29.06.2021

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, TBMM CHP Grup Toplantısında Konuştu (29 Haziran 2021)

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle: Teşekkür ederim. Her birimiz toplumun umudu olmak zorundayız, her birimiz; tarihin bize yüklediği ciddi bir sorumluluk var. Hep beraber çalışacağız, birlikte çalışacağız, birlikte mücadele edeceğiz. Hiç kimseyi ayırmayacağız, hiç kimseyi. Herkesi kucaklayacağız. Herkesten yana olacağız. Eğer birisine haksızlık yapıldıysa onun yanında olacağız haksızlığını gidereceğiz. Adaletten yana olacağız. Sevgiden, hoşgörüden yana olacağız. Dolayısıyla herkesi kucaklayacağız. Derdi olan bize geliyor, niçin bize geliyor? Çünkü biliyor ki biz onların dertleriyle dertleneceğiz. Biz onların dertlerini çözmek için elimizden gelen çabayı göstereceğiz.


Bundan iki hafta önce bir grup şoför esnafı geldi. Dediler ki, "bizim dertlerimiz var ama siyasetçiler, hiçbir parti bizim dertlerimizle ilgilenmiyor. Dedim: "Ya biraz haksızlık yapıyorsunuz.” Ben Gebze'de kamyon şoförlerinin olduğu yere gittim, onların orada güzel bir yeri var. Oturdum onlarla sohbet ettim. Konya'da gittim, Ankara'ya gittim. Ankara'da da güzel bir yerleri var, oraya gittim. Kütahya'ya gittim, hatta bir şoför arkadaş somunu ikiye böldü, yarısını bana, yarısını kendisi aldı, "beraber yiyelim" dedi. Sizin sorunlarınızı dile getirdik ama yine kabahat bize, yeteri kadar size ulaştıramadık. Burada haklısınız ama bana kamyon şoförlerinin, otobüs şoförlerinin hangi radyoyu en çok dinlediklerini söylerseniz, söz ben gideceğim, bir de oradan ayrıca sesleneceğim sorunlarını nasıl çözeriz diye. "Efendim bir önerge verin Meclis araştırsın." Olur hayhay önerge veririz. Uşak Milletvekilimiz Özkan Yalım önergeyi verdi ama kendilerine peşin peşin şunu söyledim: Önergeyi veririz, tartışma olur, sizden yana tavır alırız. Önergenin kabul edilmesi için elimizden gelen çabayı gösteririz ama şunu iyi bilin, AK Parti ve MHP milletvekilleri tarafından reddedilir sizin önergeniz. "Hayır efendim, biz onlarla da konuşacağız." Hayhay gidin konuşun. Amaç sizin sorunlarınızı çözmek. Evet önergeyi verdik, çıkıldı, konuşuldu. Milliyetçi Hareket Partisi'nden hiç kimse konuşmadı. Önergenin ne lehine, ne aleyhine tek laf bile etmediler. AK Partili çıktı, zaten ortalık güllük gülistanlık. Mazot fiyatları yerde sürünüyor, her şey çok ucuz. "Efendim, yollar yaptık, köprüler yaptık" sanki bedava yaptık. Yaptın, adamdan hem vergi aldı, hem yoldan geçerken ayrıca para alıyorsun, Avrupa'nın en pahalı yolu ve önerge oylandı ve reddedildi.
Şimdi o arkadaşlara sesleniyorum: Sizin sorununuzu çözmeye kim kararlı? Hangi parti sizin yanınızda ve hangi partiler sizin karşınızda? Oturun düşünün, elinizi vicdanınıza koyun; sandık gelecek, sandığa gidip oy kullanacaksınız. Ben başka bir şey istemiyorum. Doğrunun yanında durun, haklının yanında durun. Sizin sorunlarınızı çözme iradesini ortaya koyan siyasi partinin yanında durun. Bunu söyledim.
Efendim pandemi dolayısıyla malum kısa çalışma ödeneği ve ücretsiz izin ayrı ödeniyordu. Bu konuda karar alındı, doğru bir karar. Rakamlar çok küçük ama olsun her halükarda pandemi dönemini bir şekliyle atlatmak gerekiyordu. Kısa çalışma ödeneği 456 gün sürdü, ücretsiz izin aylığı 433 gün. Bu ayın sonunda bitecek. Bu ayın sonunda bitmemesi gerekiyor. En azından pandemi hâlâ devam ediyor, sorunlar hala devam ediyor. Dolayısıyla kısa çalışma ödeneği ve ücretsiz izin aylığı uygulamasını sürdürmek gerekiyor. Neden söylüyorum? Şunun için: Kısa çalışma ödeneğinden 3 milyon 765 bin kişi kısa çalışma ödeneği almış. Ücretsiz izin aylığından yaralanan kişi sayısı 2 milyon 548 bin 335 kişi. Bu paraları kesmeyin. Keserseniz işsizlik zaten büyük bir sorun, daha da büyütürsünüz. Biz her evde huzurun olmasını, her evde bereketin olmasını isteriz. Eğer bunları keserseniz, işsizlik patlar ve dolayısıyla çok daha büyük bir sorunla Türkiye karşı karşıya kalabilir. Hatırlatması bizden, önermesi bizden. Rakamın çok küçük olduğunu biliyorum. Bu çalışmadıkları süre içinde bunların sosyal güvenlik primleri de yatmadı. Çünkü aylık almadılar. Bir de böyle prime takılanlar olacak. Emeklilikte yaşa takılanlar var, bir de prime takılanlar sınıfı çıktı şimdi ortaya.
Değerli arkadaşlarım, herkesin işi gücü olsun deriz ya. Bazen sorarlar, "işsizliği önlemek için en hızlı ne yapacaksınız?" diye. Hemen söyleriz: Bütün sağlık dünyasında, kamunun bütün sağlık dünyasında boş kadro varsa tamamının atamasını yapacağız. Röntgenciydi, hemşireydi, ebeydi... Boş kadro olur mu? Sağlık hizmeti veriyor zaten, tamamının atamasını yapacağız. Atama bekleyen öğretmenler var, tamamının atamasını yapacağız.
