19.10.2010

19 Ekim 2010 tarihli TBMM Grup Konuşması

Genel Başkan Kılıçdaroğlu CHP Grup Toplantısında; ”Sayın Haşim Kılıç hukuk fakültesinde bile okumadın. Senin hukuk dersine ihtiyacımız yok” dedi.

-“Sayın Kılıç, öyle anlaşılıyor ki hukukun haliç bölümünde yaşıyor, kokulara alıştı”

-”Yargıda tuz koktu, kokular gelmeye başladı”

-“Hukuk; ahlaktır. Ahlakın olmadığı yerde hukuk olmaz, konuşanların da ahlaktan nasip alması lazım. Ben Anayasa Mahkemesi başkanıyım diyelim, birisi hülle yoluyla üye olarak atanıyor, ben içime sindiremem, o üyeyi geri gönderirim. Sayın Kılıç, hülle yoluyla Anayasa Mahkemesi üyeliğine atananı, hangi gerekçeyle, ahlakla kabul ettiriyorsunuz?”

-”Yargıyı yürütmenin emrime vermek ne zamandan beri reform oldu?”

-”Elinizi vicdanınıza koyun ve şu soruyu sorun; bu HSYK 12 Eylül Anayasası’nın getirdiği HSYK’dan daha mı bağımlı, daha mı bağımsız?”

-“Deniz Feneri davasının savcısı da HSYK üyeliğine seçildi. Düşünün Almanya ikinci Deniz Feneri davasını açmak üzere biz hala birincisinin ne olduğunu bilmiyoruz. Bundan sonra da herhalde daha da zor işimiz ama takip edeceğiz. Bizi yıldıramazlar. Sonuna kadar takip edeceğiz. Aydınlığa çıkıncaya kadar takip edeceğiz. AKP bütün baskısını yapsa da sonuna kadar takip edeceğiz”

-”Bir yargıç ‘üzerimde kurumsal baskı var’ diyerek istifa etti. Başbakan’a ‘o yargıca kurumsal baskıyı kim yaptı?’ diye sorduk, Başbakandan ses var mı, tık yok”

-”Bu ülkenin talihsizliği Ali Dibocudan Adalet Bakanı olması. Sen uygar bir toplumda adalet bakanı değil, milletvekili olamazsın”

-“Biz bunları söyleyince kızıyorlar. Niye kızıyorsunuz? Hatay’da gittin ihale dağıtımında kendi el yazınla yazdın senin milletvekilin, aynı partiden arkadaşın götürdü notere onaylattı”

-“AKP gerçekleri ve konuşmalarımızı kamuoyundan gizlemek için geçen hafta sınır ötesi operasyonlarla ilgili gizli oturum yaptı. Bu kadar boş, bu kadar sığ bir kapalı oturumu ilk kez dinledim, yarısında çıktım. Kapalı oturum sırasında AKP’nin bir grup başkanvekili Twitter’dan mesaj gönderiyor, bazı AKP milletvekilleri de kuliste maç izliyordu”

-”Türkiye’nin, Parlamentonun, AKP’li milletvekillerinin haline bakın. Böyle bir yapı olabilir mi? Onlar konuşamazlar, onların dilleri yoktur; onlar duyamazlar, onların kulakları yoktur; onlar düşünemezler, onların yerlerine başkaları düşünür, onlar yaparlar. AKP’nin getirdiği parlamento, çalışma ortamı bu. Kendileri çalar, kendiler oynarlar”

-“Başbakan Erdoğan Zonguldak’taki kaza için ”kader” dedi. Şili’de kader olmayan şey Türkiye’de neden kader oluyor? Şili’de ölmeyen maden işçisi Türkiye’de neden ölüyor? Çünkü orada akıl ve mantık var, kazayı önleyecek önlemler alıyorsunuz ama Sayın Başbakan’ın bu taraklarda hiç bezi yok Şili’de 700 metre yerin altındaki işçileri canlı çıkardılar. Zonguldak’ta 5 aydır 2 işçimizin cesedi toprak altında”

-”AKP demokrasiyi ve özgürlükleri genişletmek isteyen bir parti değil, gizli gündemi olan bir parti”

-“Erdoğan’ın derdi, AKP’nin politikası kadınları toplumun dışına itmektir. Kadınlar AKP’yi iyi tanısın. AKP, kadının haklarını savunan, kadınlardan yana bir parti değildir”

-“Türkiye’nin, CHP’ye her zamankinden daha fazla ihtiyacı vardır”

Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu CHP Grup Genel Kurulu’nda güncel olayları değerlendirdi ve sık sık alkışlarla kesilen konuşmasında şunları söyledi:

Değerli milletvekilleri, geçen hafta aslında oldukça hareketli bir hafta idi, bizim açımızdan da medya açısından da hareketli bir hafta, Türkiye’nin gündeminden de önemli olaylar geçti, önemli olaylar konuşuldu, önemli gelişmeler oldu. Hafta sonunda İstanbul’da gazetelerin ve televizyonların genel yayın yönetmenleriyle beraber olduk. Onlara hem Cumhuriyet Halk Partisi hakkında bize soracakları soruları içtenlikle yanıtlayacağımızı söyledik, aynı zamanda Türkiye’de olup bitenler konusunda da karşılıklı görüş alışverişinde bulunmak istedik. Bir acı tabloyu sizlerle paylaşmak isterim. Gerçi bildiğimiz bir tablo, söylenen bir tablo, yazılan bir tablo, Türkiye’de medyanın büyük bir bölümünün AKP’nin kontrolüne geçtiği bir tablo. Bu tablo var olduğu sürece Türkiye’de sağlıklı bir demokrasinin olmayacağının da kabul edilmesi gerekir ve o kadar acı bir tablo yaşandı ki sonunda onlar bize değil, biz sayın genel yayın yönetmenlerine soru sormak zorunda kaldık, Türkiye’de demokrasiyi sorguladık. Onlara sorduk, sosyal devletin ne hâle geldiğini acaba biliyorlar mı diye sorduk. Bu ülkede açlık, yoksulluk var dedik, yolsuzluk var dedik, niçin bunlar medyada yer almıyor diye sorduk ve bazı arkadaşlarımız, bu soruları ısrarla ama ısrarla sormak durumunda kaldılar. Türkiye’de birey mantığının sona erdirilip kul mantığının öne çıkarıldığını biz dile getirdik. Asıl sorgulanması, üzerinde durulması gerekenin bu olduğu yine ifade edildi. Hemen ertesinde, cumartesi ve pazar günü İstanbul’da parti yetkililerimiz, bazı belediye başkanlarımız, bazı il başkanlarımızla beraber, sanatçılar, aydınlar, yazarlar, ilahiyatçılarla bir toplantı yaptık. Hem Türkiye’yi hem dünyayı hem de Cumhuriyet Halk Partisini görüştük. Yeni stratejiler, yeni gelişmeler konusunda sağlıklı, tutarlı, güzel bir çalışma yaptık ve bu çalışmadan hepimiz ders aldık, hepimiz bir şeyler çıkardık. Hepimiz, Türkiye’nin aydınlığa kavuşması gerektiği konusunda görüş birliğine vardık ve herkes şu gerçeğin altını çizdi; özenle çizdi. Türkiye’nin, Cumhuriyet Halk Partisine her zamankinden daha fazla ihtiyacı vardır, bu gereksinme de açıkça ortaya çıktı.

Hemen şunu söyleyeyim: Bu çalışmalar bir ilk, bölgesel düzeyde bu çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Kanaat önderleriyle, yazarlarla çizerlerle bir araya geleceğiz ve onlarla oturup konuşacağız. Biz kendimizi anlatacağız, onların algılarını, uzun yıllardır oluşturulan CHP ile ilgili yanlış algılarını yerle bir edeceğiz, bunda kararlıyız, çünkü biz Türkiye’nin partisiyiz.  Ve bir acı gerçek, değerli milletvekilleri, geçen hafta sınır ötesi olası operasyonlar dolayısıyla Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir gizli oturum yapıldı. Gizli oturumu isteyen Adalet ve Kalkınma Partisi. Biz de herhâlde ciddi şeyler olacak, ciddi gelişmeler var. MİT Müsteşarı Amerika’ya gidiyor, Kuzey Irak’a gidiyor, geziyor, Başbakan, Dışişleri Bakanı geziyor, görüşmeler yapıyor, acaba Türkiye Büyük Millet Meclisine, Yasama Organına, milli iradenin bir parçası olan Yasama Organına acaba lütfedip doğru dürüst bir bilgi verecekler mi diye! Gazete haberlerindeki bilgilerin içeriği daha dolu arkadaşlar; Bu kadar boş, bu kadar sığ bir kapalı oturumu ilk kez dinliyorum. Adalet ve Kalkınma Partisinin gerçekleri gizlemek için, bizim konuşmalarımızı kamuoyundan gizlemek için bir takıye yöntemiyle kapalı oturum istediklerini hemen anladık ve o kadar ki, değerli milletvekilleri, bir grup başkan vekili, oturup kapalı oturumda Twitter’la mesaj gönderiyor, çünkü işi gücü o. Gizli oturum yapılmış, Türkiye’nin önemli bir sorunu tartışılıyor. Hayır, efendim, hiç ilgisi bile yok. Dışarıya çıktığımda Adalet ve Kalkınma Partisinin milletvekillerinin dışarıda televizyonda maç izlediklerini gördük. Şu Türkiye’nin hâline bakın, şu Parlamentonun hâline bakın ve şu AKP milletvekillerinin hâline bakın, böyle bir yapı olabilir mi?  Çünkü onlar konuşamazlar, onların dilleri yoktur; onlar duyamazlar, onların kulakları yoktur, onlar düşünemezler, onların yerlerine başkaları düşünür, onlar sadece susarlar.  Millet onları buraya konuşsunlar diye gönderdi ama onlar konuşamazlar.

Halkın iradesine konuşmamak saygısızlıktır. Böyle bir anlayış, böyle bir parlamento olabilir mi? Ama sizlere söylüyorum. Tanık oldunuz, gördünüz, Parlamento bu, AKP’nin getirdiği Parlamento bu… AKP’nin getirdiği çalışma ortamı bu, kendileri çalar, kendiler oynarlar. Böyle bir parlamento olmaz.

