07.06.2016
07.06.2016
Ahmet HAKAN- Hepinize iyi akşamlar sayın seyirciler. Tarafsız Bölge’ye hoşgeldiniz. Ankara’daki stüdyolarımızdan sizlere sesleniyoruz. Konuğumuz Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu. Merhaba hoşgeldiniz.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Siz de hoşgeldiniz, merhabalar.
Ahmet HAKAN- Çok teşekkürler. Şimdi biz aslında Türkiye ve dünya gündemini konuşacaktık sizinle, birçok konu var. Fakat birdenbire bugün sabah saatlerinde meydana gelen üzücü terör saldırısı gündemin bir numaralı konusu haline geldi. Dolayısıyla onu uzun uzun tartışmak ve konuşmak istiyorum, bu olayı konuşmak istiyorum sizinle. Daha sonra da gündemdeki başlıkları konuşacağız. Tekrar hoşgeldiniz.
Şimdi İstanbul’da bugün sabah saatlerinde Vezneciler’de polis aracının geçtiği sırada bombalı bir saldırı düzenlendi. 7 polisimiz şehit oldu, 4 sivil vatandaşımız hayatını kaybetti. 3’ü ağır 36 yaralı var.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Son yapılan açıklama 6 polisimizin şehit olduğu.
Ahmet HAKAN- Evet. Bu herkesi gerçekten üzdü. Hani mübarek bir gün, ramazan ayı başlamış, ilk günü, oraya yapılan böyle bir saldırı hepimizi çok üzdü, derinden yaraladı ve öfkelendiriyor insanlarımızı. Ne diyorsunuz bu konuda? Yani sizin düşünceleriniz nedir?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Aslında söylenecek çok şey var ama özetle şunu söylememiz lazım; şimdi terör konusunda önce bütün siyasi partilerin aynı tavrı takınması lazım. Yani biz teröre, şiddete karşıyız. Kimden gelirse gelsin, nereden gelirse gelsin, amacı ne olursa olsun şu veya bu gerekçenin arkasına sağınmış olabilir ama her şeye karşın kesin, net bir tavır takınmamız lazım. Bu siyaseten bizim yapmamız gereken bir olay. Ama bu terörü eğer kınarsak, sadece kınamayla kalmayıp her türlü önlemi alacaksak ve bununla ilgili çabalar harcayacaksak iktidar, muhalefet herkesin bu konuda ortak bir tavır takınması lazım.
Ahmet HAKAN- Elbirliğiyle.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Elbirliğiyle. Bu konuda biz açık ve net her zaman şunu söyledik. Arkadaş terörü önle, ne istiyorsan söyle. Biz sana her türlü desteği vereceğiz. Yeter ki, sen terörü önle. İktidarsın önle. Fakat şunu söylüyoruz, ama şunu da söylemekten kendimizi alamıyoruz. 2002’de iktidar oldular, terör sıfırdı. Ne oldu da, 14 yılda Türkiye kan gölüne döndü? Şimdi bu sorunun cevabını hepimiz sormak zorundayız. Vatandaş olarak değil, siyasetçi olarak ben soracağım. Vatandaşta kendisine sorsun. Ayakkabı boyacısı da kendisine sorsun, bakkal Mehmet efendi de sorsun, Kahramanmaraş’taki tekstilcide sorsun. Ne oldu da, 14 yılda Türkiye bu hale geldi? Şimdi bu soruyu sormazsak vatandaş olarak görevimizi yapmamış oluruz. Terörü kınayalım. Elbette kınayacağız. Zaten kınayacağız. Ama Türkiye’yi bu noktaya getiren siyasal anlayışı da bir şekliyle sorgulamak zorundayız.
Şimdi bakın, terörle ilgili 2015 Amerikalıların yayınladığı “Küresel terör tehdidi” bir rapor var, 2016’nın Haziranında çıktı rapor. Türkiye de doğal olarak uzun süredir terörü yaşadığı için bu raporda yer alıyor. Raporun IŞİD terörüyle ilgili bölümünde, Türkiye transit ülke olarak tanımlanıyor. Doğru mudur? Doğrudur. Pek çok ilden ki, rakam veriyim 70 ilden IŞİD terör örgütüne katılım oldu mu? Katılım oldu. Peki bunlar olurken, bu ülkede bir iktidar var mıydı? Evet, bu ülkede bir iktidar vardı. IŞİD’ı uzun süre terör örgütü olarak görmeme gibi bir eğilimleri var mıydı? Eğilimleri vardı. Ne zamana kadar? Dünya IŞİD’ı bir terör örgütü olarak gördükten sonra, hatta bizim Başkonsolosluğumuzu bastılar 49 kişiyi rehin aldılar. Ona rağmen bile terör örgütü dememeye özen gösteren bir yaklaşımımız oldu. Daha önemli bir şey yine aynı raporda, “Türkiye teröristlerin eğitim ve yetiştirilmesi açısından da kaynak ülkedir” diyor. Evet, Türkiye bir kaynak ülke. Bol miktarda terörist yetiştiriyoruz.
Ahmet HAKAN- Bunu nereden okuyorsunuz? Amerikalıların hazırladıkları bir rapordan mı?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bir rapordan evet. “Küresel Terör Tehdidi Raporu” 2015 raporu, yeni yayınlanan bir rapor. Bu gerçeğe baktığımız zaman, ikisi de doğru aslında. Yani hepimizin bildiği bir gerçek bu. Ama dünyadaki terör hareketleri izlenirken bunu da izliyorlar tabi.
Şimdi geliyorum işin bir başka cephesine. Terörü kınıyoruz güzel. Bugün bakın 7 Haziran’dan bu yana şehit olan polislerimizi de dahil ettiğimiz zaman 539 şehidimiz var. 7 Haziran’dan bu yana yani 540 şehidimiz var. 7 Haziran’dan bu yana Kıbrıs çıkarmasından daha fazla şehit verdik. Şimdi sorgulamamız gerekiyor. Ne yaptılar bunlar? Bir çözüm süreci başlattılar. Yanlış yaptıklarını söyledik, “Siz anlamazsınız” dediler. Doğru yapmıyorsunuz dedik, “Hayır biz doğruyu yapıyoruz, siz bunları bilemezsiniz” dediler. Size kredi açıyoruz, “Buyurun çözün, vallahi çözerseniz gelip tebrik edeceğiz sizi” dedik, “Hayır sizin kredinize de ihtiyacımız yok” dediler. “Zaten sizin kendinizin krediye ihtiyacı var” dediler. Bütün bunları büyük bir sabırla dinledik ve bekledik. Ama bugün geldiğimiz noktada artık bunu sorgulamak zorundayız. Doğu Güneydoğu’yu kan gölüne çeviren kimler? Şehir merkezlerine tonlarca ki, bir AKP yetkilisinin ifadesiyle 200 ton patlayıcı yerleştirildi. İyi de, valiler neredeydi, kaymakamlar neredeydi, güvenlik güçleri neredeydi ve hükümet neredeydi? Bir ilçede kamyonun üzerinden Kalaşnikof silahlar dağıtıldı. Güvenlik güçleri müdahale etmek istediler, ama oradaki idari yönetici Ankara’dan aldığı talimatın gereği müdahale etmeyin dedi. Trafik kontrolleri yapıldı, vergiler toplandı, askere alma daireleri kuruldu, mahkemeler kuruldu, davalar oralarda görüldü. Hep büyük bir sessizlik içinde kimse bunlara dokunmasın dendi. Peki şimdi sormayacak mıyız, yani bu 539 şehidimizin sorumlusu kim?
Ahmet HAKAN- Bu arada dediniz ki, valilere verildi. O konuyla ilgilide bugün yeni bir gelişme oldu. Askere terörle mücadele görevini artık valiler vermeyecek, bakanlar kurulu verecek. Bu konuyla ilgili bir düzeltme yapıldı, yeni bir düzenleme yapıldı. Artık valilerden alındı o yetki.
Kemal KILIÇDAROĞLU- İyi Bakanlar Kurulu versin yetkiyi.
Şimdi bakın, terör konusunda Türkiye strateji geliştirme kapasitesini büyük ölçüde kaybetmiştir. Terörün arkasından sürüklenen bir ülke konumundadır. Oysa koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nin, 30 – 35 yıllık birikimiyle önemli stratejiler geliştirip, terörle mücadele etmesi gerekirdi. Terörü salt güvenlik önlemleriyle çözeceğim diye yola çıkılıyor, hala ısrar ediliyor. Terör, salt güvenlik önlemleriyle çözülecek bir olay olmanın çok ötesine çıktı. İzlenen dış politika, Türkiye’yi strateji üretemez noktaya getirdi ve Türkiye kendi sınırları içine hapsedildi. Düşünün, Kilis’i vuruyorlar ama siz hiçbir şey yapamıyorsunuz. Sadece buradan top ateşi atıyorsunuz başka hiçbir şey yapamıyorsunuz.
Cumhuriyet tarihinde Türkiye hiçbir zaman bu konuma düşmemişti.
Ahmet HAKAN- Peki siz bu sabah ki terör saldırısının kaynağı olarak hangisini görüyorsunuz? PKK, IŞİD? Çünkü iki unsurdan da bahsettiniz.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Saldırıdan sonra Emniyet Genel Müdürümüzü aradım, başsağlığı dileklerimi ilettim. Çünkü gerçekten hani akşam evde rahat yatıyorsak, güvenliğin sayesinde yatıyoruz. Onlar biz daha rahat sokakta, caddede, evimizde rahat edelim diye, aslında bir anlamda hayatlarını feda edip, bizim huzur içinde gezmemize olanak sağlıyorlar. Başsağlığı dileklerimi kendisine ilettim ve acaba üstlenen bir terör örgütü oldu mu diye sordum, henüz bu konuda ellerine, en azından bana aktarmalı bir bilgi olmadığını, çalışmaların yapıldığı ifade edildi. Belki bu saatlerde veya yarın arkasındaki güçler ortaya çıkarılmış olur.
Ahmet HAKAN- Peki yarın cenaze töreni olacak katılacak mısınız?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Cenaze töreniyle ilgili Vatan caddesinde bir cenaze töreni yapılacağı ifade edildi. Ben o törene katılmak için arkadaşlara sabah 08.00 uçağıyla gideceğimi ifade etmiştim. Ama sonra cenaze töreni yapılmaktan vazgeçilmiş galiba. İki şehidimizin cenazesi Fatih caminden kaldırılacak. Eğer herhangi bir terslik olmazsa katılacağım tabi.
Ahmet HAKAN- Yarınki grup toplantısı?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Yarınki grubu yapmayacağız. Çünkü Vatan caddesindeki tören nedeniyle, ilk bilgi öyle gelmişti o nedenle biz grup toplantısını iptal etmiştik. Tabi bugünkü tablo emin olun hani derler ya insanın elini kolunu bağlıyor diye. Öyle bir tablo aslında. Gönül isterdi ki, şehitlerimizin olmadığı ama demokratik yollardan siyasi partilerin birbirlerini eleştirdikleri, düşüncelerini ifade ettikleri bir ortam olabilsin. Batıda uzun süredir bir terör yoktu. Ama yaşadığımız olay gerçekten de Türkiye’yi derinden sarstı.
Ahmet HAKAN- Yani şunu mu demek istiyorsunuz? Bugün yaşanan olay nedeniyle biraz birlik ve beraberlik içinde olmamız gerekiyor. Ben bazı eleştirilerimi de saklı mı tutuyorum diyorsunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Elbette.
Ahmet HAKAN- Yani böyle bir duyarlılık göstermeye çalışıyorsunuz.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Göstermek zorundayız zaten. Olay çok sıcak. Ama her vatandaşımın kendisine sormasını istediğim soru budur. Ne oldu da 14 yılda Türkiye bu hale geldi?
Ahmet HAKAN- Peki o politikaların sorgulanması muhakkak gerekir, her açıdan sorgulanabilir ama bugün gelinen bu noktada bu tür saldırıların engellenebilir olduğunu düşünüyor musunuz? İstihbarat zaafı olduğunu düşünüyor musunuz? O tür gözlemleriniz var mı?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Güvenlik zafiyetinin olduğunu daha önceki olaylarda da gördük, tanık olduk. Hatta isim açıkladılar, sonra o ismin olmadığı da ortaya çıktı. Ahmet Bey, devleti devlet yapan liyakat sistemidir. Yani işi ehline teslim ettiğiniz zaman, devlet kendi yapısı içerisinde varlığını ve sürekliliğini korur.
Ahmet HAKAN- İş ehline teslim değil mi?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Değil. Devlette liyakat sistemi çöktü. Bizim partili olsun, gelip bunu buraya yerleştirelim dedik ve öyle yolumuza devam ettik. Yani sadece güvenlik açısından bakmıyorum. Diğer açılardan da bakıyorum. Liyakat diye bir şey kalmadı yani devlette. Liyakat kalmayınca dolayısıyla devletin kendi varlığında büyük bir yıpranma zaten görüyoruz. Neden? Az önce söyledim, yani Türkiye terörle mücadele konusunda strateji geliştirme kapasitesini kaybetmiştir. Bundan ötürü söylüyorum. Liyakat kalmadı ki. Bir olayı sağduyuyla, bütün ayrıntılarıyla oturup bir tartışalım. Bu işin uzmanları var. Türkiye’de bakıldığı zaman, dünya kadar uzman var aslında. Sivil toplum kuruluşları var. Biz Hatay’da en son toplantı yaptığımızda, bu konuyu da masaya yatırdık. Yani, Türkiye terörle mücadele konusunda nasıl başarılı olabilir diye. Ki biz iktidarda bir parti değiliz. Ama Türkiye’ye karşı bizim sorumluluğumuz var. Kendimizi öyle hissediyoruz ve bu sorunun çözülmesi lazım. Bu sorun tek başına bir partinin sorunu olmaktan da çıktı. Türkiye’nin sorunu bu. Biz olaya böyle bakmamıza karşın, bizi ısrarla bu sorunun çözümü konusunda, böyle dışarıda tutmaya özen gösteriyorlar. Biz çözeceğiz diyorlar. Hay hay buyurun çözün diyoruz. Yani siz çözdünüz de biz engel mi olduk? Hiçbir engel olmadık. Parlamentoya terörle mücadele konusunda şu yasayı getirdiniz de, CHP karşı mı çıktı? Hayır. Tam tersine karşı çıksak bile zaten sizin yeterli oyunuz var, istediğinizi kabul eder çıkarırsınız. Bu şartlarda benim şu soruyu sorma hakkım var. 14 yıldır sen neden terörü çözmedin arkadaş? Gelen her şehidin sorumlusu sensin. Ben bunu demek zorundayım. Bunu demezsem zaten görevimi yapmamış olurum. Neden bunu söylemek zorundayım.
Şimdi hükümeti bir anlamda terör olayının üzerine sağlıklı gitmesini ve bu sorunu çözmesini ve bu sorunla ilgili parlamentonun önüne veya başka bir alana sağlıklı çözümler üretebilecek modeller getirmesini istiyorum. Çünkü, bu olayın sosyolojik yönü var, psikolojik yönü var, ekonomik yönü var, uluslararası boyutu var.
Bakın, dış politika aslında efelendik yaparız, ederiz, keseriz vs. şimdi kendi sınırlarına hapsedilen bir Türkiye. Suriye’yle kavga ettik. Bir sabah kalktık kardeşim Esad olmuş düşmanım Esed. Niye oldu, hangi gerekçeyle oldu? Ve Suriye’nin iç işine niye karıştık?