Teşekkür ederim, teşekkür ederim... Şimdi Erdoğan Hatay'a gidiyor. Tabii atama bekleyen öğretmenler de hazır buraya geldi AK Parti'nin Genel Başkanı, aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturuyor. Bütün yetkililer ona ait, kadro açabilir, kadro kapatabilir. Efendim, bürokratlar atayabilir, bürokratı görevden alabilir. Anayasa Mahkemesi'ne, mahkemelere hakim tayin edilebilir. Her şeye, her türlü yetkisi var. Demişler ki: Siz bir ara bize dediniz ki, "80 bin öğretmen alacağız atama bekleyen." Hayır efendim biz aldık 20 bin kişi. Şu cümle önemli: "Hiç açık yok, tam aksine fazlalık var." Okuyunca "ya bu acaba yanlış mı?" diye. Sonra açtım, başka haber ajanslarına da baktım, aynı cümle orada da var. Devletten habersiz, en tepedeki insan devletten habersiz. Milli Eğitim Bakanlığı'nın verilerine bakıyorsunuz, 107 bin 909, Ocak 2021'de öğretmen açığı var, 107 bin 909 öğretmen açığı var. Sayıştay raporlarına bakıyorsunuz, 138 bin 393 öğretmen açığı var ama Erdoğan'a göre öğretmen açığı yok. Niçin? Sarayda öğretmen yok ki? Bakıyor sarayda bütün kadrolar dolu, üstelik herkesin durumu çok iyi. Üstelik herkes bir yerden değil; 3 yerden, 4 yerden, 5 yerden maaş alıyorlar. Herhangi bir sorun yok burada. Nereden çıktı bu açıktan atamalar? Nereden çıktı bu öğretmen? Tam tersine kadro fazlalığı var diyor. Allah akıl fikir versin. Devleti bunlar yönetiyorlar. Bunlar yönettikleri için de memlekette işsizlik bu boyutlarda.
Değerli arkadaşlarım; ihvan konusundaki tutumumuzu bütün dünya bilir, Cumhuriyet Halk Partisi'nin ihvan konusundaki tutumunu bilir. Biz inançların siyasete alet edilmesini asla istemeyiz. Mısır'daki değişime de saygı duyduk her zaman. Mısır'daki kardeşlerimize de her zaman saygı duyduk ama siyasi idamlar doğru değil. Eğriye eğri, doğruya doğru... Mısır'daki yöneticilere seslenmek isterim: Türkiye'de de geçmişte siyasi idamlar oldu, başbakan astık, bakanlar idam edildi, gencecik filinta gibi evlatlarımızı darağacında ölüme yolladık. Ne oldu? Şimdi hepimiz üzülüyoruz. Şimdi astığımız insanlar için havaalanları yapıyoruz, üniversitelere adını veriyoruz, okullara adını veriyoruz. Siyasi idam doğru değildir. Siyasi idamlara her zaman karşı çıktık, karşı çıkmaya da devam edeceğiz. Umarım Mısır'da siyasi idamlar olmaz.
Değerli arkadaşlarım; Cumhuriyet Halk Partisi olarak sadece salı günleri burada Genel Başkan olarak ben konuşmuyorum. Eylemimiz sadece burada değil, faaliyetimiz sadece burada değil. Genel Kurul'da da milletvekili arkadaşlarım, grup başkanvekillerinin öncülüğünde çalışıyorlar. Ayrıca ben de sahaya iniyorum. Ayrıca milletvekillerimiz illere gidiyorlar ve çalışıyorlar. 21-22 Haziran tarihlerinde 37 milletvekili, 7 Parti Meclisi üyesi, bir Yüksek Denetleme Kurulu üyesi, 10 da belediye meclis üyesi olmak üzere, toplam 55 Cumhuriyet Halk Partili Erzurum'a çıkarma yaptık, Erzurum'a gittik.  
Uzun yıllardır, uzun yıllardır Erzurum'da milletvekili çıkaramıyoruz. Kabahat Erzurumlular da mı? Hayır, kabahat bizde. Erzurum'a gittik mi? Oturduk, dinledik mi? Vatandaşın çayını, kahvesini içtik mi? Sorununu dinledik mi? Yapmadık bunları, yapmadık. Ankara'da oturduk, gayet güzel açıklamalar yaptık. Sonra dönüp Erzurumluya, "niye bize oy vermiyorsun?" dedik. "Ya vermem kardeşim; gel çayımı iç bir, gel bir benim derdimi dinle" diyor ve gidiyorum, dertlerinizi dinliyorum. Sadece Erzurum'un merkezini değil, bütün ilçelerini milletvekili arkadaşlarımız ve diğer partili arkadaşlarımız gezdiler. "Yardımlar kesilir mi?" diye, "iktidar değişirse yardımlar kesilir mi?" diye bir endişe var. Erzurumlu kardeşim, ihtiyaç sahibi kardeşim, iktidar değiştiğinde yardımlar kesilmeyecek, tam tersine yardımları artacak. Bak kardeşim, bizim belediyeleri görüyorsun sen; öyle diyorlardı, yardımlar kesilecek diyorlardı. Kesildi mi?  
