17.07.2012

GENEL BAŞKAN KEMAL KILIÇDAROĞLU’NUN 34. OLAĞAN KURULTAY KONUŞMASI (17 TEMMUZ 2012)

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun 34. Olağan Kurultay'da (Demokrasi ve Değişim Kurultayı) yaptığı konuşma şöyle:

Sevgili Cumhuriyet Halk Partililer, değerli yol arkadaşlarım, televizyonları başında bizleri izleyen değerli yurttaşlarım, yabancı misyonların saygıdeğer temsilcileri, siyasal partilerin, sivil toplum kuruluşlarının değerli yöneticileri, temsilcileri, bize güç veren, destek veren, yolumuzu açan sevgili aydınlar, sanatçılar, değerli basın mensupları. Ulu bir çınarın gölgesinde 34. Olağan Kurultayımızı yapıyoruz. Bu ulu çınarın adı Cumhuriyet Halk Partisidir. Kendini yenileyen, tarihin derinliklerinden gücünü alan, geleceğe umutla bakan bir çınarın mensuplarıyız biz. Cumhuriyet Halk Partiliyiz, köklerimizle, tarihimizle her zaman, her yerde onur duyduk, onur duymaya devam edeceğiz. Bu çınar her kurultayında filizler verir. Bu çınar filiz verdiği ölçüde büyür. Tarihin derinliklerinden geleceğe umut veren bir çınar olur. O nedenle 34. Kurultayımızı önemsiyoruz diğer kurultayları önemsediğimiz gibi. Geleceğe daha kararlı, daha onurlu bir bakışla yürüyeceğiz ve yürümeye devam edeceğiz. Bu vesileyle, milli mücadele kahramanımız başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere bütün Genel Başkanlarımızı şükranla anıyorum. Ebediyete intikal edenleri rahmetle anıyorum. Onların aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum. Onlar bugünün Türkiye’sini, çağdaş Türkiye’yi kurmak için yola çıkan insanlardı. Biz Cumhuriyet Halk Partililer olarak her zaman görkemli bir tarihe sahip çıkmaktan onur duyduk. O tarihin gereğini yapmak için hep çalıştık, hep çaba harcadık. Çalışmaya, çaba harcamaya devam edeceğiz.

Cumhuriyet Halk Partisinin tarihi emperyalizmle mücadelenin tarihidir. Cumhuriyet Halk Partisinin tarihi bağımsızlığımızın tarihidir. Cumhuriyet Halk Partisinin tarihi aynı Kuva-i Milliyenin, Kuva-i Milliyecilerin tarihidir. Bütün yurttaşlarımız şunu çok iyi bilsinler ki, tam bağımsızlıkçı, anti-emperyalist duruşumuzdan ne geçmişte, ne bugün, ne gelecekte bir milimetrelik sapma dahi yapmayacaktır Cumhuriyet Halk Partisi. Cumhuriyet Halk Partisinin kadroları her dönem, her zaman zamanın ruhunu en iyi okuyan kadrolardır. Cumhuriyeti kurarken de bunu yaptılar. Çok partili yaşama geçerken de bunu yaptılar. Sosyal demokrasiyi bu ülkeye getirirken de bunu yaptılar. Şimdi demokrasi ve özgürlük diyorsak toplumun talebini aslında dile getiriyoruz. Cumhuriyet Halk Partililer ilkesiz, ulusal siyaset yapmazlar. İlkelerimiz vardır, halkın çıkarları üzerine inşa edilmiştir. İlkelerimiz vardır toplumun, ülkenin çıkarları üzerine inşa edilmiştir. Eğer siz politikalarınızı kişilere endeksli yaparsanız başarısızlığa mahkumsunuz demektir.

Değerli yoldaşlarım, unutulmaması gereken somut bir gerçek var. Sosyal demokrasinin temelinde ilerleme ve değişim vardır. Sosyal demokrasinin temelinde rant yok, insan vardır, insan merkezlidir sosyal demokrasi. Sosyal demokratlar toplumda var olan eşitsizlikleri, haksızlıkları, mağduriyetleri gidermek için yola çıkmışlardır. Onun için diyoruz ki, sosyal demokrasinin temelinde değişim, değişim, değişim vardır. Sormamız gereken soru şu; Değişimden ne anlıyoruz? Önemli bir soru. Nedir değişim? Değişim, çağdaş uygarlık düzeyini yakalama ve onu aşma güdüsüdür. Sosyal demokratlar açısından, Cumhuriyet Halk Partililer açısından değişim çağdaş uygarlığı yakalamadır. Eğer siz çağdaş uygarlığı yakalar, aşmaz biri gösterirseniz bundan kazançlı çıkan halktır, ülkedir ve o ülkenin kurumlarıdır. Onun için bizim değişim anlayışımız Mustafa Kemal Atatürk’ün işaret ettiği çağdaş uygarlık hedefidir. İkinci bir soru; Değişimden herkes memnun olur mu? Cumhuriyet Halk Partililer değişimden memnun olurlar. Onların hedefi var, çağdaş uygarlık. Ama değişimden bir toplumdaki her bireyin, her kurumun, her siyasal partinin memnun olmadığını da bilmemiz gerekiyor. Unutmayın sistemden beslenenler değişimden memnun olmazlar. Sistemden beslenenler, değişime karşı çıkarlar. Tarihin her döneminde sistemden yana olanlar, oradan beslenenler hep değişime karşı çıkmışlardır. Çağdaş uygarlık bağlamında, değişimden yana olanlar ilerlemeciler ve devrimcilerdir. Cumhuriyet Halk Partisinin köklerinde devrimci ruh olduğu için biz değişimi ve dönüşümü her ortamda savunacağız. Değişime karşı olanlar statükoculardır. Onlar bazen istikrar bozulmasın diye kendi statükolarının devamı için çaba harcarlar. Ama biz ülkemizin çıkarları için, halkımızın çıkarları için, onların çıkarları üzerine inşa edilen bir değişim için yola çıktık ve yolumuzu sürdürmeye kararlıyız.

