertleşeceğiz onu da ifade edeyim. Türkiye’nin içinde bulunduğu şartları biliyorsunuz, ben de biliyorum, siz de biliyorsunuz. Dolayısıyla el birliğiyle Türkiye’yi aydınlığa çıkarmamız lazım, bir barış ortamı getirmemiz lazım, bir huzur ortamının olması lazım, siyaset kurumunun topluma güven vermesi lazım, karşılıklı güvenin, saygının oluşturulması lazım. Devleti devlet yapan, tasada, kıvançta beraber olmaktır. Yani o devletin bütün vatandaşları bir arada huzur içinde yaşasınlar. Elbette ki, herkesin siyasi görüşü farklı olabilir, elbette ki farklı siyasi görüşlere saygı duymak zorundayız ve dolayısıyla beraber önce milli değerlerimizi, milli hasletlerimizi bir arada tutmak zorundayız. Asıl amacımızın, siyasetin de asıl amacının bu olması lazım.  Şimdi devletin organları nedir? Devletin organları bu, anayasa belirler, referanduma sunulmuş vatandaşlar da kabul etmişler; diyorlar ki, devletin organları burada var, güzel. İlk dört madde zaten değiştirilmesi dahi teklif edilemeyen maddeler. Bunlar da tartışılıyor son günlerde ama o tartışmaların tamamı yapay. Hiç kimse ilk dört maddeye dokunamaz, ilk dört maddenin teminatı Türkiye Cumhuriyeti’nin şerefli vatandaşlarıdır, bunu herkesin bilmesini isterim.  Şimdi değerli arkadaşlarım, geçmişte şöyle bir konuşmada ifade etmiştim. Şu anda Türkiye çoklu organ yetmezliğiyle karşı karşıyadır diye. Çoklu organ yetmezliğinden neyi kast ediyoruz? Var olan hükümet çoklu organ yetmezliğiyle karşı karşıyadır neyi kast ediyoruz? Şimdi milli egemenlik dediğimiz bir kavram var. 1921 anayasasından şimdiye kadar bütün anayasalarda yer alan bir hüküm var. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir der. Cumhuriyetin kuruluşunda, 1921 Anayasasında “hakimiyet bila kaydü şart milletindir” diye ifade eder. Arapça ama şimdi Türkçe olarak egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Peki, millet egemenliğini nasıl kullanacak? Millet, egemenliğini yine bu anayasaya göre organları aracılığıyla kullanır. Yani yetki bir kişiye verilmez, bir aileye verilmez, bir kuruma verilmez. Diyor ki anayasa üç organ var, yasama yani TBMM; yürütme yani cumhurbaşkanlığı ve bakanlar kurulu ve yargı yani hakimler. Üç organ aracılığıyla millet egemenliğini kullanır diyor. Bunlardan birincisi, yasama organı yani TBMM. TBMM’de sizin seçtiğinizi sandığınız milletvekilleri, bunu bir daha tekrar edeyim acaba bizim oyumuza Kılıçdaroğlu farklı bir anlam mı yüklüyor diye düşünebilirsiniz, onu da anlatacağım. Sizin seçtiğinizi düşündüğünüz ve sandığınız milletvekilleri gerçekten de TBMM’de milleti temsil ediyorlar mı? Bu önemli bir soru. Sizin önünüze gelen ve sizin de altına mühür bastığınız listeler milletvekilleri listeleri sizin seçtiğiniz milletvekilleri mi, başkalarının seçtiği milletvekilleri mi? Siz aslında seçim sandığına gittiğinizde milletvekili seçmiyorsunuz, bir partiye oy veriyorsunuz yani milletin vekilini millet seçmiyor bunu bir bilmemiz lazım. Öyle olunca ne oluyor? Öyle olunca TBMM’de görev yapan milletvekilleri kendisini seçen organa bağlı oluyor millete değil. Yani Genel Başkanlara bağlı oluyor. Genel Başkanlar ne derse aynısını yapıyorlar. Dolayısıyla yapmamız gereken çoklu organ yetmezliğinden iktidarı kurtarmanın yolu, ilk yapacağımız iş milletin vekilini milletin seçmesidir. Milletin vekilini millet seçerse gelip doğal olarak sizi dinleyecektir.  