08.01.2019

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU (8 OCAK 2019)

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU (8 OCAK 2019)
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, "Saraydaki kibir abidesine soruyorum, çok açık ve net cevap istiyorum senden; seçimlerden sonra IMF’nin ayağına gidip el etek öpecek misin, öpmeyecek misin?" dedi.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle: Arkadaşlar, hepiniz hoş geldiniz, şeref verdiniz, onur verdiniz.


Sevgili vatandaşlarım, bizleri televizyonları başında izleyen sevgili vatandaşlarım; Cumhuriyet Halk Partisi grubundan, inancı kimliği ve siyasal görüşü ne olursa olsun bütün vatandaşlarıma güzel bir yıl diliyorum, huzurlu bir Türkiye diliyorum. Hepinizi sevgiyle saygıyla selamlıyorum.
Kavgadan yana değiliz, huzurdan yanayız, birlik olmaktan yanayız. Düşüncelerimiz farklı olabilir, ama düşüncelerimiz farklı diye düşman olmanın gereği yoktur, kavga etmenin gereği yoktur. Biz şuna inanırız, atalarımızdan miras kalan bir deyime inanırız; “akıl akıldan üstündür.” Herkesi dinleyeceksiniz, herkesin sözü değerlidir, yeter ki iyi niyetle bunlar dile getirilmiş olsun. Ama şimdi yapacağım konuşmada sorular da soracağım. Bu sorular salt kişisel olarak benim sorularım değil, ben bu soruları millet adına soracağım.  
Türkiye’nin içinde bulunduğu tablo hoş bir tablo değil. 2018’i geride bıraktık, acısıyla tatlısıyla, hüznüyle sevinciyle 2018’i geride bıraktık. 2019 bir umut yılı olsun diyoruz, 2019 bir huzur yılı olsun diyoruz, 2019 demokrasinin sevginin insan haklarının olduğu bir yıl olsun diyoruz, 2019 herkesin işi aşı olsun, böyle bir dilekle 2019’u karşılıyoruz ve 2019’da Türkiye’ye bir baharın gelmesini istiyoruz, bir huzurun gelmesini istiyoruz. 2019’dan beklentilerimiz bunlardır.
2018’de şehitlerimiz oldu, gazilerimiz oldu. Şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyoruz. Gazilerimizi, şehit yakınlarımızı başımızın üstünde taşıyoruz. Onlar bu ülkenin onuru ve gururudurlar. 2018’de daha önce “15 Temmuz şehitleri için toplanan paralar ne oldu” diye sorduk, şu ana kadar cevabını almış değiliz. “Şehitlerimiz arasında ayrım olmasın, şehit şehittir, şehitler arasında ayrım olur mu” dedik. Bu ayrım hâlâ devam ediyor.
Ben 2018’in sorunlu günlerini dile getirmek istiyorum. Malul sayılmayan gazilerimiz vardı, bunların da sorunları devam ediyor, bunlar da bedenlerinde kurşun taşıyorlar. Ama neden sorunları çözülmüyor ve kim bu sorunları çözmüyor? Biz hazırız çözmeye. Kanun teklifi… Kanun teklifi veriyoruz. Öneri… Öneri veriyoruz. Araştıralım… Araştırma önergesi veriyoruz. ama kibir ittifakı ısrarla hayır biz bunlara bakmayacağız diyorlar. Niçin? Çünkü vatandaşı koyun olarak görüyorlar, koyun olarak adlandırıyorlar. Ne yaparsam yapayım, zaten gelecek oyunu bana verecek diyorlar.
Taşeron işçisi olup hâlâ kadro alamayan on binler var 2018’de. Taşeron işçiliği hâlâ devam ediyor ve o on binler kadro alamadı. Biz bunun peşini bırakmayacağız, bütün taşeron işçisi kardeşlerime benim sözüm var. Sen de sendikalı olacaksın, senin de hakların olacak, 21.Yüzyılda köleliliği yıkacağız, 21.Yüzyılda senin hakkını teslim edeceğiz.
Taşeron işçilerine bizim baskılarımız sonucu kadro verildi, ama kadro köleliği ortadan kaldırmadı. Kadroyu verdik, ama senin maaşına zam yüzde 4. Niye yüzde 4? Efendim sana kadro verdik, sen aynen devam edeceksin, sana yüze 4 veriyoruz, sesini de çıkarma. Kadroyu senin lütfunla almadı o, hakkı olduğu için aldı. Sen diğer işçilere ne veriyorsan, buna da aynı hakları tanımak zorundasın ve dolayısıyla biz bunun da takipçisi olacağız.
TOKİ işçileri var, aylardır aylık alamıyorlar. Bugün de Meclisin önüne gelmişler haklarını aramak için, şiddetle karşılaşmışlar, devletin şiddetiyle, iktidarın şiddetiyle karşılaşıyorlar. Hak arıyor, evine ekmek götürecek bu adamlar, aç bu adamlar. Çalıştı mı? Çalıştı. Üretti mi? Üretti. Alın teri döktü mü? Alın teri döktü. Aylığımı ver... Vermem diyor. Hakkımı arayacağım diyor… Hakkını da arayamazsın diyor. Bu nerelerde olur? Dikta yönetimlerinde olur bu, demokrasilerde hak aramaz zaten insan hakkının bir gereğidir. İnsan hakkını aramadığı zaman insanlığını kaybetmiş olur.


Değerli arkadaşlarım ve 2019’un ilk günlerinde hepimizin yüreğini burkan, Türkiye’yi yasa boğan bir olay oldu. Bir genç akademisyen kızımız, Ceren Damar Şenol öğrencisi tarafından katledildi. Düşünün, bu akademisyenin tek bir hayali var, binlerce öğrenciyi yetiştirmek, onlara iyi insan nasıl olunur, hukuk nedir, hukukun üstünlüğü nedir, insan hakları nedir, adalet nedir bunu öğretmek ve bunu öğreten bir kişi katlediliyor. Eşinin yaptığı konuşma gerçekten de hepimizi aydınlatacak bir konuşmadır. “İyi insan olun” diyor iyi insan, iyi insan olun, yani insanı sevin, yani insandan yana hoşgörülü olun, farklı düşünceleri saygıyla karşılayın. Bütün bunlar tek tek anlatıldı, ama Türkiye böyle bir sürecin içine itilmişse, oturup hepimizin yeniden düşünmesi lazım. Şimdi Grup Başkanvekillerimiz bu kardeşimizle ilgili parlamentoya bir öneri getirecekler. Bu bir eğitim şehididir, bir kadın cinayeti değildir, bu bir eğitim şehididir ve Çankaya Belediye Başkanımız da Ceren kardeşimizin şehidimizin adını yaşatacak bir esere ismini verecektir.
