15.09.2020

CHP GENEL BAŞKANI KILIÇDAROĞLU VE GELECEK PARTİSİ GENEL BAŞKANI DAVUTOĞLU'NUN ORTAK BASIN TOPLANTISI

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, Gelecek Partisi Genel Merkezinde ortak basın toplantısı düzenledi.

Ahmet DAVUTOĞLU- Değerli basın mensupları, çok saygıdeğer Genel Başkan, tekrar hoş geldiniz diyorum.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Teşekkür ediyorum.
Ahmet DAVUTOĞLU- Misafirimiz olması ve hayırlı olsun ziyaretine gelmesi hasebiyle ilk sözü lütfederlerse Sayın Genel Başkana vermek istiyorum. Buyurun.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Teşekkür ederim Sayın Genel Başkan. Size ve arkadaşlarınıza yürekten teşekkür ediyoruz. Güzel, aydınlık bir Genel Merkeziniz var, hayırlı uğurlu olsun diyoruz Genel Merkez için de. Aynı zamanda siyasette ilk adımları atan ama köklü bir anlamda gelenek oluşturmaya çalışan Gelecek Partisinin yöneticilerini de yürekten kutluyoruz.
Sayın basın mensupları; Sayın Genel Başkan ve arkadaşlarıyla birlikte Türkiye’nin sorunları, dünyanın sorunları, ekonomi, demokrasi gibi pek çok alanda karşılıklı görüş alışverişinde bulunduk. Sayın Genel Başkan ayrıca Genel Başkan olarak da Gelecek Partisinin görüşlerini bir şekliyle dile getirdi. Özellikle demokrasi konusunda karşılıklı görüş alışverişinde bulunmamız ve bu konuda bir ortak payda oluşturmamız da bana göre, ortak söylem oluşturmamız da çok önemliydi. Dolayısıyla biz; herkesin düşüncesini özgürce ifade edebileceği, herkesin rahatlıkla düşüncesini ifade etti diye herhangi bir baskı altında kalmayacağı bir Türkiye özlemini karşılıklı dile getirdik. Ben tekrar Sayın Genel Başkana ve arkadaşlarına başarılar diliyorum siyaset arenasında. Dolayısıyla önümüzdeki süreç içerisinde belki önemli sorunlar olduğunda da karşılıklı görüşebileceğimizi de ifade ettik.
Ahmet DAVUTOĞLU- Çok değerli Genel Başkan, değerli basın mensupları, ben de her şeyden önce Sayın Genel Başkana ve heyetine çok nazik ziyaretleri dolayısıyla teşekkür ediyorum. Dünyada uluslararası aland,a bölgemizde ve ülkemizde büyük değişimlerin yaşandığı, Covid’le birlikte yepyeni bir konjonktürün oluştuğu bir dönemde hepimizin en fazla ihtiyaç hissettiği husus herhalde siyasi liderler olarak sık sık bir araya gelmek, görüş alışverişinde bulunmak ve değişen dünya şartlarına ülkemizin ve gelecek nesillerin nasıl taşınabileceği, bu şartlara nasıl intibak edilebileceği konusunda fikir teati etmektir. Ancak maalesef son dönemde öylesine bir siyasi atmosfer hakim ki ülkemizde, sanki siyasi liderlerin birbirine selam vermesi, konuşması, sohbet etmesi, müzakere etmesi, bazen de medenice tartışması çok olağanüstü bir durummuş gibi ülkedeki siyasi iklimde kutuplaştırıcı bir dil hakim oluyor. Böyle dönemlerde zihinlerdeki dogmatik kalıpları kırmak ve yeni ufuklara açılmak gerekir. Biz Gelecek Partisi olarak, partimizi kurarken de yaptığımız çağrı hepimizin en önemli sorumluluğunun soğuk savaş döneminden gelen kültürleri yıkarak, kendi mahallelerimizden çıkarak, kendi alışkın olduğumuz siyasi çevrelerin dışında bütün vatandaşlarımızı kucaklayacak bir siyasi iklimin oluşması idi.
Bu bağlamda Sayın Genel Başkanın partimizi ziyareti güzel bir başlangıç, güzel bir teamülün inşallah oturması anlamında önemli bir adım teşkil edecektir. Ama biz kendisiyle Başbakanlık görevim esnasında da medenice siyasi rekabette de bulunduk, bazen ihtilaf ettik, karşılıklı eleştirilerde bulunduk ama bunları siyasi nezaket içinde hep yapageldik. Şimdi yeni dönemde, bütün dünyada otoriter eğilimlerle demokratik eğilimlerin kıyasıya mücadele ettiği ve otoriter eğilimlere karşı demokratik çizgilerin birbirine daha fazla yaklaştığı bir süreç yaşanırken, bütün dünyada Covid sonrası dönemle ilgili bu tartışmalar sürerken; Türkiye’de de demokratik kültürümüzün, demokratik iklimimizin sağlam bir temele tekrar dayandırılabilmesi için bütün siyasi liderlerin birbirleriyle konuşmasını bir zaruret olarak görürüz. Bütün siyasi liderler; iktidarda olanlar da, muhalefette olanlar da ne kadar sık görüşürlerse, insani ve siyasi boyutta o kadar mesafe alınacağı kanaatindeyiz. Kaldı ki bugün özellikle son dönemde yaşadığımız -ki heyetlerimizle yaptığımız görüşmelerde ele aldık- son derece çetin ekonomik şartlar var. Uluslararası alanda başta Doğu Akdeniz olmak üzere dış politikada çok zorlu süreçlerden geçiyoruz. İçerde derin toplumsal kırılmalara yol açabilecek gerilim potansiyellerini tahrik etmek isteyen çevreler var. Bizim şimdi yapmamız gereken bugün olduğu gibi sık ziyaretlerle, görüşmelerle bütün bu konularda demokratik bilince uygun bir şekilde ve Türkiye’nin hak ettiği insan hakları ve özgürlükler çerçevesinde, hak ettiği düzeye gelecek bir siyasi çizgiyi takip etmektir.