İkinci konumuz yürütme yani bakanlar, yani cumhurbaşkanı ve bakanlar. Bunlar yine anayasanın öngördüğü bütün kurallara göre görevlerini yaparlar. Devleti saydam kılarlar yani devlet hesap verir konumda olur. Sizin ödediğiniz her kuruş verginin hesabı millete verilmiş olur. Bütün bunların hepsi yürütme organının görevidir. TBMM’nin çıkardığı kanunların gereğini yürütme organı yapar. Örneğin ihale nasıl yapılacaktır kanun belirler. Ama ihaleyi yapan ilgili bakanlıktır veya ilgili kurumdur. Eğer bu kurumlarda ve ilgili bakanlıklarda sorun varsa o zaman yürütme organı da görevini yapamaz.  Bugün geldiğimiz nokta; dün önemli bir belge ulaştı, arkadaşlara söyledim bunu kamuoyuyla paylaşın diye. Gidiyorsunuz, önce temel atıyorsunuz, temel attıktan bir süre sonra ihale yapıyorsunuz, temeli atan firmaya ihaleyi veriyorsunuz. Akıl alacak şey mi bu, böyle bir uygulama olur mu? Önce ihaleyi yaparsınız, ihaleyi kim kazanıyorsa gidersiniz temelini atarsınız eyvallah. Ama ihaleyi yapmadan önce gidip temeli atıp sonra ihale yapıp aynı firmaya veriyorsanız ortada bu milletin cebine göz dikenlerin iradesi var demektir. Bu çerçevede bakmak lazım.  Üçüncüsü yargıdır, mahkemelerdir. Mahkemelerin bağımsız olması lazım. Yine bu anayasanın bakın değerli arkadaşlarım, 138.maddesini okuyayım. Hiçbir organ, yani hiçbir kimse makam, mevki veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez, genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz. Hakimlerin bugün iradeleri yok ve baskı altında. Böyle bir yapı içinde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin sağlıklı yönetilmesi mümkün değildir. Dediğim gibi hepimizin sorumluluğu var, benim de sorumluluğum var, tek tek hepinizin de sorumluluğu var. Muhtar arkadaşlarımın da sorumluluğu var, sivil toplum örgütü başkanlarının da sorumluluğu var, sade vatandaşın da sorumluluğu var, sanayicinin de, çöpten kağıt toplayan vatandaşın da sorumluluğu var. Eğer bizler, çocuklarımıza ve torunlarımıza yani evlatlarımıza güzel bir Türkiye’yi bırakmayacaksak niye siyaset yapıyoruz? Güzel bir Türkiye’yi bırakma vaadinde görev yapan siyasi partiler bu görevlerini yerine getiriyorlar mı, getirmiyorlar mı bunu sorgulayamıyorsak neden sandığa gidiyoruz. Her birimize düşen görev var.  Bakın, şöyle bir uygulamayı düşünün, eElinizi vicdanınıza koyup şöyle bir uygulamayı düşünün. En altta bir hakim var, bir karar veriyor, yanlıştır doğrudur, karar gider yukarıya, oradan ta gider Anayasa Mahkemesine, Anayasa Mahkemesi der ki, bu karar yanlıştır düzeltin. Anayasa Mahkemesinin kararı bütün makamları, mevkileri bağlar, yine bu anayasa söylüyor. Ama en alttaki hakim diyor ki, hayır ben Anayasa Mahkemesi kararını uygulamam. O zaman yargıya nasıl güveneceksiniz, hakime nasıl güveneceksiniz? Bunu uygulamayan hakimi de terfi ettireceksiniz, iyi ki uygulamadın diye. Bakın ne dedim, hakimlik yani yargı, can ve mal güvenliği demektir. Benim can ve mal güvenliğimi sağlayacak olan hakimdir. Bir haksızlıkla karşılaştığımda ilk başvuracağım yer hakimdir. Nereye başvuracağım ben? Eğer orası adalet değil de adaletsizlik dağıtıyorsa hepimizin oturup konuşması lazım.  