Değerli arkadaşlarım, sosyal demokrasinin üç temel özelliği vardır. Bir; sosyal demokrasi insan merkezlidir. İki; sosyal demokrasi evrenseldir. Üç; sosyal demokrasi katılımcılığı öngörür. İnsan merkezlidir. Çünkü insana onurlu bir gelecek vermek için yola çıkmıştır. Ona onurlu bir gelecek yanında özgürlüğü ve güvenceyi veren bir partidir sosyal demokrat bir parti olarak Cumhuriyet Halk Partisi. Evrensellik, dediğimiz olgu kurumsal dinlerin evrenselliği, emperyalistlerin evrenselliği dışında Cumhuriyet Halk Partililer laik, aydınlanmacı idealleriyle evrenselliğini benimsemişlerdir. Yolumuz budur, evrenselliğimiz budur. Laik, aydınlanmacı, idealleriyle evrenselliğidir. Bu bağlamda yola çıktık, bu bağlamda sürdüreceğiz kararlılıkla çalışmalarımızı. Katılımcılık, elbette ki demokrasi geliştikçe, özgürlükler geliştikçe çok önemli bir süreç olarak önümüzdedir. Siyasal karar mekanizmalarına, siyasal karar süreçlerine halkın daha fazla katılmasını sağlamak Cumhuriyet Halk Partililerin, sosyal demokratların temel hedefi, görevi ve amacıdır. Değerli arkadaşlarım, eskiden sosyal demokratlar sadece adil, hakça bölüşümden söz ederlerdi. Şimdi biz diyoruz ki, işçisiyle, çiftçisiyle, sanayicisiyle önce üreteceğiz, sonra gönenci hakça bölüşeceğiz. Üreteceğiz ki toplum olarak zenginleşeceğiz. CHP olarak, hiçbir zaman önceliğimiz yoksulluğu paylaşmak olmadı. Bundan sonrada olmayacak. Yoksulluğu bir övünç alanı olarak görmeyeceğiz. Yoksulluğu sonlandıracağız. Halkın zenginleşmesini sağlayacağız ve gönenci toplumun tüm dokularına yayacağız. Hedefimiz bu olacaktır değerli arkadaşlarım. Sevgili yol arkadaşlarım, zamanın ruhunu iyi okumamız gerektiğini söylemiştim. Zamanın ruhunu iyi okuyacaksanız geçmişi de, içinde bulunduğunuz koşulları da, geleceği de çok iyi tahlil etmeniz gerekiyor. 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra dünya üçüncü büyük bir dalganın içine girmiştir. Birinci dalga insanlık tarihine baktığımız zaman avcılıktan tarım alanına, tarımın dönüşümüne geçmişiz. Tarım toplumunu benimsemişiz. İkinci büyük dalga tarım toplumundan sanayi toplumuna dönüşen bir dalga gelmiş ve bütün dünyayı sarmış bu dalga. Üçüncü dalga az önce söylediğim 20.yüzyılın ikinci yarısından sonra dünyaya giderek egemen olan sanayiden bilgi toplumuna geçiş süreci başlamıştır. Bugünkü yüzyılda, geldiğimiz koşullarda zenginlik ve refahın temelleri artık değişmiştir. Zenginliğin ve refahın temelleri bilgi toplumuna endekslenmiştir artık. Zenginleşme süreci bilgi yoluyla ve bilgi ağırlıklı sanayi yoluyla bütün dünyada yer bulmaya başlamıştır. Siyasetçinin, toplumu değiştirmek isteyen siyasetçinin, toplumu ileriye götürecek olan siyasetçinin bu olguları görmezlikten gelmesi mümkün değildir. Değerli arkadaşlarım, bu süreçte devletin görevi sosyal piyasa ekonomisinin sağlıklı işlemesini sağlamak ve yol gösterici olmaktır. Kalkınma planlarının varlık nedeni de temelde budur.

Değerli arkadaşlarım, sevgili Cumhuriyet Halk Partililer, televizyonları başında bizi izleyen saygıdeğer yurttaşlarım. Bir ülkenin zenginleşmesi tasarrufuna bağlıdır. Bir ülkenin zenginleşmesi yatırıma bağlıdır. Onun için diyoruz ki, 20 büyük ekonomi içindeyiz. Ama tasarruflarımız yetersiz, yatırımlarımız yetersiz. Unutulmaması gereken bir gerçek var. Üretime değil, tüketime endeksli bir toplum halindeyiz. Tüketime endeksli bir toplum gelecekte güçlü bir toplum olmaz, zenginleşmez. Gelişmiş ülkelerin trenine binmekten kaybeder ve zaman kaybeder. O trene zamanında binmezse toplum geriye doğru itilmiş olur. Değerli yol arkadaşlarım, bilgi toplumunun, bilgi ekonomisinin kaynağı, ışığı üniversitelerdir. Üniversiteler toplumu ileriye götüren, çağdaşlığa götüren temel eğitim kurumlarıdır. Üniversiteler özgür değilse, üniversiteler özgürlüğün ötesinde bilim insanı da özgür değilse, üniversite özerk değilse, bilgi üretemez, bilgi toplumuna katkı veremez. Onun içindir ki, Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz üniversiteler özerk olmalı, bilim insanları özgür olmalıdır diyoruz. Bilgi toplumu entelektüel birikimi yüksek olan toplumdur. Bilgi toplumu entelektüellerin katkısıyla, onların çabalarıyla gelişir, serpilir. Ama maalesef geldiğimiz süreçte entelektüellerin aşağılandığı, onların toplumda söz sahibi olmamaları için çaba harcandığı, onların hapislere atıldığı bir süreci yaşıyoruz. Buradan bir saptamayı daha yapmak isterim. Değerli arkadaşlar, gelişmiş ülke, kişi başına gelirin en yüksek olduğu ülke değildir. Eğer böyle bir tanım kabul edilseydi Petro-dolarları olan ülkeler bütün dünyada gelişmiş ülke kabul edilirdi. Gelişmiş ülke küçük ayrıntılarda iş bölümüne giden ülkedir. Yani gelişmiş ülke bilgi toplumunu özümseyen, onu geliştirmek isteyen ülkedir. Onun için üniversite ve eğitim politikamızı yeni bir bakış açısıyla yeniden şekillendirmek ve yeni politikaları toplumun önüne getirmek zorundayız. Değerli arkadaşlar, insani gelişmişlik endeksinden rakamlar vermek isterim size. Az önce söyledim. Dünyanın 20 büyük ekonomisinden birisi. Ama insani gelişmişlik endeksine baktığımızda 187 ülke arasında 92. sıradayız. Bu süreç Türkiye’ye yakışan bir süreç değil. Biz bilgi toplumu olma yolunda çok daha güçlü bir iradeyi ortaya koymak zorundayız.

