27.05.2024
27.05.2024
CHP Parti Sözcüsü Deniz Yücel, “Dün Türkiye’nin dört bir yanından gelen emeklilerle birlikteydik. Ankara Tandoğan Meydanı’ndan emeklilerin haklı taleplerini bir kez daha dile getirdik. Biz; en düşük emekli aylığı ve emekli bayram ikramiyeleri asgari ücret seviyesine çekilinceye kadar, emekli aylıkları arasındaki farklılıkları giderecek intibak yasası çıkarılıncaya kadar, bu ülkenin ekonomisine, üretimine katkı sunan emeklilerimiz el üstünde tutuluncaya kadar, emeklilerimizle birlikte mücadele etmekten vazgeçmeyeceğiz.” dedi.
Önümüzdeki günlerde 9’uncu yargı paketinin TBMM gündemine gelmesinin beklendiğini belirten CHP Sözcüsü Yücel, “Her karşı çıkışı, her eleştiriyi kendi iktidarına karşı bir tehdit olarak algılayan AKP, şimdi de bu düzenlemeyle, kendisine muhalif olan herkesi “ajan” ilan etmeye hazırlanıyor.” ifadesini kullandı.
CHP Sözcüsü Yücel, Parti Meclisi Toplantısı devam ederken yaptığı basın açıklamasında, “Yaş çay alım fiyatı en az 25 lira olmalı dedik. Üretim maliyeti zaten 19 lira, siz hangi hesabı yapıp bunun altında bir fiyat belirlediniz? Bin bir emekle yağmur altında çay toplayan, elleri çatlayan, alin teri döken o Karadenizli kadınların emeğine hiç mi saygınız yok? O çay parasıyla çocuklarını okutan babaların yüzüne nasıl bakacaksınız? Çay üreticileri ‘geçinemiyoruz’ diyor, hiç mi duymuyorsunuz o sesleri, o haykırışları! Ama merak etmeyin biz duyuracağız. 2 Haziran'da Rize’de Çay mitingi yapacağız. Bir bardak çaya bile yetmeyen bu alım fiyatını kabul etmiyoruz. Herkesi 2 Haziran'da Çay Mitingimize, Rize'ye bekliyoruz“ diye konuştu. Yücel’in konuşması şöyle:
Dün Mersin-Adana otoyolunda meydana gelen zincirleme trafik kazasında 10 vatandaşımızı kaybettik. Kazada hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, ailelerine baş sağlığı ve sabır, yaralılara da acil şifalar diliyoruz.
DARBELER TÜRKİYE'DE DEMOKRASİNİN İLERLEMESİNE HEP ENGEL OLDU
Bugün 27 Mayıs askeri darbesinin yıldönümü... Merhum Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan'ı saygıyla ve rahmetle anıyorum. Darbeler Türkiye'de demokrasinin ilerlemesine hep engel oldu. Ülkemizin çok partili hayata geçişini sağlayan Cumhuriyet Halk Partisi, şimdiye kadar askeri ya da sivil bütün darbelerin karşısında olmuştur, bundan sonra da darbelerin karşısında olmaya devam edecektir. Halkın iradesinin dışındaki her türlü müdahale, ülkemize ve demokrasimize yapılmış en büyük kötülüktür.
EMEKLİLERİMİZLE BİRLİKTE MÜCADELE ETMEKTEN VAZGEÇMEYECEĞİZ
Dün Türkiye’nin dört bir yanından gelen emeklilerle birlikteydik. Ankara Tandoğan Meydanı’ndan emeklilerin haklı taleplerini bir kez daha dile getirdik. Açlık sınırının 17 bin 725 lira olduğu ülkemizde; emekliler, 10 bin lira maaşları ile artık hayatta kalma mücadelesi veriyor. Neyi, nereden daha ucuza alırım diye market market geziyorlar, sırf daha ucuz diye pazar alışverişlerini akşam üstü yapıyorlar. Hatta, üzülerek ifade ediyorum ki, birikimi ya da yan geliri olmayan, çocuklarından, ailesinden destek alamayan birçoğu, pazar sonrasında tezgahlarda kalan meyve sebzeleri topluyorlar. Türkiye’nin içinde olduğu ekonomik buhranı emekliler iliklerine, kemiklerine, hücrelerine kadar hissediyor.
