05.05.2025
05.05.2025
CHP Parti Sözcüsü Deniz Yücel, "Genel Başkanımızın aracının ve kendisine refakat eden korumaların araçlarının otoparka alınmama meselesi var. Biz burada kurum olarak, kurumsal olarak kimseyi suçlamıyoruz. Ancak kurumlar içerisinde bu saldırıyı kolaylaştırıcı vazifesi gören kişiler olabilir. Emniyet Müdür Yardımcısının tavrı da bu konuda çok ciddi bir kuşku ve şüphe uyandırmaktadır. İl Emniyet Müdür Yardımcısı hakkında başta Emniyet Genel Müdürlüğünce teftiş kurulunca bir müfettiş görevlendirilmesi ve bu konunun üzerine gidilmesi gerektiğini ifade ediyorum" dedi.
CHP MYK, bugün parti genel merkezinde CHP Genel Başkanı Özgür Özel başkanlığında saat 13.30'da toplandı. MYK'nın ardından Parti Sözcüsü ve İzmir Milletvekili Deniz Yücel, toplantının gündemine ilişkin basın toplantısı düzenledi. Yücel şunları söyledi:
"Siyasetin kirli dili, dün Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel’e yapılan alçakça bir saldırıyla kendini gösterdi. Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel’e yönelen saldırı, iktidarın ülkemizde hâkim kılmaya çalıştığı, toplumu kamplaştıran, kutuplaştıran, düşmanlaştıran, muhalefeti ve muhalefet partisi liderlerini hedef gösteren siyasi ikliminden bağımsız değerlendirilemez. Türkiye’nin birinci partisinin Genel Başkanını her fırsatta hedef gösterenler, siyaseti meşru zeminden çatışma alanına çekmeye çalışanlar, 'Daha çok CHP’li telef olacak' diyenler bu alçakça saldırıyı gerçekleştirenlere cesaret vermişlerdir.
"'Bu yolda bakalım kaç CHP’li telef olacak' söylemleri, Genel Başkanımıza yönelen şiddetin zeminini hazırlamıştır"
Bu saldırı münferit bir olay olarak kabul edilemez. Türkiye’nin birinci partisinin genel başkanına saldırmak, partimizin temsil ettiği halk iradesine saldırmak demektir. Genel Başkanımıza yönelen bu yumruk, aslında demokrasiye, yaşam hakkına, hukuka, barışa, birlikte yaşama kültürüne yönelmiştir. Yakın geçmişte; 'Senin de mezarını kazarlar' , 'Bu yolda bakalım kaç CHP’li telef olacak' söylemleri, Genel Başkanımıza yönelen şiddetin zeminini hazırlamıştır. Bununla birlikte iktidar adalet sistemini yamalı bohçaya çevirmiştir. Toplumda cezasızlık algısını yaymış ve bunu destekleyen yasaları, siyasi partilerin ve meslek örgütlerinin tüm itirazlarına rağmen 'Yaptım oldu' mantığıyla ile çıkarmıştır.
İki evladını öldürmekten hüküm giyen bu saldırgan, şayet bu kadar kısa sürede tahliye olup toplum içerisinde elini kolunu sallayarak dolaşabiliyorsa ve Türkiye’nin birinci partisinin Genel Başkanının burnunun dibine kadar gelebiliyorsa, işte orada ülkenin adalet sisteminde de, infaz sisteminde de büyük bir sorun vardır.
"Bu tip saldırılar bizlere milim geri adım attırmaz, korkutmaz"
Bu ülkede iktidar partisi tarafından 9. kez yargı reformu yapılıyorsa, İnfaz kanunu 20 senede 42 kez değiştiriliyorsa ve bunlara rağmen ana muhalefet partisinin genel başkanı, iki evladını öldürüp de 16 sene hapis yatıp da tahliye olan bir eski hükümlü tarafından saldırıya uğruyorsa o ülkede ne ıslahtan ne infazdan ne de adaletten söz edilebilir. CHP Genel Başkanlığı koltuğunda oturmak, hiç şüphesiz ölümü göze almaktır. Bizler oturduğumuz koltukların, taşıdığımız sorumluluğun farkındayız. Çıktığımız yolun ne kadar zor, engebeli ve tuzaklarla dolu olduğunu bilincindeyiz. Ancak herkes bilsin ki; bu tip saldırılar bizlere milim geri adım attırmaz, korkutmaz. Cesaretimizin kaynağı halk iradesidir, kalkanımız milletimizdir.
"Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ı saygıyla anıyoruz"
Cesaret ve korkusuzluk deyince, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ı anmadan geçemeyiz. Onlar emperyalizme karşı tam bağımsız Türkiye için mücadele ettiler. Onlar halkların kardeşliğini savundular. Her türlü sömürüye karşı işçinin, köylünün, emekçinin haklarını savundular. 53 yıl önce 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gece, gencecik üç fidan tam bağımsız Türkiye için canlarını feda ettiler. Dünyada taklit edilemeyen tek şey cesarettir. Ve üçü de büyük bir cesaret örneğidir. Saygıyla anıyoruz.
"AKP iktidarında hayat pahalılığı AKP Türkiye’sinin bir gerçeği haline geldi"
1 Mayıs’ta emekçilerimizin yerlerde sürüklendiği, emek ve emekçinin meydanlardaki sesine ses olanların gözaltına alındığı, kirli ellerini, İstanbul’un muhafızlarının eşine, çocuğuna, çocuğunun kumbarasına kadar uzattıkları, Cumhurbaşkanı koltuğunu sallayan Ekrem Başkanın korkusundan telef olursunuz diyebilecek kadar çirkinleştikleri ve Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel’e alçakça bir saldırının gerçekleştiği bir haftayı geride bıraktık. Haksızlıklar, hukuksuzluklar, baskı ve zulüm artarak devam ederken, AKP iktidarının ekonomi politikaları da hayatı daha da zorlaştırmaya devam ediyor. AKP iktidarında hayat pahalılığı, ekonomik istikrarsızlık, enflasyon karşısında eriyen ücretler, AKP Türkiye’sinin bir gerçeği haline geldi. Bu bozuk düzenin mimarı ise itibardan tasarruf olmaz diyen, tasarrufu kamu kurumlarından, kendi şatafatlı yaşamlarından değil de işçinin, emekçinin, emeklinin, memurun alın terinden yapan 23 yıllık AKP iktidarı.
Türkiye evinden 25 kilo külçe altın ve milyon dolarlar çıkan daire başkanlarının, yurtdışına 60 kilo altın kaçıran özel kalem müdürlerinin, evlerinden para sayma makineleri, ayakkabı kutuları çıkan, kollarında rüşvet saatleriyle dolaşan, evdeki paraları sıfırla talimatlarının olduğu tapelerin sahibi bir avuç siyasetçi ve yandaşların ülkesi olduğu kadar; haftadan haftaya değişen fiyat etiketleri karşısında; 22 bin lira maaşla geçinmeye çalışan asgari ücretlilerin, 14 bin lirayla hayata tutunmaya çalışan emeklilerin, ektiği ürünün maliyetini dahi çıkaramayan çiftçilerin, elektrik, su ve doğalgaz faturalarına, mutfak masraflarına gücü yetemeyen, ay sonunu getiremeyen milyonlarca dar gelirlinin de ülkesi. Belli bir kesim dünyalıklarını yapmış, sülalesinin geleceğini garantiye almış, koltuklarından hiç kalkmayacakmış gibi, gerine gerine gününü gün ederken, milyonlar 'Bugünü de atlattık, yarına Allah kerim' diye diye ömür geçiriyor. Haksızlığı ve hukuksuzluğu bir yönetim şekli haline getiren AKP iktidarı, demokrasiden her geçen gün daha da uzaklaşarak çarşıdaki, pazardaki, mutfaktaki yangına da adeta odun atıyor.
"BDDK verilerine göre, 11 Nisan haftasında bireysel kredi kartı borcu toplamı ilk kez 2 trilyon lirayı geçti"
Faiz sebep enflasyon sonuç diyenler, hukuksuzluğun sebep, ekonomik çöküşün sonuç olduğunu, 19 Mart darbesinin sebep, Merkez Bankası’nın 52,5 milyar dolarlık yanan rezervinin sonuç olduğunu görmüyorlar. 19 Mart hukuk darbesinin yarattığı siyasi dalgalanmanın sonucu vatandaşlarımız yine çaresiz bir şekilde kredi kartlarından temel ihtiyaç alışverişlerine yöneldiler. Tabloya bir göz atacak olursak; Merkez Bankası politika faizini yüzde 42,5’ten yüzde 46’ya çıkardı. Ardından ihtiyaç kredisi faizleri yüzde 6’ya kadar yükseldi. Ancak, Kasım 2024’te yapılan düzenleme sayesinde kredi kartı faiz oranları hala sabit ve bu artıştan etkilenmedi. Haliyle vatandaş geçimini kredi kartından sağladı. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) verilerine göre, 11 Nisan haftasında bireysel kredi kartı borcu toplamı ilk kez 2 trilyon lirayı geçti. Aynı haftada kredili mevduat hesabı borcu toplamı ise 522 milyar lirayı aşarak yarım trilyon sınırını geçti. 19 Mart’tan itibaren ihtiyaç kredisi faiz oranları sürekli arttı. 17 Mart’ta yüzde 4,69 olan aylık faiz, 24 Mart’ta yüzde 5,19’a, 14 Nisan’da yüzde 5,29’a, 21 Nisan’da ise yüzde 5,44 seviyesine çıktı.
