13.10.2020

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU (13 EKİM 2020)

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:


Efendim hepinize en içten selamlarımı, saygılarımı sunuyorum. Bizleri televizyonları başında, sosyal medyada veya radyolarının başında izleyen bütün vatandaşlarıma, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu’ndan sevgilerimizi, saygılarımızı, dostluğumuzu, muhabbetimizi gönderiyoruz.
Zor günler yaşıyoruz, bunun farkındayız ama hep birlikte, hep birlikte zorluğu aşacağımız konusunda en ufak bir endişem dahi yok. Çünkü bu ülke, güçlü bir ülkedir. Bu ülke, Milli Kurtuluş Savaşı’nı verip, bütün mazlum ülkelere örnek olan ülkedir. Dolayısıyla biz mücadelemizi kararlılıkla, vatandaşın lehine, Türkiye'mizin lehine sürdüreceğiz.
Ankara'nın başkent oluşunun 97’nci yıldönümü. Küçük bir Anadolu kasabası, bugün Türkiye'nin ikinci büyük kenti, Türkiye Cumhuriyeti'nin başkenti. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kurulduğu, Milli Kurtuluş Savaşı'nın verildiği, milli mücadelenin verildiği bir kent. Ankara üzerine türküler de söylendi, şarkılar da söylendi. Seymenlerimiz, Mustafa Kemal'i karşıladılar. Hep birlikte Başkent'i gerçek anlamda başkent yaptık. Büyükelçilikler başlangıçta buraya gelmek istemediler ama şimdi bütün büyükelçilikler Ankara'da. Dolayısıyla Ankara'yı Ankara yapan bizim büyüklerimiz, dedelerimiz, babalarımız. Onlar milli mücadeleyi verdiler. Onlar etnik kimlik ayrımı yapmadılar, inanç ayrımı yapmadılar, yaşam tarzı ayrımı yapmadılar. "Milli mücadeleyi vereceğiz" dediler ve verdiler. Onun için hep beraber diyoruz ya: 
"Ankara, Ankara güzel Ankara,
Seni görmek ister her bahtı kara."
Evet Ankara güzel bir kent.
Azerbaycan'dan hoş haberler gelmiyor. Toprakları işgal altında olan bir devlet mücadele veriyor. Dünyanın bütün demokratlarının bu haklı talebin yanında konumlanması gerekiyor. Toprakları işgal edilmişse başka bir ülke tarafından, bu işgalden kurtarılması lazım. Sayın Aliyev, "ben savaşacağım" demiyor. "İşgal edilen topraklardan ayrılırlarsa bir sorunumuz yok" diyor. "Ermeni halkıyla bir sorunumuz yok" diyor. "Topraklarımız işgal altında ve bu işgalden kendi topraklarımızı kurtarmak zorundayız" diyor. Haklı mı? Haklı. Evrensel hukuka uygun mu? Evrensel hukuka da uygun. İnsan haklarına uygun mu? İnsan haklarına da uygun. Dolayısıyla Ermenistan'ın işgal ettiği Azeri topraklarından çekilmesi gerekiyor daha fazla kan akmaması için. Ama başka bir şey yapıyorlar: Sivilleri bombalıyorlar, bir insanlık suçu, bir terör suçu masum insanları öldürmek. Asla ve asla insan olan hiç kimsenin kabul edemeyeceği bir tablodur. Bu tablonun oluşumundan da Ermenistan'ı vazgeçmeye davet ediyoruz.
Elbette bu arada Rusya'da masa kuruldu. Ermenistan ve Azerbaycan'ın devlet başkanları oradaydı. Olaylar izleniyordu ama Türkiye masada yoktu. Bunu da bütün vatandaşlarımın hafızalarının bir yerinde tutmalarını isterim. Madem ki biz bu sorununu kendi sorunumuz olarak görüyoruz, o zaman bu sorunun çözümüyle ilgili madem ki her türlü katkıyı yapmaya hazırız, o masada niye Türkiye yok? Bunu da dediğim gibi bütün vatandaşlarımın hafızalarının bir yerinde tutmalarını isterim.
Değerli arkadaşlarım; 10 Ekim’de Cumartesi günü sabah bir grup arkadaşımızla birlikte evden ayrıldık, Ankara Garı'na gittik. Bombanın patladığı yere karanfillerimizi koyduk. En büyük terör olaylarından birisiydi. 5 yıl önce barış isteyen, dostluk isteyen, kardeşlik isteyen bir kitleye 2 canlı bomba müdahale etti. 101 vatandaşımız hayatını kaybetti. 101 kişi... Hâlâ olay bütün boyutlarıyla aydınlığa kavuşmuş değil. Biz terör kimden gelirse gelsin, nereden gelirse gelsin, kaynağı ne olursa olsun, terörü bir insanlık suçu olarak görüyoruz ve teröre karşı mücadeleyi de bir milli mücadele gibi görüyoruz. Herkesin böyle bilmesini isterim.
Terör tanımıyla ilgili olarak, bizimle diğerleri arasında temel bir fark vardır. Biz insanların düşüncelerine saygı gösteririz. Terörist, eline silah alıp masum insan öldürüyorsa teröristtir; dünyanın her tarafında teröristtir. İnsanların düşüncelerine saygı göstereceğiz, inançlarına saygı göstereceğiz, kimliklerine saygı göstereceğiz ama terör... Dur kardeşim! Teröre asla izin vermeyiz. Bu mücadeleyi bir milli mücadele haline, bir toplumsal mücadele haline dönüştürdüğümüz zaman, Türkiye terörden arınmış olur. Dolayısıyla 10 Ekim'de yaşanan terörün kimlerden, nerelerden, nasıl kaynaklandığının bütün ayrıntılarıyla ortaya çıkarılması, devleti yönetenlerin görevidir. Teröre karşıysanız, bütün ayrıntılarıyla çıkarın kardeşim.
Değerli arkadaşlarım; teröre karşıyız ama ağaçları seviyoruz, tabiatı seviyoruz, insanlarımızı seviyoruz, bütün canlıları seviyoruz, kainatı seviyoruz, ekosistemi seviyoruz. Gelecek çocuklarımız, torunlarımız, güzel bir ekosistemin içinde doğmak hakkına sahipler. Onların da yeşili görme, ağacı görme, kırları görme, dağları görme, ormanları görme, bulutları görme, masmavi havayı görme hakları var. Bizim İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi'nin maddelerinden birisi de budur. Dünya sadece bize ait değil, bizden sonra geleceklere da aittir. Bu dünyanın hakkını sadece biz değil, bu dünyanın hakkını bizden sonra gelecekler için de korumak zorundayız. O nedenle yerinde duran ve hareket etmeyen bir ağacı yakmak en büyük günahtır bana göre, en büyük günahtır. Hele bir ormanı yakmak, oradaki canları yakmak, kaplumbağaları yakmak, kuşları yakmak, sürüngenlerin yapmak, kurdu-kuşu yakmak hangi vicdan kabul eder bunu? Hangi ahlak kabul eder? "Efendim teröristler yaktı." Zaten yakan teröristtir arkadaşlar. Ormanı yakan insan... Bir insanı öldürmekten ne farkı var? Ha bir insanı öldürmüşsün, ha bir ağacı kesmişsin, yakmışsın. O nedenle bu konuda daha dikkatli davranmak zorundayız. "Yeşil ekonomi" diyor bütün dünya. "Yeşil mutabakat" diyoruz hep birlikte doğayı korumak için, insanlığı korumak için; bütün kainatı, bütün canlıları korumak için biz bunu yapıyoruz ve bu mücadelemizi de kararlılıkla sürdüreceğiz.
Değerli arkadaşlarım; her mücadelenin mutlaka haklı bir yönü vardır. İnsanlık yolunda yapılan her mücadelenin haklı yönleri vardır ve siz haklılığınızı kanıtlamak ve hizmet etmek için vatandaşa, haklı eksende hizmet etmek için devleti adaletle yönetmeye çalışırsınız. Adaletle yöneteceksiniz ki, haklı ile haksız birbirinden ayrılabilsin. Adaletle yöneteceksiniz ki, ağacın da, kurdun da, kuşun da hakkını teslim edeceksiniz. Yönetici, kibri kendi dünyasında yaşamaz, alçakgönüllü olmak zorundadır. Mevlana'nın felsefesi kadar güzel bir felsefe var mı?
