09.04.2020

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, GAZETE DUVAR “GÜNDEM ÖZEL” PROGRAMI KATILDI

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Gazete Duvar yayınında, Gazeteci Özlem Akarsu Çelik’in hazırlayıp sunduğu “Gündem Özel” programında soruları yanıtladı.


Özlem AKARSU ÇELİK- Merhaba sevgili izleyiciler, bugün konuğumuz Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu. Hoş geldiniz efendim.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Teşekkür ederim sağ olun.
Özlem AKARSU ÇELİK- Öncelikle Korona günlerinde nasıl geçiyor? “Evde kal” çağrıları yapıldı, siz de uzun süredir istirahattesiniz biliyoruz ama yayınlara katılmaya, gündeme müdahil olmaya devam ediyorsunuz. Yakın çevrenizde bu rahatsızlığa yakalanan oldu mu? Bir de sizin sağlık durumunuz nedir efendim?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Çok şükür şu anda herhangi bir sorun yok, bende de, yakın çevremde de herhangi bir sorun yok. Dikkat ediyoruz tabi doğal olarak, olabildiğince evde kalmaya özen gösteriyoruz. Arada bir oğlum ve gelinim geliyor, onlarla konuşuyoruz. Onlar da zaten evlerinde gerekli önlemleri almış durumdalar. Genel Merkeze arada bir geliyorum tabi doğal olarak. Çünkü burada bazen biriken işler var, bazen de bu tür şimdi yaptığımız gibi sizlerin sorularına yanıt vermemiz gerekiyor. Çünkü sonuçta siyaseten bizim belli sorunlar karşısında düşüncelerimizi kitlelere aktarmamız gerekiyor. Bunun yolu da medya tabi doğal olarak. Onun dışında iyiyim, fena değil… Evde kitap okumaya başladım bu arada kitapları okuyorum. Her zaman olduğu gibi siyaseti yakından takip ediyoruz. Sanatı, yeni çıkan kitapları falan, gazetelerin kitap eklerine biraz daha dikkatle bakıyorum ve biraz daha zaman ayırıyorum.
Özlem AKARSU ÇELİK- Efendim, Duvar Kitabı da lütfen dikkatli okuyun diyelim o zaman. Arkadaşlarımız çok özenli işler yapıyorlar. Efendim ilk sorum milyonlarca çalışanı ilgilendiren bir konu. Berat Albayrak, Hazine ve Maliyeden Sorumlu Bakan, bir açıklama yaptı, 3 ay işçilerin işten çıkarılamayacağını söyledikten sonra oraya bir ama ekledi. Dedi ki, “39 lira 24 kuruş günlük ücretsiz izne çıkarıldıkları takdirde bir ödeme yapılacak.” Efendim bu aylık baza vurulduğunda bin 177 lira ediyor, asgari ücretin tam tamına yarısı. Yani asgari ücret de mi ortadan kaldırılmış oluyor ve insanlar günlük 39 lira 24 kuruşla nasıl geçinecek?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Özlem Hanım, aslında önemli bir soru bu. Bu ödemeler önce şunu ifade edeyim bin 177 lira tutuyor aylık. Bu ödemeler onun ve ailesinin bir aylık ihtiyacını karşılayacak mı? Şimdi elimizi vicdanımıza koyup düşünelim İşsizlik Sigortası Fonunda kaç lira var? 131 milyar lira var. Bu kimin parası? İşçilerin parası. Ne zaman ödenecek işçilere bu para? Bu tür olaylar olduğu zaman. Şimdi siz bu işçilere ödüyorsunuz kaç lira? Bin 177 lira. Yani günde 39 lira para ödüyorsunuz. Açlık sınırının altında bir ödeme yapılıyor. Belki şu söylenebilir yani ulaşım masrafı olmayacak bunun, dolayısıyla bu parayla geçinebilir. İyi ama bu kişi günde üç öğün kendisi ailesiyle geçinecek bir şekliyle. Artı kirası var, artı doğalgazı var, artı elektriği var, artı suyu var. Bunlardan kimse vazgeçmiş değil. Bu paraları da ödeyecekler bunlar. Peki nasıl geçinecekler bunlar? Bakıldığı zaman ciddi bir sorun aslında. Yani o vatandaşın, yani işsiz kalan, işten çıkarılmayacak ama evde kalacak olan vatandaşın ihtiyaçlarını karşılamaktan son derece uzak bir ödeme, gerçekçi olmak lazım. Bu ödeme önemli mi? Elbette yine önemli onun da altını özenle çizeyim ama bu ödeme o kişiyi ve ailesini mutlu etmeyecektir. İki, bunun diyelim ki tüketici kredisi borcu olabilir, kredi kartı borcu olabilir, bankalar bundan vazgeçmiş mi? Hayır vazgeçmiş değiller. Faizlerinden vazgeçtiler mi? Faizlerinden de vazgeçmiş değiller. Peki bu adam nasıl ödeyecek bunları? Bu da yine açıkta olan bir önemli nokta. Kısa çalışma ödeneği olsaydı en az bin 752 lira alacaktı. Kısa çalışma ödeneğinin alt sınırının altında bir para ödeniyor. Bu da başlı başına ciddi bir sorun.
