05.10.2010
05.10.2010
Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu TBMM’de, CHP Grubu’nda, “Muhalefet gömleği bize dar geliyor. Önümüzde iktidar var, yorulmayacağız, iktidara yürüyeceğiz” dedi.
-”Aşama aşama Türkiye’ye baskı rejimini getirdiler, sivil sıkıyönetim getirdiler ama bunu kıracağız. Elbirliğiyle kıracağız. Bu karanlık tabloyu mutlaka yıkacağız. Bizim kökümüzde teslim olmak yoktur. Bir militan gibi çalışacağız, Mücadele edeceğiz ve CHP’yi iktidara taşıyacağız”
-Baskılama, çifte standart, adı konmamış bir sıkıyönetim AKP iktidarı ile beraber aşama aşama Türkiye’ye geldi. Son kişi kalıncaya kadar her CHP’li her yerde ve her ortamda bütün bu kirli çamaşırları açığa çıkarmak zorundadır. Bu anlayış, Cumhuriyete ihanet anlayışıdır, çağdaşlığa ihanet anlayışıdır.”
-“Biz AKP’nin, Başbakan’ın gizli gündemi var diyoruz. Başbakan Erdoğan Marmara Üniversitesinde” farklı inanç gruplarının gerekirse kendi yargılamalarını yapmalarının mirasçılarıyız. İnşallah gelecekte yine öyle öncü bir rol oynayacağız” dedi. Ne demek bu? Her inanç grubunun kendi mahkemesi olsun demek. O zaman Sayın Başbakan’a şu basit soruyu soruyorum. Siz o koltukta niye oturuyorsunuz? İşte gizli gündemi bu.”
-“Bunlar demokrat falan değil. Bunlar hukukun üstünlüğüne falan inanmıyorlar. Bunlar yurttaşları bölerek, parçalayarak iktidara tutunmak istiyorlar. Bunların tarih bilgisi de yok. Osmanlı’nın niye battığını bu olayın içinde görsünler. Kapitülasyonlar dolayısıyla yabancılara özel yargılamayı görsünler. Peki, bunu eleştiren bir medya gördünüz mü? Biz söylesek, kıyamet kopardı, yer yerinden oynardı. Beyefendi Ortaçağ hukukunu getiriyor, ona öykünüyor, medyada tık yok”
-“HSYK ile ilgili anayasa değişikliği yapılırken ”kürsü hakimi’ seçilecek deniliyordu. Bakan HSYK’da, Müsteşarı HSYK’da, Şimdi de müsteşar yardımcıları, Genel Müdürleri, müfettişleri HSYK’ya aday. Ne güzel bir HSYK. Hani ‘kürsü hâkimi’ diyordunuz. Bunların hiçbirisi kürsü hâkimi değil. Halkı kandırdınız. Bu mudur sizin ahlak, doğruluk anlayışınız?”
”Brüksel’de ve Almanya’da medya üzerindeki baskıları, cezaevindeki gazetecileri anlattım. Bu konuda bir rapor hazırladık, tercümeleri yapıldıktan sonra Avrupa Parlamentosundaki bütün üyelere göndereceğiz”
-“Hanefi Avcı bir kitap yazdı, hayatı değişti,. Kitapta yer alan iddiaları araştırın diye başvuru yapmasına rağmen yapılmadı ama 605 sayfalık kitap yayınlandıktan bir gün sonra Hanefi Avcı hakkında 8 dava açıldı. İddiaları soruşturmayan Başbakan’dan bunun hesabını soracağız”
-”AKP İktidarda kalmak için her türlü baskıyı göze alan, iktidarda tutunmaya çalışan bir partidir. O nedenle 2011 seçimlerinde baskı, sıradan yurttaşlar üzerindeki şantaj artacak…”
-”Korku toplumu yarattın sen. Sayın Başbakan bu korkunun da terörün de kaynağı sensin”
-“Kenan Evren’in devlet başkanı olduğu dönemdeki üniversiteler ile Erdoğan’ın Başbakanlığı dönemindeki üniversiteler aynı: Sessiz”
-“Bir ülkede üniversitelerin, üniversite gençliğinin susması, o ülkede demokrasinin askıda olduğu, çalışmadığı, ülkenin geleceğinin parlak olmadığı anlamına gelir”
-“Üniversitelerin sayısı artırıldı. Üniversitelerin sayısı kadar öğrenci yurtlarının sayısı arttı mı? Amaç öğrencileri üniversitelere kazandırmak değil, onları belli karanlık odaklara tutsak durumunda bırakmak”
-“Gençlere sahip çıkmayacaksın, yurt yapmayacaksın, sonra ahkâm keseceksin. Kendi gençliğine sahip çıkmayan bir iktidar, ülkenin geleceğine sahip çıkamaz.”
-“Başbakan, yeni anayasa çalışmalarına bizim koro halinde itiraz edeceğimizi düşünüyordu. Şimdi kendisi kaçıyor. Çünkü ezberi bozuldu. Niçin kaçıyorsun sayın Başbakan? Gel meydana, oturup tartışalım…”
-“Meclisin işi çokmuş. Parlamento’nun işi olabilir. Uyum Komisyonu kurmak zor bir şey değil ki. Her partiden 2 milletvekili oturur, uzlaşırlar, konuşurlar, bir adım atmış olurlar.”
-“Sayın Şahin, siz iktidarın mı, yoksa Parlamentonun mu Meclis Başkanısınız?’
-”Başbakan Diyarbakır’a gitti, eskisin yıkıp, size yeni, güzel bir cezaevi yapacağım dedi, Dünyanın hangi demokrasisinde bir Başbakan gelir, eski hapishaneyi yıkıp, daha güzel, modern hapishane yapacağım der? Bunu biz söyleseydik kıyamet kopardı. Başbakan söyledi, tek bir cümle bile bir yerde kullanılmadı. Bu çifte standardı da vicdanı olan her yurttaşın vicdanına havale ediyorum”
-“Başbakan ”AB’nin sürekli engeller çıkardığını” söyledi. AB ile anlaşmaların altına imza atarken neyin altına imza attığını bilmiyor muydun? Şimdi, ‘bizi oyalıyorlar’ diyor. Oyalamıyorlar, verdiğin sözleri yerine getir diye bekliyorlar. Neyin altına imza attığının farkında bile değil. Kendilerinden o kadar geçmişlerdi ki Kızılay’da gündüz saat 12'de havai fişek attılar.”
