08.01.2017

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, PARTİ MECLİSİ TOPLANTISI ÖNCESİNDE KONUŞTU

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU:
-“BUGÜN TARİHİ BİR SORUMLULUĞUMUZ VARDIR, TÜRKİYE’Yİ BİR TOTALİTER ZİHNİYETE ASLA TESLİM ETMEYECEĞİZ.”

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Anayasada açıkça tanımlanan yetkileri kullanma hakkına sahip bir Cumhurbaşkanı, milletten aldığı yetkiyi milletin haklarını ve anayasayı ihlal etmek için kullanamaz. Hiç kimse seçilmiş olmayı mutlak ve sınırsız bir egemenlik olarak düşünmemelidir. Herkese ve her kuruma hükmetme hakkını elinde görmemelidir. Demokrasilerde devlet gücünü, milli irade, ulusal güvenlik ve halkın çıkarı gibi kavramlarla istismarına yer yoktur. Bu kural totaliter yönetimlerde vardır. Parlamenter demokratik sistemde, TBMM Cumhurbaşkanının arka bahçesi değildir ve olamaz da. Türkiye, tek başına bir otokratın ve onun etrafında kümelenmiş küçük otokratların tahakkümüne mahkum edilemeyecek kadar büyük bir ülkedir. Bugün tarihi bir sorumluluğumuz vardır. Türkiye’yi bir totaliter zihniyete asla teslim etmeyeceğiz.” dedi.

CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun Parti Meclisi Toplantısı öncesinde yaptığı konuşma şöyle:



Parti Meclisimizin değerli üyeleri, hepiniz hoş geldiniz. Zor günlerden geçtiğimizi ben de biliyorum, siz de biliyorsunuz. Zor günlerden geçtiğimizi aslında bu ülkenin bütün vatandaşları biliyor. Ama Türkiye’yi aydınlığa çıkarmak, zor koşulları aşmak hepimizin ortak görevi. Bir partinin Genel Başkanı olarak ne kadar benim görevimse Parti Meclisi üyeleri olarak sizin de göreviniz. Parti Meclisi üyeleri olarak sizin ne kadar görevinizse sabah çocuğunu okula gönderen annenin de görevi. Çünkü hepimiz bu ülkede huzur içinde yaşamak istiyoruz.

ANAYASALAR TOPLUMSAL UZLAŞMA BELGELERİDİR

Farklı görüşlerimiz olabilir, farklı kimliklerimiz olabilir, farklı bölgelerde yaşayabiliriz ama bir arada, huzur içinde yaşamak istiyoruz. Bunun güvencesi ülkelerin anayasalarıdır. Anayasalar o nedenledir ki, toplumsal uzlaşma belgeleri olarak kabul edilirler. Anayasa kitapçığını eline alan her vatandaş “bu benim anayasamdır” diyebilmelidir. Bunu yaptığımız zaman, anayasayı bir toplumsal uzlaşma belgesi olarak kabul ettiğimiz zaman bu ülkede huzurun temellerini atmış oluruz. Milli egemenliğin saraydan alınıp halka verilmesinin temelinde de anayasalar yatar. Vatandaşlar hiç kimsenin kulu ve kölesi değildir. Anayasaya göre vatandaşlar, her ülkenin vatandaşı kendi ülkesinin özgür yurttaşıdır, eşit yurttaşıdır. Ve anayasalar hakları güvence altına alır. Vatandaşın haklarını güvence altına alır.