Demokrasi diyoruz, gayet güzel. Demokrasi demek herkesin düşüncesini özgürce ifade etmesi demektir. Farklı düşüncelerden korkmayacağız. Farklı düşünceler çok değerlidir. Farklı düşünceleri dile getirmek, bir ülkenin büyümesini sağlamak demektir, bir ülkenin kalkınmasını sağlamak demektir. Bizim atalarımız söylemiş “akıl akıldan üstündür” diye. İstişarenin olmadığı yerde bir devlet yönetilir mi? Bir devlet, bir kişinin iradesine teslim edilebilir mi?  Şimdi bakın, gene bir garip uygulamayı anlatayım size. Sistem değişti, kanun tekliflerini milletvekilleri verecek bu anayasaya göre. Şimdi seçildiniz ve geldiniz, TBMM’de milletvekili oldunuz, güzel. Geldi birisi dedi ki, ya dedi şu tıbbi cihazlarla ilgili bir kanun teklifi hazırlar mısınız? Hayatınızda tıbbı cihazı ancak hastaneye gittiğiniz zaman görüyorsunuz. Bu işi bilmiyorsunuz nasıl hazırlayacaksınız? Veya birisine geldi, adam mühendis, sen de milli eğitim konusunda bir kanun teklifi hazırla. Birisine sen tapu kadastroyla ilgili, birisine adaletle ilgili hazırla dediler. Nasıl hazırlayacak? Her işi ehline teslim etmeniz lazım. Kanun teklifleri dünyanın bütün ülkelerinde işin ehli tarafından yani bürokrasi tarafından hazırlanır. Hukukla ilgili bir şey olursa Adalet Bakanlığı tarafından, maliyeyle ilgili bir şey olursa Maliye Bakanlığı tarafından, hazineyle ilgili bir şey olursa Hazine bürokratları tarafından, tapu kadastroyla ilgili olursa tapu kadastro tarafından, muhtarlarla ilgili bir şey olursa sivil toplum örgütleri, derneklerle ilgili bir düzenleme olursa İçişleri Bakanlığı bürokratları hazırlarlar; kendi bakanlarına sunarlar, Bakanlar alır bakar, siyasi verdikleri talimata uygun mudur değil midir. Sonra götürürler Bakanlar Kurulunda tartışırlar, Bakanlar Kurulunda olgunlaştıktan sonra da TBMM’ye gelir. Şimdi nasıl? Ben oturuyorum bir kanun teklifi yazıyorum, veriyorum. Kanun teklifini verenler, TBMM komisyonlarında hangi kanun teklifinin altına imza attıklarını dahi bilmiyorlar. Böyle bir sistem olmaz. Böyle bir sistem olmadığı içindir ki, oturup düşünmemiz lazım, bunları değiştirmemiz lazım. Sağlıklı, tutarlı bir sistemi, bir rejimi inşa etmemiz lazım. Bir kişiye devlet teslim edilemez. Bakın bir daha altını çizeyim, dünyanın hiçbir ülkesinde, tarih boyunca da bir kişiye bir devlet teslim edilmemiştir. Efendim Osmanlı... Osmanlı’da padişah vardı ama aynı zamanda vezîriâzam da vardı yani başbakan da vardı. Aynı Zamanda Ulema Heyeti vardı, oturur tartışırlardı, konuşurlardı. Şimdi bunların hiçbirisi yok. Devleti bir kişiye teslim etmişiz. Olmaz yanlıştır. Bizim oturup düşünmemiz lazım, beraber düşünmemiz lazım. Eğer bunu düzeltemezsek sonu felaket olur. Diyeceksiniz ki nasıl felaket olur; işte yaşıyorsunuz zaten, Türk lirasının nasıl eridiğini görüyorsunuz. Türk lirası nasıl eriyor? En çok milliyetçiyiz, yerliyiz diyen insanların iktidarında eriyor.  