-“Bunların AB’ye giriş süreci bu. ‘Bizi oyalıyorlar’ diyor. Hayır, sen AB’yi oyalıyorsun, Sayın Başbakan, sen oyalıyorsun. AKP oyalıyor. Yapmıyor gereğini”
-”Sıcak paraya teslim olmuş bir ekonomiye teslim olmuşsanız, Türkiye’nin geleceği parlak değildir”
-“Saygı Recep Bey’in defterinde var mı? Olduğunu zannetmiyorum”
Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu TBMM’de CHP Grubu’nda güncel olaylarla, AKP Hükümeti’nin hukuksuz, antidemokratik ve Cumhuriyet karşıtı uygulamalarını değerlendirdi, sık sık alkışlarla kesilen konuşmasında şunları söyledi:
Değerli milletvekilleri, yeni bir yasama dönemine başlıyoruz. Bu yasama döneminin ülkemize ve ulusumuza hayırlar getirmesini diliyoruz. Umuyorum ve diliyorum bu yasama döneminde sağlıklı, güzel bir çalışma sergileyeceğiz, Türkiye’ye Cumhuriyet Halk Partisinin umut olduğunu göstereceğiz ve bu yoldaki kararlılığımızı da ısrarla, bu bilinçle sürdüreceğiz.
Değerli milletvekilleri, yorucu bir süreçten geçtik. Çok zor koşullarda bir referandum sürecini gerçekleştirdik. Bu süreçte, il başkanlarımızın, parti meclisi üyelerimizin ve milletvekillerimizin ortak kanaati şu idi: Biz sadece hayır’ı anlatmadık, anayasa değişikliklerine niçin hayır verilmesi gerektiğini anlatmadık, aynı zamanda başta bazı valiler ve kaymakamlar olmak üzere devletin üzerimizdeki, halkın üzerindeki baskısını gidermesi için de çalıştık, çaba harcadık ve bu çaba bir gerçeği ortaya çıkardı. Adalet ve Kalkınma Partisi, bizim anladığımız anlamda demokrasiyi içselleştiren bir parti değildir. Adalet ve Kalkınma Partisi, iktidarda kalmak için her türlü baskıyı göze alan ve iktidarda tutulmaya çalışan bir partidir. O nedenle 2011 seçimlerinde bütün bu gerçekleri bilerek yolumuza devam edeceğiz. Göreceksiniz baskıları artacak, göreceksiniz sıradan yurttaşlar üzerindeki şantajı artacak. Öyle olaylara tanık olduk ki demokrasi adına utandık. Öyle sandıklara tanık olduk ki oradaki seçmen sayısından daha fazla oy kullanıldığını gördük ama bunlar bizim başarımız için mazeret değildir. Biz bütün bu zorlukları bilerek, bütün bu zorlukları göğüsleyerek iktidar olmak durumundayız ve ortaya çıkan sonuç bizim ana muhalefet gömleğinin bize dar geldiğini görmemizdir. Önümüzde iktidar var. Önümüzde iktidar var, yolun başındayız. Yollar yürünmek için yapılır. Yorulmayacağız, yürüyeceğiz, kararlılıkla yürüyeceğiz, yolun sonunda iktidar var. O iktidar, halkın iktidarıdır, o iktidar demokrasiyi getirecektir. O iktidar, hak ve özgürlükleri getirecektir. O iktidar, kadın erkek eşitliğini getirecektir. O iktidar, üniversitelere özerkliği getirecektir. O iktidar, konuşan üniversiteler diyecektir. O iktidar, ulusal kalkınmamızın üretime dayalı olduğunu getirecektir ve o iktidar, halkın geleceğe güvenle bakmasının temel nirengi noktası olacaktır. O nedenle hepimize görev düşüyor, sıradan yurttaşımıza da, partililerimize de, gençlik ve kadın kollarımıza da. Bu bilinçle yola devam edeceğiz ve bu bilinçle sürdüreceğiz çalışmamızı.
Referandum sonrası Sayın Başbakan bir konuşma yaptı, medyada adıyla “Balkon konuşması.” Güzel şeylerden söz etti ama söz ederken yine tehditlerden, yine şantajlardan söz etmeyi de ihmal etmedi. Sayın Başbakanın üslubunu sergilemek için kullandığı bazı sözcükleri burada size söylemek istiyorum. “Kışkırtıcılar, kendini bilmezler, basiretsizler, kirli oyunlar tezgâhlayanlar…” Bu üslubu başbakan ne söylerse söylesin biz kullanmayacağız. O üslup Sayın Başbakanın şahsiyetine yakışıyor, onunla ……etmiş durumda. Bir siyasetçi benim bildiğim kadarıyla söylemleriyle ve eylemleriyle halka örnek olur. Kullandığı dil, artık, Sayın Cumhurbaşkanını bile rahatsız eder noktaya gelmiştir. Ne demek bu dili kullanmak? Bu dili kullanmak hele hele öfkeyle kullanmak halka en büyük saygısızlıktır. Saygı, diyeceksiniz ki Recep Beyin defterinde var mı? Olduğunu da ben sanmıyorum. Biz şunu yapacağız: Hiçbir yurttaşımızı ötekileştirmeden, bize oy veren oy vermeyen bütün yurttaşlarımıza giderek, onları kucaklayarak, onların sorunlarına eğilerek, onların sorunlarını çözeceğimizi onlara anlatarak onların desteğini alacağız. İktidarın yolu halktan geçmektedir. Halka gideceğiz, güven vereceğiz, desteğini alacağız ve iktidar olacağız. Bu yol, demokrasinin sarsılmaz yoludur. Bu yol, hepimizin üzerinde özenle çalışması gerektiği bir yoldur.
