08.03.2022
08.03.2022
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu:
-"Kucaklaştığımız, tasada ve kıvançta birlikte olduğumuz, kadın - erkek ayrımının olmadığı bir Türkiye sözü veriyorum. İstanbul Sözleşmesi mutlaka yürürlüğe girecektir"
-"Kadınlarımıza şikayet ediyorum... Teklifi hazırladık, 400'e yakın kadın kuruluşuna gönderdik. Onlardan öneriler geldi, teklif son şeklini aldı. Meclis’e sunduk. Ama kadın milletvekilleri de dahil, AK Parti ve MHP tarafından reddedildi"
-"Ne olacak, mesela vekillerin kasaba gidip ‘Elektrik zammından memnun musun’ diye mi soracak? Çiftçiyle tokalaşıp ‘Hadi yine iyisin, gübreye yüzde 450 zam’ mı diyecek? Artık ne insan içine çıkabiliyorsunuz, ne televizyon kanallarınıza…"
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:
Yine bir grup toplantısından bütün Türkiye'yi selamlayalım. Bütün vatandaşlarımızı, nerede yaşıyorsa yaşasın bütün vatandaşlarımızı yürekten kucaklıyoruz. Onlara güzel bir Türkiye vaat ediyoruz; beraber yaşayacağımız, birlikte yaşayacağımız, beraber kucaklaşacağımız, tasada ve kıvançta beraber olacağımız, kadın-erkek ayrımının olmadığı, hiç kimsenin ötekileştirilmediği güzel bir Türkiye'de yaşamak istiyoruz. Bunun sözünü veriyorum ve mutlaka Türkiye kucaklaşacaktır, mutlaka Türkiye helalleşecektir, mutlaka Türkiye büyüyecektir, mutlaka Türkiye'ye demokrasi gelecektir ve mutlaka İstanbul Sözleşmesi yürürlüğe girecektir.
Teşekkür ederim. Değerli arkadaşlarım, aramızda atama bekleyen engelli öğretmenler var, hiç meraklanmasınlar. Tabi bizim arzumuz, engelli öğretmen arkadaşların atamalarının süratle gerçekleşmesi. Onlar böyle bir beklenti içindeler, biz de aynı beklenti içindeyiz. Boş kadrolar var, dışarıda atama bekleyen öğretmenler var, engelli öğretmenler var; bu atamaların zamanında yapılması ve öğretmenle öğrencinin kucaklaşması lazım. Bunu umarım kısa süre içinde yaparlar. Yapmazlarsa hiç meraklanmayın, az kaldı; sadece atama bekleyen öğretmen değil, engelli öğretmen değil, atama bekleyen ziraat teknisyeni de, ziraat mühendisi de, öğretmenler de, herkes görevinin başına, herkes. Boş kadro bırakılmayacak, herkesin atamaları adalet içinde gerçekleşecek.
Her ne kadar Covid biraz yumuşadı, efendim biraz azaldı gibi ya da maske takmakta biraz daha esnek davranıyorsak da, hepimizin dikkatli olması gerekir ama milletvekili arkadaşlarımız Türkiye'yi gezmeye devam ediyorlar. 2-4 Mart tarihleri arasında Erzurum, Bayburt, Gümüşhane ve Erzincan'a gittiler. Oradaki vatandaşlarla, esnafla buluştular, konuştular, sohbet ettiler, dertlerini dinlediler, uzun bir rapor hazırladılar. O raporun tamamını değil ama Erzurum'dan, Bayburt'tan, Gümüşhane ve Erzincan'dan birer esnafın görüşlerini okumak istiyorum size.
Manav esnafı Erzurum'da: "Elektrik 2000 lira geliyordu, bu ay 7500 lira geldi. Vatandaş 4 tane domates alabiliyor, artı kiloyla almak yok. 11 personel çalıştırıyordum, 7'ye düşürdüm. Kalkamıyorum altından, çünkü kazanç yok" diyor. Doğru söylüyor. Esnaf arkadaşımıza diyoruz, hiç meraklanma. Niçin? Geliyor gelmekte olan, hiç meraklanmasın.
Bayburt'ta bir esnaf arkadaşımız: "Bizim satış yapabilmemiz için avizelerimizi yakmamız, sergilememiz gerekiyor." Doğrusunu isterseniz bunu hiç düşünmemiştim. Gerçekten de normalde alanda gezerken avizeci varsa, avizelerini yakar ki ilgi duysun, vatandaş gelsin, beğendiği bir avizeyi satın alsın diye. "Yakmamız, sergilememiz gerekiyor ama maalesef yapamıyoruz. Tasarruf yapmamıza rağmen elektrik faturanız yüzde elli arttı" diyor Bayburt'taki kardeşimiz. Bayburtlulara sözüm; Bayburtlu kardeşlerim milletvekili istiyorum sizden. Bayburt'un büyümesini istiyorsanız, gelişmesini istiyorsanız, Bayburt'un gerçek anlamda il olmasını istiyorsanız ve Bayburt'ta işsizlik olmasın diye düşünüyorsanız, oyunuzu rengini değiştireceksiniz. Açık ve net söylüyorum; “Cumhuriyet Halk Partisi'ne halkın partisine, Millet İttifakı'nın bileşenlerine oy vereceksiniz” diyorum. O zaman göreceksiniz Bayburt tarihteki görkemli günlerine mutlaka kavuşacaktır. Ayrıca Bayburtlu Zihni'yi de unutmuş değiliz.