Sayın Genel Başkanla çok verimli bir görüşmemiz oldu. CHP Türkiye’de en eski partidir, geleneği olmuş, oturmuş bir partidir. Ana Muhalefet Partisi olarak da bugün önemli bir işlev görüyor. Biz Gelecek Partisi olarak da bütün geçmiş siyasi tecrübelerden hareketle bütün toplumu kuşatıcı yeni bir siyasi çizgi oluşturmaya çalışıyoruz. Kongrelerimizi, 29. il kongremizi de dün Hakkari’de yaptık. İnşallah kısa sürede, Sayın Genel Başkana da bilgi verdik, kısa sürede il kongrelerimizi tamamlayıp Ekim ayında büyük kongremizi yapacağız. Siyasi partilerin geleneklerini oluşturmaları zaman alır, süreç alır ama en önemli geleneğin karşılıklı saygı içinde birlikte konuşabilme geleneği olduğu kanaatindeyiz. Demokrasiler böyle güçlenir.
Ben tekrar ziyaretleri dolayısıyla teşekkür ediyorum kendisine ve heyetine. Bundan sonra da ülkemizin şartları gerektirdiği her anda, her süreçte istişarelere devam etme kararlılığı içindeyiz. Bu istişareleri de dediğim gibi iktidar partileriyle de, bütün muhalefet partileriyle de yapmak konusunda bizler her zaman açık bir çağrıda bulunduk. Bundan sonra da ümit ederiz bu güzel ziyaretlerle ve bu istişarelerle yeni bir çığır açılır ve Türkiye’de kutuplaştırıcı siyasetin yerine karşılıklı saygıya dayalı, alternatif siyasetleri tartışabilen bir kültür oluştururuz. Tekrar çok teşekkür ediyorum size de, değerli heyetinize.
Soru- Sorum size olacak Sayın Kılıçdaroğlu. Son birkaç gündür İstanbul İl Başkanı Sayın Canan Kaftancıoğlu’nun Mustafa Kemal Atatürk’le ilgili sözleri tartışılıyor. CHP’li bazı milletvekillerinden de malum tepkiler söz konusu. Sizin bu açıklamaya ilişkin yaklaşımınız nedir, ne düşünüyorsunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Dün bu konuda basın toplantısı yapan Genel Başkan Yardımcımız gerekli açıklamayı yaptı. Tabi benim merak ettiğim nokta şu, yani Türkiye'de milyonlarca insan çöp konteynerlerinden geçinirken özellikle belli bir medya grubunun bunu çok öne çıkarmasını anlamış değilim. Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti Devletinde yaşayanların hepsinin ortak değeridir. Biz böyle görüyoruz.
Soru- Sayın Genel Başkana da soru yöneltmek isterim. Efendim birincisi, daha önce sizin ikili görüşmelerinizde biz koalisyon müzakerelerinde görmüştük. Acaba bugünkü görüşmeler olası bir ittifakın ilk adımı olabilir mi? İttifak hiç gündeme geldi mi konuşmanızda?
İkinci olarak da, iktidar cephesinin bir seçim mevzuatı değişikliği hazırlığı var. Özellikle MHP’nin demeçlerine baktığımızda mevcut Cumhur İttifakı iktidarının hep sürmesinden yana bir seçim değişikliği hazırlığı gelecek gibi gözüküyor. Bu konudaki görüşünüzü almak isteriz.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bu görüşme, bu ziyaret, tümüyle bir hayırlı olsun ziyaretiydi. Dolayısıyla ittifak diye bir konu gündeme gelmedi.
İkincisi de, ikinci sorunuz seçim mevzuatıyla ilgili olarak; bir siyasi iktidar, iktidarda kalacağım diye sürekli seçim kanunlarıyla uğraşıyorsa o gidici demektir. Dolayısıyla yapacakları çalışma ne olursa olsun, yanına MHP’yi alarak acaba biz nasıl iktidarda kalırız, seçim yasasını neye göre değiştirirsek iktidarımızı sürdürürüz arayışı içine giren bir siyasal iktidar Türkiye’ye hizmet edemez. Bu arayışa giren bir siyasal iktidar kendisine özel çıkar sağlamaya yönelik düzenleme yapan iktidar demektir. Ülkenin sorunlarını değil, kendi sorunlarını çözmeye yönelik düzenlemeler yapıyor demektir. Dolayısıyla biz parlamento açıldığında siyasi partiler yasasıyla ilgili ya da seçim yasasıyla ilgili bir düzenleme geldiğinde oturur konuşuruz. Yani Sayın Genel Başkanın düşüncelerini de alabiliriz, diğer Genel Başkanların düşüncelerini de alabiliriz, biz kendi düşüncemizi aktarırız ama parlamentoda biz demokrasinin yara almaması için her siyasal partinin aldığı oy oranında parlamentoda temsil edilmesini isteriz. Bunu daha önce de ifade etmiştim, yüzde 10 seçim barajı gibi; 1980’lerin darbeleri, 70’lerin darbeleri sonucu seçim yasasının değişmesi, yüzde 10 seçim barajının getirilmesi bunları asla kabul etmiyoruz. Darbe hukukunu tahkim eden bir siyasi anlayışa da hep karşıyız. Darbe hukukunu tahkim eden. Bizim temel hedefimiz darbe hukukunu tahkim etmek değil, Türkiye’nin hukuk sistemini darbe hukukundan arındırmaktır. Düşüncemiz bu.