Şimdi bakın göreceksiniz, şunu hiç kimse unutmasın, Cumhuriyet tarihinde, bırakın cumhuriyet tarihinde, aslında dünya tarihinde de belki, Türkiye’nin dışında hem Amerika’nın, hem Rusya’nın, hem Avrupa’nın düşmanlığını kazanan başka bir devlet olmamıştır. Amerika’nın, Rusya’nın ve Avrupa’nın yani AB’nin ortak düşmanı halindeyiz şu anda. Aklın kabul edeceği bir şey mi bu? Böyle dış politika mı olur? Dış politika, ülkenin çıkarları üzerine inşa edilir. Tam tersine, düşmanlık üzerine dış politika inşa ediyorsunuz ve insanlar Türkiye aleyhine alınan her kararı, “Türkiye’den intikam aldık” diye bakıyorlar ve öyle gözlemliyorlar. Türkiye’nin geldiği nokta budur.
Ahmet HAKAN- Peki bu sabahki saldırı ve bu terörde dış politikayla bağlantılı mı?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bilmiyoruz. Ama Türkiye’de patlayan her bombanın bize zarar verdiğini hepimizin görmesi lazım.
Ahmet HAKAN- Bir de ayrıca şehirlerde, şimdi İstanbul büyük bir şehir. Vatandaşların güvenli bir şekilde sokaklara çıkmaları gerekiyor. Bu tür bombalar güvenlik duygusunu da çok fazla zedeliyor. Böyle bir sorun da var, böyle bir problem de var.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Mutlaka o sorun da var. Ama şöyle kabul etmemiz lazım. Ben bir turizmciyle konuştum. Yurtdışındaki turizm fuarına gidip katılmış ve Türkiye’ye turist getirmek açısından bir grup turizmci gidiyorlar, fuarda Türkiye’nin propagandasını yapıyorlar. Doğal güzelliklerini, otelleri tanıtıyorlar. Fakat bizim standımız bir anlamda hiç kimsenin ziyaret etmediği Türkiye standı. Öyle bir atmosfer çıkmış, “Neden, patlayan bombalar nedeniyle mi turistler gelmiyor?”diye sorduğum da, “Hayır” dediler. Türkiye’nin bozulan imajı nedeniyle, insanlar gelmek istemiyor. Paris’te de bombalar patladı, başka yerde de bombalar patladı. Ama gidin oteller dolu. Ama Türkiye’nin imajı bütün Avrupa’da, bütün dünyada bozulmuş vaziyette. Bozulduğu içindir ki, bozulan imajı nedeniyle, Türkiye’ye kimse gelmek istemiyor. Kim yaptı bunu? Biz kendimiz yaptık. Şimdi aynı faturayı kendimiz ödüyoruz. Bazı vatandaşlarımız hayatlarıyla ödüyorlar, güvenlik güçlerimiz hayatlarıyla ödüyorlar. Çiftçisi ürününü satamadığı için, turizmcisi oteline turist gelmediği için, lojistik sektörü, tır sahibi olan da zaten hiçbir yere gidemediği için.
Şimdi bu fatura ağır ağır sokaktaki vatandaşa çıkmaya başladı. Eskiden şöyle bir algı vardı Ahmet Bey. Dış politika ne olacak, işte dış politikadır ama içeriyle biz pekala güllük gülistanlık gideriz. İlk kez izlenen dış politikanın faturası doğrudan sera altı üreticisine çıktı, doğrudan patates üreticisine çıktı, doğrudan soğan üreticisine, doğrudan portakal, limon üreticisine çıktı. Adam malını satamıyor. Lojistiğe çıktı, tır şoförüne gidecek yeri yok. Turizmciye çıktı, oteller bomboş. İşte sahilleri görüyorsunuz, fotoğrafları falan da görüyorsunuz, kimse gelmiyor. Böylece dış politikanın ne kadar önemli olduğu, bir ülke açısından ne kadar hayati bir politika olduğu ve dış politikanın neden milli olması gerektiğini, bu tablo çok güzel önümüze koyuyor.
Ahmet HAKAN- Bizim dış politika milli değil mi?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Hayır. İktidar partisi bunu milli olmaktan çıkardı, tamamen kendi iç politika malzemesi ve kendisini iktidarda tutacak bir politika haline dönüştürdü. Herkese efelendi ve vatandaşta helal olsun ya bak ne güzel işte Avrupa’ya kızıyor, Amerika’ya kızıyor, Rusya’ya kızıyor ne kadar güzel. Güzel de buyurun ne hale geldi. Niye düşmanlık? Düşmanlık nedir yani? İçerde de, dışarıda da düşmanlık, kin insana zarar verir. Olmaması lazım. Tam tersine hepimizin dost olması lazım. Yani turist buraya gelmeli, benim sanayicim kazanmalı, turist kazanmalı, tır şoförü kazanmalı, herkes kazanmalı. Öyle bir noktaya geldik ki, bırakın komşularımızı ta gittik Libya’yla kavga ettik, Mısır’la kavga ettik. Mısır ro ro seferlerini iptal etti. Geçen hafta sonu Hatay’daydım, “Eskiden Suriye kapısı üzerinden 14 ülkeye giderdi bizim tırlar” diyorlar. Şimdi giden yok. 14 ülke. Elimiz kolumuz bağlandı ve gidin galerileri görün, emin olun Ahmet Bey yüzlerce, binlerce tırı görüyorsunuz, hepsi satılık, alıcısı yok. Fotoğraf değil yani, Hatay’a gittiğiniz zaman zaten galerilerin önünde, o tırları böyle gayet güzel ip gibi dizilmişler, herkes müşteri bekliyor. Bu halde.
Ahmet HAKAN- Peki Ana Muhalefet lideri olarak size bir şey sormak istiyorum. Bu yine sabahki saldırıya, İstanbul patlamasına dönecek olursak. Ne yapmak lazım, yani bu tür saldırıların önlenmesi için? Şimdi eleştiri tamam yani diyorsunuz ki, “Bu 14 yıllık iktidarın bu işte sorumluluğu var” diyorsunuz, “Uyguladıkları politikaların bu işte sorumluluğu var” diyorsunuz. Bunları anlıyorum. Ama gelinen bu noktada sonuçta askerimizin, polisimizin, vatandaşımızın, şehirlerimizin güvenliği sözkonusu. Yani hepimizi ilgilendiren, AKP’lisi, CHP’lisi, MHP’lisi, HDP’lisi hepimizi ilgilendiren büyük bir sorun. Ne öneriyorsunuz siz? Yani ne yapılmalı bugün itibariyle? Mesela radikal bir dış politika değişikliği…
Kemal KILIÇDAROĞLU- Keşke bu soruyu iktidar kanadından bir yetkili burada olsaydı da ona sorsaydık, “Siz ne yaptınız Allah aşkına?” diye bir sorsaydık.
Ahmet HAKAN- Ne yapacaksınız?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Veya ne? Şimdiye kadar yaptıkları belli. Bundan sonra ne yapacaksınız? Hiçbir şey yapamazlar.
Ahmet HAKAN- Yapamazlar mı, değiştiremezler mi?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Hiçbir şey yapamazlar.
Ahmet HAKAN- Mesela Suriye politikasını değiştirmeye yönelik mesajlar veriyorlar.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Mesajlar veriyorlar. Niçin? Sorumluluğu, şimdi yeni bir düşman yaratma ortamı arandığı söyleniyor. İşte yeni düşmanda Ahmet Davutoğlu olacak. İşte bu dış politikayı sen böyle yaptın, sen bizi perişan ettin, şimdi seni işte düşman ilan ediyorum. Malum ya işte sık sık düşmanlar var. Yeni düşmanın Ahmet Davutoğlu olacağı şeklinde yaygın bir kanı var. Suriye’yle dış politikayı nasıl düzeltecek? Düzeltmesini isterim.
Ahmet HAKAN- Yapamaz mı?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Önce düşmanım Esed, kardeşim Esad olacak. Çünkü Amerika’da, Avrupa’da, Rusya’da Esad üzerinde anlaştılar ve Türkiye açığa düştü. Şimdi nasıl diyecek kardeşim Esad?
Ahmet HAKAN- Kardeşim demez de sadece Esed’i belki Esad yaparak falan bir şeyler olabilir.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bakın, izlenen bu dış politika Suriye’nin bölünmesine yol açtı. Yani Türkiye kendi ayağına kurşun sıkan ülke oldu. Bunun affedilir tarafı yoktur aslında. PYD’yle önce oturdular anlaştılar, Salih Müslüm’ü davet ettiler, kırmızı halılar. Sonra bir sabah kalktık PYD’de de bir numaralı düşman oldu. Güzel. Terördür, elinizde veri vardır, hiç itirazım yok. Tuttunuz aynı PYD’ye Türkiye üzerinden geçiş imkanı sağladınız. Adamlar geldiler araçlarıyla Kobani’ye geçtiler tamam. Arkasından Süleyman Şah türbesini gene onların sayesinde aldınız, başka bir yere taşıdınız. Şimdi kalktınız onları düşman ilan ediyorsunuz. Amerika stratejik ortağımız PYD’yle beraber mücadele ediyor.
Biz ne dedik bakın, ben bir basın toplantısı yaptım dedim ki, “IŞİD’ın Kürtler üzerindeki baskısı ve katliamlarına son vermek için, gelin sadece IŞİD’la mücadele için bir tezkere getirin, biz bu tezkereye onay verelim ve Türk Silahlı Kuvvetleri gerçekten de girsin ve IŞİD’a karşı mücadele etsin.” Bir basın toplantısıyla açıkladık. Kıyamet koptu. Vay efendim nasıl bunu yaparsınız? Buyurun kendi askerinizi sokabiliyor musunuz? Oysa o olsaydı, hem Türkiye’deki akrabaları olan sivil Kürtleri de korumuş olacaktık biz. Türkiye orada, gerçekten de Ortadoğu’da bütün halkların güvencesi olan bir devlet kimliğine kavuşmuş olacaktı. Artı ne Rusya’yla, ne Amerika’yla herhangi bir çatışma içine girmeyecekti ve İslamiyet’i kullanarak en acımasız terör eylemlerini yapan IŞİD’a da olağanüstü bir ders verilecekti ve bu politikada milli bir politika olacaktı ve Kürtler de diyeceklerdi ki, “Evet Ortadoğu’da bizim hamimiz Türkiye Cumhuriyetidir.” Türkiye Cumhuriyeti oradaki Araplar içinde aynı şey. Arap kardeşlerimizde var. Türkiye’de bir sürü Arap var. Onlarında hamisi biz olacaktık. Bir anlamda Ortadoğu’nun güvencesi olacaktık. Rusya’dan da destek alacaktık, Amerika’dan da destek alacaktık. Operasyonlar ortak yapılacaktı ve Türkiye uluslararası anlamda ciddi bir güç olduğunu ortaya koyacaktı. Bakın biz bunu düşündük, bunu söyledik. Ama yapmadılar. Yani sorunun çözümü konusunda her türlü düşünceyi emin olun götürüp önlerine koyduk, “Bunu böyle yapın” dedik, “Ama hayır biz bildiğimizi okuruz” dediler ve Türkiye’yi bu noktaya taşıdılar.
Ahmet HAKAN- Ama şimdi eğer bu saldırının arkasında kuvvetle muhtemel PKK varsa, ortada şimdi zaten PKK’ya yönelik bir büyük mücadele yani iki terör örgütüyle karşı karşıyayız. Bir PKK, bir IŞİD. PKK’ya karşı ne yapılması gerekir bundan sonra, bu saatten sonra?
Kemal KILIÇDAROĞLU- PKK’ya karşı mücadele edilecek zaten niye edilmesin? Yani PKK’ya karşı mücadele ettiler de, “Biz aman sakın mücadele etmeyin mi” dedik? Tam tersine, “Mücadele edin” dedik, onlar dediler ki, “Hayır şimdilik çözüm süreci var, biz masaya oturduk”, ondan sonra işte onlarda aldılar şehirleri silah deposu haline dönüştürdüler.
Ahmet HAKAN- Ama şimdi bitti, şimdi tamamen mücadele ediliyor şu anda.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Acaba?
Ahmet HAKAN- Edilmiyor mu PKK’ya karşı?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Ne kadar mücadele ediliyor bilmiyoruz. Ediliyor tabi, yani şimdi edilmiyor desek haksızlık olur. Eğriye eğri, doğruya doğru yani. Teröre karşı mücadele ediliyor. Biz neden mücadele ediyorsunuz demiyoruz zaten. Mücadeleyi yapın. Ama hani bizim meşhur bir lafımız vardır, çok sık kullanılır. Eğer düğmeyi yanlış iliklerseniz arkaya kadar o yanlış gider. Bu terörle mücadelede de ilk düğme yanlış iliklendiği için hep aşağıya doğru, hep yanlış katlanarak devam etti ve bugünkü noktaya getirdi Türkiye’yi.
Ahmet HAKAN- Ama bu söyledikleriniz çözümsüzlüğe işaret ediyor. Çözümü yok mu yani? Bizim şehirlerimiz güvenli olmayacak mı? Polisimiz, askerimiz hep şehit olmaya devam mı edecek? Vatandaşlarımız ölecek mi? Bir çözümsüzlük mü var yani, çözümü yok mu?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Çözümü var, niçin olmasın. Bütün dünya nasıl çözmüşse, terörle mücadeleyi nasıl yapmışsa, Türkiye’nin de aynı şekilde yapması lazım. Ama bunlar yapamazlar. Bunlar strateji geliştiremezler. Bunlar terör örgütüyle mücadele nasıl yapılır onu bilemezler. Bunların bildiği şey var, oturdular masaya karşılıklı, neredeyse PKK’ya meşruiyet kazandırdılar bunlar. Neredeyse çoğu ülke PKK’yı terör örgütü listesinden çıkaracaktı. Bu hale getirdiler. “Dolmabahçe Sarayı’nda oturdular, her türlü anlaşmaları yapıyoruz” dediler. Vatandaşı kandırlar. Şimdi bütün bu olaylar çıktı ortaya. Onun için ben bu hükümetin terör olayını çözeceği kanısında değilim. Yapamaz, çünkü bu hükümet Türkiye’yi yönetemez. Yönetemiyor da zaten. Neden? Devletin yapısını bozdu, liyakat esasını altüst etti.
Bakın siz diyorsunuz, işte yeni validen alınıp Bakanlar Kurulu’na verildi yetki. Bakanlar Kurulu ne olacak? 20 – 24 saat toplanacak mı Bakanlar Kurulu? Dünyada terörle mücadelede bütün yetkileri Bakanlar Kurulu’nun üzerine alınan bir model var mı? Yok böyle bir şey. Onlar sandılar ki, bu herhalde belli yerlerdeki kupon araziler. Her şey bana sorulacak, bende cevap vereceğim. Bu kupon arazi olayı değil, bu rant olayı değildir. Bu başka bir olaydır. Bu sonunda ölüm olan bir olaydır. Ve o ölüme Ankara’daki beylerin çocukları değil, bu ülkenin fakir fukara insanlarının çocukları gidip hayatlarını veriyorlar orada.
Bakın gidin bütün şehit cenazelerine, bakın Allah aşkına nerede gariban bir Anadolu çocuğu varsa, bunlar. Bunlar sadece işin sefasında ve işin reklamındalar.
Ahmet HAKAN- Bir kısa ara verelim tekrar devam edeceğiz. Çok konu var konuşmamız gereken. Buraya kadar bugünkü İstanbul saldırısını çok detaylı bir şekilde konuştuk. Bundan sonrada hem bu saldırının yankılarını, hem de diğer gündem maddelerine bakacağız.