Gümüşhane'den bir kasap: "Dükkanım 20 metrekare. Daha önce 1600 lira elektrik faturası geliyordu. Bu ay 4948 lira fatura geldi. İnsanlar perişan. İlk kez bu yıl yarım tavuk alabilir miyim diyen müşterilerim var" diyor Gümüşhane'den. Sadece Gümüşhane'de değil, Türkiye'nin her coğrafyasında, her ilinde benzer bir tabloyu görmek mümkün.
Erzincan'da terzi esnafı: "Akşam oldu siftah yapamadım. 45 yıllık esnafım, böyle bir yıl görmedim. İş yok, satış yok ama sizlerden umudum var" diyor. Umudunu kaybetme terzi kardeşim; kaybetme, umudunu kaybetme. Bunların tamamını düzelteceğiz, tamamını düzelteceğiz.
Bir siyasal iktidar halkın oyuyla gelip iktidar olursa, verdiği sözleri tutması lazım. En temel sorun, verilen sözün tutulmamasıdır. Bu, vatandaşla siyasetçi arasındaki güveni temelden sarsar. Hele hele bu sözü en tepedeki insan söylemişse, sözünün arkasında durması lazım, "ben güvenilir bir insanım" demek için. 19 Ocak 2022, muhtarlar toplantısı yapılıyor, bugün de var Kadın Muhtarlar Toplantısı. Bizden 2-2,5 yıl gecikmeyle yapıyor. "Muhtar maaşlarının asgari ücretin altında kalmasına gönlümüz razı olmadı. Yaptığımız değerlendirme sonunda muhtar maaşlarını asgari ücret seviyesine, yani 4250 liraya yükseltme kararı aldık" diyor. Ne zaman? 19 Ocak 2022. Hâlâ yok, niye yok? Niye sözünü tutmuyor? Bütün muhtar kardeşlerime söylüyorum: Dün bazı muhtar arkadaşlar geldiler, onlarla konuştuk. Dedim ki, saraya davetlisiniz, gideceksiniz oraya, gidin oraya ama size söz verilirse şu soruyu sorun: "Bize asgari ücret maaşı sözü vermiştiniz. Bugüne kadar gerçekleşmedi. Bir yerde bir aksama mı var, yoksa siz unuttunuz mu? Yoksa parayı gene başkalarına mı kaptırdınız mı?" diye bir soru sorun bakalım, ne diyecekler? Bekliyoruz.
Anadolu'nun içi boşalıyor. Yatırım büyük ölçüde batıya kaydı. Eskiden Anadolu Kaplanları vardı. Eskiden Van diye güzel, görkemli bir ilimiz vardı. Hâlâ var Van Denizi'nin kenarında bütün ihtişamıyla, tarihiyle, coğrafyasıyla duruyor. Ama maalesef biraz boynu bükük. Çünkü sınır ticaretinde ciddi kısıtlamalar gelmiş vaziyette. Sadece Van için değil, bütün sınırlarda bulunan illerimizin, diğer ülkelerle sınır ticareti yapması, zenginleşmesini isteriz. Kilis bunun çok tipik bir örneğidir. Dolayısıyla bunun yaygınlaşması, yasal zemine oturması, hem Türkiye'deki insanların, hem sınır komşusu olan diğer ülkelerdeki insanların zenginleşmesi, diyaloğu kurmaları, gelip gitmeleri bizim açımızdan çok değerlidir. Bu kısıtlamalar var, biliyorum. Geçenlerde Van İl Başkanımız geldi, "ne olursunuz bu konuyu bir daha gündeme getirir misiniz?" diye ifade etti. Buradan bütün Vanlı kardeşlerime sesleniyorum: Hiç meraklanmayın. Van'ın tarihini de, coğrafyasını da turizm alanında yükselteceğiz, iyi bir noktaya taşıyacağız. Vanlı iş insanı İran'la ve diğer komşularla ilişkilerini büyütecek, geliştirecek. Dolayısıyla Van'ın kahvaltısını her yabancının da ayrıca tatmasını isterim. Bunun altyapısını yapmaya, Van'ı gerçek anlamda büyütmeye bu kürsüden söz veriyorum Vanlı kardeşim.
Efendim dedik ya, verilen sözlerin tutulması lazım, tutulmazsa da doğru olmaz. Az önce söyledim: Muhtar maaşı bu kadar olacak diyor ama sözünü yerine getirmedi. O zaman muhtarların üzerine bir görev düşüyor. Ne görevi düşüyor? Sandığa gittikleri zaman "sözünde durmayan politikacıya ben oy vermem" diyecek. "Sözünde durmayan politikacıya asla oy vermem" diyecek. "Bugün beni kandırdı, yarın toplumun çok daha geniş bir kesimini kaldırabilir" diyecek ve oyunu vermeyecek.