Değerli arkadaşlarım, Bülent Şık. Kim diyeceksiniz. Bir akademisyen o da, gıda mühendisi. Dolayısıyla bizim tükettiğimiz her şey konusunda bilgi sahibi olan bir insan, bir bilim insanı. İnsanın sağlıklı ürünler tüketmesini isteyen birisi. Sağlık Bakanlığı araştırma yapıyor, bazı ürünlerde kanser yapan unsurlar var. Sağlık Bakanlığı bu raporu gizlerken Bülent Şık arkadaşımız da çıkıyor bu genç akademisyen de diyor ki, Türkiye’yi kanser eden ürünleri devlet gizledi ben açıklıyorum ürünleri. Vay sen devlet sırrını nasıl açıklarsın diye şimdi yargılanıyor. Devlete bakın, hükümete bakın, iktidara bakın! Kanser ürünlerini vatandaş tüketecek ses çıkarmayacak, birisi diyecek ki şu ürünler kanserlidir, devletin sırrını niye açığa çıkardın diye yargılanacak. Allah akıl fikir versin, ne diyeyim ben başka, söylenecek bir laf bulamıyorum ki, akıl fikir versin!
Eren Erdem, Parti Meclisi üyemiz. Tam bir kumpas mağduru, FETÖ’cü diye suçlandı. Hayatı FETÖ’yle mücadeleyle geçti. FETÖ örgütüne üye olmamakla beraber yardımla suçlanıyor. Ne yardımı? Bir gizli tanığın şikâyeti üzerine dava açıldı, kumpas kuruldu. Gizli tanık Eren Bey’e gönderdiği bir mesajda “senin aleyhine konuşursam benim borçlarımı ödeyecekler” diyor. O da açıkladı. Sen gizli tanığın kimliğini niye açıkladın diye suçladılar ayrıca. Mahkeme kumpas olduğunu gördü, tahliyesine karar verdi, ama tahliye edilmedi, uzun süre beklendi. Savcı itiraz etti, gece mahkeme heyeti toplandı, kaçma şüphesiyle tutuklanmasına karar verildi. Gerçekten aklım almıyor, dokunulmazlığı olmadığı dönemde defalarca yurtdışına gitti geldi, kaçsaydı o zaman kaçardı. Niye kaçsın ayrıca, suçlu insan kaçar, bu suçlu değil ki niye kaçsın? Ama bunun da takipçisi olacağız. Ne yaparlarsa yapsınlar, hangi baskıyı kurarlarsa kursunlar, adaleti gerçekleştirmek için her türlü mücadeleyi kararlılıkla yapacağız. Herkesin bunu bilmesini isterim. Tabii sorun sadece Eren Erdem sorunu da değil, Osman Kavala tam 434 gündür hücrede. İddianame yok ortada, ama içeride. Benzer şekilde pek çok kişi, iddianame yok aylardır içerdeler, aylardır!
Vatandaşlarıma seslendim, yine vatandaşlarıma sesleneyim. Sevgili vatandaşlarım, benim güzel vatandaşlarım, büyük sıkıntılar çeken geleceği konusunda endişe duyan vatandaşlarım, ben sizin sıkıntılarınızı anlıyorum, ben sizin kaygılarınızı anlıyorum, ben sizin gelecek konusunda “ne olacak Türkiye’nin hali?” diye düşünmenizi de gayet iyi anlıyorum. Emekli kardeşim, senin derdini de gayet iyi biliyorum. Ama emeklilere benim sitemim var, kimse kusura bakmasın. Sana iki maaş ikramiye sözü verdiğim zaman bir grup emekli bir şehirde gittiler PTT’nin önünde kuyruğa girdiler bana telgraf çektiler, “bizim durumumuz çok iyi, bize ikramiye filan gerekmez” diye. Şimdi acaba o emekli kardeşlerim durumlarının iyi olduğunu kabul ediyorlar mı?


Doğruları söyleyenin arkasından gitmek lazım, doğruları söyleyeni desteklemek lazım, doğruları söyleyeni dokuz köyden kovarsanız gelenler sizi açlığa mahkûm ederler ve bugün geldiğimiz nokta budur. Bakın, öyle etten, sütten, peynirden filan bahsetmeyeceğim. Emeklinin, asgari ücretlinin, asgari ücretin altında ücret alanların, işsizlerin enflasyonuna bakalım. Margarin yüzde 42 –bir yıllık- kuru soğan yüzde 183, patates yüzde 74, salça yüzde 90, elektrik yüzde 45, doğalgaz yüzde 31, kömür yüzde 40, okul defteri yüzde 48, sabun yüzde 68 zamlandı. Emekliye ne verdiler? Yüzde 10,19. Emekli kardeşim; milyonlarsınız siz, sizi açlığa sefalete mahkum eden, ağzınıza bir parmak bal çalan bu iktidarı bu gücü eğer oylarınızla cezalandırmazsanız geleceğiniz pek parlak değildir. Torununuzun yüzüne bile bakamayacaksınız. Emeklinin hakkını savunurken hep onları düşündüm, onlar yıllar yılı Türkiye’nin büyümesi ve kalkınması için emek harcadılar, alın teri döktüler. Eğer Türkiye büyüdüyse, Türkiye kalkındıysa onların döktükleri alın teri nedeniyledir. Şimdi onları açlığa mahkum ediyorlar. Milli gelir artışından bile size pay vermemeyi tercih ettiler bunlar. Değerli arkadaşlarım, bakın emekliye yüzde 10 veriyorlar, devletin enflasyonu zamlara gelen, daha doğrusu yeniden değerleme oranıyla cezalara ve diğer fiyat artışlarına devletin yaptığı zam yüzde 23,73. Emekliye yüzde 10,19. Emeklinin oturup biraz düşünmesi lazım, niye ben bu hale geldim diye düşünmesi lazım.
