16.09.2017

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, ÇANKAYA BELEDİYESİ ZÜLFÜ LİVANELİ KÜLTÜR MERKEZİ AÇILIŞINA KATILDI

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, ÇANKAYA BELEDİYESİ ZÜLFÜ LİVANELİ KÜLTÜR MERKEZİ AÇILIŞINA KATILDI

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, "Nasıl oldu da Türkiye’yi bu hale getirenlerle birlikte bir ülkenin İçişleri Bakanı oturup beraber fotoğraf çeker. Üstelik nerede karakolda çekeceksiniz fotoğrafı. Bu ne demektir istediğiniz kadar istediğiniz kişinin mezarına saldırabilirsiniz , sizin tek güvenceniz benim demektir bu fotoğraf. O fotoğrafı çektiren kişinin siyasette, inançta , ahlakta, hayatta yeri yoktur" dedi.

Çankaya Belediyesi Zülfü Livaneli Kültür Merkezi açılışında konuşan CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu  şunları söyledi:



GENEL BAŞKAN KEMAL KILIÇDAROĞLU’NUN ÇANKAYA BELEDİYESİ ZÜLFÜ LİVANELİ KÜLTÜR MERKEZİ AÇILIŞINDA YAPTIĞI KONUŞMA

(16 EYLÜL 2017)

ZÜLFÜ LİVANELİ ON PARMAĞINDA ON MARİFETİ OLAN BİR SANATÇIDIR

Efendim güzel bir gündeyiz. Sosyalist Enternasyonalin Sayın Başkanı, değerli Genel Başkanlarım, Sayın Livaneli ve saygıdeğer eşleri, böyle bir günde sizlerle beraber olmak, benim için gerçekten de onur. Eğer bir ülkede güçlü olmak istiyorsak, bunun yollarından birisi de sanata ve sanatçıya verdiğimiz değerden geçer. Çünkü sanatçı yazdığı eserleri sonsuzluğa bırakır. İnsanoğlu o eserleri zaman içinde seçer ve değerlendirir. Bunun kuşağı, bunun tarihi yoktur. Sanatçıyı güçlü kılan da budur zaten. O nedenle sanat ve sanatçı onurlu duruşunu tarihi boyunca korumuştur. Baskı görmüştür sanatçı, hapislere atılmıştır, sesi kesilmek istenmiştir, eserleri yasaklanmıştır, eserlerinin sergilenmesi yasaklanmıştır, şiirleri yasaklanmıştır, kitapları, öyküleri, romanları yasaklanmıştır. Ama yasaklayanları hiç kimse hatırlamaz, ama yasaklanan o eserler insanlığa mal olmuştur.

Zülfü Livaneli hayatının pek çok döneminde büyük baskılar gördü. Ben Zülfü Livaneli’yi 1970’li, 80’li yıllarda yasaklanan bir kasetinde, söylediği türkülerde tanımıştım. Yasaktı söylediği türküler. Gizli, elden ele dolaşırdı ve biz onları dinlerdik. On parmağında on marifeti olan bir sanatçıdır. Böyle bir eser onun için açılıyor. Böyle bir eserin onun için açılmış olması elbette hepimize gurur veriyor, elbette hepimizi sevindiriyor. Bu bağlamda Sayın Çankaya Belediye Başkanımıza da yürekten teşekkürlerimi ve şükranlarımı sunuyorum. Sanatçıyı yaşatmak, onurlandırmak hepimizin görevidir. Aslında buradaki isim hepimizin ortak onuru olan bir isim. Sayın Livaneli “Benim böyle bir talebim olmadı” dedi, doğru böyle bir talebi olmadı. Ama o talebi hisseden, duyan ve bizi onurlandıran böyle bir merkezi açmak Belediye Başkanımıza nasip oldu. O nedenle kendisine yürekten teşekkür ediyorum.

