23.07.2018

GENEL BAŞKAN YARDIMCISI VE PARTİ SÖZCÜSÜ BÜLENT TEZCAN’IN BASIN AÇIKLAMASI

GENEL BAŞKAN YARDIMCISI VE PARTİ SÖZCÜSÜ BÜLENT TEZCAN’IN BASIN AÇIKLAMASI
(23 TEMMUZ 2018)
TBMM’NİN, MİLLETİN MECLİSİNİN ETKİSİZ KILINDIĞI, YOK EDİLMEYE ÇALIŞILDIĞI BİR DÖNEMDEN GEÇİYORUZ
Değerli basın mensubu arkadaşlarım, hepinize kolay gelsin, iyi çalışmalar. Merkez Yönetim Kurulu toplantımız devam ediyor. Bugün Erzurum kongresinin toplanışının 99. yıldönümü. Erzurum kongresi, ardından Sivas kongresi, Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’a çıkmasıyla başlayan milli mücadele sürecinin önemli dönüm noktalarından birisiydi. 99 yıl önce milli iradeyi hakim kılma konusunda yakılan ateş, milli mücadelenin başarılması, egemenliğin saraydan alınıp milletin iradesini temsil eden meclise verilmesiyle sonuçlandı ve Türkiye Cumhuriyetinin kurulması milli iradenin taçlanmasının ifadesiydi. Aradan geçen süre içerisinde milli iradeye yönelik birçok saldırı sonucunda sanıyorum en sistematik saldırının yapıldığı günlerden geçiyoruz. TBMM’nin milletin meclisinin etkisiz kılındığı, yok edilmeye çalışıldığı bir dönemden geçiyoruz.
TBMM ÜYELERİ OLARAK MİLLİ İRADEYİ HAKİM KILMA KONUSUNDA, KARARLILIKLA MÜCADELEYE DEVAM EDECEĞİZ
Buna karşı TBMM üyeleri olarak milletin iradesini savunma kararlılığıyla mücadeleye devam ediyoruz, edeceğiz. Her ne kadar egemenliği milletten alıp saraya verme hesabı yürüse de, buna karşı TBMM üyeleri olarak milli iradeyi hakim kılma konusunda kararlılıkla mücadeleye devam edeceğiz.
TÜRKİYE’DE KALICI ADALETSİZLİK DÜZENİ KURULMUŞTUR
Bir saray rejimi kararnamelerle kuruluyor, tahkim ediliyor ve saray rejimi altında hukukun olmadığı, anayasanın olmadığı, kuvvetler ayrılığının olmadığı bir Türkiye’de yaşıyoruz. Böyle bir tablo içerisinde hiç kimse kendisini güvende hissedemiyor. Türkiye’de hiç kimse güvence altında değildir. Bunun en çarpıcı örneğini en son Yargıtay 16. Ceza Dairesinin İstanbul Milletvekilimiz Enis Berberoğlu ile ilgili verdiği kararda gördük. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin kararı siyasetin talimatı altında verilmiş bir karardır. Hiçbir hukukçu böyle bir kararın altına imza atmaz, atamaz. O kararın altındaki muhalefet şerhinde imzası olan hakim, hukukun vicdanını savunmuş ve ifade etmiştir. Ancak karar bir bütünüyle anayasayı yok sayan, hukuku askıya alan bir karardır. Anayasa çok açıktır. “Bir kişi hakkında soruşturma devam ederken, kesinleşmiş bir mahkeme kararı yoksa, -davası sürerken- işin özeti, davası devam ederken yeniden milletvekili seçilirse, dokunulmazlığını yeniden kazanır” diyor. Bu kadar açık. Bunu yorumlamak için hukukçu olmaya gerek yok, ciltlerce hukuk kitabı okumaya gerek yok. Bunu sıradan bir vatandaşa, “yeniden” sözü neyi ifade ediyor diye sorduğunuzda, açıkça söyler. Der ki, “Bir daha milletvekili seçilirse dokunulmazlığı yeni baştan başlıyor, salacaksınız o zaman” der. Yasama organı anayasada dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin geçici madde düzenlenirken, TBMM