- Zonguldak Kazası -

Ve yine bu süreçte, Şili’de önemli bir gelişme oldu, yerin 700 metre altındaki maden işçileri çıkarıldı. Bütün dünya izledi bunları, bütün dünya televizyonları verdi. Bizim gazeteler de birinci sayfalardan verdiler. Bizde ne oldu? Bizde de Zonguldak’ta bir kaza oldu, 17 Mayıs 2010’da. İşçilerimiz hayatlarını yitirdiler, 2 işçimizin cesedi 5 ayı geçkin süredir hâlâ çıkarılamadı. Ne diyordu Sayın Başbakan? “Kader” diyordu. Şili’de kader olmayan şey Türkiye’de niye kader oluyor? Şili’de ölmeyen maden işçisi Türkiye’de niye ölüyor? Çünkü orada akıl, mantık var. Önce kazayı önleyecek önlemleri alıyorsunuz, aklınızı mantığınızı kullanıyorsunuz. Ama Sayın Başbakanın bu taraklarda hiç gözü yok. Ona göre patlama, öldü, zaten yeraltında çalışanların kaderi de bu tür olaylarda ölmektir, Başbakanın geldi nokta budur, Başbakanın hukuk anlayışı budur, Başbakanın insanlık anlayışı budur, insana bakış açısı budur, alın terine bakış açısı budur. Siz öleceksiniz, mademki yeraltında çalışıyorsunuz, burada da kaderinize razı olacaksınız. Bu mantığı da her yerde ve her ortamda anlatmak zorundayız. Bütün Zonguldaklı kardeşlerimize anlatmak zorundayız. Yeraltında ölmek hiç kimsenin kaderi değildir. Önlemi alırsınız, işçiyi öyle yeraltına indirirsiniz. Olası önlemler önceden alınırsa kazaları da asgariye indirirsiniz.

Karabük’teki işçilerin durumunu biliyorum. Biz çalışanların, üretenlerin AKP hükümeti tarafından sevilmediğini de biliyoruz. Size ne çalışmak ne, size üretmek ne? Siz oturun! Size nasıl olsa gelip bir şeyler dağıtılacak, yoksul kalın, sürekli yoksun kalın ve AKP’ye bağımlı hâle gelin, hiç düşünmeyin, seçimlerde de gidip oy verin. Getirmek istedikleri mantık bu ama biz buna direneceğiz. Sizinle beraber direneceğiz, sizinle beraber mücadele edeceğiz endişe etmeyin.  Söyledik, bu coğrafyada bir tek çocuk bile yatağa aç girmeyecek. Bizim hayalimiz bu, bizim idealimiz bu, bunu gerçekleştireceğiz. Herkes çalışacak, herkes üretecek ve çalışacak ve bizim felsefemiz, bizim amacımız şu: Alın teri kutsaldır, emek kutsaldır; emeğe ve alın terine önem vereceğiz. Vereceğiz, aynı zamanda emeğin örgütlenmesini de istiyoruz biz. AKP’nin yan kurulu olarak değil, özgürce hak arayan, yeri geldiğinde direnen bir işçi olacak karşımızda, işçi sendikaları olacak.  Onun için biliyoruz sizi, sizinle ayrıca görüşeceğiz.

- HSYK Seçimleri -

Değerli milletvekilleri, Türkiye’nin yaşadığı ciddi bir sorunu yargıda yaşadık. Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu seçimleri yapıldı. Benim bildiğim kadarıyla, defalarca ama defalarca bir şeyi hep söyledik Cumhuriyet Halk Partisi hep söyledi. Dedi ki, Adalet ve Kalkınma Partisi sıradan bir parti değildir. Adalet ve Kalkınma Partisi demokrasiyi, özgürlükleri, hakları genişletmek isteyen bir parti değildir. Adalet ve Kalkınma Partisi gizli gündemi olan bir siyasal partidir, bunu unutmayın dedik, her yerde söyledik. Ama bize dediler ki “Hadi, canım, niye gizli gündemi olsun? O da bir siyasi parti. O da gitti, halktan oy aldı, geldi. Bak, demokrasiyi getiriyor, özgürlükleri getiriyor, genişletiyor, hiçbir şey de yok” dediler. Anlatamadık ve bunun sonucu ortaya çıktı, somut bir şekilde ortaya çıktı. Ne diyordu Adalet ve Kalkınma Partisi? “Yargı bağımsız ve tarafsız değildir” diyordu. “Yargının bağımsız ve tarafsız olması lazım” diyordu. Yargı derneklerini suçluyordu, hâkimlere doğrudan müdahale ediliyordu, yargıçlara müdahale ediliyordu “Niçin konuşuyorsunuz” diyorlardı. “Sizin bağımsız ve tarafsız olmanız lazım” deniyordu. Onların bağımsızlık ve tarafsızlık anlayışıyla bizim bağımsızlık ve tarafsızlık anlayışımız farklı idi ama aynı sözcükleri kullanıyorduk, aynı sözcükleri kullandığımız için bazı tuzu kuru aydınlar “Ya, Adalet ve Kalkınma Partisi de özgürlük istiyor. Bunlar da güzel şeyler söylüyorlar niçin itiraz ediyorsunuz?” diyorlardı. Bunu sadece biz mi söylüyorduk? Hayır. Avrupa Birliğinin bütün ilerleme raporlarında vardı, “Yargı bağımsızlığı sağlanmalıdır” diye, Türkiye’de yargı bağımsızlığı yoktur” diye. Hepsinde vardı. Sadece ilerleme raporlarında mı? Hayır. Bütün istişare raporlarında da yer aldı. “Bakan ve müsteşar Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulunda yer almasın, yer aldığı sürece yargı bağımsız değildir” dedi, bu ısrarla söylendi. Biz de dedik, kendi programımıza koyduk. “12 Eylül Anayasasının getirdiği yargı sisteminde yargı bağımsız değildir” dedik. Ve dedik ki; kendi programımızda, Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulunda Adalet Bakanı olmayacak, Adalet Bakanlığı Müsteşarı olmayacak, Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulunun ayrı bütçesi olacak, yani mali özerkliği de olacak, ayrı genel sekreterliği olacak. Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu doğrudan doğruya Hâkimler Savcılar Yüksek Kuruluna bağlı olacak, yani yargıyı da yargıçlar denetleyecek. Adalet Akademisi de özerk olacak, Hâkimler Savcılar Yüksek Kuruluna bağlanacak dedik, bizim düşüncemiz bu idi. Bunu hem programımıza koyduk, her yerde de bunu dile getirdik.