Şöyle de düşünün değerli muhtar arkadaşlarım, sivil toplum kuruluşlarının değerli başkanları, saygıdeğer kanaat önderleri, şöyle de düşünün: Nasıl oluyor da bir hükümet veya bir cumhurbaşkanı kendi vatandaşından dolar üzerinden borçlanır. Senin paran Türk lirası, senin Merkez Bankan var niye dolar üzerinden borçlanıyorsun, niye avro üzerinden borçlanıyorsun? Senin paranın itibarının olmadığını, sen yönetirken millete söylüyorsun zaten. Bu mudur milliyetçilik? Milliyetçilik sıradan bir kavram değildir, onun da altını özenle çizmek isterim. Milliyetçi olmak da kolay bir olay değildir. Milliyetçilik her şeyden önce kendi ülkesinin çıkarlarını savunmaktır, bu milletin çıkarlarını savunmaktır. Eğer Merkez Bankasında yaşa dışı 128 milyar dolar yok edildiyse ve bunun hesabı verilmiyorsa ortada bir sorun var demektir. Dile kolay, 128 milyar dolar… Eğer biz 190 milyar doların üzerinde bir faizi Londra’daki tefecilere ödüyorsak, kim ödüyor bu parayı? Sizler ödüyorsunuz. Ekmek alırken, sakız alırken, süt alırken, elektrik yakarken, doğalgazı tüketirken, kömürü alırken bedel ödüyorsunuz. Nereye gidiyor bu paralar? Sevgili muhtar kardeşlerim, demokrasiyi hep beraber savunacağız, düşünce özgürlüğünü hep beraber savunacağız. İnsanları suçlamak kadar yanlış bir şey yoktur. Düşüncesinden ötürü insanları suçlamak kadar yanlış bir şey yoktur. Düşünceye saygı duyacaksınız, her düşünceye saygı duyacaksınız. Vatandaş kabul ederse zaten gelir oy verir. Kabul etmiyorsa zaten oy vermez. Ama düşüncesini söyledi diye insanı hapse atarsanız bu doğru değildir, bu yanlıştır. Tipik bir örnek vereceğim, her yerde ifade ediyorum burada da ifade edeyim. Ortaçağda bir kişi çıkıyor, milyarlarca insan diyor ki, ‘dünya düzdür’, bir kişi diyor ki ‘hayır efendim dünya yuvarlaktır.’ Yakalıyorlar, doğru engizisyon mahkemesine götürüyorlar, sen nasıl dünya yuvarlaktır dersin, oysa dünya düzdür. Buyurun dünya yuvarlak mı, dünya düz mü? Bir kişi mi doğruyu söyledi, milyarlarca kişi mi doğruyu söyledi? O nedenle düşüncede farklılıklar değerlidir. Evimizde oturur çoluk çocuğumuzla, eşimizle konuşuruz, tartışırız; istişare dediğimiz kavram vardır, bunları bile unuttuk biz. Dayatma kültürüyle siyaset olmaz, kavga kültürüyle siyaset olmaz; siyaset oturmak, tartışmak demektir. Eğer siz tartışmadan korkuyorsanız, çekiniyorsanız bu olmaz. Düşünün bundan 25 yıl önce siyasi parti liderleri çıkardı değil mi televizyonlara hep beraber? Başında da bir tane saygıdeğer yönetici olurdu, televizyoncu, soru sorardı, hepimiz cevaplardık. Şimdi bu olmuyor hiçbir zaman. Niye olmuyor, nedir bu düşmanlık, nedir bu gerginlik? Öyle bir noktaya geldik ki, hasletlerimizi unuttuk değerli arkadaşlarım. Komşumuzun kimliğini sorgular hale geldik, komşumuzun inancını sorgular hale geldik, komşumuzun yaşam tarzını sorgular hale geldik. Komşu komşudur kardeşim ya, komşu komşunun külüne muhtaçtır. Nasıl bir anlayış, nasıl bir siyaset bizi buralara getirdi? Silkineceğiz ve yeniden Türkiye’yi inşa edeceğiz, beraber inşa edeceğiz, birlikte inşa edeceğiz.  