Buradan bir konuya daha değinmek isterim. Dün Ankara Üniversitesinde üniversitelerin yeni öğrenim yılı dolayısıyla orada bulundum. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Sayın Cumhurbaşkanıyla beraber. Geleceğimiz olan üniversiteler, gücümüz olan üniversiteler, bilimi ve tekniği yakalamak durumunda olan üniversiteler acaba nerede? Avrupa Birliğine, yani Brüksel’e gittiğimizde Avrupa Birliği yetkililerine şu soruyu sordum: Referandum süreci dolayısıyla siz hiç üniversitelerin konuştuğunu, görüş beyan ettiğini duydunuz mu? “Hayır” dediler. Ve onlara ikinci bir soru sordum: Sizin ülkenizde anayasa değişirse, halk oylamasına giderse sizin ülkenizde üniversiteler konuşur mu? “Konuşur” dediler. O zaman şu soruyu niçin kendinize sormadınız? Türkiye’de anayasa değişiyor ama üniversiteler suskun. O zaman burada bir sorun yok mu? Bu sorunun üzerinde bizim durduğumuz kadar, mademki anayasa değişikliklerine siz “reform” diyorsunuz niye bu sorunun üzerinde durmadınız? Demokrasiyse tamam, özgürlüklerse tamam, yeni bir anayasaysa tamam, niçin üniversiteler konuşmuyor? 12 Eylül yasalarının getirdiği nokta suskun bir üniversite yaratmaktı. Ve orada öğrenci temsilcisi kalkıp şunu söyledi: “YÖK’ün yayınladığı bir yönetmelik var. Biz ancak o yönetmelik çerçevesinde bir şeyler söyleyebiliyoruz.” Bir ülkenin üniversiteleri susmuşsa, bir ülkenin üniversite gençliği susmuşsa o ülkede demokrasi askıda demektir, o ülkede demokrasi çalışmıyor demektir, o ülkenin geleceği parlak değil demektir. İşte, üniversitelerimiz bu. Onun için şunu söylüyoruz: Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin iktidarında üniversiteler yönetsel olarak da, bilimsel olarak da, mali olarak da özgürlüğüne ve özerkliğine kavuşacaktır, bunu yapacağız. Yapmanın yolu, önce YÖK’ü kaldırmakla başlayacağız ve YÖK’ü kaldıracağız.
Sayın Başbakan YÖK’ün kaldırılmasından söz ediyordu, değil mi? Şimdi hiç söz ediyor mu? Hayır. Çünkü onun amacı üniversitelere demokrasi gelsin değil, onun amacı üniversiteler özerk olsun diye değil, onun amacı özerk olmayan, bana itaat eden, benim sözümden çıkmayan bir üniversiteyi ben nasıl yaratırım demekti ve o üniversiteleri yarattı. Onunla da gurur duyabilir. Evren’in Devlet Başkanı olduğu dönemdeki üniversitelerle Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakan olarak görev yaptığı dönemdeki üniversiteler aynı, sessiz.
Hazır üniversitelerden söz açılmışken bir başka gerçeği daha bilginize sunmak isterim, değerli milletvekilleri. 2006 yılında 220 bin 141 öğrenci üniversite sınavlarını kazandıktan sonra yurtlara yerleşmek için başvuruyorlar. 2008 yılında 221 bin 141 öğrenciden 89 bin 579 öğrenci yurtlara yerleştiriliyor. 2009 yılında 254 bin 745 öğrenci yurtlara yerleşmek için başvuruyor, 98 bin 547 öğrenciye yurtlarda yer veriyorlar. Diyeceksiniz ki, bu rakamlar nereden? Bu rakamlar Yüksek Öğrenim Kurumunun, Kredi ve Yurtlar Kurumunun İnternet sitesinde bulunan 2008 ve 2009 faaliyet raporlarından alınmış rakamlardır ve 2010 yılı üniversiteler açılıyor. 256 bin 789 öğrenci yurtlarda kalmak için başvuruyor. 69 bin 945 öğrenci yerleştiriliyor yurtlara. Bir anne bir baba sevinir, oğlum, kızım üniversiteyi kazandı diye. Sadece onlar sevinmezler, komşuları sevinir, akrabaları sevinir, çocuğumuzu üniversiteye göndereceğiz, geleceği güzel olacak diye sevinirler. En azından kendilerinden daha iyi yaşam koşullarına sahip olacakları için sevinirler. Ama sevinçleri bir hafta sürer. Bir hafta sonra, aynı anne baba kaygı içinde, kuşku içinde, çocuğumuz nerede kalacak. Acaba Sayın Başbakan bunu düşünüyor mu? “Üniversite sayısını artırdık” diyorlar. Acaba üniversitelerin arttığı oranda öğrenci yurdu sayısı arttı mı? Ve bir soru daha: Öğrenci yurdu yapmak çok mu zor? Devletin bütçesinde kaynak mı yok? Hayır. Hem çok kolay hem devletin bütçesinde yeterli para da var ama amaç, öğrencileri üniversiteye kazandırmak değil, onları belli karanlık odaklara tutsak yapmaktır onların amacı. Onun için Sayın Başbakan şudur budur diye anlatmasın. Ekonomiymiş, şuymuş buymuş, önce kendi geleceğine sahip çıkacaksın, bu ülkenin geleceğine sahip çıkacaksın. Bu ülkenin geleceği gençlerdir, o gençler aydınlık eseri olmak zorundadır. Gençlere sahip çıkmayacaksın, yurt yapmayacaksın, ondan sonra kalkacaksın ahlak keseceksin. Kendi gençliğine sahip çıkmayan bir siyasal iktidar ülkenin geleceğine sahip çıkamaz, bunun böyle bilinmesi lazım. Ve referandum sonrası Sayın Başbakan yine konuşmasında “O hayır verenler darbecidir” falan filan söylemlerini bıraksın, herkesi kucaklayacağız, şunu yapacağız, bunu yapacağız dedi ve bu konuşmasını yaparken döndü Sayın Burhan Kuzu’ya da dedi ki “Burhan Bey hazırsın değil mi çalışmalara?” Sayın Burhan Kuzu, bildiğim kadarıyla Adalet ve Kalkınma Partisinin milletvekili, değil mi? Söyleyen de Sayın Başbakandı. Sayın Kuzu, aynı zamanda Anayasa Komisyonu Başkanı, yani talimatı veren kim? Sayın Başbakan. “Hemen hazırlıkları yapalım” diye. Biz de seçim meydanlarında söyledik. Bu anayasa değişikliğine hayır deyin ki yeni bir anayasanın yolu açılsın dedik, özgürlüklerin yolu açılsın dedik, baskılardan toplumu arındıralım dedik, dokunulmazlıkları kaldıralım dedik, YÖK’ü kaldıralım dedik, 12 Eylül hukukunun getirdiği yüzde 10 barajını kaldıralım dedik, özel yetkili mahkemeleri kaldıralım dedik, Atatürk’ün vasiyetine uygun olarak Türk Dil Kurumunu, Türk Tarih Kurumunu eski konumuna getirelim dedik, bunları söyledik. Sayın Başbakan da yapacağız bunları” diye söz verdi. Şimdi, Sayın Başbakanın verdiği sözlerden bazılarını size aktaracağım, tarih, referandumdan hemen 4 gün sonra, yani 16 Eylül 2010’da diyor ki: “Yeni bir anayasa mı istiyorsunuz? ‘İstiyoruz’ Yeni bir anayasa istiyorsak ne düşünüyorsak, neyi o anayasada görmek istiyorsak buyurun çalışmaları yapalım.” Şimdi yine söylüyoruz. Biz her şeye varız. Biz hemen çalışmamıza başladık, zaten hazırlıklarımız vardı, bu çalışmamızı yürütüyoruz.