Anayasa Komisyonu raporunda Mustafa Şentop’un daha önce komisyonda konuşurken ifade ettiği görüşler aynen geçmiştir. AK Partili bugünkü Meclis Başkanvekili, o zamanki Anayasa Komisyonu Başkanı Mustafa Şentop “Bu arkadaşlar yeniden milletvekili seçildiklerinde yeniden dokunulmazlığı kazanacaktır” demiştir. Bu konuşma Anayasa Komisyonu raporuna geçmiştir. Komisyon raporları yargı organlarının yorum yaparken dayandıkları, dayanmaları gereken raporlardır. TBMM’nin iradesini gösteren raporlardır. Yasama organı geçici maddeyi çıkarırken bu iradeyi ifade etmiş olmasına rağmen, mahkeme buna uymamakla, yasama organının iradesine de ipotek koymuştur. Bugün 16. Ceza Dairesinin kararı yasama organının iradesine de ipotek koymaktadır. Türkiye’de kalıcı adaletsizlik düzeni kurulmuştur. Hiç kimse artık hukuk karşısında kendisini güvencede hissedebilecek noktada değildir.
Bir benzeri uygulama yine Parti Meclisi Üyemiz 26. Dönem İstanbul Milletvekilimiz Eren Erdem’le ilgilidir. Aynı şekilde yargı eliyle rehin alınmaların sürdüğü bir dönemden geçiyoruz ve demokrasiyi, hukuku buna karşı kararlı bir şekilde savunacağız. Önümüzdeki dönem ülkemizde en önemli görevlerden birisi başta gelen görev demokrasiyi, adaleti ve hukukun üstünlüğünü sağlamak olacak. Hukukun üstünlüğünü sağlayamazsanız siyasetin etkin olarak Türkiye’de sorunları çözebileceği bir tabloyu yaratamazsınız. Bu konuda bir yeni süreçle, adı yeni olan ama kendisi tarihin çöplüğünden alınmış olan bir diktatörlük düzeniyle karşı karşıyayız. Biz her şeye rağmen yargı organları içerisinde hukukun üstünlüğüne inanan cesaretli yargıçların tamamen tükendiğini düşünmüyoruz. Şimdi itirazla 17. Ceza Dairesi dosyayı görüşecek, 17. Ceza Dairesinden bu hukuk ayıbını gidermesini bekliyoruz. 17. Ceza Dairesinden yasama organının iradesine konulan bu ipoteği ve kelepçeyi çözmesini bekliyoruz. Bir hukuk ayıbını yine bir başka yargı organının çözmesini bekliyoruz. Türkiye’nin itibarı açısından önemli olan nokta budur.
TÜRKİYE SÜREKLİ OHAL REJİMİ ALTINDA YAŞAMAYA MAHKUM EDİLİYOR
Değerli arkadaşlar, başta da söyledim bir saray rejimi tahkim ediliyor, kuruluyor ve burada Türkiye sürekli OHAL rejimi altında yaşamaya mahkum ediliyor. 2 yıldan bu yana Türkiye ilan edilmiş bir olağanüstü hal rejimiyle karşı karşıyaydı. İlan edildiği günden itibaren olağanüstü hal rejimine karşı çıktık, mücadele ettik. Olağanüstü hal şartları altında bir referandum, bir seçim yapıldı, her ikisi de meşruiyeti tartışmalı, gayrimeşru bir referandum ve gayrimeşru bir seçim sonucunda Türkiye böyle bir tabloya geldi. Ve şimdi olağanüstü hali şeklen kaldıran, ama özünde olağanüstü hali süreklileştiren bir düzen kuruluyor. Türkiye sürekli OHAL rejimi altına sokuluyor. TBMM’de geçtiğimiz hafta adalet komisyonundan geçen terörle mücadele bahanesiyle çıkarılan yasa teklifi aslında adaletsizliği, hukuksuzluğu yerleştiren bir yasa teklifidir. Açıkça anayasaya aykırıdır. Bu teklifin TBMM’de derhal reddedilmesi gerekir. Açıkça anayasaya aykırıdır.