Vatandaşa geçinebileceği bir maaşı çok gören, yüksek faizlerden dolayı ihtiyaç kredisi şansı tanımayan, vatandaşa faizlerden faiz beğendirip AKP hükümeti sebep, kredi kartı kullanımlarının rekor seviyelere çıkması ise kaçınılmaz sonuç oldu.
"Zirai don sonrasında son bir ayda gıda enflasyonu tam yüzde 32 arttı"
Zirai don sonrasında son bir ayda gıda enflasyonu tam yüzde 32 arttı. Bu da bize, Türkiye’deki gıda fiyatlarındaki artışın hızlandığını gösteriyor. Bereketli topraklarıyla övündüğümüz güzel ülkemizde artık mevsiminde ucuz ve taze meyve sebze tüketmek bile imkânsız hale geldi. Dünyada kendine yetebilen ender ülkelerden biriyken, Türkiye’yi getirdikleri hale bak. Bir ülkenin bu kadar kötü yönetilmesi için ekstra çaba sarf edilmesi lazım. Başka türlüsü mümkün değil. Taşından, toprağından, havasından, suyundan adeta bolluk bereket fışkıran bir ülkede; taze meyve ve sebzeye erişimin bu kadar zorlaşması ancak ve ancak AKP iktidarında olabilirdi. Onu da başardılar. Bu iktidarın bu topraklarla belli ki bir alıp veremediği var. Bu iktidarın 86 milyonun kursağından geçen her lokmada dahi gözü var. Ancak bizim de onlara bir çift sözümüz var. Bu yağma düzeni bitecek; sandık geldiğinde millet iktidara gelecek.
"Akıllarınca İBB'yi fiili olarak çalışamaz hale getirecekler"
Diploma iptaliyle başlayan hukuksuzluklar silsilesi, Kanal İstanbul yağmacılığına dur diyen bürokratların tutuklanmasına kadar devam etti. Hukuk olmayan bir ülkede her şey teker teker çöküyor. Bağımsız ve tarafsız yargıyı siyasetin elinde oyuncak haline getirenlerin Ekrem İmamoğlu korkusu da gün geçtikçe daha da büyüyor. Hiçbir dayanağı bulunmayan asılsız iddialarla, şaibeli gizli tanık beyanlarıyla tutuklanan Ekrem İmamoğlu ve arkadaşlarının yargılama sürecindeki hukuksuzluklar, tarihe birer utanç vesikası olarak geçecek. İlk andan itibaren her bir aşamasında ayrı bir hukuksuzluğa tanıklık ettiğimiz bu yargılama tiyatrosu milletimizin vicdanında meşru değildir. 'Gördüm, duydum' dedikodusu yapan gizli tanıklarla yola çıkan talimatlı yargı, bu bomboş dosyayı doldurma telaşı ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bir operasyon daha düzenledi. Yaratmaya çalıştıkları algının bir parçası olarak yine şafak vaktinde evlere baskın yapıldı. Sayın Ekrem İmamoğlu’na ve yol arkadaşlarına yaptıkları yetmedi, ailesine, eşine dostuna varacak kadar, evladının kumbarasına el koyacak kadar çirkinleştiler. İstanbul’un temeline dinamit koymakla eşdeğer bir ihanet projesi olan Kanal İstanbul Projesi’ni sinsi sinsi başlatanlara dur diyen İSKİ yöneticilerini hedef aldılar. Akıllarınca İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni fiili olarak çalışamaz hale getirecekler. Akıllarınca kurdukları kumpaslarla, bir yandan İstanbulluları hizmetsiz bırakacaklar, bir yandan da bu kadim kenti yağmalayacaklar.
"Sayın Tunç, sen 'Yargı bağımsız' deyince bağımsız mı oluyor sanıyorsun?"