Bir de tabi şu var Özlem Hanım, bir şey daha söyleyeyim bu konuda ondan sonra bitireyim. Ondan sonra başka sorularınız da gelecek. Bu ödemeler kayıtlı çalışan işçilere yapılacak olan ödemeler. Ama milyonlarca kişi kayıt dışı çalıştı ve şu anda onlarda evlerindeler. Onlara yapılan hiçbir ödeme yok. Onlar da çalışıyordu. Mesela sokaktaki simitçi ne olacak? Hatırlar mısınız dün veya evvelki gün sosyal medyada da işlenmişti işte bir kadın çöpten kağıt toplayarak geçimini sağlıyor, buna yasak getiriyorlar, ceza yazıyorlar neden çıkıyorsun diye. “Ne yapacağım” diyor. Şimdi buna bir ödeme yapıyor mu, İşsizlik Sigortası Fonundan bir ödeme var mı? Hayır. Aile Sosyal Güvenlik Bakanlığından bir ödeme var mı? Hayır. Neden? Daha önce yoksulluk listesinde olmayan hiç kimseye herhangi bir para da ödenmiyor. Bunların tamamının dikkate alınması lazım.
Bu konuda bir şey daha söyleyeyim, başka bir konuya belki geçeriz. Ben ısrarla Ekonomik ve Sosyal Konsey’in toplanmasını istemiştim. Bu kararı alıyorsunuz işçi sendikalarına sordular mı? Hayır. Niye işçi sendikalarına sormuyorlar? İşçi sendikaları bu kararın artısını ve eksisini değerlendirebilirlerdi. Belki işçi sendikalarıyla beraber bu kararı alsalardı belki toplumdan, işçilerden geniş bir tepki de gelmeyecekti belki. Onlar da göz ardı ediliyor. Dolayısıyla buna benzer sorunlar var. Çözümü konusunda adımlar atılıyor ama bu adımlar çok kısır adımlar, yani sorunu çözmeye yönelik adımlar değil günü kurtarmaya yönelik adımlar.
Özlem AKARSU ÇELİK- Efendim Ekonomik Sosyal Konsey önerisi, sizin de 13 maddelik öneri paketinizin ilk sıralarında yer alıyordu. O önerilere geleceğim ama ondan önce az önce ifade ettiğiniz bir örnek çok çarpıcı. Çöpten yiyecek toplayarak geçinen insanlar var ve onlardan biri “açım, çocuklarım aç, çöpten yiyecek topladım oradan geliyorum” demişti. İstanbul Aile ve Sosyal Politikalar İl Sağlık Müdür Yardımcısı Nail Noğay bu vatandaşımız için sosyal medyada çok çirkin bir ifadede bulundu “geber” dedi. Kendisinin görevden alındığını öğrendik bugün itibariyle. Ancak şöyle eleştiriler de geldi işte “kibrin geldiği nokta budur, bu bir zihniyeti temsil ediyor…” Buna katılıyor musunuz? Yani tır şoförü Malik Yılmaz’ın “işsiz kalabilirim, ben nasıl evde kalayım” dediği için gözaltına alınması ve Malik Yılmaz hala işsiz, “iş bulamayacağım galiba” demişti ve işsiz. Sosyal medya paylaşımları nedeniyle insanların soruşturmalar geçirmesi, gözaltına alınması… Yani bu bir zihniyetimi temsil ediyor bu il müdür yardımcısının tutumu?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bir zihniyeti temsil ediyor ama bu zihniyete kaynaklık eden, devlette liyakat sisteminin çürümüş olması. Yani liyakat sisteminin tümüyle yok olması. Bir il müdür yardımcısı, üstelik sosyal politikalardan sorumlu bir bakanlığın müdür yardımcısı, ildeki müdür yardımcısının bir insana, bir yurttaşa işte “geçinemiyorum, çöpten kağıt topluyorum ancak onunla geçimimi sağlayabiliyorum, bunlar olmazsa geçinemeyeceğim” diye kendi derdini anlatırken ona “geber” diye bir ifadeyi kullanması çürümüşlüğün göstergesidir. Bürokrasinin hangi noktalara geldiğini göstermesi açısından da çok önemlidir aslında. Ben hemen hemen sorunları tartışırken bu liyakati sürekli öne çıkarıyorum çünkü devleti devlet yapan bürokrasidir. Devletin arşivi bürokraside olur, siyaset kurumunda olmaz. Dolayısıyla bürokrasinin iyi yetişmiş, nitelikli, kaliteli insanlardan oluşması lazım. Günlük sıcak siyasetin içinde boğulmaması lazım bürokrasinin. Eğer siz yandaşı getirirseniz ve iktidarı eleştiren bir cümle kullandığı için o yandaş bürokrat kalkıp ona çok ağır bir suçlamayla daha doğrusu yani geber diye bir ifadeyle bir anlamda onun kullandığı ifadeleri tersyüz etmeye çalışırsa, bu devlette çürümeyi gösterir. Geldiğimiz nokta budur. Az önce söylediniz tır şoförü de öyle. Yani o da kalktı sosyal medyada dedi ki, “evde kal diyorsunuz da güzel ama ben çalışmasam nasıl gideceğim, işimi nasıl yapacağım, evde çoluk çocuk var nasıl geçineceğiz” diye. Onu da kalkıyorsunuz hemen tutukluyorsunuz. Bu bir anlamda ben ne yaparsam doğrudur aksini hiç kimse söyleyemez, aksini söyleyen kişiler de bedel ödemeye mahkumdur anlayışıdır. Bu anlayış demokrasiyle bağdaşan bir anlayış değildir.