Değerli arkadaşlarım, üniversitelerin bir toplumun geleceği için çok önemli işlevler üstlendiğini söylemiştim. Üniversitelere, eğitime acaba ne kadar önem veriyoruz. BM’nin rakamlarını yine sizlerle paylaşmak isterim. 171 ülkede yapılan araştırmada milli gelirden eğitime pay harcama konusunda yapılan sıralamada Danimarka 13. sırada. Tunus 17 sırada. İran 76. sırada. Uganda 129. sırada. Türkiye 132 sırada. Bu rakamları bilerek, bu gerçekleri bilerek Cumhuriyet Halk Partisinin bu kurultayda neden bilgi toplumuna, neden ekonomisine, neden zenginleşmeye önem verdiğini bir kez daha yüce milletimizin takdirine sunmak isterim. Değerli yoldaşlarım, üniversiteleri ayakta olan bir ülke üreten ülkedir. Üniversiteleri ayakta olan bir ülke dünyada söz sahibi olan bir ülkedir. Üniversiteleri ayakta olan bir ülke dünyada saygın bir ülkedir. Üniversiteleri ayakta olan bir ülke demokrasisi gelişmiş ülkedir. Ve üniversiteleri ayakta olan bir ülke dünyaya marka olan bir ülkedir. Peki bizim üniversitelerimiz, suskun üniversitelerimiz, ortaçağın medreselerine dönüştürülen üniversitelerimiz. Bunu kabul etmiyoruz. Cumhuriyet Halk Partililer olarak kabul etmiyoruz. Yurtseverler olarak kabul etmiyoruz. Özerk üniversite, özgür bilim adamı diyoruz. Değerli yol arkadaşlarım, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin hiçbir döneminde eğitimle ilgili bir düzenleme, bir yasal düzenleme üniversiteler devre dışı bırakılarak, eğitimciler devre dışı bırakılarak, siyasal partiler, yani iktidar partisi bir anlamda hükümet devre dışı bırakılarak bir düzenleme TBMM’ye gelmemiştir. İlk kez 4+4+4 sistemi bir eğitim reformu olarak TBMM’ye gelmiştir. Bakanlar kurulunda görüşülmeden, milli eğitim bakanlığında görüşülmeden, milli eğitim şurasında görüşülmeden, üniversitelerde görüşülmeden parlamentoya gelmiş. Kanun teklifini verenlerde hiçbirisi eğitimci değil. Böyle bir tabloyu TBMM’ye bir dayatma kültürüyle getirmişlerdir. Buna karşı direnen, buna karşı tepki gösteren tek bir siyasal parti var o partini adı Cumhuriyet Halk Partisidir. Aklın özgürleşmesinin önündeki engeller kaldırılmadığı sürece, aklın tutsak edildiği bir eğitim modeli Türkiye’yi bilgi toplumuna dönüştüremez. Bunu çok iyi biliyoruz. Çünkü eğitim bütün çağdaş ülkeler için, hatta dünyadaki bütün uluslar için stratejik bir alandır, tartışılır, konuşulur, aylarca, yıllarca konuşulur ve ondan sonra yasalaştırılır. Denenir ondan sonra uygulamaya konulur. Çünkü eğitimle bir ülkenin gelecek kuşaklarını, çağdaş kuşaklarını yetiştireceksiniz. Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz seçim programımıza koyduk. Hala o ilkemizin arkasındayız. Şunu söyledik; her yıl 10 bin üniversite öğrencisi yurtdışına doktoraya gönderilecektir. 10 bin üniversite öğrencisini düşünün. 5 yılda her yıl 10 bin üniversite öğrencisi yurtdışında doktora yapmış, Türkiye’ye gelmiş, üniversitelerinde bilim adamları, çağdaş uygar bilim adamları, aklın özgürleştiği üniversiteler. Bu üniversiteleri düşünün. 5 yılda 50 bin bilim adamını düşünün. Türkiye’yi bilim toplumu yapma aşamasında ciddi bir sıçrama yapacaktık. Çağdaşlığı, bilim toplumunu yakalayacaktık. Tren hala kaçmış değil. Hala bu iddiamızın arkasındayız. Hala söylüyoruz eğitime önem verin, üniversiteleri özgür ve özerk kılın. Değerli arkadaşlarım, az önce bilgi toplumuna ulaşmada, dünyayı tanımada zamanın ruhunu iyi okumamız gerektiğini söylemiştim. Yeni gelişen dört trendi de bilginize sunmak isterim. Bunlardan birincisi şu; Çin ve Hindistan ekonomilerinin yarattığı yeni bir küresel iş bölümü var. Dünya değişti, küresel aktörler değişmek üzere, yeni bir düzen var, yeni bir iş bölümü var. Bunu sağlayan iki büyük aktör var Çin ve Hindistan. İkinci büyük eğilim, enerji gittikçe pahalılaşıyor. Üçüncü eğilim iklim değişikliğinin yarattığı yeni bir ekonomik gerçek. Ve bilim ve teknolojideki gelişme yeni bir inovasyon ekonomisini yarattı. Dünyada bilgiyi bilimi yakalamamız toplum, toplumu bilgiyle kaynaştırmamızın yolu dünyadaki bu gelişmeleri görerek Türkiye’nin de bu konuda önemli adımlar atmasını sağlamaktır.