Hayır efendim, tam tersine arttı. Ama yardımı nasıl yapıyoruz? Yardımı nasıl yapıyoruz? Sağ elin verdiğini, sol el görmeyecek diyoruz. İnsanı, onurunu koruyoruz. Fakirin onurunu koruyoruz. İhtiyaç sahibi ailelerin onurunu koruyoruz, bunları yapıyoruz. Efendim işsizlik kol geziyor. Evet Erzurum da; sadece Erzurum değil, Türkiye'nin bütün illerinde de işsizlik kol geziyor. Doğuda rahmetli babam görev yaparken, Erzurum bizim gözümüzde çok büyük bir kentti. Erzurum'u bütün doğuda yaşayanlar Doğunun Paris'i olarak adlandırılırdı, taş mağazalar kulaklarımızda isim olarak, marka olarak hâlâ kalmış. Ama giden arkadaşların bana verdiği raporlar hiç de iç açıcı değil. Ciddi bir sorun var. Bakın bir kadın, merkezde bir kadın; geliyor, bizim arkadaşlara yakalıyor: "Etmeyin, eylemeyin. Siz kendiniz nasıl yaşıyorsanız, bizim de hakkımız var yaşamaya. Eşim 47 yıllık öğretmen, emekli oldu. Oğlum polis hiçbir şey almaya gücümüz yetmiyor. Allah'ınızı severseniz yetişin imdadımıza. Çekemiyoruz daha, bittik, tükendik. Vatan bizim, toprak bizim; Kanal İstanbul, Kanal İstanbul... Kanal İstanbul'u ne yapacağım? Erzurum'a, Van'a, Ağrı'ya fabrika yapsın. Allah aşkına yetişin imdadımıza. Tarım bitmiş, meyve olmuş 15 lira. Çocuklarımız meyve diye ağlıyor, alamıyoruz."
Benim bir şey anlatmama gerek yok, hayat böyle. Yine bir çiftçi: "Ben ne çok zenginim, ne de çok yoksul. Ekip biçtiğimle geçiniyordum. Artık bitti, çocuğumuza meyve alamaz hale geldik. Ne yapacağımı, kime başvuracağımı bilmiyorum artık" diyor. O da haklı. Ve değerli arkadaşlar işsizlik kol geziyor dedim. Pasinler'den bir gene Erzurumlu kardeşimiz: "Suriyeliler işte, bizim çocuklar boşta" diyor. O da haklı. Genç bir arkadaşla karşılaşmışlar, adı Timur. Keşke arkadaşlarım telefonlu alsaydı, telefon edecektim kendisine ama telefonu bulabilirsek arayacağım kendisini. Buradan o genç Timur kardeşime sevgilerimi, saygılarımı gönderiyorum. Benim için şöyle söylemiş: "Adam iyi adam, namuslu bir adam. Doğru konuşuyor, doğru konuşuyor da bir de Müslüman olsa." Elhamdülillah Müslümanız ya, Elhamdülillah Müslümanız. Nasıl anlatmışlar beni bilmiyorum, gerçekten nasıl anlatmışlar? Allah'ımız bir, kitabımız bir, peygamberimiz bir kardeşim ama biz din ticareti yapmayız. Herkesin inancına saygı gösteririz.  
Bundan sonra Erzurum'a yine gideceğiz, yine gideceğiz Erzurum'a.
Teşekkür ederim, ben de Romanlarla gurur duyuyorum. Sağ olun, sağ olun.
Devletin iyi yönetilmediğini hepimiz biliyoruz. Çünkü iktidar, yani saray otoritesi devleti yönetmek için değil, devlet olmak için geldi. "Ben devletim" diyor. "İstediğimi asarım, istediğimi keserim" diyor ve devlet dediğiniz kurum yıpranmaya ve çürümeye başlıyor. Öyle bir noktaya geldi ki, 19 yılın sonunda, ekonomide ve hukukta devlet kayıt dışına çıkmaya başladı. Ekonomide ve hukukta devlet kayıt dışına çıkmaya başladı. Çıkarıyorlar, aşama aşama kayıt dışına çıkarıyorlar.
Bakınız değerli arkadaşlarım, bunu yaparken bilinçli yaptılar. Önce ne yaptılar değerli arkadaşlarım? Bütün bakanlıklarda, özellikle maliye ile ilgili olan bütün bakanlıklarda teftiş kurullarını kapattılar. Niçin? Bir yerde yolsuzluk var mıdır, yok mudur? Bakana ihbar gelirse bakan, "hemen el koyun, bunu inceleyin" diyecekti. Bunları kapatırlar, "gerek yok bunlara" dediler. Böylece ekonomide kayıt dışılığın altyapısını, bürokratik altyapıyı süratli bir şekilde oluşturdular. Devlette liyakat vardı. Liyakati de tamamen kaldırdılar. Yandaşları getirdiler. Ne söylerse bakan, "emredersiniz" diyen kişileri getirdiler. Ya bu kanuna uygun mudur, kanunu aykırı mıdır? Sakıncası var mıdır, yok mudur? Bu soruyu asla bürokrat soramaz. Talimat gelir, sadece onlar gereğini yaparlar. Bürokrasiyi bir anlamda robotlaştırdılar.
Başka? O kadar farklı bir tabloyla karşılaştık ki, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bu tür rezaletleri hiç görülmedi. Bakanların önünde, bakın bakanların önünde, milletvekillerinin önünde, valinin önünde, belediye başkanının önünde rüşvet tartışması yapıldı. Serik'te, Antalya Serik'te; bakanlar orada, milletvekilleri orada, AK Parti ve MHP milletvekili orada, vali orada, belediye başkan orada ve belediye başkanı tahammül edemiyor. Bakanlara diyor ki, "yazıklar olsun size" diyor. Tık yok. Rüşvete batmış bunlar. Ne oluyor bu? Kayıtdışı besleniyor, devleti kayıt dışına çıkarıyorlar. Savcı soruşturma açtı mı? Savcı ne yaptı? Çağırdı mı? "Arkadaş, bu parayı kim aldı? Yetimin hakkını ben savunacağım, ben cumhuriyet savcısıyım, cumhuriyeti savunacağım" diyen bir savcı çıktı mı? Tık yok. Türkiye şu anda Avrupa'nın en büyük kara para aklayıcısı ülkelerinden biridir. Avrupa'nın en büyük kara para aklayan ülkelerin başında Türkiye geliyor. Böyle bir rezaleti Türkiye Cumhuriyeti tarihinde hiç görmemiştik. Uyuşturucu parası, kumar parası, organ ticareti, insan ticareti, kadın ticareti; ne kadar rezil iş varsa hepsini kabul ettiler, sineye çektiler. "Parayı getirin" dediler. Niçin? Haramla besleniyorlar ve ekonomiyi aşama aşama kayıt dışına çıkarttılar. Hukuku da aşama aşama kayıt dışına çıkardılar, onu da devletten ayırdılar. Peki bu paralar nereye gidiyor? Kumar paraları nereye gidiyor? Organ ticaretinde, uyuşturucuda paralar nereye gidiyor, kim alıyor bu paraları? Sadece bu işi yapanlar mı? Yemezler, vermezler o kadar; göz yuman alacak oradan parasını. Neden saray ve beslemeleri sessiz kalıyor bu konuda? Beslendikleri için. Ekonomi ve hukuk kayıt dışına çıkınca bu tür rezaletler Türkiye'de yaşanıyor.