Sağlıkçılar için de bütçeden önce bir torba kanun gelmişti. Torba kanun içine Sayın Sağlık Bakanı aradı, dedi ki: "Genel kurulda görüşülecek. Biz Genel kurulda görüşülürken malum pandemi dolayısı ile sadece sağlıkçılar büyük özveride bulundular; günlerce, haftalarca çocuklarını göremediler, evlerine gidemediler, otellerde kaldılar, günün 24 saati çalıştılar. Onlara en iyisi aylıklarına zam yapalım" dediler. Güzel, pratisyen doktorlara 2500, uzman doktorlara da 5000 lira maaşlarına zam yapılacaktı. Biz tamam dedik, eksiklik var. Normalde bütün sağlık çalışanlarını kapsaması lazım ama her halükarda eğer böyle bir teklif gelirse, biz buna destek vereceğiz. Geldi, desteğimizi de açıkladık, söyledik fakat dediler ki: Bunu bir görüşmemiz lazım. İyi peki, görüşün. Yukarıya tekrar komisyonlara gitti, bütün sağlık çalışanlarını kapsasın; eyvallah dedik. Bütün sağlık çalışanlarını kapsarsa veterinerler de dahil, o zaman çok daha güzel bir tablo çıkar, parlamento da pandemi döneminde çalışan bütün sağlıkçılara karşı bir vefa borcunu yerine getirmiş olur. Gitti komisyona, komisyondan çıkmadı. Hatta komisyondan gelir diye cuma, cumartesi, pazar da Parlamento çalışma kararı almıştı ama bir türlü gelmedi. Sonra sağlıkçılar ile ilgili maddeler tümüyle çıkarıldı, torba Kanun geldi ve o şekliyle geçti. Aralık ayının 21'inde sağlıkçılar olmaksızın teklif Parlamento’dan geçti.
Değerli arkadaşlar; tam 4 ay geçti, sağlıkçılarla ilgili verdikleri sözü tutmadılar. Buradan da bütün sağlıkçı kardeşlerime söylüyorum muhtarlara söylediğim gibi: Bir politikacı verdiği sözü tutmazsa, o politikacının mensup olduğu partiye oy vermeyeceksiniz kardeşim, bu kadar açık, bu kadar net, oy vermeyeceksin. Efendim "bizi kandırsın, biz kandırılmaya alıştık" diyorsanız, devam edin. O zaman demokrasi yok, özgürlük yok, geçinemiyorum diye dert yanmayın, dert yanmayacaksınız o zaman. Kendi geleceğinizi, kendi iradenizle belirleyeceksiniz. Size yalan söyleyen, sizi kandıran siyasetçiye izin vermeyeceksiniz.
Yönetemiyorlar dedik ya, gerçekten enteresan. Şimdi 1939 yılında zeytinler ile ilgili bir kanunumuz var, temel bir kanun; bir ağaç için, bir ağaç türü için çıkmış bir kanun. Fakat AK Parti iktidar olunca bu zeytin ağaçlarını karşı bir alerjisi var. Ne yapacağım? “Bu zeytin alanlarını bir şekliyle ranta açacağım.” İlk kanun 3.7.2009'da geldi, görüşüldü fakat sonra Meclis'ten tepkiler geldi. Ak Parti milletvekilleri de bölgelerine gidemediler, zeytini olan bölgelerine giremediler. Dolayısıyla bunu geri çektiler, güzel. Aradan bir süre geçti, bu sefer 21.4.2010'da aynı kanun teklifi bir daha geldi. Tasarı değil, bakın Bakanlar Kurulundan geçen değil. Böyle bir araya bir önergeyle filan sokuyorlar. O da geldi, o da Meclis'te tartışıldı, zeytinlerin, zeytinin, zeytinyağının ne kadar değerli olduğu anlatıldı, o da geçmedi; bekletildi ve geri çekildi. Sonra 16.6.2014'te bir daha geldi, 17.5.2017'de bir daha geldi, 14.2.2019'da bir daha geldi. En son 5.10.2020'de bir daha geldi ve her seferinde Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde görüşülürken vicdan sahibi AK Partili milletvekillerinin de itirazı üzerine genel kurulda görüşülmeden bunların tamamı geri çekildi. Rant tatlı, rantiye de çok güçlü, en büyük gücünü sarayda gösteriyor ve tuttular kanunla yapamadıklarını bir yönetmelikle yaptılar ve açtılar, ranta açtılar. Şimdi bunun üzerine bütün sivil toplum örgütleri davalar açtı, bizler de dikkatle değerlendiriyoruz.
Değerli arkadaşlarım; insan bazen şaşırıyor. Nükleer enerji düzenlemesi vardı Parlamento’da geçen hafta görüşüldü. Orada bizim yaptığımız, Cumhuriyet Halk Partili milletvekili arkadaşlarımızın yaptığı ciddi itirazlar vardı. Bir Nükleer Düzenleme Kurumu kurulacak ve bu kurumun da başında ve üyelerinin liyakat sahibi olmaları lazım. Yani enerji nedir? Nükleer enerji nedir? Nükleer enerjinin artıları nedir, eksileri nedir? Nasıl yapılır? Hangi önlemler alınır, vesaire. Bu işin uzmanı olmak lazım. Yani nasıl ameliyathaneye giren cerrah o işin uzmanıysa, Nükleer Düzenleme Kurumu’nda yer alacak kişilerin de uzman kişilerden olması lazım. Bu konuda önergelerimiz verildi, önergeler tartışıldı fakat her seferinde reddedildi. Anayasa hukukçusu Hocamız Kaboğlu: "Ya bunlar bunu böyle yaptılar ama ya bunlar bir düzenleme yapar, bir yönetmelikle ya da bir kararnameyle kendilerine göre bir kurum oluştururlarsa" diye sorduğunda, Sayın Özgür Özel demiş ki: "Ya yapamazlar" demiş. "Hayır, yani bunlar isterlerse yaparlar. Çünkü kanun yok, Anayasa yok, hiçbir şeye inanmıyorlar bunlar; ben yaparım, oldu bitti." Ve nitekim kanunun yayınlandığı gün Nükleer Düzenleme Kurumu ile ilgili düzenleme de Resmi Gazete'de yayınlandı. Şu anda nükleer kelimesinin n’sini dahi bilmeyen bir kişiyi oraya atamak mümkün. Bir daha ifade edeyim, nükleer kelimesinin n’sini dahi bilmeyen bir kişiyi oraya atamak mümkün.
