04.05.2017
04.05.2017
Efendim izin verirseniz sizlere sevgili dostlarım diyerek başlamak isterim. Ülkenin geleceğinden hepimiz sorumluyuz hangi görüşten olursak olalım, hangi inançtan, hangi kimlikten olursak olalım ülkenin geleceğinden sorumluyuz. Neden sorumluyuz? Çünkü bu toplantıya geldik, referandum sonrası ne olacak, öncesinde ne oldu ve bizler eğer bir sorunla karşılaşıyorsak bu sorunu aşmak için oturup çaba harcamalıyız. Bu ülkenin aydınları olarak, okumuşları olarak, dünyayı sorgulayan insanlar olarak oturup düşünmeliyiz.
Sayın Başkan, telefon ettiğinde henüz daha referandum sonuçlanmamıştı. “Referandum ve sonuçlarının Türk demokrasisine etkileri konusunda bir toplantı yapabilir miyiz” diye sordu ben de “olur” dedim. Bugün toplantımızın ana konusunu bu oluşturuyor.
Şimdi referandum ve sonuçları; referandum aslında katılımcı demokrasinin çok önemli bir ayağı. Bütün ülkeler çok temel konularda halkın oyuna başvururlar ve dolayısıyla ülke için hayati önem taşıyan bir konu konusunda vatandaşın eğilimini alırlar. Vatandaş evet veya hayır diyerek düşüncelerini açıklar. Bu açıdan referandumu katılımcı demokrasinin önemli bir ayağı olarak görmemiz gerekiyor. Burada sorulması gereken soru şu; referandum çok güzel yapalım, referandum hangi koşullarda olursa amacına uygun olur. Hangi koşullarda biz referandumu gerçekleştirmeliyiz, hayata geçirmeliyiz? Çünkü bu koşullara dikkat ettiğimiz zaman, bu soruyu cevaplandırdığımız zaman bir demokrasi anlayışımızı da ortaya koymuş olacağız. İki; demokratik standartlarımızı ortaya koyacağız. Üç; oylamanın, yani referandumun meşruiyetini ortaya koymuş olacağız. Peki soruya nasıl yanıt vereceğiz? Hangi koşullarda referandum yapılmalı? Üç tane temel sorusu var bunun.
Birincisi şu; özgürlükçü bir ortamda referandum yapılmalıdır. Herkes düşüncelerini özgürce dile getirebilmelidir. Ortamın böyle olması lazım.
İkincisi; halk süreç öncesinde ve süreç içinde bilgilendirilmelidir. Eğer bu yasa önce parlamentoda görüşülüyorsa parlamentoda, komisyonda görüşülüyorsa komisyonlarda, süreç içinde bunların hepsinin olması gerekiyor. Halk bilgilendirilmelidir.
Üçüncüsü; “Evet” ve “Hayır” oyu kullanılacağına göre eşit koşulların sağlanması gerekiyor.
Dönüp bizim referandum sürecine bakalım. Birincisi; özgürlükçü bir ortamda yaptık mı? Hayır. Bunu dünyada bilmeyen hiç kimse yok. Altını çiziyorum, dünyada bilmeyen hiç kimse yok. Herkes bu referandumun eşit koşullarda yapılmadığını gayet iyi biliyor. Devletin bütün imkanlarının kullanılması, özgürlükçü bir ortamda olmaması, kanun hükmünde kararnameler, olağanüstü hal uygulamaları. Bütün bunlar referandumun üzerinde bir gölge olarak durdu. Hep beraber gördük bunu. Süreç öncesinde veya süreç sırasında bilgilendirme oldu mu yeterli bilgilendirme? Hayır. Bu da çok açık. Bunu da herkes çok iyi biliyor. Parlamentodaki görüşmeler yeteri kadar kamuoyuna yansımadı, televizyonlar yeteri kadar bunları vermediler. Tek boyutlu bir tartışma programları geniş bir medyada yer aldı. Dolayısıyla yapılan düzenlemelerin Türkiye için ne kadar mükemmel düzenlemeler olduğu ama aksi görüşü savunanların biraz geriye itildiği bir süreci hep beraber yaşadık, hep beraber tanık olduk. Dolayısıyla bilgilendirme yeteri kadar olmadı ve sağlıklı da olmadı. Eşit koşullarda gidildi mi? Hayır eşit koşullarda da gidilmedi bunu da herkes biliyor zaten. Ama bütün bunlara rağmen ortaya bir sonuç çıktı.
