01.06.2010

1 Haziran 2010 tarihli TBMM Grup Konuşması

Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu CHP grubunda yaptığı ilk konuşmasında,” İsrail, hangi gerekçeyi gösterirse göstersin, hangi gerekçeni arkasına sığınırsa sığınsın, yapılan eylem bir suçtur” dedi.

-“Doğrudan doğruya Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarına yapılan bu suçun mutlaka cezalandırılması Türkiye’nin kırılan onurunun onarılması gerekmektedir”

-“Yurt içinde eylem ve söylemlerde, tahriklere yol açacak hareketlerden kaçınılmalıdır. Hükümetin de söylemlerinde buna dikkat etmesi gerekir”

-“Eğer terör konusunda siz şu ya da bu şekilde açık kapı aralarsanız, o açık kapıdan şehitlerimiz çıkar. AKP, açılım politikasıyla toplumu çok farklı bir noktaya taşımıştır, etnisiteyi siyasetin odağına koymuştur. Açılım derken, toplumun ayrışmasına yol açan bir politikanın oluşmasına yol açmıştır…”

-“Son 5 günde 12, son 2 ayda 39 şehit verdik, bu tablo pek çok ailenin ocağına ateşin düşmesine yol açtı. Bu tabloyu, çözmemiz gerekir. Bu çözme, AKP’nin izlediği politikalarla, açılım politikalarıyla değil, etnik kimliğe dayalı siyaset yapmakla değil, bütün yurttaşları kucaklayarak, bu ülkede, bu coğrafyada herkesin kardeş olduğu, kültürel hakların verildiği ama hiçbir şekilde teröre en ufak bir desteğin, verilmediği bir politikanın izlenmesi gerekir”

-”Kurultayımızda bir demokrasi şöleni gerçekleştirdik ve sağlıklı bir doğum yaptık. Bundan sonra hedefimiz Başbakanlık ve CHP’nin iktidarı”

-“Kurultayımızdan sonra AKP kurmaylarının ezberlerinin bozulduğunu biliyoruz. Onların ezberlerini daha çok bozacağız…”

-’Acaba bir şey bulabilir miyiz’ diye benim bürokraside çalıştığım döneme ait dosyalarımı istiyorlarmış, yalnız o döneme ait dosyayı değil, çocukluğumdan bu yana ne istiyorsanız hepsini getirin…

-“Boğazımızdan haram lokma geçmedi, yetim hakkı yemedik, hırsızlarla mücadele ettik bundan sonra da mücadele etmeye devam edeceğiz”

-“Kurultay’dan sonra ilk ziyaretimizi emeğin başkenti Zonguldak’a yaptık. 30 işçimiz madende can verdi, ikisine daha ulaşılamadı. Başbakan kader diyor ama, Türkiye’deki iş kazalarının yüzde 98’i önlenebilirdir, bunun kaderle ilgisi yoktur. Maalesef 30 işçimizin hayatını kaybetmesinin temelinde taşeronlaşma vardır”

-”Devlet eğer eleman istihdam edecekse iş yasası var, iş yasasının gereklerine göre elemanını alır ve istihdam eder. Taşeron aracılığıyla eleman istihdam etme devletin köleleştirme düzeninin bir sonucudur. Bu AKP iktidarının bir politikasıdır bu politikayı da şiddetle reddediyoruz”

-“Tuzla’da bir işçi daha öldü. Tuzla tersanelerinde yaşamını kaybeden işçi sayısı 134 oldu. Ne yazık ki iş kazalarında Dünya üçüncüsü, Avrupa’da ise birinciyiz. İş kazalarındaki bu tablo aslında yaşanan dramın bir kader olmadığını, hükümetin gerekli önlemleri aldığı takdirde bu kazaların önemli ölçüde önlenebileceğini de göstermektedir.