Özlem AKARSU ÇELİK- Şimdi efendim iktidar partisi medyanın yüzde 90’ına yakınının kendisine yakın sermaye gruplarının ele geçirmesine neden olacak düzenlemeler yaptı. Satışlar gerçekleşti ve görüyoruz ki şu an Korona gibi bir salgın sürecinde ekranda nitelikli bilim insanları izleniyor ve flaş kanal diye tabir edilen, ben çok tercih etmiyorum ama iktidara yakın sermaye gruplarının kontrolünde olan bu televizyonlar ve gazeteler ne yazık ki izlenmiyor. İzlenmiyor çünkü siyasi haberler hep öne çıkıyor, o tercihler öne çıkıyor. Bunlar eleştirilirken özellikle sosyal medyadan paylaşımlar çok önem kazandı, alternatif mecralar çok önem kazandı ve bunu gören siyasi iktidar, bir düzenlemenin daha peşinde, torba yasaya sosyal medya paylaşım sitelerini zapturapt altına alacak bir düzenleme daha yerleştirdi, bir madde. Yani bu iş nereye doğru gidiyor? Hiç kimse hiçbir şekilde haberleşmesin, tepkisini dile getirmesin noktasına mı gidecek?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şöyle, ne yaparlarsa yapsınlar, sonuçta insanlar düşüncelerini başkalarıyla paylaşacaklardır. Yani sürekli içlerine atmaları aslında toplumsal bir patlamaya da yol açabilir. Bir toplumun sessizliği aslında çok tehlikelidir. Doğal olanı o toplumun konuşmuş olmasıdır, konuşmasıdır, düşüncelerini aktarmasıdır. İçinde biriken sorunları aktarma güdüsünü kullanması gerekir. Şimdi siz konuşma, sus otur yerinde, ne yaparsam bana hak vereceksin, şu televizyon kanalını izleyeceksin, şu gazeteleri okuyacaksın, onun dışında konuşmayacaksın, düşünceni aktarmayacaksın dediğiniz andan itibaren toplumu çok farklı, tehlikeli bir noktaya sürüklemiş olursunuz. Saray iktidarı bunun ne kadar farkında, doğrusunu isterseniz bilmiyorum. Ama oturup da bu konuda uzmanlara danışsalar onlar da büyük bir ihtimalle benim önerilerimi onlar da söyleyeceklerdir. Bırakın herkes düşüncelerini özgürce ifade etsin. Artı siz de yanlışlarınızı görme imkanına kavuşmuş olursunuz. Ekonomik Sosyal Konsey’i toplamıyorsunuz, o insanlar düşüncelerini aktaramıyorlar. Kendi yandaşlarınızı topluyorsunuz, kendi bakanlarınızı topluyorsunuz, oturup kendi kendinize karar veriyorsunuz. Bu kararın neye dayandığını da yeteri kadar aktarmıyorsunuz. Çelişkiler var kararların kendi içinde. Kararların içinde yaşadığımız olayla ilgili ciddi tutarsızlıklar var. Eğer Ekonomik Sosyal Konsey olsaydı bunların hiçbirisi olmazdı. Kullandığınız şu cümle çok önemli; havuz medyası diye biz tanımlıyoruz siyaseten, onlar zaten ne gazeteleri okunuyor, ne de televizyonları izleniyor. Örneğin bunlardan bazı gazeteleri kapatmak zorunda kaldılar. Baktığınız zaman onların tirajları 100 – 150 bin civarındaydı. 100 – 150 bin tirajlı bir gazete niye kapanır? Aslında öyle tirajları yoktu.
Bir gerçek daha var aslında, infaz kanununa da yeni bir hüküm ilave ettiler, arkadaşlar onun çıkması için mücadele ediyorlar. Basın İlan Kurumunu havuz medyasını besleyen bir organa dönüştürdüler. Tirajı yüksek gösterip daha fazla reklam geliri, ilan geliri oradan elde edip gazeteyi yaşatmak istiyorlardı. Ona rağmen bile yaşatamadılar, bazı gazeteleri kapatmak zorunda kaldılar. Şimdi muhalif gazete dediğimiz veya gerçekleri yazan, kendine göre gerçekleri yazan gazetelere ceza vermek istiyorlar. Basın İlan Kurumu aracılığıyla onların ilanlarını kestiler, resmi ilanlarını, böylece cezalandırmak ve onları kapattırmak istiyorlar. Bu da demokrasiye aykırı bir uygulama. Burada yargının çok hızlı karar vermesi lazım. Yürütmeyi durdurma kararı vermesi lazım, eğer yargı gerçekten demokrasiyi savunuyorsa, medya özgürlüğünü savunuyorsa. Ki yargı mensupları da unutmasınlar kendileri bir haksızlığa uğradıkları zaman haksızlıklarını aktarabilecekleri mecra yine medyadır. Dolayısıyla medyanın ne kadar önemli olduğunu yargı mensubunun da bilmesi lazım ve bu konuda kararı ivedilikle vermesi gerekiyor. Şimdi bu gazetelerin aynı zamanda cezaevlerine sokulması da yasaklandı. Tam bir garabet, ne söyleyebilirim ki.