Bugün Türkiye'de rüşvetsiz iş yapmak mümkün değil. Devletle muhatap olduğun andan itibaren rüşvetsiz iş yapmanın mümkün olmadığını görüyoruz. Erzurum'dan örnek vereceğim, öyle çok uzağa falan gitmeye gerek yok: Bir su dolum tesisi yapmak istiyor Erzurum'dan birisi. İsim var ama vermek istemiyorum başı belaya girmesin diye. Bankadan kredi alacak, Halk Bankası'nda diyorlar ki: "İşi bize verin, işi bitirelim." Diyor ki, gelin ortak olun yani, beraber yapalım bu işi. "Hayır, işin tamamını vereceksin bize." Bitirseydim diyor bunu, 200 kişi çalışacaktı orada. Şimdi "ben rüşvet veremiyorum" diyor. "İşi de vermedim ama olmadı" diyor. 200 kişinin ekmeğine bunlar izin vermediler, mani oldular ekmeğine. Yine aynı şekilde süt işleme ve paketleme tesisi yapacak olan bir Erzurumlu kardeşimiz yine o da kredi almak istiyor, vermiyorlar krediyi ve şu ifade ona ait: "Ben bugüne kadar ne rüşvet aldım, ne rüşvet verdim, bundan sonra da vermeyeceğim. Gerekirse batarım, yine vermem" diyor. Gözlerinden öpüyorum, vatandaş dediğin budur işte.  
Kayıtdışı ekonomi, kayıtdışı hukuk... Eskiden şöyle olurdu. Devlet Planlama Teşkilatı diye bir kurum vardı. Burada yatırımların öncelikleri belirlenirdi, bölgelerin özelliklerine göre belirlenirdi. "Nereye baraj yapalım, nereye gölet yapalım, nereye demiryolu yapalım, nereye fabrika yapalım, o fabrikada istihdam sorunu nasıl çözeriz, kaç kişiye istihdam yaratırız" gibi bütün sorunlar masaya yatırılır ve Devlet Planlama Teşkilatı yatırımları belirlerdi. Ekonomi kayıt dışına çıktıktan sonra, hukuk da askıya alındıktan sonra, artık devletin bütün büyük yatırımlarını beşli çete belirliyor. Gidiyorlar, planı programa alıyorlar kendilerine göre şuraya şunu yaparsak, "yapın" diyor. Garanti? "Garanti de veririm" diyor. Ya CHP iktidar olur, elimizden alırsa? "Meraklanma, Londra mahkemeleri yetkili kılarım ve sen git bu yatırımı yap oraya" diyor. E ne olacak? "E kusura bakma sana da hakkını vereceğiz" diyorlar. Dolayısıyla değerli arkadaşlarım, devletin bütün büyük yatırımlarını devletin bürokratları değil, beşli çete sarayın desteğiyle yapıyor. Bakın buna da Cumhuriyet tarihinde ilk kez tanık oluyoruz. Bürokrasiyi, yani Devlet Planlama Teşkilatı’nı kapattılar. Kime hangi rantlar verilecek? Hangi garantiler verilecek? Garantilerin miktarı ne olacak? Yetkili mahkeme neresi olacak? Maliyetleri nedir? Bütün bunların tamamı kapalı, kimse bilmiyor. Ekonomi kayıt dışında. Ekonomi kayıt dışında olunca ne oluyor? Rüşvet vermek çok daha kolay oluyor, rahatlıkla rüşvet veriyorsunuz. Çünkü paranın hesabı hiçbir yerde kayıtlı değil. Garanti? Garantileri de kimse bilmiyor. Defalarca söyledim, bir daha söyleyeyim: Havuz medyası var malum, hâlâ kayıtdışı tirajlar üzerinden devleti soyuyorlar, kayıt dışı tirajlar üzerinden devleti soymaya devam ediyorlar. Saray ve şürekası aynen bakıyor, "paraları ödeyin" diyor. Onlar da verilen bu rüşvete ortaktırlar. Böyle bir rezaleti Türkiye hiç yaşamadı.
Peki, değerli arkadaşlarım, kayıt dışının en temel özelliği nedir? Adı üstünde kayıtdışı, kayda alınmaması demektir, en temel özelliği budur. Peki, bunun önüne nasıl geçilir? Devletin şeffaf olmasıyla geçilir, devletin hesap verebilir bir kurum haline getirilmesi gerekir. Kim getirecek bunu? Devleti yöneten siyesi partinin getirmesi lazım. Devleti yöneten siyasi parti diyecek ki: "83 milyon kişi vergi veriyor. Ben aldığım vergileri şuralara, şuralara, şuralara harcadım." Maliyet? "Maliyeti de bu kardeşim ve ben 83 milyona da hesap vermekten onur duyuyorum" diyecek. O zaman bu kirliliklerin hiç birisi olmaz, ekonomi kayıt dışına çıkmaz, alınan her kuruşun hesabı millete verilir.
En tipik örneği, en güçlü kurumlarımızdan olan ve şimdi şamar oğlanına dönen Merkez Bankası. Kanuna aykırı olarak yetkiyi aldılar, Hazine ve Maliye Bakanlığı'na verdiler. Damat-kayınpeder 128 milyar doları buharlaştırdılar, daha ne olsun? 128 milyar dolar...  