-“Sayın Başbakan ‘işsizlik 3 ayda yüzde 10’a inecek’ diyor. Bizden reçete istiyordu. Biz de ondan istiyoruz. 3 ayda işsizliği yüzde 10’a indirmenin reçetesi nedir? AKP’nin orta vadeli programında 2012 yılında işsizlik yüzde 13,3 olacak deniyor. Ya Sayın Başbakan’ın altına imza attığı programdan haberi yok, ya da programı rafa kaldırdılar bizim haberimiz yok”

-“TMO neden fiyat açıklamıyor. Buradan yıllar yılı AKP’ye oy veren çiftçi arkadaşlarıma sesleniyorum: AKP’ye oy verdiniz, sizi bu noktaya getirdi. Bu noktadan daha da ilerisine gidecek. Bir lokma bir hırkaya sizi mahkûm edecek. Açlığa mahkûm edecek. ‘Üretmeyin’ diyor size. Buğdayı 60 kuruşa mal ettiniz, 50 kuruşa sattınız. Peki, seneye ne ekeceksiniz. Bu borçları ödeyebilecek misiniz? Hayır. Sosyal demokrat iktidarda toplumun her kesimine barış, huzur, ekmek, aş, iş götürerek onları kucaklayacağız. Bize oy versin vermesin her yurttaşımızın yanında olacağız”

-“Sosyal demokratlara, yurtseverlere bir görev daha düşüyor: artık tarlalarda, fabrikalarda, kırlarda daha fazla olmak zorundayız. Toplumun her kesimine gideceğiz. Hiç kimseyi ötekileştirmeden, hiç kimseye ‘bu bize oy vermez’ demeden herkese gidip oy isteyeceğiz. Kadını, erkeği, yaşlısı, genciyle bu mücadeleyi götüreceğiz. Çünkü biz ülkemizi seviyoruz, insanımızı seviyoruz. Çünkü biz yatağa aç giren çocuk görmek istemiyoruz. Çünkü yoksulluğu tarihe gömmek istiyoruz. Bu bizim temel ilkemizdir.”

-“CHP iktidarında atanamayan öğretmenler diye de bir kavram olmayacak”

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun; 01.06.2010 tarihinde grup genel kurul toplantısında yaptığı konuşma şöyle:

Değerli milletvekilleri, parlamentomuzun iki yüz akı, iki markası artık bundan böyle CHP’nin çatısı altında olacaklar. Onlarla beraber olmaktan son derece mutluyuz.

Değerli milletvekilleri, 22-23 Mayısta kurultayımızı gerçekleştirdik. Bir şölen havası içinde gerçekleştirdik. Şölenimiz güzel oldu. Sizler izlediniz, bizler konuştuk. Heyecanlıyız ama heyecanı bu salonlarda değil, Ankara’da değil, İstanbul’da değil, Edirne’de değil, Hakkâri’de, Mardin’de, Trabzon’da, Rize’de, Edirne’de, İstanbul’da, Türkiye’nin bütün coğrafyasına bu heyecanı getirmek zorundayız.

CHP dünyanın en köklü partilerinden, en eski partilerinden birisi. Güzel bir geleneği var. Demokrasiyi içselleştirmiş bir partimiz; yurttaşı, insanı siyasette odak olarak alan bir siyasal partimiz. Etnik kimliğe ve inançlara saygılı olan bir siyasal partimizdir. O nedenledir ki bizim kurultayımızda görkemli bir demokrasi şölenini gerçekleştirdik ve sağlıklı bir doğum yaptık. Bundan sonra hedefimiz başbakanlık ve CHP’nin iktidarıdır.

Artık bir şey daha yapacağız. Kurultayımızdan sonra AKP’den belli kurmayların ezberlerinin bozulduğunu görüyoruz. Onların ezberlerini çok bozacağız.  Şimdi, benim bürokraside çalıştığım döneme ait dosyalarımı (acaba bir şey bulabilir miyiz) diye istiyorlarmış. Size tavsiyem sadece dosyayı değil, çocukluğumdan bu yana ne istiyorsanız hepsini getirin.

Boğazımızdan aşağıya haram lokma inmedi, yetim hakkı yemedik, hırsızlarla mücadele ettik, bundan sonra da mücadele etmeye devam edeceğiz.

Halka kesin bir sözümüz var: Halkın iktidarını kuracağız, halkla beraber yürüyeceğiz, halkı kucaklayacağız.