Özlem AKARSU ÇELİK- Tam o konuya gelecektim, Mecliste şu an görüşülen infaz düzenlemesi az önce sizin de ifade ettiğiniz gibi gazeteciler sadece haber yaptıkları için, düşüncelerini ifade ettikleri için pek çok siyasetçi gibi şu an Türkiye cezaevlerinde tutuklu ve hükümlü. Çok sayıda meslektaşımız var ya da bu tehditle karşı karşıya bırakılan meslektaşımız, Fatih Portakal gibi. Fatih Portakal’ın durumuna gelmeden önce infaz düzenlemesinde neden bu kadar ısrarcı olundu? 90 bin kişi elbette Korona sebebiyle cezaevlerini korumak gerekiyor ve dışarı çıkarılması gerekiyor. Peki; uyuşturucu satıcısı, istismarcı, kadınlara şiddet uygulayan kişileri dışarı çıkaracak olan siyasi iktidar ve ortağı neden siyasetçileri, gazetecileri, sivil toplum temsilcilerini içerde bırakmakta ısrar ediyor?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Çünkü demokrasi kültüründen nasibini alamamışlar. Bir insan düşüncelerinden ötürü hapse mi atılır? Yazı yazdı diye bir insan hapse mi atılır? Tam tersine farklı düşüncelerin, aykırı düşüncelerin sadece bugün için değil gelecek içinde çok önemli olduğunu artık dünya tarihinde kısmen okuyanlar bunu biliyorlar. Ama biz aykırı düşünceyi yazan, çizen, söyleyen kişiyi yakalayıp doğru hapse atıyoruz. Ama uyuşturucu satıcısı iseniz herhangi bir sorun yok dışarı çıkabiliyorsunuz. Hırsızsanız, rüşvet aldıysanız, kişilere saldırdıysanız, dövdüyseniz bunları da bir anlamda serbest bırakacağız diyorlar. Bir anlamda af kanunu, adı infaz kanunu olmakla beraber aslında bir af yasası çıkarıyorlar.
Çok çarpıcı bir örnek var, diyelim ki bir kişi rüşvet aldı ve bundan ötürü yargılandı veya irtikaptan ötürü, bu 6 yıl ceza aldığında hiç hapse girmeyecek yani bu teklif yasalaşırsa. Ama aynı olayı haber yapan bir gazeteci yine 6 yıl bağımlı yargıda ceza alırsa, o da 3 yıl 6 ay hapis cezası yatacak. Yani çalan adam hırsız serbest, hırsızın hırsızlığını haber yaptı diye gazeteci hapse atılacak ve biz buna da demokrasi diyeceğiz, buna da adalet diyeceğiz. Bu ve benzeri nedenlerle biz infaz yasasına hayır oyu veriyoruz zaten. Arkadaşlarımız da bunun yanlış olduğunu söylüyorlar. Gazeteci arkadaşlar içerdeler işte Barış’lar içerde, yine yolsuzlukları yazan Murat Bey içerde. Bütün bunlara baktığınız zaman Türkiye demokrasi açısından ciddi bir sınav vermiyor. Tam tersine demokrasi kriterlerinin giderek zayıfladığı bir ülke konumuna gelmiş durumda.
Özlem AKARSU ÇELİK- Efendim demokrasi kültürü açısından geldiğimiz noktayı anlatması bakımından çok önemli bir olay yaşandı TBMM’de. Partinizin milletvekili kendisi de bir hekim olan Ali Şeker; hekimlere uygulanan, sağlık çalışanlarına uygulanan şiddetin son bulması için hazırlanan kanun teklifinin görüşülmesini önerdi meclise ama o bile reddedildi iktidar partisi AK Parti ve MHP oylarıyla. Ama aynı düzenlemeyi iktidar partisi getiriyor meclise. Yani bunu nasıl açıklamak mümkün? Yani toplum buna ikna olur mu anlattıklarında? Sadece muhalefet getirdi diye toplum yararına olan bir kanuna bile hayır demek nasıl anlatılabilir?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi şöyle ifade edeyim Özlem Hanım, parlamentoda siyasal partiler kendi düşüncelerine göre kanun teklifleri getirebilirler ve hepimiz de buna saygı gösteririz. Ama sağlık çalışanlarına şiddet konusu bir siyasi görüş birlikteliği sağladı aslında. Çünkü Covid-19’la mücadele eden ve hastaları iyileştirmeye çalışan sağlık elemanlarını hep birlikte hangi görüşten olursak olalım alkışladık. Ve dedik ki, siz gerçekten kahramanlarsınız dedik. Bir sürü güzel laflar ettik. Ama şunu da söyledik, yani bunu yapıyoruz güzel biraz onlara maddi destek de sağladık o da güzel ama bunların bir derdi var, üstelik yıllardır söylüyorlar sağlıkta şiddet var, şiddeti önleyecek yasal düzenleme yapın diye. Biz de bu teklifi götürdük, şimdi reddettiler, sonra kendileri kamuoyundan gelen tepki üzerine kendileri teklif verdiler. Bu da aslında kamuoyunun başarısıdır. Yani toplumsal talebin parlamentoya bir anlamda yansımasıdır. Muhalefet partilerinin talebinin bir anlamda iktidar partisi tarafından zorunlu olarak kabul edilmesidir. Gönüllü değil zorunlu olarak kabul edilmesidir. Yine de ben bunu Cumhuriyet Halk Partisinin ve muhalefetin başarısı olarak görüyorum ve kamuoyunun desteğiyle iktidar ve onun yandaşı olan MHP sağlıkta şiddete son vermek için düzenleme yapmak zorunda kaldı. Bu da bizim başarımız.