“YARGI ÇETESİ”
Şimdi değerli arkadaşlarım, ortaya çıkan sonuç ve bunun demokrasiye etkileri ana konumuza gelelim. Ortaya çıkan sonuç yüzde yüz inandığım bir şeyi ifade edeyim, “Hayır”ın yüksek olduğu bir sonuç çıktı ortaya. Sandığa gidip oy kullanan bütün vatandaşlar benim için çok değerli. Onlara bir sefer yürekten teşekkür etmemiz lazım. Gittiler ve oylarını kullandılar bu kadar baskıya rağmen, şantaja rağmen. Acaba oyumu açıklarsam başıma bir bela gelir mi, gelmez mi kaygısına rağmen gittiler oylarını kullandılar. Yüksek Seçim Kurulunun son anda aldığı bir karar olayı tamamen değiştirdi. Bu referandum sürecinin meşruiyetine gölge düşürdü. Yasaya açıkça aykırı bir kararı almaktan çekinmediler. Yüksek Seçim Kuruluyla ilgili çok şeyler söyledim. Son kullandığım deyim “çete” oldu. Bir “yargı çetesi” var orada. Eleştirdiler “neden çete diyorsunuz” diye. Yasaya uygun davranmayan insanların bir araya gelip karar aldıkları süreç çete sürecidir zaten. Burada bir yasa var mı? Var. Yasa açık mı? Açık. Hiçbir yoruma yer vermeyecek kadar açık mı? Açık. “Mühürsüz oy pusulaları geçersizdir” diyor mu yasa? “Geçersizdir” diyor. Peki siz nasıl geçerlidir dersiniz? Doğru bir tanımlama değil, ama yapıldı bütün bunların tamamı yapıldı. Şimdi bu süreç demokrasiye ne getirdi bizim demokrasimize? İyi bir süreç mi, kötü bir süreç mi, nedir ne değildir? Aslında sonucu hepimiz biliyoruz. Üç aşağı beş yukarı demokrasi kültürünü eleştiren veya sorgulayan herkes önümüzdeki süreçte başımıza nelerin geleceğini gayet iyi biliyor: Tek adam rejimi. Doğru tek adam rejimi geliyor. Her türlü yetkiye sahip. Zaten bunu biliyoruz. Fiili durum da böyleydi, Sayın Bahçeli’nin tanımına göre, fiili durum da zaten böyleydi her türlü yetkiye sahip. Bir söylemiyle savcılar harekete geçer, bir başka söylemiyle insanlar hapse atılır. Bir söylemiyle hapistekiler çıkarılır, bir başka söylemiyle de parlamento harekete geçer. Dolayısıyla böyle bir rejimle karşılaştık.
İKİYÜZLÜ BİR HUKUK ÇIKTI KARŞIMIZA
Bu sürecin demokrasiye getirdiği en büyük eksiklik ya da en büyük sakınca parlamentonun yetkilerinin önemli bir kısmının bir kişiye devredilmiş olmasıdır. Bir kişinin tek başına kararname çıkarma yasa gücünde kararname çıkarma yetkisine sahip olmasıdır. Az önce Sayın Başkan konuşurken “Gazi Meclis” dedi meclisi yüceltti. Doğru meclis Gazi Meclis, doğru meclis Ulusal Kurtuluş Savaşını yöneten bir meclis, doğru milli iradeyi temsil eden bir meclis ama bu meclisin yetkilerinin önemli bir kısmı elinden alındı ve bir kişiye verildi. Dolayısıyla bu meclisin gaziliği de tartışılır artık. Meclis kendi iradesine sahip çıkamayan bir meclis konumuna geldi. Demokrasi açısından bunun sorgulanması lazım. Ortak kararlarla bir yasayı çıkarmalıyız, iktidarı ve muhalefetiyle ortak kararla mı çıkarmalıyız? Yoksa bir kişinin iradesiyle mi yasayı çıkarmalıyız? Bu demokrasiyi nereye götürür? Demokrasiyi geriye götürür. Dünyada örneği olmayan bir uygulamayla karşı karşıya kaldık.