Ne dedik? Ekonomiyi kayda almanız lazım. Vatandaş bunu bilecek, güven vereceksiniz siz vatandaşa, politikacı olarak güven vereceksiniz ama bunu yapmadılar ve yapmamaya da devam ediyorlar.
Başka bir şey daha: Ne demek kayıt dışına çıkmak? Devletin kayıt dışına çıkarmak ne demek? Devletin kayıtlarına bu işin girmemesi ne demek? Devleti yöneten kişiler, kendileri, aileleri, yakınlarıyla topluma örnek olmak zorundadırlar. Yaşayışın, gezmen, tozman, bindiğin araba, oturduğun yer itibariyle topluma örnek olacaksın. İsraftan kaçınacaksın. Herkesten önce sen vergini ödeyeceksin. Topluma örnek olacaksın. İyi bir vatandaş, ahlaklı bir vatandaş, adaletli bir vatandaş kimliğin öne çıkaracak. Şimdi ben AK Partili kardeşlerime seslenmek isterim. Milliyetçi Hareket Partili kardeşlerime de seslenmek isterim: Siz de vergi veriyorsunuz. Sizler de düzgün, temiz insanlarsınız. Peki kardeşim, nasıl oluyor da Erdoğan ve ailesi yurtdışında Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne vergi vermemek için hesap açıyorlar, sahte şirket kuruyorlar? Milyon dolarları orada kazanıyorlar ve devlete de beş kuruş vergi ödemiyorlar, beş kuruş, beş. Beş kuruş vergi ödemiyorlar. Peki AK Partili kardeşim, senin vicdanın bunu kabul ediyor mu? Senin ahlakın bunu kabul ediyor mu? Peki ülkücü kardeşim; senin vicdanın bunu kabul ediyor mu? Senin ahlakın bunu kabul ediyor mu? Devleti soyulacak bir organ gibi görüp, önemli rakamları-kayıt dışına almak ne kadar doğrudur acaba ve bur devlet nasıl bu hale gelebilir? Man Adası'ndan söz ediyorum tabii doğal olarak.
Değerli arkadaşlarım; düşünün, kayıt dışı büyüdüğü zaman, alınan rüşvetler de büyür. Rüşveti kim alır? Rüşveti kamu görevlisi alır. Onun için adına rüşvet diyoruz. İki tüccar arasındaki para alışverişi ayrı bir şey. Orada devlet sadece işin ahlaki yönüne ve vergi yönüne bakar, başka bir şeye bakmaz. Ama devlette bir kişi, devleti yöneten bir kişi, görevini yaparken, görevini yapmak veya yapmamak için para alıyorsa bunun adı rüşvettir.
Değerli arkadaşlarım; devletin İçişleri Bakanı Sayın Süleyman Soylu, devletin televizyonuna çıkıp, "her ay bir siyasetçiye 10 bin dolar para ödeniyor" dedi. Erdoğan ne dedi? AK Partili kardeşlerime sesleniyorum, onların vicdanına sesleniyorum: Erdoğan ne dedi? Tık çıkmadı, tık. Peki hâlâ rüşveti savunana oy vermeye devam edecek miyiz? Ahlaksızlığa hâlâ oy vermeye devam edecek miyiz? Kendi vicdanınıza sorun, çocuklarınızın yüzüne bakın, evlatlarınızın yüzüne bakın. Devleti soyulacak bir organ haline getiren bir siyasi anlayışa hâlâ oy verecek miyiz? Bakan yerinde, Erdoğan da yerinde, her ay 10 bin dolar rüşvet alan da yanında. Her gün konuşuyorlar. Sahtekarlığın bu boyutu, rüşvetin bu boyutu, ekonomideki kayıt dışının bu boyutu hiç çıkmamıştı. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bütün yolsuzlukların ilkini yaşıyoruz. Bu kadar büyük, bu kadar bilinçli temelleri oluşturulan yolsuzlukları yeni yeni yaşıyoruz. Daha neler çıkacak bilmiyoruz.
Değerli arkadaşlarım; tabii ekonomi kayıt dışına çıkınca, siyasi otorite, devleti yönetenler rüşvetten beslenince, vatandaşa para kalmıyor tabi. Ne yapacaklar şimdi? Gelecek emekli, "maaşıma zam yap" diyecek, işçi "maaşıma zam yap" diyecek, memur "maaşıma zam yap" diyecek. Peki nasıl zam yapacaklar? O zaman başka bir şeyi devreye koyuyorlar. Diyorlar ki, TÜİK devreye girsin, Türkiye İstatistik Kurumu. Enflasyon? “Efendim, enflasyon yüzde 18-19-20.” Yok efendim, geçin. Enflasyonu küçük bir rakam olarak yayınlıyorlar. Kimin parasını çalıyorlar? İşçinin, memurun, emeklinin hak ettiği parayı çalıyorlar. Kime veriyorlar bu parayı? Beşli çete başta olmak üzere kendi takımlarına veriyorlar. TÜİK'in görevi ne Allah aşkına, doğru hesap etmek değil midir? Bu adamlar pazara gitmiyorlar mı, alışveriş yapmıyorlar mı rakamları görmüyorlar mı? Yazarkasa fişlerini aylar itibariyle takip etmiyorlar mı? Ediyorlar, hepsini biliyorlar aslında ama saraydan talimat gelmiş, "enflasyonu düşük gösterin ki, bunlara az para verelim." Birilerine tonlarca para, her ay 10 bin dolar rüşvet, vatandaşa gelince de, "enflasyon çok düşük, bak sana bir de zam yaptım" diyor, bir de sırtını sıvazlıyor. İşçinin, memurun ve emeklinin de artık oturup düşünmesi lazım. Bu soygun düzenine onların da artık yeter demesi lazım.