KAMUDA ÇALIŞANLARIN SORGUSUZ, SUALSİZ İHRAÇ EDİLEBİLMELERİ HÜKMÜ KANUNA KONUYOR
Anayasada gözaltı süreleri bir üst sınıra bağlanmışken 4 günden fazla toplu suçlarda gözaltına alma işlemi uygulayamazsın denmesine rağmen bu süreyi 12 güne kadar çıkaran bir düzenlemeyle karşı karşıyayız. Toplu suçlarda gözaltı süresini 12 güne kadar çıkaran, bireysel suçlarda 6 güne kadar çıkaran bir düzenlemeyle karşı karşıyayız. Anayasanın açık lafzına aykırıdır. Bu hüküm bu düzenlemeyi içeren bir düzenin adı hukuk düzeni olamaz. Türkiye bununla çağdaş dünyayla, dünyanın ileri, gelişmiş ülkeleriyle, demokratik ülkeleriyle sağlıklı bir ilişki kuramaz. Böyle bir düzenlemeyle Türkiye’nin dünyayla itibarlı bir ilişki kurmasını beklemek, hayal etmek mümkün değildir.
Değerli arkadaşlar, yine aynı düzenlemeyle kamuda çalışanların sorgusuz, sualsiz ihraç edilebilmeleri hükmü kanuna konuyor. Olağanüstü hal yetkilerinin tamamını alıp kanuna koymuşlar, sonrada diyorlar ki, olağanüstü hali kaldırıyoruz. Bunlar mahkeme kararıyla dönseler bile, “Tazminat alamazsınız” diyorlar. Yani seni keyfi işten çıkaracaklar, mahkemeye gideceksin, mahkeme diyecek ki, “Bu vatandaş haklı, işten çıkaramazsın” diyecek, iki sene dışarıda kalmış olacak, geri döndüğünde iki senenin tazminatını alamayacak. Böyle bir düzen getiriyorlar. Bu düzeni anlamak, bu düzene herhangi bir biçimde meşruiyet izafe etmek mümkün değil.
BU 81 DELİ DUMRUL YARATMA TEKLİFİDİR
Değerli arkadaşlar, vatandaşlarımıza sesleniyoruz, hangi durumla karşı karşıya kalacaklarını görsünler. Kamudaki yetkililerin, kamu kuruluşunun amirlerinin, iki dudağı arasına kamu çalışanlarını sıkıştırılan bir düzen. Bugüne kadar iki senedir yüzbinlerce insana ne yaşatıldıysa, daha fazlasını sürekli olarak yaşatılacak bir düzen kuruyorlar. Valilere şehri kapatma yetkisi veriyorlar. Şehre, yani Türkiye’nin 81 ilinde 81 vali değil, 81 Deli Dumrul yaratma teklifidir bu. İstedim şehre giriş yasak, istedim şehirden çıkış yasak. Valilik değil Deli Dumrul yaratma düzeni. Böyle bir şey olur mu? Hukuk var. Hangi kararla neye dayanarak bunu yapacaksın? Bütün bunlarla ilgili ciddi bir problemle karşı karşıyayız.