Değerli arkadaşlarım; bir ekonomik buhran yaşıyoruz. Milyonlarca gencimiz işsiz. Esnaf doğru dürüst siftah yapamıyor. Emekli aylığı alan emekli geçinemiyor. Çöp konteynırlarından, yüzbinlerce kişi pazar artıklarından beslenmeye çalışıyor ve devleti yöneten kişi olarak çıkıp milletin önüne: "Efendim yoksullukta sabredin" diyorsunuz. Beyefendi sen niye sabretmiyorsun? Sen niye sabretmiyorsun? "Hak talebinde bulunma" diyor sana. "Bir hak talebinde bulunma; ben yönetiyorum, ben asarım, keserim. Şimdi sıra sende, sen sabredeceksin." Açım. "Açlıkta sabredeceksin." Yoksulum. "Yoksullukta sabredeceksin." İşsizim. "İşsizlikte sabredeceksin." Beyefendi peki sen bir sabır gösteriyor musun? Sen nerede sabır gösteriyorsun? Senin bir elin yağda, bir elin balda; yazlık sarayların var, kışlık sarayların var, uçan sarayların var. Bütün bunların yükünü kim çekiyor? Senin "sabredin" dediğin vatandaş çekiyor. "Sabredin" dediğin vatandaş çekiyor. Boğazındaki lokmayı vergi diye alıyorsun, aldığın vergiyi de onun için değil, yandaşın için harcıyorsun. Allah kimseyi kibirli yapmasın; kibir şeytana özgü bir kavramdır, herkesi küçük görür.
Bakınız değerli arkadaşlarım; tabii baştaki kibirli olunca, yöneten kadrosunun tamamının da kibri paçalarından akıyor. Beni üzen bir kadının bunu söylemesi. Bakan, Çalışma Bakanı... "Son 2 yılda emeklilerimize toplam 674,5 milyar liralık aylık ödemesi gerçekleştirdik." Ne demek yahu? Yani 2,5 yılda emekliye aylığı vermişler 674 milyar lira; bunu da bir övünç meselesi olarak: "bak lütfettim, senin aylığını vermeyebilirdim sana ama 2 yılda ben sana bu kadar para verdim; öp başına koy" diyor. Sen bu emeklinin hangi koşullarda emekli olduğunu biliyor musun kardeşim? Kaç yıl çalıştığını biliyor musun? Ne kadar emek harcadığını biliyor musun? Devlete ne kadar vergi ödediğini biliyor musun? Sosyal Güvenlik Kurumuna ne kadar prim ödediğini biliyor musun? O primleri nasıl çarçur ettiğini biliyor musun? Şimdi lütfetmiş, "ben sana emekli aylığı veriyorum" demiş. Şu kepazeliğe bakın Allah aşkına ya! Şu -incelik kendisine göre- şu inceliğe bakın Allah aşkına ve bunlar devleti yönetiyor.
Bütün emekli kardeşlerime seslenmek isterim, bütün emekli kardeşlerime; senin hakkını, senin yıllar yılı ödediğin paranı sana verirken bile "ben sana para veriyorum, bana oy ver" diyor. Benim ödediğim para bu, benim birikimim, benim kumbaram; benim kumbaramdan alıp bana veriyor, lütfediyor "ben sana bu parayı verdim" diyor. Akla bakın, gerçekten de akla bakın!
Değerli arkadaşlarım; bunu kalkıp söylüyorlar. Emekliye lütuf diye "sana maaşı verdik" diyorlar. Oysa o, onun hakkı. Hakkı lütuf olarak sunuyorsunuz. "Yeri zamanı gelirse, beni kızdırırsan, senin emekli aylığını da ödemem..." O mesaj çıkıyor buradan. Ama bunu yaparlarken, büyük müteahhitlere, beşli çeteye verdikleri dolar bazında verdikleri ihalelerin paralarını tıkır tıkır dolar üzerinden ödüyorlar; tıkır tıkır, bir gün bile gecikmiyor. Onlar sabah akşam dua ediyorlar, "Dolar biraz daha yükselsin..." Ne kadar yükselirse, emekliler o kadar ezilecek, esnaf o kadar ezilecek, çiftçi o kadar ezilecek, asgari ücretli o kadar ezilecek, onların da keseleri şişecek, onlar da para kazanacaklar, bunu unutma kardeşim.
Geçen Grup Toplantısında 17 madde saymıştık esnaflarımız için. Şunu söylemiştim, yine söylüyorum; hiç kimse kendisini sahipsiz sanmasın, hiç kimse. İster esnaf, ister çiftçi, ister emekli, ister sanayici, ister işsiz, ister sanatçı; coğrafyamızın neresinde yaşıyorsa yaşasın, hiç kimse kendisini sahipsiz görmesin. Bu ülkenin sahibi var, bu vatanın sahibi var, bu bayrağın sahibi var. Onun adı da Cumhuriyet Halk Partisi'dir.
Söyledik, Esnaf Bakanlığı kurulmalı. Evet, bir daha söylüyoruz, Esnaf Bakanlığı kurulmalı.
Sicil affı çıkarılmalı. Bir daha söylüyorum, sicil affını çıkarın kardeşim.
Kredi verdiniz, faizsiz erteleyin; ödeme gücüne göre bir erteleme yapın, bir daha söylüyoruz. Adam siftah yapmıyor; borç para verdin, faizi yıktın sırtına, "şimdi parayı ver" diyorsun, nereden verecek? Nereden verecek bunu?
Kiralarda stopaj, kaldırın kardeşim. Mülk sahibinin yükünü esnafın sırtına niye yıkıyorsun?
Bir daha söyleyeceğiz; AVM'ler ve zincir mağazaları haftanın bir günü kapatın kardeşim ya. Hiç değilse gidip vatandaş esnaftan alışveriş yapsın.
Esnafın sosyal güvenlik primleri, işyeri kapalıysa, gelir elde etmiyorsa, kapatan da devlet olarak sensen, onun sigorta primini ödeyeceksin kardeşim. Ben prim ödemiyor muyum? Ödüyorum. Ne zaman ödüyorum? Dükkan açıkken gelir elde ediyorum, elde ettiğim gelirin belli bir miktarını götürüp prim olarak ödüyorum. Dükkanı kapat, tamam kapattık. Gelir elde etme, elde etmedim. Pirim öde, nasıl ödeyeceğim? Nasıl ödeyeceğim? Devlet olarak sen ödeyeceksin. Devlet olarak, sosyal devlet olarak işyerini kapattıysan, onun sosyal güvenlik primini devlet olarak sen ödeyeceksin.
Esnafa olan borçlar... Devletin esnafa borcu var, ödemiyor. Şu garip işe bakın. Esnafın zaten nefesi kokuyor kardeşim. Devlete iş yapmış, para; "ben senin paranı ödemiyorum." Niçin? Vergisini aldın. Vergisini alırken tamam, KDV'yi alırken tamam. Paramı öde? Ben senin paranı ödemem. Doğru değil bunlar, doğru değil arkadaşlar.
Kira yardımı yapılması lazım. İşyerini kapattın, gelir elde etmiyor, kirasını karşılayacaksın.
Bunun gibi 17 maddemiz saydık, arkadaşlar. Bakın bütün bunlar olurken, saydığımız 17 maddenin hiçbirisi hayata geçirilmedi, hiçbirisi. "Esnaf mı, mühim değil" diyorlar. "Zaten esnafı gözden çıkardık" diyorlar. "Esnaf zaten bitti" diyorlar. Çünkü devletin orta sınıfı kalmadı, orta direği yok devletin şu anda. Ama kendi yandaşlarına desteğe sonuna kadar devam.