YARGIYI SİYASİ OTORİTENİN EMRİNE VERİRSENİZ, SİYASİ OTORİTEYİ DENETLEYECEK ORGAN BULAMAZSINIZ

O nedenledir ki, 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesinin 16.maddesi, “hakların güven altına alınmadığı ve güçler ayrılığının belirlenmediği bir toplumun anayasası yoktur” der. Hakların güvence altına alınması güçler ayrılığı ilkesinin varlığına bağlıdır. Yani bağımsız yargıya, yürütmeye ve yasama organına bağlıdır. Daha ileri demokrasilerde medya da dördüncü güç olarak milli iradeyi temsil eder. Eğer siz güçleri bir kişinin elinde toplarsanız vatandaş hak arayamaz noktaya gelebilir. Düşünün bir parlamento düşünün anayasaya aykırı düzenleme yapabilir. Bizim ülkemizde de, diğer ülkelerde de yapılabiliyor. Ama sonuçta Anayasa Mahkemesine gidiliyor ve Anayasa Mahkemesi hakkı teslim ediyor ve iptal ediyor. Sade bir vatandaş düşünün, idarenin yaptığı bir işlem dolayısıyla haksızlığa uğradığını düşünün. Yargıya başvuruyor, hakkını arıyor ve hakkı teslim ediliyor. Eğer yargıyı siyasi otoritenin emrine verirseniz, siyasi otoritenin yaptığı işlemleri denetleyecek organ bulamazsınız. Çünkü yargı siyasi otoritenin emrinde olmuş olur. Bu aynı zamanda adalet dediğimiz kavramın yıpranmasına da yol açar. Adalet mülkün, yani devletin temeliyse bunun temelinde de bağımsız, tarafsız yargı yatar. Aksi halde devlet dediğimiz kurum çökmüş olur. Bugün geldiğimiz nokta da maalesef budur değerli arkadaşlarım.

YENİKAPI’DA SAYDIĞIM 12 MADDENİN ARKASINDAYIM
Bir ara herkes Yenikapı ruhundan söz ederdi. “Ne oldu bu Yenikapı ruhuna?” derlerdi. Açık ve net söylüyorum Yenikapı’da saydığım 12 maddenin yine arkasındayım. Yenikapı ruhuna ihanet etmeyen tek lider benim. Yenikapı ruhunu sonuna kadar savunan tek lider benim. Diğerleri çıktılar hamaset yaptılar ve ilk yaptıkları iş bu topluma ihanet etmek oldu. Kendi partilerinin mutfağında dayatmacı anlayışla anayasa taslağı hazırladılar. Oysa biz toplumsal uzlaşmadan, birlikten, beraberlikten söz ettik. Orada söyledim, “Camiye siyaseti sokmayın, kışlaya siyaseti sokmayın, adliyeye siyaseti sokmayın” dedim. Adliyeye siyaseti soktular, camiye siyaseti soktular ve kışlayı tamamen siyasetin emrine verdiler dün yayınlanan Kanun Hükmünde Kararnamelerle. Mete Han’dan bu yana gelen emir komuta zinciri altüst edildi. Kendisine “Biz Türk milliyetçisiyiz” diyen her vatandaşımın oturup düşünmesi lazım. Mete Han’dan buyana gelen bir emir komuta zinciri bir Kanun Hükmünde Kararnameyle altüst ediliyorsa, ben onların milliyetçiliğini sorgularım değerli arkadaşlarım.

Değerli arkadaşlarım, şimdi bu anayasa değişikliği parlamentodan geçerse ne olur? Bir örnek vereceğim. Bu anayasa değişikliği parlamentodan aynen geçerse bir partinin Genel Başkanı 15 Anayasa Mahkemesi üyesinin 12’sini atayacak. Ve yine bir partinin Genel Başkanı Hakimler Savcılar Kurulunun üyesinin çoğunu atayacak. Vatandaşlarımız diyebilirler ki veya bazıları diyebilir ki, “Olur mu öyle şey canım partinin Genel Başkanı nasıl atama yapar. Atamayı Cumhurbaşkanı yapacak.” Ama bu anayasa değişikliği geçerse bugünkü Cumhurbaşkanı bir sonraki günün Cumhurbaşkanı olmayacak. O Cumhurbaşkanı aynı zamanda bir partinin Genel Başkanı olacak ve o partinin Genel Başkanı olarak Anayasa Mahkemesine 12 üye tayin edecek. Bana söyler misiniz dünyada hangi demokraside bir partinin Genel Başkanı Anayasa Mahkemesine 12 üye atıyor? Hakimler Savcılar Yüksek Kuruluna yarısından fazla atama yapma yetkisine sahip. Bu ne demektir? Adliyenin siyasallaştırılması demektir. Yargının siyasallaştırılması demektir. Bu yargıya duyulan güveni dinamitlemek demektir.