İki: Eğitim düzeyi ne olursa olsun hiç önemli değil, istediği kişiyi, istediği yere Erdoğan atayabilecek. Ya devlette adalet, devlette liyakat, bunların tamamı unutulmuş vaziyette. Anayasa Mahkemesi'nin kararı dolayısıyla bu geldi, iptal kararı vermişti. Şimdi bunun için de gene Kaboğlu Hocamıza görev düşüyor, Anayasa Mahkemesi'ne itiraz dilekçemizi hazırlayacağız. Ne için? Devlette liyakat için liyakat. Devlette ahlakı sağlayan liyakattir, erdemdir, irfandır, bilgidir, birikimdir. Siz bunların tamamını bir tarafa atıyorsunuz, "ben istediğim kişi istediğim yere tayin ederim" diyorsunuz. Olmaz olmaz, devlet böyle yönetilmez. Devlet akılla yönetilir, bilgiyle yönetilir, bilgiyle, birikimle yönetilir, adaletle yönetilir ama bunlar böyle yapıyorlar. Ama aşacağız, hiç kimse merak etmesin, hepsini aşacağız.
Efendim, bugün 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, Emekçi Kadınlar Günü. Emekçi kadınlar, emeğiyle geçinen kadınlar, çalışanlar, hayatın kahrını çeken kadınlar, evladı işsiz olduğu için iş arayan kadınlar, üniversiteyi okutup mezun olduktan sonra oğluna, kızına iş bulamayan ve onun dramını yaşayan kadınlar; gece sokağa rahat çıkamayan, gezemeyen kadınlar ve yılın bir günü, evet sadece yılın bir günü bütün kadınlar acaba bir araya gelip bir yürüyüş yapabilir miyiz? Kendi haklarımızı, kendi beklentilerimizi topluma duyurmak için bir araya gelip bir yürüyüş yapabilir miyiz diye düşünen kadınlara yasak getiren erkekler... Demokrasinin ne olduğunu bilmeyenler... Kadının haklarını ellerinden almaya çalışanlar, Anayasa'nın kadınlara verdiği hakları ellerinden almaya çalışanlar, bunlar var.
Ve Ukraynalı kadınlar... Televizyonlardan görüyorsunuz, gazetelerde görüyorsunuz, dergilerde, sosyal medya hesaplarında görüyorsunuz; kucaklarında küçük çocukları, bazen ellerini tutarak, bazen çocuk babayla veya diğer yakınlarıyla vedalaşırken ağlayarak görüyorsunuz. Dolayısıyla o dramı dünya hak etmiyor, insanlık hak etmiyor. O dramın sonlandırılması lazım, tarafların bir araya gelip uzlaşmaları lazım. Ölen insanlar, ölen kadınlar, ölen çocuklar ve acımasız bir şekilde öldürülüyorlar, silahla öldürülüyorlar, bombayla öldürülüyorlar. 21’inci Yüzyıl'ın dünyası böyle bir vahşeti kabul etmiyor, etmiyoruz. Dolayısıyla kadınlar hayatın kahrını çekiyorlar, kadınlar pek çok sıkıntıya giriyorlar ama dirençle hayata sarılmasını da biliyorlar, zorlukları aşmasını da biliyorlar. Kadınlarla ilgili olarak, biz kadınların hayatın her alanında güçlü bir şekilde yer almalarını istedik. Kadınların siyasette de yer almalarını istedik ve dedi ki: Parlamentonun yarısı kadın, yarısı erkek olsun. Siyasi partiler yasasını değiştirelim, artı fermuar sistemini getirelim; dolayısıyla parlamentonun yapısı, bizim nüfus yapımızı göstermiş olsun. Ülkemizin nüfusunun yarısı erkek, yarısı kadın. Teklif hazırlandı, 400'e yakın kadın kuruluşuna gönderildi, onlardan öneriler geldi, teklif son şeklini aldı, genel kurula indirdik. Genel kurulda -açık ve net ifade edeyim, kadın kardeşlerime ifade edeyim; geçmişte AK Parti'ye veya MHP'ye oy veren kadın kardeşlerime ifade edeyim- size sağlamak istediğimiz bu teklifi AK Parti'nin ve Milliyetçi Hareket Partisi'nin milletvekilleri, kadın milletvekilleri de dahil reddettiler. Size şikayet ediyorum. Kadınlara şikayet ediyorum.
Şiddeti önlemeye yönelik önlemler geldiğinde her türlü desteği vereceğiz, bu konuda herhangi bir endişemiz yok. Size bir küçük not vereyim efendim: 2019 yerel seçimlerinde Ak Parti ve Milliyetçi Hareket Partisi'nin İstanbul, Ankara, Adana, Antalya ve Mersin Büyükşehir Belediyelerini, ayrıca Ardahan, Artvin, Bolu, Bilecik ve Kırşehir il belediyelerini aldık. Aldık da ne oldu kadınlar açısından? Şöyle ifade edeyim; beş büyük il belediyesinde, büyükşehir belediyesinde kadın sayısı 20 binden, 26 bin 731'e çıktı. Yani yüzde 28,9 kadın çalışan sayısı arttı. Bir sefer bu kadınlara verdiğimiz, onların emeğine, alın terine verdiğimiz önemi gösteriyor. Aynı belediyelerimizin çalışan değil, yönetim kadrolarında görev alan kadın sayısı da 390 dan, 746'ya çıktı. Yani yönetim kadrolarında kadınların yönetim kadrolarında gelmelerinde ki oran %91,2 artış gösterdi. Kadınlar daha yetkin bir yerde, daha güçlü bir şekilde belediyeleri yönetmeye başladılar ve kadınlar desteklediği sürece parlamentoda karşılaştıkları bütün sorunları beraber güç birliği içinde çözmeye hazır olduğumuzu da bütün kadın kardeşlerime ifade etmek isterim.