Kurultayımızdan sonra Zonguldak’ta yeraltında yaşamını yitiren madenci ailelerine başsağlığı dilemek, sendikayı ziyaret etmek, hem Zonguldaklıları da bu arada kucaklamak, onların acılarını paylaşmak için Zonguldak’a gittik. Ama hem Sayın Başbakanın hem de Çalışma Bakanın talihsiz söylemleri oldu. Ama biz o söylemlerin üzerinde durmayacağız. Durmak istediğimiz temel nokta şu: Türkiye’deki iş kazalarının yüzde 98’i önlenebilir kazalardır, bunların kaderle ilgisi yoktur. Eğer bu kazaları önlem alırsanız, riski önceden görürseniz, o riski önceden çözmek için önlemleri hayata geçirirseniz kazaların yüzde 98’ni önleyebilirsiniz. Bu konudaki söylem bize ait değil, bu söylem devletin resmi raporlarında olan söylemlerdir.

Bu arada bir şey daha ifade edeyim. Sendikaların özellikle üzerinde durmasını istediğim bir konu var. 176 sayılı Uluslararası Çalışma Örgütü’nün Madenlerde İş Kazası ve İş Güvenliğiyle İlgili Uluslararası Sözleşmesi. Bu sözleşme 1995 yılında kabul edilmiştir. Bu sözleşme, 1998 yılında Türkiye’de kabul edilebileceğine ilişkin Çalışma Bakanlığının iradesi ortaya çıkmıştır. 1998-2010, bu rapor, bu uluslararası sözleşme maalesef Çalışma Bakanlığının tozlu raflarında bekliyor. Biz CHP olarak, bu sözleşmenin Parlamentoya bir an önce gelmesini, Parlamentodan geçmesini ve Türkiye’nin uluslararası yükümlükleri dikkate alarak madenlerde iş kazasını önleme, iş güvenliğini, can güvenliğini sağlama konusunda önlemlerin alınma sürecinin açılmasını istiyoruz.

Madenlerde karşılaştığımız, AKP iktidarıyla beraber karşılaştığımız bir diğer sorun daha var, taşeronlaşma. Maalesef 30 yurttaşımızın yaşamını kaybetmesinin temelinde taşeronlaşma var. Bu insanlarımızın can güvenliği sağlanmamış, gerekli önlemler alınmamış, hâlâ teknik raporu ortaya çıkmamış, hâlâ 2 maden şehidine ulaşılamamış bir tabloyla karşı karşıyayız. Bu tabloyu mutlaka halkın gündeminde sıcak tutmamız, bu tabloyu CHP iktidarıyla beraber düzeltmemiz, tanzim etmemiz de bizim temel görevlerimizden birisi olmak zorundadır. Devlet, eğer eleman istihdam edecekse, İş Yasası var, İş Yasasının gereklerine göre elemanını alır ve istihdam eder. Taşeron aracılığıyla eleman istihdam etme devletin köleleştirme düzeyinin bir sonucudur ve bu, AKP iktidarının bir politikasıdır, bu politikayı da şiddetle reddediyoruz.

Şu anda, AKP iktidarıyla beraber kamuda çalışan taşeron işçi sayısı 2 milyonu aştı. 2 milyon kişinin iş güvencesi yok, kıdem tazminatı hakkı yok, toplu sözleşme hakkı yok, yaşam boyu asgari ücrete mahkûm ve iş güvenceleri olmadığı için de her an işlerinden atılabilir konumdadırlar. Bunlara, mutlaka sosyal devletin gerektiği ölçüde iş güvencesini sağlamamız, onları toplu sözleşmeli, sendikalı kimliğe kavuşturmamız devletin temel görevlerinden birisi olmak zorundadır.