EĞER BU ANAYASA GEÇERSE TÜRKİYE CUMHURİYETİ BİR PARTİ DEVLETİNE DÖNÜŞECEKTİR

Şimdi değerli arkadaşlarım, getirilen değişikliğin, önerilen değişikliğin, yani teklifin ne kadar vahim sonuçlar doğuracağının henüz büyük kitleler farkında değil. Bunları anlatmak bizim borcumuzdur, bizim görevimizdir. Türkiye Cumhuriyeti sıradan bir devlet değildir. Demokrasi konusunda, özgürlükler konusunda ağır bedeller ödemiş bir devlettir Türkiye Cumhuriyeti. Hem bedel ödeyeceksiniz, hem el kaldırıp indirmeyle demokrasiyi 1789’un sonuna ortaçağın karanlığına götüreceksiniz. Buna izin vermeyeceğiz değerli arkadaşlarım. Eğer bu anayasa geçerse Türkiye Cumhuriyeti açıkça söyleyelim bir parti devletine dönüşecektir. Hangi parti iktidardaysa devlet ona göre şekillenecektir. Yeni gelecek Genel Başkan bütün bakanlıkları bir gecede kapatabilecektir, yeni bakanlıklar açabilecektir. Bütün vilayetleri kapatıp yeni vilayetler inşa edebilecektir. Merkez Bankasından tutun Bankacılık Düzenleme Denetleme Kuruluna kadar bütün kurumları istediği gibi düzenleyebilecektir. Burası Patagonya mı arkadaşlar? Avrupa Birliğine üye olmak için sıradayız, OECD’nin üyesiyiz, NATO üyesiyiz. Yönümüzü çağdaş dünyaya, uygar dünyaya çevirmişiz. Nasıl ortaçağ karanlığına bizi sürükleyecekler ve sürüklemek istiyorlar. Bu konuda hepimize görev düşüyor değerli arkadaşlarım.

ECEVİT’İN BAŞBAKANLIĞI DÖNEMİNDE, ANAYASA DEĞİŞİKLİKLERİ PARLAMENTODAN BÜYÜK BİR ANLAYIŞ VE UYUM İÇİNDE GEÇİRİLDİ

Bu nedenle söyledik, “Anayasalar toplumsal uzlaşma belgesidir. Anayasalar toplumsal uzlaşma belgesi olduğu için bir partinin veya bir iki partinin mutfağında anayasa taslakları hazırlanmaz” dedik. O kadar ki anayasamız da bunu öngörüyor, “Partiler anayasa değişiklik teklifinde bulunamazlar, milletvekilleri bulunabilir” diyor. 12 Eylül darbe anayasası bile bu kadar özenli davranırken, bunların partinin kültürüyle oturdular hep beraber mutfakta bir anayasa değişikliği hazırladılar ve getirdiler. Bizim anlayışımızla onların anlayışı arasında dağlar kadar fark var. Bir örnek vermek isterim. Bizim anlayışımız nedir? Rahmetli Bülent Ecevit, hepimiz saygıyla anarız “Allah rahmet eylesin” deriz, bu devlete de, millete de büyük hizmetleri olmuştur. Rahmetli Ecevit Başbakanken anayasa değişiklikleri sırasında, Anayasa Komisyonu olmasına rağmen iç tüzükte yer almayan ayrı bir komisyonun oluşumuna katkı verdi, önerdi. Dedi ki, “Bir anayasa uzlaşma komisyonu kuralım. Bu komisyonda görevlendirilecek milletvekillerinin partilerin oy oranına göre değil, parlamentodaki ağırlıklarına göre değil, madem parlamentoda milletvekilleri ve partiler var her parti eşit sayıda anayasa komisyonunda temsil edilsin ve oturalım uzlaşma kültürü içinde anayasa değişikliklerini yapalım.” Bizim görüşümüz bu, felsefemiz bu, inancımız bu. Hiç kimseyi ötekileştirmeden, ben fazla oy aldım istediğimi dayatırım mantığının tamamen dışında bir toplumsal uzlaşma kültürü içinde böyle bir öneri geldi ve bu öneri kabul edildi. Rahmetli Ecevit’in Başbakanlığı döneminde anayasanın 38 maddesi değişti. Kavga oldu mu? Hayır. Gerginlik oldu mu? Hayır. Toplum birbirine girdi mi? Hayır. Parlamentoda kavgalar oldu mu? Hayır. Partiler oturdular anlaştılar, “Evet bu bizim anayasamızdır, benim anayasam kadar diğer partinin de anayasasıdır, bana oy veren vatandaş kadar diğer partilere oy veren vatandaşların da anayasasıdır” dediler ve değişiklikleri parlamentodan büyük bir anlayış ve uyum içinde geçirdiler.