AKP ne yaptı? Önce, Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulunu çalıştırmadılar, mevcut kuruldan kararnameyi çektiler, yarım kararnameyi 17 Ağustostan beri toplanmadı ve Sayın Başbakan kalktı “Sizin elinizden tutan mı vardı, niye çalışmadınız” diye bir de onları suçladı. Oysa yasada diyor ki, Bakan veya Müsteşar katılmazsa, ikisinden birisi katılmaz veya ikisi katılmazsa –Bakan genelde katılmıyor- zaten kurul toplanamıyor, karar alamıyor, çünkü yasa böyle. Yani, hani derler ya, “hem suçlu hem güçlü”, tipik bir örnek. “Niye toplanmadınız?” diyor. İyi de, Sayın Bakanına bunu niye sormuyorsun? Sayın Müsteşarına niye sormuyorsun bunu? Niye bu toplantıya katılmıyorsunuz diye niye sormuyorsun? İşine gelmediği için ona sormuyor. Sonra ne oldu? Bazı bakanlar belli savcılara, yargıçlara telefon etmeye başladılar, onlara direkt müdahale etmeye başladılar. Gözaltına alınanlara “Bunları serbest bırakın” demeye başladılar. Sonra ne oldu? O kadar ileri gitti ki bir AKP milletvekili, soruşturma yapan bir savcıya mektup yazıyor. “Sayın Savcı, sizin incelediğiniz konuyu ben daha önce inceledim zaten, orada yolsuzluk yoktur” diyor. O savcı da dilekçeye ekleyip mahkemeye sunuyor ve o kişiler Yargıtay’da yolsuzluktan mahkûm oluyorlar. Bu kişi hâlâ Türkiye Büyük Millet Meclisinde Adalet ve Kalkınma Partisinin milletvekili olarak görev yapıyor. Bundan sonraki tabloyu daha iyi anlayalım diye bunları anlatıyorum. Var olan tabloda bunlar oldu, bundan sonra neler olacak onu bilmemiz için bunları anlatıyorum. Ve bir yargıç, “Üzerimde kurumsal baskı var” dedi ve ayrıldı görevinden. Sayın Başbakana defalarca sorduk. Allah aşkına ses var mı? Bu yargıcın üzerine kurumsal baskıyı kim yaptı” diye. Sayın Başbakandan tık yok. İşine gelmez çünkü burada bağıramaz, çağıramaz. Sayın Başbakan niye konuşmuyorsun? Sen, hukukun üstünlüğü diye meydanlara çıkmadın mı? Hukukun üstünlüğüne inanıyorsun o yargıca baskı yapanı bulmak senin görevin değil mi? Ve bundan sonra dediler ki “Biz yargı bağımsızlığını sağlamak için Anayasa değişikliğini getiriyoruz.” Geldi. Pek çok yazarımız, çizerimiz alkış tuttu “Bravo. Yetmez ama evet, devam edelim.” devam ettiler. Ve bazı yargıçlar ayrı dernek kurdular. “Evet, biz hükümetin getirdiği yasayı destekliyoruz sonuna kadar.” Onlar da oldu. Avrupa Birliği sıcak mesajlar gönderdi. “Anayasa değişikliklerinde yapılan düzenlemeler bir reformdur” diye. Brüksel’e gittiğimde onlara şunu söylemiştim: Bunlara reformdur diyorsunuz değil mi? “Evet” dediler. Reformsa bu değişiklikleri kendi ülkenizde niye uygulamıyorsunuz? Sizin elinizi kolunuzu tutan mı var? Önce reformu siz bir yapın bakalım, bir görelim bakalım. Siz bunları yapmaya cesaret bile edemezsiniz, çünkü sizi boğarlar dedim, demokrasi anlayışı bu değil ki. Yargıyı yürütmenin emrine vermek ne zamandan beri reform olmaya başladı? Şimdi onların da ayakları yere değmeye başladı, acaba burada bir sorun mu var diye. Evet, burada bir değil, burada çok sorun var. Ve seçimler yapıldı. Eskiden bakan ve müsteşar buraya üye diye şikâyet ederdik, Avrupa Birliği de şikâyet ederdi. Şimdi Adalet Bakanlığı Müsteşar yardımcısı da geldi; yetmedi, Bakan ve Müsteşar yetmedi, müsteşar yardımcısı da geldi. Bu yeni üyenin yükselişi de çok enteresan. Bu beyefendi 2002 – 2004’te Personel Genel Müdürlüğünde Daire Başkanı. 2004 – 2007’de Personel Genel Müdür Yardımcısı oluyor, 2007 – 2008’de Personel Genel Müdürü oluyor, sonra müsteşar yardımcısı oluyor ve sonra Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulunda görev alıyor. Hani diyorlardı ya, kürsü hâkimleri için getiriyoruz, kürsüdeki hâkimler de burada temsil edilsin diye. Ne zamandan beridir Bakanın emrinde olanlar kürsü hâkimi olarak dillendirilmeye başlandı?  Ve bu kişi, Adalet Bakanlığının yaptığı bütün şaibeli sınavların da sorumlusudur, şimdi orada yer alıyor. Sadece o mu? Artık Personel Genel Müdürü de geldi. Personel Genel Müdürüydü, şimdi o da artık yer alıyor Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulunda. Şu ahlaki soruya yanıt bekliyoruz: Sınavları ben yapacağım, binlerce yargıç alacağım, sonra seçime gireceğim bana oy verin diyeceğim, onlar da bana oy verecekler. Bunun ahlaki yönünü bir Allahın kulu çıkıp bana anlatırsa ben de diyeceğim ki ya, burada bir yanlış var galiba, biz bir yanlış yapıyoruz diye. Siz sınava gireceksiniz, hâkim, savcı alacaksınız, sonra onlardan oy isteyeceksiniz ve onlar size oy verecekler ve siz Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulunda göğsünüzü gere gere ben seçildim diye geleceksiniz. “Ben sizi seçtim, siz de bana oy verin” demektir. Bunun ahlaki yönü var mı? Yok. Ve Deniz Feneri davasına bakan savcımız da geldi. Düşünün arkadaşlar, Almanya İkinci Deniz Feneri davasını açmak üzere, biz hâlâ birincisinin ne olduğunu bilmiyoruz. Bundan sonra herhâlde daha da zor işimiz ama takip edeceğiz. Bizi yıldıramazlar, sonuna kadar takip edeceğiz, aydınlığa çıkıncaya kadar takip edeceğiz, AKP bütün baskısını yapsa dâhi sonuna kadar takip edeceğiz.  Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu öyle değişti ki, buraya bir yargıç geldi, o yargıç bizim dediğimizi yapacak. Unutmasınlar, bu ülkenin gerçek yurtseverleri var. Bu ülkede ahlaklı insanlar var. Bu ülkede insanları sömürenleri affetmeyenler var. Bu ülkede hak hukuk arayanlar var.  Bunu sonuna kadar götüreceğiz. Ve kendi atadıkları Adalet Akademisinden birisini de buraya getirdiler, böylece Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu Adalet Bakanlığının yan kuruluşu hâline geldi, Bakan söyleyecek, hepsi tak tak yapılmış olacak ve buna da biz bağımsız yargı diyeceğiz. Şimdi buradan soruyorum aklı başında olan her yurtsevere, her yazara çizere, destek veren her aydına soruyorum. Elinizi vicdanınıza koyun ve şu soruyu sorun: Bu Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu 12 Eylül Anayasasının getirdiği Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulundan daha mı bağımlı, daha mı bağımsız? Önce bu soruyu vicdanen kendinize sorun. Ve o kadar ki o değişikliklere destek veren bir yazarımız bile, bugün, “Ya, Adalet Bakanlığı liste mi hazırlamış? Bu çok ağır bir iddiadır, bunu birilerinin düzeltmesi lazım” diye yazı yazıyor. O bir iddia değil saygıdeğer yazarımız, o bir iddia değil, o bir gerçek. Nasıl o gerçeğin farkında olamazsınız? Hep Adalet Bakanı ile konuşursanız size gerçek bilgileri vermezler. Zaten bu ülkenin talihsizliği ne? Ali Dibocudan Adalet Bakanı olur mu Allah aşkına?  Biz bunu söyleyince kızıyorlar. Niye kızıyorsunuz arkadaşlar? Hatay’a gidin, ihale dağıtımında -kendi el yazısıyla yazdı- senin milletvekilin, aynı partiden arkadaşın götürdü notere onaylattı bunu. Sen, uygar bir toplumda Adalet Bakanı değil, milletvekili olamazsın.  Efendim, açıkça, Adalet Bakanı müdahale etti, çıktı. Listeler çıktı –zaten dağıtıldı, bizim elimizde de vardı, arkadaşlarda da vardı- Milliyet Gazetesinin bugünkü birinci sayfasında fotoğraf var, seçimler bitmiş, saat 17.10, Bakanlığın listesi çıkarılmış seçim sonuçları oradan çek ediliyor. Daha önce yayınlandı bu. Yalanlandı, “Yok efendim, biz bir liste hazırlamadık.” Şimdi liste ortaya çıktı, birbirimizi kandırmayalım. Niye kandırıyoruz? Efendim, Sayın Bakan demiş ki, “liste iddiası seçim iradesine saygısızlıktır.” Seçim iradesine saygısızlık olan o listeyi hazırlamaktır Sayın Bakan, listeyi hazırlayanlardan sen hesap soruyor musun? Sen, zaten listeyi hazırlayanların başındasın. Sorgulamak saygısızlık, hazırlamak saygısızlık değil. Asıl hazırlayanlar saygısız, yargıya saygısızdır, hukuka saygısızdır, insana saygısızdır, demokrasiye saygısızdır, budur saygısızlık.