Şimdi bütün esnaf kardeşlerim beni dinlesin. Büyük bir ihale yapıyorlar, çok büyük bir ihale. İhale miktarı 9 milyar 800 milyon lira. Eski parayla 9 katrilyon 800 trilyonluk bir ihale. Kime veriyorlar? O "beşli çete" dediğimiz bir havuz var ya, 5'li çete. Onlardan birisine "gel" diyorlar kardeşim, "sana bu ihaleyi verdik." Bildiğimiz böyle ihale değil. "Sana bu işi verdik" diyorlar. 9 katrilyon 800 trilyonluk işi veriyorlar. "Sen bunu yapacaksın" diyorlar. Kim bu adam? Hani var ya havuz medyasının sözde amiral gemisi Sabah, ATV, A Haber, bunların sahibi. "Bedava veriyorum sana işi, 9 katrilyonluk iş. Bununla, gazeteler satmıyor, televizyonlar izlenmiyor, hiç önemli değil, zararını ben ödeyeceğim" diyor. Nasıl ödeyeceksin? "İşte o esnafın ağzından lokmayı alacaksın, bunları ödeyeceksin" diyor.
Şimdi ihaleyi verdiler, gayet güzel. 9 Ekim 2020, Resmi Gazete değerli arkadaşlar şu, 9 Ekim 2020'de Resmi Gazete'de şöyle bir tablo yayınlandı. Bu tablo ne diyor? Bu tablonun değerli arkadaşlar, 81’inci sırasında yine bu inşaata, ihale verdikleri inşaata 9 milyar 449 milyon 995 bin 833 liralık vergi harç muafiyeti getiriyorlar. 9 katrilyonluk ihale veriyorsun, 9 katrilyonluk vergi muafiyeti veriyorsun. Çayın taşıyla, çayın kuşunu vuruyorsun. Hiçbir zaman masraf yapmasına gerek yok. Devlete vergi ödemeyecek. Siz böyle bir düzen gördünüz mü? Böyle bir düzeni yaşadın mı Türkiye Cumhuriyeti Devleti?
Esnaf kardeşlerime soruyorum, başka kimseye değil esnaf kardeşime sesleniyorum; sen kiranı ödemiyorsun, adama 9 milyarlık ihale veriyor; 9 milyarlık ihaleye karşılık da" 9 milyarlık da vergi ödemeyeceksin" diyor. Ne demektir bu? Sıfır maliyetle işi yapıyor, devletten de ayrıca para alacak. Ayrıca bu düzen harami düzenidir, haramilerin yönettiği bir devlet iflah olmaz.
Sormak isterim, Ak Parti'ye oy veren kardeşlerime sormak isterim; sen 9 milyarlık ihale, 9 milyarlık vergi teşviki verilen bir düzeni savunuyorsan, sana söyleyecek bir lafım yok kardeşim. Dilenmeye devam. "Hayır, ben bunu kabul etmiyorum" diyorsan, yapacağın bir iş var. Söyleyeceğin bir cümle var; "Yeter artık, düşün yakamızdan" demeniz lazım. Yeter artık, düşün yakamızdan. Bu milletin yakasından bunların düşmesi lazım. Esnaf da söyleyecek onu, çiftçi de, emekli de söyleyecek, işsiz de söyleyecek. "Sen sarayında otururken benim çocuğum yatağa aç giriyorsa düş yakamdan" diyeceksin. Düş yakamdan, bunu söylemek zorunda.
Sadece bu yandaşlara mı çalışıyorlar? Hayır. Tefecilere çalışıyorlar. Saray hükümeti, tefeci hükümetidir, tefecilere hizmet eden hükümettir. Keşke Allah şaşırtsa da bu konuda beni mahkemeye verseler. "Tefecilere hizmet eden hükümet" dedim. Beni mahkemeye verseler, rakamları götürüp, hakimin önüne koyup; "ya sende vicdan varsa bak kardeşim; bundan daha güzel tefecilere hizmet eden dünyada bir iktidar var mı?" desem. Yok arkadaşlar. Faizle esnafa para verdiler. Dünyanın faizi; takside bağlayacaklar, ödeyecekler, faiziyle beraber ödeyecekler.
Değerli arkadaşlar, bugün Almanya'yı düşünelim. Almanya, 10 yıl vadeli borçlanıyor, 10 yıl vadeli. Hani Almanya bizi kıskanıyor ya; 10 yıl vadeli borçlanıyor, aldığı borç karşılığında faiz sıfır. 10 yıl borçlanma karşılığında faiz sıfır. Parayı alıyor, yatırımını yapıyor, geri ödüyor, faiz ödemiyor. Amerika Birleşik Devletleri yine 10 yıl vadeli borçlanıyor, faiz binde 7; bin liradan 7 lira. Binde 7 faiz ödüyor. Yunanistan, hani şu mahvolan, "bitki mahvoldu" dediğimiz Yunanistan da 10 yıllığına borçlanıyor. Onun faizi ne kadar? Binde dokuz, binde 9. 10 yıl borçlanıyorsunuz, binde 9 faizi ödüyorsunuz. Yunanistan, bizim İstanbul'dan nüfusu daha az.
Peki Türkiye? 2,5 yıl için borçlandı dolar bazında. 2,5 milyar dolar borçlandı 5 yıl için; sıfır değil, 1 değil, 2 değil, 3 değil, 4 değil, 5 değil; 6,4 faiz. Hani Almanya bizi kıskanıyordu? Hani Yunanistan mahvolmuştu? Hani Amerika'da yer yerinden oynamıştı? Ne oldu peki? Hani Türkiye güçlü bir ülkeydi? Hani dünya lideriydik biz? Doğru, faiz ödemede dünya lideriyiz! 83 milyonu bir avuç tefeciye teslim etmede dünya lideriyiz! Bütün vatandaşlarımın dinlemesini isterim; eğer 83 milyon kişi Londra'daki bir avuç tefeciye mahkum edilmişse, boğazımızdan bir lokmayı alıp o tefeciye veriyorlarsa; "faiz haramdır, faiz haramdır, faiz günahtır, faiz indirilecek." Peki bu ne? Bu rezalet, bu kepazelik ne? Kimin parasıyla sen bu borcu alıyorsun ve bu borcu kim ödeyecek? Kalyon İnşaat mı ödeyecek? Hayır, sıfır, onun yükü sıfır. 9 katrilyonluk iş aldı, 9 katrilyonluk da vergi alıyor zaten. Sıfıra sıfır o da. Orada hiç bir şey yok. Sadece ne oluyor? 9 katrilyonluk bir varlığa sahip oluyor devletin imkanlarıyla. Esnaf, önemli değil. Çiftçi, önemli değil. İşsiz, önemli değil. Bunun üzerinde durmak lazım.
Bakın yine söyleyeyim: 8 ayda, son 8 ayda; Ocak, Şubat, Mart, Nisan, Mayıs, Haziran, Temmuz, Ağustos... 8 ayda bu memleketin, 83 milyonun Londra'daki bir avuç tefeciye ödediği faiz 8 milyar 280 milyon dolar. Sarayda oturan zat, "sabredin" diyorsun, yahu 8 milyar doları 8 ayda ödeyen bu millet nasıl sabredecek? Nereye kadar sabredecek? Ne zaman bu milletin yakasından düşeceksin? Düşüneceksin ya da bu millet seni sandıkta yakasından düşürecek.
Değerli arkadaşlarım; Türkiye'nin 5 temel sorunu olduğunu söylemiştim. Her yerde, her ortamda bir şekliyle arkadaşlarımız da dillendiriyorlar. Bunlardan birisi de demokrasiydi, hukukun üstünlüğüydü. Hukukun üstünlüğü ne demek? Şu demek en basit tanımıyla: O ülkede yaşayan herkesin can ve mal güvenliği vardır demek. En basit tanımı budur. Bütün canlıların, ağaç da dahil, kurdu kuşu da dahil, böceği de dahil, insanı da dahil herkesin can ve mal güvenliğini koruyan sistemin adına biz "hukukun üstünlüğü" diyoruz, deyimin adına "hukukun üstünlüğü" diyoruz. Yani birisi bir adaletsizlikle karşılaştığında adalet yerini bulur. Gidersiniz mahkemeye başvuruyorsunuz, hakkınız size teslim edilir. Öyle bir noktaya geldiler ki, kanunları saymıyorlar, genelgeyle kanun değiştiriyorlar. Baro seçimi yapılacak, kanuna göre ekim ayında yapılması lazım. Genelge çıkardılar "seçimleri yapamazsın" diye. Yüksek Seçim Kurulu’na başvurdular, o da saraydan talimat aldı, "evet yapamazsınız" diyorlar. Peki siyasi partilerin kongreleri serbest, toplantılar serbest, her şeyi serbest, il kongreleri serbest ama baro seçimi? "Yok kardeşim, yasak." Niçin? "Bir kişiyi yerinde tutabilir miyiz?" diye. "Saraya kölelik yapan bir kişiyi yerinde tutabilir miyiz?" diye.