Bu arada bir olay daha oldu. Tuzla’da 1 işçimiz yine iş kazası sonucu yaşamını yitirdi. Böylece Tuzla’da, iş kazası sonucu yaşamını yitiren işçi sayısı 134’e ulaştı. Ve bir gerçeği daha hem sizlerin hem halkımızın bilgisine sunmak isterim. İş kazalarında dünya üçüncüsüyüz, Avrupa’da da birinciyiz. İş kazalarındaki bu tablo aslında yaşanan dramın bir kader olmadığını, hükümetlerin gerekli önlemleri aldıkları takdirde bu iş kazalarının da önemli ölçüde önlenebileceğini de bizim gündemimize getirmiş oluyor.

Değerli arkadaşlar, Türkiye, dün sabah Gazze’ye yapılacak olan yardımlarla ilgili olarak yurttaşlarımıza yönelik bir saldırıyla uyandı. Sabah 04.00 dolaylarında, İsrail ordusuna mensup bir grup askerin, Gazze’ye yardım götürmek üzere harekete geçen bir grup sivil eylemciye baskın düzenlemesi, sivil eylemciyi cezalandırması, bir anlamda onların üzerine baskı kurarak onlardan, özellikle Türk yurttaşlarımızın can kaybına yol açması hepimizin yüreğinde büyük bir burukluk yarattı.

Önce şu gerçeği tespit etmemiz lazım, değerli arkadaşlar: İsrail’de şahin politikalar güden aşırı sağcı hükümet var. Bu hükümet aşırı sağcı bir hükümet, dolayısıyla mücadeleyi sadece ve sadece şiddete ve baskıya başvurarak çözmeye yanaşan bir hükümet ve bu hükümet, bugün yaşadığımız dramatik sorunların da temel sorumlusudur.

Önce bu gerçeği bilmemiz lazım. Olayın İkinci gerçeği de şu: Kore’de, Kıbrıs’tan sonra, ilk kez yabancı bir ülkenin ordusu Türk yurttaşlarına karşı operasyon düzenlemiştir ve yurttaşlarımız burada yaşamlarını yitirmişlerdir. Bu da kabul etmemiz ve görmemiz gereken ikinci gerçektir. Bir üçüncü gerçek de, Gazze’nin dramıdır. Gazze’ye insanî yardım götürmek üzere bugüne kadar dokuz ayrı girişim olmuş, bu dokuz ayrı girişimden beşi Gazze’ye ulaşmış ama dördü İsrail tarafından engellenmiştir. Engellenenlerden birisi de geçen gün yaşadığımız sabah 04.00’te yapılan operasyon sonucu, orantısız güç kullanarak yurttaşlarımızın yaşamlarını yitirmeleridir.

İsrail hükümetinin iki temel suçu vardır. Bir, orantısız güç kullanmıştır. Orantısız güç kullanmak hangi koşulda ve nerede olursa olsun suçtur, suç kabul edilmektedir. İki; Uluslararası sularda saldırı yapılmıştır, bu da bir başka suçtur. İsrail hangi gerekçeyi gösterirse göstersin, hangi gerekçenin arkasına sığınırsa sığınsın yapılan eylem bir suçtur ve doğrudan doğruya Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarına karşı yapılan bu suçun da mutlaka cezalandırılması gerekmektedir.

Şimdi, TBMM’ye gelirken sayın Başbakanın konuşmasını dinledim. Sayın Başbakan bütün bu olayları anlatıyor. Olayları anlatmak yetmiyor. Elbette ki bazı şeylerin yapılması gerekiyor. İzin verirseniz o konuda bazı düşüncelerimizi aktarmak istiyorum.

Birincisi şu: Bu olay bilinen ve görülen bir olaydı, yazılan çizilen bir olaydı. Gerek kendi ülkemizde gerekse başka ülkelerde vahim bir sonuç doğuracağı ifade edilen bir olaydı ama buna karşın yeterli önlemin alındığı söylenemez.

Diplomasinin yeteri kadar hareketlendirildiği söylenemez, diplomasinin bu konuda başarılı olduğu söylenemez.

İstihbarat örgütlerinin, özellikle bizim istihbarat örgütlerinin bu konuda yeterli bilgiyi ya hükümete aktarmadıkları veya hükümetin bunu görmediğini de kabul etmemiz gerekiyor.