Değerli arkadaşlarım, başka bir konu. Sanayici kardeşime de seslenmek isterim; senin önündeki en temel sorun, sen yarını göremiyorsun, yatırım yapamıyorsun. Yarın ne olacak diye bilmiyorsun. Bilmemekte de haklısın, çünkü kimse bilmiyor. Yarın Türkiye’de ne olacağını kimse bilmiyor. Eğer sanayici önünü göremezse yatırım yapamaz. Esnaf kardeşim sana da söyleyeyim, aldığın ürünü satıyorsun, ama yerine aynı ürünü alamıyorsun. Olağanüstü zamlar var. Seni de gözden çıkardılar zaten, ama sen yıllar yılı bunlara destek verdin, yıllar yılı! “Oy verin Türkiye uçacak” diyorlardı, “Türkiye’yi uçuracağız” diyorlardı. Gittin oy verdin, emekli kardeşim oy verdin, çiftçi kardeşim oy verdin, asgari ücretli oy verdin, Türkiye uçacak diye. Doğru Türkiye uçtu, dereden aşağıya uçtu.
Çiftçi kardeşim, ona da seslenmek isterim. Yani bir hükümet çiftçiyle ancak bu kadar dalga geçebilir, ancak bu kadar! Bu devleti kuranlar seni desteklesinler diye Ziraat Bankasını inşa ettiler. Yani çiftçinin bankası, çiftçiyi destekleyecek. Şimdi seni gözden çıkardılar, futbol kulüplerinin sorunlarını çözecekler. Ne olsun? Yaparlar. Çünkü şöyle düşünüyorlar, çiftçi mi? Onlar da bizim koyun gibi diyor, onların da ensesine vurup her şeyi alırız diyor, ne olacak diyor, zaten bana gelip oy verecekler diyor, ben hele şu futbol işini halledeyim. Futbol dediğiniz nedir Allah aşkına! Yurtdışından futbolcu transfer edersiniz dövizle, dünyanın aylığını verirsiniz dövizle, dünyanın ikramiyesini verirsiniz dövizle, sonra biz battık ey Ziraat Bankası gel bizi kurtar. Hiç çiftçiyi kurtaran bir Ziraat Bankası duydunuz mu? Niye duymuyorsunuz? Çiftçi kardeşim sormayacak mısın sen bunu? Sen hâlâ uyanmayacak mısın? Senin alın terini alıp birilerine peşkeş çekiyorlar, hâlâ görmeyecek misin? Traktörün hacizli, hâlâ anlamayacak mısın? Bankalara borçların 100 milyarı aştı, hâlâ uyanmayacak mısın? Sen uyanıncaya kadar bu kardeşin anlatacak sana, uyanıncaya kadar anlatacağım ben.
Emeklilikte yaşa takılanlar, sanmasınlar ki unuttuk, onların hakkını hukukunu da sonuna kadar koruyacağız. Değerli arkadaşlarım, hiç kimsenin endişesi olmasın, bütün herkesin hakkını hukukunu, adalet içinde arayacağız. Çiftçi… Efendim çiftçiye para ödenecekmiş. Zaten daha önce ödemen gereken parayı, tuttun tuttun tuttun şimdi seçime yakın ödeyeceksin. Çiftçiye para ödeyeceksen, çiftçinin alacağı var 2006’dan bu yana. Ne kadar? 114 milyar lira. Eğer ödeyeceksen çiftçinin hakkını, onun alın terinin karşılığı 114 milyar liradır, o parayı ödeyeceksin. O parayı ödemediğin sürece ben senin yakanı bırakmayacağım.
Asgari ücretli kardeşlerime de seslenmek isterim. 2 bin 20 lira verdiler. Yetmez bu para, yetmez bu para! Ama bir şey var, milyonlarca kişi işsizken sen asgari ücretle iş bulduğun için yine şanslısın. Milyonlarca kişi var işsiz, milyonlarca kişi iş arıyor, aş arıyor milyonlarca kişi. Asgari ücretin altında aylık alanlar 1 milyon 700 bin kişi, asgari ücretin altında! Onların da hakkını hukukunu savunacağız, onları da dile getireceğiz. Onlar da şunu düşünsünler, iyi ki Cumhuriyet Halk Partisi var desinler, en azından hiçbir şey yapmasa bile bizim derdimizi parlamentoda ve parlamento dışında dile getiriyorlar. Deyin deyin bunu söyleyin, sizin derdinizi bizim dışımızda kimse dile getirmiyor.


Değerli arkadaşlarım, peki ne oldu da Türkiye bu hale geldi? Öyle ya bir soru sormamız lazım, ne oldu da bu hale geldi? 16 yıldır memleketi yönetenler tek başına yönetiyorlar. Hani bir koalisyon olsa dersiniz ki, koalisyon ortağı kazık attı. Yok öyle bir şey, tek başına... İstediğin kanunu çıkarıyor musun? İstediği kanunu çıkardı. İstediği bürokratı görevden alıp, istediği bürokratı atadı mı? Evet, istediği bürokratı aldı, istediğini atadı. İstediği bütçeyi yaptı mı? Evet, istediği bütçeyi yaptı. Bütçeyi istediği gibi bölüştürdü mü hangi kesim ne kadar alacak? İstediği gibi bölüştürdü. İstediği gibi vergi koyup, istediği gibi af çıkardı mı? Hepsini yaptı, istediği gibi vergi koydu, istediği gibi de af çıkardı. İstediği gibi bütçe gelirlerini harcadı mı? Arzu ettiği gibi harcadı, hiç kimse engel olmadı, olamadı. Peki, devletin fabrikalarını, arsalarını, arazilerini istediği gibi sattı mı? Evet, babalar gibi sattı, hiç kimse bir şey demedi. İstediği kişiyi bakan yapıp, istediği kişiyi bakanlıktan aldı mı? Evet, bunu da yaptı. İstediği belediye başkanını aday gösterip, istediği belediye başkanını seçimle gelmesine rağmen görevden aldı mı? Görevden aldı. Seçimle gelmiş olan Başbakana, sen seçimle geldin yüzde 49,5 oy aldın, ama ben seni görevden alıyorum dedi mi? Dedi. Başbakanı da görevden aldılar mı? Onu da aldılar. İstedikleri kararnameyi, genelgeyi yayınladılar mı? Onu da yayınladılar.
