02.05.2024

Murat Emir: ‘Taksim Eninde Sonunda İşçilere Açılacak’

Cumhuriyet Halk Partisi,CHP Grup Başkanvekili Murat Emir,TBMM,1 Mayıs,Taksim,AYM kararları,provokasyon,içişleri bakanı,diyanet işleri başkanı,araba sevdası,israf,yedinci makam aracı,ekonomik kriz,gıda krizi,barınma krizi,asgari ücret 17 bin,emekli maaşı 10 bim,lüks ve şatafat,konut fiyatlarındaki artış,chp.org.tr,dar gelirli,Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli,yanlı yayıncı TRT,1 mayıs 77 ruhu,polis barikatı

CHP Grup Başkanvekili Murat Emir, TBMM’de yaptığı basın toplantısında 1 Mayıs kutlamalarına değindi. CHP’li Emir, şunları dile getirdi:

“1 Mayıs'ta Saraçhane Meydanı'nda Sayın Genel Başkanımız, İstanbul örgütümüz işçilerimizle, emek örgütleriyle yan yana geldik, birlikte emeğin sesini yükselttik ve özellikle emeğin hakkını alması için, sendikasızlaştırmaya karşı insanların sefalete terk edildiği bir dönemde işçilerimizin yaşadığı sorunları iletmek üzere, sesini yükseltmek üzere ve kanlı 1 Mayıs'ta 1977'de kaybettiğimiz canlarımızı anmak üzere alanlardaydık, tüm Türkiye'de alanlardaydık. CHP örgütleri de alanlardaki bu eylemlere yoğun destek verdiler. Maalesef aslında 1 Mayıs anmalarının sembolik yeri olan, sembolik anlamı olan, özellikle kanlı 1 Mayıs'tan sonra 1 Mayıs anmalarının ana lokalizasyonu durumundaki Taksim alanının kapatılmasını şiddetle kınıyoruz. Son derece yanlış bir tutum olmuştur. Daha öncesinde Sayın Genel Başkanımız Taksim'in işçilere açılması için büyük çaba göstermiştir. Özellikle İçişleri Bakanı Yerlikaya ile Sayın Cumhurbaşkanına da iletilmek üzere temaslar yürütülmüş ve özellikle Sayın Genel Başkanımız alana 1977 sendikasız işçi ile girme teklifini götürmüştür. Bu, şu açıdan değerlidir: Taksim'deki 1977 katliamında canlarımızı yitirdik, onu anmak önemlidir. Ayrıca ülkemizde maalesef sendikasız işçi sayısı, sendikalı işçi sayısının neredeyse on katıdır. Dolayısıyla bu durumda emeğin bayramında, 1 Mayıs'ta sendikasızlaştırmayı gündeme getirmek çok önemliydi ama buna izin vermediler. Yine de yapılan mekik diplomasisi ile özellikle emek örgütlerinin, özellikle meslek örgütlerinin yan yana getirilmiş olması, onların kitleleriyle Cumhuriyet Halk Partisi örgütlerinin buluşmuş olması ve tek ses halinde emeğin hakkını almak üzere mücadele verilmiş olması son derece değerlidir ve önemlidir.”

‘ÖRGÜTLÜ EMEKTEN KORKUYORLAR’