Bir şekliyle bulanık sularda kalan bir hükümeti gördük karşımızda. Diplomatik bürokrasinin aktif bir politika izlemesinin gereklerine biraz sonra değineceğim.

İkinci önemli nokta, yurt içinde kesinlikle eylem ve söylemlerimizde tahriklere kapılabilinecek hareketlerden özenle kaçınılması gerekiyor. Hükümetin de bu konudaki söylemlerinde buna dikkat etmesi gerekiyor.

Bir üçüncü nokta: Türkiye şu veya bu şekilde Orta Doğu bataklığına çekilmek isteniyor. 1 Mart Tezkeresiyle, Cumhuriyet Halk Partisinin kararlı duruşuyla Orta Doğu bataklığına Türkiye sokulmadı ama bu süreçte… …dikkatli bir politika izlememiz lazım. Devlet adamlığı ve büyük devlet olmanın gerektirdiği ilkelere, normlara uygun hareket etmemiz lazım. İzlenen politikalar, Filistin’in kendi içinde, hatta Orta Doğu’da birilerinin yanlışı olarak görülüp öyle hareket etmek, o hareketler ışığında dış politika oluşturmak son derece tehlikelidir. Türkiye kendi geleneksel, yurtta barış, dünyada barış, politikasının temel normlarına uygun olarak, herkese eşit uzaklıkta, barışı temel ilke edinerek, barışı korumak için her türlü çabayı gösteren büyük bir devlet olduğunu kanıtlayarak bu ucuz politikaların dışında sağlıklı bir dış politika izlemek zorundadır.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi harekete geçti. Harekete geçmesi için Türk diplomasisinin yaptığı girişimi uygun bulduk ama buradan bizim beklediğimiz bir karar henüz çıkmış değil. Şu ana kadar basını bilgilendirmeyle ilgili olarak bir açıklama yapıldı ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Başkanının yaptığı açıklama var. Diplomasiyi gerçek anlamda aktif kılmak ve harekete geçirmek istiyorsanız Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin İsrail’i kınayan karar almasını sağlamak durumundasınız. Eğer AKP iktidarı bunu yapmadığı takdirde söylemlerinin havada kalacağını da burada ifade etmek isterim.

Bir başka nokta: Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinden İsrail’i kınayan bir karar almanın zorluğunu biliyoruz ama Amerika Birleşik Devletleri’nin stratejik ortak olarak bize algıladığı ve bize söylediği bir ortamda, eğer İsrail’den yana bir politika güder, Türkiye’yi kızdırırsa bunun da çok sağlıklı sonuçlar vermeyeceğini de ifade etmek isteriz. Bu açıdan Türk diplomasisinin ABD’yi ikna etmesi gerektiğine inanıyoruz.

Bir başka önemli nokta: Gazze’ye giden konvoyda 32 ülkenin yurttaşı var. Şu ana kadar en ciddi tepki Türkiye’de verilmiş durumda, yurttaşlarımız bu konuda tepkilerini veriyorlar. Eğer siz, diplomasiyi aktif olarak devreye sokmanız gerekiyor. Çünkü geride kalan 31 ülkenin de Türkiye’nin gösterdiği tepki kadar tepki göstermesi gerekli. AKP’nin başarısı burada olacaktır. Eğer o tepki gösterilmiyorsa o zaman sadece kendi içimizde tepki gösteren, insan kayıplarıyla beraber avunduğumuz, sonuç alamadığımız bir tablo ortaya çıkacaktır ki bu tablo bu süreçte AKP’nin başarılı veya başarısız olduğu politikasının da mihenk noktası olacaktır. Bu süreçte İsrail hükümetinin dokunulmaz ve bedel ödeyemez bir hükümet olmadığının da ortaya konması gerekiyor. AKP’nin eğer söylemlerinin arkasında durur, bunun bedeli mutlaka olacaktır ve biz bu bedeli sürdüreceğiz diye bir söylem sürdürüyorsa, bunun mutlaka sonuçlarını hep beraber paylaşacağız ve göreceğiz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak da biz bunun takipçisi olacağız.