Özlem AKARSU ÇELİK- Sayın Genel Başkan, hem sizin, hem partinizin her fırsatta dile getirdiği bir başka konu hazine garantili projeler. Malum geçsek de, geçmesek de hazinenin ödeme yaptığı köprülerden başlayarak pek çok örnek var ve bunlar bütçeye çok çok büyük bir yük getiriyor. Bu süreçte bunlardan vazgeçilmesi, hazinenin bu ödemeleri yapmaması Korona salgınıyla mücadele için çok önemli bir kaynak yaratmaz mı?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi iktidarın karşılaştığı en temel sorun kaynak. Çünkü sıfırı tüketmiş bir hazinemiz var. Merkez Bankasının kefen parası olarak ayırdığı paralara bile el koydular. Dolayısıyla hazinede para yok. Şimdi ciddi bir ekonomik krizle de karşı karşıyayız aslında. Çünkü kimse vergiyi ödeyemiyor. Çünkü çalışmıyor, iş yerleri kapandı. İşçiler zorunlu olarak ücretsiz izne ayrıldı onların da gelir vergileri, sosyal güvenlik primleri ödenmeyecek. Katma değer vergisi dediğimiz diğer vergiler. İthalat, ihracat, dış ticarette de ciddi düşüşler var. Oradan da gelir yeteri kadar gelmeyecek. Dolayısıyla elde bir şeyler yapılması lazım. Ne yapılması lazım? İşte İşsizlik Sigortası Fonu vardı, oradan yola çıkarak Merkez Bankasının yeniden para basması sağlanacak. Sıfır kaymeler alacak, paralar basılacak. Bunun kontrollü yapılması lazım. Yani niçin para basıyorsunuz diye bir eleştiri getirmiyoruz çünkü elleri mahkum başka seçenekleri yok. Bunun kontrollü yapılması lazım ve paranın dolaşım kanallarının sağlıklı belirlenmesi lazım. Sağlıklı belirlenmezse yeni basılan para dolara kaçabilir dolayısıyla sorun giderek derinleşir. Yani çözülme değil tam tersine sorunun derinleşmesine yol açabilir. Burada Erdoğan’ın kullandığı bir cümle vardı önemliydi, “Artık öyle bir noktaya geldik ki herkesin fedakarlık yapması gereken bir süreçtir bu süreç” diye böyle bir cümle kullanmıştı. Doğru herkesin fedakarlık yapması gereken bir süreç. O zaman şunu soracağız fedakarlığı kim yapacak? Fedakarlığı ücretliler mi yapacak, asgari ücretliler mi yapacak, memurlar mı yapacak, kim yapacak fedakarlığı? Fedakarlığı aslında sıralama yaptığınız zaman bir numaraya oturacak olanlar, devletten milyarlarca dolarlık ihale alanlar ve bu ihaleyi dolar bazında alanlar, ihaleyi hazine garantisi altında alanlar, yaptıktan sonra işte köprülerden, yollardan, tünellerden, hastanelerden dolar bazında ya da avro bazında garanti alanlar yani bunların zarar etme şansları sıfır, kocaman bir sıfır, o zaman en çok bunların özveride bulunması yani bizim ifademizle devlete para ödemeleri gerekir.
Şöyle bir liste yaptım, bir tablo yaptım Özlem Hanım. Mesela Osmangazi Köprüsü, 2020 yılında hazine buna 2 milyar 300 milyon lira ödeyecek. Yavuz Sultan Selim Köprüsü, en az 790 milyon lira ödeyecek hazine. Avrasya Tüneli için de 300 milyon lira en az para ödeyecek. Toplam 3 milyar 400 milyon lira. Eğer biz otoyol bağlantılarını da buna dahil edersek, o zaman 2020 yılında devlet bunlara asgari 6 milyar liranın üzerinde bir para ödeyecek. Şu teklifi yaptık, bağış kampanyası açtınız oradan beklediğiniz para gelmedi ama sadece bu üçünden, bakın üç, Osmangazi, Yavuz Sultan Selim ve Avrasya Tüneli dolayısıyla devletin 2020 yılında ödeyeceği para 6 milyar liranın üzerinde, bir yıl süreyle bunu öteleyin. Ödemeyin demiyorum, öteleyin ve dolayısıyla buradan bir gelir elde edeceksiniz, bunu fakir fukara için garip gureba için kullanın. Kayıt dışı çalışanlar var, işsizler var, evine kapananlar var, asgari ücretliler var, çöpten kağıt toplayanlar var, simitçiler var. Bütün bunların hepsi şu anda işsiz ve herhangi bir gelirleri yok. Bunlar kira ödeyecekler, bunlar beslenecekler, bunların elektrik parası var, su parası var. Sosyal devletin bu gibi durumlarda ortaya çıkması lazım. Dikkat ederseniz bugüne kadar alınan kararlarda devletten milyarlarca liralık ihale alanlarla ilgili getirilmiş hiçbir düzenleme yok. Neden?
Özlem AKARSU ÇELİK- Yani onların bu salgınla mücadelede sorumluluk alması adına bir düzenleme yok ama onları kolaylaştırıcı, onların işlerinin yürümesini kolaylaştırıcı bir takım düzenlemeler yapıldı.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Yapıldı ama şunu yapabilirdi saray iktidarı: Diyebilirdi ki, “arkadaşlar kusura bakmayın biz size olağanüstü koşullarda olağanüstü rakamlar içeren üstelik yabancı para bazında ihaleler verdik. Siz buradan çok ciddi paralar kazandınız, üstelik burada eğer arzu ettiğimiz miktarda araç geçmiyorsa o araçların parasını da biz vereceğiz diye hazine garantisi verdik, şimdi elimizi taşın altına koyma dönemi...” Yani siz kalkıyorsunuz bir de Tekalif-i Milliye Emirlerinden söz ediyorsunuz. Kardeşim Tekalif-i Milliye’de adam çorap veriyor, gömlek veriyor, un veriyor. Sen de milyar dolarlar kazandın dünyanın parasını kazandınız. Bir yıl süreyle 6 milyar liranın üzerinde bir avantaj sağlayacaksın. Bunu bir yıl öteliyorum diyeceksiniz, 6 milyar hazinede kalacak. Benim söylemek istediğim bu.