Şimdi bir kez daha hatırlatalım vatandaşlarımıza. Yarın cenaze törenine katılacaksınız, daha doğrusu, Fatih Camii’nde iki şehit polisin cenaze törenine katılacaksınız. Bugünkü olayla ilgili gerçi programın ilerleyen dakikalarında yine belki değinebiliriz ama şehitlerimize ve ölen vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet dileyelim.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Elbette, “Allah’tan rahmet diliyoruz, yerleri cennet mekanı olsun” diyoruz. Onlara karşı ne yaparsak, görev olarak ne yaparsak azdır. Ailelere sabır, başsağlığı, yaralıları da yarın hastanede ziyaret edeceğim.
Ahmet HAKAN- Vezneciler de İstanbul’un en önemli merkezi yerlerinden biri yani.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Tabi en önemli yerlerinden birisi.
Ahmet HAKAN- Bugün çok önemli bir hadise oldu. İsterseniz şimdi başka konulara geçelim. Şimdi en çok tartışılan konulardan birisi son dönemlerde Almanya parlamentosunda alınan bu Ermeni tasarısı kararı oylandı ve çıktı. Bu karar nedeniyle oradaki Türk kökenli Alman milletvekillerine büyük tepki var. Cumhurbaşkanı çok büyük tepki gösteriyor. Bakanlardan tepkiler var. Bu tepkileri nasıl değerlendiriyorsunuz? Siz de benzer tepkiler içinde misiniz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Ben yanlış hatırlamıyorsam, iki hafta önce Berlin’e gitmiştim. Görüştüğüm bütün siyasi partilerle, siyasilerle bu tasarının çok yanlış olduğunu, Türkiye’yle Almanya’nın ilişkilerini zedeleyeceğini, 3,5 milyon Türkiye kökenli vatandaşımız var orada,b azıları Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, bazıları çifte vatandaş, bazıları Alman vatandaşı. Dolayısıyla, oradaki Türkler arasında da ciddi bir kırılmaya yol açabileceğini ifade ettik ve bunun yanlış olduğunu ifade ettik kendilerine. Daha sonra, Türkiye’ye döndüğümde olayın ele alınacağı ifade edildiğinde, 5 ayrı mektup gönderdim ve yine bu konuda daha dikkatli bir………
Ahmet HAKAN- Mektupları kimlere gönderdiniz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Başta Sayın Merkel olmak üzere, bütün Alman siyasi parti liderlerine gönderdik. Doğru olmadığını ifade ettik.
Ahmet HAKAN- Berlin temaslarınızda Türk kökenli Alman milletvekilleriyle de görüşme fırsatı oldu mu? Cem Özdemir’le veya…
Kemal KILIÇDAROĞLU- Görüştüm. Cem beyle de görüştüm, diğerleriyle de görüştüm. Diğer partilerde de Türk kökenli milletvekilleri var. Onlarla da görüştük.
Ahmet HAKAN- Onlara da bu yanlış olur dediniz mi?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Elbette dedik. Özellikle Espede’de yaptığımız toplantıda geniş bir katılım da vardı. Orada gelen soru üzerine de bunun çok yanlış olacağını yine ifade ettik.
Şimdi buradaki sorun şu aslında. Kızıp bağırıyoruz ama biz acaba iğneyi kendimize batırıyor muyuz? Şimdi çuvaldızı batıralım, eyvallah. Tepki göster, hiçbir itirazım yok. Bugün, Sayın Selvi’nin Hürriyet’te Cemil Çiçek’le yaptığı bir konuşmanın notları köşesinde yazıldı. Şimdi daha önce Fransa parlamentosundan geçerken bu gerçekten de CHP olarak biz Sayın Cemil Çiçek TBMM Başkanı olarak her partiden iyi Fransızca bilen ve o diplomasiyi çok iyi bilen milletvekillerinden bir grup oluşturdu ve onları oraya gönderdi ve biz hepimiz gittik oraya. Burada bu sefer böyle bir şey olmadı. Sayın Merkel’le 7 ayrı zirve yapıldı. Bazıları Türkiye’de, bazıları Almanya’da. Davutoğlu, Erdoğan, bütün bunlar yapıldı. Bu zirvelerde acaba bu konu hiç gündeme geldi mi? Hiç ciddiye alınmadı. Nasıl olsa bir şey olmaz. Nasıl bir şey olmaz?
Buradaki temel sorun şu; bu olay Almanya’da ders kitaplarına girerse, zaten asıl en büyük sıkıntı orada çıkacak. Düşünün, bizim çocuklarımız orada Alman okuluna gidiyor, tarih kitabını okurken, Türkiye’nin Ermenilere karşı soykırım uyguladığını tarih kitaplarında okuyacak. Peki Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, Dışişleri Bakanlığı bu konuda ne yaptı?
Ahmet HAKAN- Yani önlenebilir miydi diyorsunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Kesinlikle önlenebilirdi.
Ahmet HAKAN- Böyle bir kararın çıkmasına engel olunurdu?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet ama bunun zamanlaması bakın, bu olay birdenbire Türkiye’nin gündemine veya Almanya’nın gündemine gelen bir olay değil. Aylardır gündemde olan bir olay. Siz 7 kez Merkel’le oturup konuşuyorsunuz. Yani bunun ne kadar önemli olduğunu, bizim açımızdan, Türkiye açısından ne kadar önemli olduğunu aktarabilirdiniz, söyleyebilirdiniz. Aslında bu olay AKP tarafından rutin, sıradan bir olay olarak ele alınmış ve değerlendirilmiştir.
Ahmet HAKAN- Hassasiyet gösterilmeliydi?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Tabi. Nitekim, Sayın Binali Yıldırım’ın da bu konuda yaptığı açıklama sıradan, rutin bir açıklama. Anlamakta gerçekten zorluk çekiyorum. Biraz izin verirseniz bunun tarihine biraz girmek isterim.
Bakın, çıkardım bu notları. 25 Mayıs 2001’de rahmetli Ecevit bir komisyon kuruyor. Asılsız Soykırım İddialarıyla Mücadele Koordinasyon Kurulu. Bu kurul 2002 – 2011 arasında çalışıyor, 19 milyon 408 bin 755 lira para harcıyor. 2011’e kadar, eski parayla 19 trilyon para harcıyor. Sonra hükümet bir karar alıyor, mevcut AKP iktidarı 3 Mayıs 2012’de diyor ki, “Ben bu komisyonu kaldırdım, bu kurulu kaldırdım, yerine ‘Yakın Dönem Tarih Araştırmaları Merkezi’ kuruyorum” diyor. Olabilir, isim çok önemli değil. Eğer bu olayları sağlıklı bir şekilde tarihçilere teslim ediyorsak, yakın dönem tarihinin inceleneceği hiçbir sorunumuz yok. Başına Profesör Seyit Serçeli’yi getiriyorlar, eski AKP milletvekili. Bu geliyor, ama bu 1 yıl kalıyor. Sonra bu derin bir uyumaya geçiyor. 27 Mayıs 2016’da bu kurulda tamamen kapatılıyor, Sayın Binali Yıldırım’ın imzasıyla bu kurulda gizli çıkan bir……
Ahmet HAKAN- Belki de o kurul bir işe yaramıyordu o yüzden kaldırılmıştır.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Tabi işe yaramadığı için. Başkan olan kişi bir yıl kalabiliyor. Onun dışında tamamen bitiyor.
Ahmet HAKAN- İşlevsel olarak kullanılmıyor diyorsunuz. Oysa kullanılabilir.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Tabi kullanılabilirdi. Yani gerçekten, uluslararası tarihçiler davet edilebilirdi pek çok ülkeden. Hala bakın, şunu yapmak istemiyorlar ve yapamıyorlar. Dedim ya, bu hükümet Türkiye’yi yönetemiyor. Geleceği konusunda herhangi bir proje, bir strateji geliştirme gibi bütün yetenekleri dumura uğramış bir hükümet. Şimdi siz böyle bir olay çıkacak, ben şahsen Başbakan olsaydım, bunu kabul eden hangi ülkeler kendi parlamentolarından kabul ettiler, bunu soykırım olarak geçirdiler. O ülkelere resmen birer çağrı yapardım. Lütfen birer tarihçinizi görevlendirin, Türkiye’ye gelsinler, Türkiye’de biz arşivlerimizi açıyoruz, burada her türlü araştırmayı yapsınlar. Biz bu kadar özgüven içinde olan bir ülkeyiz. 1915’te olaylar olmuş mu? Olmuş. İnsanlık dramları var mı? Elbette var. Bunu reddediyor muyuz? Hayır reddetmiyoruz, kimse de reddetmiyor zaten. Ama bu bir soykırım mıdır, değil midir? Buyurun gelin, tarihçiler incelesinler. Sonra buradaki tarihçiler bizim arşivleri inceledikten sonra gitsinler Ermenistan’a desinler ki bakın Türkiye tarihini açıkladı, arşivleri açıkladı sizde açıklayın. Oradan gitsinler Moskova’ya, oradan gitsinler İngiltere’ye. Biz bunu yapabiliriz, bunu yapmak için hükümet olmak lazım. Bunlar da bunu yapabilecek beceri, kapasite, yetenek hiçbir şey yok.
Ahmet HAKAN- Peki bütün bunların dışında bir de, oradaki Türk kökenli Alman milletvekillerine kanı bozuk, sütü bozuk diye suçlamalar yapıldı. Bu suçlamaları doğru buluyor musunuz? Siz de böyle düşünüyor musunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Hayır asla doğru bulmuyorum. Yani bu iç siyaset için kullanılan şeyler. Kişinin kanı bozuk ya da sütü bozuk ya da buna benzer. Ya sen kafatasçı mısın kardeşim? Başka söylenecek söz mü yok, Allah aşkına? Yani Başbakanı var, korkudan Başbakana bir şey diyemiyor. Sayın Merkel’e korkudan bir şey diyemiyor. Oradaki diğer siyasi partilere de bir şey diyemiyor, Türk kökenlilere gidiyor işte itiraz ediyor. Tepkini gösterebilirsin. Bakın biz de tepki gösteriyoruz. Elbette tepki gösterilebilir, bundan yana benim en ufak bir tereddüdüm yok. Ama bu eleştiriyi böyle kanı bozuk, sütü bozuk falan filan diye bir noktaya taşırsanız bunların hiçbirisi olmaz. Doğru olmaz. Yani sonuçta dünyanın Türkiye’ye baktığı olumsuz tavrı ve tabloyu sadece biraz daha perçinlemiş oluyorsunuz ve diyorlar ki “Evet Türkiye’nin bu yönetiminde iş yok arkadaş” diyorlar.
Ahmet HAKAN- Sizce bir üst akıl var mı bütün bu işleri planlayan? Böyle Alman parlamentosuna egemen olan?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Hayır. Benim aklım yok mu ben bir üst akıl arıyorum? Özür dilerim ama bu da bir başka saçmalık. Türkiye’yi yönetme gücünü kaybedenler başka bir gerekçe buluyorlar. Bir üst akıl bir yerlerde var. Senin aklın yok mu? Sen niye strateji geliştirmiyorsun? Sen üniversiteleri perişan ettin, bilim adamlarını perişan ettin. Bilim üretecek insanları perişan ettin. Bu konuda çalışan, çabalayan, gerçekten son derece verimli eserler ortaya koyan pek çok tarihçimiz vardı. Bunların tamamını aldınız kapının önüne koydunuz. Şimdi gerekçe arıyorlar, bir üst akıl orada var da işte bilmem ne de. Hangi üst akıl kardeşim. Sen kendi aklına bak. Sende akıl kalmadıysa ne üst akıl arıyorsun oralarda? Onlar kendi ülkelerinin çıkarlarını savunuyorlar. Ben de kendi ülkemin çıkarını savunurum. Onların aklı varsa, benimde aklım var. Ben stratejide üretirim, Almanya’yla dostluğumu da geliştiririm. Emin olun CHP iktidar olsaydı, o tasarı asla Alman parlamentosundan geçemezdi. Biz giderdik ikna ederdik. Ben tarihçilerimi gönderirdim, Türkiye’den giden bütün tarihçiler onlarca kitapla giderlerdi anlatırlardı.
Ahmet HAKAN- Ama gitmişsiniz Berlin’e, konuşmuşsunuz, ikna edememişsiniz.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Ama ben iktidar değilim. Bana soru soruldu ve ben kendilerine bunun ne kadar yanlış olduğunu anlattım. Ama ben Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil etmiyorum. Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil eden başka bir organ var ve o organın bütün ağırlığıyla, mesela Dışişleri Bakanlığı.
Bakın, ben size başka bir şey daha anlatayım. 100. yılın dolmasından önce 1915 olaylarının olmasından bir yıl önce Sayın Şükrü Elekdağ Dışişleri Bakanlığına bir brifing verdi ve bir yol haritası anlattı onlara. Sonra Sayın Elekdağ’ı ben davet ettim, bizim Parti Meclisine geldi ve 100. yıl dolayısıyla Türkiye’nin izlemesi gereken yol konusunda bizim Parti Meclisini bilgilendirdi. Ne oldu? Dışişleri Bakanlığı hiçbir şey yapmadı.
Ahmet HAKAN- Bu bir devlet politikası olmalıydı diyorsunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Elbette bir devlet politikası. Bu bir iktidarın politikası değil. Burada iktidar, muhalefet hep beraber yani olayı alıp sağduyuyla değerlendirmemiz lazım, bakmamız lazım. Niye tarihçilere diyoruz, neden arşivler açılsın diyoruz. Bunun için. Yani varsa bir olay, hiç kimse kendi tarihiyle yüzleşmekten korkmamalı. Biz de korkmuyoruz zaten. Dramlar var mı? Var. Bırakın Osmanlı tarihini bizim cumhuriyet tarihine baktığımız zaman orada da dramlar var. Ne yapıyoruz? Kendi tarihimizle yüzleşeceğiz. Doğru, yanlış, eğri ama olayı alıp da siyasallaştırıp tamamen farklı bir mecraya sürüklemeye de izin vermememiz gerekiyor.
Ahmet HAKAN- Bir Başbakan değişikliği oldu. Davutoğlu gitti, yerine Binali Yıldırım geldi. Nasıl buluyorsunuz, Sayın Binali Yıldırım’ın Başbakanlıktaki bu kadar sürelik performansını?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Daha çok yeni. Sayın Davutoğlu’nun ekonomik olarak temiz bir geçmişi vardı. Sayın Yıldırım’ın özellikle bu alanda temiz bir geçmişi yok. Bunu çok rahatlıkla söyleyebiliyorum. Havuz medyasını oluşturması, onun başında olması, para hareketlerini kontrol etmesi ve tamamen kendisini Erdoğan’a endekslemesi, düşük profilli bir Başbakan olmayı kabul etmesi, asla doğru değil. Kendi yetkilerini bir başka kişi kullanabilir diyor. Benim yetkimi bir başka kişi kullanıyorsa ve ben sesimi çıkarmıyorsam ben ülkeyi yönetemem. Yönetme erkimi kaybetmişim demektir.
Sayın Yıldırım, “Efendim fiili durum esastır, Sayın Cumhurbaşkanının sorumlulukları artık vardır. Dolayısıyla biz fiili durumu yasal hale getireceğiz” dedi. Bu açıkça, “Biz anayasayı çiğniyoruz, biz hukuku çiğniyoruz, Anayasa da hukukta ne oluyor bunların hiçbir önemi yoktur. Dolayısıyla namus ve şeref kavramlarının da hiçbir önemi yoktur. Biz bu fiili durumu hukuki duruma dönüştüreceğiz” demektir.