Dışişleri Bakanının bir söylemi çok önemli. Bu konunun mutlaka uluslararası bir komisyon tarafından soruşturulması ve suçluların da cezalandırılmasını istiyor. Biz de CHP olarak bunu istiyoruz, Ölen yurttaşlarımızın kanlarının yerde kalmaması için bu soruşturmanın mutlaka yapılması gerekiyor.  Hariri suikastında hangi önlemler alındıysa, Harisi suikastında hangi soruşturma süreci başlatıldıysa AKP’nin gücünü kullanarak bu süreci Birleşmiş Milletler düzeyinde gerçekleştirmesi gerekiyor.

Sadece Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi yetmiyor. İslam Örgütü var. İslam Örgütünün. Arap Birliğinin toplanmasını bekliyoruz ama daha toplanacak.

O nedenle diyoruz, AKP’nin aktif siyaseti, aktif diplomasiyi mutlaka ama acilen devreye koyması lazım. Bu arada, İsrail Devletini ve İsrail halkını hedef almadığımızın da özenle altını çizilmesi gerekiyor. Aşırı sağcı İsrail hükümetini eleştiriyoruz, onların politikalarını eleştiriyoruz, onların eylemlerini eleştiriyoruz. İsrail Devleti ve İsrail halkıyla herhangi bir sorunumuzun olmadığının da altının çizilmesi gerekiyor.

Bu arada, ölen yurttaşlarımızın haklarının da korunmasına çaba harcamalıyız, AKP’nin bu süreçte hukuk mücadelesi için bu yurttaşlarımıza ve ailelerine yardımcı olması gerekli onun da mutlaka yerine getirmek zorunda.

Uluslararası politikanın saygın bir politika olduğu, uluslararası politikanın devlet adamı kimliğini öne çıkardığı, uluslararası politikanın duygusallıktan arındırılarak ülkenin çıkarlarına kilitlenmesi gerektiği, bunların hepsinin de bizim tarafımızdan da bilindiğinin altını çizmek isterim. Eğer uluslararası politikayı ucuz anlayışlarla iç politikanın malzemesi yaparsanız uluslararası saygınlığı koruyamazsınız, devlet adamı kimliğini koruyamazsınız ve sonuç da alamazsınız. Biz, AKP’nin bu süreçte söylediklerinin tamamını izliyoruz ve sonuç almasını da bekliyoruz. Sonuç almadıkları takdirde onları yurttaşlarımıza şikâyet edeceğiz.

Çünkü siyasette söylem yetmiyor. Ben şunu söyledim, bunu söyledim, Birleşmiş Milletleri topladım, uluslararası İslam Örgütü toplanacak, Avrupa Birliği toplanacak bunların hepsi çok güzel ama sonuç ne oldu. Bize sonuç lazım. Türkiye Cumhuriyeti’nin ölen vatandaşları var, onların hakları var. Türkiye’nin onuru kırılmıştır. O kırılan onurun mutlaka ve mutlaka onarılması gerekiyor.