Demokrasiyi söylemişken ifade edeyim. Muhtarlar demokrasinin temel taşıdır. Muhtarlara değer verilmediğini gayet iyi biliyorum. Ama muhtarların hayal edemeyecekleri demokratik standartları, Allah’ın izniyle ve sizlerin desteğiyle bu ülkeye getireceğim, hiçbir endişeniz olmasın. Muhtarlık kurumu güçlü olduğu zaman demokrasi güçlü olacak; çünkü en alttan başlayacak demokrasi, tepeden inme değil en alttan başlayacak demokrasi, yukarıya doğru filizlenecek ve büyüyecek. Bunu sizler yapacaksınız. Bakınız değerli arkadaşlarım, neden demokrasiyi muhtarlıkla başlatıyoruz. 1833 yılı, bu topraklarda yapılan ilk seçim, 1833 yılında Kastamonu’nun Taşköprü ilçesinde yapılan bir muhtarlık seçimidir. Kaç muhtar arkadaşımız bunu biliyor, kendi tarihini biliyor, muhtarlık kurumunun tarihini biliyor? Eğer bu topraklarda ilk seçim bir muhtarlık seçimiyse muhtarlık değerlidir ve demokrasinin temel taşıdır.  Yine ifade edeyim değerli arkadaşlarım, 82 değişik kanunda 354 maddede muhtar adı geçer. Hiçbiriniz bilmezsiniz, ben de bilmem. Arkadaşlara araştırın dedik, rakamları onlar çıkardılar. Sizin neden tek bir muhtarlık kanununuz yoktur, temel bir muhtarlık kanunu? Neden böyle bir ihtiyaç olduğu halde çıkarılmıyor? Çünkü muhtarlığı gözden çıkarmışlar, ne olacak seçilmiştir, mesele yok. Sizin oturacak yeriniz bile yok doğru dürüst. Niye oturacak yeriniz yok sizin? Belediye Başkanının var, milletvekillerinin var, seçimle gelen herkesin var ama aynı seçimle gelen, aynı milletin oy kullandığı sandık çıkan muhtarın doğru dürüst oturacak yeri yok. Hatta bazıları kirada oturuyor. Niye yok arkadaşlar, bunun olması gerekmiyor mu? Bizim bazı belediyelerimiz muhtar evleri yapıyorlar. Bir girişi olacak, orada oturacak bir kişi olacak, muhtarın bir makamı olacak, vatandaşın gelip oturacağı yer olacak. Neden bunu söylüyorum? Çünkü bir vatandaş en rahat muhtara ulaşır. Belediye başkanına ulaşamaz, milletvekiline ulaşamaz, bakanlara ulaşamaz, cumhurbaşkanına ulaşamaz. En rahat muhtardır, kapısını açar, içeri girer, derdini anlatır. Muhtar da niye geldin demez. O zaman muhtar eğer doğrudan vatandaşla bağlantı kuracaksa onun güzel bir yerinin olması lazım. Ben, ‘muhtarlara birer personel vereceğim’ dedim. Muhtar ayrıldığı zaman kapatıyor dükkanı gidiyor. Vatandaş gelince kimseyi bulamıyor. Her muhtarlıkta bir kişi olsun. Kıyamet koptu, ‘vay sen muhtarlara nasıl bir kişi verirsin?’ Niye vermeyeyim? 10 milyonu aşkın işsiz var. Bir kişi olacak, dosyaları alacak, dosyaları sıralayacak, vatandaşı karşılayacak, sizi görüştürecek, siz bir yere gittiğiniz zaman da gelen vatandaşa bilgi verecek. Size icra dairelerinden dünya kadar tebligat gelmiyor mu, siz bu tebligatları dağıtmıyor musunuz? Dağıttığınız tebligat karşılığında para alıyor musunuz? Almıyorsunuz. Niye almıyorsunuz? Aynı işi PTT memuru yaptığı zaman para alıyor. Bu anayasa ne diyor? ‘Angarya yasaktır’ diyor mu? Angarya yasak. Her muhtarlığın bir bütçesinin olması lazım. Seçimle gelen herkesin bütçesi var, niye sizin bütçeniz yok kardeşim? Bir fakir aile çocuğu sınav kazanmış, gidip kaydını yaptıracak, otobüs parası yok. En rahat kime ulaşır? Muhtara ulaşır. Siz bütçenizden