Şimdi bakın, bir ülkenin Başbakanı çıkar bunu yaparsa, ne olacak Allah aşkına? Ben de grup başkanvekillerine talimat verdim. İlk meclis toplantısında bir arkadaşımız kürsüye çıksın TBMM kürsüsüne konuşma yapsın. 5 dakika süre dolduğu zaman tabi doğal olarak mikrofonda sesi kesiliyor ve başkan uyarıyor, süreniz dolmuştur sözlerinizi tamamlamanız için size bir dakika ek süre veriyorum. Dedim ki, arkadaş desin ki, fiili durum esastır ben şu anda kürsüdeyim içtüzükte ne oluyor siz şimdi o içtüzüğü değiştirin ben burada yarım saat konuşacağım, bir saat konuşacağım. Efendim bu olmaz dediği zaman, bu ülkenin Cumhurbaşkanı olur diyor, Başbakanı olur diyor. Kusura bakmayın onlar seçildi, halk seçti, beni de halk seçti. Madem onlar fiili durum diyorlar, bende fiili durumu geçerli kabul ediyorum ve lütfen fiili duruma uydurun desin.
Şimdi itiraz edecekler. Neyine itiraz ediyorsunuz o zaman? Yani kendilerine dokunulduğunda…
Ahmet HAKAN- Bu yapıldı mı?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Hayır yapılacak. Çünkü Salı günü parlamento kapandığı için olmadı. Çarşamba günü arkadaşlarımız çıkacaklar ve yapacaklar.
Ahmet HAKAN- Mecliste fiili durum yaratacaklar.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Öyle. Çünkü onlar hukuku tanımıyor, anayasayı tanımıyor. Yani sıra bize gelince itiraz edecekler, kendilerine gelince hiçbir şey olmayacak. Bunu göstermek, yani hukukun ne kadar önemli olduğunu, herkesin hukuka uyması gerektiğini, kral dahi olsa hukuka uymak zorunda olduğunu, Magna Carta’dan beri hukukun üstünlüğünün ne kadar önemli olduğunu, devleti devlet yapanın hukuk olduğunu, adalet olduğunu, ahlak olduğunu bizim hatırlatmamız lazım. Çünkü şu anda ne ahlak kaldı, ne adalet kaldı, ne hukuk kaldı. Ben her şeyi yaparım diyor. Kusura bakma kardeşim, sen her şeyi yapamazsın. Efendim ben Cumhurbaşkanıyım. Olabilirsin Cumhurbaşkanı. Hukukun içinde kaldığın sürece saygın bir Cumhurbaşkanı olursun. Hukukun dışına çıktığın andan itibaren saygınlığın sıfırlanır.
Nitekim bakın, şunu da artık söylemek zorundayım. Hiçbir batılı lider, hukuku ve demokrasisi gelişmiş herhangi bir ülkenin lideri, Erdoğan’la aynı fotoğraf karesine girmek istemiyor.
Ahmet HAKAN- Merkel giriyor.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Zorunluluktan giriyor.
Ahmet HAKAN- Ne tür bir zorunluluk olabilir?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Mülteci işinden ötürü. Yoksa başka ne? Hiçbirisi girmek istemiyor. Bu açıkça artık ifade ediliyor. Çünkü hukuku tanımayan, hukukun üstünlüğünü tanımayan ve geçmişinde kirli lekeler olan birisini siz yanınızda tutmak ister misiniz? Aynı fotoğraf karesinde görünmek ister misiniz? Onlar görünmek istemiyorlar. Haklılar mı? Sonuna kadar haklılar.
Ahmet HAKAN- Peki sizin bu değerlendirmelerinizden ben şunu anlıyorum. Davutoğlu’nu özler gibisiniz, yani onu arar gibisiniz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Davutoğlu’nu eleştirdim, ama Davutoğlu tabi seçimle geldi. AKP Genel Başkanı olurken de eleştirdim. Çünkü onu da önce Erdoğan tanıdı, kurultay toplandı, ama bir seçim geçirdi. Seçimle geldi, %49,5 oy aldı. Başbakan oldu, kendisini kutladık. Hiçbir sorunumuz yoktu ve gerçekten de ben bütün siyasiler mal beyanında bulunacak lafını duyduğum zaman, “Türkiye’de galiba bir şeyler değişecek” dedim. Davutoğlu demişti ve bunu söyledi. Yani bizim yıllardır özlediğimiz bu siyaset kirlilikten arınacak demiştim. Ve ilk grup toplantısında bunun arkasında durursa, çok mutlu olacağımı da söylemiştim. Ama Sayın Erdoğan hemen çıktı ve itiraz etti, “Siyasiler mal beyanında bulunursa il, ilçe başkanlarını nereden bulacağız” dedi. Bu ne demektir? Bütün kirlilik aslında bütün örgüte yayılmış anlamına geliyor. Bunu ben söylemiyorum, o söylediği için bunu ifade ediyorum. Ve Davutoğlu yolsuzluklar konusunda çok duyarlıydı, 4 bakanın yüce divana gitmesi gerektiğini, kapalı kapılar ardında ifade etti. Pek çok şey yapmak istiyordu. “Devlet yönetiminde şeffaflık önemlidir” diyordu. Bunların tamamı gitti, Binali Bey geldi. Binali Bey bunlardan asla söz etmiyor. Binali Bey bakıyor, profili düşük, Başbakanlıkta usulen oturuyor, aslında Cumhurbaşkanlığı yardımcısı konumunda. Dolayısıyla geldi işte ne yapacak bilmiyorum.
Bakın, hükümet programını açıkladı. Böyle bir program var mı yok mu, böyle bir hükümet var mı yok mu, o bile tartışmalı. Dışişleri Bakanlığı ne yapıyor, Allah aşkına? Binali Bey ne yapıyor? Espri yapıyor Binali Bey. Başka yaptığı hiçbir şey yok. Devlet yönetimi ciddi bir şeydir. Siz Türkiye Cumhuriyetini yönetiyorsunuz ve dünya kadar sorunumuz var. Bakın, eğitim alanında dünya kadar sorunumuz var. Dış politika, dünya kadar sorunumuz var. Ekonomide dünya kadar sorunumuz var. Terör belası gelmiş almış, bir tane PKK terörü vardı, şimdi ikinci terör IŞİD belası çıktı. Bütün bunlara karşı ne yapılıyor? Bugüne kadar yaptıkları, 7 Haziran’dan bugüne yaptıkları, tek bir konu var, asgari ücreti 1300 lira yaptılar. O da bizim sayemizde. Başka bir başarı? Kocaman bir sıfır. Hiçbir şey yok.
Ahmet HAKAN- Peki siz Davutoğlu Başbakan olduğu zaman, ben artık Davutoğlu’nu yani Başbakanı muhatap alacağım diye bir açıklama yapmıştınız. Şimdi muhatabınız kim sizin Binali Yıldırım mı, Erdoğan mı?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Yine biz hükümeti muhatap alırız. Yani sonuçta biz hukuka, anayasaya uymak zorundayız. Hukukun üstünlüğüne inanıyorsak. Tabi bizim muhatabımız hükümettir doğal olarak. Biz hükümeti muhatap alırız. Çünkü sorumluluk onlarda. Erdoğan’ın sorumluluğu yok. Sorumsuz bir kişi. Çünkü anayasa onun sorumsuz olduğunu tanımlamış durumda. Ama biz isteriz ki, hükümet kendi yetkilerini kullansın, kendi özgür iradesi olsun. Vesayeti kabul etmesin hükümet. Biz daha düne kadar vesayet vesayet diyorduk. Ordunun vesayeti yok, bilmem onun vesayeti yok, bunun vesayeti yok. Şimdi ülkenin üzerinde kocaman bir vesayet var. Kimin? Erdoğan’ın vesayeti. Ve Başbakan buna karşı çıkmıyor. O zaman demokrasi yara alıyor.
Ahmet HAKAN- Ama buna rağmen biz yine hükümeti muhatap alırız diyorsunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Hükümet tabi, bizim için sorumlu olan odur.
Ahmet HAKAN- Ama Erdoğan’la da mücadele ediyorsunuz, sürekli onunla da bir polemik içindesiniz.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Yeri ve zamanı olursa. Yani dediğim gibi, böyle her seferinde onu muhatap almak istemiyoruz. Biz bunu doğru da bulmuyoruz.
Ahmet HAKAN- Hangi zaman?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Doğrudan bizi hedef aldığı zaman. Doğrudan bize yönelik bir şey yaptığı zaman, tabi bir şekliyle bizim ağzının payını vermemiz lazım, kimse kusura bakmasın. Ben onu yapmak zorundayım.
Ahmet HAKAN- Bu arada bir son dakika gelişmesi. Cumhurbaşkanı Erdoğan dokunulmazlıklarla ilgili anayasaya değişikliğini onayladı. Az önce imza attı. Onu da belirtmiş olalım. Gecikmesi bir takım tartışmalara yol açtı falan. Ama yarın galiba süre doluyordu bildiğim kadarıyla. Süre dolmadan bir gün önce imzalamış oldu.
Şimdi tam da bu konuda, dokunulmazlıklarla ilgili sorular sormak istiyorum. Şimdi onaylandığına göre dokunulmazlıklar kalkacak ve buna göre bir takım işlemler yapılacak. Siz bu konuda çok eleştirildiniz. Hala da eleştiriliyorsunuz. Belki size de dokunulacak, sizin partinizin milletvekillerine de dokunulacak. Şu anda geriye dönüp baktığınızda, yanlış yaptığınızı düşünüyor musunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Hayır.
Ahmet HAKAN- Nasıl bir düşünce içindesiniz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bizim CHP’lilerin dokunulmazlık dosyalarımıza bakalım. Yolsuzluk var mı? Yok. Hırsızlık var mı? Yok. Adam kandırma var mı? Yok. İhaleye fesat karıştırma var mı? Yok. Nedir bizim suçumuz? Düşünce özgürlüğünden ötürü. Düşüncemizi açıklamışız, gideceğiz, açıklayacağız. Gideriz. Mahkemeye de gideriz aslanlar gibi, “Evet ben demokrasiye inanıyorum, ben hukukun üstünlüğüne inanıyorum. Ben düşünceyi açıklama özgürlüğüne inanıyorum, ben düşüncelerini açıkladı diye insanların hapse girmesine karşıyım” deriz. Buna rağmen diyorlarsa ki, sizi hapse atacağız, atın kardeşim.
Ahmet HAKAN- Bu noktadasınız, aynı noktadasınız?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Aynı noktadayız tabi. Ayrıca, bu gelen dokunulmazlık anayasa değişikliği, tamamen CHP üzerine inşa edilen bir projeydi bu. Yani CHP buna hayır desin, işte bak CHP terörü destekliyor anlamında bir söylemi geliştirmek istiyorlardı. Biz buna niye hayır diyelim? Sen diyorsun ki, ben bununla terörü engelleyeceğim, terörü bitireceğim. Buyur kardeşim terörü bitir bakalım. Bundan sonra terörle ilgili ne olursa, hesabını ben soracağım sana. Kanun dedin değiştirdin, anayasa dedin değiştirdin, uygulama dedin değiştirdin, asker dedin değiştirdin, polis dedin değiştirdin. Kardeşim değiştirmediğin hiçbir şey kalmadı. Efendim beni kandırdılar dedin, tamam. PKK beni kandırdı, tamam. Gülen hareketi beni kandırdı, tamam. Kardeşim bundan sonra kim seni kandırdı? Hadi şimdi diyecek ki, Davutoğlu beni kandırdı, büyük bir ihtimalle o noktaya doğru ağır ağır gelecek. Buyur kardeşim yap. Artık bundan sonra, gelen her şehidin sorumlusu sensin.
Ahmet HAKAN- Peki şöyle bir durum sözkonusu. Siz daha önce yaptığınız televizyon programında konuşmamızda demiştiniz ki, bütün bunları söylediniz, aynı şeyleri söylüyorsunuz ama ekstra bu düzenlemenin aslında anayasaya aykırı olduğunu, milletvekillerinin bu konuyla ilgili olarak Anayasa Mahkemesi’ne başvurması durumunda Anayasa Mahkemesi’nin bu başvuruları dikkate alabileceğini söylemiştiniz. Milletvekilleri başvurdular Anayasa Mahkemesi’ne.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Her milletvekili değil, sadece dokunulmazlık dosyası olan…
Ahmet HAKAN- Onlar başvurmadılar mı?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Dokunulmazlık dosyası olan bütün milletvekilleri değil, birkaç milletvekili başvurdu.
Ahmet HAKAN- Dokunulmazlık dosyası olan birkaç milletvekili başvurdu, Anayasa Mahkemesi de bunu reddetti.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Görevsizlik nedeniyle reddetti.
Ahmet HAKAN- Biz buna bakmayız dedi.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Yani dikkate aldı, ama bakmayız dedi. Yani biz buna bakmayız. Bundan sonra bakmıyorlarsa, büyük bir ihtimalle başka bir yere başvuracaklardır.
Ahmet HAKAN- Şöyle bir şey var. Deniliyor ki, Anayasa Mahkemesi’ne götürülmesi için 110 milletvekiline ihtiyaç var. Sizse bu konuda çok kesin ve katı bir tutum içindesiniz.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet siyaseten gitmeyi doğru bulmuyoruz.
Ahmet HAKAN- Milletvekili arkadaşlarınız eğer giderlerse, partiden atarız mı diyorsunuz? İhraç ederiz diyor musunuz, yani imza verirlerse?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Onu ben grupta söyledim. Antalya’da yaptığımız toplantıda ifade ettim. Eğer milletvekillerimiz kalkar da işte biz imza topluyoruz, Anayasa Mahkemesi’ne gidiyoruz diyorlarsa, partiden ayrılırlar, istifa ederler giderler. Arzu ediyorlarsa, imza verirler yani.
Ahmet HAKAN- Peki başka bir parti, başka bir yapı imza toplar ve sizin milletvekilleriniz onu…
Kemal KILIÇDAROĞLU- Aynı şey. Bunu kendileriyle konuştum ve düşüncelerimi de açıkladım.
Ahmet HAKAN- Ama o zaman anayasaya aykırı bir düzenlemenin Anayasa Mahkemesi’ne gitme imkanı da ortadan kalkmış olur.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bu bize göre anayasaya aykırı. Anayasa Mahkemesi diyecek mi anayasaya aykırı mıdır, değil midir? Çünkü Anayasa Mahkemesi sadece şekil yönünden bakıyor. Esasa girmiyor.
Ahmet HAKAN- Peki size göre anayasaya aykırıysa, bunun anayasaya aykırı olduğunu, yani sizin bu görüşünüzü test edecek makam neresi?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Test edecek makam bir şekliyle bu olay AİHM’ye gidecek. AİHM buna bakacak. Üstelik çok daha hızlı gidecek. 15 gün içinde Anayasa Mahkemesi karar verdi. Şimdi arzu edenler AİHM’ye başvurabilirler. Yani kişilerin bireysel haklarını biz ellerinden almıyoruz. Giderler, başvurularını yaparlar, biz onlara hukuk desteği de veririz. O konuda hiçbir tereddüdümüz yok. Yani pek çok bilim insanı yazılar yazıyor, makaleler yazıyor. Ama Anayasa Mahkemesi işe şekil yönünden bakıyor. Dolayısıyla şekil yönünden bunu reddedebilir veya daha derinine inip, yani bu anayasanın ilk 4 maddesini bir anlamda hukuk devletini ihlal ediyor deyip oradan esasa girip bakabilirler. Ama dediğim gibi o farklı bir şey. Onu herhangi bir mahkeme de Anayasaya aykırı bulup Anayasa Mahkemesi’ne götürebilir. Yani Ankara’da diyelim bir milletvekilinin dokunulmazlığı görüşülürken, milletvekili bu iddiada bulunabilir. Eğer mahkeme olayı ciddi görürse, yine Anayasaya Mahkemesi’ne taşır. Yani hukuk yolları bitmiyor aslında.