1 Mayıs’ta Taksim’in emeğe açık olması gerektiğini ifade eden CHP’li Emir, şunları kaydetti:

“Hukuk, anayasa tanımaz AKP iktidarı, Anayasa Mahkemesi kararını bile hiçe sayarak Taksim'i işçilere kapatmıştır. Anayasa Mahkemesi, 2014-2015 kısıtlaması sonrasında sendikaların gittiği mahkemelerin son mercii olarak, Taksim alanının işçiler açısından ve 1 Mayıs kutlamaları açısından sembolik anlamı olduğunu, ortak hafızayı temsil ettiğini, bu nedenle bu toplantıların Taksim’de yapılmasının; bu düşünceyi aktarmak noktasında önemli olduğunu; dolayısıyla alanın verilmemesinin, alanın işçilere kapatılmasının aynı zamanda ifade hürriyetini ihlal etmek olduğunu söylemiştir ve bundan sonra da AKP iktidarının yapması gereken, Anayasa Mahkemesi'nin bu kararına eksiksiz uymak iken, İçişleri Bakanlığı ve saray yine Taksim'i işçilere kapatmıştır. Aslına bakarsanız burada saraydan daha farklı bir tutum da beklemiyoruz. Çünkü onlar örgütlü emekten korkuyorlar, Taksim alanından korkuyorlar ve işçilerle Türkiye'de yok sayılan, açlığa mahkum edilen ve hakları bir bir gasp edilen, her türlü baskıya ve yoksulluğa mahkum edilen milyonların yan yana gelmesinden korktuğunu bir kez daha ortaya koymuştur.”

‘ENİNDE SONUNDA TAKSİM İŞÇİLERE AÇILACAK’

CHP’nin iktidara yürüyen ve Türkiye’nin birinci partisi olarak özellikle 1 Mayıs’ta işçilerle güvenlik güçlerinin karşı karşıya gelmemesine özen gösterdiklerini kaydeden CHP’li Emir, şunları ifade etti.

“Yaşanan bu olumsuz görüntülerden de son derece rahatsızız. Ama bunlar olmasın diye öncesinde birçok iletişim kanalı kullanıldı, mekik diplomasisi kullanıldı ve maalesef yine de dün hepimizin gördüğü gibi o güvenlik güçlerinin su kemerini Çin Seddi'ne çevirdiği ve Taksim Meydanı'nı adeta etten bir duvarla kapattığı görüntüleri gördük. Yine işçilerle kimi eylemciler arasında istemediğimiz, provokasyona varabilecek olaylar yaşandığını gördük. Cumhuriyet Halk Partisi her zaman sorumlu bir anlayış içerisinde ve çözümün bir parçası olmak noktasında tavır gösterecektir. Bizim Taksim'in 1 Mayıs'a kapatılması konusundaki duruşumuz son derece nettir. Ama provokasyona da izin verecek veya bir provokasyona yardımcı olmuş görüntüsü verecek her türlü tutumdan da kaçınmayı bir görev biliyoruz. Ama bilsinler ki önümüzde bir yıllık bir süreç var. Özellikle Taksim'in 1 Mayıs'ta emekçilere açılması için her tür mücadeleyi vereceğiz ve eninde sonunda Taksim Meydanı işçilere açılacak.”

‘TAKSİM TÜGVA’YA AÇIK, İŞÇİLERE KAPALI’

CHP’li Emir; 2010 yılı itibarıyla 3 yıllığına Taksim Meydanı'nın İçişleri Bakanlığı işçilere açtığını ve bununla övündüğünü ifade etti. CHP’li Emir, şunları kaydetti:

“Bu üç yıl içerisinde kimsenin burnu bile kanamadı. Yine 15 Temmuz darbesinden sonra AKP, Taksim Meydanı'nı darbeye karşı gösterilerin bir merkezi olarak kullandı o alanları, yine Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz de orada Adalet Mitingi gerçekleştirdik. Yine aynı şekilde bakıyorsunuz söz konusu olan Bilal Erdoğan olunca, söz konusu olan TÜGVA olunca, Galata Köprüsü'nde bile böylesine bir toplantı yapılmasına izin verildiğini görüyoruz. Öyleyse 1 Mayıs'ta Taksim'i işçilere kapatmanın gerekçesi nedir? Buradan soruyoruz: Anayasa tanımıyorsunuz, hukuk tanımıyorsunuz, kanun tanımıyorsunuz. Gerekçeniz ne? Kamu düzeni ve güvenliği. Oysa Anayasa Mahkemesi'nin kararında da açıkça ifade edildiği gibi, burada söz konusu olan kamu düzeni ve güvenliği değil, demokratik toplumun gereklerine uygun olarak, ifade hürriyetinin bir gereği olarak ve Taksim Meydanı'nın toplumsal hafızamızdaki o kazınmış anlamı doğrultusunda Taksim'in işçilere açılmasıdır. Bu uğurda mücadelemiz de mutlaka devam edecektir.”