Bunu istiyorlar. 
Uğraştılar, didindiler, baskı yaptılar, nihayet İstanbul'da bir tane baro kurdular. Şimdi Ankara'da kurmak için kamu avukatlarının zorluyorlar, önlerine dilekçe koyuyorlar.
Kamu avukatlarına sesleniyorum; atacağın her imza hukuka ihanettir, atacağın her imza adalete ihanettir, atacağın her imza kendi mesleğine ihanettir. Hakkı, hukuku ve adaleti savunacaksak, ben nasıl savunuyorsam, benden daha fazla sen savunacaksın kardeşim. Sen çünkü avukatsın; sen savunacaksın. Dolayısıyla bu konuyu da dikkatle izleyeceğiz değerli arkadaşlarım.
Bugün ağırlığı eğitime ayıracağız dedik. 30 Milyon velimiz var, 30 milyon. 30 milyon veli, anne-baba, çocuğunun eğitiminden kaygı duyuyor ve sağlığından kaygı duyuyor. Her anne babanın en büyük ideali, çocuklarının iyi bir eğitim almasıdır. Çünkü biliyor ki, iyi bir eğitimle çocuğun yaşam standartları çok daha iyi noktalara gidecek. Ele güne muhtaç olmayacak, iyi bir geliri olacak, iyi bir sosyal yaşamı olacak. Çevresinde sevilecek, sayılacak, sözü dinlenecek iyi bir eğitim aldığı zaman. Bir anne ve baba çocuğunun iyi eğitim almasından sonra çocuğuyla gurur duyacak. Yaptığı bütün fedakarlığın sonucunu çocuğun başarısında görecek. "Ben bu fedakarlığı yaptım, helal olsun" diyecek.
Değerli arkadaşlarım, devleti yönetenlerden liyakatin önemli olduğunu ve liyakate özen göstermeleri gerektiğini söyledim. Öğretmenle, eğitimle ilgili konuları kim bilir? En iyi öğretmenler bilir, o konuda araştırma yapanlar bilir, o konuda soruşturma yapanlar bilir; o konuda yazı yazanlar, makale yazanlar bilir, o konuda sınıfa girip tebeşir tozunu yutanlar bilir. Eğitimin sorununu en iyi bunlar bilirler. Eğitimle ilgili bir düzenleme yapacaksanız, oturup uzun uzun tartışırsınız işin uzmanlarıyla. Dersiniz ki; "Gelin hep beraber, eğitimimizde sorun var, bunu nasıl düzeltebiliriz?" Bunun sağı, solu yoktur. Niçin? Bu bir milli meseledir, adı Milli Eğitim Bakanlığı’dır. Eğitim milli değerlerimizi, ulusal değerlerimizi, evrensel değerlerle buluşturmaktır. Evrensel değerlerle milli değerleri buluşturduğumuz zaman, o ülkenin dünyadaki saygınlığı artar. Dünyadaki saygınlığı arttığı zaman da, o ülkenin sanatı, kültürü hemen hemen her alanda dünyada söz sahibi olan saygın bir ülke konumuna gelir. Bizim de zaten eğitimle yapmak istediğimiz budur.
Peki bunlar ne yaptılar? 4+4+4 diye bir sistem getirdiler. Şimdi şu soruyu gerçekten de bütün vatandaşlarıma sormak isterim: 4+4+4 gelirken sana sordular mı? Anne olarak, baba olarak sordular mı? Sormadılar. Peki bu kalkınma planlarında var mıydı? Olur ya kalkınma planlarında bir hedef var. Hayır yoktu. Peki bu Bakanlar Kurulunda görüşüldü mü? Hayır, görüşülmedi. Peki bu eğitim şuralarında görüşüldü mü? Eğitim şuraları bütün öğretmenlerin, yazarların, çizerlerin bir araya gelip tartıştıkları konu. Hayır, orada da olmadı. Orada da görüşülmedi, hiçbir şekilde olmadı. Peki bu kanun teklifini parlamentoya verenler eğitimci miydi? O milletvekilleri eğitimci miydi? Hayır, hiçbirisinin eğitimle yakından uzaktan ilgisi yoktu. Buna isyan eden bir parti olarak, bugün eğer çocuklarımız böyle acı bir tabloyla karşılaşıyorlarsa, biz zamanında gördük ve uyardık. Şimdi bu acı tablodan ders çıkarmak ve gereğini yapmak zorundayız. Soru şu: Bu tabloyu neden bu hale getirdiler? Değerli arkadaşlarım, çocuklarımızı neden kobay olarak kullandılar? Bir tek neden vardı; çocuğun iyi yetişmesi değil, çocuğu okula alalım, istediğimiz gibi yetiştirelim, büyüdüğünde bize oy versin. Tek düşündükleri buydu. Ama onlar dünyanın gerçeğini bilmiyorlardı. O küçük çocuğun elindeki cep telefonuyla dünyanın bütün ülkelerinde ulaşabildiğini, dünyadaki bütün gelişmeleri izleyebileceğini bilmiyorlardı. Bu kadar cahillerdi. Tek tip çocuk yetiştirmek istediler. Koşulsuz kendilerine uyan çocuk yetiştirmek istediler ve her bakan kendine göre reform yaptı, her bakan! Bu acı tablo maalesef bizim önümüzde duruyor değerli arkadaşlarım.
Sadece tek tip çocuk yetiştirmek değil, eğitimi aynı zamanda bir rant alanı olarak kullandılar. Büyük ihaleleri yandaşlara verdiler. Verilen paraların sonu ne oldu, onu da kimse bilmiyor. Birazdan geleceğim o konuya da değerli arkadaşlarım. Şu soruyu herkes kendisine sorsun: 18 yıldır kesintisiz yönetiyorlar, 18 yıldır. 18 yıldır kesintisiz yönetiyorsanız, 18 yıldır koalisyon yoksa, 18 yıldır istediğiniz kanunu, kararnameyi çıkarıyorsanız, 18 yıldır istediğinizi atamaları yapıyorsanız; valisini, kaymakamını, öğretmenini atamaları yapıyorsanız, eğitim sistemi o 18 yılın sonunda nasıl bu hale geldi?
Değerli arkadaşlarım, tablo şu: 15 milyon 189 bin 878 öğrencimiz var örgün eğitimde, devlet okullarında okuyor. 15 milyon çocuğumuz var. 15 milyon çocuğumuz, 571 bin derslikte ders görüyor, sınıfta ders görüyor, 571 bin derslikte. Pandemi geldi. 11 Mart'ta açıkladılar "Türkiye'de Korona virüs vakası bulundu" diye. Değerli arkadaşlarım, 12 Mart'ta okulların tatil edileceğini Milli Eğitim Bakanı değil, İbrahim Kalın açıkladı Cumhurbaşkanlığı'ndan. Hiç kimse ses çıkarmadı. Hiç kimse şunu söylemedi: "Ya bu okulların açılacağına, ne zaman başlayacağına Milli Eğitim Bakanı karar verir. Çocuklar Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı olan okullara giderler. Açıklamayı niye Milli Eğitim Bakanlığı yapmıyor da Cumhurbaşkanlığı yapıyor? Orada kaç tane öğretmen var?"