Ahmet HAKAN- İlle 110 imzalı bir milletvekilinin götürmesi gerekmiyor diyorsunuz. Yargıdan da gidebilir.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Yargıdan da gidebilir. Nitekim Cumhurbaşkanına hakaretin, ilgili maddenin ya da düzenlemenin anayasaya aykırılığını bir mahkeme ciddi buldu, onu da Anayasaya Mahkemesi’ne taşıdı. Yani bunlar, zaten üç aşağı beş yukarı bütün hukukçuların bildiği bir alan. En kısa sürede AİHM’ye başvuru hakkı zaten var. Oradan karar nasıl çıkar, yine bilmiyoruz. Yargılanırken diyelim ki ben yargılandım, elbette gideceğim oraya kendi savunmamı yapacağım. Niçin bu savunmayı yaptığımı da söyleyeceğim. Mesela dosyalarımdan birisi Silivri davalarıydı. Ziyaretten sonra çıkarken, Ergenekon davalarına çıkarken eleştirmiştim oradaki hakimleri de, savcıları da eleştirmiştim. Ben Ankara’ya gelmeden fezlekem gelmişti buraya. Gene gideceğiz oraya. Diyeceğiz ki, “Evet, burada hukukun olmadığını, bugün artık bütün dünya biliyor. Dolayısıyla bu dosyayı, “Beni buraya niye çağırdınız, ben de anlamadım” diyeceğiz. Kendi savunmamızı yapacağız. Bunun anayasaya aykırı olduğunu, doğru olmadığını, hukuk devletine aykırı olduğunu, doğru olmadığını, düşüncelerimizi özgürce biz ifade etmeyeceksek, nerede ifade edeceğiz. Söyleyeceğiz bunları.
Ahmet HAKAN- Bunlar sizin açınızdan.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bunun bizim açımızdan şöyle bir önemi var. Bizim açımızdan, Türkiye’de demokrasinin derinleşmesi açısından, bu çok önemli.
Ahmet HAKAN- Nasıl derinleşecek?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Gideceğiz, bütün ayrıntılarıyla yargıya demokrasinin ne olduğunu anlatacağız. Düşünceyi açıklama özgürlüğünün demokrasilerde, hukukta, insan haklarında ne kadar önemli olduğunu anlatacağız. Belki, tarihsel bütün olayları orada oturup anlatma imkanı bulacağız.
Dolayısıyla, toplumun da bir anlamda uyanması lazım, toplumun da bilmesi lazım. Bir insan düşüncelerinden ötürü hapse atılamaz. Bir insan düşüncelerinden ötürü asılamaz.
Bakın, Mısır’da darbe oldu. Darbeye biz karşı çıktık. Ama yeni gelen iktidar eski iktidarı yargıladı ve idama mahkum etti. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, o dönem parlamentoda olan iki değerli milletvekilimizi, Sayın Loğoğlu’nu ve Sayın Korutürk’ü Mısır’a gönderdik ve “Sakın siyasi idam yapmayın. Türkiye’ye bakın. Geçmişte Türkiye’de siyasi idamlar oldu. Biz geçmişte idam ettiğimiz insanların şimdi havaalanlarına ismini veriyoruz, okullara, üniversitelere ismini veriyoruz. Bir anlamda, kendi vicdanımızı aklamaya çalışıyoruz. Sakın bu tuzağa düşmeyin. Böyle bir şey yapmayın, siyasi idam doğru değildir” diye arkadaşlarımızı gönderdik. Bunların yapamadığını, yani AKP iktidarının yapamadığını biz yapıyoruz. Çünkü, düşünce özgürlüğünü savunmak zorundayız. Bunun için bir bedel ödeme ortaya çıkabilir, bir yargıç diyebilir ki, “ya kardeşim kusura bakma ne düşünce özgürlüğü ben seni tutukluyorum hapsede atıyorum.” Bende dedim ki, “atmazsanız namertsiniz kardeşim.” O zaman atarsanız buyurun atın yani, ne olacak yani. Biz hapse girmekten mi korkacağız? Bu ülkenin gazetecisi hapse giriyor, aydını hapse giriyor, akademisyeni hapse giriyor, generali giriyor, genelkurmay başkanı hapse giriyor. Ne oldu? Bunlar hapse girdiler diye onurlarımı incindi? Hayır. Hepsi toplumun vicdanında aklandı. Toplum onları alıp vicdanında daha iyi bir yere koydu. Biz de bunu göze alacağız yani.
Ahmet HAKAN- Peki şimdi sizin bu dokunulmazlıkla ilgili…
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bir şey daha söyleyeyim bakın dokunulmazlıkla ilgili. Eğer bunlar samimi olsalardı dokunulmazlık konusunda, nereden çıktı dokunulmazlık konusu? Bir HDP milletvekilinin bir canlı bombanın taziyesine gitti diye oldu, oradan geldi. Peki kardeşim, ben bunu TBMM’de bütçe görüşmeleri sırasında eleştirdim, doğru olmadığını da söyledim. Asla kabul edilemez dedim. Hem Türkiye Cumhuriyeti devletinin bütçesinden aylık alacaksın, hem teröristin cenaze taziyesine katılacaksın. “Ben bunu kabul etmem” dedim. Siz samimiyseniz, onun dokunulmazlık dosyasını getirirsiniz meclise, fazla değil yarım saatte kalkardı, bir saatte kalkardı. Üstelik öyle anayasa değişikliğine de gerek yok, bu salt çoğunlukla zaten kalkıyordu. 10 kişimi 10 kişiyi getirin hangi gerekçeyle getiriyorsanız.
Ahmet HAKAN- Peki görüşünüzde ısrar etseydiniz ve bunu ısrarla sürdürseydiniz.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Dilimizde tüy bitti her zaman söyledik.
Ahmet HAKAN- Peki nasıl bu hale geldi bu iş?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Onlar ısrarla bir anayasa değişikliği yapacağız, CHP buna hayır diyecek. Dolayısıyla, hep beraber bir ağızdan bütün havuz medyası, bütün televizyon kanalları işte CHP’yi gördünüz mü, bak CHP açıkça PKK’nın yanında yer aldı. Bunu söyleyeceklerdi.
Ahmet HAKAN- Plan buydu yani? CHP teröre destek veriyor?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Tabi plan buydu. Bunun üzerine her şey kurgulanmıştı. Baktılar ki, CHP hiçte öyle değil. Ayrıca biz bir şey daha yaptık. Tarih bunu asla unutmayacak. Biz Türkiye’nin kutuplaşmasına asla katkı vermedik ve bunu engelledik.
Ahmet HAKAN- Nasıl bir şey yani?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Yani referanduma gidilseydi Türk – Kürt ayrımı çok daha derinleşecekti, ciddi bir derinleşme, ciddi bir kavga, ciddi bir ayrışma süreci olacaktı. Açıkça söylüyorum, biz Türkiye’nin birleştirici gücüyüz. Biz açıkça buna evet dedik. Buyurun…
Ahmet HAKAN- Peki şeyi merak ediyorum. CHP PKK’ya destek verdi diyeceklerdi, biz bunu bozduk diyorsunuz, ama o sıralarda da bir şehit cenazesinde size yumurta atıldı. Sanki öyle bir algı yaratılmış gibi bir hava oldu.
Kemal KILIÇDAROĞLU- O gün bir madde oylamasında evetler 367’yi aştı. Ben bir şehidin cenazesine katıldım. Tabi bir kişi ceplerine yumurta almış ve bekliyor orada. O görüntüler bizim elimizde var. Polis yakalıyor o kişiyi yumurtaları attıktan sonra. Fakat serbest bırakıyor. O bütün o alanda gezmesine devam ediyor. Ve sonra işte arıyoruz dediler, işte bir süre sonra buldular. Bir yerde minibüs şoförlüğü yapıyormuş.
Şimdi bir; cenaze namazına sen yumurtayla geliyorsan, sen bir sefer namaz falan kılmıyorsun kardeşim. Sen Allah’a dua etmiyorsun kardeşim. Sen caminin avlusunda siyaset yapıyorsun, caminin içinde siyaset yapıyorsun kardeşim. Üstelik ben şehidin cenazesine gelmişim. Şehidin ailesi orada. Kaldı ki, şehidin ailesi bana tepki de gösterebilirdi. Siz ne biçim siyasetçisiniz diyebilirdi. Yani biz siz neden terörü önlemiyorsunuz diye defalarca şehit aileleri, yakınları sadece bana değil, bütün politikacılara sitem ederler. Haklılar da yani. Şimdi nasıl diyebilirsiniz ki, siz haksızsınız. Haklılar da. Fakat öyle kalkıp da yumurta atılması, protesto edilmesi tam bir mizansendi. Bu mizanseni Türkiye genelinde yayacaklardı bunlar ve diyeceklerdi ki, işte CHP böyle, böyledir diye.
Kaldı ki, biz ondan da çekinmeyiz. Çünkü bizim bir inancımız var. Biz şehitlerimize saygılıyız, sadece asker, sadece polis değil, korucular içinde aynı şey geçerli, sade vatandaş içinde aynı şey geçerli. Cenazelere gideriz, saygıda bulunuruz, kusur etmeyiz, ailelerini ziyaret ederim, aileleriyle oturur konuşuruz. Bize sorarlar “Bu terör nasıl önlenecek?” diye. O sohbet sırasında ailelerde sohbet sırasında gideriz bunu da yaparız. Ben Van’a gittiğimde birden fazla şehidimiz vardı, Van’da ve ben iki ayrı şehit cenazesine katıldım. Bir şehit cenazemizin anne ve babası Batıkent’te Ankara’da oturuyordu. Bana kızmışlar, neden Kocatepe’deki şehit cenazesine gelmedi diye. Ben Van’daki törene katıldığımı, Van’da olduğumu, katıldığımı söylemiştim ve aile o zaman beni affetti. Tamam, “o zaman affediyoruz” dedi. Yani görüşü ne olursa olsun, bu ülke için kanını döküyorsa, bu ülke için hayatını feda ediyorsa, biz bunları baş tacı etmeliyiz. Şehit cenazelerinin şu veya bu şekilde provoke edilmesi tamamen siyasidir ve bir kutsal mekanın, caminin buna alet edilmesi alsa doğru değildir.
Ahmet HAKAN- Eğer biz dokunulmazlık konusunda farklı bir tutum izleseydik bu tür protestoları bütün yurt çapında…
Kemal KILIÇDAROĞLU- Yapacaklardı.
Ahmet HAKAN- Öyle mi diyorsunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Tabi kesinlikle yapacaklardı. Ama biz bu tavrımızın, bu protesto olur olmazdan bağımsız olarak, vicdani olarak doğru olarak, karar verdiğimize inanıyoruz. Türkiye’nin birliğini ve bütünlüğünü korumak bizim görevimiz olmuştur ve CHP bu tarihsel görevi yerine getirmiştir.
Ahmet HAKAN- Şimdi bir başka konuya geçmek istiyorum. Bu arada yarın da şehit cenazesine katılacaksınız, bugünkü saldırıda şehit olan iki polisin Fatih camiindeki cenaze namazına İstanbul’da katılacaksınız. Grup konuşmanızı da yapmayacaksınız. Grup toplantısı tamamen mi iptal edildi?
Kemal KILIÇDAROĞLU- İptal ettik evet.
Ahmet HAKAN- Şimdi yine son günlerde çok tartışılan bir konu var. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kadınlarla ilgili söyledikleri. Annelik, kadın, doğum, işte anne olmayan kadın eksiktir, yarımdır, çalışan kadın da anne olmalıdır gibi sözleri var. Çok tartışılıyor bu sözler, gündemde yerini koruyor. Siz Cumhurbaşkanının bu tür çıkışlar yapmasını neye bağlıyorsunuz? Yani gündemimi değiştirmek istiyor, gündemi mi belirlemek istiyor?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi özel bir ruh hali var Sayın Erdoğan’ın. Herkes benden bahsetsin, ne olursa olsun herkes benden bahsetsin. Kardeşim bahsetmek istemiyoruz. Sen otur sarayında. 1100 odalı. İster A odasında kal, ister B odasında kal, ister C odasına git ne yaparsan yap. Otur oturduğun yerde. Yani Cumhurbaşkanlığını yap, herkeste sana saygı duysun. Şimdi kadınlarla ilgili söylediği. Benim bildiğim, bana öğretilen İslamiyet’in kadına verdiği önemi, başka hiçbir din bu kadar önem vermemiştir. Eğer cennet anaların ayakları altındaysa, kadınlarla ilgili konuşması gereken erkekler değildir. Sana ne kardeşim. Kadının bedeni üzerinden siyaset yapılır mı? Çocuk yap. İster yapar, ister yapmaz. Bugün bir gazetemizde AKP’li kadın milletvekillerinin de fotoğrafları vardı, çocukları yok. Ne olacak şimdi, biz bu kadınlara “Siz yarım kadın mısın” diyeceğiz? Böyle bir akıl olabilir mi, böyle bir şey olabilir mi? Kadına efendim işte yarım kadın, tam kadın. Sen o zaman kendine sor bakıyım, “ Yarım erkek mi, tam erkek mi” şimdi biz buna ne diyeceğiz? Böyle bir şey olabilir mi? Kadın ister çocuk yapar, ister yapmaz. Bir de çocuğu olmayan kadınlar da var. Şimdi siz onlara da hakaret ediyorsunuz. Emin olun anlamakta zorluk çekiyorum.
Bugün siz yazmıştınız, “Cumhurbaşkanı Erdoğan gündem değiştiriyor, herkes onun arkasından gidiyor” diye. Kusura bakmayın, ama onun arkasından giden biraz da sizsiniz. Niye yazıyorsunuz, hiç yazmayın, görmezden gelin. Onun başka işi var. Ben Rize’ye gittim, çay üreticileriyle konuştum. Ordu’ya gittim fındık üreticileriyle konuştum. Adana’ya gittim ziraatçılarla konuştum. İskenderun’a gittim tarımcılarla konuştum. Lojistikçilerle konuştum. Bunların hiçbirisi emin olun haber değeri bile taşımıyor. Yani Türkiye’nin gündeminde bunlar var, turizmcilerle konuştum. Bunların hiçbir haber değeri yok. Erdoğan bir şey söylüyor, bütün gazetelerde manşet, bütün haberler onunla ilgili. Dolayısıyla da efendim işte, muhalefet niye gündem yaratamıyor. Ne yapalım gündem yaratmak için?
Ahmet HAKAN- Siz de kadınlarla ilgili konuşun.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Çay üreticisinin sorunu var, ciddi bir sorun. Turizmcinin sorunu var, adam iflas etmiş. İflaslar var, sayı giderek artıyor, esnaf perişan vaziyette, çiftçi dalda kalmış ürün yada toprakta kalmış patates-soğan hiçbir şey yapamıyor. Adamın derdi bu. Elektrik üreticisi var. Bakın, kaşla göz arasında elektrik enerjisiyle ilgili bir kanun çıkardılar, elektrik hırsızlığı yapanın faturasını da elektriğini düzgün ödeyen adama ödetiyorlar ve bunun adına da Müslümanlık diyorlar. Nasıl bir Müslümanlık ben onu da anlamıyorum, hala anlamışta değilim. Müslümanlıkta böyle bir kural da yoktur. Bunların hiçbirisi gündem değil. Niye gündem değil?
Ahmet HAKAN- Peki ama, Cumhurbaşkanı sizin iddia ettiğiniz gibi hiç halkın esaslı sorununa değinmiyor, son derece yapay bir şeyden bahsediyor ve buna rağmen yankı uyandırabiliyorsa, sizse buna rağmen yani halkın gerçek sorunlarına eğildiğiniz halde gündem yaratamıyorsanız, biraz sizde de problem var demektir.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bizde problem yok.