Şimdi, bunları söyledik ya, bizi eleştiriyorlardı devamlı, “Vay efendim, siz demokrasinin gelmesine karşısınız. Siz hukukun üstünlüğüne karşısınız, siz zaten statükocu bir partisiniz.” diyorlardı. Şimdi ne oldu? Artık Demokrat Yargı Derneği Eş Başkanı dayanamamış. Demek ki vicdan sahibi bir adam, vicdanı rahatsız.

Ne diyor? “Adalet Bakanlığı kendi bürokratlarının da içinde olduğu listeyi seçtirmek için 2 bin kişiyle sahada çalışma yürüttü.” Günaydın. Demek ki fark etmişler. Liste hazırlayacaksınız, bütün savcılara göndereceksiniz, savcılar toplantı yapacak, şu listenin seçilmesi lazım diye propagandalar yapılacak, 2 bin kişi sahaya inecek, yeni fark edilecek. Ve şunu söylüyor: “Hâkim ve savcılar üzerinde baskı kurdu Adalet Bakanlığı.” Günaydın, yeni mi fark ettiniz? Bir milletvekilinin savcıya yazı yazıp “Sayın Savcı, ben o dosyayı ben inceledim, orada yolsuzluk yoktur” diye yazı yazdığını yeni mi fark ettin sen? Yargıcın üzerinde kurumsal baskı vardır diye istifa ettiğini öğrenemedin mi zamanında? Bunların gizli gündemleri olduğunu niye bilmiyorsunuz, niye sorgulamıyorsunuz?