Değerli yol arkadaşlarım, bizim güzel bir sözümüz var büyük balık küçük balığı yutar diye. Dünya değişti, artık büyük balık küçük balığı yutmuyor. Hızlı balık yavaş balığı yutuyor. İşin özü budur. Türkiye hızlı olmak zorundadır, güçlü olmak zorundadır, üretmek zorundadır. Gönenç toplumu olmak zorundadır. Bunu yaptığımız zaman Türkiye büyür ve gelişir. Bu stratejinin en önemli silahı hızlı yetenek inşasıdır. Hızlı balık yavaş balığı yutuyorsa hızlı yetenek inşasını mutlaka sağlamak zorundayız. Bunun yolu çağdaş eğitimle olur. Türkiye’nin elindeki en önemli silah ne bor madenidir, ne toryum madenidir. Türkiye’nin elindeki en güçlü silah genç ve başarıya aç insan potansiyelidir. Bunu harekete geçirmemiz gerekiyor. Tüketen değil, üreten Türkiye, bilimle kaynaşan Türkiye, sanata, sanatçıya önem veren bir Türkiye, aydınlara önem veren bir Türkiye. Sosyal barışı yeniden inşa eden bir Türkiye. Hedefimizin bu olması gerekiyor. Üreten Türkiye diyoruz. Önemli bir soru. Nasıl üreten Türkiye olacak? Değerli yol arkadaşlarım, insan kaynakları konusundaki düşüncelerimi açıkladım. Türkiye’nin üretebilmesi için, üretim zincirini çağdaşlaştırıp bilimle tanıştırması için 4 politikanın bilinmesi ve yürütülmesi gerekiyor. Vergi politikanızı, para politikanızı, bütçe politikanızı ve teşvik politikanızı üreten Türkiye ekseninde geliştirmeniz ve uygulamaya koymanız gerekiyor. Değerli yol arkadaşlarım, üretmeyen Türkiye’nin fotoğrafına bakalım. Üretmeyen Türkiye’nin en ciddi sorunlarından birisi işsizliktir. Her dört gencimizden birisi işsiz. Milyonlarca işsizimiz var sokaklarda gezen. Kadınlar büyük ölçüde çalışma yaşamının dışına itildi. Milyonlarca insan yoksulluk sınırının altında yaşam savaşı veriyor. Ortaya çıkan sosyal tabloya dikkatinizi çekmek isterim. Bir; genç boşanmalar çığ gibi artıyor. İki; iş kazalarında Avrupa birincisi, dünya üçüncüsüyüz. Son 10 yılda iş kazalarında ölen yurttaşlarımızın sayısı 10 bin 723 kişi. Terörden çok daha fazla insanımız hayatını kaybetti. Kadına şiddet. %1400 arttı. Hapishaneler tıka basa doldu. 10-20 kişilik koğuşlarda 40-50 bazen 60 kişi kalıyor. İcra dairelerinde dosya sayılarında ciddi patlama var. Bu tabloyu şu cümleyle bitirebiliriz; işsizlik bütün kötülüklerin anasıdır. Evet, işsizlik bütün kötülüklerin anasıdır. İşsizlik sağlıklı, düzenli, geleceğe güvenle bakan bir toplumun en büyük tehlikesidir. Bu tehlikeyi görmemiz gerekiyor. Bunun gereğini yapmamız gerekiyor. Neden üreten Türkiye diyoruz? Üreten Türkiye işsizliği değil istihdam yaratan Türkiye demektir. Tüketime endeksli bir ekonomi, işsizlik yaratmıştır ve milyonlarca insanımız işsiz kalmıştır. Değerli arkadaşlarım, tüketen Türkiye finans sektörünü ön plana çıkaran Türkiye demektir. Siyasal yatırım sanayi yatırımlarının önüne çıkmıştır. Bir masa, bir sandalyeyle milyonları kazanmak mümkün hale gelmiştir. Sanayici ise dişe diş, göze göz bir mücadele vermektedir. Bakınız, son 10 yılda ödediğimizin faizi söylüyorum; 328 milyar dolar bu ülkenin insanları faiz ödedi. 10 tane GAP yapıyor. Buradan Şanlıurfalılara sesleniyorum, sizin GAP’ınız ne oldu? Bitti mi? 328 milyar dolar para harcandı. Faize verildi. Bu ülkede tüyü bitmemiş yurttaşın ödediği vergilerle bunlar yapıldı. Değerli arkadaşlarım, tüketime endeksli bir ekonomi politikası tarımı da çökertti. Çiftçileri görüyorsunuz. Her gittiğiniz köyde şikayet dinliyorsunuz. 2003-2010 yılları arasında ithal ettiğimiz tarım ürünü ve gıdaya ödediğimiz para söylüyorum; 70 milyar 449 milyon dolar. 70 milyar dolar ödüyoruz biz. Bir dönem Türkiye’yi değil. Ortadoğu’yu besleyen bir Türkiye Cumhuriyeti nasıl oluyor da son 10 yılda 70 milyar dolarlık tarım ürünü ve gıda ithal ediyor? Nasıl oluyor da Türkiye bu konuma geliyor?

Değerli arkadaşlarım, çiftçi kardeşlerime de seslenmek isterim. Onlara mazot desteği veriyorlar. Verdikleri mazot desteğinin miktarı 550 milyon lira. Çiftçi kardeşlerime söylüyorum, sizin kullandığınız mazottan kesilsen vergin miktarı da 8 milyar lira. 8 milyar lira kesiyorlar, 550 milyon lirada size veriyorlar. Bunun adı da çiftçiye destek oluyor. Çiftçi kazanmazsa esnafta kazanmıyor değerli arkadaşlarım. Biz neden üreten Türkiye diyoruz? Neden çalışan Türkiye diyoruz? Bunun ilk hedefini koyan ülkemizde Mustafa Kemal Atatürk’tür. O şöyle söylüyor; çalışamadan, yorulmadan, üretmeden rahat yaşamanın yolunu alışkanlık haline getiren milletler evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra da istiklallerini kaybederler diyor. Bu partinin kurucu Genel Başkanı Mustafa Kemal Atatürk’tür. O diyor ki, üretin, o diyor ki, çalışın, o diyor ki, üreterek, çalışarak dünyada söz sahibi olabilirsiniz. Onun için diyoruz, 34.Kurultayımızda önce üreteceğiz, önce çalışacağız sonra gönenci toplumun her kesimine hakça dağıtacağız. Değerli yol arkadaşlarım, izin verirseniz ceketimi çıkarmak istiyorum. Dış politikada Türkiye tarihinin en büyük kırılmalarını yaşıyor. Batının egemen güçlerini Ortadoğu’daki taşeronluğuna üstlenirseniz işte burnunuzu böyle sürterler. Egemen güçlerin Ortadoğu’da taşeronluğuna üstlenmek tarihimize saygısızlıktır. Tarihimiz bunu kabul etmez. İnsanımıza saygısızlıktır. İnsanımız bunu kabul etmez. Unutmayın, egemen güçler ateşi elleriyle tutmazlar. Onlar ateşi tutacak maşalar ararlar. Onun için diyoruz, taşeronluğa soyunmayın. Onun için diyoruz, ateşi ellerinizle tutmayın. Onurlu olun. Dik olun. Kimseye boyun eğmeyin. Korkmayın. Burası Mustafa Kemal’in ülkesidir. Ne diyorduk biz, yurtta barış diyorduk dünyada barış diyorduk. Ben söyleyeyim, lütfen sizde tekrar edin. Yurtta barış, dünyada barış. İşte Mustafa Kemal’in duymak istediği bu. İşte halkımızın duymak istediği bu. Yurtta da barış istiyoruz, dünyada da barış istiyoruz. Şu geldiğimiz hale bakın Allah aşkına. 25 gündür uçağımız düştü, nasıl düştüğünü bilmiyoruz. Merak ediyorum; bunlar saygın bir devlet mi yoksa Türkiye Cumhuriyeti bir aşiret devletimi oldu? Kendi uçağının nasıl düştüğünü bilmeyen, her kafadan bir sesin çıktığı, bir yönetim anlayışı olabilir mi?