Ahmet DAVUTOĞLU- Şimdi ittifak kavramı Türkiye’de cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçildikten sonra girdi ve belli bir ölçüde kutuplaştırıcı siyasetin aracı olarak da kimi zaman kullanıldı. Aslında Cumhur İttifakı oluşurken de başka bir ittifak oluşmayacağı varsayımı üzerine bir siyaset inşa edilmişti. Ancak Türk siyaseti kendi doğası içinde kendi çizgisini oluşturur. Bu bağlamda Sayın Genel Başkanın dediği gibi her görüşmeyi hemen bir ittifak ya da bir kategorik çerçeveye oturtma çabasına karşılık, hepimizin her şeyden önce bu görüşmeleri doğallaştırmamız, normalleştirmemiz lazım. Siyasi liderlerin görüşmeleri normal olan şeydir. Anormal olan ve ani kararlar beklentisi içinde olunması gereken şey değil. Sayın Genel Başkanın bugün buraya hayırlı olsun ziyareti yapması aslında diğer partilere de örnek olması gereken bir tavırdır. Biz de iadeyi ziyarette bulunacağız. Keşke herkes birbirine ziyarette bulunabilse. Bakın çok acı, yüreğimi sızlatan bir ifadeyle zikrediyorum. Bırakın işbirliği kavramını öyle bir iktidarla muhatabız ki, geçtiğimiz iki bayram yani Gelecek Partisi kurulduktan sonraki ilk Ramazan Bayramı ve Kurban Bayramında bırakın ihtilaf ya da işbirliği konularını konuşmayı, bayramlaşmayı reddetmiş iki parti bugün iktidarda. Yani bayramlaşma teklifimiz reddedilmiş. Şimdi böyle bir siyasi iklimde sağlıklı, rasyonel, karşılıklı saygıya dayalı işbirlikleri konuşmak zemini zorlaşır. Keşke herkes birbirini ziyaret etse, herkes bir diğeriyle saygı kuralları içinde ihtilafta etseler ama maalesef bu noktada değiliz.
Şimdi bu ziyaretler ümit ederiz yeni bir çizgiyi Türk siyasetinde açar. Geçmişte de, hükümette bulunduğum dönemde de gayet medeni ilişkilerimiz olmuştu. Atıfta bulunduğunuz için söylüyorum. Şimdi de bu ilişkilerimiz devam eder. İttifak meselesi ise Sayın Genel Başkanın da dediği gibi bugün gündemimizde hiç olmadı. Ümit ederiz ki Türk siyaseti böyle kutuplaştırıcı ittifak ilişkilerinden daha çok herkesin herkesle konuşabildiği bir ortam sağlar. Bu ziyaretin de bunun önünü açacağı düşüncesindeyim.
Yeni seçim mevzuatı ise, bakın ne zaman girdi bu seçim mevzuatıyla ilgili tartışma, herkesin açıp tabloyu görmesi lazım. Gelecek Partisi kurulduktan sonra girdi. Ve bizden sonra birçok parti daha kurulma sürecine girdi. Hani bunu Gelecek Partisine bağlamak için söylemiyorum. Önemli olan iki tane boyutu var bu tartışmanın; bir, yine çok doğru bir şekilde Sayın Genel Başkan ortaya koydu, eğer iktidarda olanlar yeni bir seçim mevzuatı getiriyorlarsa bu şu demektir, bu kurallar içinde iktidara gelme şansları yok demektir ki oyunun kurallarını değiştiriyorlar. Maç sürerken kural değiştiren taraf, genellikle 90 dakikanın sonuna kadar kendine güvenemeyen, nefesinin tükeneceğini düşünen taraftır. Ve genellikle de bir sonraki seçimde hep zararlı çıkar onlar. Türkiye’de barajların kaldırılmasına karşı çıkan partilerin çoğu baraj altı kaldılar sonra. Dolayısıyla bunlardan biz çekinmeyiz, korkmayız. Hangi kuralı getirirlerse getirsinler, yeter ki kendileri getirdikleri kurala kendileri saygı göstersinler. O kuralları da daha sonra değiştirecek adımlar içine girmesinler. Geldiği zaman onları hep tartışırız. Ama biz o kuralları da, barajları da aşacak bir siyasi dinamizm göstermeye kararlıyız ve bunu göstereceğiz, kimsenin de tereddüdü olmasın.
Soru- Bilindiği gibi biz istikşafi tabiri ilk olarak 7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından başlayan koalisyon sürecinde kullanılmış, sürecin de Sayın Erdoğan’ın bir konuşmasının ardından fiilen son bulduğu yazılmıştı. Bugün AK Parti Grup Başkanvekili Bülent Turan, AK Parti Twitter’dan yaptığı açıklamada bu buluşmayı “yarım kalan istikşafi görüşmelerine yeniden başlıyor, Sayın Erdoğan tasfiye edilmek isteniyor” ifadeleriyle yorumladı. Ben her iki lidere de sözkonusu çıkışın değerlendirmelerini soruyorum.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Çok özür dilerim ama Bülent Turan'ı muhatap almak istemem. Az önce bütün ayrıntılarıyla Sayın Genel Başkan ve ben düşüncelerimizi aktardık.