diyeceksiniz otobüs parasını al kardeşim git ve gel. Bütçe olması demek? Aynı zamanda denetlenir olması anlamına gelir, paranın doğru harcanıp harcanmadığının gösterilmesi açısından. Şu soru aklınıza gelebilir, bütçe de nereden çıktı, parayı devlet zaten bulamıyor, bize parayı nereden verecek diye. Bu da haklı bir soru. Kafanızın bir köşesinde bu soru işareti doğabilir. Oturduğunuz mahalle emlak vergisi toplanıyor mu? Toplanıyor. Nereye gidiyor? Belediyeye gidiyor. O mahalle sizi seçti mi? Seçti. O mahalle aynı zamanda belediye başkanını seçti mi? Seçti. Peki, o emlak vergisinin yüzde 1’i muhtarlara verilse ne olur, yüzde 2’si muhtarlara verilse ne olur? Hiçbir şey olmaz. Muhtarın bütçesi olur, muhtar da o parayı harcar. Nasıl harcar? Yerinde, zamanında, kanunun öngördüğü kurallar içinde harcar. Bunun yapılması lazım.  Başka bir şey daha. Bakın siyaset kurumu size o kadar az değer veriyor ki, seçim sırasında kabine giriyorsunuz, muhtarların küçük küçük pusulaları var, beğenmediğiniz ya da oy almasını istemediğiniz muhtarın pusulasını alıp cebinize koyup çıkıyorsunuz dışarı. Niye sizde birleşik oy pusulası yok? Yani siz bu kadar değersiz misiniz? Niye yapmıyorlar bunu? Birleşik oy pusulası olur, vatandaş hangi muhtarı istiyorsa mührünü basar, zaten sayıyorsunuz.  Bir şey daha ifade edeyim değerli arkadaşlarım. Bir mahallede kimin fakir olup olmadığını en iyi iki kişi bilir; mahallenin bakkalı, mahallenin muhtarı, ikisi bilir. Dolayısıyla sosyal yardımlar dağıtılırken mahallenin muhtarıyla işbirliği yapmak lazım, gerekirse sosyal yardımları muhtar aracılığıyla dağıtmak lazım. Çünkü muhtar siyasi kimliğiyle çıkmaz, muhtar kendi kişiliğiyle, kendi çıkar milletin önüne, vaatleri varsa onları söyler vatandaş da gelir oy verir. Dolayısıyla muhtar, mahallesinde bütün vatandaşları kucaklamak zorundadır. Bunun yapılması lazım.  Bir şey daha ifade edeyim. Belediye meclislerinde toplantı olur sizin mahalleyle ilgili, sizin hiç haberiniz olmaz ama vatandaş gelir sizi bulur, niye bunu belediye yaptı diye. Siz ne dersiniz? Vallahi bilmiyorum dersiniz, git belediye başkanına sor. Ne olması lazım? Mahallenizle ilgili eğer belediye meclisinde bir konu görüşülecekse muhtar kanunen mutlaka davet edilmeli, söz ve karar hakkı olmalı, kürsüye çıkmalı. Belki diyecek ki bu düzenleme çok iyidir, belediye meclisinin bunu onaylamasını istiyorum veya bunun sakıncaları vardır. Oturur anlatırsınız. Şimdi böyle bir yetkiniz yok. Bir karar alınır mahallenizle ilgili, mahalleniz sizi seçmiş, ne sizin mahalleden haberiniz var, ne de mahallelinin sizden haberi var. Bunlar olmaz. Bunların da değişmesi lazım değerli arkadaşlarım. Türkiye Muhtarlar Birliğinin kurulması lazım. Niye kurulmuyor? Belediyeler Birliği var, Muhtarlar Birliğinin de olması lazım yasal olarak. Çok parçalı bir yapınız var, çok sayıda derneğiniz var, her kafadan bir ses çıkıyor, bir temel çatı örgütünüzün olması lazım. Elbette ki çok farklı siyasi görüşte olan muhtar kardeşlerimiz var, gayet normaldir bu, demokrasinin bir gereğidir. Kimse kimseyi, niye farklı düşünüyorsun, niye farklı partilere oy verdin diye suçlayamaz; herkes vicdanı ölçüsünde sandığa gider, tercihini ona göre yapar ve oyunu kullanır. Ama bizim istediğimiz nedir? Muhtarlık kurumunu korumaktır, muhtarlık kurumunu güçlü hale getirmektir. Bu da muhtarları çok sevdiğimiz için değil, onun da altını çizeyim, demokrasiyi sevdiğimiz için, demokrasi için bunu istiyoruz biz; muhtar güçlü olacak ki demokrasi güçlü olsun.  