Değerli arkadaşlar, bu arada bir başka acı tabloyu daha yaşadık. Bir babanın feryadı televizyonda aynen şöyle idi: “Oğlum vatana helâl olsun. Bir oğlum daha var, onu da veririm.” İskenderun’da şehit düşen askerlerimizden bir babanın feryadı. Bu feryat, aslında acının yüreklere gömüldüğü feryattır, acının dışa vurulmadığı feryattır. Bu feryat, aynı zamanda AKP’nin getirdiği açılım politikalarının açmazını gösteren feryattır.  Sıfır terörle ülke yönetimini devralacaksınız, bugün geldiğimiz noktada gerçekten de acı dramları artık yaşıyoruz. Bakınız son beş günde 12 şehit verdik. Son bir ayda verdiğimiz şehit 39. Bu tablo, pek çok ailenin ocağına ateşin düşmesine yol açtı. Bu tabloyu bir şekliyle bizim çözmemiz gerekiyor. Ama bu çözüme AKP’nin izlediği politikalarla değil, açılım politikalarıyla değil, etnik kimliğe dayalı siyaset yapmakla değil; bütün yurttaşları kucaklayarak, bu ülkede, bu coğrafyada herkesin karnının doyduğu, kültürel hakların verildiği ama hiçbir şekilde teröre en ufak bir desteğin, imajın verilebildiği bir tablonun olmadığı bir politikanın izlenmesi gerekiyor. Eğer siz şu veya bu şekilde açık kapı aralarsanız, o açık kapıdan şehitlerimiz çıkar. AKP, açılım politikasıyla toplumu çok farklı bir noktaya taşımıştır. Etnisiteyi siyasetin odağına koymuştur ve bu, bizim açılım derken toplumun ayrışmasına yol açan bir politikanın oluşmasına yol açmıştır. O nedenle biz bu bağlamda, hükümetin daha kararlı, daha tutarlı neler yapacağını açıklayan bekleyişimizi sürdürüyoruz. Bizim politikalarımız açık. CHP’nin programında bütün bunların hepsi var. Ama biz, şehitlerimizin olmadığı, yurttaşlarımızın yaşamını yitirmediği, terörün olmadığı, herkesin karnının doyduğu bir Türkiye’yi özlüyoruz ve bu umudu da halkımıza vaat ediyoruz.

Türkiye’nin temel sorunlarından birisi de işsizliktir, değerli arkadaşlarım. İşsizlik bir dramdır. İşsizlik acıdır, işsizlik yoksulluktur, işsizlik çaresizliktir. Bütün bu tablo ortada iken işsizliğin göz ardı edildiği, işsizlikle mücadelenin hemen hemen hiç yapılmadığı bir tabloyla karşı karşıyayız. İşsizlik sorununu dile getirdik, Sayın Başbakan bağırıyor: “Çareniz nedir, çareyi söyleyin” diyor. Sanki biz üreten Türkiye demiyoruz, sanki bu ülkede üretmeliyiz, ara malı ithalatı bile artık bu ülkede normal karşılanmaya başladı. Fabrikalar kapanıyor, Sayın Başbakan bunları görmüyor, bizden reçete istiyor. Ama bir önemli gelişme oldu. Ben, Sayın Başbakan (ekonomi bilmiyor) demiştim de bazı çevreler alınmıştı. Şimdi bakın, Sayın Başbakanın son günlerde yaptığı bir açıklama var. Diyor ki “Üç ayda işsizlik yüzde 10’a inecek.” Ben diyorum ki Sayın Başbakan (ekonomi bilmiyor); çoğu yurttaşımız da inanmıyor. Şimdi bizden “reçete” istiyor. Sayın Başbakandan istiyoruz, bu üç ayda işsizliğin yüzde 10’a ineceği reçete nedir, şu reçeteyi bir görelim, öyle değil mi arkadaşlar?  Eğer siz reçeteyi görmezseniz, bizden reçete isteyen Başbakan işsizliği yüzde 10’a nasıl indireceğinin reçetesini hadi bize vermesin, halka versin bakalım, halk bir öğrensin nasıl yüzde 10’a inecek?  Ve bir şey daha var, değerli arkadaşlar, AKP orta vadeli bir ekonomik program açıkladı. O orta vadeli ekonomi programda da 2012’de işsizlik yüzde 13’3 olacak deniliyor. Ya Sayın Başbakan hazırladığı, altına imza attığı programdan haberi yok veya o programı rafa kaldırdılar bizim haberimiz yok. Böyle bir anlayışla bu ülke yönetiliyor.