Ahmet DAVUTOĞLU- Şimdi tabi bu daha çok bizi hedef alan bir konu olduğu için ben bir adım ileriye gideyim. Ben de AK Parti Grup Başkanvekilini muhatap olarak almam doğru ama burada şu soru ortadadır. Bu açıklamayı Sayın Cumhurbaşkanına danışarak yapmışsa cevap vermek gerekir. Yapmamışsa da Sayın Cumhurbaşkanının kendisine sorması gerekir.
Şimdi ben yapmış olduğu varsayımıyla şunu ifade etmek isterim. Çünkü o dönemde AK Parti Genel Başkanı olarak Sayın Bülent Turan’ın da Genel Başkanıydım, o arada görev yapanların da. Hayatta hiçbir şeyi gizli saklı yapmadım, yapmayı da doğru görmem. O gün CHP ile yürüttüğümüz, bence Türk siyasi tarihinde en kapsamlı görüşmeler içinde yer alan görüşmeler, Sayın Cumhurbaşkanının beni hükümet kurmasıyla görevlendirmesiyle olmuştur. Ve her aşamasında da Sayın Cumhurbaşkanının bilgisi dahilindedir. Bir adım ötesinde de, o görüşmelerde AK Parti kanadının heyet başkanlığını bugün AK Parti Sözcülüğünü yapan Sayın Ömer Çelik yapmıştır ve heyet içindeki 5 veya 6 daimi üyenin 4'ü de şu an AK Parti milletvekilidir. Eğer Erdoğan’a yönelik bahsedildiği gibi bir komplo o zaman söz konusu idiyse tabi bu arkadaşlara bir cevap verme sorumluluğu düşer. Siyasi ahlak ve fikri namus gereği o zamanki görüşmelerin bütün müktesebatı vardır. Siyasi partiler için ve devletler için en vahim tablo nedir biliyor musunuz? Kendi hafızasını kaybetmek. Devletler hafızalarını kaybettiklerinde devlet olma niteliğini kaybederler. Siyasi partiler de hafızalarını kaybettiklerinde siyasi parti olma nitelikleri yavaş yavaş yıpranır,  bir gün önce söyledikleriyle çelişkiye düşer. O gün yürütülen görüşmeler son derece Türk siyaseti içinde olması gereken, yapılması gereken nezaket içinde yürütülmüştür. Hep bunları bu açıklamanın Sayın Erdoğan’ın talimatıyla yapıldığı varsayımı üzerine ve doğrudan Sayın Erdoğan’a hitaben söylüyorum. Eğer sizin bilginiz dahilinde yapıldıysa Grup Başkanvekilinize söyleyin, o görüşmeler sizin verdiğiniz bir görevin yerine getirilmesi için yapıldı ve o gün o görüşmeleri yürüten ve size de her adımda bilgi vermesini söylediğim heyet başkanı da şu anda sizin sözcünüz. Dolayısıyla bu tür spekülasyonlar üzerinden, geçmiş şeyler üzerinden yaşanan süreçler üzerinden bir şeyi mahkum etmeye çalışmak, bunlar hafıza kaybı. AK Parti hafızasını kaybetmenin sancılarını yaşıyor şu anda. Kendi hafızasıyla yüzleştiğinde siyasetin ne olduğunu, ne olması gerektiğini görürler.
Soru- İki sorum olacaktı efendim Doğu Akdeniz’le ilgili. Öncelikle yeni bir Navtex ilan edildi Türkiye tarafından ve Deniz Kuvvetleri bir mesaj paylaştı, “Sakız Adasının 1923 Lozan Barış antlaşmasıyla belirlenen gayri askeri statüsü ihlal edilmiştir” dendi. Hem bu yeni Navtex hem de adaların silahlandırılmasıyla ilgili görüşünüz. Bir de Amerika ve Yunanistan, Batı Trakya’da Türklerin yoğunlukla yaşadığı bölgede ilk kez ortak bir tatbikat düzenleyecek, Yunan basını son dakika olarak duyurdu. Amerika ve Yunanistan’ın bu kara tatbikatını nasıl okumalıyız, ne anlama geliyor düşünceleriniz nelerdir?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Değerli basın mensupları, Türkiye’nin beş temel sorunundan söz etmiştik biz CHP olarak. Beş temel sorun alanından birisi de dış politikaydı. Ve izlenen dış politikanın 180 derece değişmesi gerektiğini de hemen hemen her ortamda ifade ettik. Şimdi Sakız Adası dolayısıyla ya da o civarda Navtex ilan edilmesi aslında bir anlamda Oruç Reis’in geri çekilmesi, egemen güçlerin talebi üzerine geri çekilmesi ve burada ortaya çıkan ağırlığı taşıyamaması nedeniyle yeni bir alan açıyor iktidar kendisine. Acaba burada Navtex ilan edersek biz hani gücümüzü gösteriyoruz gibilerden toplumu aldatmaya yönelik bir açıklama aslında.