Efendim, hayat pahalılığını en çok, o dramı en çok yaşayanlar kadınlardır. Bir çocuğu, bir evladını yatağa aç yatıran bir anne ve ekmek arasına bir şey koyamadığı için salça sürüp evladına veren bir annenin dramını kimse anlayamaz ve Türkiye'nin bu acı tablodan süratle kurtulması lazım. Süratle kurtulmanın yolu da sandığın gelmesi lazım. Sandığı getirmekte direniyorlar ama gün olacak ve bunlar mecburen sandığı getirecekler ve biz Türkiye'nin kaderini kadın-erkek hep birlikte değiştireceğiz.
Hayat pahalılığı, felaket bir şey. Az önce 4 ilden birer kişinin yaptığı açıklamaları, aslında kalın bir rapor var. Aylardır söyledim, gıda krizi geliyor diye. Aylardır, bakın aylardır söylüyorum gıda krizi geliyor, önlem alın diye. Aylardır söylüyorum, ben görüyorum, iktidarda değilim, devlet bana bağlı değil, devletin organları bana bağlı değil ama ben gerçekleri görüyorum 27,5 yılını kamuya vermiş bir kişi olarak, devleti yönetenler devletten habersiz, bürokrasiden habersiz. Gıda krizinin geleceğini bilmiyorlar, görmüyorlar. Kış ayları geliyor, bakın insanlar doğalgaz faturalarını ödeyemeyecek, insanlar elektrik faturalarını ödeyemeyecek, insanlar kömür alamayacak, odun alamayacak, ısınamayacak; aman bir karakış fonu kurun, çocuklar yatağa aç girmesin diye defalarca, defalarca söyledim yine yapmadılar. Ama Cumhuriyet Halk Partili belediyeler bunların tamamını yaptılar. Karakış fonlarını kurdular, doğalgaz ödeyemeyecek durumda olan ailelerin doğalgaz faturalarını ödediler, elektrik faturasını ödeyemeyecek durumda olan ailelerin elektrik faturalarını ödediler, çocuk gıda yardımı başta olmak üzere eğer bir yardım gerekiyorsa, bir telefonla her türlü yardım kendilerine ulaştırıldı. Dolayısıyla ben yine tekrar hepinizin huzurunda Cumhuriyet Halk Parti Genel Merkezi'nin aldığı bu kararı uygulayan, hayata geçiren, kendi bulunduğu belediye sınırları içinde hiçbir çocuğun yatağa aç girmediği bir tabloyu yaratan belediye başkanlarımıza hepinizin huzurunda teşekkür ederim.
Belediye başkanlarımıza bunu söyledik, yapıyorlar, başarıyla yapıyorlar ve sürdürüyorlar. Ne diyorlardı? "Sakın CHP'ye oy vermeyin." Niçin? "Gelirse yardımlar kesilir. Sakın oy vermeyin, şöyle olur, böyle olur." Bütün bu algının nasıl yıkıldığını, nasıl yok olduğunu hepimiz gördük ve hepimiz bu yanlış algının da tanığı olduk. Ama bunlar tam tersini yaptılar, zam üstüne zam yaptılar, enflasyon sopasını fakirin fukaranın sırtında kırdılar. Gerçekten müthiş acı bir tablo. Geçinemeyen, geliri olmayan kişilerin nasıl bu tabloya getirildikleri ya da bu duruma nasıl getirdiklerini hepimiz üç aşağı beş yukarı yaşayarak öğrendik.
Bakın son TÜRK-İŞ'in rakamlarını açıklayayım: Asgari ücret 4253 lira. Güzel. Açlık sınırı 4552 lira 56 kuruşa çıktı, asgari ücretin üstünde açlık sınırı var. Yoksulluk sınırı 15 bin 139 lira 90 kuruş Şubat ayı rakamları. Yani bütün asgari ücretliler şu anda açlık sınırının altında ücret alıyorlar. Geçen hafta söylemiştim, rakamları yayınladılar "Türkiye yüzde 11 büyüdü" diye ve şu soruyu sormuştum: Kim yüzde 11 büyüdü, kim? Esnafa soruyoruz büyümemiş, apartman görevlisine soruyoruz büyümemiş, kasaba soruyoruz büyümemiş, taksi şoförü "hayır" diyor, kamyon şoförü "ne büyümesi, mazot aldık eziliyoruz." Kantinciye soruyorum, o da aynı şeyi söylüyor. Kim o zaman büyüyen? Esnaf büyümedi, kim büyüdü? Çiftçiye soruyorum, "dalga mı geçiyorsunuz?" diyorlar. "Gübreye ödediğimiz faturaları biliyor musunuz?" diyorlar, "ilaca ödediğimiz faturaları biliyor musunuz?" diyorlar.
Kimse büyümedi, kim büyüdü? Beşli çete. Onlara ne dedik en son? Oligarklar dedik. Orada da, Rusya'da da var oligarklar; bizim oligarklarımız da bu beşli çeteler. Bu beşli çeteler yüzde 11 değil, yüzde 50, yüzde 40, yüzde 100, yüzde 300 bunlar büyüdüler. Milyonlar fakirleşirken maalesef onlar büyüdüler.