Ahmet HAKAN- Biz de mi var?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Problem; halkın sorunlarından kopan bir medya var. Buyurun gidin turizmcilere bakın, hangi gazetede turizmin sorunları manşet oldu? Hangi gazetede pamuk üreticisinin, soğan üreticisinin, patates üreticisinin sorunları manşet oldu? Gidin konuşun onlarla. Hangi gazetede, o Şanlıurfa’dan kalkıp da mevsimlik tarım işçilerinin yaşamları, aileleri, dramları sorun oldu. Ben onların çadırlarına da gittim. O çocuklara da baktım. Okul çağında çocuklar okulu bırakmış ailesiyle beraber tarlaya çalışmaya gelmiş. Hangisinin dramı sorun oldu, hangisinin dramı televizyonlarda, gazetelerde haber konusu oldu. Hiçbirisi haber konusu olmadı. Kaldı ki, ben şuna kesinlikle inanıyorum. Biz Türkiye’nin gerçek sorunlarıyla ilgileniyoruz ve ilgilenmeye de devam edeceğiz. Onlara anlatıyoruz, sorunların nasıl çözüleceğini de, ben iş dünyasıyla da oturuyorum konuşuyorum. Onlara da soruyoruz. Efendim bazen soruyorlar, siz işte başkanlık sistemi deniyor, siz parlamenter sistemle ilgili ya da bu sistem nasıl düzelir, ya da bu sistemdeki aksaklıklar nedir, bunlara neden değinmiyorsunuz? Kurultayın ana teması buydu. Ben bunu anlattım. Parlamenter sistemin nasıl daha tam demokrasiyi getirecek şekilde olacak, %10 seçim barajı, lider sultasının kalkması, parlamentonun işlevine kavuşması. Bütün bunları anlattık. Üstelik bunları sadece orada anlatmadım büyük buluşma dediğimiz bir toplantı yaptık. Sivil toplum örgütlerini, sendika başkanlarını davet ettim, onların önünde bütün bunları anlattım. Haber olmuyor.
Ahmet HAKAN- İşte biraz herhalde haber olması, yankı uyandırması sadece iyi niyetli toplantıların yapılmasıyla sınırlı değil. O toplantıların haber olmasını, gündem olmasını, vatandaşın gündemine girmesini sağlamakta ayrı bir beceri.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Ayrı bir beceri, bakın onu kabul ediyorum, doğrudur ayrı bir beceridir ya da işte olayı biraz böyle sulandırarak falan anlatırsanız…
Ahmet HAKAN- Yo sulandırmanız şart değil yani. Bu da bir artık çağımızda önemli bir uğraş. İlle sulandırmanız gerekmiyor yani.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bakın taşeron işçiler…
Ahmet HAKAN- Şimdi taşeron işçiyle oturursunuz günlerce konuşma yaparsınız ama kamuoyuna bunu maledemezseniz olmaz. Bunu kamuoyuna maletmenin yöntemleri var.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Yöntemleri vardır. Çağırdık, çöpten kağıt toplayanları çağırdık. Onların sorunlarıyla ilgilendim. O sorunların nasıl çözüleceğine ilişkin projemizi de koyduk. Bütün bunlara medyayı çağırdık, televizyonlar, gazeteler, hepsi oralar. Biz görünmez adamız diyorlar. Dedim ki, “Siz her gün görünen insanlarsınız” Çöpten kağıdı toplarken, günün 24 saatinde siz oraları karıştırıyorsunuz ya pet şişe bulacağım, ya şişe bulacağım, ya kağıt bulacağım, karton bulacağım diye. Biz bunları hepimiz görüyoruz. Görüyoruz ama sizin sorunlarınızla ilgilenmiyoruz. Biz ilgileneceğiz. Anlatıyoruz ama çöpten kağıt toplayan insan haber değeri taşımadığı için ölse bile, onlarca adam ölse bile veya evine giderken nasıl gidiyor diye hiç ilgi gösterilmediği için tablo ortada kalıyor. Biz onlarla ilgileniyoruz. Yani medya ilgilense de, ilgilenmese de biz onlarla ilgileneceğiz.
Ahmet HAKAN- Size ben ilgilenmiyorsunuz demiyorum. Başka bir şey söylüyorum. Diyorum ki, ben ilgileniyorum medya da bunu yazsın demekle olacak iş değil. Siz ilgileneceksiniz ve aynı zamanda bunu medyada gündem haline dönüştüreceksiniz. Bu sizin göreviniz yani.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Ben sizin görevinizdir demiyorum, bizim görevimiz zaten o.
Ahmet HAKAN- Cumhurbaşkanı nasıl kadınlarla ilgili sözlerinin medyada yankılanmasını bir biçimde sağlayabiliyorsa sizde kağıt işçilerinin sorunlarını…
Kemal KILIÇDAROĞLU- Biz onlar gibi olamayız yalnız. Biz bir olayı istismar edemeyiz. Biz böyle, çok özür dilerim ama bizim bir tavrımız var. Biz samimiyiz. Biz bir olayı samimi olarak çözmek isteriz. Biz ahlakı, erdemi bilen insanlarız. Biz kadına da saygı duyarız, çöpten kağıt toplayan insana da saygı duyarız. Kimin sorunu varsa ilgileniriz ve hiç ayrım da yapmayız. Biz hapiste hasta yatan PKK’lıya da gittik, DHKP-C’liye de gittik, kader kurbanı olana da gittik, diğer İslami kesimden kendisini tanımlayıp hapiste yatan sağlığı zor olan insanlara da gittik. Hiçbir ayrım yapmadık. Çünkü hapse giren insanın koruması devlettir ve devletin güvencesi altındadır. Hiç ayrım yapmadık. Burada da hiçbir ayrım yapmıyoruz. O çöpten kağıt toplayan insanların büyük bir kısmı belki hiç sandığa gitmiyor. Belki onları vatandaş olarak da kimse görmüyor. Ama biz onları görmek zorundayız. Taşeron işçiyi nasıl gördüysek, emekliyi nasıl gördüysek, asgari ücretliyi nasıl gördüysek toplumun en zayıf kesimlerini göreceğiz. Önümüzdeki günlerde orman köylülerini de göreceğiz. Bu toplumun en fakir kesimi orman köylüleri. Onları da göreceğiz. Haber olur olmaz, ama biz bir şekliyle buralara gitmek zorundayız. Keşke haber olabilse. Yani haber olmasa da ne yapalım. Ama çalışacağız.
Bir şey daha var. Eğer ücretlinin aylığından zorla bireysel emeklilik şirketlerine para kesilecektir denir ve buna sendikalar ses çıkarmazsa, o toplumda sorun var demektir Ahmet Bey. Asıl sorunumuz orada. Yani biz muhalefeti, aslında bir toplumsal destekle yapmak zorundayız. Türkiye’de toplumsal destek kalmadı. Sorunumuz oradan çıkıyor. Çünkü karşımızda bir AKP devleti var. AKP devletinden korkan ciddi bir kesim var. Gelip bize şikayetlerini söylüyorlar, “Ne olursunuz siz dillendirin” diyorlar. Biz dillendiriyoruz onu. Ama onlar perdenin gerisinde kalıyorlar. Bir korku egemenliği var aslında. Biz bunu kırmak istiyoruz ve diyoruz ki, “Korkmayın arkadaş niye korkuyorsunuz” yani. Bedel ödenecekse, biz öderiz o bedeli, siz hiç meraklanmayın. Korkmayın sorunlarınızı sonuna kadar açıklayın. Bunu ben TOBB’un genel kurulunda da ifade ettim. Korkmayacaksınız, yapacaksınız, mücadele edeceksiniz. Yani bunları yaptığımız zaman biz o toplumsal desteği sağlamakta sıkıntımız var.
Ahmet HAKAN- Şimdi bir kısa ara vereceğiz. TOBB’un genel kurulu deyince orada söylediğiniz bir cümlede Türkiye siyasetinde çok yankılandı. Kan dökmeden yapamazsınız demiştiniz. Biraz onu konuşalım kısa bir aradan sonra. Acaba pişman mısınız o sözü söylediğiniz için ve onu biraz tartışmak istiyorum sizinle.
Şimdi reklam arasından öncede hatırlatmıştım size o cümlenizi yeniden tartışmak istiyorum. TOBB genel kurulunda kan dökmeden bu işi yapamazsınız dediniz. Şimdi bir siyasetçi hangi gerekçeyle olursa olsun kan sözünü, kan dökmek sözünü kullandığında bir defa toplumsal barış, bir takım hassasiyetler hemen devreye girer. Çünkü bizim en büyük kaçınmamız gereken şey iç savaş, iç çatışma, kan, kan dökmek, kan dökülmesi. Yani ne kadar iyi niyetli olursanız olun bu kelimenin kullanılmasında insanları irite eden, tüyleri diken diken eden bir taraf var. Bu bakımdan baktığınızda geriye dönüp bu kadar da zaman geçti aradan. Başka türlü ifade etseydim duygusuna kapıldınız mı? Gerçi sonradan hayır ben kapılmadım dediniz, ama şimdi ne durumdasınız?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Gene aynı durumdayım. Nedeni de şu; şimdi biz demokrasi uğruna şehitler verdik, demokrasi uğruna büyük mücadeleler verdik. 150 yıla yakın, 140 yıllık bir parlamenter sistem geleneğimiz var. Bu sistemin aksayan yönleri var mı? Elbette var. Düzeltilir mi? Elbette düzeltilir. Kimler aksayan yönleri ortaya çıkardı veya dayattı? 12 Eylül askeri darbesi. Biz darbeye karşı mıyız? Evet karşıyız. O zaman gelin darbe hukukunu değiştirelim. Bunların üstünü tamamen kapatıyorlar, “Hayır” diyorlar. Başımızda bir başkan olacak, biz hep beraber el pençe divan önünde duracağız, o bir talimat verecek biz ayağa kalkacağız, o bir talimat verecek mahkeme karar verecek. O talimat verecek insanlar hapse girecek. O talimat verecek, birisinin işyeri basılacak, polis arama yapacak, o talimat verecek, gençler işte şöyle atılacak, böyle yapılacak. Ne olacak? Biz bunu yapacağız. Bunun adı da, başkanlık sistemi olacak.
Biz, “Bizim kanımızı dökmeden bunu yapamazsınız” dedik. Ne demek bu? Biz demokrasiyi savunacağız. Sokaklara çıkacağız, meydanlara çıkacağız, parlamentoda mücadele edeceğiz. Dolayısıyla, biz demokratik yollardan hakkımızı arayacağız. Ama onların geleneğinde demokratik yollardan hak arama yoktur. Demokratik yollardan hak arayanların üzerine tomalarla, silahlarla gittiler, pek çok insan öldürüldü. Bunların en tipik özelliği gezi olaylarıdır. Ali İsmail gencecik bir çocuk, sokak arasında sopalarla, tekmelerle öldürülmedi mi? Gencecik fidan gibi bir çocuk. Öldürüldü. Diğerleri öldürüldü mü? Öldürüldü. Bunların elinde silah mı vardı? Hayır. Ellerinde sopa mı vardı? Hayır. Ellerinde başka bir karşıdaki kişiyi dövecek bir alet mi vardı? Hiçbirisi yoktu ve bu insanlar polis copuyla veya kurşunla öldürüldü. Bunların geleneğinde bu var.
O nedenle, bizim kanımızı dökebilirsiniz. Bizi yok etmediğiniz sürece bu düzeni getiremezsiniz. Bunu söyledim. Ha bu doğru muydu? Elbette doğruydu. Çünkü artık onlara onların anlayacağı dille hitap etmek zorundayız. Diplomatik bir dille onlara hitap etmemiz onlar için fazla bir şey ifade etmiyor. Biz bu tavrımızı açık ve net ortaya koyalım, onlar da tavırlarını açık ve net ortaya koysunlar. Ne başkanlık sistemi? Amerika’daki gibi başkanlık sistemi getiriyorsanız, buyurun getirin. Buyurun getirin, oturalım, tartışalım. Hayır, öyle bir sistem olmayacak. Çünkü Amerika’da bakın, Ahmet Bey bir ülkenin siyasal rejimini o ülkenin tarihi belirler. O ülkenin sosyolojik yapısı belirler. Amerika’daki sistemi, Amerikan tarihi ağır bedeller ödenerek ortaya koymuştur. Başkan var, Başkan en zayıf halkadır. Ama yerel eyaletler var, parlamentolar var, kanunlar var, devletler var. Dolayısıyla bir devlette idam serbest, öbür devlette idam yasak.
Dolayısıyla bu model biz de mi var? “Hayır bu modeli ben istemiyorum” diyor. “Olur mu” diyor, zavallı Obama diyor bunu yapamıyor, büyükelçi bile tayin edemiyor. Evet, Amerikan Başkanı büyükelçi bile tayin edemez.
Bir yargıç tayin edemez. Senatonun önüne gider, o yargıcı iğneden ipliğe sorgularlar, sonra oraya atarlar ve ömür boyu yargıçlık yapar.
Şimdi biz bunların tamamını bırakacağız, her şeyi bir kişi belirleyecek. Milletvekili listelerini oturacak, belediye başkanlarını oturacak yazacak, yargıçları o tayin edecek, rektörleri o tayin edecek. Herkesi yapacak. Bunun adı demokrasi mi? Biz Hitler dönemine mi geldik? Yani gele gele geldiğimiz yol burası mıdır? En son AKP’nin kurultayında mesaj okunurken hepsinin ayağa kalkıp, böyle bir anlamda ihtiram duruşunda bulunmaları asla kabul edilemez. Bayrak mı geçti, cenazemi geçti? Yok böyle bir şey. Nasıl oluyor böyle bir tablo?
Ahmet HAKAN- Mehmet Ali Şahin’de eleştirdi.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Eleştirdi, zorunlu olarak. Zaten beni rahatsız eden, o tabloda devlet adamı kimliği olan insanlarda var. Yani biz şimdi gerçekten AKP’yi eleştiriyoruz ama içlerinde düzgün, gerçekten demokrasiye inanmış insanlar da var. Bu insanların da zorunlu olarak ayağa kalkmaları bizde rahatsızlık yaratıyor. Yani toplum psikoloji, grup psikolojisi onu ayağa kaldırmak zorunda bırakıyor. Dolayısıyla bir anlamda, kendisini o sisteme teslim ediyor. Oradan biraz uzaklaşıp, biraz özgürlükçü bir tavırla eleştiri getirmek lazım. Yani bugün nasıl Sayın Cemil Çiçek belli olaylar konusunda “Lobi yapılmadı” diyor. Evet, lobi yapılmadı. Ben söylesem bunun bir ağırlığı yok ya da o çevrede ya bu Ana Muhalefet Partisinin lideri yani bu söylüyor dolayısıyla, “Hayır biz lobi yaptık” diyecek. Ama içlerinden birisi burada yeterli bir çaba harcanmadığını açık ve net koyuyor ortaya.
Dolayısıyla biz söylemlerimizi yapacağız, demokrasiyi sonuna kadar savunacağız. Burada kanı dökülecek varsa bizim kanımız dökülecek. Fedakarlık varsa bizim fedakarlığımız olacak. Onların hiçbirisi mahkemeye gitmeyecek biz mahkemeye gideceğiz, hesabını vereceğiz. Ne adına? Demokrasi adına vereceğiz. Benim sözüm bu ülkenin geleceği açısından, çocuklarımız açısından, kendi çocuklarım açısından da bu ülkeye biz güzel bir demokrasi bırakmak zorundayız. Özgürlükçü bir demokrasi bırakmak zorundayız, getirmek zorundayız. Bunun mücadelesini yapmıyorsak bizim siyasette ne işimiz var?