Doğrusunu isterseniz şu, dış politikada Türkiye yalnızlaştı, niçin? Mısır’da büyükelçiniz yok, niçin? Suriye’de büyükelçiniz yok, niçin? İsrail’de büyükelçiniz yok, niçin? Dolayısıyla bir dönem kendi bölgesinin istikrarını savunan Türkiye ve bir anlamda bu bölgede istikrarın temel aktörü olarak görülen Türkiye bölgede artık böyle görülmüyor. Oruç Reis gemisi neden çekildi Antalya limanına? Efendim onarım mı varmış, tamirat mı varmış, bakım varmış. Bu ülkenin Dışişleri Bakanı 90 gün orada görev yapacak demedi mi? Dedi. 90 gün dolmadan çekildi mi geri? Çekildi. Kimin talebi üzerine çekildi, kimin emri üzerine çekildi? Bu ülkede Dışişleri Bakanı kim asıl sorulması gereken soru o. Kim Dışişleri Bakanı? İbrahim Kalın mı Dışişleri Bakanı? Mevlüt Çavuşoğlu mu Dışişleri Bakanı, yoksa Hulusi Akar mı Dışişleri Bakanı kim? Dışişleri Bakanlığı'nın Türkiye'nin dış politikasına, özellikle dışişleri bürokrasisinin Türkiye’nin dış politikasının belirlenmesinde tümüyle devre dışı bırakıldığını bilmiyor muyuz? Biliyoruz. Dışişleri Bakanlığı gibi bir bakanlığın sözcüsü çıkıp konuşacağı yerde herkes konuşuyor sadece konuşmayan Dışişleri Bakanlığı. Neden? Ve Türkiye bütün bu olaylar olurken yalnız kaldı. En haklı davasında yalnız kaldı. Yıllar yılı adalar silahlandırılırken defalarca söyledik yeni mi akılları başlarına geldi, yeni mi düşünüyorlar bunu? Devlet dediğiniz organın ciddiyeti olur, devlet dediğiniz organın Türkiye’nin çıkarlarını savunan bir yapısı olur. Eğer Türkiye’nin çıkarlarını bir kişiye bağlamışsanız ve o kişi kendisinin ve ailesinin çıkarlarını Türkiye’nin çıkarlarının önünde tutuyorsa Türkiye için böyle bir tablonun ortaya çıkması kaçınılmaz olur. Gelinen nokta da budur maalesef. Üzülerek ifade edeyim gelinen nokta da budur.
Bakın Pompeo geldi, Rum kesimiyle görüştü. Türk kesimine gitti mi? Gitmedi. Anlaşma imzaladılar. O anlaşma 1960 anlaşmalarına açıkça aykırı. Türkiye’nin garantörlüğü var. Biz CHP olarak derhal o gün MYK’yı acil topladık ve bir açıklama yaptık. Dışişleri Bakanlığı biraz böyle mahcup o da kalktı ertesi gün bir açıklama yaptı. Nasıl bir dış politikadır ki, Türkiye bölgesinde yalnızlaşıyor? Nasıl bir dış politikadır ki, değerli yalnızlık haline geliyor? Nasıl bir dış politikadır ki, en haklı davamızda yani Mavi vatanda en haklı davamızda yalnız kalıyoruz. Filistin bile yanımızda değil. Bütün bunları defalarca söyledik, defalarca ifade ettik. Erdoğan’ın oturup konuşması lazım, dışişleri bürokrasisinin devreye girmesi lazım, Türkiye’nin çıkarlarını savunması lazım. En haklı davamızda AB’yi karşımıza aldık, Amerika’yı karşımıza aldık, Rusya’yı karşımıza aldık, Mısır’ı karşımıza aldık niçin? Eskiden bunlar bize destek verirlerdi. Eskiden bunlar bizim yanımızda dururlardı. Türkiye mavi vatanda haklıdır diye. Adaların silahlandırılmaması gerekiyordu defalarca söylendi. Burnumuzun dibindeki Meis Adasına Yunanistan’ın Cumhurbaşkanı gelir efendim biz de Kaş’a gideriz, Kaş’tan efendim biz de buradayız. Yani gerçekten tam bir komedi gerçekten. İçerde de kahramanlık edebiyatı yapıyoruz. Hangi kahramanlık? En haklı davasında Türkiye Cumhuriyeti Devleti yalnız kalıyorsa ortada bir kahramanlık yoktur. Ortada farklı bir tablo vardır. İktidar bu tablonun farkında mı? Evet farkında. Gelen telkinlere göre kara veriyor mu? Evet gelen telkinlere göre karar veriyor. Telkinler nereden geliyor? Bazen Amerika’dan, bazen Rusya’dan, bazen AB’den telkinler geliyor. Yunanistan neden sevinçli? Oruç Reis onların isteği üzerine çekildi de onun için sevinçli. İlk adımı attınız diyorlar. Ondan sonra masaya oturacağız diyorlar. İçerde de oturup kahramanlık edebiyatı yapıyorlar. Hangi kahramanlık Allah aşkına, hangi kahramanlık? Türkiye’nin çıkarlarını peşkeş çekeceksiniz, sonra kalkacaksınız kahramanlık edebiyatı yapacaksınız ve biz de sesimizi çıkarmayacağız. Olmaz doğru değil. Türkiye kendi çıkarlarını, Kıbrıs’ın çıkarlarını, Doğu Akdeniz’deki çıkarlarını savunmak zorundadır. Neden S-400’ü aktive etmiyorlar? Buradan 83 milyon vatandaşıma açık ve net soruyorum 2,5 milyar dolar verdiniz. Fransa ne yaptı? Yunanistan’a silahlar sattı mı? Evet. Uçaklar verdi mi? Evet. Tatbikat yaptı mı? Evet. O gemiler, yani gemiler bizim kara sularımız diye iddia ettiğimiz yerde geldiler mi? Geldiler. Ne yaptık, ne yaptı Erdoğan? Oturdu içerde asarım, keserim, kahramanlık yaparım. Bakın, dış politikada en son söyleyeceğinizi en başta söylerseniz manevra alanınızı tümüyle kaybetmiş olursunuz. En son söyleyeceğinizi en başta söylediğiniz andan itibaren manevra alanı olmaz. Size meydan okurlar ve sizin söyleyecek sözünüz olmaz. Bugün geldiğimiz nokta budur. Üzülerek ifade edeyim ama gerçek bu.