Biz; en düşük emekli aylığı ve emekli bayram ikramiyeleri asgari ücret seviyesine çekilinceye kadar, emekli aylıkları arasındaki farklılıkları giderecek intibak yasası çıkarılıncaya kadar, bu ülkenin ekonomisine, üretimine katkı sunan emeklilerimiz el üstünde tutuluncaya kadar, emeklilerimizle birlikte mücadele etmekten vazgeçmeyeceğiz.
9’UNCU YARGI PAKETİ… AKP, BU DÜZENLEMEYLE KENDİSİNE MUHALİF OLAN HERKESİ ‘AJAN’ İLAN ETMEYE HAZIRLANIYOR
Önümüzdeki günlerde 9’uncu yargı paketinin TBMM gündemine gelmesi bekleniyor. Geçen hafta, bu pakette yer alacağı söylenen, çok tehlikeli bulduğumuz ve Türkiye'de temek hak ve özgürlüklerde ciddi bir gerilemeye neden olacak “etki ajanlığı” düzenlemesi ile ilgili uyarmıştık.
Bu düzenleme kamuoyunda gündeme geldiği hali ile yasalaşırsa, yasadaki suç tipi “Somut, belirli ve öngörülebilir” olmayacaktır. Ceza Hukukunun temeli “Suç genel teorisine göre” suçun oluşması için 4 tane ana unsur lazımdır. Bunlardan birinci; maddi unsur yani hareket. Bir eylem gerekir. İkinci unsur; Manevi unsur, kasıt unsuru. Failin suç işleme kastının bulunması. Üçüncü unsur; kanunilik unsuru. Bir diğer adıyla tipiklik. Yani bir eylemin, bir filin yasada suç olarak tanımlanması. Ve dördüncü unsur; hukuka aykırılık unsuru, hukuka uygunluk sebebinin bulunmaması diye ifade edebiliriz.
AKP’nin meclise getirmeye ve yasalaştırmaya çalıştığı “Etki Ajanlığı” suçunda sakat olan unsur “Kanunilik Unsuru” dur. Bir eylemin suç teşkil etmesi için her şeyden önce, yasadaki suç tipine uygun bir eylem olması gerekir. Peki hangi eylem etki ajanlığıdır? Hangi eylem değildir? Buna karar verecek olan kimdir? Devletin iç ya da dış siyasal yararları nelerdir? Bunlar, yani devletin iç ya da dış siyasal yararları ve bunlara aykırı eylemler, AKP’nin günü birlik uyguladığı değişken politikalara göre mi belirlenecektir? Türk Ceza Kanunu’nun “Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar”, “Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar” “Milli Savunmaya karşı Suçlar” “Devlet sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk” başlıkları altında düzenlenen suç tipleri, bu kadar mı yetersiz kalmıştır da, AKP iktidarı böyle bir düzenleme yapmaya ihtiyaç duymuştur.
Her karşı çıkışı, her eleştiriyi kendi iktidarına karşı bir tehdit olarak algılayan AKP, şimdi de bu düzenlemeyle, kendisine muhalif olan herkesi “ajan” ilan etmeye hazırlanıyor.
Ülkemizde geçmişte, “eleştiri” sınırları içinde kalan pek çok söz, sırf AKP rahatsız oldu diye cezalandırıldı. Bu düzenleme hiç şüphesiz, AKP’nin temel hak ve özgürlükler konusunda bozuk siciline yenilerini ekleyecektir. Belirsiz, öngörülemez ve muğlak ifadelerle, siyasi iktidarın elinde muhalifleri bastırmak, gazetecileri ve siyasileri susturmak için bir aparat olarak kullanılacak bir suç oluşturulamaz. Basının, kamuoyunun, siyasilerin verdikleri tepkiler nedeniyle; iktidarın “etki ajanlığı” düzenlemesinde kısmi bir yumuşama ve düzenleme yapması basına yansıdıysa da toplumsal barışı bozacak, kişilerin temel hak ve özgürlüklerini kısıtlayacak, haksız yaptırımlarla mağduriyetlere neden olacak, hukukun evrensel ilkelerine aykırı olan bu düzenlemenin Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne hiç getirilmemesi gerekmektedir.