Soru şu: Her istediklerini yaptılar da, memleket bu hale niye geldi? Büyümesi lazımdı memleketin. Vergiyse vergi, özelleştirmeyse özelleştirme, borçlanmaysa borçlanma, her şeyi yaptılar. Neden memleket bu halde ve biz buna ne demeliyiz?
Vatandaşlarımla bir sohbet etmek isterim. Bunu yapan düzene ne diyeceğiz ve bu düzenin adı ne olacak? Neden bu düzen? Yoksulu ezen, varsılı daha çok varsıl yapan bir düzen. Nedir bu düzenin adı? Hortumcu piyasa ekonomisi, bu düzenin adı hortumcu piyasa ekonomisi...
Hortumcu piyasa ekonomisinin özelliği şu değerli arkadaşlarım, saygıdeğer vatandaşlarım, hortumcu piyasa ekonomisinin özelliği şudur: İnsanlar çalışırlar, üretirler, katma değer yaratırlar. Yaratılan katma değerin hakça bölüşümü mü geçerlidir, yoksa birilerine kaynakların aktarımımı mı geçerlidir? Hakça bölüşürseniz başka, ama birilerine kaynak aktarmak için bütün milli geliri büyük ölçüde o kesime aktarmak için bir politika güderseniz, bir ekonomi politikası güderseniz bunun adı hortumcu piyasa ekonomisidir. Çünkü adalet de yenir, bölüşülmez, birilerine verilir.
Bunun şartları ne, onu da size sayacağım. Hortumcu piyasa ekonomisi nasıl oluşturulur? Sadece bizde değil, batan bütün ülkelerde hortumcu piyasa ekonomisi geçerliliğini korumuştur. Nasıl olur? Birincisi şu: Hortumcu piyasa ekonomisinin önce hukuki altyapısını oluşturmak zorundasınız. Diyelim ki birisine ihale vereceksiniz, kanun izin vermiyor, o zaman kanunu değiştireceksiniz. Ona ihale verebilecek hukuki altyapıyı oluşturacaksınız. Ne yaptılar? Sevgili vatandaşlarım şunu yaptılar; 16 yılda 186 kez ihale mevzuatını değiştirdiler, kendi adamlarına ihale vermek için. 186 kez! 186 kez bizim adamımıza ihale verelim diye ihale mevzuatını değiştirdiler. Bakın, bir gazeteci arkadaşımız bir soru sordu. Dedi ki, “Diyarbakır Mazıdağı demiryolu bağlantı hattı ihalesi yapılıyor. En düşük fiyatı verene vermediler, en düşük fiyatı verenden 109 milyon lira daha pahalı olan firmaya verdiler.” Kim? Cengiz İnşaat, hani beşli çete diyoruz ya, onlardan birisine verdiler. Soruyorlar “Niye buna verdiniz? Bir başka firma 109 milyon lira daha düşük fiyat vermiş, neden buna verdiniz?” Bakanın cevabı: “Fiyat dışı unsur değerlendirmelerine göre, en uygunu Cengiz İnşaat.” Fiyat dışı unsur değerlendirmeleri... Ne demek fiyat dışı unsur değerlendirmeleri? İşte hortumcu piyasa ekonomisinin önümüze koyduğu çok net, çok somut bir örnek...


Birincisi hukuku kendinize uyduracaksınız hortumcu piyasa ekonomisinde. İkinci unsuru daha var, planlamayı yapmayacaksınız, ekonomide planlama olmayacak. Planlama olmadığı zaman siz istediğinizi yapabiliyorsunuz o zaman. 1960’tan sonra Devlet Planlama Teşkilatı kuruldu sevgili vatandaşlarım, Devlet Planlama Teşkilatı artık yok, kapatıldı o, yok öyle bir şey. Niye yok? Hortumcu piyasa ekonomisinin koşullarını gerçekleştirmek üzere zaten bunu yaptılar.
Bakınız, çoğu kişi farkında değil. Değerli arkadaşlarım, 10’ncu Kalkınma Planının süresi 2018’de doldu. Şimdi 11’nci Kalkınma Planı olması lazım değil mi? Böyle bir plan yok. Meclise geldi mi? Hayır, Meclise de gelmedi. Plansız büyüme, 21.Yüzyılda plansız büyüme… 21.Yüzyıldan söz ediyorum ben; 19’ncu, 18’nci yüzyıldan söz etmiyorum. Vatandaşın verdiği vergilerin nerelere harcandığı; önümüzdeki süreçte, 5 yılda, 10 yılda, 20 yılda, 50 yılda ne olacak Türkiye’nin hali? Bunun planlanması lazım, plan yok.