Ahmet DAVUTOĞLU- Şimdi her şeyden önce şunu ifade etmek lazım. Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki ve Libya'daki politikası doğrudur. Devlet olarak doğru bir çizgide politika ilan edilmiştir ve biz de Gelecek Partisi olarak destek ifade ettik. Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de vazgeçilmez çıkarları vardır. En önemli üç alanımız, üç ekonomik sektörümüz Akdeniz sahillerimizdedir. Antalya’da turizm, Mersin’de serbest ticaret ve dış ticaret, Ceyhan’da enerji. Yani Türkiye’nin bu üç sektörde dünyaya entegre olduğu yer Doğu Akdeniz’dir. 1850 kilometre sahil ile de Doğu Akdeniz’in en büyük sahildaş ülkesi Türkiye’dir. Dolayısıyla baştan buna destek ifade ettik. Ama şunu söylemek gerekir, Türkiye'nin politikası ne kadar haklıysa ve donanmamızın yürüttüğü faaliyetler ne kadar doğruysa yürütülen diplomasi de o kadar yanlıştır. Bir diplomasinin neticede elde edilecek stratejik hedefleri vardır ve ona göre ölçülür. Maalesef şu anda Doğu Akdeniz’de, işte Sakız’da göstermelik bir Navtex ilanı, tamamıyla konjonktürel yapılan ilan niteliği taşımıştır. Oruç Reis’in geri çekilmesinden sonra bir karşı hamle gibi ama inandırıcı da olmadı. Dış politikada eğer sizi destekleyecek taraflarla size karşı olan taraflar arasında bir denge kuramamışsanız askeri gücünüz ile diplomasiniz arasında entegre bir stajı oluşturamazsanız başarıya ulaşamazsınız.
Bakın, Fransa Baf Üssüne savaş uçakları gönderdi. Bu açık bir şekilde Sayın Genel Başkanın da söylediği gibi 1960 anlaşmalarının ihlalidir. Aynı günlerde birbirleriyle çelişkili çıkarlara sahip ABD ve Rusya’nın Doğu Akdeniz’deki açıklamalarına ve eylemlerine bakın nasıl oldu da bütün bu çelişkili AB ülkeleri Amerika ve Rusya yan yana geldi, bunu herkesin sorması lazım. YPG’yi aynı günlerde Fransa Baf’a savaş uçağı indirirken Sayın Erdoğan’ın şahsileştirdiği dış politikayla sık sık birbirlerine iltifat ettiği Sayın Putin, YPG yani PKK’yı Moskova’da devlet gibi ağırlayıp anlaşma imzaladı. ABD’de Güney Kıbrıs’a uyguladığı silah ambargosunu kaldırdı. Dış politikada bütün bu eylemlerin bir anlamı var ve maalesef Türkiye Cumhuriyeti öyle bir diplomatik denklem içinde kaldı ki, bize destek veren bir tek Azerbaycan kaldı. Azerbaycan dışında Türkiye’ye açık destek beyan eden bir tek ülke yok. Bu büyük bir diplomatik zaaftır. Bunu söyledik diye yine bu iktidar yanlısı her gün tozpembe bir tablo çizmeye çalışan kalemler bize saldırdılar, saldırmaya çalıştılar. Eski bir Dışişleri Bakanı olarak söylüyorum, Başbakan olarak da, hiçbir zaman Doğu Akdeniz’de ve Ege’de böylesine bir yalnızlık tablosuyla karşı karşıya kalmadık. 2011 yılında bugün Libya’yla yapılan anlaşmaların ilk ön mutabakat anlaşmasını yapan Dışişleri Bakanı benim. Çünkü o zaman biz dış politika itibariyle Doğu Akdeniz’de Türkiye’yle Libya arasında oluşturulacak bir koridor aynı anda Türkiye’yle Mısır arasında münhasır ekonomik bölge anlaşması ki o münhasır ekonomik bölge anlaşması da tamamlanmıştı Mısır’la ve anlaşmanın taraflarından biride şu anki Cumhurbaşkanı Sisi’ydi Milli Savunma Bakanı olarak görüşmeleri yürütürken. Türkiye’nin derhal bütün bu diplomatik denklemi değiştirecek adımlar atması lazım. Ne mi yapması lazım? 16 maddelik bir eylem planını biz Gelecek Partisi olarak iki önce ilan ettik. Bir kere ABD, AB ve Rusya arasında bütün bu küresel aktörleri karşımızda birleştiren dış politika söyleminden vazgeçilmeli. Dış politika şahsileştirilecek bir ilişki değildir. Bakın bugün yine bir ülkede Dışişleri Bakanlığı ve Başbakanlık yapmış bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak hüzünle ve hicapla bir Amerikan gazetecisinin yayınladığı bir kitap da bugünlerde çıkıyor, Trump’ın Sayın Erdoğan için kullandığı ifadelere bir bakın, korkunç ifadesi ve bu ancak sert ve otoriter liderlerin anladığı dilden bahsedilen ifadeler. Sayın Cumhurbaşkanına, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanına “aptal olma” diye hitap ettikten sonra istediğini alan bir ABD Başkanı Beyaz Saray’da oturduğu sürece, karşılıklı olarak ilişkilerde doğru bir zemin bulmak mümkün olmaz. Karşılıklı saygıya dayalı bir zeminde, böyle bir dış politika konteksinde görüşleri birbirleriyle çatışan küresel aktörler bir araya gelmiş Türkiye’nin karşısında. Çıkarları çatışan, Türkiye’de Doğu Akdeniz’de çıkarı en çok aynı olan ülke Mısır’dır. Ben Mısır’daki darbeye karşı çıktım ve hala karşı çıkıyorum. Ama şu anda da söylüyorum, bu ihtilaf bütün bu siyasi ihtilaflar göz önüne alınıp bir paranteze alınarak Mısır’la derhal Doğu Akdeniz’de