Size maaş vermiyorlar, size ödenek veriyorlar. İzin aldığınız zaman ödeneğiniz kesiliyor, hastalandığınız zaman ödeneğiniz kesiliyor. Niye size maaş vermiyorlar? Seçimle gelen belediye başkanına maaş verirler, seçimle gelen milletvekiline maaş verirler, seçimle gelen cumhurbaşkanına maaş verirler, seçimle gelen muhtara maaş vermezler. Maaş vermedikleri için sosyal güvenlik primlerinizi başkaları öder, sizin aylığınızdan kesilmesi lazım ve size aylık ödenirken bu kurumsal yapının oluşturulması lazım. Sizin de izin alma hakkınız var. Yani siz izin aldığınız zaman aylığınız kesilecekse peki tatili nasıl yapacaksınız?  Muhtarlık kurumunu bütün ayrıntılarıyla düşündük. Bu söylediklerimin tamamının gerçekleşmesi için bir kanun teklifi hazırladık. Hemen hemen kurulan bütün muhtar derneklerine gönderdik, alın bakın dedik, olur ya bizim bir eksiğimiz olabilir, bir hatamız olabilir, onları da düzeltelim ve bir muhtarlık kanunu hazırlayalım, bunu TBMM’ye sunalım, bu hazırlık son aşamasına geldi, bilmenizi isterim. İşin özeti, şöyle ifade edeyim değerli arkadaşlarım; bizler hep birlikte güzel bir Türkiye’yi inşa etmek istiyoruz. Kısaca bir iki konuya değineyim. Sizlerin takdiriyle iktidar olduğumuzda, Türkiye’ye öyle uzun sürede değil, 6 ayda rahat bir nefes aldıracağız, 6 ay. Hiç kimseyi düşüncesinden ötürü, hiç kimseyi inancından ötürü, hiç kimseyi yaşam tarzından ötürü ötekileştirmeyeceğiz. Benim derdim, o ailenin çocuğunun işi var mıdır, yok mudur; onun kimliği, inancı, Allah’la kul arasında. Benim araya girme hakkım var mı, Peygambere verilmeyen yetkiyi siyasetçi kullanabilir mi? Onun çocuğu, evladı işsiz midir, değil midir, geliri var mıdır yok mudur, evinde huzur var mıdır yok mudur, huzur nasıl sağlanır, derdimiz budur.  Yapacağımız işler;  Sakarya’da Katar ordusuna peşkeş çekilen tank palet fabrikası var. Bir hafta içinde Katar ordusundan o tank palet fabrikasını alacağım, şanlı ordumuza teslim edeceğim, bilmenizi isterim.  Esnafın pandemi döneminde bankalara borcu var, faiz borcu var, bir hafta içinde faizlerin tamamını sıfırlayacağız anaparayı da normal taksite bağlayacağız. Esnafın kira, stopaj borcu var veya kesiliyor, onu sıfırlayacağız. Ne demek esnaftan kira stopajı, zaten esnaf vergi veriyor. Çiftçilerin bankalardan aldıkları veya Tarım Kredi Kooperatiflerinden aldıkları borçların faizlerini sileceğiz, anaparayı da taksite bağlayacağız. Çiftçi de rahat bir nefes alacak.  