Peki, Anayasa... Anayasa 166.madde planlamadan söz ediyor. Okuyorum bakın, planın ne kadar değerli olduğunu, planlamanın bir ekonomi için ne kadar değerli olduğunu anlatıyor. Madde 166: “Ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmayı, yani üç ayrı kalkınmayı, özellikle sanayinin ve tarımın yurt düzeyinde dengeli ve uyumlu biçimde hızla gelişmesini, ülke kaynaklarının döküm ve değerlendirmesini yaparak verimli şekilde kullanılmasını planlamak, bu amaçla gerekli teşkilatı kurmak devletin görevidir.” Verimli olacak, kaynakların nerelere nasıl harcandığını bileceğiz ve bunu bir planlama örgütü yapacak ve bunu devlet kuracak. Kurdu Devlet Planlama Teşkilatını, ne oldu? Kapatıldı. Niçin? Hortumcu piyasa ekonomisine hukuki altyapı oluşturmak için. Devam ediyor Anayasa, “Planda milli tasarrufu ve üretimi artırıcı...” Türkiye’yi üretimden kopardılar. “Fiyatlarda istikrar ve dış ödemelerde dengeyi sağlayıcı...” Ne fiyatlarda istikrar kaldı, ne de dış ödemelerde denge. “Yatırım ve istihdamı geliştirici tedbirler öngörülür planlamada…” Planlama olmayınca bu da yok zaten. “Yatırımlarda toplum yararları ve gerekleri gözetilir…” Toplumun yararı gözetilir. Niçin? Diyarbakır’a da fabrika lazım, Kars’a da fabrika lazım, Trabzon’a da lazım, dengeli dağıtacaksınız yatırımı diyor, Anayasa diyor bunu, ama yok böyle bir şey. “Kaynakların verimli şekilde kullanılması hedef alınır…” Tam bir savurganlık verimlilik yok zaten. “Kalkınma girişimleri bu plana göre gerçekleştirilir...” Plan yok ki gerçekleştirilsin. Niçin? Hortumcu piyasa ekonomisini sağlamak için planlama yok artık. Ve diyor ki, “Bu planlar Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilir...” Meclis de devre dışı, yok plan.
Değerli arkadaşlarım, sevgili vatandaşlarım; senin ödediğin her kuruşun nerelere harcandığını, hangi yatırımlar için harcanacağını senin bilme hakkın var, senin öğrenme hakkın var. Planın varlık nedeni budur. Demiryolu mu yapılacak, denizyoluna mı yatırım yapılacak, hangi bölgeye yatırım yapılacak, hangi bölgenin neye ne kadara ihtiyacı var, bütün bunların planlamayla yapılması lazım. Hortumcu piyasa ekonomisi için bu tamamen kaldırıldı.
Geçiyorum bir başka konuya, planlama bitince yatırım kararlarını kim verecek? Öyle ya, birisinin yatırım kararı vermesi lazım, planlama yok. Hortumcu piyasa ekonomilerinde yatırım kararını iktidar değil, iktidarın yandaşı olan müteahhitler verir. Müteahhit gider, buraya köprü yapmamız lazım der, müteahhit gider buraya yol yapmamız lazım der, müteahhit gider buraya kocaman bir şehir hastaneleri yapalım, diğer hastanelerin tamamını kapatalım der. Planlama örgütünün görevini yandaş müteahhitler alır ve dolayısıyla Türkiye bir çıkmazla, bir kaynak yetersizliğiyle karşı karşıya kalır değerli arkadaşlarım.
Dördüncüsü, hortumcu piyasa ekonomisinin bir başka özelliği de planlama bitiyor, hukuk kendi normlarına uyduruluyor, hortumcu piyasa ekonomisine uygun olarak devletin fabrikaları, yani vatandaşın vergileriyle kurulan devletin fabrikaları arsalarıyla birlikte haraç mezat satılır. Çünkü alınan vergi yetmiyor, savurganlık var. Neyi satacağız? Fabrikaları satacağız. Bir vatandaş düşünün, evindeki buzdolabını satıyor üç gün geçiniyor, televizyonu satıyor iki gün geçiniyor, sonra mobilyaları satıyor beş gün geçiniyor ve sonra para bitiyor, satacak bir şey yok. Şimdi onu sattılar, devletin fabrikalarını; Sümerbank’ları, Etibank’ları, kağıt fabrikalarını ne varsa hepsini sattılar. Şimdi sıra geldi askeri fabrikaları satmaya, o noktaya geldiler. Bu hortumcu piyasa ekonomisinin zorunlu olarak gündeme getirdiği kurallardır.
Beşincisi, sağlıklı işleyen bir demokraside siyasi iktidarlar, yani devleti yönetenler vatandaştan toplanan her kuruşun hesabını millete verirler. Demokrasinin çıkış kaynağı da zaten budur. Vatandaş iktidara der ki; sen benden vergi alıyorsun, üstelik zorla alıyorsun, bu parayı nereye harcadın arkadaş, bana bunun hesabını ver. Hortumcu piyasa ekonomisinde devleti yönetenler hesap vermezler, hesap vermeyi zül addederler, çünkü onlar vatandaşı koyun olarak görürler.


Dikkatinizi çekerim, sevgili vatandaşlarım sizin de dikkatinizi çekerim; sık sık CHP’ye şöyle bir eleştiri yapılır “iki koyun versen güdemezler” derler. Niçin? Vatandaşı koyun olarak gördüğü için. Biz vatandaşı koyun olarak görmüyoruz ki. İki koyun versen güdemezler, ama ben hepsini güdüyorum diyor. Bunu kim söylemişti? Tarihe götüreyim sizi. 16 Mart 1920, İstanbul işgal altındadır. Dönemin bir grup aydını Celalettin Arif Bey, Rauf Orbay, Balıkesirli Müderris Abdülaziz Mecdi Efendi, Yalvaçlı Ömer Vehbi Hoca Vahdettin’in huzuruna çıkarlar, “İstanbul işgal edildi, mücadele edelim, millet bizi destekleyecektir” derler. Vahdettin’in onlara söylediği cevap şudur: “Bir millet var koyun sürüsü, bir çoban lazım o da benim.” Evet, 16 Mart 1920’de söylediğidir. Bu kibir abidesi zatın da örnek aldığı olay budur. Vatandaşı koyun olarak görmesinin nedeni de budur değerli arkadaşlar ve hesap verecekler ki bir ülkede demokrasi olsun. Eğer hortumcu piyasa ekonomisi varsa siyasi güç hesap vermez orada, ne hesabı der, kime hesap vereceğim der. Vatandaş mı? Ne vatandaşı, zaten sandığı koyuyorum, onlar da kuzu kuzu gelip bana oy veriyorlar diyor, niye hesap vereyim diyor. Ha CHP hesap soruyormuş. CHP kim oluyor? CHP Kuvayi Milliyeci oluyor, hesabını vereceksin!