Tabii böyle olunca değerli arkadaşlar devlette çürüme başlıyor dedik ya, devletin kurumları var. Merkez Bankası gibi, Bankacılık Düzenleme Denetleme Kurulu gibi, Sermaye Piyasası Kurulu gibi. Sözde bunlar bağımsız kurumlar. Hepsi bağımlı. Bunların belli aralıklarla gelip Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne bilgi vermeleri lazım ki, milletvekillerini soru sorsunlar. "Bu rezalet nedir?" diye, "Bu 128 milyar dolar nereye gitti?" diye soru soracaklar. Merkez Bankası'nın Başkanına soracaklar ama bunlar Meclis'e gelmiyorlar. "Kanunu takmam ben. Ne kanunu ya? Meclis'miş, 600 kişi... 600 tane boş adam oturuyor orada. Bir de gidip zaman mı kaybedeceğim" diyor. Parlamentonun bu kadar aşağılandığı bir dönemi hiç yaşamamıştık, hiç yaşamamıştık. İktidar sahiplerine bakın, şu Gazi Meclis'e bakın Allah aşkına. Yolsuzluklara ve hırsızlıklara destek veren bir organa dönüştürdüler burayı. O çok sevdikleri birilerine çıkar sağlama yasalarını AK Parti ve MHP'nin milletvekilleri ile beraber çıkarıyorlar. Peki Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı ne yapıyor? Diyor mu o kurumlara, "neden gelip zamanında bilgi vermiyorsunuz kardeşim, yasalar bunu öngörüyor" diyor mu? Diyemez efendim, diyemez, Erdoğan'dan izin almadan diyemez. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin itibarını koruyacak olan da biziz. Bu Meclis'in itibarını koruyup, bu Meclis'in tarihine, şanına, şerefine uygun hale getirecek olan da biziz. Adaleti getirecek olan da biziz. Meclis'i Meclis de biz yapacağız. Milletin meclisi, gerçek anlamda milletin meclisi olacak. Sarayın meclisini asla kabul etmiyoruz.   
Öyle bir rezalet ki, milletvekili soru önergesi veriyor, beyefendi "Cevaplamam senin soru önergeni. Kimsin sen? Ben sarayın mutemet adamıyım" diyor. "Saray bana izin verirse cevap veririm, olmazsa vermem" diyor. Ama Anayasa diyor ki: 15 gün içinde cevap verilecek. “Geçiniz Anayasa'yı, ne Anayasa'sı? Nereden çıktı Anayasa? Uymuyorum, ne yapacaksın?" diyor. Rüşvet verdin? "Verdim, ne yapacaksın?" diyor. Rüşvet aldı? "Evet aldım, ne yapacaksın?" diyor. Savcı mı harekete geçiyor? Hangi savcı? Efendim yolsuzluk var, milletin vicdanı? "Hangi vicdan" diyor, "hangi vicdan" diyor. Böyle bir rezaleti Türkiye Cumhuriyeti ilk kez yaşıyor.
Değerli arkadaşlarım; eğer yargı dik durabilse, yani hakimler hukukun üstünlüğüne ve vicdani kanaatlerine göre karar verebilseler, bu rezaletler olmaz. Ama öyle bir tablo oluşturdular ki, hakimi de kendileri tayin ediyorlar. Hakim karar verirken saraya bakıyor, "nasıl karar vereyim?" diye. Gelen talimata göre karar veriyor. Gelen talimata göre karar verince, hukuk da kayıt dışına çıkmış oluyor. Hukukun üstünlüğü kalmıyor artık ve Türkiye farklı bir sürecin içine süratle giriyor.
Değerli arkadaşlarım; Erdoğan şahsım hükümeti, Türkiye'yi felakete sürükleyen bir sürecin içindedir. Bir daha söyleyeyim: Erdoğan'ın şahsım hükümeti, Türkiye'yi felakete sürükleyecektir. İşsizlik, yoksulluk, perişanlık, rüşvet, yolsuzluk, uyuşturucu; her şey var ve hepsi saray ve şürekası tarafından koruma altına alınmış durumda. Hepsinden besleniyorlar. Bu kadar ağır konuşuyorum "ya acaba mahkemeye verirler mi?" diye. Tık yok. Mahkemeye de vermiyorlar. Bari bir namuslu hakim buluruz da bunları ispat ederiz. Yok tık yok.  
Devlet neden hukukun dışına çıkarıldı? Unutuyoruz değerli arkadaşlarım... Erdoğan'ın söylediği şu sözü asla hiç kimse unutmasın: "Ben Anayasa Mahkemesi'nin vermiş olduğu karara uymuyorum, saygı da duymuyorum" diyor, daha ne desin? "Ne Anayasa'ya, ne Anayasa Mahkemesi'nin verdiği karara uymuyorum ve saygı da duymuyorum" diyor. Devleti otomatikman hukukun dışına itiyorsunuz. Devleti kendi arka bahçeniz haline getiriyorsunuz ve "ben bu devleti istediğim gibi yönetirim, hukuk benim" diyor, "devlet benim" diyor. "Ne Anayasa Mahkemesi, hangi Anayasa Mahkemesi?" diyor ve öyle bir noktadayız ki, malum İstanbul Sözleşmesi kadına şiddeti engelleyecek olan, önleyecek olan bir uluslararası sözleşme. Memnun olmamız lazım; sözleşme, uluslararası bütün dünyada İstanbul Sözleşmesi olarak adlandırılıyor. Güzel bir kentimizin ismi var orda. Meclis'ten oy birliğiyle geçmiş, beyefendi de imzalamış, Resmi Gazete de yayınlamış. Bir sabah kalkıyoruz, gece yarısı bir karar alınmış. Neymiş? "Ben onu kaldırdım." Kimsin sen? Meclis'in üstünde misin? Şimdi olay Danıştay'da. Danıştay'daki hakimlere de sesleniyorum. Eğer aklınızı kiraya vermediyseniz. Eğer Anayasa'ya ve yasalara uyacaksınız, o sözleşmeyi tekrar yeniden ihya etmek zorundasınız. Yapmadığınız takdirde siz de sarayın kalemşorları olarak tarihte olacaksınız.  