münhasır ekonomik bölge görüşmeleri doğrudan veya dolaylı başlatılmalıdır. Çünkü Mısır Afrika’nın en uzun sahiline sahip ülkesidir Doğu Akdeniz’de, biz de Asya’nın. Kıbrıs’a dönük olarak anlaşmaların ihlaline yol açan her türlü eylem karşısında Kıbrıs’ta gerekli adımlar atılmalıdır. Bir Amerikan Dışişleri Bakanı, bayrak gösterircesine Rum kesimine inip, Türkiye’ye bunun bilgisini verme nezaketi bile göstermeksizin ve Türk tarafıyla görüşmeksizin adadan ayrılırsa bu bir pozisyondur. Hiçbir zaman Kıbrıs’ta böylesine Türk diplomasisinin daraldığı bir pozisyon oluşmamıştır. Bütün bu açıkları Sayın Erdoğan yüksek bir retorikle ve Sayın Erdoğan’ın yanındaki diplomasi yaptığını zannedenler de bazı resimler üzerinden diğer devlet başkanlarına hakaret mesajları yayınlayarak bu iş çözülmez. Dış politikanın en büyük düşmanı slogandır, hamasettir, popülizmdir. Tabloyu net olarak önünüze koyacaksınız ve her aktörle süratle AB’yle en kapsamlı stratejik görüşmelerin yapılması ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi Antalya körfezine sıkıştıracak bir AB planlamasının tarafımızca hiçbir zaman kabul edilmeyeceğinin kayda geçirildikten sonra birlikte neler yapılabileceğinin konuşulması lazım. ABD’yle ilişkilerin şahsileştirilmekten çıkartılıp kurumlar arası ilişkilere dönüştürülmesi lazım. Rusya’yla da Suriye’de son İdlib saldırısında Şubat ayında Rus hava sahası kontrolündeki bir yerde askerlerin şehit edilmesinden bu yana, Türkiye’nin Rusya’ya edilgen bir hal almış dış politikasını da bu denklemden çıkarıp Rusya’yla da açık açık meselenin konuşulması lazım. Bölgesel aktörlerin her biriyle de oturup Doğu Akdeniz parantezini ele almak lazım. Yoksa bir gün Oruç Reis’i kızağa çekip ertesi gün Navtex ilan etmek Sakız adasında bunlar birbirleriyle tutarsız taktik adımlardır. Dış politikada stratejik bir perspektiften yoksun taktik adımlar bu taktik adımları uygulayana zarar verir. Türkiye Cumhuriyetinin yerleşmiş kurumsal aklını devreye sokma ve bütün bu zaafları giderecek yeni bir dış politika perspektifi oluşturma vakti gelmiştir.
Soru- İkinci soruma yanıt alamadım. Yunanistan’la Amerika’nın kara tatbikatı ilk kez yapılıyor.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Çerçeve içinde zaten anlatıldı. Yani dış politikada Türkiye en haklı davasında, bakın en haklı davasında bütün aktörler tarafından -Azerbaycan hariç- haksız olarak görülüyor. Düşünmek lazım; Türkiye’yi bu noktaya kim getirdi, kimler getirdi Türkiye’yi bu noktaya? Türkiye’nin çıkarlarını savunması gerekirken ve o çıkarların arkasında yürümesi gerekirken, bütün bu aktörlerle konuşup biz haklıyız siz de bize destek verin demek gerekirken, bütün bu aktörleri düşman ilan edip ondan sonra da efendim işte burada tatbikat yapılıyor ne yapacağız, burada şu yapılıyor ne yapacağız? Hiçbir şey yapamazsınız. Önce, Sayın Genel Başkan çok güzel bir cümle kullandı, “dış politikayı şahsileştiremezsiniz” dedi. Dış politika bir devlet politikasıdır. Dış politikada bakın bütün bu gelişmeler oluyor. Hükümet dediğimiz yapı kime bilgi verdi? Bana mı bilgi verdi? Hayır. Sayın Genel Başkana mı bilgi verdi? Hayır. Diğer Genel Başkanlara mı bilgi verdiler? Hayır. TBMM’ye mi bilgi verdiler? Hayır. Bir aile şirketi oturmuş orada dış politikayı oluşturuyor, kahramanlık edebiyatı yapıyor, arkasında bir grup medya var, onlar zaten ne derlerse -besleme medya olarak tanımlıyorum kimse kusura bakmasın-  onlar da şak şak alkışlıyorlar ama Türkiye bir felaketin içine doğru gidiyor. Asla bunu kabul etmiyoruz asla. Amerika kalkıp da orada tatbikat yaparsa sen de kalkacaksın kardeşim S-400’leri aktive edeceksin. Yüreğin varsa, cesaretin varsa, meydan okuyorsan aktive edeceksin. Kimse kusura bakmasın Türkiye üzerinde kimsenin özel hesabı olamaz. Eğer Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bayrağı AB’de bile kabul görmüyorsa, neden o bayrağı gösterdin diye kalkıp da Dışişleri Bakanı eleştiriliyorsa ben üzülüyorum bunların kılı bile kıpırdamıyor. Ne söylenir buna? Türkiye kimsenin çiftliği değildir. Türkiye Cumhuriyeti devleti sıradan bir devlet değildir. Türkiye Doğu Akdeniz’den vazgeçemez. Türkiye kendi çıkarlarını savunmak zorundadır ve Türkiye Doğu Akdeniz’de gerçekten de rol almak istiyorsa, hakkını savunmak istiyorsa Mısır’la süratle bir araya gelmek zorundadır Mısır’la. Büyükelçi göndermek zorundadır, ilişkileri büyütmek zorundadır. Doğu Akdeniz’de doğalgaz ve petrolle ilgili bir grup devlet bir araya geliyor, herkes var onun içinde sadece Türkiye yok. Filistin de orada. Bu tablo kabul edilemez.