Geçiyoruz referandumdan 12 gün sonra. AKP Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısında Sayın Başbakan yine söylüyor: “Yeni bir anayasa konusunda 12 Eylül akşamı itibariyle zaten stardı verdik. Herkes çalışmasını yapsın, biz de çalışmamızı yapıyoruz. Diyalog ve uzlaşma her zamanki gibi azami çaba sarf edeceğimiz ilkemiz olacak. Ve Sayın Başbakan 13 gün sonra, referandumdan 13 gün sonra medya temsilcileriyle, 20 gün sonra AKP Genişletilmiş İl Divanı toplantısında da yine “Hemen oturalım, anayasa değişiklikleri konusunda çalışalım” görüşlerini söylüyor. Burhan Kuzu’ya o akşam verdiği sözlerin hep arkasında durmuş. Biz de dedik ki, hay hay, anayasa değişikliği için buyurun, yapalım, bizim de taleplerimiz var. Ve 21 gün sonra, Bulgaristan’a giderken, Sayın Başbakanın ayakları yerden kesilince açıklama yapmış. “Kimse bize 2011 içinde yeni bir anayasayla ilgili yok komisyon kuralım, yok şu yok bu filan gibi tekliflerle gelmesin, çünkü bizim artık 2011 seçim öncesi gündemimizde böyle bir çalışma yok.” Allah aşkına, bu kişi bu ülkeyi yöneten birisi, yani Başbakan, referandum sonrası söylediğine bakın, şimdi söylediğine bakın. Söylemiyle eylemi tutmayan bir başbakana ne denir? Eğer bir başbakansan, söylüyorsan arkasında dur, konuştun madem, çünkü Sayın Başbakanın kafasında şu var: Biz ne dersek CHP hep itiraz edecek. Gelin anayasayı değiştirelim, koro hâlinde bizim itiraz edeceğimizi düşünüyordu. Biz dedik, hay hay buyur gel, şimdi kendisi kaçıyor, çünkü ezberi bozuldu. Niçin kaçıyorsun Sayın Başbakan? Bu anayasa bu topluma dar geliyor. Özgürlükleri genişletelim, hakları genişletelim, üniversiteleri özerk yapalım, niye kaçıyorsun, gel meydana oturup tartışalım. Efendim, Meclisin işi çokmuş! Parlamentonun işi olabilir. Uyum komisyonu kurmak zor bir şey değil ki. Her partiden 2 milletvekili oturur uzlaşırlar, konuşurlar, bir adım atmış olurlar. Sayın Başbakanın o söylemlerinden sonra Sayın Mehmet Ali Şahin “Grup başkanlarıyla görüşeceğim, onlardan da izin alarak uyum komisyonu için düğmeye basacağım” gibi bir cümle kullandı. Sayın Başbakanın açıklamasından sonra öyle anlaşılıyor ki, Sayın Mehmet Ali Şahin de çark etti. “Efendim, buna gerek yoktur” demeye başladı. Peki, Sayın Başkan, sen daha referandumdan sonra “Ben grup başkanvekilleriyle konuşacağım” demedin mi? Ve AKP’nin bir grup başkanvekili de medyaya açıklama yaptı “evet, bizimle görüştü” diye. Şimdi soruyorum Sayın Mehmet Ali Şahin’e: Siz iktidarın mı Meclis Başkanısınız, yoksa Parlamentonun mu Meclis Başkanısınız?
Referandum sürecinde pek çok şey tartışıldı arkadaşlar, ama benim içime sindiremediğim bir şey var ve onu sizlerle paylaşmak isterim. Bu sözümü, bu anlatımımı bütün Diyarbakırlı kardeşlerimin de dinlemesini isterim. 4 Eylül 2010, Sayın Başbakan Diyarbakır’a gidiyor referandumda evet oyu istemek için. Gidebilir mi? Gidebilir. Evet isteyebilir mi? İsteyebilir, gayet doğal. Ama benim anlayamadığım, aklımın almadığı bir şey. Sayın Başbakan gitti dedi ki “Sevgili Diyarbakırlılar, şu eski Diyarbakır cezaevinde büyük işkenceler oldu, isimler de verdi. Ben size söz veriyorum. O hapishaneyi yıkacağım, yerle bir edeceğim ama söz, size daha güzel, daha modern bir hapishane yapacağım” dedi. Sorum şu, Diyarbakırlı kardeşlerime sorum şu: Dünyanın hangi demokrasisinde bir başbakan gelir “eski hapishaneyi yıkacağım, söz size, daha modern, daha güzel bir hapishane yapacağım ve böylece o hapishanedeki izleri de sileceğim.” Sorum bitmedi, bir sorum daha var. Diyelim ki CHP Genel Başkanı olarak ben gitseydim Diyarbakır’a ve deseydim ki, sevgili Diyarbakırlılar, çok önemli bir adım atıyoruz. Bu hapishaneyi yıkacağız, size daha modern bir hapishane yapacağız, ne olurdu? Yer yerinden oynardı, kıyamet kopardı, ne Avrupa Birliği kalırdı ne Amerika, ne Diyarbakır kalırdı ne İstanbul, ne televizyonlar kalırdı ne gazeteler yer gök inlerdi ve şunu söylerlerdi. Şu CHP’ye bakın Allah aşkına, bula bula bir hapishaneyi getiriyor. Bu bölgeye hapishane yapacağız diye söz vermek için gelinir mi derlerdi ve dediklerinde de haklı olurlardı. Peki, Başbakan söylediğinde niye tek bir cümle dahi bir yerde kullanılmadı? Bu çifte standardı da vicdanı olan her yurttaşımın vicdanına havale ediyorum.