Bir başka temel nokta; ikiyüzlü siyasetçiyi çok duymuşsunuzdur ama belki iki yüzlü hukuk kavramını hiç duymadınız. Burada ikiyüzlü bir hukuk çıktı karşımıza. Nasıl diyeceksiniz ikiyüzlü bir hukuk olur mu? Maalesef oldu. Düşünün Cumhurbaşkanını seçiyorsunuz, tarafsız olması lazım ama taraflı, bir partinin Genel Başkanı olacak. Ama aynı Cumhurbaşkanı anayasanın 103.maddesine göre gelecek diyecek ki, “ben tarafsız davranacağım tarafsızlığım üzerine namusum ve şerefim üzerine Büyük Türk Milleti önünde, tarihin huzurunda yemin ediyorum” diyecek, “ant içiyorum” diyecek. Tam bir ikiyüzlülük. Nerede? Anayasada. Bir ülkenin anayasası ikiyüzlü olabilir mi? Maalesef ikiyüzlü. Yani ahlaki kuralların yerlerde süründüğü bir süreçte ahlaki kuralsızlığı anayasaya getirdik koyduk. Bana söyler misiniz bunun demokrasiyle ne ilgisi var? Hangi demokrasiden söz ediyoruz biz? İkiyüzlü bir anayasa, ikiyüzlü bir siyaset. Birbirini tamamlayan bir ahlaksızlıklar zinciri. Asla doğru değil. Liyakat sisteminin belirleyicisi. Bugün liyakat sistemini belirleyen TBMM idi, hala öyle. Ama bir süre sonra liyakat sistemini belirleyecek olan tek kişi olacak TBMM değil. Peki liyakat sisteminin önemi nedir? Devleti devlet yapan liyakat sistemidir. İşi ehline vermektir. Kimin müsteşar olacağına siyasi otorite karar verir ama niteliklerini TBMM belirler o karar verir niteliklerine. Şu niteliklerde birisi ancak yürütme organı tarafından müsteşar yapılabilir veya genel müdür veya şube müdürü veya general veya amiral yapılabilir. Bütün bu nitelikler bir kişi tarafından belirlenecek. O zaman demokrasimiz nereye gidiyor? Kuvvetler ayrılığının kalkması. O da kalkıyor. Kuvvetler ayrılığı yok artık demokrasimizde. Kuvvetler ayrılığı ilkesinin olmadığı bir demokrasiye demokrasi denmeyeceğini 1789’dan beri biliyoruz. Nereye geldik o zaman biz? Kuvvetlerin uyumu deniyor, yani bir kişi ne derse hakim onu yapacak, bir kişi ne derse yasama organı onu yapacak, zaten yürütme organı da doğrudan kendisi. Dolayısıyla demokratik standartlarımızdan da bir kayma var.
BU ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ MEŞRU DEĞİLDİR
Şimdi önemli bir konuya gelelim. Yapılan düzenleme meşru mudur, değil midir? Bir yasanın meri olmasıyla, yani yürürlükte olmasıyla, bir yasanın meşru olması farklıdır, aynı şey değildir. Bir yasa yürürlükte olabilir ama meşruluğu tartışılabilir. En belirgin tanım 1982 anayasasıdır. Yüzde 90’nın üstünde bir kabul gördü ama bütün siyasal partiler 82’den bu yana bu anayasanın meşruluğunu hep tartıştılar, meşru değildir dediler. Yapılan bu değişiklikler meridir, yürürlüktedir ama meşru değildir. Siyasal açıdan meşru değildir, hukuki açıdan meşru değildir, ahlaki açıdan meşru değildir. Hangi açıdan bakarsanız bakın. Ve göreceksiniz uzun süre bu tartışılacaktır değişinceye kadar. Tartışması da devam edecektir.