‘DİYANET İŞLERİ BAŞKANI ARABA SEVDASINDAN VAZGEÇMİYOR’

Diyanet İşleri Başkanı’nın araba sevdasından bir türlü vazgeçemediğine işaret eden CHP’li Emir, şöyle devam etti:

“Kendisinin altı makam aracı var. Sayıyorum: İki adet Mercedes, bir adet zırhlı Mercedes, bir adet Mercedes Vito, bir adet Audi A8 ve bir adet de kırmızı TOGG marka aracı varmış. Kendisi bütün bu araçlar yokmuş gibi, yetmiyormuş gibi kendi deyimiyle ihtiyaçtan yeni bir A8 araç kiralıyor. Bu aracın değeri 16 milyon liranın üzerinde. Bu kişinin lüks araç merakı olduğunu biliyoruz ve kendisini özellikle israfın mekruh sayıldığı, haram sayıldığı, dinimizin öğretilmesi ve dini hizmetlerin verilmesi için kurulmuş olan bir kurumun başkanı olarak israfa daha çok dikkat etmesi gerektiğini, israftan kaçınması gerektiğini bir kez daha anımsatıyoruz. Ülkemizde insanlar açlıkla, yoksullukla, işsizlikle mücadele ederken, yoksulluğun pençesinde inim inim inlerken, birilerinin, hele hele Diyanet İşleri Başkanı sıfatı taşıyan birinin yedinci makam aracını alması ve bu makam aracının da 16 milyon liralık lüks bir A8 araç olmasını kınıyoruz ve kendisini bu davranışından vazgeçmeye çağırıyoruz. Bakınız ne gariptir ki, 5 Mayıs 2023'te cuma hutbesinde; ‘İsraf, tüketirken tükenmek’ başlıklı bir hutbe verilmiş. Bir yandan bunları söyleyeceksiniz, bir yandan insanlara sabırlı olun diyeceksiniz yoksullara, aç insanlara ama diğer yandan siz yedinci aracınızı alacaksınız, yedinci lüks aracınızı alacaksınız ve bu aracınızda 16 milyon liralık A8 olacak. Bunu kabul etmek mümkün değil.”

‘ÜLKEMİZDE AĞIR BİR EKONOMİK KRİZ YAŞANIYOR’

Türkiye’nin gündeminin bambaşka olduğuna dikkat çeken CHP’li Emir, şunları kaydetti:

“Ülkemizde ağır bir ekonomik kriz yaşanıyor ve bu ekonomik kriz de aslında temel olarak gıda krizi ve barınma krizi olarak karşımıza çıkıyor. İstanbul Ticaret Odası dün çalışmasının sonuçlarını yayınladı; aylık yüzde 4,9, yıllık yüzde 78,8 enflasyon olduğunu söylüyor bu ülkede. Bu ülkede yarın TÜİK açıklayacak, muhtemelen onların rakamları da bunlara yaklaşacak; Türkiye'de yüzde 80 enflasyon var, pahalılık var, mutfaklarda yangın var ama bu sorunlara kulağını tıkamış, kendi gündemleri ile meşgul olan bir siyasi iktidar var. Ülkemizde Türk-İş'in yaptığı hesaplara göre açlık sınırı 17 bin 725 lira olmuş, oysa ülkemizde asgari ücret 17 bin 2 lira. Asgari ücretin açlık sınırını yakalaması için bile neredeyse 800 liralık bir desteğe daha ihtiyacı var işçi kardeşlerimizin. Böyle bir ülkede milyonlarca insanın açlığa mahkûm edildiği, asgari ücretin 17 bin lira olduğu, emeklilerimizin 10 bin lira maaşa mahkum edildiği bir ülkede bu lüks ve şatafatlı elbette kınıyoruz. Cumhurbaşkanı ‘Ekonomiyi en iyi ben biliri’ dedi, ‘Nas’ dedi, ‘Ben Nas'a inandığım için faiz veremem’ dedi, kendince bir ekonomik model ortaya koydu ve bu ekonomik model gereğince de faizleri düşürdüler ve ekonomiyi öyle bir temelinden sarstılar ki, ondan sonra Eylül 2021'den sonra konut fiyatlarının yüzde 611, ancak enflasyonun yüzde 253 arttığını görüyoruz. Yani konut fiyatları enflasyonun iki katından daha fazla artmış durumda. Şu halde ağır bir barınma krizi de yaşanıyor; vatandaşlarımız, özellikle orta ve dar gelirliler bir konut edinmeyi, mütevazı bir konut edinmeyi bile hayal edemezken, ağır kira zamları karşısında çaresiz kalıyorlar. 25 metreküp doğal gazın ücretsiz yapılması uygulaması bugün itibariyle bitiyor. Yoksullar, dar gelirliler bugün birazcık daha yoksullaştılar. Bu sorunun da mutlaka gündeme gelmesi gerekiyor. Bu 25 metreküplük yardımın bir yıllığına kalmaması, bundan sonra da uzatılması şart. Bunu da iktidar sahiplerine duyurmuş olalım.”