Bir kuralı daha var, altıncı kuralı var. Hortumcu piyasa ekonomisini oluşturanlar demokrasiyi askıya alırlar. Çünkü onlar için demokratik kuralların hiçbirisi geçerli değildir. Bugün Türkiye’nin yaşadığı gerçeklerden birisi de budur, kimse korkudan ağzını açamıyor. Adını, soyadını bile sorsalar korkudan cevap veremiyor. Çünkü hortumcu piyasa ekonomisinin kendine göre kuralları vardır. Hortumcu piyasa ekonomisinin en temel özelliklerinden birisi tepedeki kişinin her şeye egemen olma isteğidir. Güç kaynağı benim diyor, benim iradem geçerlidir. 81 milyon mu? Onlar koyun zaten, ben ne dersem herkes ona uymak zorundadır. Savcı uyacak, hâkim uyacak, bürokrat uyacak, asker uyacak, polis uyacak. Devlet... Ne devleti kardeşim diyor, devlet de benim diyor. Hortumcu piyasa ekonomisinin tek lidere tek adama verdiği güç böyle bir sonucu doğuruyor.
Başka bir kuralı daha var. Hortumcu piyasa ekonomisinin olduğu ülkelerde vergiler toplanır, ama bir süre sonra yetmez. Özelleştirme yapılır, haraç mezat satılır, ama bir süre sonra yetmez. Para lazım, nereden bulacak? Dış, egemen güçlerden para bulacak ve egemen güçlerin tamamı pusudadır. Ekonomideki bütün gelişmeleri çok iyi bilirler. Borç ister, hemen her türlü borcu verirler ve sonra teslim alırlar. Borç alan emir alır noktasına gelir. Bugün Türkiye ekonomik bağımsızlığını yitirmişse, hortumcu piyasa ekonomisinin Türkiye’ye getirdiği süreç nedeniyledir. Ve onlar şimdi borç veriyorlar, faizi de onlar belirliyorlar, piyasayı da onlar belirliyorlar, doların fiyatını da onlar belirliyorlar. Çünkü borç aldığınız kişiler, egemen güçler artık size talimat veriyorlar ve o talimatın altında kalıyorsunuz.
Bakın değerli arkadaşlar, papazı ver dediler tak diye papazı verdi, erkeksen verme. Öyle diyor zaten, arkadan sopayı gösteriyor, erkeksen verme, benim kucağımdasın diyor, ben sana talimat vereceğim diyor. Gazeteci hapisteydi, bir gecede iddianame yazıldı, ertesi gün hâkim serbest bıraktı. Dışarı çıkarken başka bir mahkemenin tutuklama emri verildi, havaalanında uçak bekliyordu bindi ve Almanya’ya gitti. Papaz, buna benzer olaylar…
O güçler şimdi Türkiye’yi Suriye batağının içine, daha derine sokmak istiyorlar. Bakın, şu söz çok önemlidir. “IŞİD’le mücadele vazifesi önümüzdeki günlerde yerine getirilecek.” Dikkatinizi çekerim, “IŞİD’le mücadele vazifesi...” Vazifeyi kim size verdi? Kim size vazifeyi verdi? Kim size gidin oralara mücadele edin dedi? Diyor ki artık Trump, benim askerim niye ölsün, PYD’li niye ölsün, Türk askeri var onları gönderelim, onlar ölsün, IŞİD’le onlar mücadele etsin. Peki, bizim sınırımızda IŞİD var mı? Bizim sınırımızda IŞİD yok. Nereye götürecekler? Suriye’nin içlerine, batağa götürecekler. Biz buna karşı çıkınca da, CHP terörü destekliyor diyecekler. Ben terörü değil, ben bu milletin 81 milyon vatandaşın kişiliğini, kimliğini, onurunu savunuyorum.
Birileri sana vazife verecek, emir alıyor çünkü. Gazeteye yazı yazmış, “Trump haklıdır” diyor. Haklı tabii adam, haksızdır diyemezsin ki zaten, burnundan getirir senin. Yuları kaptırmışsın oraya, her türlü talimata açıksın. O nedenle defalarca söyledim, Türkiye Cumhuriyeti şu anda her türlü dış tehlikeye açık bir haldedir ve en büyük tavizi verecek olan da saraydaki kibir abidesidir. Devletin milletin çıkarlarını değil, batıdaki egemen güçlerin çıkarlarını savunan bir kişidir o.
Hortumcu piyasa ekonomisinden kim nasıl fatura ödüyor? Öyle ya bu piyasanın fatura ödeyeni vardır. Üç alan var. Asla unutmayın, bunları her yerde anlatmanızı istiyorum. Birincisi vergiler… Vergiyi kim ödüyor? Bu ülkenin fakir fukarası ödüyor vergiyi. Doğduğu andan itibaren çocuk vergi verir. Altına bez alırsınız vergi verirsiniz, su içersiniz vergi verirsiniz, süt alırsınız vergi verirsiniz, kefen bezi alırsınız vergi verirsiniz. Bir tek teneffüs ettiğimiz havada vergi yok şimdilik. Şimdilik o yok, yarın onun da kanunu çıkarabilirler. Ne diyorlar? “Vergiyi tabana yayacağız.” Zaten tabanda, sen geliri tabana yayacaksın kardeşim vergiyi değil, vergiyi yukarıdan alacaksın. Alamaz, yukarıdan alamaz! Niye alamaz? Çünkü beşli çeteye çalışıyor. Hortumcu piyasa ekonomisinde hortumculara çalışan bir iktidar var. Hortumun bir ucu vatandaşın cebinde, bir ucu saray çevresinde; dolayısıyla vatandaştan vergiler yoluyla - zor alımdır vergi gönüllü değildir - alır ve bunu götürür. Bir asgari ücretli 128 gün vergi için çalışıyor. Bana söylesinler, bu beşli çeteden 128 gün bu devlet için çalışan var mı? Çalışmazlar. Neden? Onlar hortumdan beslenirler, hortumcu piyasa ekonomisinin özelliği budur değerli arkadaşlar.