DEMOKRASİYİ SAVUNAN EN AZ BİR YÜZDE 50 VAR, BU OLAĞANÜSTÜ BİR FIRSAT PENCERESİ
Şimdi sorulara daha uzun süre ayırmak için kısaca bir de çıkış noktası, yani demokrasi kötüye gidiyor bizler sesimizi keselim, boynumuzu giyotine mi uzatalım? Ne yapacağız? Bu referandum bize şunu gösterdi. Bir; yalnız olmadığımızı gösterdi. İki; değişik renklerde, değişik seslerde on binlerin demokrasi paydasında buluştuğunu gösterdi. Ülkücüsünden tutun sosyalistine kadar, milliyetçisinden tutun mütedeyyinine kadar, liberalinden tutun komünistine kadar. Demokrasi paydası mükemmel bir şey öğretti bize. Demokrasiyi savunan en az bir yüzde 50 var. Bu olağanüstü bir fırsat penceresi sunuyor bize. Ve düşünün resmi rakamlara göre yüzde 49 her türlü baskıya, her türlü şiddete, her türlü şantaja rağmen ve her türlü imkansızlığa rağmen sandığa gidip oyunu kullanan en az yüzde 50. Olağanüstü bir rakamdır. 12 Eylül koşullarında bir referandum gerçekleşti. 12 Eylül koşullarındaki referandumda yüzde 90’ın üzerinde bir “Evet” vardı, bugün aynı koşullarda en az yüzde 50’nin üstünde bir “Hayır” var. Bu olağanüstü bir şeydir.
Şimdi sadece bu oran mı çok önemli? Hayır bir şey daha var. Bu en az yüzde 50 bir sefer eğitimli bir kesim, ağırlığı eğilimli bir kesim ve dünyayı sorgulayan bir kesim. Dolayısıyla “Evet” oyunu kullanacak olanlara karşı ya da kullananlara demokrasiyi en iyi şekilde anlatacak bir kesim bu kesim. Onlar için de demokrasinin ne kadar önemli olduğunu anlatacak bir kesim. Bu bizim için olağanüstü bir fırsattır.
GİTTİĞİMİZ HER YERDE KAPILAR AÇILDI
Başka? Farklı renkler, farklı sesler bir araya geldik, demokrasi paydasında buluştuk. Bu paydayı büyütmek zorundayız. Kısır çekişmelere, kısır tartışmalara bu alanı hapsetmemeliyiz. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu referandum sürecinde hiçbir zaman dominant olarak öne çıkmadık ve çıkmayı da düşünmedik. Niçin? Çünkü sorun bir ülke sorunu, sorun bir partinin sorunu değil hepimizin ortak sorunu. Olaya böyle baktık. Dilimizi normal, klasik bir seçimdeki dile hapsetmedik. Tam tersine toplumun her kesimini kucaklayan bir dil kullandık. Çünkü benim için demokrasi çok önemli ama benim gibi düşünmeyen insan için de demokrasi çok önemli. O da düşüncelerini özgürce ifade edebilmeli, onun da can ve mal güvenliği olmalı. O da din ve vicdan özgürlüğüne sahip olabilmeli. Baskıdan ben de kurtulmalıyım, o da baskıdan kurtulabilmeli. Gazeteciler özgürce yazabilmeli, çizebilmeli. Biz bunu anlattığımız ölçüde başarıya ulaştık. Gittiğimiz her yerde kapılar açıldı. Bir siyasal kimlikle değil, bir yurtsever bir vatansever kimliğiyle gidip ülkemizin geleceği, çocuklarımızın geleceği için daha güzel bir Türkiye inşa etmeliyiz, demokrasi içinde inşa etmeliyiz bunu anlatmaya çalıştık. Sadece biz mi? Hayır, az önce söylediğim o ortak paydanın bütün bileşenleri bunu anlatmaya çalıştı. Ve bir şey daha, demokrasiye olan bağlılığımızın çıtası sürekli artıyor, her yıl artıyor. Adalet kavramını yüceltmek bu süreç içinde adalet kavramını yüceltmek ve herkes için adalet istemek zorundayız.