2010 ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNDEN SONRA YARGITAY’A 160 MİLİTAN ATANDI

2010’dan sonra AKP tam tersini yaptı. Benim milletvekilim fazla. Dayatma kültürüyle anayasayı değiştirmek istediler. 2010 referandumu sırasında anayasa değişiklikleri referandumu sırasında il il, ilçe ilçe dolaştık, “Sakın buna evet demeyin” dedik. “Evet derseniz yargı bağımsızlığı elden gider” dedik. “Türkiye daha kötü tablolarla karşı karşıya kalır” dedik. “Hayır dediler biz üstünlerin hukukunu yıkıyoruz hukukun üstünlüğünü getiriyoruz.” Pennsylvania’dan, o dönem dost, şimdi düşman belledikleri kişi de demeçler veriyordu değerli arkadaşlarım 2 Ağustos 2010’da, “İmkan olsa mezardakileri bile kaldırarak evet oyu kullandırmak lazım” diyordu Fethullah Gülen, mezardakileri bile kaldıralım. Ve kendisi de referandum sonrası olumlu çıkınca kürsüye çıkıp okyanus ötesine saygılarını, sevgilerini göndermişti. Ne oldu? Bu anayasa değişikliğinden sonra ne oldu? Yargıtay’a 160 militan atanmadı mı? Yargı FETÖ terör örgütüne teslim edilmedi mi? Her davalarına bakan, her istediklerini yapan bir yargı tablosu çıkmadı mı? Sonra ne oldu? 15 Temmuz’a gelindi iş sona erdi. FETÖ bir numaralı düşman oldu.

DEVLETİN BÜTÜN KURUMLARINI FETHULLAH GÜLEN CEMAATİ MENSUPLARINA TESLİM ETTİLER

Değerli arkadaşlarım, hukukun üstünlüğünü savunmak farklı bir şeydir. Önce bunu içselleştireceksiniz, vicdani olarak içselleştireceksiniz. Her vatandaşın hakkı ve hukuku vardır. “Her vatandaşın düşüncesi vardır ve düşüncesi makbuldür” diyeceksiniz. Sınır getirmeyeceksiniz, sınırlamayacaksınız. İnsanları düşünceleriyle birlikte, haklarıyla birlikte bakacaksınız ve değerlendireceksiniz. Bunlar yapılmadı. Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu Birinci Başkanı İbrahim Okur ifade veriyor 15 Temmuz sonrası. Verdiği ifade aynen şöyle: “Fethullah Gülen cemaati mensuplarına Yargıtay için 110’a yakın, Danıştay için 37’ye yakın kontenjan vermek zorunda kaldık.” Dikkat buyurunuz kontenjan vermek zorunda kaldık. “Bu şekilde davranmamız konusunda bize talimatı bizzat Ahmet Kahraman vermiştir. Bunun dışında kimse vermemiştir.” Ahmet Kahraman kim? Adalet Bakanlığı Müsteşarı, dönemin Müsteşarı. Bir Müsteşar Bakanından, Başbakandan habersiz bir cemaate 110 kontenjan verir mi? Kıyamet kopmaz mı? Kim söylüyor? O işin başında olan kişi söylüyor. Sadece yargıyı mı teslim ettiler? Devletin bütün kurumlarını teslim ettiler. Niye paralel devlet diyorlar? İkinci paralel devleti kim oluşturdu? Cumhuriyet Halk Partisi mi oluşturdu? Kim yaptı bunları? İktidarda kimler vardı? Her vatandaşımın kendisine sorması gerekir bunları değerli arkadaşlar.