Ahmet HAKAN- Peki ama yani sizin bir siyasetçi olarak göreviniz oy kazanmak, milletin takdirini kazanmak, milletten oy almak değil midir? Yani niye kandan falan bahsedelim ki. Siz bakın diyorsunuz ki, AKP hükümeti 14 yılda terörü önleyemedi tam tersi arttırdı.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Türkiye’yi kan gölüne çevirdi.
Ahmet HAKAN- Dış politikası içeriyi esir aldı. Bütün üreticiler perişan, turizm perişan. Şimdi tablo buysa eğer ve siz de bu insanlarla, bu toplum kesimleriyle sürekli bir araya geliyorsanız kağıt işçisiyle, taşeron işçiyle, fındık üreticisiyle Hatay’a gidiyorsanız niye ilgi, yani bir siyasetçi olarak sizin bunu getiremezsiniz, getirirseniz bizim kanımızı dökerek getirebilirsiniz demek yerine ahaliyi ikna edip arkanıza almanız gerekmiyor mu? O konuda bir performansınız yok.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Hayır onu yapıyoruz.
Ahmet HAKAN- Ama oy alamıyorsunuz.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi bakın, gidin gittiğimiz yerdeki yerel medyaya bakın, orada gerçekten çok iyi veriliyor haberler. Ama yaygın medyada bunlar görülmüyor. Niçin görülmüyor? Baskı var yaygın medyanın üstünde. Karşımızda zaten bir AKP medyası var. Zaten havuz medyası var. Siz ağzınızla kuş tutun onlar diyecekler ki, “İşte ya beceriksizdir, ya şunu söyledi” veya bizim söylediklerimizi tamamen çarpıtıp vereceklerdir.
Dolayısıyla halkın özgürce bilgilenme hakkı büyük ölçüde elinden alınmış vaziyette. Ben bir ara “Türkiye yarı açık cezaevine dönüştü” diye söylemiştim. O Silivri davalarının devam ettiği süre içinde. Gerçekten Türkiye yarı açık cezaevi görünümünde. Halkın haber alma kanalları büyük ölçüde tıkanmış vaziyette. Ben havuz medyasının televizyonlarına haber gönderdim. Beni de çıkarın televizyonunuza, üstelik ben gazeteci ayrımı yapmıyorum istediğiniz gazeteciyi çağırın, yani istediği soruyu sorsun. Ben soru sınırlaması da getirmiyorum. Ama en azından ben söylediklerimde samimi miyim, değil miyim, haklı mıyım, değil miyim sizin gazeteciler sorsun ben de cevabını vereyim. Ben bu cesareti gösteriyorum siz de aynı cesareti gösterin. O cesareti gösteremiyorlar. Patronları izin vermiyor. Sorun aslında, Türkiye’de temel sorun halk doğruları öğrenmesin, gerçekleri öğrenmesin. Halk bir şekliyle CHP’nin ne söylediğini öğrenmesin, kavramasın. Biz seçim bildirgesini hazırladığımızda önce itiraz ettiler, parayı nereden bulacaklar diye. Sonra bizim dediklerimize geldiler. Terör nasıl önlenir? “Adres meclistir” dedik itiraz ettiler, sonra onlar da dediler “Evet adresi meclistir” burada olması lazım diye. Biz dış politikada düşman değil, dost kazanmamız lazım dedim, aynı cümleyi Binali Yıldırım’da kullanmak zorunda kaldı.
Ahmet HAKAN- Dostlarımızın sayısını arttıralım, düşmanlarımızın sayısını azaltalım.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Çünkü biz doğruları söylüyoruz. Ama gönül ister ki, medya tarafsız olsun, bizim söylediklerimizi de versin, Binali Beyin de söylediklerini versin. Kim bunu önce söylemiş.
Ahmet HAKAN- Yani tek sorun medya mı?
Kemal KILIÇDAROĞLU- %90 medya.
Ahmet HAKAN- Peki siz o zaman hiçbir şey yapamazsınız böyle bir medya düzeni varsa eğer.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bakın, seçim bitti. Biz sanki seçim varmış gibi Türkiye’yi niye geziyoruz? Bu medya düzeni yüzünden geziyoruz. Gidiyoruz Rize’de oturup konuşuyoruz, Ordu’da oturup konuşuyoruz, Hatay’da oturup konuşuyoruz, İskenderun’da, Adana’da oturup konuşuyoruz. Tarlalara gidiyoruz üreticiyle konuşuyoruz. Toplumun her kesimiyle sanki seçim varmış gibi. Üstelik yalnız ben gitmiyorum. Bakın, biz Filistin’e, İsrail’e, Mısır’a, AB’ye, Amerika’ya biz milletvekili arkadaşlarımızı görevlendirdik. Yani hem içerde, hem dışarıda biz çalışıyoruz. Bunlar görünmüyor. Ama biz çalışmak zorundayız. Görülür veya görülmez.
Ahmet HAKAN- Oya tahvil olmuyor, yani oya dönüşmüyor.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Ama duyulması lazım bunun. Şimdi Türkiye çok büyük bir ülke. 78 milyon nüfusu var. Güneydoğu’ya en çok heyet gönderen parti biziz. Nusaybin’e de gönderdik, Diyarbakır’a da gönderdik, Hakkari’ye de gönderdik. Sur’dan kaçan ailelere biz yemek verdik, hala yemek vermeye devam ediyoruz. Biz en az 20’nin üstünde tırla yardım gönderdik. Oradaki vatandaşlarımız evlerinden oldular, yurtlarından oldular. Ben Van’da insanlarla bir araya geldim. Onlar dertlerini anlattılar, perişan vaziyetteler o insanlar. Medya bunları dediğim gibi ya böyle bir satır bir yerde geçerse ki, biz onu da büyük bir başarı olarak görüyoruz. Bir satır çıktı, “Ne kadar güzel” diyoruz. Veya gazetelerin iç sayfalarında küçük bir haber olarak yer alıyor.
Bunlar aslında bizim moralimizi bozmuyor. Bu şunu gösteriyor. Biz daha çok çalışmak ve daha çok yere gitmek zorundayız. Düşüncelerimizi daha fazla anlatmak zorundayız. Hem iş dünyasıyla, hem işçilerle bir araya geliyoruz, oturup konuşuyoruz. Bakın, Adapazarı’nda işçiler ölüm grevi yapıyorlardı, ben milletvekili arkadaşlarımı gönderdim, onlara söz verdim, sorunlarınızı dile getireceğiz dedik. Ölüm orucundan vazgeçtiler. Patronlarla görüşüyoruz onları bir araya getirmeye, barıştırmaya çalışıyoruz, iş düzenini sağlamaya çalışıyoruz.
Zonguldak’ta maden işçileri valinin önüne gittiler, kimse görmedi. Çatıya çıktılar, en yüksek iş merkezinin üstüne, kimse görmedi. Ölüm orucuna yattılar biz milletvekillerimizi gönderdik onlara sahip çıktık. Ben bir grup toplantısında önce dile getirdim, sonra gönderdik, sonra patron gitti onlarla anlaştılar. Üstelik başında kayyum var ve devlet var.
Şimdi bakın, AKP’nin işçilerle hiçbir sorunu yok. Çünkü görmüyor sorunu. İşçiyi görmüyor. Emekliyi hiç görmüyor. Diğerlerini de görmüyor. Toplumsal sorunlar var, onları da görmüyor. Şöyle bir gücü var AKP’nin. Diyor ki, “Ben sırtına da binsem, dövsem de bu nasıl olsa gelip oyunu bana verecek.” Vatandaşı maalesef böyle görmeye başladı.
Ahmet HAKAN- Vatandaşta oyunu veriyor ama işçisi, emeklisi.
Kemal KILIÇDAROĞLU- İşte buradan neden vatandaşın kendisine soru sorması lazım diyorum? Bunun için, kendine soru sor arkadaş. Sen bu ülkede yaşıyorsan kendine soru sor. Sana bir paket verildi diye, bir paket yardım yapılıyor, o paket zaten senin hakkın, üstelik çok azı veriliyor sana. Niye 10 paket değil de, bir paket sen bu soruyu sor. Niye benim hakkım 10 paket değil arkadaş? Benim çocuğum niye yatağa aç gitsin. Benim çocuğum niye işsiz? Sen bu soruyu sor. Sen sosyal devlet mi yazıyor, evet sosyal devlet. Arkadaş sen hükümet olarak benim çocuğuma iş bulmak zorundasın.
Bakın, seçimlerden önce ziraat mühendisleri, veteriner, ziraat teknikerlerine, ziraat odalarına kadro verdiler. “Bunlar burada çalışsın” dediler. 36 bin lira da yılda para vereceğiz. 8 kişi böyle istihdam olanağı sağladı. Seçim bitti, “8’i 2’ye indiriyoruz, 36 binlik yardımı da 20 bine indiriyoruz” dediler. 1000’in üstünde ziraat mühendisi, ziraat teknisyeni, veteriner işsiz kaldı. Bunların sorununa kim sahip çıktı? Biz sahip çıktık. Ama 1000 kişi, ama 1 kişi de olabilir. Şimdi bunu bir şekliyle bizim geniş kitlelere aktarmamız lazım. Nasıl aktaracağız biz geniş kitlelere? Sorunumuz o. Çünkü ziraat mühendisinin kaçına ulaşıyorsunuz? 1000’ine ulaşabiliyorsunuz. Ama Türkiye’de 10 binler var. 300 binin üstünde atama bekleyen öğretmen var. Eğitim durumu iflas etmiş vaziyette. Karaman’daki olay, CHP olmasaydı, Allah aşkına bu kadar Türkiye’nin gündemine oturabilir miydi? Bir de dönüp bize diyorlar ki, işte siz yeteri kadar muhalefet yapmıyorsunuz. Karaman’da çocuklara taciz, o olayları bütün ayrıntılarıyla ortaya koyup ve o çocukları ve aileleri de sistemin dışında tutarak yani onları bir şekliyle koruyarak bu olayı Türkiye’nin gündemine biz taşımadık mı? Ölüm oruçlarını Türkiye’nin gündemine biz taşımadık mı? Biz taşıyoruz. Ama bütün bunlara rağmen ben sivil toplum kuruluşlarının, sendikaların, meslek odalarının Türkiye’nin sorunlarına daha fazla sahip çıkmalarını isterim. Muhtarların. Karşımızda bir AKP devleti var diyorum. Örnek vereceğim size muhtarlarla konuşuyoruz, gidiyorum illerde muhtarlarla da konuşuyoruz. Muhtar açıkça şunu söylüyor. Diyor ki, “Kaymakam seçimden önce beni çağırıyor, önüme listeyi koyuyor”, bak “Sizin köyden AKP’ye şu kadar oy çıkmış, önümüzdeki seçimlerde en az %50 oy ben AKP’ye bekliyorum yoksa bir daha gelme kardeşim senin köyüne hizmet götürmeyeceğim” diyor. Bunu sorun yüzlerce muhtar size anlatır bunu. Böyle bir devlet mi olur? Kaymakamın tarafsız olması lazım. Sen hükümetin kaymakamı değil, devletin kaymakamısın. Vali, devletin valisisin sen kardeşim, hükümetin valisi değilsin. Hükümet elbette sana emir, talimat verir tamam. Ama sen hükümete oy devşirmek için görevlendirilmedin. Kaymakam görevlendirilmedin. Bize %100 oy çıkan köyler var çağırıyor muhtarı burada görmeyeceğim en az %50 AKP’ye oy çıkacak. Muhtar diyor ki, “Mecburen veriyoruz %50” diyor, gidiyorum ikna ediyorum vatandaşları hiç değilse köyümüzün yolu yapılsın veya suyu yapılsın veya köyümüze hizmet gelsin diye. Böyle bir anlayış olabilir mi?
Biz normal bir demokraside, siyasi partiler arasındaki rekabet ortamında çalışan bir düzen içinde çalışmıyoruz. Karşımızda bir AKP devleti var ve biz bu AKP devletine karşı mücadele ediyoruz.
Almanya’da da aynı soruyu sordular, “Neden oyunuz artmıyor” diye. Dedim ki, “Burada bir demokratik sistem içinde siyasi partiler rahatlıkla rekabet ediyor. Bizim normal bir sistem içinde rekabetimiz yok ki.” Valisi onda, kaymakamı onda, emniyet müdürü onda, jandarması onda. Herkes onda ve herkes sadece iktidar için çalışıyor, AKP için çalışıyor. Sonra bize dönüp deniyor ki, “Siz neden muhalefet etmiyorsunuz?” Edeceğiz. Sonuna kadar edeceğiz. Sonuna kadar haklılığımızı anlatacağız. Ama bir olur, ama beş olur, bu bizim görevimiz.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bakın o sloganları doğru bulmuyorum. Ama emin olun o gürültü içinde onu yeteri kadar bilemiyorsunuz. Çünkü siz konuşuyorsunuz alkışlar geliyor, sloganlar geliyor, ne olduğunu bilmiyorsunuz. Ben grup toplantılarında aslında slogan atılmasını da doğru bulmuyorum ve gençleri olabildiğince susturmaya zaten çalışıyorum dikkat ederseniz. Çünkü konuşmamız da kesiliyor bir anlamda. Ama bu hale getiren kim? Getiren iktidar partisi değil mi?
Ahmet HAKAN- Nasıl yani?
Kemal KILIÇDAROĞLU- İlk sloganları onlar attılar. Eskiden sadece alkışlanır biterdi. Şimdi onlar sloganlar, şunlar, bunlar bizim de aleyhimize bir sürü şey söylüyor orada. Oraya gelince hiçbir şey yok, bize gelince niye bu böyle oluyor?
Ahmet HAKAN- Orada sizin partinizin grup toplantısında atılan sloganlar gibi sloganlar atılmadı.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Orada da atıldı.
Ahmet HAKAN- Küfürlü bir şey.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi orada da sloganlar atılıyor, ama dediğim gibi yani normalde bu sloganların hiç atılmaması lazım. Belki şu olabilir; yani siyasi partiler bu konuda bir centilmenlik anlaşması yaparlarsa…
Ahmet HAKAN- Bu grup toplantılarını bir şov alanı haline dönüştürmekten belki vazgeçmek lazım bütün partiler açısından.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Yani o bile tartışılır. Grup toplantıları her hafta olsun mu olmasın mı, o bile tartışılır. Grup toplantıları belli aralıklarla olsun o da tartışılır. Dediğim gibi şimdi bunlar sağlıklı işleyen bir demokratik rejimde centilmenlik anlaşmalarıyla çözülebilir. Sağlıklı bir sistem yok.
Bakın, anayasa oylaması biz önceden onlara duyurduk, Cuma günü bizim Antalya’da toplantımız vardı, dolayısıyla onlar da ona göre bir takvim yaptılar. Sonra birden bire karar değiştirdiler, bizim centilmenlik anlaşmasını bozdular ve dediler ki ‘hayır biz şimdi yapacağız.’
Dolayısıyla karşıdaki insana, yani siyasi aktöre güvenmiyorsunuz. Güvenmiyoruz da zaten, verdikleri hiçbir sözü tutmadılar şu ana kadar. Her seferinde bizden söz vermemizi istiyorlar, ben de ‘Bundan sonra kesinlikle anlaşma yok, görüş birliği yok, ne isterlerse getirsinler, biz kendi muhalefetimizi yapacağız’ dedim.
Ahmet HAKAN- Şimdi Amerika’da bir dava var. Reza Zarrab tutuklu, işte süreç devam ediyor. Tutuksuz yargılansın diye bilmem kaç milyon dolar, çocukta da ne para varmış bu Reza’da da.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Niye olmasın dağıt dağıt bitmedi. Belki Binali Bey’e sormak lazım.