HER YERE YENİDEN GİDECEĞİZ
Biz hemen referandumdan sonra çalışmalarımızı aynen sürdürüyoruz. Kendi örgütlerimizin tamamına talimat verdik, tamamına söyledik. Önümüzdeki 2 ay içinde “Evet” veya “Hayır” hangi oyu kullanmış olursa olsun gittiğimiz her yere yeniden gideceğiz ve teşekkür edeceğiz. Küçük bir espri yapayım, AKP de bir teşekkür ziyaretinde bulunacakmış, ama onlar Yüksek Seçim Kurulunu ziyaretle başlamışlar. Bu süreç içinde teşekkür ziyaretlerini yapıp konuyu anlatacağız. Seçim meydanlarında “Evet” oyu kullanın diyenlerin tek kozu ovardı, tek konusu vardı o da çok özür dilerek ifade edeyim o konu da bendim zaten. Sabah, öğle, akşam sürekli beni gündemlerine alarak bir referandum kampanyasını geçirdiler. Benim doğruları söylemediğimi söylediler, ama bugün doğrular ağır ağır çıkıyor ortaya. Tarafsızlığı anayasada yer alan, yemin metninde yer alan bir kişi gitti bir partiye kaydoldu ve şimdi bu partinin Genel Başkanı mahkemelere hakim tayin edecek. İnanmıyorlardı büyük bir kesim, böyle bir şey olmaz diyorlardı, şimdi onun olduğunu görecekler. Ve önümüzdeki süreçte bir karabasan gibi farklı bir tablonun Türkiye’nin önünde olduğunu yine görecekler, hissedecekler. Biz ısrarla ve büyük bir kararlılıkla yine toplumun her kesimini kucaklayarak doğruları söylemeye devam edeceğiz ve biz bunları anlatırken direnme hakkımızı, yani bu anayasal değişikliği asla meşruiyet kazandırmayacak söylem ve eylemlerle yolumuza devam edeceğiz. Direnme hakkı derken, öyle top, tüfek kullanarak direnme hakkı değil, her yerde düşüncelerimizi, her ortamda düşüncelerimizi, her eylemde düşüncelerimizi toplumun her kesimine anlatarak. İster bir panel olabilir, ister bir yürüyüş olabilir, ister bir miting olabilir, ister bir kahve toplantısı olabilir, ister bir aile toplantısı olabilir. Bunların anlatılması lazım, biz eğer bunları anlatabilirsek resmi rakamlara göre yüzde 49’la elde ettiğimiz bir başarıyı, önümüzdeki süreçte çok daha büyük bir alana, büyük bir paydaya taşıyabiliriz.
BU TERAZİ BU SIKLETİ TAŞIMAZ
Hep söyledim, yine de ifade edeyim, “Anayasalar birer toplumsal uzlaşma belgesidir” demiştim, dedim ve yine söylüyorum. Ama bu değişiklik toplumu ikiye böldü, bir uzlaşma belgesi değil, toplumu ayrıştırma belgesi olarak ortaya çıktı. Bu belge Türkiye’nin ağırlığını taşıyamaz. Derler ya, ”bu terazi bu sıkleti taşımaz” diye. Evet, bu terazi bunu, bu yükü taşıyamaz ve bunlar da bu ülkeyi sağlıklı yönetemezler. Yönetme güçleri de yoktur, birikimleri de yoktur, bilgileri de yoktur. Kaba kuvvetle, kinle, öfkeyle devlet yönetilmez, yönetilmemelidir de zaten.
ASLA VE ASLA BU ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNE MEŞRUİYET KAZANDIRMAYACAĞIZ
Ama önümüzdeki süreç bunlara gebe, dolayısıyla bizim sorumluluğumuz asıl şimdi başlıyor. Az önce sorumluluktan da bahsedildi. Evet, hepimizin sorumluluğu var. Benim sorumluluğumun çok ağır olduğunun ben farkındayım, omuzlarımdaki yükü çok iyi biliyorum. Ben gereğini yapacağım. Hepimiz, arkadaşlarımla beraber biz bunun gereğini yapacağız. Her türlü mücadeleyi yapacağız. Asla ve asla bu anayasa değişikliğine meşruiyet kazandırmayacağız. Gayrimeşru bir düzenlemeyi, demokrasiye aykırı olan bir düzenlemeyi, Türkiye’nin geleceğini tehlikeye atan bir düzenlemeyi kabul etmeyeceğiz. Hele hele tam kanunsuzluk halini meşru kabul etmek gibi bir tuzağın içine asla düşmeyeceğiz.