Annelere sesleneyim, ev hanımlarına sesleneyim, kadınlara sesleneyim. Musluğu açtığınızda beş çeşit vergi alıyorlar sizden. Elektrik düğmesine bastığınızda dört çeşit vergi alıyorlar elektrik faturalarıyla. Hastaneye tedavi olmak için gittiğinizde dokuz ayrı para ödemek zorundasınız. Kim ödüyor bunları? Bu ülkenin fakir fukarası ödüyor. Nereye ödüyor bu paraları, nereye gidiyor bu paralar? Hesap da verilmiyor. Hortumculara gidiyor, hortumcu piyasa ekonomisinin özelliği budur, vergi sistemi hortumcu piyasa ekonomisine hizmet eder, geniş halk kitleleri bu ağır vergiler altına ezilirler.


Bir ekmek düşünün, fırından alınan bir ekmek. İşsiz bir adam fırından bir ekmek aldığı zaman 50 kuruş ödüyorsa, geliri ayda 1 milyon dolar olan da bir ekmek aldığında 50 kuruş ödüyor. 1 milyon dolar olan da 50 kuruş, işsiz adam da 50 kuruş. Bu mudur vergi adaleti? Vatandaşlarımın düşünmesi lazım, hortumcu piyasa ekonomisi Türkiye’yi bu noktaya getirdi.
İkincisi, özelleştirmelerdir. Babalar gibi tamamını sattılar. Hesabını verdiler mi? O fabrikaları yapanlar bu ülkenin insanları, onlardan alınan vergilerle yapıldı.
Üçüncü temel unsur alan, borçlandırmalardır. Borçlandırdılar, devleti borçlandırdılar, dünyanın faizini ödüyorlar değerli arkadaşlar. 81 milyon vatandaş bir avuç tefeciye hizmet eder hale getirildi. Bir daha söylüyorum, 81 milyon vatandaş bir avuç tefeciye hizmet eder hale getirildi. Daha ne olsun? Ve vatandaşın hâlâ uyanmayacak mı?
Peki, bu hortumcu piyasa ekonomisi nasıl çalışıyor? Öyle ya, somut örnekler lazım, elle tutulur örnekler lazım ki vatandaş bunu kavrayabilsin. Üç örnek vereceğim, birinci örnek Kütahya Havaalanı. Bir yandaşa diyorlar ki, Kütahya Havaalanını yap, yap işlet devret. Tamam diyor yapacağım diyor. Kaça bitirdin diyorlar? 50 milyon Euro’ya bitirdim diyor. Hizmete açılıyor. Ne zaman açılıyor? 25 Kasım 2012’de açılıyor hizmete. Buna yolcu garantisi de veriyorlar. Türk lirası üzerinden değil, Euro üzerinden yolcu garantisi de veriyorlar. Bakın Sayıştay raporu 2016 itibariyle. İç hatlardan Kütahya Zafer Havaalanında iç hatlardan giden yolcu sayısı 124 bin kişi. Bunların, bu yatacak yeri olmayanların, bu saraydaki kibir abidelerinin verdiği garanti ise 2 milyon 395 bin kişi. 124 bin kişi uçuyor, ama uçsa da uçmasa da sana 2 milyon 395 bin kişi üzerinden para ödeyeceğim diyor. Bu iç hatlar, bir de dış hatlar var. Dış hatlardan giden yolcu sayısı 45 bin, verdikleri garanti 1 milyon 677 bin kişi. Kaç lira ödüyorlar biliyor musunuz? Bu garantiler dolayısıyla 20 milyon 855 bin 980 Euro para ödüyorlar. Peki bitti mi? Hayır. Ne zaman bitecek? Onu da söyleyeyim, 29 yıl 11 ay sonra bitecek. Kaç lira ödenecek? Onun da hesabı var, 205 milyon 281 bin 118 Euro. Kaça yapmıştı? 50 milyon Euro’ya. Kaç lira garanti veriliyor? 205 milyon Euro. İşte hortumcu piyasa ekonomisi budur. Kim ödüyor bu parayı? Vatandaş ödüyor. Ne diyorlardı? Vatandaşın cebinden beş kuruş para çıkmayacak diyorlardı, bir kuruş para çıkmayacak diyorlardı. Peki, o saraydaki kibir abidesine sormak lazım, 205 milyon Euro’yu sen mi ödeyeceksin? Senin servetin var, 205 milyon Euro senin için kabak çekirdeği, öde bakalım! Vatandaşa ödetecek.
Osmangazi Köprüsü, aynı olay orada da var. Köprünün adı Deli Dumrul köprüsü. Var ya Deli Dumrul, “Geçersen 1 akçe, geçmezsen 2 akçe...” Geçiyorsan 1 akçe vereceksin, geçmeyeceksen 2 akçe, bize bu çocukluğumuzda masal olarak anlatılırdı, fakat bir gün Türkiye’de gerçek olacağı benim aklıma hiç gelmezdi. Şimdi Türkiye’de gerçek oldu. Köprü yapıyorlar, geçersen 103 lira vereceksin, geçmiyorsan 200 lira vereceksin. Ne diyorlardı? Bir kuruş vatandaşın cebinden çıkmayacak.
Şimdi sevgili vatandaşlarıma şunu sormak istiyorum. Senin cebinden bir kuruş para çıkmayacak diyorlardı, sen çifte vergi ödüyorsun sevgili vatandaşım, çifte vergi! Bir ekmek alırken vergi ödüyorsun, vergi idaresinde hesabın varsa; gelir vergisi, kurumlar vergisi, damga vergisi vesaire ödüyorsun. Her türlü vergiyi ödüyorsun yetmiyor, bir de ayrıca köprüden geçerken para ödüyorsun. Sen vergiyi niye ödüyorsun? Devlet yol yapsın diye ödüyorsun, fabrika kursun diye ödüyorsun, istihdam yaratsın diye ödüyorsun. Peki, benden bu vergiyi bunun için alıyorsun da, köprüden geçerken benden niye ayrıca para alıyorsun? Kendi maaşına çift dikiş yapıyor, vatandaşın da vergisine çift dikiş yapıyor; bunu herkesin çok, ama çok iyi anlatması lazım.