TÜRKİYE’NİN BU SÜREÇ İÇERİSİNDE SERMAYE GÜVENLİĞİNİ SAĞLAYABİLMESİ MÜMKÜN DEĞİLDİR
Bir başka önemli problem tasarruf mevduat sigorta fonuna şirketlere önümüzdeki üç yıl içerisinde yine el koyma ve kayyum atama yetkisi getiriliyor. Bakın Türkiye’nin bu süreç içerisinde sermaye güvenliğini sağlayabilmesi mümkün değildir. Türkiye’ye dışarıdan yabancı sermaye gelmesi mümkün değildir. Türkiye’deki sermayeyi de içerde tutabilmeniz mümkün değildir. Ondan sonra işadamlarına çıkıp diyeceksin ki, “Erdoğan öyle diyor” ya sarayda oturup işadamlarına diyeceksin ki, “Buradan sermayeyi dışarıya kaçırmak vatana ihanettir.” Eğer vatana ihaneti arıyorsanız, Türkiye’de hukukun olmadığı bir düzen yaratanlara bakacaksınız. İhanet sizin yaptığınız. Bu vatan bunu hak etmiyor. Bu vatanda yaşayan bu millet bunu hak etmiyor. Böyle bir düzen hak etmiyor. Çadır devletinden daha geri bir noktaya Türkiye Cumhuriyeti devletini taşıyan bir düzenlemeyle karşı karşıyayız.
Değerli basın mensupları, bu anayasaya aykırı, piyasa güvenliğine aykırı ve her şeyden öte normalleşmeye aykırı. Olağanüstü hali kaldırdık, normalleşeceğiz yalanına hiç kimse inanmasın. Bu sürekli OHAL rejimi düzeni yaratmaktır. Bu normalleşme değil, anormalliği yerleştirme düzenidir. Bugün yaşadığımız tablo budur.
OHAL REJİMİ, SADECE BİR HAK VE ÖZGÜRLÜK SORUNU OLMANIN ÖTESİNDE BİR EKMEK İŞ SORUNUDUR
Bakın, iki yıllık olağanüstü halin faturası, reçetesi, fotoğrafı üç veriyle ortaya çıkıyor iki yıllık olağanüstü halin. Dolar olağanüstü hal ilan edilmeden önce 2 lira 90 kuruştu, şimdi 4 lira 90 kuruşa kadar çıktı OHAL’in sonunda iki yıl sonunda. Euro 3 lira 20 kuruştu, 5 lira 80 kuruşa kadar çıktı. İki katına yakın artışlar bunlar. Tüketici enflasyonu OHAL ilan edilmeden bir gün önce yüzde 7.64’tü, şimdi yüzde 15.39 oldu. Bütün değerler iki katına çıkmış, olumsuz ne varsa iki katına çıkmış, şimdi olumsuz ekonomide bütün olumsuzları yaratan iki katına çıkaran bu düzen kalıcı hale getirilmeye çalışılıyor. Yani sürekli OHAL rejimi sadece bir hak ve özgürlük sorunu olmanın ötesinde bir ekmek iş sorunudur. Türkiye’nin krize açık hassas bir noktaya hızla sürüklendiğinin göstergesidir ve bunun sorumlusu da bu iktidardır, başta da sarayda oturan Recep Tayyip Erdoğan’dır.
Değerli arkadaşlar, aynı tablo içerisinde ekonomiyi rayından çıkaran, anayasayı yok sayan, askıya alan, hukuku yok eden anlayış iş yaşamında iş güvenliği sözkonusu olduğunda emek dünyasını kölelik düzenine mahkum etmeye devam etmektedir. İşçiler, emek dünyası kölelik düzeniyle imtihan edilmektedir. İş cinayetleri ardı arkası kesilmiyor geçen hafta Yatağan termik santralinde üretimde bir bant çöktü, çöken bant nedeniyle iki işçimiz hayatını kaybetti, 10 işçimiz yaralandı, bir tesadüf eseri mola saati olması nedeniyle 25 işçi de orada bulunmaması nedeniyle kazadan kurtuldu. Olayın vahametini düşünebiliyor musunuz? Sürekli olarak TBMM’de bu konuda meclis araştırma önergesi verip iş cinayetlerine önlem alınmasını istememize rağmen, iktidar bununla ilgilenmediği gibi Soma’da iş cinayetine kurban giden 301 işçinin kanı hala kurumamışken, Türkiye’de her gün 5 işçi iş cinayetinde ölmeye devam ediyor. Bunlar iş kazası değil artık. Bu süreç iş cinayeti sürecidir ve Türkiye’de her gün 5 işçi iş cinayetinde ölmeye devam ediyor.