Değerli arkadaşlarım, bu görüntü Türkiye Cumhuriyetine yakışmıyor. Ne diyorlardı? Sıfır sorun. Tam bir sorunlar batağına sürüklenen Türkiye. Değerli yol arkadaşlarım, Suriye’deki olaylar dolayısıyla soruyorlar, niye savaş istemiyorsunuz? Yoksa siz Esat’ı mı destekliyorsunuz? Suriye’de yapılan katliamlara, uygulanan oransız güce her zaman karşı olduk. Katliamları kınıyoruz, kınamaya da devam edeceğiz. Mısır’daki sağır sultan bunu duydu ama bazıları hala durmamış. Hala söylüyorlar. Katliamları mı destekliyorsunuz diye? Değil ülkemizde, değil Suriye’de bütün dünyada hiçbir insanın burnunun kanamasını istemeyiz. Çünkü bizim yüreğimizde insan sevgisi var. İnsanı seviyoruz biz. Elbette ki, Suriye’ye barışın gelmesini istiyoruz. Elbette ki, Suriye’ye özgürlükler gelmeli. Ama bizim görüşümüz nedir diye sorarsanız? Uluslararası hukuk neyi öngörüyorsa bizde onu öngörürüz. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi nasıl karar alırsa o karara saygı duyarız. Ne dedik; CHP hukukun üstünlüğüne inanan bir partidir. Uluslararası neyi öngörüyorsa biz ona destek veririz. Biz savaş istemiyoruz. Bölgemizde de savaş istemiyoruz. Lütfen söylüyorum, hep beraber tekrar edelim; biz savaş istemiyoruz. Mustafa Kemal Atatürk’ü söylediği, zorunlu olmadıkça savaş bir cinayettir diyor. Biz ulusal kurtuluş savaşında yedi düvele karşı mücadele ettik. Topraklarımız işgal altındaydı. Bağımsızlığımız yoktu. Onun için savaştık. Kıbrıs’a gittiysek orada katliamlar vardı. Bizim insanlarımızı katlediyorlardı. Onun için yine bir sosyal demokrat lider, yine bir halkçı lider, yine bir CHP’li Bülent Ecevit Kıbrıs’a gitti ve barış harekatını gerçekleştirdi. Bakın değerli yoldaşlarım, biz tam 1 yıl önce hükümete bir çağrıda bulunduk. Dedik ki, Türkiye’de bir uluslararası Suriye konferansı düzenleyin. İran’ı çağırın. Rusya’yı çağırın. Çin’i çağırın. Avrupa Birliği çağırın. Suriye’de karşıt gruplar ve iktidarı da çağırın. Ağabeylik yapın. Önderlik yapın. Suriye’yle sorun nasıl çözülür onların yol haritalarını belirleyin. Ellerinin tersiyle bizim önerilerimizi görmediler, duymadılar ve ittiler. Sonra ne oldu? Tam bir yıl sonra Rusya bizim önerimize sahiplendi. Uluslararası bir Suriye konferansını Rusya’da topladı. Kim burada prim yaptı? Kimin uluslararası saygınlığı arttı? Savaş kışkırtıcılığı yapan mı? Soruna çözüm bulmak için uluslararası konferans toplayan mı? İşte CHP budur. CHP sorun üreten değil, çözüm üreten bir partidir. Çözümlerimiz var, halka götürüyoruz biz bu çözümlerimizi.

Değerli yol arkadaşlarım, bir gerçeğin altını daha çizmek isterim. Dış politikada çifte standart olmaz. Suriye’de katliam var deyip sabah akşam savaş tam tamları çalacaksın. Öbür taraftan milyonlarca insanı katleden uluslararası tutuklama emri olan, yargılanan bir katil olan Ömer Elbeşir'i de Türkiye Cumhuriyetine çağırıp merhaba diyeceksin. Bunu kabul etmiyoruz. Türkiye Cumhuriyetinin katillerle işi yoktur. Uluslararası mahkemelerin mahkum ettiği bir katili sen hangi yüzle, hangi anlayışla, hangi insan hakları anlayışınla Türkiye’ye davet ediyorsun?

Değerli arkadaşlarım, tutarsızlık sadece bununla da sınırlı değil. Bakınız, iç politikada bir manevra yapıyorlar. Neymiş, efendin İsrail bizim düşmanımızdır. İsrail’le kavga ediyoruz. Peki sormazlar mı adama sen Malatya Kürecik’e o İsrail kalkanını niye kurdun arkadaş? İsrail’i korumak için onu oraya kurduğunu bilmeyen mi var? Bizim tarihimizde ve bizim dış politikamızda ilk kez altını çiziyorum ilk kez bir sıcak çatışma halinde Rusya ve İran Kürecik’i vuracaklarını ilan etti. Türkiye Cumhuriyetinin dış politikası bu mudur? Düşman üretme üzerine bir dış politika oluşturabilir mi? Irak yönetimine bakın. Bizi eleştiriyor. 1639 Kasr-ı Şirin Anlaşmasından bu yana İran’la aramızda hiçbir sorun çıkmamıştır. İlk kez Kürecik İsrail kalkanından sonra İran Türkiye’de Kürecik’i vuracağını söyledi. 1639’dan bu yana aradan yüzyıllar geçmiş, bir komşuyla ilk kez hasım oluyoruz. Güney Kıbrıs Rum kesimi, Doğu Akdeniz’e zengin petrol ve doğalgaz yatakları buldular. Bizimkiler gene celallendiler. Arama yapamazsın. Yaparsan savaş nedenidir. Yaparsan donanmayı göndeririz. Arma yaptılar. Doğal kaynakları da buldular. Biz ne yaptık? Piri Reisi gönderdik. Yolda arızalandı geri çektik. Ağrıma giden bir şey var. Bir Rum Bakan çıkıp şu açıklamayı yaptı. Bunları boş verin bunlar konuşurlar ama bir şey yapamazlar. Bu benim ağrıma gidiyor. Ana muhalefet partisi lideri olarak ağrıma gidiyor. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olarak ağrıma gidiyor. Türkiye bu hale düşmemeliydi diyorum. Bu hale düşürenlerin Türkiye’yi halkı yüzüne bakacak yüzlerinin olmaması lazım. Ne oldu Güney Kıbrıs olayında, celallenmek istediler bir telefon geldi. Efendim aramayı yapan gemi bizim ülkemizin gemisidir. Yelkenlerini indirdiler, koltuklarına oturdular ve seslerini kestiler. Onurlu duran, dik duran bir Türkiye Cumhuriyeti bu iktidar onurlu Türkiye’ye yakışmıyor. Bu iktidar Türkiye’nin geleceğine ipotek koyan bir iktidardır. Aynı telefon rahmetli Ecevit’e de gelmişti. Afyonu Türk köylüsü ekmeyecek demişlerdi. Ne yaptı Ecevit? Ben halkımın çıkarlarını düşünürüm dedi. Afyonu ekeceğiz ve benim çiftçim kazanacak dedi. İşte biz o kültürden geliyoruz. Halkımızı düşünen kültürden geliyoruz. Değerli yol arkadaşlarım, bir başka dramatik tabloyu daha önünüze koymak isterim. Türkiye enerji açısından Rusya’ya %60 oranında bağlı. Dış politikada da, ekonomide de bütün yumurtalar aynı sepete konmaz. Akıl bunu gerektirir. %60 gittiniz Rusya’ya bağımlı hale geldiniz. Şimdi bizim Dış İşleri Bakanı ne diyor? Allahlık bir Dış İşleri Bakanımız var. Efendim diyor, biz Rusya’yı izole edeceğiz. Ne söyleyeyim.