Başka bir şey daha, köprüyü yapıyorsun dolarla, garantiyi veriyorsun dolarla, köprü geçiş ücretini yapıyorsun dolarla, zammı yapıyorsun dolarla, asgari ücret Türk Lirası üzerinden! Ne diyorlar? Biz yerli ve milliyiz diyorlar. Biz ne diyoruz? Vallahi de billahi de siz ne yerlisiniz, ne millisiniz, siz egemen güçlerin oyuncağı, gayri millisiniz.
Bir örnek daha vereyim, bu hortumcu piyasa ekonomisinden bir örnek daha vereyim. İktidara çok yakın bir işadamı var; yurtdışından canlı hayvan mı gelecek, hemen ona başvuruluyor, et mi gelecek, ona başvuruluyor. Bu kişi Et ve Süt Kurumuna kesimlik hayvanları verirken kilo başına 30-32 liradan satıyor. Sonra bu etleri Et ve Süt Kurumundan geri alıyor. Kaç liradan? 20 liradan alıyor, 30 liraya sattığını 20 liradan alıyor. Niçin? Marketlere, belli marketlere daha düşük satsınlar diye. Sevgili vatandaşlarıma sesleniyorum, Allah aşkına dünyada böyle bir hesabı, böyle bir kitabı yapan hangi namuslu adam vardır? 30 liradan vereceğim, 20 liradan alacağım. Nedir bu? Hortumcu piyasa ekonomisi budur arkadaşlar, alın teri dökülmeden vatandaşın vergisiyle alınıyor bütün bunlar.  
Değerli arkadaşlarım, kimler kazanır? Rantiyeciler kazanır bir de, borç verenler. Geçen yıl ne kadardı? 71 milyar faiz ödediler bütçeden, sadece bütçeden 71 milyar, yani eski parayla 71 katrilyon lira faiz ödendi. 2019 bütçesine 117 milyar lira koydular faiz ödemesi, 117 katrilyon lira faiz ödenecek. Kim ödeyecek bunu? Saraydaki kibir abideleri mi ödeyecek? Hayır. Kim ödeyecek? Bu ülkenin fakir fukara vatandaşı ödeyecek, işsizi ödeyecek, emeklisi ödeyecek, asgari ücretlisi ödeyecek, sanayicisi ödeyecek, esnafı ödeyecek, çiftçisi ödeyecek, herkes ödeyecek, nefes alan herkes tamamen tefecilere hizmet edecek.


Peki, bu hortumcu piyasa ekonomisinin ana aktörleri kim? Bunu da bilmemiz lazım. Üç ayrı aktör üzerinde durmamız lazım. Birincisi şu, sarayda oturan kibir abidesi, en önemli aktör; düzeni kuran o, kim ne kadar para alacak hesabını yapan o, kupon arsaları belirleyip adamına göre pazarlayan o, istediğine bedava istediğine dünyanın parasını aktaran o. Başka? Sarayın beslemeleri var etrafında olanlar. Kime aktaracak bu parayı, hepsi kendisine olmuyor tabii, etrafındaki kişilere de aktaracak. Nasıl? Osmangazi Köprüsü gibi, Kütahya Havaalanı gibi, Et ve Süt Kurumuna 30-32 liradan canlı hayvan verip, 20 liradan eti geri alan, bunlar büyük kaynakların aktarıldığı. Bunlar niye bu kaynakları alıyorlar? Havuz medyasını beslesinler diye. Aralarında paylaşmışlar, sana şu ihaleyi vereceğim, şu kadar fiyata vereceğim, sen üç yıl şu televizyona, A Habere üç yıl finansmanını sağlayacaksın, parasını vereceksin; oradakiler yiyecek içecek sabahtan akşama kadar CHP’yi eleştirecek, onların görevi o. Para mı? Gak deyince para... Para mı? Guk deyince para. Gazeteleri var, her türlü rezilliği yaparlar. Bakın, diğer medya özgür medya şikâyet eder geçinemiyoruz zam yapmak zorundayız, onlarda tık yok, onların bir eli yağda, bir eli balda. Neden? Sarayın beslemeleri olduğu için, saraydan besleniyorlar.
Başka? Bir üçüncü kişi daha var: Damat, Hazinenin başındaki damat. Çünkü bu ekonomide, hortumcu piyasa ekonomisinde güvendiğiniz adamı Hazinenin başına getirmek zorundasınız, güvendiğiniz ve inandığınız adam. Parayı nereye verecek, talimatı aynen yerine getirecek olan adama... Kim o? Damat. Damat? O da bir kibir abidesi. Konuşurken, fakirlerin yüzüne bile bakarken onlarla âdeta dalga geçer gibi bakıyor, gülümsüyor böyle. Bakın o kibir abidesi hayatında yoksulluk çekmedi, yoksulluk nedir, fakirlik nedir bilmedi, bir eli yağda bir eli balda büyüdü. Hazinenin başında; milyonlarca kişi aç ve sefalet içinde, yüz binlerce çocuk yatağa aç giriyor. Ve bu kibir abidesinin damadın bir şeyi daha var. Bütün bunlara rağmen itibarı sıfır olan birisi, damat garantili hazine bonosu çıkardı, üstelik dolar endeksli, damat garantili hazine bonosu. Vatandaş itibar etmedi, satın almadı, gitti dışarıdan dövizini aldı bankaya yatırdı. İtibar bu kadar yerlerde sürünüyor.
Şimdi batıya gidiyorlar, egemen güçlere gidiyorlar, aman bir şey demeyin bizi fazla sıkıştırmayın, biz zaten seçimlerden sonra IMF’ye gideceğiz, IMF’yle oturup konuşacağız, ekonomiyi IMF’yle beraber düzelteceğiz. Şimdi ben bu saraydaki kibir abidesine soruyorum: Sen IMF’ye seçimlerden sonra gidecek misin gitmeyecek misin? Çok açık ve net cevap istiyorum senden; seçimlerden sonra IMF’nin ayağına gidip el etek öpecek misin, öpmeyecek misin? Bunu öğrenmek istiyorum.
Teşekkür ederim değerli arkadaşlarım.