DIŞİŞLERİ TEŞKİLATINI GÜÇLENDİRME VAKFI “PARALEL DIŞ İŞLERİ BAKANLIĞI”DIR
AKP iktidarı ve Erdoğan’la birlikte ülkemiz her alanda gerilemeye devam ediyor. Bunlardan biri de Dışişleri… AKP, Meclise sunduğu kanun teklifi ile Dışişleri Teşkilatını Güçlendirme Vakfı diye bir vakıf kuruyor. Bu vakıf neyin nesidir diye baktığımızda görüyoruz ki paralel bir Dış İşleri Bakanlığı kuruluyor. Vakfın amacı nedir? Güya bakanlığın hizmet kalitesini arttırmakmış. İyi de arkadaş, Dışişleri bakanlığına girmek için KPSS şartını siz kaldırmadınız mı?
Dışişleri Meslek Memurlarının alımı için oluşturulan kurulun, büyükelçiler arasından belirlenmesi şartını siz kaldırmadınız mı? Sınav kurullarının elçi ve büyükelçilerden belirlenmesi şartını siz kaldırmadınız mı? Hem liyakatsiz alımların önünü açacaksın hem de bakanlığın hizmet kalitesini artırmak için vakıf kuracaksın. Bu vakfın, AKP kadrolarının bankamatik personel deposu haline getirileceğini şimdiden ifade etmekte fayda var. Vakfın mütevelli heyeti başkanlığını dışişleri bakanı üstlenecek, mütevelli heyeti de kendisinin belirlediği 10 kişi olacak. Soralım Hakan Fidan’a! Listen hazır mı Sayın Fidan? Hangi AKP eski milletvekili, belediye başkanı, adayları, il, ilçe başkanları olacak?
Asıl önemli kısım bu vakıf, Dışişleri Bakanlığı’nın bütçesine ortak olacak. Bakanlığın vize gelirlerinden pay alacak. Bakanlığın kasasından “vakfa aktarılan milletin parası” birçok muafiyetten yararlanarak harcanacak, ancak denetlenemeyecek. Tasarruf tedbirleri diye uydurdukları işlevsiz programdan kendilerini işte böyle sıyırıyorlar. Bağış adı altında, kimlerin vergi borcu silinecek? AKP vakıf adı altında kurduğu, kurdurduğu kendi kurumlarına yıllarca halkın milyarlarını aktardı. Belediyelerin, bakanlıkların bu şekilde içini boşalttı.
Buradan ilan ediyoruz. Bu vakıf ‘Paralel Dışişleri Bakanlığı’dır. Malum kendileri bir dönem paralellerle çok yakındılar.
El âlem, Türkiye'ye geçerliliğini kaybetmiş pasaportuyla, kimliğiyle giriyor, bizim saygın hocalarımız, sanatçılarımız, iş adamlarımız bırakın turistik geziyi seminerler, konferanslar, fuarlar için vize alamıyorlar. Tüm bunlar olurken; Hakan Fidan, kasa olarak kullanmak amacıyla kendisine vakıf kuruyor. Bu işlerle uğraşacağınıza, değerini diplere kadar indirdiğiniz Türk Pasaportunun itibarını yükseltin.
ASKERİYEDE YARATTIĞINIZ LİYAKATSİZ KADROLAŞMANIN VE YANLIŞ SINIR POLİTİKALARINIZIN BEDELİNİ, BU ÜLKE ÇOK ACI ÖDEYECEK
Geçtiğimiz hafta, Gazeteci Barış Terkoğlu, ülkemizin gözbebeği Türk Silahlı Kuvvetleri’ni de yakından ilgilendiren bir konuyu kaleme almıştı. Suriye’de görev yapan bir Tugay Komutanının makam aracıyla insan kaçaklığı yapıldığını ortaya çıkardı. Millî Savunma Bakanlığı doğruladı, ‘içimizdeki çürük elmalar’ denildi… Tuğgeneral açığa alındı, soruşturmalar açıldı, olaya karışan diğer askeri personellerin de sözleşmeleri feshedildi…
Eminiz ki, AKP iktidarı ve Millî Savunma Bakanlığı yetkilileri bu olayın aslında ne kadar içler acısı bir olay olduğunun farkında bile değil… FETÖ denilen hain terör örgütünü başta Türk Silahlı Kuvvetleri olmak üzere; devletin tüm kademelerine getirenler, aslında bugünlerin ilk adımını atanlardı… FETÖ’nün isteğiyle TSK’da liyakati ortadan kaldırdınız. Onlarca muvazzaf subayı iftiralarla yargıladınız, tutukladınız, Silivri zindanlarına gönderdiniz. Pırıl Pırıl Atatürkçü subaylarının yükselmesini engellediniz ve neticede 15 Temmuz hain darbe girişimi oldu. Kurucusu Mete Han, Ebedi Başkomutanı Atatürk olan, emperyalizmi dize getiren tek düzenli ordu, sizin liyakatsiz yönetiminiz nedeniyle bir dönem FETÖ’cü hainlerin yuvası oldu. 2016’da ülkeyi OHAL kararnameleriyle yönetirken, OHAL kapsamında yayımlanan kanun hükmünde kararnameyle, Yüksek Askeri Şura’nın (YAŞ) yapısını değiştirdikleri gün aslında bugünlerin ilk adımı atıldı. YAŞ’a Başbakan yardımcılarını, bakanları dâhil ederek askerle siyasilerin aynı masada oturmalarını normalleştirenler, orduya siyaseti karıştıranlar, bu tuğgeneralin arabasına benzini koyanlar, sınırda yolunu açanlardır.