Ve yine, bürokratların bu süreçte, Anayasa değişikliğinin ruhu gereği aday olmamaları gerekir. Anayasa değişikliğinde anayasanın ruhu mu kaldı? AKP’nin ruhu var zaten orada şimdi. Ruhtan bahsedeceksiniz, hangi ruh? O ruh, hukukun üstünlüğüne inanan, hukuku egemen kılan, kamu vicdanını temsil eden ruhtur. Liste hazırlayacaksınız, adamlarınızı seçeceksiniz, adamlarınız blok hâlde seçilecek, her türlü baskıyı kuracaksınız, siz daha ruhun yeni farkında olacaksınız. Bitti artık o. Ve şöyle diyor Sayın Eş Başkan. “12 Eylüldeki halk oylamasına kadar sivilleşme, demokratikleşme diyen adamlar, şimdi bürokratları eliyle bu sivilleşme ve demokratikleşme adımlarını boğmaya çalışıyorlar ve bu yaklaşık iki aydır devam ediyor. Neyse, biz baştan diyorduk da, Sayın Eş Başkan iki aydır farkına varmış. İki aydan sonra farkına vardıysa o da bir ilerleme. Uzun süredir bu zaten devam ediyor, hangi demokratikleşme, hangi sivilleşme? Siyasal erkin orduda, sivilde olmasından çok daha önemli bir şey var. Siyasal erk demokratik mi, hak ve özgürlüklere inanıyor mu, genişletiyor mu? Vermişsiniz sivile, ne yapıyor? Hak ve özgürlükleri ilerletti mi Adalet ve Kalkınma Partisi? Yargıyı ele geçiriyor. Bu mudur siyasal erkin bağımsız yargıyı isteme iradesi, yoksa iradeyi ele geçirmek midir? Biz gizli gündem diyorduk. İki ay önce veya iki aydır gizli gündemlerinin olduğunu fark etmeleri bizim için de bir kazanım ama atı alan Üsküdar’ı geçti. Destek verdiniz, verdiğiniz desteğin ne anlama geldiğini şimdi görmeye başladınız. Daha görecekler, daha bu yolun başı. Şunu söylemiştim iş adamlarına: Bu, bu şekliyle yasalaşırsa bir sabah hepinizi toplayacaklar, Hükümete karşı çıkanların hepsini toplayacaklar. Atacaklar içeriye, telefonlarını dinleyecekler, yasal değil, yasadışı, deliller oluşturacaklar, 6 ay, 2 yıl sonra serbest bırakacaklar, siz haksızlığa uğradınız, hakkınızı arayacağınız yer bile bulamayacaksınız. Belki bazılarınız diyecek ki, efendim, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gideceğiz haklarımızı arayacağız. Geçmiş olsun… Geçmiş olsun…  Çünkü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gitmek için bir anayasa mahkemesinden de geçmek gerekiyor. Orada da davaların kaç yıl süreceğine herhâlde Allah bilir.

Genel yayın yönetmenleriyle bir yemekte olduğumuzu söyledim. Onlara şunu söyledim: Bir demokrasi düşünün dedim, cumhurbaşkanını bir kişi belirliyor, Meclis Başkanını bir kişi belirliyor, valileri, kaymakamları o atıyor, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı, yani bu dinlemeleri yapan birimin başındakini o atıyor, şimdi sıra geldi, yargıçları da o atayacak ve siz buna demokrasi diyorsunuz. Cumhuriyet Halk Partisi tek partiden çok partiye, çoğunluk sistemine geçmek için mücadele eden ve demokrasiyi getiren bir partidir. Adalet ve Kalkınma Partisi çoğunluğu yok edip tek parti iktidarına geçmek isteyen bir partidir. Kim demokrat, kim halkçı, kim hukuktan yana?

Bakın, geçen yasama döneminde Parlamentoda bir AKP grup başkanvekili çıkıp Meclis kürsüsünden şunu söyledi, arzu edenler tutanaklara bakabilirler. Bir tartışma yapıyoruz, tartışmada çıkıp dedi ki “Burada kanunları AK Parti yapar, AK Parti hükümeti yapar” dedi. Yani Parlamentoyu hükümetin bir yan kuruluşu olarak gösterdi. Bunu eleştirdik ama Allah rızası için, kürsünün dışında medyada bir kişinin çıkıp da bunu eleştirdiğini hiç duydunuz mu? Daha o zamandan belli idi zaten, niyetleri o zamandan belli idi. Siz, Parlamentonun iradesini AKP’nin iradesi olarak kabul ediyorsunuz. Böyle bir anlayış olabilir mi? Ama bu anlayış Meclis tutanaklarına geçen bir anlayıştır, Meclis tutanaklarında var bu anlayış. Şimdi yargıç seçiyorlar, Anayasa Mahkemesine üye seçiyoruz Parlamentoda, yargıcın birikimi önemli değil, deneyimi hiç önemli değil, özgeçmişi hiç önemli değil, Parlamentoda yargıcın listede aldığı numarası önemli, çünkü o numara işaretlenecek. Gidiliyor, o numara talimat alındığı şekliyle işaretleniyor ve o, AKP’nin oy çokluğuyla seçiliyor. RTÜK’e grupları temsilen üyeler seçiliyor. RTÜK’e seçilenlerle Anayasa Mahkemesine seçilenler arasında hiçbir fark yok. Onların yakalarında, üzülerek söylüyorum, Adalet ve Kalkınma Partisinin yargı mensubu olarak bir etiket taşıyacaklar, bu çok ağır bir şeydir.  Eğer yargıyı bu konuma getirirseniz bunun hesabını kimse veremez. Tuz kokar diyoruz ya, yargıda tuz koktu, kokular gelmeye başladı. Bu, hiçbirimizin, bir demokrasinin, sağlıklı bir hukuk sisteminin kaldıracağı şey değildir.