Efendim, bütün bunların sorumlusu kim? Bir daha sorayım: Bütün bu olayların sorumlusu kim? Bir sorumlu olması lazım. Yani bu kadar zam yapan birisinin olması lazım, bir şey olması lazım. Kim yaptı bu zamları mesela, kim yaptı? Milyonlarca, yüzbinlerce esnafı kim perişan etti, niye esnaflar kepek indirmeye başladı? Kim yaptı bunu? Çiftçiyi toprağına kim küstürdü? Çiftçi neden ekmiyor, neden üretmiyor, neden alın terinin karşılığını alamıyor? Kim yaptı bunu? Milyonlarca insandan 84 milyondan vergi topluyorsun, bir avuç insana veriyorsun. Onlar yüzde 11 büyüyor, milyonlar fakirleşiyor; kim yaptı bunu? Kim bunu sağladı? Bunların cevabını ben vermeyeyim. Şimdi ben söylersem diyecek ki: "Bay Kemal gene şunu yaptı." Onun için ben bunu cevabını vermeyeyim. Bunun cevabını vermeyeyim, bunun cevabını bakalım kim verecek? Kim yaptı bütün bunları? Evet izleyelim beraber.
Teşekkür ederim arkadaşlar. Demek ki memleketi bu hale hükümet getirdi. En yetkili isim söylüyor, ben söylemiyorum. En yetkili isim, en tepedeki insan söylüyor. Fakir fukarayı açlığa kim mahkum etti? "Bu hükümet" diyor, “bu hükümet" diyor. Konteynırlardan aylardır söylüyorum çöp toplayan, yiyecek toplayanlar var. Kim yaptı bunu? "Bu hükümet" diyor. Hükümetin tepesindeki kişi kim? Az önce konuşan zat, az önce konuşan zat. Şimdi bu itiraf son derece değerli bir itiraftır. Bunu özellikle AK Parti'ye oy veren kardeşlerimin dikkatle birkaç kez dinlemelerini isterim, Milliyetçi Hareket Partisi'ne oy veren kardeşlerimin de dikkatle dinlemelerini isterim. Kim getiriyor ve bu işin sorumlusu kimdir? Bunlar... Oysa aylardır söylüyorum, yanlış yapıyorsunuz diyorum, yapmayın böyle diyorum, böyle yaparsanız milleti perişan edersiniz diyorum, fakiri fukarayı perişan ederseniz diyorum, önlem alın diyorum, önlem almakta yetersizseniz, hangi önlemlerin alınması gerektiğini öğrenmek istiyorsanız size tek tek sayıyorum diyorum ve sayıyorum da onlara. Yaparsan sen kârlı çıkarsın diyorum, ben değil sen yapacaksın, senin iraden var, sen yönetiyorsun, sen hükümetin başındaki kişisin, yap bunları diyorum.
Değerli arkadaşlarım, şu soru akla gelebilir: "Efendim, son zamanlarda böyle oldu, eskiden böyle değildi. İlk geldiklerinde çok iyi yönettiler." Onun da cevabını vereyim. İlk geldiklerinde satmadıkları fabrika bırakmadılar, paraları aldılar, ceplerini doldurdular. Telekom'undan tut, Etibank'ın dan tut, Sümerbank'ın dan tut, dağıtım şirketleri, iletim hatları, bilmem ne tamamını sattılar. Milyarlarca dolar para aldılar. Yetti mi? Yetmedi, milyarlarca, katrilyonlarca vergi topladılar. Yetti mi? Yetmedi, onu da yaptılar. Sonra Merkez Bankası'nı 128 milyar doları var, onu da iç ettiler, o da gitti. Yani işin doğrusu ya da Türkçesi; deniz bitti, kara göründü, satacakları bir şey kalmadı. Milli Piyango'yu da en son sattılar, şimdi arazileri satıyorlar, "acaba nasıl yapacağız?" diye.
Devleti yönetmesini bilmiyorlar. Haydan gelen huya gider diye bizim çok güzel bir atasözümüz var. Devleti yönetemediler. Demediler, "ya sattık ama yerine şunu yapalım." Şimdi diyecekler ki: "Efendim şehir hastaneleri yaptık, havaalanı yaptık, otobanları yaptık." Onları sen yapmadın, onları başkaları yaptı, parasını hâlâ biz ödeyeceğiz. Sadece biz değil, bizim torunlarımız da ödeyecek o parayı. Bu kadar, bu kadar sorumsuzca hareket ettiler ama bu kardeşinizin millete verilmiş bir sözü var: O haramzadelerden milletin hakkını hukukunu kesinlikle alacağım ve tamamını bu millete vereceğim. Hiç kimse endişe etmesin.
Şimdi gene iyi niyetle neler yapmaları gerektiğini anlatayım. Şimdi kim zam yaptı, derhal müfettiş gönderelim, polis gönderelim, efendim zabıta memuru gönderelim, denetleyelim. Ya bunlar tarih de bilmiyorlar, tarihte bunlar çok yapıldı. Bu işler denetimle, sopayla falan olmaz. Bir sefer ilk yapacağın iş, bunların tamamını geri çekeceksin. Hiç kimse bilerek böyle büyük zamları yapmaz ki. Esnafa diyorsun suya niye zam yaptın? Ne yapsın, zamlı alıyor. Elektriğe zammı sen yapıyorsun, doğalgaza zammı sen yapıyorsun, motorine zammı sen yapıyorsun; benzine, tüp gazıydı hepsine zammı sen yapıyorsun. Dönüyorsun vatandaşa: "Sen sakın zam yapma." Ne yapacak bu adam? 10 liraydı, 20 liraya alıyor, 21 liraya da satacak, bari bir lira da kâr elde etsin bu adam. Bu müfettiş tayfasını, zabıta tayfasını; bir, derhal geri çekeceksin. Bak ne kadar güzel bir öneri, geri çek.