‘SİZ MİLLİ EĞİTİM BAKANISINIZ, MAARİF BAKANI DEĞİL’

Milli Eğitim Bakanlığı’nın 10 yıl boyunca çalışarak “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” adı altında bir taslak açıkladığına değinen CHP’li Emir, şunları ifade etti:

“Yaklaşık on bin sayfalık bir metin, son derece ayrıntılı incelenmeye ihtiyacı var. Ama bu metni internet sayfalarına koydular ve "bir hafta içerisinde değerlendirin, sonrasında sizden aldığımız görüşlerle tekrar üzerinde değişiklikler yapabiliriz" diyorlar. Bu son derece ciddiyetsizdir, son derece yanlıştır; bu, 86 milyonla alay etmektir. Siz on yılda hazırlanıyorsunuz, vatandaşa, eğitimcilere, üniversitelere, eğitimle birebir ilişkisi olanlara, öğrencilere ve velilere bir hafta süre veriyorsunuz. Bu akıl dışılıktan, bu alaycılıktan Milli Eğitim Bakanlığı'nın bir an evvel vazgeçmesini bekliyoruz. Yeni Maarif Modeline baktığımızda aslında bildiğimiz ideolojik saplantılarını, siyasal İslamcı düşüncelerini eğitim yolu ile çocuklarımıza empoze etmek dışında herhangi bir şey bulamıyoruz. Ülkemizin ihtiyacı olan bilimsel, laik, çağdaş eğitimdir. Ancak bu eğitim anlayışının hiçbir unsurunu bu yeni maarif modelinde göremiyoruz. Öncelikle yapılış yöntemi yanlış. Çünkü kapalı kapılar ardında kendilerince, kendi ideolojik dünyalarına yakın insan ve kurumlarla çalıştılar. Üniversitelerden görüş almadılar, sivil toplumdan görüş almadılar, birçok kurumu dışladılar, birçok kurumu görmezden geldiler. Kendi ajandalarına göre hazırlayabilecekleri kendi dünya görüşlerindeki kişileri topladılar ve böyle bir ucube modelle karşımıza çıktılar. Adı bile yanlış... Bir defa Türkiye Yüzyılı, AKP'nin seçim propaganda sloganı. AKP'nin seçimde kullandığı propaganda sloganını, adının önünde milli olan Milli Eğitim gibi can alıcı bir konuda çocuklarımıza nasıl bir eğitim modeli ile eğitim verileceğini ortaya koyan bir modelde isim olarak kullanmak baştan sonra pervasızlıktır, asla kabul edilemez. Bir diğer nokta; eğitim diyemiyor Sayın Eğitim Bakanı, maarif diyor. Bir defa maarif Arapça bir kelime ve 1930'lu yıllardan sonra kullanılmayan bir kelime. Sayın Bakan, sizin eğitim kelimesiyle derdiniz ne? Siz Eğitim Bakanısınız, siz Maarif Bakanı değilsiniz. Dolayısıyla bu isimlendirme bile baştan sona o içindeki ideolojik yaklaşımı apaçık ortaya koyuyor. Bakınız, yeni müfredatta arıyoruz; Atatürk'ü, laik ve bilimsel eğitimi adeta hiç göremiyoruz. Yine aynı şekilde baktığımızda milli görüşçü, şeriatçı bir yaklaşımın ağır gölgesini görüyoruz ve özellikle inkılap tarihi derslerinde dahi laiklik kelimesinin ancak birkaç defa geçtiğini hayretle görüyoruz ve bu tutumlarını da kınıyoruz. Bu çağdışı modelin çocuklarımıza vereceği, ülkemizin geleceğine vereceği herhangi bir katkı yoktur. Bu yanlıştan dönülmelidir. Çocuklarımızın hak ettiği bilimsel, laik ve çağdaş eğitimdir. Bunun ancak demokratik bir yolla tüm eğitim bileşenleri, hatta öğrenciler, hatta veliler katılarak ama bilimsel hiçbir yöntem dışlanmayarak hazırlanması şarttır.”