Yolsuzlukları kapatmak için özel çaba harcıyorlar. Ya gerçekten akıl alacak şey değil. Malum İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ni, Cumhuriyet Halk Partili Belediye Başkanımız kazandı. Güzel. Yolsuzluklar var mı? Var. Ne kadar? Milyarlarca yolsuzluk var. "Üzerine gidip, tespit edeceğim" dedi. Dosyaları çıkardı. İçişleri Bakanı derhal sarayın talimatıyla harekete geçti. "Bütün yolsuzluk dosyalarını bize verin." Ne oldu? Tamamının üstü kapatıldı. Ya AK Partili kardeşlerime seslenmek isterim, gerçekten onların vicdanına seslenmek isterim: Ya haramzadeyi korumak nedir ya? Kul hakkını yiyenleri korumak nedir Allah aşkına ya? Yolsuzlukları yapanı korumak nedir acaba? Yahu bunlarda vicdan var mı? Bunlarda ahlak var mı ya? Alıyorsun, milletin hakkını hukukunu yiyorsun. Öyle bir rezalet ile karşı karşıyayız ki, hukuk kalmadı. Mersin Limanı'na Ekvator'dan -rakamı söyleyeyim- 615 kilo kokain gelir, yakalanır, dava açan yok ya, dava açan yok. Yine Brezilya'dan Dilovası'na İzmit 540 kilo kokain gelir, yakalanır, dava açan yok ya. Allah bilir bu kokaini el altından piyasaya sürdüler. Böyle bir rezalet olur mu? Kokain bu ya! Gencecik fidan gibi çocuklarımızı öldürüyoruz ve bu tablo karşısında hâlâ ve hâlâ yukarda adam oturuyor. "Her şey güllük gülistanlık, efendim Avrupa bizi kıskanıyor." Vallahi politikacılar, Avrupa'nın politikacıları, otoriter politikacıları özeniyorlardır tabi. Hakim senden, kaymakam senden, medya senden, yolsuzluk gırla. Her türlü işi yapabiliyorsun, her türlü dalavereyi çevirebiliyorsun, kimse sana dokunmuyor. Bunu kıskanmazlar mı? Kıskanırlar. Kendi ülkelerinde hukuk var. "Sabah kahvaltısını cebinden mi, efendim Hazine'den mi ödedin?" diye tartışma çıkar, bizde malı götürünce yükseliyorsunuz. Böyle bir rezalet görülmedi.
Değerli arkadaşlar; şu soru önemli: Hükümetin ekonomide ve hukukta kayıt dışına çıkması ne anlama gelir? Öyle ya ne anlama geliyor? Hükümetin ekonomide ve hukukta kayıt dışına çıkması, yönetimin mafyaya teslim olması anlamına gelir. Yeraltı dünyasının devlet yönetimine egemen olması anlamına gelir ve yeraltı dünyası talimat verir, siyasi otorite talimatın gereğini yapar. Geldiğimiz nokta budur. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti yeraltı dünyası tarafından yönetilmektedir. Fatih Sultan Mehmet Han'ın çok güzel bir lafı var: "Kadıyı satın aldığın gün adalet ölür" diyor. "Adaletin öldüğü gün de devlet ölür" diyor. Kadı da satın alındı, baştaki de satın alındı. Böyle bir noktadayız.
Değerli arkadaşlarım; ne oldu bütün bunlardan sonra? Bütün mukaddes değerlerimizi tahrip ettiler bunlar. Bu toplumun tarihsel kültürü içinde biriktirdiği bütün mukaddes değerlerimizi tahrip ettiler bunlar. Tarihte böyle bir şey hiç görülmemiştir. Bakın tahripten sonra ne oluyor? Önce devlette kirlenme başlıyor. Beyaz bir sayfanın üzerine düşen siyah mürekkep gibi bir süre sonra bütün sayfa simsiyah oluyor ve siz kiri fark etmiyorsunuz artık. Arkasından çürüme başlıyor ve yayılıyor çürüme. Bir meyvenin çürümesi gibi başlıyor ve büyüyor. Üçüncü aşama koku başlıyor bu sefer, sistem kokmaya başlıyor. Ne diyorduk? Sarayda lağım patladı, bütün dünya kokuyu hissediyor artık. Ama onlar kokuyu hissetmiyorlar. Çünkü onlar o lağım çukurundalar zaten. O kokuyu hissetmiyorlar, zaten namuslu insanlar o kokuyu hissediyor, düzgün insanlar o kokuyu hissediyor, adaletten yana olan insanlar o kokuyu hissediyor. Onlar o kokuyu hissetmiyorlar. Öyle bir noktaya geldik ki, en sonunda bu ülkenin Anayasa Mahkemesi Başkanı bile konuşmak zorunda kaldı. Dün "Hukuk devletinde adaletin yegane adresi mahkemelerdir" diyor. Doğru. Yolsuzlukları örtmek için de yegane adres şu anda mahkemelerdir, saray öyle yapıyor. “Mahkemelerin adalet arayışına cevap veremediği, bağımsız ve tarafsız yargılama ilkelerine uygun bir şekilde uyuşmazlıklara çözüm üretemediği bir yerde, hukuk dışı arayışların ortaya çıkması kaçınılmazdır.” Evet, hukuk dışı arayışlar zaten var. Zaten uzun zamandır bunu anlatmaya çalışıyorum. Devleti hukukun dışına çıkardılar. Ekonomiyi hukukun dışına çıkardılar. Her şey kayıt dışı, her şey... Mafya siyaseti besler hale geldi. Siyaset, iktidar sahipleri, saray sosyetesi rüşvetten besleniyor, yolsuzluklardan besleniyor ve üstlerini örtüyor, "kimse soruşturmasın, kimse araştırmasın" diyor. Memlekette işsizlik mi var? Hiç umurlarında değil, ceplerine bakıyorlar onlar.
Değerli arkadaşlarım; bunları anlattım ama daha anlatacak çok şey var, fakat hiç kimse umutsuzluğa kapılmasın, hiç kimse. Bu memleket çok badireler atlattı. Beraber, birlikte, Allah'ın izniyle iktidar olduğumuzda göreceksiniz, bu memlekete gerçek anlamda adaleti getireceğim. Hiç kimsenin endişesi olmasın. Kul hakkı yiyenin burnundan fitil fitil getirmezsem bana da Kılıçdaroğlu demesinler.  