İki; Tarım Kanunu'nda çok açık bir hüküm var. Diyor ki: "Her yıl milli gelirin en az -altını çiziyorum- yüzde biri oranında çiftçiye destek verilir." Bunu vereceksin kardeşim, kanunun gereğini yerine getireceksin. Çiftçinin bu hükümetlerden 229 milyar lira alacağı var, eski parayla 229 katrilyon lira alacağı var yüzde 1 verilmediği için. Nasıl vereceksin? Bütçeye koyacaksın, Ziraat Odaları Birliği Başkanı'nı çağıracaksın, "bak kardeşim yüzde biri budur" diyeceksin. Bu paranın kimlere nasıl harcandığının hesabını Ziraat Odaları Birliği'ne vereceksin. Çalışacaksın bütün ziraat odası başkanlarını, "bakın yüzde bir teşviki şöyle dağıttık, şuralara şöyle dağıttık" diye açıklayacaksın.
Üç; çiftçinin Tarım Kredi Kooperatifi’nden ve bankalardan çektiği krediler var. Çiftçi zor durumda, sen teşvik edeceksin, diyorsun ki: "Sana borç para veriyorum faiziyle." Ya kardeşim ben zaten gırtlağıma kadar batmışım. Sen bana niye borç para veriyorsun? Bana destek vermen lazım. İlk yapacağı iş gene çiftçinin Ziraat Bankası'ndan veya diğer bankalardan veya Tarım Kredi Kooperatiflerinden aldığı kredilerin faizlerini sileceksin. "Efendim ben bunu nasıl sileceğim?" dersen, 229 milyar lira çiftçinin alacağı var, oradan mahsup edersin; oradan mahsup eder, dersin ki: "Ben buradan mahsup ediyorum." Bakın aynı zamanda ona muhasebede nasıl yapması gerektiğini de anlatıyorum. Belki bunu da bilmiyordur, belki bunu da beceremiyordur; ki eskiden muhasebecilik yaptığını da söylüyordu. Nasıl yapmışsa...
Dört; çiftçinin mazot zamlarından sonra traktörünü kullanamaz hale geldiğini hepimiz biliyoruz. Ne diyorlardı? "Mazotu doldur; yarısı sizden, yarısı bizden" diyordu, değil mi? Bu sözü verdin mi? Verdin. Seçim öncesi verdiniz mi? Seçim öncesi verdiniz. O zaman kardeşim diyeceksin ki: "Ben AK Parti'nin genel başkanı olarak verdiğim sözün arkasında her zaman dururum. Madem ki biz böyle bir söz verdik, traktöre dolacak olan mazotun yarısını sen ödeyeceksin, yarısını da ben ödeyeceğim devlet olarak" diyeceksin. O zaman ben derim ki, helal olsun, verdiği sözü tuttu. Tutar mı? Tutamaz efendim, tutamaz. Çünkü beşli çete izin vermez, onlar doymuyorlar bir türlü, doymuyorlar. İktidarı belirleyen,iktidarın üzerindeki en büyük güç beşli çetedir. Beşli çetedir, diğerleri değil yani. Milyonlar bir tarafa, beş kişi bir tarafa.
Beş; tarımsal sulamada kullanılan elektrik, elektriği de alma kardeşim ya, elektriği bedava ver. Adam üretecek ya, buğday üretecek, arpa üretecek, yulaf üretecek, mercimek üretecek, nohut üretecek, bakla üretecek, fasulye üretecek, üretecek ya... Dışarıdan satın alacağına bu adam üretecek, elektriği buna bedava ver. Ne olur yani bedava versen?
Değerli arkadaşlarım; Şanlıurfa'ya gittim, Şanlıurfa'ya söyledim, bir daha söyleyeyim Şanlıurfalılar duysun diye dedim: 2 milyon 300 bin dönüm taşlık arazi var. Büyükşehir belediyesini bize verin, bütün çiftçilere elektriği bedava yapacağım, buraya güneş santralleri kuracağım diye söyledim bunu. Önce dediler, bu olmaz falan filan. Şimdi diyorlar ki, "bu proje, bizim projemiz." Proje benim, hatırlatıyorum sana, yap o zaman. "Sen yapamazsın?" diyor. Diyarbakır'a gideceğim, aynı şeyi Diyarbakır'da da söyleyeceğim, Diyarbakır'da da aynı şeyi yapacağız. Diyarbakırlı çiftçiye de, Urfalı çiftçiye de güneş enerjisi üzerinden elektriği bedava vereceğiz. "Nasıl yapacaksın?" diyorsan, buradan açık ve net çağrı yapıyorum. Nasıl yaptığımı öğrenmek istiyorsan, bakanlık engel olmasın, bütün taleplerimizi yerine getirsin; sen de gel, seni de davet edeceğim, beraber açacağız. Sen yönetemiyorsun, yönetmeyi bilmiyorsun, yönetmeyi bilmiyorsun.