Değerli yol arkadaşlarım, tarihe bakın, büyük savaşlar her zaman enerji kaynakları üzerine çıkmıştır. 2035 yılında dünyanın enerji ihtiyacı %35-40 oranında artacaktır. Türkiye önümüzdeki 20 yıl içinde 280 milyar dolarlık enerji yatırımı yapmak zorundadır. Doğu Akdeniz’de tökezledik. Suriye’yle halimiz belli. Irak’la halimiz belli. İran’la halimiz belli. Rusya’yla halimiz belli ve siz 280 milyar dolarlık enerji yatırımı yapacaktınız. Karadeniz’e Güney Akım Projesini kendi karasularımız üzerinden Rusya’ya verdik, gel buradan geç diye. Karşılığında hiçbir şey almadan. Ne dedi Putin, Türkler bize yılbaşı hindisi armağan ettiler. Ve bir başka acı tablo; gidersiniz Kaddafi’nin elinden ödül alırsınız, batını egemen güçleri Kaddafi’yi yemek için yola çıkarlar sende şakşakçısı olursun, Kaddafi linç edilirken alkışlarsın sonra acaba Libya bize bir şey verecek mi diye bavul dolusu çantayla yani parayla, yani dolarlarla alacaksın, oraya gideceksin, bavul dolusu dolarla acaba Libya’dan bana bir şey gelecek mi diye? Libya’dan sana bir şey gelmedi. Onu egemen güçler daha önce paylaştılar. Sen onların taşeronluğunu yapıyorsun. Taşerona bir şey düşmez zaten. Ben merak ediyorum, Kıbrıs Barış Harekatı sırasında bize en büyük desteği veren Kaddafi’nin linç edilmesine bizim Başbakanımız neden alkış tutar. Bu hükümet neden alkış tutar. Vefa denen bir şey var. Avrupa Birliği sürecinde ise geldiğimiz nokta belli arkadaşlar. Sıfıra sıfır elde var sıfır. Bizden sonra üyelik başvurusu yapanların hepsi üye oldu biz hala kıyıda köşede bir yerde bekliyoruz.

Değerli yol arkadaşlarım, gittikçe otoriterleşen, özgürlükleri askıya alan bir yönetim anlayışıyla karşı karşıyayız. Unutmamamız gereken bir şey var. Demokrasi lütuf değildir. Demokrasi insanların ağır bedeller ödeyerek kazandıkları bir haktır ve bu haktan asla vazgeçmeyeceğiz. Demokrasi yolsuzlukları kabul etmez. Demokrasi ahlaki kültürleri kabul etmez. Demokrasi ahlaki değerleri üzerinde yükselir ve derinleşir ve demokrasilerde temel bir kural vardır yöneticiler giderler halka hesap verirler. Onun için dedik, TBMM’nin iç tüzüğü değişsin yeni bir Kesin Hesap Komisyonu oluşturulsun ve o komisyonun başkanı ana muhalefetten olsun. Böylece bu ülkede her yurttaşın ödediği vergilerin hesabı sorulsun. Bu demokrasinin gereğidir değerli arkadaşlar. Yasama, yargı ve yürütme arasındaki denge tümüyle bozulmuş durumda. Yürütme organı yasamayı ve yargıyı atık kontrol ediyor. Böyle bir düzen olamaz. Adalet yargı tümüyle iflas etmiş durumda. Eğer siz Yargıtay’a militan yargıç seçerseniz, eğer siz Danıştay’a militan yargıç seçerseniz bu ülkede tuz kokar zaten tuzun kokusu da artık bu ülkede yaşayan her insanın burnunda. Her insan bunu biliyor artık. Yargıya adalete duyulan güven sarsılmıştır. Halkın oylarıyla seçilen milletvekillerinin hapiste olduğu bir demokrasi sadece Türkiye’nin değil bütün dünyanın ayıbı olarak karşımızda durmaktadır. Gazetecileri, yazarları çizerleri, sanatçıları, bilim insanları hapiste olan bir ülkede demokrasi yoktur. Silivri toplama kampını bütün dünyaya anlattık. Ülkemize de anlatacağız. Orada adalet yoktur. Orada yargıçların sanıkları hasım olarak görme alışkanlıkları ve kültürleri vardır. Orada adalet dağıtılmaz, dağıtılan adaletsizliktir. Orada görülen özgürlüğün kan davasıdır. Şu yargıyı görebiliyor musunuz? Yüzyılın soygunu dedik. Deniz Feneri davası. Hırsızları soruşturan savcılara niçin onları soruşturdunuz diye haklarında soruşturma açılan bir yargı düzeni hangi çağdaş ülkede var. Yargıtay bilmiyor mu? Danıştay bilmiyor mu? Yargıçlar bilmiyor mu? Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu bilmiyor mu? Ne zamandan beri hırsızların soruşturmanın suç olduğu anlaşıldı? AKP adaleti budur. Bu adalete karşıyız. Buna adalet demiyoruz ve saymıyoruz. Böyle adalet olmaz. Değerli arkadaşlarım, siyasallaşan yargı yargı değildir. Siyasallaşan yargı iktidarın tetikçiliğini yapan yargıdır. İktidarın tetikçiliğine soyunan yargı yargı değildir, onları birer demokrasiye kurşun sıkan tetikçi olarak algılamamız gerekiyor. Sıkıyönetim Mahkemeleri vardı. Karşı çıktık. Devlet Güvenlik Mahkemeleri vardı. Karşı çıktık. Özel Yetkili Mahkemeler vardı. Karşı çıktık. Şimdi gücüne ve adamına göre ikiz mahkeme oluşturmaya çalıştılar. Bir Silivri toplama kampının mahkemeleri bir de AKP’nin terörle mücadele mahkemeleri. Böyle anlayış olabilir mi? Adamına göre, güce göre mahkeme olabilir mi? Değerli yol arkadaşlarım, işsizlik kadar yakıcı olan ve Türkiye’nin gündeminde uzun yıllardır bulunan bir sorunumuz daha var. İster Kürt sorunu deyin, ister Doğu-Güneydoğu Anadolu sorunu deyin ister terör sorunu deyin ortada bir cenaze duruyor, 30-35 yıldır duruyor, kaldırılması gerekir kimse cesaret edemiyor. CHP olarak biz bu sorunu çözmeye kararlıyız, bu coğrafyaya barışı getirmeye kararlıyız. Siyaset sorunlardan nemalana değil, sorunlara çözüm üretme sanatıdır. Sorundan nemalanan siyaset sorumluluğu halka yıkar. Çözülmeyen sorununun bedelini bizim insanlar ödemektedir. Üstelik canlarıyla ödemektedir. Binlerce şehidimiz geldi. Tutturmuşuz analar ağlamasın. Lafla peynir gemisi yürümez. Siyasetçinin sorumluluk üstlenmesi lazım. Analar ağlamayacaksa yolunu yordamını bulacaksın. Halk sana oy verdi. Sorunlar çözülmezse derinleşir. Sorunlar çözülmezse derinleşirse Türkiye otoriter yapıya kayar. Geldiğimiz nokta budur. Herkesin sesini kısan bir siyasal iktidar. Üniversiteye konuşma, medyaya konuşma, aydına konuşma, sanatçıya, heykel yapma, roman yazma, kitap yazma. Ne olacak bu işin sonu? Yazacağız, çizeceğiz, konuşacağız, dirençli olacağız ve yürekli olacağız. Buradan bütün şehir annelerine seslenmiyorum. Onların ellerinden öpüyorum. Yetki verin, güç verin, halkın iktidarını kuralım Türkiye’yi anaların ağlamayacağı bir barış cennetine dönüştürelim. Sorunun zor olduğunu biliyorum. Çözümünde zor olduğunu biliyorum. Ama biz siyasetçiyiz, biz halkımızı seviyoruz. İnsanımızı seviyoruz. Bir sorun varsa o sorunu çözeceğiz. Çünkü biz Mustafa Kemal Atatürk’ün geleneğinden geliyoruz. Sorun varsa çözüm de vardır.