‘TRT YANLI YAYINCILIKLA AKP’NİN BORAZANI HALİNE GELDİ’

TRT’nin 60. yılının kutlandığını anımsatan CHP’li Emir, “TRT, ilk kurulduğu günden itibaren çok önemli görev yapmış ve habercilik konusunda bir çizgi yaratmış bir kurumdu. Ancak bugün itibariyle TRT'nin özellikle yanlı yayıncılık bakımından AKP'nin borazanı haline geldiğini de üzülerek ifade etmeliyiz. Bakınız, yerel seçim döneminde bile son derece çarpıcı örnekler karşımıza çıktı. Baktığımızda Murat Kurum 29 dakika, Ekrem İmamoğlu 0 dakika verilmiş. Hamza Dağ 26 dakika, Cemil Tugay 0 dakika haberlere konu edilmiş. Turgut Altınok 17 dakika verilirken, Mansur Yavaş 0 dakika bulabilmiş. Yani TRT, koskoca bir seçimde İstanbul, İzmir ve Ankara adaylarımızın ve belediye başkanlarımızın haberlerini görme gereği dahi görmemiş, 1 dakika bile haberleri verilmemiş. 1 Ocak'tan itibaren baktığımızda Recep Tayyip Erdoğan'a 2952 dakika konuştuğunu, yer verildiğini, Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel'e ise sadece 43 dakika yer verildiğini görüyoruz. Bu son derece kabul edilmez ve TRT'nin ne kadar AKP bağımlısı olduğunu, siyasi baskıya ne kadar maruz kaldığını apaçık ortaya koyuyor. Sayın Genel Başkanımızın sözlerini anımsarsınız; kendisi ‘Bizim dirimizde bizi görmeyenler ölümüze gelmesinler’ demişti. Biz bir kez daha TRT'ye artık bu yanlı yayıncılıktan vazgeçmesini, herkesin, 86 milyonun vergisiyle yayın yaptıklarını, personel maaşlarını 86 milyonun vergisiyle aldıklarını, ödendiğini, dolayısıyla da kanununda olduğu gibi bağımsız ve tarafsız habercilik yapmasını şiddetle öneriyoruz ve şu ana kadarki yanlı, taraflı tutumunu da kınıyoruz” diye konuştu.

‘POLİSLE KARŞI KARŞIYA GELMEME TAVRI GÖSTERİLDİ’

CHP’li Emir, 1 Mayıs kutlamalarında Taksim’e yürüyüşten neden vazgeçildiği yönündeki soru üzerine şunları dile getirdi:

“İlk kararlılığımız Saraçhane'den toplanıp hep birlikte Taksim Meydanı'na girmek yolundaydı ve bunun olabilmesi için de her seviyede çaba gösterilmiştir ve özellikle de İçişleri Bakanı ile bir diplomasi yürütülmüştür. Ancak İçişleri Bakanı, saraydan aldığı talimatlar doğrultusunda kanun ve anayasa tanımaz bir biçimde bu girişimcilerimize karşı durmuş, izin vermemiştir. Bu toplantıyı düzenleyenleri, 1 Mayıs anmalarının yürütücüsü olan komitenin üyelerini size buradan onları da söyleyeyim, söylemiş olayım: DİSK, KESK, Türk Tabipleri Birliği, Türkiye Mimar ve Mühendis Odaları Birliği ve Türk Dişhekimleri Birliği daha önce hiç olmadığı bir biçimde yan yana gelmişler, bir eylem komitesi kurmuşlar ve görüşmeler sonucunda da onlar Taksim'de polisle karşı karşıya gelmemek konusunda bir tavır göstermişlerdir. Bizim o noktadan sonra bu yapıya, eylemin, bu yürüyüşün, Taksim anmalarının asıl sahiplerine saygı duymaktan başka bir seçeneğimiz yoktur. Orada Sayın Genel Başkanımız konuşmasını yaptıktan sonra ayrılmıştır ama son sendika oradan ayrılana kadar CHP İstanbul İl Başkanı dahil CHP’liler Saraçhane Meydanı'nda kalmışlardır, beklemişlerdir. Burada iki şey önemlidir. Birincisi, CHP tabii ki Taksim'in işçilere 1 Mayıs'ta açılması için her türlü kararlılığın içerisindedir, her türlü kararlılığı göstermiştir ama bir noktadan sonra polisle çatışan, polisle yüz yüze gelen bir görüntünün içerisine girmek istememiştir, hiçbir kimseyi de bunun bir parçası yapmamak konusunda bir hassasiyet göstermiştir. Ama tutumumuz nettir, biz siyasi mücadelemizi özellikle Taksim'in 1 Mayıs'ta işçilere açılması için sonuna kadar sürdüreceğiz ve eninde sonunda CHP birinci parti olarak ve önümüzdeki ilk genel seçimlerin kazanan birinci partisi olarak da bunu başaracaktır, kimsenin şüphesi olmasın.

‘SURDAKİ BARİKAT GÖRÜNTÜLERİ TÜRKİYE’YE YAKIŞMAMIŞTIR’

CHP’li Emir, su kemerlerindeki polis barikatını nasıl değerlendirdiğinin sorulması ve İstanbul Valisi’nin açıklamalarının anımsatılması üzerine de şunları ifade etti:

“O görüntüler Türkiye'ye yakışmamıştır, içimize sinmiştir. O görüntünün yaratıcısı AKP'dir. Çünkü orada yürütülmek istenmeyen, gösteri yapmaları engellenen işçilerdir, örgütlü güçlerdir ve o işçiler sağduyu içerisinde 1 Mayıs'ın 77 ruhuna uygun bir biçimde ağırbaşlılık ile o alanı doldurmak üzere yürütmüşlerdir. Orada elbette kimi provokatif unsurların olduğunu ve olabileceğini göz önüne alıyoruz ama polisimizin, güvenlik güçlerimizin de burada çok daha dikkatli bir tavır almalarını beklerdik. Tabii biz burada oradaki güvenlik güçlerini, özellikle emirleri uygulamakla sorumlu polis kardeşlerimizi anlıyoruz ama o telsizin ucundaki polis müdürleri, asıl ucundaki İstanbul Valisi bu tavrı ile zaten apaçık meydan okumaktadır. Burada Sayın Valinin ayar verdiği, neredeyse intikam aldık duygusu ile paylaştığı kişiler işçilerdir, emekçilerdir; sendika isteyen, kaybettikleri 77 arkadaşını anmak isteyen, asgari ücrete, yoksulluk ücretlerine karşı koyan, iş cinayetleri yaşanmasın diye mücadele eden işçilerdir. Dolayısıyla bir valinin görevi, o işçileri o meydana alıp, aynen daha önce AKP'nin toplantılarında yaptığı gibi bu toplantının gerçekleşmesini sağlamaktır. Valiye düşen bu iken vali adeta intikam aldık diyerek kendi pozisyonunu ortaya koymaktadır. Kendisi devletin valisi olmadığını, AKP'nin valisi olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur.”