Brüksel’e ve Almanya’ya gittik. Referandumdan hemen sonra gittik ve orada çalıştık, uğraştık, belli şeyler üzerinde durduk. Bizi şöyle tanıyorlardı, şöyle lanse ediyorlardı: Cumhuriyet Halk Partisi statükocu bir partidir. Cumhuriyet Halk Partisi değişimlere karşı bir partidir. Cumhuriyet Halk Partisi değişim olduğu zaman hemen itiraz eder, reformlara itiraz eder. Ve gittik onlara şunu söyledik: Biz, hangi reforma itiraz ettik? Avrupa Birliği ile ilgili olarak hangi uyum yasasına itiraz ettik? Bize bir örnek verebilir misiniz? Örnek yok. Biz değişimden yanayız, özgürlüklerden yanayız, kadın erkek eşitliğinin güçlendirilmesinden yanayız, sağlıklı, tutarlı, Batı standartlarında etik değerleri olan bir toplumu yaratmaktan yanayız, topluma doğruları söylemekten yanayız, siyasetin kirlilikten arınmasından yanayız, siyasetçinin halka hesap vermesinden yanayız dedik. Ama şunu da söyledik. Biz, Avrupa Birliğinin Türkiye’ye çifte standart uygulamasına karşıyız, bunu her yerde söyledik, şimdi sizin önünüzde de söylüyoruz dedik. Bunu anlattıktan sonra üniversiteler örneğini verdim kendilerine ve kendilerine şunu da söyledim: Sizin ülkenizde veya Avrupa Birliğinin diğer ülkelerinde 48 gazetecinin hapiste olduğu bir başka örnek verebilir misiniz? İnanamadılar. “48 gazeteci hapiste mi? Evet, hapiste. SPD’nin Sayın Genel Başkanıyla konuşurken “Sayın Bekir Coşkun’un işine son vermişler” diye haber geldi. Görüşmeye girerken bir espriyle başladım ama acı bir espri. Dedim ki, referandumun ilk olumlu sonuçları çıktı. Siz bunları reform olarak dillendiriyordunuz. Türkiye’nin en çok okunan köşe yazarlarından birisinin işine son verildi. İnanamadı. Evet. Referandumun olumlu sonuçları çıktı! Medya üzerinde baskılar var. Cumhuriyet Halk Partisi olarak medya üzerindeki baskıları bir rapor hâline getirdik, şimdi İngilizce, Fransızca ve Almancaya tercüme ediliyor, onu Avrupa Parlamentosundaki bütün üyelere göndereceğiz. Türkiye’de kimin demokrat olup olmadığını, kimin hak ve özgürlüklerden yana olup olmadığını onlara anlatacağız, bir değil, bin kez dâhi bile olsa gidip anlatacağız.
Bize şunu söylüyorlardı: “Efendim, gelip bize diyorlar ki, AKP bir şey yapmak istiyor, hep CHP engelliyor.” Hayır, dedik. Avrupa Birliği ile uyum yasaları sürecinde, uyum çalışmaları sürecinde hep katkı verdik, çünkü bu sürecin başında bizim ikinci liderimiz rahmetli İnönü’nün imzası var dedik. Biz, çağdaşlaşmadan yanayız, uygarlaşmadan yanayız, gelişmekten yanayız, üretmekten yanayız, özgürlükten yanayız bütün bunların hepsini söyledik. Diğer partilerle de görüştük, tamamını anlattık ve emin olun oradaki tablo değişti. Şimdi bakın, daha farklı bir şey anlatacağım. Sayın Başbakan Bulgaristan’a giderken bir şey söylemiş. “Türkiye sürekli olarak oyalanıyor. Türkiye’nin önüne sürekli olarak farklı engeller çıkarılıyor” demiş Avrupa Birliği için. Peki, Sayın Başbakan, sen Avrupa Birliği ile oturup anlaşmaları imzalarken neyin altına imza attığını bilmiyor muydun? Önceki genel başkanımız Sayın Baykal, şu kürsüden defalarca ama defalarca “Sayın Başbakan onun altına imza atma, çık gel Türkiye’ye, gerekirse beraber gezeriz. Ben senin niye imza atmadığını ben anlatırım halka” demedi mi? Şimdi kalkmış “Bizi oyalıyorlar” diyor. Oyalamıyorlar, senin verdiğin sözleri yerine getir diye bekliyorlar. Altına imza attın onların sen, hatta o kadar ki neyin altına imza attığının farkında bile değildin. Kendisi uyarıldığı zaman buradan yazı gönderdiler Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla ve kendilerinden o kadar geçmişlerdi ki Kızılay’da saat 12.00’da havai fişek attılar. Bunların Avrupa Birliğine giriş süreci bu. Şimdi bu süreç sona doğru yaklaşıyor. “Bizi oyalıyorlar” diyorlar. Hayır. Sen, Avrupa Birliğini oyalıyorsun Sayın Başbakan, sen oyalıyorsun. Örnek vereceğim. Bakınız Avrupa Birliği diyor ki, “kamu alımları, rekabet, sosyal politika ve istihdam, yargı ve temel haklar, adalet, özgürlük ve güvenlik konularında belirgin bir ilerleme yok” diyor. “Sosyal politika, istihdam ve sendikal haklar konusunda hükümet çeşitli bahanelerin arkasına sığınarak bunları getirmiyor. Kamu alımlarında saydamlık adına, hesap verebilirlik adına istisnaları kaldır” diyor, ama hükümet bunları kaldırmıyor. Devlet yardımlarıyla ilgili izleme komitesi hâlâ kurulmadı. Aslında Avrupa Birliğini oyalayan Adalet ve Kalkınma Partisi, yapmıyor gereğini. Yapmadığı içindir ki, CHP’yi şikâyet edemiyor, çünkü CHP, gitti gördüler, CHP bir engel değil. Kimi şikâyet edecek? Kimseyi edemiyor, bu sefer Avrupa Birliğine başladı, siz bizi oyalıyorsunuz diye.