Özlem AKARSU ÇELİK- Bir duyumumu anlatmak istiyorum izninizle, sizinle paylaşmak istiyorum. Tanınmış bir işinsanı, iş yaptığı bakanlıktan bir yetkili kendisini aramış bizzat kendisinden dinledim. Bağış yapıp yapmadığını sormuş, yaptığını söyleyince de bana dekontu gönderir misin demiş. Yani o devletten alınan ihalelerin bedeli de öyle çok sıradan değil gördüğümüz kadarıyla. Yani dekont isteniyor onlardan da. Yani bu gerçekten gelinen trajikomik durumu anlatması açısından bence önemli.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi burada bir şey daha var Özlem Hanım. Bunlar devlete bağış yapıyorlar Sayın Erdoğan’ın açtığı kampanya dolayısıyla. Bunlar kurumlar vergisi beyannamesini verdiklerinde bu bağışların tamamını vergi matrahından indirecekler. Yani ortada bir bağış falan yok yani, herhangi bir kayıpları da yok. Sadece zamanlama olarak önümüzdeki yılın Nisan ayında ödeyeceklerini şimdi ödüyorlar bir kısmını. Nisan ayında bu zaten ödediklerinin tamamını vergi matrahından indirecekler. Böyle de bir gerçeğimiz var.
Özlem AKARSU ÇELİK- Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu Tekalif-i Milliye hatırlatması aklımıza geçmişteki pek çok gündem başlığını getirdi. AK Parti iktidarı kamuoyu oluşturmak için böyle çok uç bir örnek veriyor ve ondan sonra tabiri caizse ölümü gösterip sıtmaya razı edecek bir takım düzenlemeleri peşinden getiriyor. Bu kez de 20 Mart’ta ve arkasından İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in iki uyarısı olmuştu “sakın ola aklınızdan sermaye kontrolünü geçirmeyin” diye. Meslektaşımız Fatih Portakal da sermaye kontrolü demeden, “acaba mevduatlara el konulması yönünde bir hazırlık mı var”ı ima eden bir mesaj paylaştı sosyal medya hesabından. Cumhurbaşkanı bizzat, şahsen hakkında suç duyurusunda bulundu. Yetmedi Bankacılık Düzenleme Denetleme Kurulu da bir suç duyurusunda bulundu. Yani sizce Tekalif-i Milliye bir sermaye kontrolü hazırlığının ön habercisi mi bu açıdan bakarsak?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi Erdoğan’ın suç duyurusunda bulunması aslında Tekalif-i Milliye’nin ne olduğunu bilmemesinden kaynaklanıyor. Tekalif-i Milliye’nin vergi olduğunu ve aslında bu paranın geri iade edilmediğini düşünüyor. Zor dönemdeyiz, Cumhuriyetin ilk yıllarında da devlet işgal altında, Türkiye Cumhuriyeti işgal altında, ülke uçurumun kenarında. Dolayısıyla Tekalif-i Milliye emirleri dediğimiz vergi çıkarıyorlar ama geri ödenecek olan bir vergi. İllerde Tekalif-i Milliye Komisyonları var. Kim ne verdiyse yazıyorlar, kayıtlara yazılıyor, daha sonra çıkarılan Cumhuriyet kurulduktan sonra da çıkarılan bir kanunla alınan paralar kişilere iade ediliyor. Şimdi siz kalkıp da bundan örnek verirseniz akla doğal olarak şu gelecek tabi, yani Cumhuriyetin kuruluşunda çok zor durumdaydık, zorla paralar alındı, sonra iade edildi. Şimdi biz de zorla paraları alacağız, sonra iade edeceğiz anlamı çıkar. Fatih Portakal da Tekalif-i Milliye Emirlerine yollama yapıldığı için herkesin aklına gelen bir şeyi oturup twet olarak attı. Şimdi buna hemen suç duyurusunda bulundular. BDDK... BDDK’nın suç duyurusunda bulunmasını doğal karşılıyorum çünkü Erdoğan bulunmuş, BDDK da bulunmak zorunda. Bulunmazsa adam koltuğundan olacak. Bakın bürokraside ne dedik? Çürüme var dedik. Çürüme nerede? Sadece İstanbul’daki bakanlığa bağlı müdür yardımcısında değil, BDDK Başkanında da çürüme var. BDDK Başkanının aklı yok mu? Tekalif-i Milliye’nin ne anlama geldiğini bilmiyor mu? Fatih Portakal’ın attığı twetin herkesin düşündüğü bir olay olduğunu bilmiyor mu? Yani biz el koymayacağız diyoruz. El koymayacaksanız niye polislerden zorla para topluyorsunuz? Niye topluyorlar? Gelecek herkes para verecek, bağış verecek. Niçin? Bağış gönüllüdür, isteyen gider banka hesabına yatırır. Genelge çıkarılıyor, genelge üzerine genelge, geleceksiniz şurada şu kadar bağışı yapacaksınız. Yargıtay Başkanı genelge çıkarıyor, Allah aşkına sen hakimsin, bulunduğun koltuğun ne kadar değerli, ne kadar önemli olduğunu bilmiyor musun? Bu koltuğun tarafsızlık üzerine inşa edildiğini bilmiyor musun? Diyorsun ki; herkes şu kadar verecek rütbelere göre. Rütbelere göre para istenirse bunun adı bağış mı olur? Yani şimdi böyle bir dava Yargıtay’a geldiği zaman Yargıtay Başkanı ne diyecek? Yargıtay Başkanı şunu söyleyecek herhalde, bir genelge çıkaracak bu kadar bağışı yapmayan kişinin terfisini engelleyin. Niçin? Genelge çıkardı. Kim talimat verdi genelge çıkarma konusunda? Saray iktidarı mı? Saray iktidarı genelge için talimat verdiyse bağımsız ve tarafsız olması gereken yargı o talimata uyacak mı?