Efendim, yüzde 18 KDV'yi, tarımda kullanılan elektrikte KDV'yi yüzde 8'e indirmişler, arkasından da yüzde 102 zam yapmışlar. Bunlarda vicdan da yok ya. 18'den 8'e indirdim diyor KDV'yi, “bak ne büyük fedakarlıklar yapıyorum.” Arkayı dolanıyor, yüzde 102 zam yapıyor. İnsaf ya, bunlardan vazgeçeceksin
Altı; devlet destekleme alımlarında yeni bir yöntem, onu da söyleyeyim. Yaz bir tarafa, yazmaya meraklı mı bilmiyorum. Artık öyle taban fiyat falan filan değil, yapılacak uygulama çok basit bir formül: Maliyet, artı makul kâr, eşittir taban fiyat. Bir daha ifade edeyim: Buğday mı ektiniz, arpa mı ektiniz, yulaf mı ektiniz, mercimek mi ektiniz, ne ektiyseniz veya besici misiniz maliyet bellidir zaten. Çağırırsınız herhangi bir uzmanı; sulu arazi, susuz arazi hepsini çıkarır. Dönümün maliyeti nedir; gübresi, elektriği neyse bunların maliyeti çıkar. Üzerine makul bir kâr koyacaksın, eşittir taban fiyat diyeceksin. Bu fiyatın üstüne satıyorsan sat, ihraç ediyorsan ihraç et; altına düşerse devlet olarak ben alacağım. Çiftçim açsa, çiftçimi zarar ettirmeyeceğim, çiftçi zarar etmeyecek, bunu söyleyeceksin.
Şimdi bu söylediklerimden Allah aşkına hangisi akıl dışı? Hepsi makul mü? Makul. Hepsi doğru mu? Doğru. Devlet böyle mi yönetilir? Devlet böyle yönetilir. Bazen soruyorlar, diyorlar: "Efendim siz hep eleştiriyorsunuz, hiç öneri getirmiyorsunuz." Hangi sorun varsa, önerimiz de vardır. Hiç kimse endişe etmesin. Akılcı, mantıklı, maliyeti hesaplanmış, devletin bütçesini, gelirini, giderini hesaplayan önerilerimiz var. Öneriler hayata geçtiğinde herkes kazanmış oluyor. "Efendim para var mı bütün bunları yapmak için?" Beşli çeteye gelince para var, çiftçiye gelince niye yok? Sen vergi veriyorsun, o da kur korumalı mevduat sistemi getirdiler. Binlerce doları olan kim? Esnaf mı, bakkal mı, taksici mi, tır şoförü mü, kamyon şoförü mü, apartman görevlisi mi, asgari ücret mi? Yok; bunların sayıları belli 100 bin-150 bin. Bankaya götürüyorsun, parayı yatırıyorsun, diyor ki: "Bir sefer kur yükselirse sana para vereceğim. İki; para vereceğim ama ayrıca buradan faiz geliri elde ediyorsan onu da vergiden muaf tutacağım" diyor. Çifte kaymak mı diyorlar… Oraya gelince para var, çiftçiye gelince para yok. Oraya gelince para var, esnafa gelince para yok. Dolayısıyla artık buradan da Türkiye'nin çıkması lazım. Hele Londra'daki tefecilere verdikleri para müthiş. Diyorlardı ya, "biz faize karşıyız." Bütün faizciler bayram ediyor, hepsi. Böyle karşı marşı falan, hepsi hikaye. Kimin faizi düştü? Bankadan kredi alıp da kullanan kimin faizi düştü veya gitsinler, baksınlar, kredi alsınlar bakalım; düşük faizle mi alıyorlar?
Efendim, yönetemiyor dedim. Öyle bir noktaya geldiler ki, halkın arasına da çıkamıyorlar. Şimdi geçenlerde konuşmuş beyefendi: "Yaptıklarımızı vatandaşlarımıza anlatın." Böyle bir talimat vermiş. Senin yaptığını nasıl gidip vatandaşa anlatacak? Kasaba gittin; "efendim elektriğe yüzde 102 zam yaptık, memnun musun?" Ne diyecek şimdi? Ne diyecek şimdi? Ya akıl alacak şey değil. Veya çiftçiye gidecek: "Nasılsın kardeşim? Bak bir de sevin, bir de gübreye biz yüzde 450 zam yaptık,iyi mi? Ne kadar memnunsun, gel tokalaşalım." Ya bunlarda akıl da yok ya, valla akıl da yok. Yönetim nedir, onu da bilmiyorlar. O kadar akıllarını kiraya vermiş bir grup var ki, televizyon ekranlarına bakıyoruz fırsat buldukça. Şimdi AK Partili milletvekilleri televizyonlara çıkamıyorlar, ne diyecekler televizyonda? Onların yerine kalemlerini saraya kiraya vermiş gazeteciler çıkarıyorlar. Onlar da ölümüne AK Parti'yi savunuyor, ölümüne. Kardeşim sen gazeteci misin, sen siyasetçi misin? Bir de altına yazıyorlar: Gazeteci. Sakın o gazeteci yazanlara inanmayın, onların altına gazeteci yazıyorsa bilin ki o bir tetikçidir. Tetikçi yazacaklar...
Eğer yaptıkları iş doğruysa, halk da destek veriyorsa, çıkarsın televizyonlara sonuna kadar yaptığını savunursun: "Ben bunları yapıyorum, halkın çıkarı buradadır" dersin. Televizyona çıkmaktan korkuyor, sokağa çıkmaktan korkuyor. Onların yerine gazeteci tetikçiler bulmuşlar, televizyonlara çıkarıyorlar, onlar da inadına -ya da neyse parasına- savunuyorlar. Parayla düşünce ifade etmek doğru değil, ahlaki de değildir.
Hepinize saygılar sunuyorum.
23.11.2024
23.11.2024
23.11.2024
22.11.2024