Hukuktan saparak, zorbalığa başvuranlar, CHP’yi, Ekrem Başkanı ve bürokratlarını susturacaklarını, geri adım attıracaklarını zannediyorlarsa aldanıyorlar. Hukuksuzluktan gözü dönmüş AKP iktidarına rağmen, halka hizmet hız kesmeden devam edecek. Talimatlı yargınızla, muhalif kesim üzerinde sopa olarak kullandığınız tutuklamalarınızla, alnı ak başı dik yurtseverleri Silivri zindanlarına doldursanız da, bizi durduramayacaksınız. Memleketteki bu hukuksuzluklardan, öğrencisinden sanatçısına, işçisinden esnafına bürokratına herkes ama herkes etkilenirken,
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç gün aşırı 'Yargı bağımsızdır' diyor. Sayın Tunç, sen 'Yargı bağımsız' deyince bağımsız mı oluyor sanıyorsun? Önce soruşturma başlatan, sonra delil arayan, delil bulamayınca medya dedikodusu ve yandaşların iddialarıyla süreci devam ettirmeye çalışan savcılarla, yargı nasıl bağımsız olabilir? Gerçek sorumluları yargı önüne çıkarmayan bir iktidar nasıl yargı bağımsız ve tarafsız diyebilir. Bu ülkeye tam 35 yıldır hizmet veren yüksek yargı hâkiminin, Bolu Kartalkaya’da evladını kaybetmiş acılı bir babanın 'Sorun aslında yargıya olan güven sorunu. Bugün yargıya olan güven yüzde 20'ler seviyesine indi' diyen feryadını duyun artık. Bağımsız ve tarafsız yargı, yaşam hakkının teminatıdır.
Soma'da, Amasra'da, İliç'te, 6 Şubat Kahramanmaraş depremlerinde, yeni doğan çetesinde, Kartalkaya faciası'nda bu ülkede yargı önünde hesabı sorulmayan her felaket bir sonrakine zemin hazırlamıştır. Bütün bunların sebebi de AKP’nin siyaseti, yolsuzluk ve usulsüzlükleri kapatmak için bir araç olarak kullanmasıdır. Sanal iyilik tabloları ile örtüşmeyen gerçekleri artık görün.
"'Bizden olmayana iftira atın' talimatı vermeye utanmıyor musunuz?"
AKP iktidarı ülkede öyle bir usulsüzlük ve hukuksuzluk ağı ördü ki televizyon programlarına konuk olan milletvekillerinin konuşacakları notlarına kadar artık müdahale ediyor. Fahrettin Altun, AKP milletvekillerine televizyon programına katılırsanız bunları söyleyin diye sufle veriyor. Açıkları o kadar çok ki, hiçbir konuyu, olayı ve yorumu, AKP’li milletvekillerin inisiyatifine, fikri muhasebelerine bırakmak istemiyorlar. Açık açık, milletvekillerine yalan söyleme talimatı veren Fahrettin Altun bakın neler demiş. 'KKTC, Halil Falyalı konusunda mümkünse konuya hiç girmeyin. Konu açılırsa FETÖ ve yabancı istihbaratın oyunu olarak değerlendirin. 1 Mayıs’ta Taksim’e gitmek isteyenlerin terör bağlantılı marjinal gruplar olduğunu söyleyin. Gerekirse kriminalleştirin. Bant meselesini gündemde tutun' demiş. Boşuna demiyoruz, Dezenformasyonla Mücadele Merkezi değil Dezenformasyon Yayma Merkezi diye. İşin içinden çıkamadıkları ne varsa FETÖ’ye bağlayan, yabancı istihbaratın oyunları diyerek yalanla dolanla geçiştiren,
Taksim’e çıkmak isteyen işçiyi, emekçiyi, halkı terörist diye yaftalayıp kriminalize edilmesi talimatı verenlere sesleniyoruz; haktan, hukuktan, adaletten bihabersiniz onu anladık, Allah’tan da mı korkmuyorsunuz? Utanmıyor musunuz gencecik çocukları terörist gibi gösterip geleceklerini karartmaya? 'Bizden olmayana iftira atın' talimatı vermeye utanmıyor musunuz? Bunun meali budur. Biz milletten aldığımız güçle ilerliyoruz, biliyoruz ki bu ülkedeki hukuksuzluklardan, adaletsizliklerden, günden güne derinleşen ekonomik sorunlardan mustarip olan milyonlar var.