15 TEMMUZ KONTROLLÜ DARBE GİRİŞİMİNDEN SONRA, 20 TEMMUZ’DA GERÇEK DARBE YAPILDI
15 Temmuz darbe girişiminden sonra, kontrollü darbe girişiminden sonra. Bir daha söyleyeyim, 15 Temmuz kontrollü darbe girişiminden sonra 20 Temmuz’da gerçek darbe yapıldı. 20 Temmuz’u hiç kimsenin unutmaması lazım. Parlamentodan OHAL yetkisinin alındığı tarihtir.

20 Temmuz darbesinden sonra ne oldu Türkiye’de? 9 madde halinde sizin bilgilerinize sunuyorum değerli Parti Meclisi üyelerimiz.

Bir;
TBMM OHAL kararnameleriyle devredışı bırakılmanın ötesinde parlamentonun vermediği yetkilerde OHAL kararnameleriyle düzenlenmiş ve düzenlenmeye de devam edilmektedir. Bu anayasa dışı uygulamaya TBMM Başkanı gözyummuş, hükümete uyarı yapma görevinde dahi bulunmamıştır.

İki; bu süreçte kolektif suç yaratılmış, açıkça evrensel hukuk kuralları çiğnenmiş, Türkiye’nin itibarı ile oynanmıştır.

Üç; OHAL ile muhalif medya susturulmak istenmiş, gazeteler, televizyonlar, radyolar kapatılmış, hapishanelerinde 150’ye yakın gazeteciyle Türkiye dünyadaki kara listeye girmiştir.

Dört; Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez hükümet Birleşmiş Milletlere başvurarak OHAL uygulamalarıyla adil yargılamayı rafa kaldırdığını, tutulanlara insanca davranmayacağını, yani işkence yapacağını bütün dünyaya ilan etmiştir.

Beş; darbe girişiminde bulunanlarla mücadele hukuk zemininden çıkarılmış, mücadele adeta bir kişinin kin ve öfke nöbetlerine teslim edilmiştir.

Altı; iş dünyası, sivil toplum örgütleri, sendikalar konuşamaz noktaya getirilmiştir. Şuanda Türkiye’de hiç kimsenin ama hiç kimsenin can ve mal güvenliği yoktur.

Yedi; kanun hükmünde kararnamelerle bilim üretim alanı olan üniversiteler susturulmuş, darbe girişimiyle hiçbir ilgisi olmayan yüzlerce akademisyen ya hapse atılmış ya da görevlerine son verilmiştir.

Sekiz; yaratılan atmosfer nedeniyle suçlu suçsuz demeden, araştırmadan hakim her önüne geleni tutuklamıştır. Çünkü tutuklamasa FETÖ terör örgütüyle irtibatlandırılacağı endişesine kapılmıştır. Üzülerek ifade edelim ki, Anayasa Mahkemesi de açıkça bu atmosferin etkisinde kalmıştır.

Dokuz; Türkiye bir hukuk devleti olmaktan çıkmış güçler ayrılığı ilkesi fiilen rafa kaldırılmıştır. Açıkça söylemek gerekirse Türkiye bugün totaliter bir istihbarat devletine dönüşmüştür. Son yayınlanan kanun hükmünde kararnamelerle bu düşünce daha da pekişmiştir.