Sanatçılar aslında nehir gibidir akarlar, siyasiler bazen önlerine set falan koyarlar. Ama bir süre sonra o nehir o seti aşar ve okyanuslarla buluşur. Sanatçının önüne pek çok engel sadece Türkiye’de değil, dünyanın pek çok ülkesinde baskıcı rejimlerinde kuruldu. Ama bütün bunların hepsini sanatçılar aşmasını bildiler. Bizleri aydınlatan, geleceğimizi aydınlatan, çocuklarımıza umut ışığı olan aslında sanatçılarımızdır. Bazen bir şiirle, bazen bir resimle, bazen bir sinema filmiyle, bazen bir öykü, bazen bir romanla karşımıza çıkarlar. Kuşaktan kuşağa bu kitaplar, şiirler, öyküler okunduğu zaman aslında sanatçının gücünü de kuşaktan kuşağa taşımış oluruz.

BUNU İÇİMİZE SİNDİRMEMİZ MÜMKÜN DEĞİLDİR

Siyasetten çok fazla söz etmek istemedim, ama izin verirsiniz bir iki konuya değinmek isterim. Bunlardan birincisi şu; bu toprakların mayasında barış vardır aslında, az önce sözü edildi Karacaoğlan bu toprakların insanıdır, Dadaloğlu bu toprakların insanıdır, Mevlana, Hacı Bektaşi Veli bu toprakların insanıdır, Erzurumlu Emrah bu toprakların insanıdır ve bu topraklarda hep birlikte huzur içinde yaşamak isteriz. Tarihte belki hiç tanık olmadığımız olayları şimdi günümüzde yaşamaya başladık. 80 yaşındaki bir kadının gömülmesine karşı çıkıyorsanız, defnedilmesine karşı çıkıyorsanız, mezarı burada olmasın diyorsanız bunu içimize sindirmemiz mümkün değildir. Sorun şunu veya bunu kınamak değil arkadaşlar, sorun Türkiye bu atmosfere nasıl geldi? Sorun budur.  Türkiye’yi buraya kim taşıdı? Siyasetteki bu gerginlik toplumu nereye kadar götürecek? Siyasetin görevi toplumu ayrıştırmak, kutuplaştırmak değildir. Siyasetin görevi Türkiye’yi uygar dünyanın bir parçası haline getirmektir. Siyasetin görevi Türkiye’de herkesin huzur içinde bu ülkenin caddelerinde, sokaklarında gezmesidir. Siyasetin görevi sanatın önünü açmaktır. Siyasetin görevi dünyada barış, yurtta barış demektir. Siyasetin görevi bütün insanları kucaklamaktır. Nasıl oldu da Türkiye bu hale geliyor? Ve nasıl oldu da Türkiye’yi bu hale getirenlerle birlikte bir ülkenin İçişleri Bakanı oturup beraber fotoğraf çeker? Mezara saldıranlarla oturup fotoğraf çekileceksiniz. Üstelik nerede, karakolda çekeceksiniz fotoğrafı. Bu ne demektir? İstediğiniz kadar istediğiniz kişinin mezarına saldırabilirsiniz, sizin tek güvenceniz benim demektir bu fotoğraf. O fotoğrafı çektiren kişinin siyasette yeri yoktur, inançta yeri yoktur, ahlakta yeri yoktur, hayatta yeri yoktur o fotoğrafı çektirenin.

Gerginlik istemiyoruz, ülkemizin dünya kadar sorunu var. Evet sorunu var. Oturup beraber sorunları konuşalım, tartışalım, çözelim. Akıl akıldan üstündür. Bizim çözümlerimizi beğenmeyebilirsiniz ama siz çözümü üretirsiniz, getirirsiniz hep beraber oturur konuşuruz, sorunları çözeriz. Sorunları bir tarafa bıraktık yeni sorunlar yaratıyoruz. Allah aşkına bu ülkede Karadeniz ayakta, fındık üreticisinin sorunundan söz eden var mı iktidar kanadından? Herkes hayatından memnun. Ne demek herkes hayatından memnun? Üzüm üreticisinin sorunu var. Tarladan buğdayı biçecek, alın terinin karşılığını alacak, bir bakıyorsunuz bir kararname çıkmış gümrük vergisi sıfır tahıl ithal ediliyor. Ya arkadaşlar hangi ülkede yaşıyoruz, hangi çağda yaşıyoruz? Böyle bir akıl tutulmasının olduğu ortamda yaşıyoruz. Baskıdan söz edildi. Evet baskı var. Hiç kimse unutmasın 15 Temmuz darbe girişimini kınıyoruz. Ama 15 Temmuz darbe girişimini fırsata çevirip 20 Temmuz’da sivil darbe yapanları da kınıyoruz. Baskıyla ülkeyi aydınlığa çıkaramazsınız. Korkuyla ülkeyi aydınlığa çıkaramazsınız.