Şimdi, geçen konuşmalarımdan birinde söylemiştim, adı konmamış bir sıkıyönetim var Türkiye’de diye. Şunu çok açık ve net, vicdanı rahat bir şekilde söylüyorum: 12 Eylül’den çok daha ağır koşullarla Türkiye Cumhuriyeti karşı karşıyadır, yurttaşlarımız karşı karşıyadır. Hiç değilse o zaman medyanın bir kısmı itiraz edebiliyordu, bazı yazılar sansürleniyordu ama hiç değilse yazanlar vardı. Yazdıkları için gazeteleri kapatılıyordu ama direnenler vardı. Şimdi tam bir suskunluk var. Medya susmuşsa, baskıyı hissediyorsa, kendisine oto sansür uyguluyorsa, üniversiteler konuşmuyorsa, sivil toplum örgütleri konuşmuyorsa, konuşanlar yaka paça içeri atılıyorsa Türkiye’nin içinde bulunduğu koşulları daha iyi değerlendirmemiz lazım. Ve bir şeyi daha net görmemiz lazım. Silivri, boşuna yargılanan insanların alanı değildir; Silivri baskıcı sistemin, iktidara direnenlerin gittiği yerdir, görünen tablo budur.  Ama ne yaparlarsa yapsınlar, hangi baskıyı kurarlarsa kursunlar yılmayacağız, sonuna kadar mücadele edeceğiz bu ülkede gerçek anlamda demokrasi, gerçek anlamda hukukun üstünlüğü kabul edilinceye kadar.

- Anayasa Mahkemesi mi? AKP Mahkemesi mi? -

Ve bir tablo daha değerli milletvekilleri, Anayasa Mahkemesinde yemin töreni yapıldı, görüntüleri izlemişsinizdir herhâlde. Tablo ilginç bir tablo. Sanki Anayasa Mahkemesinin Adalet ve Kalkınma Partisinin Anayasa Mahkemesi gibi bir görüntüsü var. Ve Sayın Başkan çıkıp şunu söylüyor: “Değişime karşı çıkan, çağın nabzını tutamayan, statükonun kibirli mensupları artık halkı ikna edememektedir.” Söyleyen Sayın Haşim Kılıç. Bugün bütün gazetelerde üç aşağı beş yukarı var. Değişime eyvallah, hiç itirazımız yok ama soru şu: Değişim hangi yöne doğru, ileriye mi, geriye mi? Geriye doğru değişimi savunanlar böyle konuşurlar, ileriye doğru değişimi savunanlar demokrasiyi, hakları ve özgürlükleri savunurlar.  Şimdi ben şunu sormak isterim: Bu Sayın Anayasa Mahkemesi Başkanı, herhâlde sosyal hukuk devletinin ne olduğunu biliyordur. Geçen Salı günü söylemiştim. Sözleşmeli öğretmen kanser oluyor, 30 günden fazla izin almak, rapor almak yasak, sözleşmesi feshedilecek, kan kanseri olduğu için 30 günden fazla hastanede yatması lazım ve sözleşmesi feshedilecek. Acaba Sayın Haşim Kılıç, bunu sosyal devlet mantığının neresine yerleştiriyor? Değişimin neresine yerleştiriyor bunu? Öyle ya, Anayasa Mahkemesinin Başkanı, öyle ya sosyal hukuku devleti de Anayasada yazılı, acaba bunu çağın nabzını yakalayanlar grubuna mı koyuyor? İnsanları ölüme terk etmek çağın nabzını yakalamak mı oluyor? Atanamayan öğretmenler vardı. Geçen yıl Abdi İpekçi Parkına gelmişlerdi ve eylem yapmışlardı. Polis “dağılın” demiş, dağılmamışlar. Şimdi savcı dava açmış. Diyor ki “Hem memuriyetten ve kamu hizmetlerinde istihdam edilmekten yoksun bırakılmaları lazımdır” diye dava açıyor ve 3 yıla kadar hapislerini istiyor. İnsanda biraz vicdan olur, insanda biraz demokrasi kültürü olur, insanda bir parça hukuk kırıntısı olur. Bunların yaşandığı bir Türkiye’de siz nasıl kalkıp da efendim, çağın nabzını tutmaktan söz ediyorsunuz. Çağın nabzını tutmak bu mudur?  Hak arayanın 3 yıla kadar hapisle yargılandığı bir olay mıdır çağın nabzını yakalamak? Ve bir şey daha söylemek isterim duysunlar diye. Klinik şef ve şef yardımcıları vardı, sınavsız atanacaklardır diye yasa çıkardılar. Gittik, Anayasa Mahkemesi yürütmeyi durdurma verdi. Güzel. Arkadan, 2008’de tekrar getirdiler. Tekrar Anayasa Mahkemesine gittik, şu ana kadar yürürlüğü durdurma vermediler ara dilekçe de vermemize rağmen. Şimdi sormak istiyorum: Anayasa Mahkemesi AKP’nin, sizin daha önce verdiğiniz karara dayanarak yaptığı atamaların hukukluluğunu Sayın Haşim Kılıç vicdanına sığdırıyor mu, sığdırmıyor mu?  Hukuktan söz edeceksiniz, demokrasiden söz edeceksiniz, AKP atamaları bitirsin, yapsın önemli değil, yeri gelince karar veririm diyeceksin. Peki, niye önce yürütmeyi durdurma verdin? Hadi, işiniz yoğun olabilir, ama daha önce verdiğiniz karar var. Aynı kararın arkasında durmak için niye şu ana kadar hâlâ bekliyorsunuz, elinizden tutan mı var?