Günden güne çoğalıyor, sesimizi daha da güçlü şekilde yükseltiyoruz. 7 Mayıs Çarşamba günü saat 20.30 da Beyazıt Meydanı'nda buluşuyoruz. 35 yıl önce alınmış diplomayı iptal ettirerek, iktidarını devam ettirmeye çalışanlara karşı İstanbul Üniversitesi önünde, üniversite gençliğimizle birlikte sesimizi yükseltiyoruz. Diplomamıza da, Cumhurbaşkanı adayımız Ekrem İmamoğlu’na da, ülkemize de sahip çıkıyoruz."
"Güvenlik zafiyeti olduğunu düşünmüyoruz"
Basın açıklamasının ardından basın mensuplarının sorularını da yanıtlayan Yücel, "Sayın Genel Başkana yapılan fiziki saldırının ardından acaba bir güvenlik zafiyeti var mı sorusu akıllara geldi. Neler söylemek istersiniz ve bundan sonraki süreçte Sayın Genel Başkanın korunması noktasında bir ek tedbir almayı düşünüyor musunuz?" sorusuna şu yanıtı verdi:
"Genel Başkanımızın koruma ekibi bu programda Genel Başkanımızın yanındaydı. Bu açıdan baktığınızda bir güvenlik zafiyeti olduğunu düşünmüyoruz. Genel Başkanımız koruma ordularıyla, onlarca korumayla gezen, gezmeyi tercih eden bir lider değil. Özellikle de bir taziye programında onlarca korumayla gidilmesi Genel Başkanımızın alacağı bir tutum ya da tercih değil. Ancak orada olayın oluş şeklinde baktığımızda bir güvenlik zaafı var. Ancak nasıl var? Olayın ardından İçişleri Bakanı da İstanbul Valisi de Kaymakam Bey de Genel Başkanımızı arıyor geçmiş olsun dileklerini iletiyor. İçişleri Bakanı da Genel Başkanımızı olayla ilgili, konuyla ilgili bilgilendiriyor. Bir kere bu saldırıyı gerçekleştiren şahıs eski bir hükümlü, kendi öz evlatlarını katleden infaz yasasındaki boşluklardan tahliye olan, serbest kalan ve böyle önemli Sayın Allah rahmet eylesin Sırrı Süreyya Önder'in cenazesi gibi önemli bir cenazede birçok siyasetçinin bulunduğu bir cenazede oraya kadar girebiliyor. Yani bir kere bunun sorgulanması lazım.
"Saldırı gerçekleşmeden bir buçuk saat önce saldırıyı yapan şahıs yine orada"
İkincisi Genel Başkanımızın aracının ve kendisine refakat eden korumaların araçlarının otoparka alınmama meselesi var. Burada İstanbul Emniyet Müdürlüğünün farklı bir açıklaması var. Ancak şunu ifade edeyim. Genel Başkanımız oraya anma programı, taziye programı başlamadan yaklaşık 45 dakika önce geliyor. Karşıdaki bir otelin kafeteryasında vakit geçiriyor. Daha sonra programın başlamasına yakın, program saati geldiğinde programın yapıldığı yere yürüyerek geçiyor, refakatindeki heyetle ve korumalarıyla. Bu arada saldırı gerçekleşmeden bir buçuk saat önce saldırıyı yapan şahıs yine orada. Yani dolayısıyla bu işin planlı bir iş olduğu ilk bakışta anlaşılıyor. Bugün basına ve sosyal medyaya düşen görüntülerden hepimiz bu konuda bilgi sahibi olduk. Törenin sonunda Genel Başkanımız Sayın Sırrı Süreyya'nın ailesi tarafından sahneye davet ediliyor. Sayın Önder'in naaşı, cenazesi aileyle birlikte Genel Başkanımız da cenaze aracına kadar refakat ediyor. Ardından Genel Başkanımız oradan geri dönüyor. Bu söylediğim 15-16 dakikalık bir süreç. Ve bu arada asıl önemli mesele İstanbul il Emniyet Müdür Yardımcısı Murat Özbek isimli şahıs, Genel Başkanımızın aracını herkesin protokolün araçlarının alındığı otoparka almıyor, aldırmıyor. Tabii bizim koruma ekibimizdeki arkadaşlar da emniyet mensubu kendilerinden üst rütbeli bir kişinin İl Emniyet Müdür Yardımcısının böyle sert ve katı bir tavırla bir ifadeyle aracı oraya aldırmaması yönünde bir tavır sergilemesi üzerinde araç oraya konulamıyor. Dolayısıyla Genel Başkanımız biraz önce anlattığım tabutun naaşı cenaze aracına götürülmesi merasiminden sonra kendi ekibiyle geri dönerken bu hain ve alçakça saldırıya maruz kalıyor.