Hiç kimse endişelenmesin, hiç kimse; adaleti gerçek anlamda getireceğiz. Türkiye'yi kirlilikten arındıracağız. Şunu da ifade edeyim: Ben devri sabık yaratma gibi bir arayışın içinde de değilim. Benim önceliğim, partimin önceliği, partililerimizin önceliği, milletvekillerimizin, il başkanlarımızın, ilçe başkanlarımızın, belediye başkanlarımızın önceliği, bu memlekete adaleti getirmektir. Önceliğimiz budur.  
Efendim talimat veriyor, "belediyeler canlı yayınlasınlar ihaleleri" diye. Günaydın beyefendi, günaydın; beyefendi küpünü doldurdu ya. "Küpümü doldurdum, tamam şimdi siz canlı yayınlayın." E sen niye yayınlamıyorsun? Sen niye yayınlamıyorsun? Niye kanun çıkarmıyorsun? Sözde yaranacak. CHP'li belediyeler yapıyor ya, "siz de yapın" diyor. İyi de onlar yukarıya bakıyorlar. Yukarısı malı götürünce, "bana da hak" diyor. "O 100 götürdü, 50'si de bize düşer" diyor. "Ben de buradan götüreyim" diyorum. Dolayısıyla rüşvetten, yolsuzluktan beslenenler, adaleti getiremezler. Biz getireceğiz. Bizim temel hedefimiz budur değerli arkadaşlarım.
Ayrıca ekonomiyi ve hukuku kayıt dışına alırsanız, başka bir sorun çıkar. Bir süre sonra egemen güçlerin esiri olursunuz ve egemen güçler size talimat vermeye başlarlar. Çünkü mal varlığınızın farkındadırlar. Malı ne kadar götürdüğünüzü onlar santim santim bilirler ve takip ederler. Dünyadaki banka sistemini en iyi onlar takip ederler. O nedenle Türkiye'nin temel sorunlarından birisi de ekonominin ve hukukun dışına çıkmanın ötesinde devleti yönetenlerin, egemen güçlerin esiri haline gelmiş olmasıdır. Değerli arkadaşlarım, Allah kimseyi bu duruma düşürmesin. Öyle bir hale geldik ki, bu yerli ve milli ayaklarından geçinenler, şimdi egemen güçlerin taşeronluğunu yapmaya başladı. Vay efendim neymiş, Kanal İstanbul'a para verirse bilmem ne olursa, Kanal İstanbul yapılırsa yabancı güçler, dış güçler söke söke bu paraları alırlarmış. Temsilciye bak: Erdoğan; dış güçlerin temsilcisi. Alacağım alacağım, söke söke alacağım. Söke söke alacağım.  
Buradan bir daha söyleyeyim:
Bir; müteahhitlere sesleniyorum: Bu işe giren müteahhit unutsun kendisini. Bir daha söylüyorum: Bu işe giren müteahhit kendisini unutsun. Lamı cimi yok bu işin.  
Bankalara söylüyorum, kredi kuruluşlarına; kredi veren unutsun kendisi, yok öyle bir şey.  
Bürokratlara söylüyorum: Bunun altına imza atan bürokratın burnundan fitil fitil getireceğim. Sadece bunları yapmayacağım, sadece bunları yapmayacağız. Bizim milliyetçilik damarımıza dokunuyorlar. Gayri milliler, bizim milliyetçilik damarımıza dokunuyorlar. O Tank-Palet Fabrikasını söke söke Katarlılardan alıp, şanlı ordumuza vereceğiz.  
Vatan toprağını terk ettiler, bayrağı indirdiler, Süleyman Şah türbesini kaçırdılar. Söke söke o türbeyi alacağım, vatan toprağına götüreceğim, şanlı bayrağımızı da dalgalandıracağım.  .
Çiftçinin traktörüne haciz geliyor, çiftçinin traktörüne, tarladaki traktöre el koyuyorlar. 750 milyon doları alıp havuz medyasının başını oturana ses yok, sofralarda ağırlanıyor. Sözüm söz; söke söke o 750 milyon doları alacağım, tamamını çiftçilere vereceğim.  
Türk Telekom'u aldılar, birilerine verdiler Türk Telekom'u. Bizim paramızla aldılar, kârın yediler, binalarını, arsalarını sattılar, zararını da bize bıraktılar. Şu ahlaksızlığa bakın. O Hariri Ailesinden söke söke bütün parayı alacağım, bütün parayı.  .
Erdoğan diyor ya: "Efendim dış güçler gelir, sizden söke söke alırlar." Senin adın Erdoğan, benim adım Kılıçdaroğlu. Sen onlara teslim oldun, biz hiç kimsenin önünde boyun eğmeyiz, hiç kimsenin önünde.  
Ben kul hakkı yemem, sen kul hakkı yersin. Ben haram yemem, sen haram yersin. Benim ailemin, çocuklarımın yurtdışında, vergi cennetlerinde parası yoktur. Başım dik gezerim ama sen egemen güçlerin tutsağısın. Dolayısıyla aramızda siyahla beyaz kadar fark var.  Efendim, bir cümleyle bitireyim, daha doğrusu bir bölümle bitireyim. Biraz gülümseyelim. Sayın Bahçeli demiş ki: "Siyasi muhataplarımıza çağrıdır. Gelin bu üniversite sınavlarını kaldıralım. Gençlerimizi daha fazla yormayalım. Onların sosyal, ekonomik ve psikolojik sorun yaşamalarına müsaade etmeyelim." Güzel ama benim Bahçeli'ye bir iyi, bir de kötü haberim var. İyi haberim şu: Üniversite sınavları kaldırıldı. Kötü haberim: bizim çocuklarımız için değil.
Teşekkürler arkadaşlar.
Tüm Fotoğraflar İçin Tıklayınız...