Ahmet HAKAN- 29 yaşında bir çocukta bu kadar para ne arıyor onu da anlamış değilim. Neyse. Siz bu davayı yakından izliyorsunuz CHP olarak?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bir avukat arkadaşımız, New York Barosuna da kayıtlı, o davayı izliyor. Bugün İstanbul’a geldi, yarın büyük bir olasılıkla kendisiyle İstanbul’da ayrıca görüşeceğim.
Bu davayla ilgili neden Erdoğan hiç konuşmuyor? Hani ‘hayırsever’ diyordu? ‘Ey Amerika hayırsever bir adamı niye tutukladın’ diye niye bağırmıyor? Bağırsın, hayırsever adam! Kendi eşinin kurduğu vakfa dünya kadar yardım yapmış. Onu da biz bilmiyorduk da, neyse ki Amerika’da verdiği dilekçeden öğrendik. Bu kadar hayırsever bir adam, üstelik devlet protokolüne alınmış bir adam, Türkiye’de el üstünde tutulmuş bir adam, bakanların önüne yattığı bir adam. Niye ‘Ey Amerika sen bu adamı nasıl tutuklarsın, bir işadamını, hayırsever işadamını’ diye bağırmıyor, niye sesini kesmiş öyle duruyor? Bağırsın! Türk kökenli vatandaşlara bağırıyorsun. Güzel bağır. Ona niye bağırmıyorsun? O da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı. Vatandaşlığı sen verdin hayırsever işadamı diye. Niçin bağırmıyorsun, niye itiraz etmiyorsun? Bir işadamı gereksiz yere tutuklanırsa senin ona itiraz etmen gerekmiyor mu? Sana göre gereksiz yere tutuklandı, hayırsever bir işadamıydı. Amerika’ya eşiyle, çocuğuyla beraber gitti. Niye bağırmıyorsun Amerika’ya? ‘Eşinden ayırdınız, ayaklarına zincir vurdunuz, bu adalete sığar mı? Bu hayırsever bir adamdır, devlet protokolünde biz buna yer veriyorduk. Bu benim eşimin kurduğu vakfa dünya kadar yardım yaptı, milyonlarca dolar. Böyle bir adamı siz nasıl tutuklarsınız? Bu mudur Amerikan adaleti?’ diye neden bağırmadı, neden sesini çıkarmadı? Çıkartsın, bağırsın. Üstelik şimdi gidecek Amerika’ya, bence bir randevu alsın Rıza Zarrab’ı bir hapishanede ziyaret etsin, ‘Kardeşim niye seni tutukladılar, bilmediğimiz başka şeyler mi var?’ diye bir sorsun bakalım.
Ahmet HAKAN- Peki siz ne bekliyorsunuz bu Reza davasından? Yani Türkiye’yi ilgilendirecek, Türkiye’deki yönetimi allak bullak edecek bir gelişme mi bekliyorsunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Hayır. Yani Amerika kendi çıkarlarını savunuyor. Ben karar aldım, İran’a ambargo uyguladım, birileri ambargoyu yasadışı deldi, ben de bunun hesabını sorarım diyor. Devlet çünkü orası, kimseye Rıza Zarrab rüşvet dağıtmadı, kimse de almadı. Devlet olarak benim aldığım kararlar, benim güvenliğim açısından çok önemlidir, güvenliğimi kim ihlal ederse hesabını sorarım diyor. Orası Türkiye değil ki.
Ahmet HAKAN- Dava bu yani?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Ana dava bu. Amerika’nın güvenliğini tehdit ediyor diyor.
Ahmet HAKAN- Peki siz niye ilgileniyorsunuz bu davayla?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Çünkü çok sayıda belge, çok sayıda doküman var. Mesela hanımefendinin kurduğu vakfa milyon dolarlar yardım yapılması o davada ortaya çıktı. Kim bilir daha hangi belgeler, hangi dokümanlar çıkacak ortaya.
Ahmet HAKAN- Yani diyorsunuz ki, ana dava bu ama ben Türkiye’yle ilgili bir takım hususlar çıkabilir onu gözlemlemek istiyorum.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Onu gözlemlemek istiyoruz. Bakın, yine Amerika’da görülen bir davada Ankara Büyükşehir Belediyesinden bizzat Melih Gökçek’in adı verilerek ‘otobüs başına şu kadar rüşvet verdik’ diyor. Şimdi biz bu belgelere de gidiyoruz, başvurumuzu da yaptık. Amerika’daki temsilciliğimiz yoluyla o belgeleri de istiyoruz. Diyoruz ki, verin bakalım kardeşim. Bu belgeler varsa belgeleri verecekler. Birileri uyumayacak ama, uyumayacağını bilsin. Nerede bir yolsuzluk olayı varsa, kim kul hakkı yiyorsa sonuna kadar takipçisi olacağız. Türkiye Cumhuriyeti birilerinin dediği gibi yani Patagonya falan olmamalıdır. Kim hesabını verecekse vermelidir. Rıza Zarrab 4 bakana rüşvet dağıttı, sen dosyayı kapattın burada. Sanıyorsun ki, adalet bitti burada. Adalet bitti, ama öbür türlü adalet henüz bitmedi. Ama biz bu adaleti sağlamak zorundayız. İster Amerika’da olsun.
Deniz Feneri’nde de, siz hatırlarsınız Deniz Feneri’nde Almanya’da soruşturma açıldı, Türkiye’de hepsi aklandı. Neden? Yolsuzluk sıralamasında 21 sıra geriye düştük. Utanç verici bir tablo aslında bu. Yolsuzlukları koruyan, rüşvet alanların korunduğu, bakanların dokunulmazlıklarının kaldırılmadığı, özellikle korunduğu… Şimdi milletvekili dokunulmazlığını kaldırıyorsunuz bakanın dokunulmazlığı aynen kalıyor. Ben Sayın Davutoğlu’na demiştim, “Sen neden dokunulmazlığını kaldırmıyorsun?” Benim dokunulmazlığım kalkıyor, ben elimi kaldırıyorum evet kaldır dokunulmazlığımı. Sen niye koruyorsun kendi dokunulmazlığını? Bakanları niye koruyor? Bakanlarla milletvekili dokunulmazlığı arasında şöyle bir fark var Ahmet Bey, milletvekili dokunulmazlığı aslında milletvekilliği süresince, milletvekilliği bitince gider mahkemede hesabını verir. Bakanların öyle değil. Bakanların dokunulmazlığı ömür boyu. Bakan da olmasa, milletvekili de olmasa meclis karar almadığı sürece kimse onu hakimin karşısına çıkaramıyor. Bu kadar yolsuzluk yapan kişiler neden çıkmıyor? Binali Bey’e bir çağrı yaptım ben seçildiği gün, Başbakan olduğu gün, “Malvarlığını açıkla” dedim Binali Bey’e, kendinin ve çocuklarının malvarlığını açıkla. Ben kendimin ve çocuklarımın malvarlığını açıklıyorum. Hiç de çekinmiyorum. Nereden ne aldım, ne verdim, hangi kuruş, yani en ufak…
Ahmet HAKAN- Çocuklarınızın malvarlığını da siz mi açıklıyorsunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Tabi. Evli kızım hariç diğer kızımın ve oğlumun malvarlıklarını açıkladım. Niye açıklamayayım, korkacak neyim var?
Ahmet HAKAN- Hayır onlar kendileri açıklamıyorlar mı?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Onların zaten ne malvarlığı varsa hepsini kendi malvarlığımın içine koyuyorum, işte bizim ailemizin malvarlığı budur diyorum. Çünkü hepsi alnımın teriyle alınmış şeyler, yani ne olacak? Binali Bey’in de açıklamasını istiyorum, o da açıklasın. Niye açıklamıyor?
Ahmet HAKAN- Hiç Binali Bey’le Başbakan olduktan sonra herhangi bir temas kurdunuz mu?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bir yumurta atılan şehit cenazesinde yan yana geldik ve tokalaştık. O kadar yani başka bir şey olmadı.
Ahmet HAKAN- Tebrik de mi etmediniz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet.
Ahmet HAKAN- Neden?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Belki yeri, ortam olursa…
Ahmet HAKAN- Ederim diyorsunuz.
Şimdi herkes şöyle bir şeyden bahsediyor. Erdoğan başkanlık sistemi istiyor. Hadi o olmadı partili Cumhurbaşkanlığı istiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan için bunu istediği artık malum, herkesin bildiği bir şey ve deniliyor ki, herkesin konuştuğu şey şu; bu amaca yani bu hedefe ulaşmak için bir takım planları var Erdoğan’ın hepimizin tam bilemediği. O planlar üzerinden de bir sürü senaryolar yazılıyor. İşte bir referandumdan bahsediliyor, referandum olmazsa erken seçim olacak deniliyor filan. Bekliyor musunuz bir erken seçim?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Olabilir. Erken veya geç ne fark eder, biz zaten çalışıyoruz.
Ahmet HAKAN- Erdoğan’ın planlarıyla ilgilenmiyor musunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Hayır. Onun bütün derdi aslında başkanlık değil, ömür boyu dokunulmazlık. Bütün derdi o.
Ahmet HAKAN- Nasıl olacak ömür boyu dokunulmazlık?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Başkan olursa anayasada bir değişiklik yapacaklar. Biliyorsunuz darbecilerin bir özelliği vardır, kendilerine ömür boyu dokunulmazlık getirirler. Kenan Evren’e bakın, ondan öncekilere bakın, dünyada darbe yapanlara bakın. Yaptıkları yasalarda kendilerine ömür boyu dokunulmazlık sağlamışlardır. Erdoğan’ın da bütün amacı, başkanlık maşkanlık hepsi, ömür boyu kendisine ve ailesine dokunulmazlık sağlamak. Böylece hiçbir şekilde hiçbir dönemde yargılanmasın. Aldıklarıyla götürsün. Kul hakkını yemiş onunla gitsin. Öbür dünyaya mı götüreceksin kardeşim bunu tamamen, nedir yani senin derdin?
Dolayısıyla bütün amaç bu aslında. Yoksa onun böyle başkanlık olmadı partili cumhurbaşkanı, o olmadı bilmem ne, kiminle pazarlık yapıyorsun, nedir yani, derdin ne senin? Parlamenter sistem var, seçildin Cumhurbaşkanısın, kimse itiraz etmedi, halkın oyuyla seçildin ‘eyvallah’ dedik, ettiğin yemine sadık kal. Namus ve şeref kavramının ne kadar önemli olduğunu bu coğrafyada herkes bilir. Namus ve şeref üzerine biz yani kavga da ederiz, dövüşürüz de, nasıl bunu söylersin diye. Hepimiz verdiğimiz sözün arkasında, hele namus ve şeref sözü vermişsek kapı gibi arkasında dururuz. Kardeşim sen onun arkasında bile durmuyorsun. Böyle bir şey olabilir mi? Bütün ahlaki değerlerimizde olağanüstü bir yozlaşma var. Bakın bunu bir daha ifade edeyim. Bütün ahlaki değerlerimizde olağanüstü bir yozlaşma var. Hırsızlık yapanların yüceldiği, el üstünde tutulduğu, namuslu adamların da dışlandığı bir toplum haline geldik. Ve bütün vatandaşlarımdan istirham ediyorum. Bakın Ramazan ayındayız, mübarek bir aydayız. Allah aşkına kul hakkı yiyenlere neden, kim, hangi gerekçeyle sahip çıkıyor? Allah’ın sahip çıkmadığı adama nasıl sahip çıkıyorsunuz? Kul hakkı yiyen adama nasıl sahip çıkıyorsunuz? “En büyük günah görüyoruz, kul hakkıyla önüme gelme, gelirsen bütün günahlarını affederim ama bu günahı affedemem” diyen yaradandan söz ediyoruz biz. Kul hakkı yiyen adamın arkasından nasıl insanlar giderler ve savunurlar? Ben bunu anlamakta zorluk çekiyorum.
Ahmet HAKAN- Bu arada dünyaca ünlü efsanevi boksör Muhammed Ali hayatını kaybetti. Sizin de, böyle herkesin bir anısı vardır ya Muhammed Ali maçlarına gider, kahvelerde falan sabaha karşı izler. Sizin de var mıdır öyle bir anınız?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Var izlemiştim ben de. Hepimizin izlediği gibi izlemiştik.
Ahmet HAKAN- Yüreğiniz Muhammed Ali’yle çarpar mıydı?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Elbette. Verdiği mücadelede çok önemliydi aslında. Uzun süre boks hayatının dışında tutuldu verdiği mücadele nedeniyle. Ama tabi işin güzelliği de şurada; Muhammed Ali’nin değerini Amerika sonra yine anladı ve yaptığı hataları en acımasız dille de eleştirdi. Zaten Amerika’yı Amerika yapan da bu. Yani bir haksızlık yapıldıysa geriye dönüp o haksızlığı bütün acımasızlığıyla toplumun önüne seriyor. Kızılderililere yapılan o filmler falan vardı, belleğimde hiç unutmadığım Baharda Hücum diye bir film vardı. Yine ilk Kızılderililere yapılan zulmü anlatan filmler. Yine en iyisini Amerikalılar çevirdi ve bütün dünyaya bunu anlattılar. Yani kendi yaptıkları acımasızlıkları dünyaya kendi tarihleriyle yüzleşerek verdiler. Aslında demokrasi de bu demek zaten, insan hakları da bu demek, düşünce özgürlüğü de bu demek. Düşünceyi sinemayla anlatırsınız, kitapla, şiirle, romanla anlatırsınız. Ama bizde basılmamış kitabın sahibini dahi tutuklayıp hapse attık. Daha basılmamış kitap. Basılsa hadi eyvallah diyelim, basıldığı için attık yani. Türkiye bu cendereden geçiyor aslında.
O açıdan hepimizin bir şekliyle oturup yeniden düşünmesi lazım. Yani ben düşüneceğim doğru, benim de hatalarım olabilir, eksiğim olabilir, fazlam olabilir. Hepimiz insanız, yani hepimiz bütün bunları bilmeliyiz, bu çerçevede değerlendirmeliyiz. Ama sadece ben değil yani sokaktaki vatandaş da, manavımız da, esnafımız da oturup bir düşünmeli “Ne oluyor bu ülkeye” diye. Türkiye bu kadar değerlerinden kopmamalı. Kendi değerlerine, kendi kültürüne sahip çıkmalı. Ahi Evran’dan söz ediyor. Ahi Evran bu toprakların insanı, esnafın etik değerlerini belirlemiş. Hakim, savcı diyoruz, etik değerleri var. Doktorlar diyoruz, etik değerleri var, yeminleri var. Bu siyasetin etik değeri yok.
Sayın Davutoğlu dedi ki, “Siyasi ahlak kanunu getireceğiz.” Biz de “Siyasi etik kanunu” diyorduk, kanun teklifi de vermiştik. Ne güzel dedim ya tam uyuştuk işte. Şimdi siyasette de ahlakı getireceğiz. Adam gitti, sen misin ahlakı getiren. Maalesef öyle bir tablo.
Ahmet HAKAN- Sizi Davutoğlu’nu çok özler buldum.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Davutoğlu’yla samimi olarak pek çok ortamda düşüncelerimizi paylaştık, samimi olarak paylaştık evet. İzin verirseniz ona girmek istemem.
Ahmet HAKAN- Yani onu özlemem normal anlamında mı söylüyorsunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Yani en azından siyasete kalite getirme konusunda özel bir çabası vardı.
Ahmet HAKAN- Sayın Kılıçdaroğlu çok teşekkürler katıldığınız için.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Sağ olun.
25.11.2024
25.11.2024
25.11.2024
25.11.2024