Sayın Başbakan konuşurken ben hep şunu söylerim. Bizim gizli gündemimiz yok. Biz, içi dışı bir olan bir siyasi anlayıştan geliyoruz. Amacımız var, Türkiye’yi çağdaş uygarlığa ulaştırmak, temel amacımız bu. Evrensel değerlere sahip olmak, dünyadan kopmamak, o dünyanın, saygın dünyanın saygın bir parçası olmak, bizim temel hedefimiz bu. Sayın Başbakan Marmara Üniversitesine gidiyor ve bir konuşma yapıyor. Şunu söylüyor Sayın Başbakan: “Farklı inanç gruplarının gerekirse kendi yargılamalarını yapmalarının mirasçılarıyız. İnşallah, gelecekte yine böyle öncü bir rol üstleneceğiz.” Ne demek bu biliyor musunuz? Her inanç grubunun kendi mahkemesi olsun. Her inanç grubu kendi mahkemesinde yargılansın, her inanç grubu verdiği karara uysun. O zaman, bizim, Sayın Başbakana şu basit soruyu sorma hakkımız var: Siz o koltukta niye oturuyorsunuz? Mademki herkesin, her inanç grubunun ayrı yargılama sistemi olacak ve siz bunu istiyorsunuz… Ve diyor ki, “inşallah gelecekte yine böyle öncü bir rol üstleneceğiz.” İşte, gizli gündemi bu. Bunlar demokrat falan değil, bunlar hukukun üstünlüğüne filan inanmıyorlar. Bunlar yurttaşlar arasında ayrım yaparak, onları bölerek, parçalayarak iktidara tutunmak istiyorlar. Bunlar hukukun üstünlüğü kavramına şu veya bu şekilde inanmıyorlar ve bunların, çok üzülerek söylüyorum, tarih bilgisi de yok. Osmanlı’nın niye battığını gitsinler bu olayın içinde görsünler. Kapitülasyonlar dolayısıyla yabancılara verdikleri özel yargılamayı görsünler bakalım. Türkiye’nin başına onlar sonra ne iş açtı görsünler bakalım. Ve bir Başbakan, bunu bir üniversitenin çatısı altında söylüyor, acı olanı bu. Peki, bu konuyu acaba eleştiren bir medya gördünüz mü? Biz kalkıp böyle bir şey söylesek kıyamet kopardı, yer yerinden oynardı. Beyefendi kalkmış, çağdaş hukuk düzeninin tam tersi Ortaçağ hukukunu getiriyor ve buna öykünüyor, tık yok medyada. Onun için söylüyoruz, çifte standart, baskılama, adı konmamış bir sıkıyönetim AKP iktidarıyla beraber aşama aşama Türkiye’ye geldi. Onun için diyoruz adına sıkıyönetim demenize gerek yok ki, o yasal isim. İstediğiniz gibi konuşursunuz kimse sizi eleştiremez, istediğinizi söylersiniz, Türkiye’nin temel değerlerinin aksine bile söyleseniz kimse sizi eleştiremez, kimse aleyhinize konuşamaz. Ama size söz, son kişi kalıncaya kadar her Cumhuriyet Halk Partili, her yerde ve her ortamda bütün bu kirli çamaşırları açığa çıkarmak zorundadır, bu görev bizim görevimizdir. Bu anlayış nedir biliyor musunuz? Bu anlayış, cumhuriyete ihanet anlayışıdır, çağdaşlığa ihanet anlayışıdır bu anlayış.
Değerli milletvekilleri, Sayın Başbakan ekonominin çok iyi gittiğini söylüyor. Tabii ekonomi iki katmanlı bir yapıya dönüştü. Borsaya baktığımızda çok iyi gidiyor, her şey güllük gülistanlık, altına indiğinizde durum pek parlak değil. Her şeyin kurallara uygun gittiğini de söylüyorlar. Şimdi bakın, yasalar bir ülkeler niye çıkar? Yasalar toplumun kurallarını verirler, toplum o kurallara uyar, yasalara uyar. Toplum derken hükümet uymaz anlamında değil, hükümetin de o yasalara uyması lazım, çünkü o parlamentonun iradesi, yani halkın iradesi. Şimdi bir yasa çıkarmışız, diyoruz ki, orta vadeli program çıkacak, ama mayıs sonuna kadar bunun çıkması lazım. Şimdi hangi aydayız? Ekim ayındayız, çıktı mı? Çıkmadı. Demek ki yasa uygulanmıyor. Orta vadeli mali planın çıkması lazım. Yasaya göre tarihi ne? 15 Haziran. Şimdi Ekim ayı çıktı mı? Çıkmadı. Demek ki yasa uygulanmıyor. 2011 bütçe çağırısı, diyor ya bütçe yapacağız. Haziran sonunda bütün kamu kuruluşlarına bütçe çağrısının gitmesi lazımdı. Şu ana kadar bütçe çağrısı gitmiş değil. Hangi ekonomiden söz ediyorsunuz siz? Mali kural var mı? Koymadılar, getirmiyorlar. Hangi ekonomiden?.. TESK’in genel kurulunda, yani Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu Genel Kurulunda bütün esnaf ve sanatkâr arkadaşlarıma sordum. Borsanın durumu çok iyi dedim, borsada kazanan var mı içinizde diye sordum. Bir tek el bile kalkmadı. O zaman sizin durumunuz çok mu iyi? “Hayır, durumumuz iyi değil.” Sayın Başbakana bir soruyu sormak isterim. Herhangi bir yerde yolda giderken, şehirlerarası giderken bir kamyon şoförünü gördüğünde inip ona bir soru sorsun. Senin deponda sadece mazot mu var, yoksa mazotla beraber yağ da yakıyor musun diye ve o yağı sen niye yakıyorsun diye sorması lazım. Eğer hayatın gerçeğini çıplak gözle görmezseniz, hayatın gerçeğini sorgulamazsanız, borsa şöyle oldu böyle oldu, sıcak paraya teslim olan bir ekonomiyi gündeme getirirseniz Türkiye’nin geleceği parlak değildir. Çiftçiye sorun, esnafa sorun, sanayiciye sorun, ihracatçıya sorun, yani üretene sorun, yani alın teri dökene sorun, kim diyebilir ki bu izlenen ekonomi politikası doğrudur diye?