Yalnız şunu da ifade edeyim, az önce söyledim bir yasanın yürürlükte olmasıyla, meşru olması farklıdır. Yürürlükteki kurallara göre hem meşruiyetini tartışacağız, hem de o kurallar içerisinde değişimi sağlayacağız. O kurallar içinde değişimi sağlayabilir miyiz? Elbette sağlayacağız. Önümüzdeki süreç içinde “Hayır” ın paydasını büyütürsek, demokrasiyi çok iyi anlatırsak, bunun gereklerini yerine getirirsek sonuç almamak mümkün değil, sonuç alacağız.
SAĞLIKLI VE TUTARLI BİR ANAYASAYI HEP BİRLİKTE İNŞA EDECEĞİZ
Yine Osman Bey konuşmasını yaparken pek çok krizden söz etti, enflasyonlardan, devalüasyonlardan söz etti. Bütün bu krizleri biz parlamenter demokratik sistem içinde çözdük. Eğrisi, yanlışı bir şekliyle çözdük. Parlamenter demokratik sistemin ciddi eksiklikleri var şu anda, biz onun da farkındayız. Giderilmeli mi? Evet, giderilmeli. Nasıl giderilmeli? 12 Eylül darbe hukukundan Türk Hukuk Sistemini arındıracaksınız. Siyasi partiler yasasından başlayacaksınız, meclisin iç tüzüğüne kadar tamamını değiştireceksiniz. Demokratik bir sistemi getireceksiniz. Siyasiler partiler yasası, siyasi partilerin finansmanıyla ilgili düzenlemeleri yapacaksınız. Bütün bunların hepsi yapılabilecek türden, bunların hepsinin alt yapısı da hazırlandı, kanun teklifleri de verildi. Dolayısıyla hazırlığımız da var.
Belki önümüzdeki süreçte şu soru bize sorulabilir, güçlü bir demokratik parlamenter sistemi için nasıl bir anayasa olmalı? Biz bunun mutfak çalışmalarını yaptık, büyük ölçüde tamamladık. Toplantılarını da yaptık bunu da büyük ölçüde tamamladık. Elimizde bir taslak da var. Ama biz hep şunu söyledik, bir anayasa bir partinin mutfağında asla hazırlanmaz. Önümüzdeki süreçte bu, bu değişikliklerin tamamı sivil toplum, sendikalar, meslek kuruluşlarının tartışmasına açılacak. Gerekirse hep birlikte, hepimiz sağlıklı ve tutarlı bir anayasayı birlikte kuracağız, birlikte inşa edeceğiz, birlikte yazacağız. Nasıl olmalı? Saadet Partisi de bunun içinde olmalı, ÖDP de bunun içinde olmalı, HDP de bunun içinde olmalı, Vatan Partisi de bunun içinde olmalı. Birlikte, hep beraber toplumun her kesiminin kabul edebileceği bir anayasa değişikliğini hayata geçirebiliriz. Kendi yol haritamızı kendimiz belirleyebiliriz, bu mümkün, bunu bize 16 Nisan gösterdi, 15 Nisan gösterdi. Demokrasi paydasında birden fazla sesin, birden fazla rengin bir araya gelip pekala ortak ses ve ortak renk gösterebileceğini bize gösterdi. O nedenle bizim çıkış yolumuz daha fazla çalışmak ve daha fazla anlatmaktan geçiyor, baskılara karşı direnmekten geçiyor daha fazla çalışmaktan geçiyor, vurmadığımız kapıyı vurmaktan geçiyor, konuşmadığımız insanla konuşmaktan geçiyor. Kavgasız, dövüşsüz ve ikna ederek karşıdaki arkadaşımızı, insanımızı, dostumuzu, eşimizi ikna ederek yolumuza devam etmemiz lazım.
Başkan izin verirseniz ben burada bitireyim. Efendim hepinize teşekkür ederim.
27.11.2024
27.11.2024
27.11.2024
27.11.2024