Atanamayan öğretmen sorunu ciddi bir sorun. Çocuklarımız öğretmensiz, okullarımız öğretmensiz, okulunu bitirmiş, askerliğini yapmış yıllardır atanmasını bekleyen öğretmen adayları dışarıda bekliyor. Altı aydır, üç aydır demiyorum, yıllardır bekliyor, acaba atanacak mıyım diye ve atanamıyorlar. O arkadaşlarımıza söz veriyoruz: Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında çocuklarımız öğretmensiz, atanamayan öğretmenler diye de bir kavram söz konusu olmayacak.  Bu süreçte, yaşadığımız bu süreçte ben merak ediyorum, toplumun herhangi bir kesimi çıksın desin ki biz izlenen politikalardan ister iç ister dış politikalardan, biz memnunuz desin. İşçiler mi memnun? Çiftçiler mi memnun? Emekliler mi memnun? Sanayiciler mi memnun? Kim memnun acaba bu düzenden? Eğer bu düzen halkı memnun kılmıyorsa, o zaman bu iktidarın var oluş kaynağı ne, var olur nedeni ne? Bu kadar insanı perişan etmek, açlığa mahkûm etmek, yoksulluğa mahkûm etmek, işsizliğe mahkûm etmek herhâlde bu hükümetin kaderi mi diyeceğiz? Böyle bir anlayışı ters yüz edeceğiz ve bu ülkede mutlaka hem barışı hem kardeşliği, refahı tabana yayarak herkesin evine alın teriyle kazandığı, sağlayabileceği, ekmek götürebileceği bir düzeni sağlayacağız. Bu düzeni sağlamak da sosyal demokrat bir iktidarın temel görevi olacaktır.

Bakınız Türkiye’de yaklaşık 3 milyon çiftçimiz hububat ekimi yapar. Ekinler biçilmeye başlandı, Toprak Mahsuller Ofisi fiyat açıkladı mı? Niye açıklamıyor? Eğer bu hükümet çiftçileri destekleyecekse neden fiyat açıklamıyor? Ziraat Odaları Birliği diyor ki “Hububatta maliyet 62 kuruş.” Çiftçinin borcu var, borcunu ödemek istiyor, sıkıştırıyor alacaklı paramı ver diye, götürüp kime satacak? Alıcı çıkmadığı için düşük fiyata satacak. Peki, düşük fiyata satmak çiftçinin lehine bir olay mı? Düşük fiyata satmak, bu ülkede birilerinin, yani emeğiyle geçinen, üretim yapan çiftçinin hakkını koruyan bir politika olabilir mi? O nedenle çiftçi arkadaşlarıma da sesleniyorum; Yıllar yılı AKP’ye oy veren çiftçi arkadaşlarıma sesleniyorum: “AKP’ye oy verdiniz ve sizi bu noktaya getirdi. Bu noktadan daha da ileriye götürecek.” Bir lokma bir hırkaya sizi mahkûm edecek, açlığa mahkûm edecek. Size (üretmeyin) diyor, çünkü siz, 62 kuruşa mal ettiniz, 60’a sattınız, 50’ye sattınız, peki seneye ne ekeceksiniz? Bu borçları ödeyebilecek misiniz? Hayır. O nedenle biz, sosyal demokrat bir iktidarda toplumun her kesimine barışı ve huzuru götürerek, ekmek götürerek, aş götürerek, iş götürerek onları kucaklayacağız. Bize oy versin vermesin her yurttaşımızın yanında olacağız.

Bir dileğimi daha dile getireyim değerli arkadaşlarım. Sosyal demokratlara, yurtseverlere bir görev düşüyor: Artık, tarlalarda daha fazla olmak zorundayız, fabrikalarda daha fazla olmak zorundayız, kırlarda daha fazla olmak zorundayız. Toplumun her kesimine gideceğiz. Hiç kimseyi ötekileştirmeden, hiç kimseyi bu bize oy vermez demeden herkese gidip her yurttaştan oy isteyeceğiz. Türkiye’yi bugün içinde bulunduğu çıkmazdan alıp kurtarmak, onu çağdaş uygarlığa taşımak bizim temel görevimiz olacaktır.  Kadınıyla erkeğiyle, yaşlısıyla genciyle bu mücadeleyi götüreceğiz, çünkü biz ülkemizi seviyoruz, çünkü biz insanımızı seviyoruz, çünkü biz bu ülkede yatağa aç giren çocuk görmek istemiyoruz, çünkü biz bu ülkede yoksulluğu tarihe gömmek istiyoruz. Bu, bizim temel ilkemizdir, temel hedefimizdir.

Hepiniz sağ olun, var olun, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Gündem'den Öne Çıkan Haberler