BEDELLİ ASKERLİK TEKLİFİNE TBMM’DE DESTEK VERECEĞİZ
Değerli arkadaşlar, bu hafta önemli bir başka gündem konusu bedelli askerlik konusu. Bedelli askerlik meselesinde bizim yaklaşımımız daha önce de söyledim çok nettir. Eşitsizlik ve ayrımları ortadan kaldıracak ve soruna palyatif geçici önlemlerle değil, kesin çözümlerle yaklaşacak bir tutumu alma zamanı gelmişte geçiyor. Bir kere önce şunu söyleyelim, bu bedelli askerlik teklifine TBMM’de destek vereceğiz. Ancak düzeltilmesi gereken hususlar var bunları da ifade edeceğiz. 21 güne indirmişler temel eğitim süresini 28 günden. Bunun bir anlamı yoktur. 21 gün temel eğitimi koymanın bir anlamı yoktur. Madem bedelli askerlik getirdiniz, bu temel eğitimin de kalkması, 21 günlük askerlik süresinin de kalkması gerekir. Bedel ödeyerek eğer askerlik yaptırıyorsanız, 21 gün kışlaya sokmanın bir anlamı yoktur. Kimse kendini ve milleti aldatmaya kalkmasın. Bunun bir anlamı yoktur. Onun kaldırılması gerekir.
Bir başka önemli nokta, buradan elde edilecek gelirlerin harcama usulüdür. Bunu teklif ettik, edeceğiz. Birincisi ihtiyaç sahibi yoksul asker ailelerine ve o askerlere verilmelidir, ödenmelidir buradan elde edilecek gelir. O gelir yoksul asker ailelerine aktarılmalıdır, oraya ödeme yapılmalıdır. İkincisi, şehit ve gazilere harcanmalıdır. Bu konuda arkadaşlarımız tekliflerde bulundular, onu da takip edecekler. Şehit ve gaziler arasındaki ayrıma son vermenin de bir fırsatını bu şekliyle yaratmış oluruz. Daha önceki bedelli uygulamasında hatırlayacaksınız toplanan parayla savunma sanayi müsteşarlığına makam otomobili alınmıştı, lüks otomobil alınmıştı. Ayıptır. Bu milletin örfüne, geleneğine ayıptır, aykırıdır. Böyle bir israf düzeni anlaşılabilir bir şey değil. Bu nedenle gelirlerin şehit ve gazi aileleriyle yoksul asker ailelerine ayrılması sağlanmalıdır.
Bir başka önemli teklifimiz parası olmayan ne olacak? Bedelli askerlik şartlarını taşıdığı halde askere gidememiş o sebeplerle ama parası yok ne olacak? Yani şunu mu diyeceğiz? Parası olana tezkere, parası olmayan askere. Bu doğru, adaletli bir yaklaşım değildir. Bu nedenle parası olmayanların da o statüyü taşıyorlarsa, para ödemeden mağduriyetlerini giderecek bir yöntemin geliştirilmesi gerekir. Daha önce TBMM’ye verdiğimiz teklifte buna ilişkin önerilerimiz vardı. O önerileri devam edeceğiz, tekrar edeceğiz. Parası olmayanların da para ödemeden, para ödeyecek gücü olmayanlarında bedel ödemeden bu haktan yararlanmaları gerekir.
ASKERLİK SÜRESİNİN KISALTILMASI GEREKİR
Bir başka önemli nokta, soruna köklü bir çözüm bulmak zorundayız. Her seferinde bedelli askerlikle geçici çözümlerle bu olmaz. Bu nedenle daha önce seçim bildirgemizde ifade etmiştik askerlik süresinin kısaltılması gerekir. Belli dönemlerde kamuya hizmet ederek ya da yaz döneminde öğrencilerin askerlik yapmasını sağlayacak yöntemlerle soruna köklü çözümler bulmak durumundayız. Öyle olursa bu askerlik meselesi bir siyasi rant aracı olmaktan da çıkarılmış olur. Her dönem seçim yatırımı, seçim malzemeleri, iktidarların siyasi rant aracı haline ya da siyasetçilerin rant kapısı olmaktan da çıkarmış oluruz.