Özlem AKARSU ÇELİK- Efendim tarihçilerin de Tekalif-i Milliye dönemindeki Meclis tutanaklarını hatırlatan bazı yazıları oldu. Örneğin Ermeni ve Rum vatandaşlardan alınanların bir kısmının geri ödenmediği vs. gibi bir takım kaynaklar da var. Yani bu her açıdan çok tartışmalı bir örnek. Tekrar soruyorum, bir sermaye kontrolü ihtimali var mıdır? Hani kimsenin, şeytanın bile aklına gelmez diyeceğimiz bir durum bu ve bütün dünya Korona derdine düşmüşken dönüp kimse Türkiye’de niye mevduatlara el koydunuz demeye de bilir. Böyle bir ihtimal öngörüyor musunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Hiç bilmiyorum. Emin olun bilmiyorum. Ne yaptıklarını da bilmiyorlar zaten. Nereden para bulacaklar o da belli değil. Bağış kampanyası açtılar, bekledikleri gibi bir sonuç çıkarmadı ortaya. Bağış kampanyasını köpürtmeye çalışıyorlar. En çok parayı verenler zaten devletin kurumları; Merkez Bankası, Halk Bankası, Ziraat Bankası, Vakıflar Bankası, bankalar, zaten bu para sizin yani, bu para zaten sizin. Adamı eve kapatmışsın doğru dürüst para vermiyorsun, adam işinden olmuş, efendim işte bilmem şuraya şu mesajı atarsan 10 lira bağışta bulursun. Adam zaten 10 liraya muhtaç. Yani Türkiye’nin yaşadığı en ciddi sağlık sorunu aslında. Bir salgın hastalık var. Salgın hastalıkta alınması gereken önlemleri siz böyle bir bağış kampanyasıyla çözmeye kalkarsanız bu iş yürümez. Bu ne demektir? Biz iflas ettik, para yok, ne olursunuz bize para verin… Devlet verendir, devlet sosyal devlettir. Devlet vergi alır, devlet fakire, fukaraya yardım eder. Şimdi siz elinizi açmışsınız, herkesten para dileniyorsunuz ben bu sorunu nasıl aşarım diye. Aşamazsınız böyle. Sadece gülünç duruma düşerler.
Özlem AKARSU ÇELİK- Efendim CHP’nin 11 Büyükşehir Belediyesinin başlattığı bağış kampanyası vardı ama “kampanya olunca valilikten izin almanız gerekiyor kanuna aykırı hareket ettiniz” denildi. Belediye Başkanları da kanundan ve anayasadan kendilerine böyle bir yükümlülük yüklediğini anayasanın ve kanunların, halka hizmet etmek zorunda olduklarını söyleyerek kendilerini savunarak, o zaman hadi gereğini yapalım valiliğe başvuralım dediler ama oradan da bir yanıt gelmedi. Sayın İmamoğlu’yla da konuştuk, onlar da henüz örneğin bu taleplerine bir yanıt alamamışlar. Şimdi CHP’li Büyükşehir Belediyelerini paralel devlet gibi hareket etmekle suçladı iktidar partisi ve kendisi hemen akabinde bir bağış kampanyası başlattı. Burada bu kadar önemli bir krizde bir siyasi rant tartışması yani nereye oturtalım bunu biz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Yanlıştır. Emin olun son derece yanlıştır. Yani iyilikte yarışmak varken, sevgide yarışmak varken, fakire, fukaraya yardımda yarışmak varken yasak nedir yani? Üstelik Belediye Kanununda belediyenin gelirleri arasında bağışlar sayılmış zaten. Şartlı bağışı belediye meclisi, şartsız olan bağışları belediye başkanı kabul eder, yasa bu gayet açık. Ama siz bu yasaya rağmen efendim niçin bağış kampanyası açıyorsunuz. Açar, ne var! Ne için açıyor? Onların yapmak istedikleri. Güzel yapın siz. Biz onlara niye yapıyorsunuz demiyoruz ki! Hatta işbirliği içinde yapılması lazım. Denir ki belediyeler şunlara biz de şunlara yapalım, belediyeler şu kaynakları kullansın biz de şu kaynakları kullanalım. Çünkü sonuçta bir kentte belediye başkanı yoksullara en rahat ulaşan kişidir. Onların sorunlarıyla ilgilenen kişi zaten belediye başkanıdır. Belediye başkanına adam gider her türlü derdini rahatlıkla anlatır. Sorunu yaşayan kişiyi belediye başkanı bilir. Belediye başkanları muhtarlarla işbirliği yaparak yoksul mahallelere, ihtiyaç sahibi insanlara ihtiyaçları olan pek çok malzemeyi ya da buna benzer ihtiyaçları iletirler yani. Giderler ziyaret ederler, konuşurlar, aktarırlar vs. Yasak getiriyorsunuz, anlamak mümkün değil, hele hele bunu paralel devlet olarak tanımlamak?