Bakın devletteki çürümenin nerelere çıktığını göstermek için bu örneği verdim. Milli Eğitim Bakanı bildiğimiz bakan değil. Hiçbir yetkisi olmayan sıradan bakan unvanıyla orada oturuyor. Bütün yetki nerede? Sarayda; okulların tatil edebileceğini bile o açıklıyor. Milli Eğitim Bakanı açıklayamıyor. Şu garabete bakın, şu çürümüşlüğe bakın; devletteki çürümüşlüğe bakın. 19 Mart'ta Milli Eğitim Bakanı açıklama yaptı, 12 Mart'tan 7 gün sonra. 23 Mart'tan itibaren uzaktan eğitim başlayacak. 23 Mart'tan itibaren uzaktan eğitim başlayacak, bu konuda dünyanın en iyisi Çin, sonra biz geliyoruz. Dünyanın en iyisi Çin uzaktan eğitimde, ondan sonra da biz geliyoruz. Öyle Güney Kore, Japonya, Kanada, Almanya, Fransa, İsveç, Norveç... Bunların hepsi hikaye. Bunların hepsi hikaye. Önce Çin, sonra biz geliyoruz. Açıklamaya bakın Allah aşkına. Dünyadan ne kadar haberleri var, şuna bir bakın arkadaşlar. Kaç evde internet var, kaç evde televizyon var, onlardan bile bir haberler. Sonuç: EBA'ya geçildi, 7 milyon 695 bin öğrenci EBA'ya ulaşamadı. Öyle ya, Çin'den sonra dünyada ikinci biz geliyoruz. Yani mizah konusu yapsanız "böyle bir şey olmaz" derler, "bu kadar da abartı" derler. Ama ben size hayatın gerçeğini anlatıyorum. EBA'nın canlı kapasitesi 1 milyon öğrenci. Siz 15 milyon öğrenciyi eğitmeye kalkıyorsunuz, kapasite 1 milyon. Gazetelerde görüyorsunuz: Tepelere çıkan öğrenciler "acaba cep telefonundan bir şeyler yakalayabilir miyim?" diye. Dünyada hangi ülkede var böyle bir şey? Kanada'da da mı var, Güney Kore'de mi var, Japonya'da mı var? Bunların devlet yönetiminden haberleri bile yok. Çünkü Türkiye gerçeklerini bilmiyorlar. Erdoğan'ın gazıyla dünyanın en mükemmel devleti, en gelişmiş devleti; öyle gaz veriyorlar. O gazın üzerine bunları da konuşuyorlar. Yahu bir otur, bir bak bakalım ya; bir okula git bakalım ya. Bir gecekondu mahallesindeki eve bir git bakalım ya. Bunlardan haberleri yok.
Bakınız, 3 milyon 37 bin hanede internet yok; öğrencinin interneti yok, 3 milyon 37 bin. Niye internet yok? Niçin yok? Madem Çin'den sonra en iyi biziz. Mesela Güney Kore'de, mesela Japonya'da, mesela Kanada'da, mesela Amerika'da mesela Yunanistan'da kaç öğrenci internete ulaşamıyor? En gerilerdeyiz. 759 bin 493 öğrencinin evinde televizyon yok arkadaşlar. Televizyon yok. Ben size 21. yüzyılın Türkiye'sinden söz ediyorum. Televizyonu olmayan evde EBA eğitimi mi yapacaksın? Hiç acaba saraydakiler düşündü mü? Ya Türkiye'de televizyonu olmayan ev var mı? Hiç akıllarına geldi mi? Kaç çocuğun interneti var, bu internet nerelerdedir diye hiç akıllarına geldi mi? Sarayda internet var, demek ki bütün Türkiye'de internet var. Saray internete ulaşıyor, demek ki herkes internete ulaşıyor. Bakış açısı öyle. Bulunduğu yer saray ama Türkiye'nin her tarafı saray değil; İstanbul'da bile sorun var, Ankara'da sorun var, sorunu olmayan hiçbir yer yok değerli arkadaşlarım. Esenyurt'ta, İstanbul'dan Çınar Mert; kendilerinde internet altyapısı yetersiz, komşudan almak istiyor, baba çatıya çıkıyor ama maalesef arkadan çocuk da çıkıyor. Çınar Mert dördüncü kattan düşerek hayatını kaybediyor. Bunun günahı kime ait? Kime ait bunun günahı? O çocuk okumak istiyor, her fırsatı değerlendirmek istiyor. Baba da oğlu okusun istiyor ama çatıdan düşüp hayatını kaybediyor. Baba şunu söylüyor Önder Mert; "Oğlum o bilgisayarın kapağını bile açmadı. Olan çocuğumuza oldu. Oğlumu ne EBA geri getirebilir, ne de başka bir şey." Saray bunları düşünüyor mu acaba? O çocuğun umutları neydi? O çocuk o bilgisayarı hangi sevgiyle, hangi güzellikle açacaktı? "Bir bilgisayarım oldu" diyecekti. "İnternetim olacak, ben dünyaya buradan açılacağım" diyecekti. "Arkadaşlarımla buradan sohbet edeceğim" diyecekti, "konuşacağım" diyecekti. Ama yok ettiniz.
5 Temmuz'a geldik. Efendim okullar açılsın mı, açılmasın mı? İşte Bilim Kurulunda görüşüldü, 4 metrekareye bir öğrenci olsun, vesaire, vesaire, vesaire tartışıldı. Sonra bir baktılar bunu yapamıyorlar. Neden? 57 bin 340 dersliğe ihtiyaç var. 57 bin 340 derslik olması lazım., 57 bin 340 derslik olmazsa, bu çocuklar rahat, pandemi koşullarında arzu edilen asgari koşullarda eğitim alamayacaklar. 16 Mart'tan bu yana bir tek derslik bile yapılmadı, bir tek derslik bile yapılmadı ve 7 Ekim'de Sayıştay'ın raporları geldi Meclis'e, "138 bin 393 öğretmene ihtiyaç var" dediler. Ama öğretmen almıyorlar. Çünkü onlar için çocuklarımız değersiz. Onlar için bir şey var: Yurtdışındaki tefeciye parayı nasıl denkleştirip götüreceğim? Bizim çocuklarla onları ilgilenmiyorlar. Fakirin fukaranın çocukları ile onlar ilgilenmiyorlar. Bu tabloyu gördüm; 16 Eylül'de çıktım, 14 madde halinde yine iktidarı hiç eleştirmeden milli eğitimde neler yapılması gerekiyorsa onları saydım, her türlü yardımı ve her türlü desteği vereceğimizi ifade ettim ama bunların hiçbirisi olmadı değerli arkadaşlar.
Şimdi birinci sorumuz şu: Neden internet altyapımız yok? Kim engel oluyor, kim engel oluyor? 21'inci yüzyılın Türkiye'sinde neden internet altyapımız yok? Hepiniz çok iyi bilirsiniz, Rahmetli Özal Türk Telekom'u kurdu. Türk Telekom, bizim Cumhuriyet tarihimizin Keban Barajı gibi, Atatürk Barajı gibi önemli yatırımlarından birisidir; çok önemli bir yatırımdır. Bunu aldılar -paramız var, pulumuz var, her şeyimiz var- Hariri ailesine sattılar, Hariri ailesine! Türk Telekom, tüm iletişim altyapısını yapacaktı. Devletin kurumuydu, çok güçlüydü ve dolayısıyla bütün bu alt yapıyı yapacaktı. Hariri ailesi Türk Telekom'u nasıl satın aldı? Şöyle aldı: Gitti Türk bankalarından krediyi çekti, götürdü devlete verdi. Devlet aldı, devlet bankalarına yatırdı parayı; Türk Telekom'u da Hariri ailesine verdi. Hariri ailesinin cebinden beş kuruş para çıkmadı. Sonra ne oldu? Bankaların borcu ödemeye gelince, sıra ona gelince parayla Hariri ailesi dedi ki; "Ben bankalara parayı ödemiyorum arkadaş, al Türk Telekom da senin olsun." Dünyanın en büyük kazığını yedik. Dünyanın en büyük kazığını yedik Hariri ailesinden. Bu kazığı atanlar şimdi sarayda oturuyorlar. Fakir fukaranın alın terini alıp bir aileye peşkeş çektiler. Altyapıyı yapması gereken Türk Telekom altyapı yapmadı, kârını yedi. Bankalara borcu ödemeye gelince "senin olsun" dedi ve işin içinden çıktı. Şimdi ben bütün inançlı kardeşlerime seslenmek isterim: Allah aşkına bunu yapanlara siz "Müslüman" der misiniz? Der misiniz yahu? Fakirin fukaranın hakkını yiyenlere ne zamandan beri siz "Müslüman" demeye başladınız? Ben buna isyan ediyorum. Yapmadılar, altyapıyı yapmadılar. Bunun üzerine şunu da söyleyeyim; şimdi Cumhurbaşkanı'nın başyardımcı mı oluyor Fuat Oktay, ne oluyor? Yardımcısı mı oluyor? Yardımcısı oluyor. 2018'e kadar da Türk Telekom'da başkan yardımcısıydı bu beyefendi. Hortumculuğun başkanlığını yapıyordu. Düşünebiliyor musunuz? 2004'te TÜRKSAT'ı kurdular. İletişim altyapısı Hariri götürdü, TÜRKSAT'ı kurdular. TÜRKSAT'ın da başına eski bakanlar, eski milletvekilleri, eski bakanların çocukları, RTÜK'ün başkanı; bunları getirdiler, orayı tamamen arpalığa çevirdiler. Altyapı? Altyapı yok. Şimdi "Sayıştay raporu" desem, diyecekler ki; "Vay efendim Sayıştay raporları şöyledir, böyledir." 