Bakın değerli arkadaşlar; Kredi Yurtlar Kurumundan fakir ailelerin çocukları para alıyorlar üniversiteyi okurken. Üniversiteyi bitiriyor, işi yok, ama gidip yakasına yapışıyorlar ya çocuğun ya babanın borcunu öde diye. İş ver ki borcunu ödesin. İş olmadan nasıl ödeyecek borcunu. Zaten sen ona üniversiteyi bitirsin diye para vermişsin, şimdi geri istiyorsun ama önce iş vermen lazım. Onu da bir hafta içinde düzelteceğiz ve diyeceğiz ki, devlet o çocuğa iş verdikten sonra veya sigortalı bir işe girdikten sonra onun borcu taksitle alınır, faizleri silinir. O kadar! İşi yoksa nasıl ödeyecek? İşi olmuyor, çocuğun da işi yok, babasının malvarlığına, bankadaki hesabına el koyuyorlar. Doğru değil bunlar.  15 Temmuz Şehitleri ve Beşiktaş’ta terör dolayısıyla hayatını kaybeden şehitlerimiz- içlerinde 40’ın üstünde polis kardeşlerimiz vardı- bu şehitler için toplanan paraların tamamını bir hafta içinde hak sahiplerine iade edeceğiz, hepsini iade edeceğiz hepsini! El koydular, paranın üzerine çöktüler, onu da kaldıracağız.  Yine şartlar ne olursa olsun, Allah’ın izniyle iktidar olduğumuzda, Süleyman Şah Türbesini ve şanlı bayrağımızı yine kendi topraklarımıza götürüp bayrağımızı dikeceğiz, Süleyman Şah Türbesini de oraya bırakacağız. Bizim tarihimizde, Cumhuriyet tarihinde bir ilktir, kendi toprağından bayrağını indirip Süleyman Şah Türbesini kaçırdılar. İçimde ukdedir, bir hafta içinde yapmazsam siyaseti bırakacağım. Ne demek ya sen kendi bayrağını indireceksin, Süleyman Şah Türbesini kaçıracaksın, üstelik karşında bir ordu da yok, terörden kaçıyorsun! Bizim şanımıza yakışmaz, bunların tamamını düzelteceğiz. Ankara’nın Başkent oluşunun yıldönümü. Ankara’yı da görkemli bir kent yapmak zorundayız. Mansur Başkan elinden gelen çabayı gösteriyor, hepinizin huzurunda Mansur Başkana teşekkür ediyorum.  Şimdi Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasını İstanbul’a taşımak istiyorlar. Bir yere gittiğinde Osmanlı döneminde veya başka dönemlerde orayı aldığınızda aldığınızın nişanesi olarak para basarsınız orada, burası bana aittir dersiniz, paranın öyle bir gücü vardır, burası bana aittir dersiniz. Burası Başkenttir kardeşim, Başkentte hemen hemen dünyada bütün ülkelerin başkentlerinde Merkez Bankaları vardır. Şimdi biz Merkez Bankasını İstanbul’a taşıyacağız. Niye taşıyoruz? Ankaralılar buna izin verecek mi, Ankaralılar? Hayır efendim, Merkez Bankasını da taşıyın, yarın gelecek TBMM’yi de taşıyalım diyecekler. Ankaralıların kendi bankalarına, bu milletin bankasına, Merkez Bankasına sahip çıkmaları lazım. Orada finans merkezi yapıyoruz diyorlar, oraya taşıyacağız diyorlar; sen finans merkezi ayaklarını bırak, Londra’daki tefecilerden 83 milyonu kurtar, sen önce onu yap bakalım! Efendim hepinize selamlar, saygılar sunuyorum.  Şimdi buraya oturacağım ikinci bölümümüz başlıyor. Aklınıza gelen her soruyu rahatlıkla sorun bu kardeşinize, her soruyu. Şu soru Genel Başkana sorulur mu demeyin, sorun. Efendim bu soru sorulursa Genel Başkan üzülür mü? Üzülmem. Bizim helalleşmemiz lazım, oturup konuşmamız lazım. Memleket bu haldeyken hepimizin sorumluluğu var, sözlerimin başında söyledim. Yine aynı sorumluluğu beraber taşıyacağız, beraber bu ülkeyi ayağa kaldıracağız. Bu ülkeye huzuru, bereketi, evlere bereketi beraber getireceğiz.  Hepinize en içten sevgiler, saygılar sunuyorum değerli arkadaşlarım.

Tüm Fotoğraflar İçin Tıklayınız...

Gündem'den Öne Çıkan Haberler