Merkezi hükümetle yerel yönetimlerin ne olduğunu bilmiyor o anlama geliyor zaten. Zaten merkezi hükümetin bakanları var, yerel yönetimlerin belediye meclisleri var. Dolayısıyla otururlar, konuşurlar. Elbette ki bağış toplanır. Bakın, belediyeler bağışı gelirleri arasına yazarlar, İçişleri Bakanlığının müfettişleri, Sayıştay’ın denetçileri toplanan bağışlar nerelerde harcandı bunları da denetlerler zaten. Denetlemek zorundadırlar zaten. Biz de denetlenmesini isteriz. Belediye Başkanının aldığı bağışı alıp cebine atacak hali yok ki. Nerelerde kullanacağı üç aşağı beş yukarı bellidir. Kimisine nakit verecek, kimisine ayni yardım yapacak, kimisi İstanbul’un dışına çıkmak istiyordur, mesela cenazesini götürecek, şimdi değil ama geçmişten örnek veriyorum, belediyeler hemen cenaze araçlarını tahsis ederler, kişiyi alırlar gönderirler, aileleriyle beraber gönderirler. Bunlar her zaman ve her belediyenin yaptığı şey. Benzerini AK Partili belediyeler de yapıyor. Yanlış mı? Hayır doğru, onlar da doğruyu yapıyorlar. Onlar da yardım kampanyası, bağış kampanyası açtılar. Hatta bir Belediye Başkanı, bir genç işadamları derneğine yazı yazarak bize yardımda bulunun diye yazı da göndermiş. Yanlış mı yapmış? Hayır doğru yapmış yani belediyelerin imkanları bellidir ve o imkanlar çerçevesinde ne kadar çok kaynak alabilirlerse daha geniş kitlelere, ihtiyaç sahibi olan insanlara yardım edeceklerdir. Bunun paralel devletle de falan bir ilgisi yok yani devletin yapılanmasını bilmeyenlerin maalesef söyledikleri bir cümle, kullandıkları bir cümle.
Özlem AKARSU ÇELİK- Sayın Genel Başkan, iki görüş var. Bu tip bir pandemiden daha da otoriterleşerek çıkma ihtimali var diyenler. Bir de buradan işte özelleştirilen sağlık kurumlarının ne halde olduğu görüldü, kamucu sağlık anlayışının da öne çıktığı daha kamucu bir yaklaşımla daha özgürlükçü, demokrat bir yaklaşımla çıkılacak diyenler de var. Siz hangisini savunuyorsunuz? Bir de az önce de ifade etmiştik, CHP olarak 13 maddelik bir öneride bulundunuz. Bu önerilere başka ekleyecekleriniz var mı? Sizin buradan çıkış reçeteniz nedir?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şöyle ifade edeyim, kesinlikle daha otoriter bir yapının ortaya çıkacağı kanısında değilim. Çünkü sonuçta milyonlarca kişi bir salgın hastalıkla karşı karşıya kaldı ve bu milyonlarca kişiye yardım edecek en büyük organ devletin kendisi. Devlet bunu sağlıklı bir şekilde yerine uzmanları aracılığıyla, bürokrasisi aracılığıyla yapar ve bütün yaptıklarını şeffaf bir şekilde, saydam bir şekilde kamuoyuyla paylaşırsa bu zaten bizim arzu ettiğimiz demokratik bir devlette olması gerekenlerdir. Bu olmadığı takdirde otoriter rejim ki olmayan yerler otoriter rejimler, geniş halk kitleleri otoriter rejime kaygıyla bakacaktır. Bugün iktidarın açtığı bağış kampanyalarına sıradan bir yurttaşın kaygıyla bakmasının temelinde yatan nedir? Güvensizliktir. Güvensizliği doğuran nedir? Otoriter rejimin kendi yaptığı uygulamalardır. Nedir o uygulama? Örneğin 15 Temmuz şehitleri için toplanan paraları biz olmasaydık ne ortada vakıf vardı ne de toplanan paraların nereye gittiği konusunda bir bilgi. Beşiktaş saldırısında da çoğu polisler şehit olmuşlardı onlar için de para toplandı. Şimdi bu bağlamda sabıkalı olan bir anlayışın, bir bağış kampanyasıyla bunu götürmek istemesini de güven penceresinden baktığımızda başarılı olma şansı biraz zayıf görünüyor.
O açıdan ben uzmanlığa dayalı yani devlette liyakate dayalı siyasetçiyle liyakatli bir sistem arasında güçlü bir bağın oluşacağını, demokratik bir devletin, bağımsız bir yargının, düşünce özgürlüğünün, özgür bir medyanın giderek güçleneceği kanısındayım.
Bu bağlamda bir parantez daha açayım. Tabi bütün bunların yanında sosyal devletin daha da güçleneceğine inanıyorum. Çünkü sosyal devlet zaten bu günler için var. Bu günler aslında bütün topluma sosyal devletin ne olduğunu gösterdi ve sosyal devletin, bu tür olaylar olduğunda da hazırlıklı olan bir devlet algısının da ortaya çıkmasına yol açtı. Hazırlıklıysanız, bugünler geldiğinde Merkez Bankasının bizim kefen parası dediğimiz para niçin duruyordu orada? Bu gibi konular için. İşsizlik Sigortası Fonunu niye oluşturuyoruz? Bu gibi olaylar için. Eğer siz buralardaki paraları tüketmişseniz ve geniş kitlelere böyle bir olay olduğunda yeteri kadar güven veremiyor ve kaynak aktaramıyorsanız o zaman sosyal devletin, anayasada yazılı bile olsa sosyal devletin olmadığı görüşü ortaya çıkmış olur. Türkiye de bu bağlamda sosyal devleti de, kamuculuğu da elbette ki savunacaktır ve ne kadar gerekli olduğunu da bu olaylar hepimize göstermiş olacaktır.
Özlem AKARSU ÇELİK- Çok teşekkür ediyorum efendim. Bu zor günleri atlatıp yüz yüze bir sohbetle de buluşmak dileğiyle diyorum. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu bizimleydi bir sonraki yayında buluşmak dileğiyle hoşça kalın.  
Kemal KILIÇDAROĞLU- Teşekkür ederim.