Size Bilgi Teknolojileri Kurumu'nun 2019 raporundan söz edeceğim. Benim değil, iktidarın yanında Bilgi Teknolojileri Kurumu var, onun raporundan okuyacağım: "Kablo TV altyapısı üzerinden hali hazırda, yani şu anda 24 ilde geniş bant internet erişimi hizmeti sunulabilmekte olup..." Bakın "81 ilde sadece 24 ilde geniş bant internet erişimi var" diyor. Ama devam ediyor: "Alt yapının tüm noktalara ulaşmaması nedeniyle..." Yani "bu 24 ilde de altyapı bütün noktalara ulaşmadığı için, bölgesel olarak hizmet sunulabilmektedir" diyor. Kim engel oldu buna? Bir olayı masaya koyarken bütün ayrıntılarını, artılarını ve eksilerini masaya koymak zorundayız. Vatandaşı doğru bilgilendirmek zorundayız. İnternet alt yapısı bu kadar yetersizken, 24 ilde bile bütün mahallelere, bütün sokaklara gitmemişken, sen nasıl kalkar dersin: "Dünyada birinci Çin, ikinci de biziz" dersin? O görevi bırakacaksın kardeşim. Çekileceksin oradan. 
Değerli arkadaşlar; düşünün TÜRKSAT 15 yıldır; 1 yıl değil, 2 yıl değil, 15 yıldır bu memlekete hizmet yapıyor. Elin oğlu 5 yılda götürüyor, 15 yılda 24 ilin tamamına bile götürmemişiz, belli bölgelerine götürmüşüz. Niçin?
Evrensel Hizmet Fonu... Bunun üzerinde de kimse durmuyor. Bakın bir kanun çıktı 2005'te. İnternet hizmetinin Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde coğrafi konumlarından bağımsız olarak herkes tarafından erişilebilir, herkes tarafından erişilebilir, önceden belirlenmiş kalitede ve herkesin karşılayabileceği makul bir bedel karşılığında; herkesin karşılayabileceği makul bir bedel karşılığında, asgari standartlarda internet hizmetini sunma amacı taşıyor. 2005. Hangi yıldayız? 2020. Ne oldu? Ne oldu? Hırsızlık yapmaktan fırsat mı bulamadınız? Hırsızlık yapmaktan zaman mı bulamadınız? Ne oldu da bizim çocuklarımıza interneti götüremediniz? 15 yıl, 15 yıl... Devam ediyor yine aynı kanunun 3'üncü maddesinin c fıkrası: Düşük gelirliler, geliri düşük olanlar, engelliler ve sosyal desteğe ihtiyacı olan grupların da evrensel hizmetten, yani internetten yararlanabilmesi için uygun fiyatlandırma ve teknoloji seçeneklerinin uygulanabilmesine yönelik tedbirler alınır. Hangi tedbiri aldılar? 2005-2020, hangi tedbirleri aldılar? Burada toplanan para da 12,5 milyar lira, yani 5 milyar dolar. Para duruyor mu, başka bir yere mi harcandı bilmiyoruz. Evrensel Hizmet Fonu'nun bilgisayar alımında kullanılması lazım. Bu çocuklara verilmesi lazım.
Başka bir şey daha... Dünya Bankası ile oturdular, bir anlaşma yaptılar, imzaladılar. 160 milyon dolar para alacaklar. Sosyoekonomik açıdan dezavantajlı durumdaki çocuklar, engelliler ve mülteciler için bu para kullanılacak, biz de takipçisi olacağız. Bütün milletvekili arkadaşlarım da bunun takipçisi olsun değerli arkadaşlarım.
Yine aynı şekilde Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu'nda da biriken paralar var. O paraların da bilgisayar ve internet için, çocuklarımız için kullanılması lazım. 3 milyon 37 bin öğrencinin interneti yok. 759 bin 493 evde televizyon yok. Milyonlarca çocuğun ve öğretmenin bilgisayarı yok. Neden? Param mı yok? Var, saydım: Türk Telekom. TÜRKSAT. Evrensel Hizmet Fonu ile ilgili kanun ve genel bütçe... Ne oldu da bunların hiçbirisi olmadı. Hangi gerekçeyle bunların hiçbirisi olmadı? Bakın bir ülkeyi geri bıraktırmak için yapacağınız tek şey var: Eğitim sistemini bozmak. Başka bir şeye ihtiyaç yok. Çünkü eğitimi gelişmiş bir ülke, dünyada saygın ülkedir. Yeni buluşları, yeni icatları, iyi eğitim almış çocukları yapalar. Hayatı sorgulayacak; ne, neden oluyor bunu sorgulayacak çocuk. Siz interneti bile bağlayamıyorsunuz, bilgisayarı bile yok. Bugün bazı gazetelerde var, küçücük çocuklar diyor ya: EBA ne demek? Haberleri bile yok. Öğretmenle yan yana geldiler mi acaba bunlar? Uzun süredir öğretmenleri ile bile yan yana gelmedi bu çocuklarımız. Bazı ilçelerin tamamında internet yok. İlçelerin tamamında internet yok değerli arkadaşlar. Ne yapılmalı?
Bütün 30 milyon veliye ve bütün öğretmenlere açık ve net düşüncelerimi ifade ediyorum ve nelerin yapılması gerektiğini de söylüyorum:
Bu bilgisayarlardan alınan KDV'nin kalkması lazım. Zaten durumu iyi olanların bilgisayarı zaten var. Çocuklarının bilgisayarı zaten var. Bilgisayarı olmayan kim? Fakir fukara. Bir de ondan KDV alıyorsun. Kaldır kardeşim KDV'yi. Niye kaldırmıyorsun? Yani illa başka birileri mi devreye girsin? Ne zaman kalkar? Bu havuz medyasının patronlarına iş verirler, o zaman KDV'yi kaldırırlar. Çünkü birilerinin para yemesi lazım. Fakir fukaranın yararlanmasını istemiyorlar. Kaldır kardeşim KDV'yi. 
İnternet... Artık günümüzde, 21’inci Yüzyıl'da internet hava gibi, su gibi arkadaşlar. Hepimizin, her çocuğun yaşamının bir parçasıdır internet artık. Arkadaşıyla konuşması, ödevini yapması, haberleşmesi, fotoğraf göndermesi, fotoğraf alması, dünyadaki gelişmeleri izlemesinin tek ama tek kaynağı şu anda bütün dünyada internettir; su gibi, su gibi, hava gibi.
Değerli arkadaşlarım, ihtiyaç sahibi olan ailelere ve öğretmenlere internetin ücretsiz olması lazım. Bir daha söylüyorum: İhtiyaç sahibi olan ailelere, fakir ailelere, geliri düşük olan ailelere ve öğretmenlere internetin ücretsiz olması lazım. Nereden karşılayacağız? İşte Evrensel Hizmet Fonu var. O demiyor mu kanun? "Fakir ailelere internet hizmeti götürülecektir" diye. E götür. Parlamento görevini yapmış. Ücretsiz vereceksin bunu. Bunun için gerekirse mobil operatörlerle oturulur, konuşulur, gereği yapılır. Devletsin sen, kimin düşük gelirli olduğunu zaten biliyorsun. Öğretmenler de zaten kayıtlı, derse gidiyorlar. Bunlara internetin ücretsiz olması lazım.