Hukukun üstünlüğü diyorduk değil mi? Bunların bir afişi vardı, “Hukukun üstünlüğü mü, yoksa üstünlerin hukuku mu” diye. Siz yasayı uygulamıyorsunuz. Yasanın uygulanmaması ne demektir? Hukukun üstünlüğü mü demektir, yoksa birilerinin mi üstünlüğü demektir? Gerçek bu. Halka doğruları söylemiyorsunuz. Kendiniz halka yaptığınızın tam tersini, halka söylediğinizin tam tersini yapıyorsunuz ve hayata geçiriyorsunuz. Plansız programsız giden ekonomide enflasyon yeniden tırmanışa geçti. Onu da göreceğiz önümüzdeki günlerde.
Değerli milletvekilleri, bunlar bir şey daha söylüyorlardı. “Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulunu değiştiriyoruz, sadece Danıştay’dan, Yargıtay’dan değil, kürsü hâkimi de gelsin orada görev yapsın. Kürsü hâkimi de orada görev yaparken yargıçların atanmasıyla ve diğer konularla ilgili görüşünü beyan etsin, söylem bu idi. Şimdi geliyorum eyleme. Kimler aday? Bakan var zaten, müsteşar var, anayasal hüküm, bunlar var. Onun dışında şimdi müsteşar yardımcıları aday, genel müdürler aday, genel müdür yardımcıları aday, müfettişler aday, ne güzel bir Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu! Hani siz diyordunuz ki kürsü hâkimi, bunların hiçbirisi kürsü hâkimi değil. Efendim, yasaya göre engel değil bu. Siz ama halka böyle söylemediniz. Halkı aldattınız, halkı kandırdınız, bu mudur sizin ahlak anlayışınız, bu mudur sizin doğruluk anlayışınız? Onun için tabloyu her yerde, her ortamda anlatacağız.
Ve son bir konu arkadaşlar. Orhan Pamuk’u hepimiz tanırız, Nobel ödülü alan bir yazarımız. Yeni kitabında şöyle bir cümleyle başlıyor: “Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti.” Bizde de eski bir istihbaratçı, kaçakçılık ve organize şubesinde görev yapmış, emniyet müdürlüğü görevi yapmış birisi bir kitap yazdı ve onun da hayatı değişti. Size şimdi demokrasinin geldiği noktayı anlatmak için bunları anlatıyorum. Ne diyor Sayın Hanefi Avcı? Diyor ki, ”Binlerce telefon yasadışı dinleniyor. Bir değil, iki değil binlerce telefon yasadışı dinleniyor.” Kitabında örnek de veriyor. Diyor ki “Ben sadece bir iki örnek verdim ama binlercesi var böyle.” ve nasıl dinlendiğini de söylüyor. “Telefon cihazı numaraları esas alınıyor, buralardan dinlenme yapılıyor.” Ve şunu da söylüyor: “Ben bunu Adalet Bakanlığına anlattığım zaman inanmadı, istersen telefon aç TİB Başkanına sor dedim” Telekomünikasyon İletişim Başkanlığına. “Telefon açtı sordu ve benim dediğim doğru çıktı” diyor. Başka ne diyor? Diyor ki “Devletin demirbaş defterine kayıtlı olmayan yasadışı dinleme aletleri var.” Önemli bir iddia ve bir şey daha söylüyor. “Devletin içinde olması gereken, bürokraside olması gereken hiyerarşik yapı orada, başkaları var. Başkalarının istemleri üzerine işlemler yapılıyor” diyor. Şimdi bunlar nedir? İddialar, çok ciddi iddialar. Bu iddialar sıradan bir yurttaşın iddiası değil, bir gazetecinin iddiası değil, bir araştırmacının iddiası değil, hayatını bu konuda vermiş, ilgili dairelerde çalışmış, çaba harcamış bir polis müdürünün iddiaları. Belgelerle koyuyor ortaya. Bu iddialar doğru mudur değil midir araştırılması gerekir, zaten sorun orada. Ne yapıyor Sayın Hanefi Avcı? 6 Ocak 2010, İçişleri Bakanlığına bir dilekçe veriyor, bütün bunları anlatıyor. Diyor ki Şu şu yasa dışılıklar var ve bunları araştırın. Dilekçe bir gün sonra Sayın Hanefi Avcı’ya iade ediliyor. Deniliyor ki, “Biz bu konuyu incelemeyeceğiz.” 6 gün sonra, yani 12 Ocak’ta bu kez aynı kişi Adalet Bakanlığına dilekçe veriyor. “Burada hukuksuzluk var, yasa dışılık var burada.” İddialar vahim mi? Vahim. Demokrasiyi gölgeleyen iddialar mı? Evet. Özel hayatı gölgeleyen iddialar mı? Evet. Hukukun üstünlüğü değil, hukuku alaşağı eden iddialar mı? Evet. Devlette olması gereken saydamlık ilkesine uygun mu? Hayır. İstediğiniz gibi istediğiniz kişiyi karalayabilirsiniz, buna uygun rapor, iddianame ne varsa hepsini yapabilirsiniz. Demokrasilerde devlet bu mu? Hayır. Olması gereken bu mu? Hayır. Olması gereken şudur: İhbar dilekçesi gelir, ilgili bakan alır, derhal ilgili birime gönderir ve soruşturulmasını ister, olay budur. Ama bunlar konuyu araştırmamak için çaba harcıyorlar. Ne oluyor biliyor musunuz arkadaşlar, onları araştırmama bir tarafa, 19.8’de kitap piyasaya çıkıyor, 19.8.2010’da. 20.8.2010’da Sayın Hanefi Avcı hakkında sekiz soruşturma açılıyor. 