HASTALIK YİNE NÜKSETTİ. YA ARKADAŞ BEN SANA NE YAPTIM?

Bütün bu işleri yapan bir kişi var. Dün akşam yine bir televizyon kanalındaymış, daha doğrusu birden fazla kanal yayınlıyor konuşmasını. Türkiye’nin hiçbir sorununa parmak basılmadı. Bakın bir daha söylüyorum, Türkiye’nin hiçbir sorununa parmak basılmadı. Türkiye’nin hiçbir sorunu kendisine sorulmadı. Ana konu ne? Kemal Kılıçdaroğlu. Hastalık yine nüksetti. Ana konu benim. Ya arkadaş ben sana ne yaptım, ne yaptım ben sana? Siyasetçinin yürekli olması lazım, siyasetçide medeni cesaret olması lazım, siyasetçi verdiği sözün arkasında durması lazım. Siyasetçinin özelliği budur. Medeni cesaretin varsa, devletin bütün imkanları senin elinin altında arkadaş. İstihbarat örgütleri sende, polis senin emrinde, valiler, kaymakamlar, bakanlıklar her şey senin emrinde.

KARŞIMA ÇIKMAKTAN NİYE KORKUYORSUN, VALLAHİ ADAM YEMEM

Sana çok açık medeni bir çağrı yaptım. Şurada, burada benimle ilgili konuşmana gerek yok. Çıkarsın medeni iki insan gibi oturur konuşuruz, tartışırız. Vallahi ben adam yemem. Vallahi ben adama hakaret etmem. Vallahi, billahi ben medeni bir insan gibi tartışırım. Niye korkuyorsun benden? Medeni cesaretin olması lazım. Çıkıyorsun konuşuyorsun, niye benim karşıma çıkmaktan korkuyorsun? Çıkma arkadaş. O zaman konuşmayacaksın. Konuşacaksan gelip yüzüme söyleyeceksin ve beni mahcup edeceksin haklıysan. Ama ben adım gibi eminim cesaret edip karşıma çıkamayacak. Çıkmıyor da zaten.

Bir ara kavgaysa kavga demiştim. Tabi kavga derken elimize silah alıp kavga yapacak halimiz yok. Bizim kavgamız Nazım Hikmet’in dediği gibi demokrasi kavgası. O da ben varım demişti, sevindim. Demek ki, cesaret geldi, demek ki televizyona çıkacağız. Nerede? TRT’de veya onun arzu ettiği herhangi bir kanalda. Demek ki çıkıp tartışacağız. Dün akşam gene “Hayır” demiş benim kavgayla işim yok. Yani televizyona çıkmaktan korkuyorum. Kimin karşısına? Kemal Kılıçdaroğlu’nun karşısına. Bu hastalık arkadaş senin başına bela olur. Bir daha söylüyorum, ya karşıma çıkacaksın uygar medeni iki insan gibi oturup konuşacağız ya da bu hastalık senin başına bela olur. Bu hastalığın tedavisi yoktur arkadaşlar, tedavisi yoktur.