Devlet ihtiyaç sahibi ailelere ve öğretmenlere ücretsiz bilgisayar vermek zorundadır. Bir daha söylüyorum: Devlet ihtiyaç sahibi ailelerin çocuklarına ve öğretmenlere, bütün öğretmenlere hiçbir ayrım yapmadan bütün öğretmenlere bilgisayar vermek zorundadır ücretsiz. Sosyal devletin gereğidir. 21’inci yüzyılda bilgisayarla tanışmayan çocuk mu olur Allah aşkına ya? Bilgisayarı olmayan çocuk mu olur? Biz her türlü fedakarlığı yapmaya razıyız. Gerekirse bize 5 ay maaş vermeyin kardeşim; çocuklarımıza interneti ve bilgisayarı ücretsiz verin. Ne olacak? Anneler, babalar her türlü fedakarlığı yaparlar. Sen kalkıp da 9 küsur milyar liralık, yani katrilyon liralık bir vergi muafiyetini bir kişiye veriyorsun. Aynı parayla binlerce çocuğa, binlerce haneye, öğretmene hem bilgisayar, hem interneti ücretsiz verirsin. Bir kişiye sağladığın imkanla, binlerce kişi yararlanabilir.
Bakın bir acı tablo; İstanbul Büyükşehir "Kimlerin interneti var, yok" diye bir araştırma yapıyor. Anket sonucu çıkan olay değerli arkadaşlar. Evde bilgisayar kullanımı açısından en düşük olan ilçeler: Arnavutköy yüzde 71, bilgisayar yok. Sultanbeyli, Sultangazi, Esenler, Sancaktepe, Başakşehir, Bağcılar, Gaziosmanpaşa... Ak Parti'nin en çok oy aldığı ilçeler bunlar. Kendi seçmenine ihanet eden bir siyasi parti ile karşı karşıyayız. Arnavutköy'deki, Sultanbeyli'deki geliri düşük olan aileye interneti, bilgisayarı ben ver diyorum, sen vermeyeceğim diyorsun. Onun hakkını ben veriyorum, o sana oy veriyor. Bir de böyle bir paradoksu yaşıyoruz. Bunu da düzeltmek zorundayız. Kardeşim Arnavutköy'deki çocuk bizim çocuğumuz değil mi, bizim evladımız değil mi? Onun da bilgisayar alma hakkı yok mu? Onun da internete ulaşma hakkı yok mu? Niye vermiyorsun? Ben saraya soruyorum: Niye vermiyorsun? Sende para yok, sor kardeşim" niye bana vermiyorsun?" diye.
Şimdi ben Arnavutköy'deki kardeşlerime, Sultanbeyli'deki kardeşlerime, Sancaktepe'deki, Sultangazi'deki kardeşlerime, Bağcılar'daki ve Ümraniye'deki kardeşlerime seslenmek istiyorum: Senin çocukların bu ülkede ikinci sınıf vatandaş mı? Sen bu ülkenin ikinci sınıf vatandaşı mısın? 18 yıldır oy veriyorsun, 18 yıldır sarayda oturuyor; senin çocuğunun interneti bile yok. Şimdi düşün kardeşim: Ben mi haklıyım, saraydaki mi haklı? Ben mi senin hakkını savunuyorum, saraydaki mi senin hakkını savunuyor? Senin de düşünme zamanın.
Milli Eğitim Bakanlığın uyguladığı bir proje vardı, FATİH Projesi. FATİH kısa adı. Uzun adı Fırsatları Artırma ve Teknolojiyi İyileştirme Hareketi. FATİH olsun diye böyle ucube bir şey bulmuşlar. Bu FATİH Projesine göre 2010'da bütün öğretmenlere bilgisayar verilecekti. Bütün öğretmenlere ücretsiz bilgisayar verilecek. 2010; hangi yıldayız? 2020. Bir tek öğretmene bile bedava bilgisayar vermediler, bir tek öğretmene bile. Peki nereye gitti bu paralar? Nereye gitti? Bütün öğretmenlere soruyorum. 2010'da anlı şanlı Rixos Otel'de oturdular, Ulaştırma Bakanlığı ile protokol imzaladılar. Bütün televizyonlar canlı verdi. Öğretmenlere bedava bilgisayar dağıtılacaktı, ne oldu? Bir tek öğretmene bile vermediler. Şimdi bütün öğretmenlere soruyorum: Hâlâ Bu saray iktidarına, bu şahsın devletine hâlâ oy verecek misiniz? Verdiği sözü bir adam tutmuyorsa, verdiği sözün arkasında bir siyasal parti duymuyorsa, o siyasal partinin ülkeye getirebileceği hiçbir yarar yoktur. O siyasal parti halkı kandırır, sadece kendisinin ve yandaşlarının çıkarını savunur. 
Televizyonu olmayan 759 bin 493 hane var. Çağrımda şunu söyledim. Eğer bu televizyonlar için kampanya açın, Milli Eğitim Bakanlığı televizyonu olmayan ailelere televizyonu verelim. Siz kampanya açmayacaksanız, kampanyayı biz açacağız. Milli Eğitim Bakanlığı’na yazı yazdık. Bakın ne kadar samimi, ne kadar içten, ne kadar dürüst davranıyoruz. Çünkü 21’inci Yüzyıl'da bir evde televizyon yoksa, sorun var, o ülkede sorun var demektir. Her evde televizyon olması lazım. İstediği kanalı izler. Milli Eğitim Bakanlığı bize yazı yazdı, dedi ki: "Valilere talimat verdik. Bu 459 bin 493 evdekilerin tamamına valiler, kaymakamlar, televizyonları verdiler." Eğer bu hizmeti yaptılarsa, ben bütün milletin huzurunda onlara teşekkür ederim. Eğer bunu yapmadılarsa, hâlâ evinde televizyonu olmayan bir hane varsa, hemen valiye, hemen kaymakamlığa gitsinler. Desinler ki: "Milli Eğitim Bakanlığı, valiler ve kaymakamlar evde televizyon yoksa, televizyon verecek" der. Vermiyorlarsa, bana söyleyeceksiniz kardeşim. Bu kadar açık, bu kadar net.
Çocuklarımızın çağdaş koşullarda ders almaları için 57 bin 340 dersliğe ihtiyaç var, 57 bin 340 derslik. Bir derslik dahi yapılmadı. Bir derslik dahi yapıldı. Bakın buradan bütün milletin huzurunda, bütün milletvekillerinin huzurunda şu sözü veriyorum, daha önce de söylemiştim: Eğer Milli Eğitim Bakanlığı bu derslikleri yapmazsa, Hazine dersliklerin yapılması için Milli Eğitim Bakanlığına kaynak ayırmazsa, bize sadece yer göstersinler. Bütün derslikleri yapıp, Milli Eğitim Bakanlığı’na teslim edeceğiz.
Evet, 57 bin 340 dersliğin yapımına talibiz. Yer gösterin kardeşim. Neden? Biz kul hakkı yemiyoruz arkadaş? Biz her kuruşun hesabını veriyoruz. Biz ülkede güzellik olsun istiyoruz. Bize oy versin, vermesin her ailenin çocuğunun iyi bir eğitim almasını istiyoruz. O çocuğun da bilgisayarı olsun, o da internete girsin, onun da televizyonu olsun. Onların günahı ne? Fakir olmak mı? Ne zamandan beri fakir olmak günah oldu arkadaşlar? Ne zamandan beri fakir olmak kader oldu? Bunları değiştireceğiz.
Ve biz yine şu teklifte bulunduk, dedik ki, "İstanbul'un hayat boyu öğrenme merkezleri var, İSMEK. Ankara'nın da var yine öyle, BELMEK. Burada derslikler var. Milli Eğitim Bakanlığı istiyorsa, sıkışıyorsa bu derslikleri açabiliriz. Çocuklar gelirler burada, öğretmenleri de var zaten, ders görürler burada." Ama CHP'li belediyeler ya, hayır olmaz. Niçin? CHP'li belediyeler... Kardeşim CHP'li belediye, başka bir belediye değil ki. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin belediyesidir, artı vatandaşın oylarıyla gelip, seçilen belediye başkanlarıdır ve bunlar bütün beldelere hiçbir ayırım yapmaksızın hizmet verirler. Sizin belediyeler gibi değildir. Cumhuriyet Halk Partili Belediyeler kimlik ayrımı yapmazlar, siyasi parti ayrımı yapmazlar, bölge ayırımı yapmazlar, kimin ihtiyacı varsa giderler, kimin ihtiyacı varsa karşılarlar, hiçbir ayrım yapmazlar. Bizim onlardan böyle bir farkımız var.