20 TEMMUZ DARBECİLERİ FİİLİ DURUMU ANAYASAL ZEMİNE ÇEKMEK İSTİYORLAR

Değerli arkadaşlarım, şimdi 20 Temmuz darbecileri fiili durumu anayasal zemine çekmek istiyorlar. Ve bunun için anayasa değişikliğini bir teklifle parlamentonun önüne getirdiler. Yani demokratik parlamenter rejimi totaliter bir rejime dönüştürmek istiyorlar. Güçler ayrılığı ilkesini kaldırıp vatandaşın hak arama güvencesini sonlandırmak istiyorlar.
Değerli arkadaşlarım, şu iki temel soruyu sormak zorundayız. Birincisi şu: 15 yıldır AKP iktidarda, 15 yıldır hangi kanunu istediniz de parlamentodan çıkaramadınız? Tek başınıza iktidarsınız, çoğunluğunuz var, istediğiniz kanunu çıkarıyorsunuz. O zaman rejimi niçin değiştiriyorsunuz? Hangi gerekçeyle değiştiriyorsunuz?

TÜRKİYE BİR ORTAÇAĞ KARANLIĞINA SÜRÜKLENMEK İSTENİYOR

İkinci soru daha önemli: Bu anayasa değişikliği Türkiye’nin hangi sorununu çözecek? Bir Allah’ın kulu çıksın desin ki, şu anayasa değişikliğiyle Türkiye’nin şu sorununu çözeceğiz. İstediğin kanunu çıkarıyorsun, parlamentoyu istediğin saatte çalıştırıyorsun, kendi partinin milletvekillerine her emri veriyorsun ve koşulsuz onlar sana uyuyorlar. Hangi gerekçeyle siz bu anayasa değişiklik teklifin parlamentoya götürüyorsunuz? Bunu merak ediyorum değerli arkadaşlarım. Türkiye bir ortaçağ karanlığına sürüklenmek isteniyor.

Üzülerek ifade etmek isterim ki değerli Parti Meclisi üyeleri, her türlü hukuksuzluk milli irade kisvesiyle meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır. Her şeyden önce şunu hatırlatmak isterim ki, seçimlerde halk kendisine ait egemenliği devretmez, egemenlik tasarrufunun kim tarafından kullanılacağını belirler. Seçimlerde ana unsur budur. Milletin tercihi esastır. Ancak bu tercih koşulsuz değildir. Zira milletimiz tercihini yaparken seçtiği Cumhurbaşkanının ve iktidarın anayasaya ve yasalara uyacağını düşünür. Namusu ve şerefi üzerine edeceği yemine sadık kalacağına inanır ve oyunu ona göre verir.

BİR CUMHURBAŞKANI, MİLLETTEN ALDIĞI YETKİYİ MİLLETİN HAKLARINI VE ANAYASAYI İHLAL ETMEK İÇİN KULLANAMAZ

Dolayısıyla sadece anayasada açıkça tanımlanan yetkileri kullanma hakkına sahip bir Cumhurbaşkanı, milletten aldığı yetkiyi milletin haklarını ve anayasayı ihlal etmek için kullanamaz. Hiç kimse seçilmiş olmayı mutlak ve sınırsız bir egemenlik olarak düşünmemelidir. Herkese ve her kuruma hükmetme hakkını elinde görmemelidir. Demokrasilerde devlet gücünü, milli irade, ulusal güvenlik ve halkın çıkarı gibi kavramlarla istismarına yer yoktur. Bu kural totaliter yönetimlerde vardır. Parlamenter demokratik sistemde TBMM Cumhurbaşkanının arka bahçesi değildir ve olamaz da. Türkiye tek başına bir otokratın ve onun etrafında kümelenmiş küçük otokratların tahakkümüne mahkum edilemeyecek kadar büyük bir ülkedir.
Yine üzülerek ifade edeyim ki, siyaset milletin birliğini temsil etmesi gereken bir makam tarafından bunun tam aksine kendinden olmayan herkesi düşmanlaştırma yoluyla ve milleti bölerek icra edilmektedir. Bugün tarihi bir sorumluluğumuz vardır. Türkiye’yi bir totaliter zihniyete asla teslim etmeyeceğiz. Parti Meclisinden istediğim budur.

Hepinize teşekkür ediyorum değerli arkadaşlarım.