15 YILDA TERÖRÜ BİTİRMEDİN

Yine söylüyorum, gerginlik istemiyoruz. Hangi görüşten olursa olsun, hangi kimlikten olursa olsun, hangi inançtan olursa olsun 80 milyonu kucaklıyoruz. Hiç kimseye ama hiç kimseye farklı bir şey de söylemiyoruz. Tek isteğimiz var bu ülkede huzur içinde yaşamak. Söyledim, “4 yıl içinde terörü bitirmezsem siyaseti bırakırım” dedim bu kadar açık, bu kadar net. “Sen kimsin, terörü 4 yılda bitireceksin?” diyor. Söyledim, “Ben senin televizyonda karşıma çıkmaktan korktuğun kişiyim” dedim. Onun için gel karşıma çık diyorum. 4 yıl içinde bitirmezsem gideceğim. 15 yılda bitirmedin arkadaş. Üstelik iktidara geldiğin gün PKK terör örgütü yoktu, FETÖ terör örgütü yoktu, IŞİD terör örgütü yoktu. Üçünü de bu milletin başına sen bela ettin. Ben de bu milletin başına bela olan bu terörü bu milletten arındıracağım, kurtaracağım. 4 yılda bitiremezsem çekip gideceğim, diyeceğim ki kusura bakmayın söz verdim bitiremedim. Ama sen bitiremiyorsun. Bırak bitirmeyi yeni şeyler yaratıyorsun, yeni şeyler, yeni terör örgütleri. Ne istediniz de vermedik diyen bir terör örgütüne devleti teslim eden bir kişiye ne diyeceksiniz? Hepimizin oturup düşünmesi lazım. Gün düşünme zamanı, gün hayatı sorgulama zamanı, gün birlikte hareket etme zamanı, gün ön yargılardan kurtulma zamanı. Gün Zülfü Livaneli gibi dostlarımızı, sanatçılarımızı değerlendirme, büyütme, onurlandırma zamanı. Gün bütün sanatçılara destek olma zamanı. Gün bir arada oturup uygarca konuşma zamanı. Günümüz böyle başlasın, her günümüz böyle bitsin diyorum.

Dolayısıyla Livaneli adına açılan bu güzel binayı biraz sonra birlikte gezeceğiz, içini birlikte göreceğiz, ben görmemiştim birlikte göreceğiz. Gerçekten de Zülfü Livaneli kendisine yakın olma sürecim siyasetle birlikte çalıştığımız süreçti. Siyasette kendisini tanıdım, sanatçıyken çok önceden tanıyordum. Türkiye’nin ve dünyanın onuru ve gururu olan bir sanatçı. Böyle bir sanatçıyı yetiştirdiğimiz için, bu topraklardan böyle bir sanatçı çıktığı için gerçekten de bu ülkenin sade bir yurttaşı olarak gurur ve onur duyuyorum. Keşke Zülfü Livaneli gibi çok daha fazla sanatçımız olabilse, çok daha fazla sanatçıların önünü açabilsek ve onların bütün sanat eserlerini bu topraklarda ve bütün dünyada sergileyebilsek. Bunu yapabilecek gücümüz var, imkanımız var. Dolayısıyla bu gücü birleştirmemiz, düşüncelerimizi belli bir alanda yoğunlaştırmamız ve birlikte hareket etmemiz gerekiyor.

BİZ GÜCÜMÜZÜ HAKLILIĞIMIZDAN ALIYORUZ

Biz aslında çok güçlüyüz. Baskılardan söz edildi, başka şeylerden de söz edildi. Ama bir şey var. Biz gücümüzü haklılığımızdan alıyoruz. Tarihsel süreç bunu tamamen göstermiştir. Baskıcı olan yönetimlerin tamamı gitmiş, aydınlanmadan yana olanlar hep tarihte ön plana çıkmışlardır. Doğru bedeller ödenmiştir, doğru acılar çekilmiştir, doğru idam sehpaları kurulmuştur. Bunların hepsini biliyoruz. Ama tarih haklıları, aydınlanmadan yana olanları hep haklı çıkarmıştır ve onlar hep galip gelmişlerdir. Biz galip geleceğimizi çok iyi biliyoruz ve bunun mücadelesini veriyoruz. Bu mücadele sadece Türkiye’de yaşayan 80 milyonun mücadelesi değil. Bu mücadele aydınlığa ve adalete susamış milyonların mücadelesidir ve biz bu mücadeleyi yapmakta kararlıyız.

Hepinize şükran borçluyum, hepinize teşekkür ederim.