Tabii yeni derslikler olunca öğretmene de ihtiyaç var. Sayıştay ne diyor? "138 bin 393 öğretmene ihtiyaç var" diyor. Dışarıda yüzbinlerce atama bekleyen öğretmen var. Yeni derslikleri yapma sözü verdik. E öğretmeni de artık sizin atayın. Derslikleri yapalım, öğretmenleri atayın. Böylece öğretmenleri atarsanız bizim değil, sizin lehinize olacak? İstihdam yaratacaksınız. On milyonlarca kişi işsiz belki olmayacak. Bunların içinde 50-100 bini en azından gelip çocuklara ders verecek, çocukların sorunlarıyla ilgilenecek, onların daha güzel yetişmeleri için çaba harcayacak.
Bu arada öğretmenlerle ilgili bir acı tablo var: Kadrolu öğretmen, sözleşmeli öğretmen, ücretli öğretmen; ne demek? Öğretmen, öğretmendir. Aynı dersi veriyorsun, belki aynı sınıfa giriyorsun. Birisi kadrolu, birisi sözleşmeli, birisi ücretli; öğretmen, öğretmendir. Bütün öğretmenlerin kadrolu öğretmen olması lazım. Dolayısıyla bunu da bu vesileyle ifade etmiş olalım.
Şimdi okullar açıldı. Okulların büyük bir kısmında yardımcı hizmet personeli yok. Okulları ayakta tutanlar aslında oradaki veliler, okul aile birlikleri. Olabildiğince okulun iyileşmesini, ihtiyaçlarının giderilmesini, çocukların iyi bir eğitim almasını istiyorlar. Bizim belediyeler, bütün okulların talep geldiği takdirde bütün okulların her türlü ihtiyacını karşılıyor, onarım dahil; onarım dahil her türlü ihtiyacını karşılıyorlar. Dedik ki Milli Eğitim Bakanlığına: Türkiye'de 10 milyonu aşkın işsiz var. 60 bin kişiyi, 60 bin yardımcı hizmet personeli okullara görevlendirin. Milli Eğitim Bakanlığına bu kadroyu verin, Milli Eğitim Bakanlığı 60 bin kişiyi alsın. Çünkü diğer bakanlıklardan veya Türkiye İş Kurumu üzerinden geçici olarak alınan personel, hijyen kurallarını yeteri kadar uygulayamayabilir. Bunların alınması, eğitilmesi ve hijyen kurallarına göre okulları temizlenmesi lazım. 60 bin kişiyi alın; e sizin İhtiyacınız. İşsizlik azalacak, 60 bin kişi daha evine ekmek götürecek huzur içinde. Bunu da teklif ettik.
Dezenfektan, maske, ateşi ölçüm cihazı gibi ihtiyaçları velilerden almayın. Zaten varlıklı ailelerin çocukları özel okullara gidiyor. Devlet okuluna gidenler gariban ailelerin çocukları büyük ölçüde. Bunlardan ne isteyeceksin yahu? Maske: Maske istiyorsan en yakın CHP'li belediye başkanına başvuracaksın, istediğin kadar maske, istediğin kadar hijyen senin kapına gelecek kardeşim. Hiç endişe etme. (Alkışlar)
Pandemi süresince bir sağlık görevlisi ve bir rehber öğretmenin mutlaka okulda olması lazım.
Bunları 10 madde halinde eğitimde yapılması gerekenler olarak bu milletin takdirine sunuyorum. Çocuklarımızı seviyoruz, öğretmenlerimizi seviyoruz. Çocuklar bizim geleceğimiz, ülkemizin geleceği. Onlar hem geçmişimiz, hem geleceğimiz. Onlarla gurur duyacağız, onlara ne kadar iyi bir eğitim verebilirsek Türkiye o kadar hızlı büyüyecek, o kadar hızlı kalkınabilecek, işsizlik azalacak. Yeni icatlar, yeni buluşlar bizim çocuklarımızın sayesinde olacak onlara iyi bir eğitim verebilirsek.
Değerli arkadaşlarım; Uygurlarla ilgili bir sorun vardı. 34 ülke yanlış hatırlamıyorsam Uygurlara yapılan mezalimi protesto için bir metin hazırladı ve imza attılar. Bizim soydaşlarımız Uygurlar. Çin'e gittiğimde o bölgeye gittim. Oradaki üniversitede konferans verdim. Hocaların bazıları Türkçe konuşuyordu. Orada Uygurlar’a yönelik bir baskının olduğunu bütün dünya dillendiriyor. Türkiye'deki bu sorunla ilgilenen Uygur kardeşlerimiz de geldiler. Onlarla da oturup konuştum. "Bu sözleşmenin altına Türkiye Cumhuriyeti neden imza atmıyor?" dedim ve Sayın Bahçeli'ye bir çağrı yaptım. Dedim ki: "Siz kendinizi milliyetçi olarak tanımlıyorsunuz. Uygur Türklerinin eğer böyle bir sorunu varsa ve bu sorun Uygurlar tarafından dile getiriliyorsa ve dünyanın 34 ülkesi de bunun altına imza atıyorsa, neden Türkiye Cumhuriyeti'nin saray hükümeti bunun altına imza atmaz?" Bu soruyu sordum. Bakın bu soruyu Erdoğan'a sormuyorum, bu soruyu Bahçeli'ye soruyorum. Bahçeli bugün yanıt vermiş: "CHP bize Uygur Türklüğü konusunda parmak sallayamaz, istikamet çizemez, dikte edemez, tavsiye ve tembihte bulunamaz." Kimseye parmak sallamak benim geleneğimde, ruhumda, örfümde, adetimde yoktur. Kaba güç, Ortaçağ'ın gücüdür. 21 inci Yüzyıl'da akıl gücü vardır, kaba güç yoktur.
Neden biz "eğitim, eğitim, eğitim" diyoruz? Akıl gücünü güçlendirmek için, ona nitelik kazandırmak için. Aklınızla, bilginizle, birikimimizle, adalet anlayışınızla... Ben sadece Uygurlar için değil, dünyanın neresinde olursa olsun herhangi bir halk zalim bir uygulamayla karşılaşıyorsa, biz orada deriz ki: "Burada bir haksızlık var, hukuksuzluk var" deriz. Sayın Bahçeli bilsin: Irak'ta Türkmenlere kim yardım yaptı biliyor musunuz TIR'larla bir değil, birden fazla? Biz yaptık ama bunun reklamını yapmadık. Bir gidişimizde baktılar ki çocukların ayakkabıları yok, bütün çocuklara ayakkabı aldık gönderdik. Suriye'deki Türkmenlere, Arapça Mustafa Kemal'in Nutuk'unu gönderen biziz. Sen ne diyorsun kardeşim? Bizim işimiz reklam değil. Bizim işimiz reklam değil. Eğer saray iktidarının bekçiliğine birisi soyunursa, bize bu konularda ders veremez.
İnsan hakları dediğimiz kavram önemlidir. Sor bakayım Bahçeli'ye, neden imza atmıyor? Ben söyleyeyim: Çin'den para gelecek diye. Para, para; para gelecek diye. Londra'daki tefecileri faizi çok yükseltti çünkü. Düşünün, bütçe açığı için borçlanmak zorundasın. Faiz için borçlanmak zorundasın. Ana parayı ödemek için borçlanmak zorundasın. Kapana kısıldılar. Memleketi yönetemiyorlar. Bu millet diyor ki artık: "Kardeşim, yakamızdan düşün."
Yakalarından düşüreceğiz. Bu ülkeye huzuru, bu ülkeye bereketi, bu ülkeye sevgiyi, bu ülkeye gerçekten kardeşliği getireceğiz. Annelerin, babaların çocuklarını güven içinde okula gönderebilecekleri bir Türkiye'yi yeniden inşa edeceğiz.
Hepinize saygılar.