605 sayfalık kitabı bir gecede nasıl okudun, nasıl havale ettin, nasıl müfettişleri harekete geçirdin? Oysa sana veriliyor, sekiz ay geçmiş üzerinden, sekiz ay, sekiz ayda ne yaptın sen Sayın Bakan? Bu iddia çok ciddi bir iddiadır, bunun takip edilmesi lazım. Medyaya da bu konuda baskı var, gazetelere ve televizyonlara da baskılar var. Bakınız Sayın Avcı, “kanunsuz dinlemeleri tespit etmek çok kolay” diyor. “Kanunsuz iddiaları tespit etmek çok kolay” diyor. Okuyayım size. “Tüm kanunsuz dinlemeleri tespit için öncelikle son iki üç yıldır a-mail numaraları üzerinde yapılan tüm dinlemelerin listesi TİB kayıtlarında veya istihbari dinleme yapan birimlerden temin edilip bu a-mail numaralarının telefon makinelerine takılan telefon numaraları TİB kayıtlarından ve GSM firmalarından veyahut İstihbarat Daire Başkanlığı bilgisayar sisteminde merkez veya herhangi bir ildeki istihbarat şubelerinden veya kaçak telefonları tespit için oluşturulan ortak veri tabanından tespiti mümkündür” diyor. Yani bunu yaparsanız bütün bu yasadışı dinlemelerin hepsini bulursunuz. Yaptılar mı? Yapmadılar. Niye yapmıyorlar? Şimdi Sayın Başbakana soracağız, sormak durumundayız. Demokrasiyse biz soracağız, Sayın Başbakan yanıt verecek. Siz, hangi gerekçeyle bu soruşturmayı engelliyorsunuz ve engelleyenler kimlerdir? Bu engelleniyorsa, kesinlikle bu ülkede demokrasi yoktur, kesinlikle bu ülkede insan hakları kavramı yoktur ve gelişmemiştir. Sayın Başbakan ya bunu yapar ya biz başka yollara başvururuz. Oturur görevini yapar. Kimsenin telefonları yasadışı dinlenemez, dinlenmemelidir. Eğer benim telefonlarım yasadışı dinleniyorsa orada demokrasi yoktur. Çok çarpıcı bir örnek vereceğim. Daha geçen hafta bir gazeteci arkadaşımız, Türk Eczacılar Birliğinin bir toplantısını yönetiyor. Konuşmacılar konuşuyorlar. Konu buraya geliyor. Bu gazeteci arkadaşımız salona dönüp şu soruyor: “Telefonlarının dinlendiğini tahmin edenler el kaldırabilir mi?” diye. Salonun dörtte 3’ü el kaldırıyor. Geldiğimiz, demokraside geldiğimiz nokta bu. Sayın Başbakan diyor ki “Efendim, hayır diyenlerle ilgili olarak, hayır diyen kimselerin korkularını, kaygılarını, endişelerini anlamak, empati kurmak, bu korku kaygı ve endişeleri anlamaya çalışmak elbette her partinin temel görevidir.” Sayın Başbakan senin temel görevinse bu soruşturmayı sürdür sonuna kadar. O yasadışı dinlemeleri yapanları çıkar teşhir et, yargının önüne çıkar, senin görevin o değil mi? Eğer bir salonda oturan insanların dörtte 3’ü telefonlarım dinleniyor diye bir kaygı taşıyorsa, bu kaygı senin iktidarın yarattı, muhalefet yaratmadı. Ve Sayın Başbakan diyor ki “Sekiz yıl boyunca olduğu gibi bundan sonra da 73 milyon vatandaşımızın her bir ferdinin yaşam tarzı bizim teminatımız altındadır.” Senin getirdiğin teminat bu işte, korku toplumu yarattın sen. Sanayici korkudan konuşamıyor, esnaf korkudan konuşamıyor, sokaktaki vatandaş korkudan konuşamıyor, üniversite korkudan konuşamıyor, korku toplumu yarattın Sayın Başbakan sen, demokrasi değil, özgürlük değil, hak değil. Sayın Başbakana şunu söyleyeyim: Bu korkunun da, bu terörün de kaynağı sensin Sayın Başbakan, sensin kaynağı. Eğer bu korkunun kaynağı ben değilim diyorsan, bu soruşturmayı sonuçlandırırsın ve kamuoyunu tatmin edecek raporları çıkarırsın kamuoyuna açıklarsın. Biz de deriz ki, evet, Sayın Başbakan her türlü yasadışı işlemin üzerine yüreklice gitti deriz. Gitmezse o korkunun bir parçasıdır Sayın Başbakan, o korkuyu yaratan kişidir ve biz bunu her yerde anlatırız o zaman, her toplantıda anlatırız o zaman. Onun için miting meydanlarında söyledim. Hayır oyunu kullanmak kolay değildir, hayır oyunu kullanmak zordur. Yeşil kart şantajı yapılıyordu, bizzat Başbakan yapıyordu. Hayır oyunu kullananları “darbeci” diye suçluyordu. Aşama aşama Türkiye’ye baskı rejimini getirdiler, sivil sıkıyönetim getirdiler. Ama bunu kıracağız, elbirliğiyle kıracağız. Mademki biz demokrasiden yanayız, mademki biz hak ve özgürlüklerden yanayız, mademki biz ülkemizi seviyoruz, mademki biz yurtseveriz, Batılıların imreneceği şekilde bu karanlık tabloyu mutlaka yıkacağız. Bizim tarihimizde de, kökümüzde de, geçmişimizde de teslim olmak yoktur ne yaparlarsa yapsın mücadele edeceğiz. Mücadele bizi kamçılar, hayata bağlar bizi mücadele. Mücadele bize iktidar yolunu açacaktır. Onun için mücadele edeceğiz diyorum. Bir militan gibi çalışacağız ve Cumhuriyet Halk Partisini iktidara taşıyacağız. Göreceksiniz özgürlük neymiş, göreceksiniz yasadışı dinlemeler neymiş, göreceksiniz onların başına gelirmiş. Hukuk içinde her şeyi çözeceğiz.
Yeni yasama yılı kaygılarla başladı. Öyle anlaşılıyor ki öyle devam edecek. Çağrımızı yineliyoruz. Korku toplumunu yıkmak istiyorsanız, özgürlüğü getirmek istiyorsanız gelin, 12 Eylül rejiminin getirdiği tüm düzenlemeleri yeniden gözden geçirelim. Demokrasinin ve özgürlüğün yolunu açalım. Sayın Başbakanın kaçmasına gerek yok. Gelsin görecektir güzel şeyler olur bu ülkede. Hepinize saygılar sunuyorum.
26.11.2024
26.11.2024
26.11.2024
25.11.2024