Ahmet DAVUTOĞLU- Bu kara tatbikatı konusu bir kere eğer Amerikan tarafı Türkiye’de ne hikmetse diplomasinin en basit kuralları bile uygulanamaz hale geldi. Yani bir bakıyorsunuz Beştepe’den en sert açıklamalar yapılıyor. Peki böyle bir tatbikat varsa aynı gün Amerikan büyükelçisi Dışişleri Bakanlığına çağrılmalı ve bu tatbikatı kime karşı yapıyorsunuz? Yunanistan’la birlikte biz NATO ülkesiyiz birlikteyiz bize bir anlatın demesi lazım. Basit, mantıklı bir soru bu. Son derece soğukkanlı bir şekilde bize bir anlatın. Amerika’yla Yunanistan’ı bir araya getirerek tatbikat yapılan ülke kim, kime karşı? Düşman güç, dost güç diye bu tatbikatta bir ayrım varsa düşman gücü bize bir anlatın demesi lazım. Sonra Brüksel’deki NATO daimi temsilcimizin bizzat Brüksel’de NATO yetkililerine başvurarak resmi bir yazıyla böyle bir tatbikatın hedef ülkesinin kim olduğunun tarafımıza bildirilmesi istenmeli. Çünkü aynı günlerde Rusya Yunanistan’a Avrupa’daki ezeli ve ebedi en büyük dostu ilan ettiğine göre Rusya bu tatbikatı Rusya’ya yapılmış olamaz. Peki bu tatbikat Türkiye’ye karşı yapılıyorsa eğer Ankara’daki Amerikan büyükelçisi çağrılmıyorsa, Dışişleri Bakanlığına NATO’da daimi temsilcimiz NATO yetkililerine bu tatbikat kime karşı diye sormuyorsa diplomasinin D’sinden bile bahsedemeyiz, alfabesinin A’sından bile bahsedemeyiz.
Şimdi gelelim denklemin başka yönüne. Soğuk savaş döneminde Amerikalılar açısından Türk – Yunan ilişkilerinin bir şeyi vardı, yardım yapılırken 7’ye 10 oranı vardı ve Amerikan Dışişleri Bakanı Türkiye’ye gelirken yani bölgeye gelirse Atina’ya uğruyorsa Ankara’ya, Ankara’ya uğruyorsa Atina’ya giderdi. Bu denklemi biz 2000’li yılların başında kırmıştık ve Amerikan Dışişleri Bakanları Türkiye’ye bir yılda 5 kere ziyaret ediyorsa çünkü Türkiye çok etkin bir ülke olarak görülüyordu. Böyle bir denklem kırılmıştı. Şimdi tersine bir denklem giriyor. Amerikan Dışişleri Bakanı Kıbrıs’a gelip Yunanistan’a değil bakın Kıbrıs Rum kesimine gelip Ankara ya da Türk kesimine uğramayı düşünmüyorsa bizatihi bu eylemin bir mesajı vardır Türkiye’ye. Biz artık sizi denklemin eşit tarafı olarak bile görmüyoruz. Şimdi o zamanda Amerikalılarla oturup konuşmak lazım stratejik ortaklık ne anlama geliyor. Ve son derece haklı bir sorudur. Biz bu sorunun ben ta Dışişleri Bakanlığım döneminden beri devam eden müzakereler silsilesinde bildiğim için söylüyorum. S-300’den S-400’e geçiş esnasında Çin, Avrupa ve Amerika hava savunma sistemlerinin müzakeresine kadar gelen süreci biliyorum. Çok net, soru burada açıktır, eğer S-400’e bu kadar yatırım yapılmışsa niye devreye sokulmuyor karşı bir hamle olarak? Eğer devreye sokulmuyorsa aynı anda kaybettiğimiz F-35’teki proje haklarımız niye geri alınamıyor? Kaybet- kaybet diye diplomaside bir şey vardır ya Türkiye tam kaybet kaybet pozisyonunda. Ne S-400’ü devreye sokabiliyor, ne de F-35’te kaybettiği kendi ortağı olduğu projeden dışlandı Türkiye ve bunu Amerika yaptı. Öbür tarafta da S-400’ü devre dışı bıraktı bu da Rusya’yla olan ilişkileri ilgilendiriyor. Nasıl oluyor da Amerika ve Rusya AB ilişkilerinde Türkiye hep kaybeden taraf oluyor. Dolayısıyla şuanda yapılması gereken Amerika büyükelçisinin Ankara’da çağırılarak Amerikan Dışişleri Bakanının Kıbrıs’taki mesajları ve tatbikat konusu sorulmalı. NATO’da derhal gerektiğinde de acil toplantıya çağırılarak Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki konusu Türkiye AB denkleminden çıkarılıp Türkiye NATO denklemine indirgenmeli ve NATO’nun ortak güvenlik politikası itibariyle ve ortak komşuluk politikaları itibariyle Doğu Akdeniz’de nasıl bir stratejisi olduğu sorusu NATO Dışişleri Bakanının gözlerinin içine baka baka sormalıdır Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı. Dışişleri Bakanlığı veya diplomasisi Ankara’da içeriye mesaj vermekle değil dünyanın önemli başkentlerinde dünyaya mesaj vermekle anlatılır.
Çok teşekkürler arkadaşlar.