Değerli yol arkadaşlarım, son olarak Anayasa konusuna değinmek istiyorum. Özgürlükleri askıya alan, medya üzerindeki baskı kuran, yargıyı siyasi otoritenin emrine veren, yolsuzluk ve ihaleye fesat karıştıran milletvekillerine dokunulmazlık getiren, üniversiteleri susturan, öğrencileri ve öğretim üyelerini konuşamaz hale getiren, laikliğin ve sosyal devletin içini boşaltan, özel yaşamın gizliliğine en büyük darbeyi vuran, Atatürk’ün mirası olan Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu’nu çiğneyip onları birer devlet dairesine dönüştüren bu Anayasaya karşıyız, karşıyız, karşı olacağız. Biz ülkemizde ceza kanunu gibi bir Anayasa istemiyoruz. Barışı, özgürlüğü, demokrasiyi, insan haklarını, kadın erkek eşitliğini, toplumdaki hemen hemen her kesimi kucaklayan özgür ve çağdaş bir Anayasa istiyoruz. Bunun için oturduk, bunun için masadan kalmayacağız. Ta ki, bu ülke özgür ve demokratik bir Anayasaya sahip oluncaya kadar. Gençlerin güzel bir sloganı var. “Direne direne kazanacağız”. Çağdaş ve demokratik bir Anayasayı direne direne hayata geçireceğiz. Efendim söylüyorlar, AKP ile niye masaya oturuyorsunuz? Anayasayı nasıl yapacağız? Toplumun bir kesimini dışlayarak Anayasa olur mu? Anayasayı herkesi ikna ederek, çağdaş ülkeleri örnek göstererek biz masaya oturduk, AKP’nin maskesini düşürdük, yüzünü görmeye başladınız. Medya için yaptıkları öneriyi görmeye başladınız. CHP Anayasayı her zaman önemsemiştir. Anayasa konusuna her zaman önem vermiştir. 1980’den bu yana da askeri yönetim tarafından yapılan Anayasaya her toplantı da ister ilçe, ister il, ister bölge, ister kurultay hepsinde de karşı çıkmıştık. Karşı çıkacağız, çağdaş ve demokratik bir Anayasa için. Değerli arkadaşlarım, AKP şöyle bir izlenim yaratıyor. Laiklik sanki utanılacak bir durummuş gibi toplumda bir algı yaratmak istiyor. Laiklik din ve vicdan özgürlüğü demektir. Toplumun çimentosudur. Bizi bir arada tutan temel olgudur. Herkesin inancına saygı göstermenin temel kuralıdır laiklik. Kazanılarak elde edilmiştir. Tarihe baktığınız zaman köklü mücadele vardır laikliği kazanmak için. Bizde bu mücadeleden geldik. O mücadeleyi yaptık. Anayasamıza koyduk, değiştirilemez maddesidir bu. Türkiye Cumhuriyeti laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletidir.

Değerli yol arkadaşlarım, iki yılda çok şey yaptık. Her kurultay bizi biraz daha değiştirdi. Her kurultayda bir adım daha attık. Bu kurultayda da adım atacağız. Değişeceğiz, dönüşeceğiz, yenileşeceğiz. % 33 cinsiyet kotası getirdik. % 10 gençlik kotası getirdik. Gururlanarak söylüyorum. İlk kez bu kurultayda kadın delege sayısı geçmiş kurultaylara göre 4 kat daha fazladır. İnşallah gelecekte daha da fazla olacak.