- Ahlakın olmadığı yerde hukuk olmaz -

Ve daha önemlisi ahlak, hukuk ahlaktır. Hukuk kamu vicdanıdır. Ahlakın olmadığı yerde hukuk olmaz. Konuşanların da ahlaktan nasip alması lazım. Şimdi şunu merak ediyorum: Ben Anayasa Mahkemesi Başkanıyım diyelim. Birisi hülle yoluyla üye olarak atanıyor. Ben içime sindiremem ve o üyeyi geri gönderirim. Sayın Haşim Kılıç, hülle yoluyla Anayasa Mahkemesi üyeliğine atananı hangi gerekçeyle, hangi ahlakla kabul ettin ve yemin ettirdin?  Bütün bunları içine sindireceksin, çıkacaksın, hani, Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu da değişti, biraz daha sırtımı sağlam yere dayadım diye başlayacaksın konuşmaya, bize hukuk dersi vereceksin, yemezler, senin hukuk dersine ihtiyacımız yok. Hukuk dersi değil, hukuk fakültesinde bile okumadın zaten. Hukuk fakültesinde okumayan bir adamın bana hukuk dersi vermeye yetkisi de olmaz.  Şimdi, Sayın Başkan, öyle anlaşılıyor ki hukukun Haliç bölümünde yaşıyor, kokulara alıştı, ne olduğunu bilmiyor artık.

- Faili meçhuller araştırılsın -

Değerli milletvekilleri, demokrasi diyoruz, hak diyoruz, özgürlük diyoruz, insan hakları diyoruz, çok şey söylüyoruz, AKP de aynı şeyleri söylüyor. İnsana saygının gereği olarak, hukukun üstünlüğüne saygının gereği olarak biz Parlamentoda dedik ki, şu faili meçhuller incelensin, faili meçhuller araştırılsın, faili meçhul değil tek cinayet bile kalmasın diye söyledik. Arkadaşlarımız defalarca bu konuda araştırma önergesi verdiler. 6 Aralık 2007’de İzmir Milletvekilimiz Sayın Bülent Baratalı, 25 Ocak 2008’de İstanbul Milletvekilimiz Sayın Şükrü Elekdağ, 15 Mayıs 2008’de Konya Milletvekilimiz Sayın Atilla Kart, 31 Ekim 2008’de Antalya Milletvekilimiz Sayın Osman Kaptan, 8 Şubat 2010’da İzmir Milletvekilimiz Sayın Ahmet Ersin ve bir gün sonra da Mersin Milletvekilimiz Ali Rıza Öztürk, faili meçhulleri araştıralım, parlamentoyu göreve çağıralım, araştıralım diye komisyon kurulmasını istemişler. Arkadaşlar kimin oylarıyla reddedildi bunları biliyor musunuz? AKP milletvekillerinin oylarıyla reddedildi. Hani bize demokrasi diyen, hani bize insan hakları diyen, hani bize olur mu efendim, özgürlüklerin genişletilmesi gerekir diyen Adalet ve Kalkınma Partisi, niçin faili meçhullerin araştırılmasını istemezler, neden korkarlar? Ve birazda esprili bir konu. Sayın Başbakan, kadın erkek eşitliğinden yine söz etti, ama dedi ki “Biz fiziki eşitlikten söz ediyoruz” dedi, “kadın erkek fiziksel eşit değil.” Ne diyeceksiniz Allah aşkına? Sayın Başbakan, hiçbir insan, hatta hiçbir canlı diğeriyle yüzde yüz fiziksel eşitliğe sahip değil ki. Sayın Başbakan tabii onun derdi başka, kadınları ben toplumun dışına nasıl iterim, onun derdi o. Hak, hukuku farklı anlıyor o. Anlamak mümkün değil. Dünya ekonomik formunun sonuçları yayınlandı. 2010 raporunda, kadın erkek eşitliğinde 134 ülke arasında biz 126’ncı sıradayız. Bütün kadınlara sesleniyorum. Adalet ve Kalkınma Partisi kadınları sadece vitrinde görür, öyle görmeye alışır. Onları kendi gizli gündemleri için çalıştırır. Onların hakları için mücadele etmez, mücadele etseydi 134 ülke arasında kadın erkek eşitliği açısından 126’ncı sırada olmazdık. Hep geriye gidiyoruz. Bu demektir ki Türkiye’de kadınlar için demokrasi, kadınlar için hak, kadınlar için hukukun özgürlüğü diye bir kavram yoktur.  Onlara göre, kadın sadece evinde oturacak, kocasına itaat edecek, sesini çıkarmayacak, çalışmayacak, üretmeyecek, alın teri dökmeyecek, düşünmeyecek, hep itaat edecek, yeri gelince sırtına iki sopa indirilecek, kadını öyle görüyorlar. Onun için diyorum bütün kadınlara, Adalet ve Kalkınma Partisini iyi tanıyın. O parti, kadın haklarını savunan bir parti değildir, kadınlardan yana bir parti değildir.  Kadın erkek eşitliğini fiziki koşullara bağlayan bir insanın zaten gizli gündemini kadınlarımızın da anlaması lazım, budur gerçek olay.

Ben hepinize saygılarımı sunuyorum, teşekkür ediyorum.

Gündem'den Öne Çıkan Haberler