Hepinize teşekkür ediyorum, sorularınız varsa cevaplayabilirim.
Soru- Efendim Enis Berberoğlu’nun durumuyla ilgili değerlendirmelerinizi aktardınız. Cumhuriyet Halk Partisinin önünde bir eylem planı var mı ya da böyle bir plan yapıldı ama 17. Ceza Dairesinin kararı mı bekleniyor?
Bülent TEZCAN- Şöyle söyleyeyim, Merkez Yönetim Kurulu toplantımız devam ediyor. Sorun sadece İstanbul Milletvekilimiz Enis Berberoğlu’nun tahliye edilme sorunu değil, Türkiye’de hukuku, adaleti, demokrasiyi ve anayasayı hakim kılma sorunudur. Sorunun çapı çok daha büyüktür. Bu istikrarlı ve sürekli bir demokrasi mücadelesini gerektiren bir süreçtir. Bu demokrasi mücadelesinde atılması gereken bütün adımları kararlılıkla atacağız. Bu konuda önümüzdeki süreçte adım adım neler yapacağımızı hep beraber izleyeceğiz.
Soru- Efendim siz girmediniz ama bir kurultay tartışması devam ediyor, en son Genel Merkez bir çağrı yapmıştı. Parti içi muhalefet imzaları toplayıp getireceklerini ifade etti. Bir taraftan da imzaların geri çekilmesine yönelik bir tartışma sürüyor, delegelere baskı yapıldığı iddia ediliyor. Ne dersiniz bu konuda, konu gündeme geldi mi, imzalar toplanıyor mu, toplanmıyor mu?
Bülent TEZCAN- Arkadaşlar, olağanüstü kurultay süreci parti tüzüğümüzde belirtilen çerçevede yürüyor, yürüyecektir. O partinin iç işidir. Toplayan arkadaşlarımız topladıkları imzayı getirirlerse tüzüğe uygun olarak gereği yapılır, yapılacaktır. Ancak bu baskı iddialarının gerçekle hiçbir ilgisi yoktur, doğru değildir. Bu iddiaları ifade etmenin partiye yararı da yoktur. Tam tersine zararı vardır. Zaten mevcut ortamda baskı iddiasını haklı kılacak bir tabloda yoktur. Çünkü Sayın Genel Başkanımız Cuma günü 604 imza toplandı dediğinde bir açıklama yaptırmıştır Genel Merkez vasıtasıyla. Eğer 604 imza toplanmışsa, sayıları yarıştırmanın alemi yok bunu getirin Cumartesi günü bu imzalar teslim edilsin, derhal kurultayı toplayacağız denmiştir. Dolayısıyla bu çağrının yapıldığı yerde delegelere baskı yapılıyor demenin bir anlamı yoktur. Yeterli sayı bulunmadan da 604 varsa kurultayı toplayacağım buyurun getirin demiştir Genel Merkez Genel Başkanımızın talimatı üzerine. Bu nedenle bu tartışmalar anlamsız. Onu bırakalım kendi içinde yürüsün, kendi mecrasında. Türkiye’nin esaslı ve ciddi meseleleri var oraya bakacağız.
Soru- Birde Gürsel Erol konusu var efendim Yüksek Disiplin Kuruluna bugün sanırım savunmasını yapacaktı. Size gelen bilgi var mı, YDK toplantısı bitti mi, durum nedir?
Bülent TEZCAN- Hayır yok. Biz onu takip etmiyoruz. Yüksek Disiplin Kurulu partinin yargı organıdır, en üst yargı organıdır, disiplin yargı organıdır öyle bakıyoruz biz. Dolayısıyla oranın gündemini takip etmiyoruz kim geliyor, kim gidiyor, ne karar veriyorlar. Siz bizden daha yakından takip ediyorsunuz.
Teşekkür ediyorum arkadaşlar. 

Gündem'den Öne Çıkan Haberler