Değerli arkadaşlarım, 35 alanda 112 rapor hazırladık. Artık hiç kimse CHP sadece eleştirir, çözüm üretmez diyemiyor. En sağcısı da diyemiyor, en düşmanımızda diyemiyor. Nerede bir sorun varsa çözümün adresi artık CHP’dir. Terör mü, işsizlik mi, yoksulluk mu, gençlik mi, üniversiteler mi, çiftçilik mi, iklim değişikliği mi, üniversiteler mi, engelliler mi, kadınlar mı, hangi sorun varsa o sorunun çözümüyle ilgili açık, net cümlelerle bizim çözümümüz vardır. Biz çözüm üreten partiyiz. Ülkenin sorunlarına kilitlenen partiyiz. Güven veren partiyiz. Özellikle partililerimizin çözüm önerilerini çok iyi öğrenmeleri ve halka anlatmaları gerekir ve yine uzun aradan sonra ilk kez parti okulumuzu açtık ve orada eğiticilerin eğitimi için yola başladık. Değerli arkadaşlarım, biz kendimize güveniyoruz. CHP olarak kendimize güveniyoruz. Dünyayı izliyoruz. Yakından izliyoruz. Çin’de ne oluyor? Hindistan’da ne oluyor? Avrupa’da ne oluyor? Güney Amerika’da ne oluyor? Kara Afrika’da ne oluyor? Hepsini biliyoruz. Günü gününe izliyoruz. Bizim kadrolarımız toplumun yetişmiş en nitelikli kadroları. Biz işin medyatik yönüne değil biz işin temeline inmek istiyoruz. Sorun varsa oraya gideceğiz. Niğde’de Patates Mitingi yaptıysak bunun için. Tarımcıların, çiftçilerin sorunu varsa gene biz yoldayız.

Düşünün, Şanlıurfa’da 13 kişi hapishane de yanarak öldü. Bu 13 kişi, sadece birisi mahkumdu bunların. Diğerlerinin tamamı tutuklu. Belki beraat edecekti. Hesabını veren oldu mu? Sorumluluğu üstlenen oldu mu? O zaman ülkede demokrasi yok. Demokrasinin olduğu yerde birisi çıkıp sorumluluk üstlenecek ve gereğini yapacak. Samsun, dere yatağına konut yaparsın. Söyledim, vatandaş konut yapsa der ki, niye yaptın kardeşim. Devlet yaparsa kimi sorumlu tutacağız. Bakan diyor ki, sorumluluk bizde. Sorumluluk sendeyse demokrasilerde gereği var. Gereğini yap. İstifa etmek gibi onurlu bir görevi yap bari. Bu ülkede korkaklardan aydın olunmaz. Altını çiziyorum. İstediği kadar okusun. İstediği kadar yazsın. İstediği kadar konuşsun. Göğsünde yürek taşımıyorsa ben ona aydın demem. Kimse kusura bakmasın. Aydın elinde meşalesi olan, topluma önderlik yapan kişidir. Boşuna mı okuyorsun sen. Boşuna mı yazıyorsun sen. Beni hapse atarlar. Hapse girmekten korkuyorsan önce kalemini bırakacaksın. Bir köşeye çekileceksin, inzivaya çekileceksin. Sana aydın demeyeceğiz bu ülkede. Türkü söylemekten korkuyorlar. Türkü bizim bağımsızlığımızdır. Urfa’nın hoyratı da vardır. Ege’nin türküsü de vardır. Karadeniz’in türküsü de vardır. Türküler bizim köklerimizdir, kültürümüzdür. Türkücüyü cezalandıracaksın, sanatçıyı cezalandıracaksın, konserini iptal edeceksin. Ne olacak? Başın göğe mi erecek. Hayır, efendim tarihin önünde bir suçlu olarak başın hep önünde olacak. Koca Nazım ne söylüyor? Sen yanmasan, ben yanmasam, biz yanmasak nasıl çıkar kararlıklar aydınlığa diyor.

Buraya gelen, bize destek veren, gelmeyip mesajlarıyla bizi onurlandıran bütün aydınlara, bütün sanatçılara CHP’nin Genel Başkanı olarak şükranlarımı sunuyorum ve onların önünde saygıyla eğiliyorum. Aydınlar, gerçek aydınlar tarihin hiçbir döneminde korkmamışlardır. Tarihin hiçbir döneminde halkı çaresiz bırakmamışlardır. Aydın çaresizlik üretmemelidir. Aydın konuşacak ki, halk çaresiz olmadığını görecektir. Aydın konuşmazsa, aydın yazmazsa, aydın çizmezse halkı çaresizliğe mahkum ederiz. O nedenle aydının rolü tarihin her döneminde olmuştur. Demokrasiyi aydınlar sayesinde kazandık. Özgürlükleri aydınlar sayesinde kazandık. Kadın-erkek eşitliğini aydınlar sayesinde kazandık. Aydının Türkiye Cumhuriyeti tarihinde de büyük rolleri vardır. Onlara ağır bedeller ödettik, hapishanelere attık. Yurtdışına sürgüne gönderdik. Kaçarken öldürdük. Ama onlar yılmadılar. Onlar bizim gönlümüzde, onlar bizim yüreğimizde. Bütün o aydınları saygıyla anıyoruz.

Aydınlık bir Türkiye’yi ellerimizle kuracağız. Bir kişi bile olsak, yılmayacağız. Bir kişi bile olsak kararlığımızdan ödün vermeyeceğiz. Bir kişi bile olsak Türkiye coğrafyasının her alanına gideceğiz. Bize ne diyorlardı? Sivas’ın ötesine geçemezsin diyorlardı. Ben söylüyorum, teklifte ettim. Sayın Başbakan gel beraber Uludere’ye gidelim. Yine çağrımı yeniliyorum; gelebilir mi? Demek ki neymiş çalışırsanız, demek ki neymiş alın teri dökerseniz, demek ki neymiş kararlı durursanız Türkiye’nin bütün coğrafyasına sevgi ve hoşgörüyle gidersiniz ve herkesi kucaklarsınız. İşte demokrasi, işte CHP budur. Aydınlık bir Türkiye’yi ellerimizle kuracağız. Özgürlüğün şafağı CHP iktidarında doğacaktır. Buna inanıyorum, buna güveniyorum. Bütün partilere, bütün yurtseverlere, ülkesi için çaba harcayanlara, herkese ama herkese sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum.

Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçe yaşayacağımız güzel bir Türkiye’yi mübarek ellerimizle kuracağız. Aydınlık bir Türkiye’yi, gelecek bir Türkiye’yi, onurlu bir Türkiye’yi beraber kuracağız. Kimsenin önünde boyun eğmeyen, dik duran, kararlı duran Mustafa Kemal’in Türkiye’sini beraber ayağa kaldıracağız. Yılmayacağız, korkmayacağız, korkunun kitabını çöp sepetine atacağız. Yaşasın Türkiye, üreten Türkiye, hakça bölüşen Türkiye, işsizliğin olmadığı, yoksulluğun olmadığı, terörün olmadığı, barışın, kardeşliğin egemen olduğu bir Türkiye. Bu Türkiye’yi seviyorum, kucaklıyorum. Sağ olun, var olun diyorum.