"Kurumlar içerisinde bu saldırıyı kolaylaştırıcı vazifesi gören kişiler olabilir"
Ben şunu ifade edeyim, biz burada kurum olarak, kurumsal olarak kimseyi suçlamıyoruz. Ne İçişleri Bakanlığını ne emniyeti ne bir siyasi partiyi ne de polisimizi suçlamıyoruz. Ancak kurumlar içerisinde bu saldırıyı kolaylaştırıcı vazifesi gören kişiler olabilir. Bu saldırıyı kolaylaştıran kişiler olabilir. Az önce söylediğim Emniyet Müdür Yardımcısının tavrı da bu konuda çok ciddi bir kuşku ve şüphe uyandırmaktadır. Ben burada bu İl Emniyet Müdür Yardımcısı hakkında başta Emniyet Genel Müdürlüğünce teftiş kurulunca bir müfettiş görevlendirilmesi ve bu konunun üzerine gidilmesi gerektiğini ifade ediyorum. Yine aynı şekilde İçişleri Bakanlığı tarafından da bir mülkiye müfettiş veya bir heyet, bir müfettiş heyeti görevlendirilip bu işin, bu kişinin sorgulanması ve bu konunun açığa çıkarılması gerektiğini ifade ediyorum. CHP olarak bu şahısla ilgili zaten hukuki başvurular yapılmıştır. Cumhuriyet Savcılığı nezdinde bir suç duyurusunda bulunulmuştur. Ancak devletin kurumlarının, kamu kurumlarının bu kişinin mensubu olduğu kurumların da bu olaya kayıtsız kalmaması ve olayı derinlemesine bir şekilde incelemeleri, sorumluluğu olan kamu görevlisi varsa da gerekli cezayı en hızlı bir şekilde vermeleri gerekir. Bu yapılmazsa benzer saldırılar devam eder. Siyasi parti liderlerine, siyasetçilere, muhalefete mensup siyasi aktörlere benzer saldırıların devam etmemesi için derhal İçişleri Bakanlığını ve Emniyet Genel Müdürlüğü'nü de göreve davet ediyoruz."
"Sayın İçişleri Bakanı tarafından Genel Başkanımızın bilgilendiriliyor"
Yücel, "Genel Başkanın Emniyet Genel Müdürlüğü yada İçişleri Bakanıyla korumalarla ilgili bir görüşmesi oldu mu?" ve "Gülizar Biçer Karaca'ya görev verilmemesi konuşuluyor. Bunun için CHP ne yapar?" sorularını da şöyle yanıtladı:
"İçişleri Bakanı'nın Genel Başkanımızı olaydan sonra hatta bugün bile bilgilendirildiğini biliyoruz. Tabii bu kamuoyuna yansıyan bilgiler yani öncesinde Genel Başkanımızla paylaşılmıştır. Sonrasında kamuoyuyla paylaşılmıştır. Bir de biliyorsunuz Genel Başkanımızın ailesini hedef alan, sosyal medya hesabı üzerinden yapılan çirkin tehdit ve saldırılar vardı. Bunlarla ilgili de bugün gün içerisinde açılan soruşturma, yapılan çalışmalarla ilgili Sayın Bakan tarafından Genel Başkanımızın bilgilendirildiğini biliyorum.
"Gülizar Biçer Karaca'ya görev yaptırmama gibi bir tavır içine kimse girmeye kalkışmasın"
Sayın Gülizar Biçer Karaca anayasanın ve Meclis iç tüzüğünün kendisine verdiği yetkiyi kullanmıştır. Daha da ötesi kendisine yüklediği görevi yerine getirmiştir. Dolayısıyla Can Atalay hakkındaki Anayasa Mahkemesi kararının Meclis'te okutulması nedeniyle Gülizar Biçer Karaca'ya görev yaptırmama gibi bir tavır içine kimse girmeye kalkışmasın. CHP'nin böyle bir tavra tepkisi sert olur. Şunu biliyorum yarın Meclis Genel Kurulu çalışmayacak. Böyle bir karar aldı partiler. Yarınla ilgili ya da bu hafta böyle bir şey olduğu konusunda bir bilgim yok. Ancak tekrar ifade edeyim. Böyle bir niyet varsa böyle bir düşünce varsa CHP'nin buna tepkisi sert olur."
06.05.2025
06.05.2025
05.05.2025
05.05.2025