Onlara sesleniyoruz: TSK içerisinde liyakatin ve personel seçiminin önemini bir kez daha anladığımız vahim bir olayla karşı karşıyayız. TSK’da liyakate dayalı personel seçim ve görevlendirme sisteminden asla vazgeçmemeniz gerektiğini, devletin tüm unsurları ve imkânları ile düzensiz göç ve insan kaçakçılığıyla mücadele etmek zorunda olduğunu artık idrak etmek zorundasınız. Aksi takdirde askeriyede yarattığınız liyakatsiz kadrolaşmanın, güvensizlik ortamının ve yanlış sınır politikalarınızın bedelini, bu ülke çok acı ödeyecek.
KİME GÖRE KALKIŞMA, KİME GÖRE AYAKLANMA!
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 1990 yılında çıkarılan Seferberlik ve Savaş Hali Tüzüğü'nü 34 yıl sonra yürürlükten kaldırdı, yeni Seferberlik ve Savaş Hali Yönetmeliği'ni Resmî Gazete'de yayımladı. Hepinizin bildiği gibi seferberlik ilanı yetkisi Bakanlar Kurulundaydı. Geçmişte Bakanlar Kurulunda olan bu yetki, yeni yönetmelikle doğrudan doğruya Cumhurbaşkanına verildi. Yani yine tek adama!
Bakın, bu çok tehlikeli bir durumdur. Yani bu yetkinin tek bir kişiye verilmesi demokrasiyle bağdaşmaz. Demokrasi, kurumlar, kurullar ve kurallar rejimidir. Demokrasinin denge ve denetim mekanizmalarının olmadığı bir sistem; hem hataya açıktır, hem de kötüye kullanılmaya müsaittir. Bir örnek verelim: ‘Savaşı gerektirecek bir durumun baş göstermesi’, ‘Ayaklanma olması, vatan ya da Cumhuriyete karşı kuvvetli ve eylemli bir kalkışmanın olması’, ‘Ülkenin ve milletin bölünmezliğini içten ya da dıştan tehlikeye düşüren davranışların ortaya çıkması’ hallerinde; seferberlik ilan etme yetkisi Cumhurbaşkanına veriliyor! Seferberlik kapsamına ‘kalkışma’ ve ‘ayaklanma’ gibi muğlak ifadeler eklenmiş. Bu muğlak ifadeler toplumda tedirginlik yaratmaktadır.
AKP iktidarının, neredeyse kurulduğu günden bugüne hep bir darbe ve kalkışma paranoyası içinde olduğunu, bunun sonucunda da sert ve temel hak ve özgürlükleri kısıtlayıcı önlemler aldığını biliyoruz. Yoruma açık, muğlak ifadeler içeren kötüye kullanılabilecek yönetmeliklerle toplumun huzurunu bozuyor, sözde toplumsal güvenlik adı altında, kendilerine bir dokunulmazlık kalkanı inşa ediyorlar! Kime göre kalkışma, kime göre ayaklanma! Dün yaptığımız “Emekli Mitinginin” AKP iktidarının gözünde, kalkışma olmayacağının bir garantisi var mı? Ülkemizin yaşadığı ekonomik buhran ortada! Ekonomik buhran nedeniyle Seferberlik ilan edilerek halkın ifade özgürlüğünün kısıtlanmayacağının garantisi var mı? Şimdi bu konuya dair halkımız en demokratik hakkı olan ‘toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını’ kullanmak isteklerini meydanlarda haykırmak isterse, AKP’nin bu eylemi, ‘ülkeyi içeriden ve dışarıdan tehlikeye düşürdüğü’ şeklinde yorumlamayacağının garantisi var mı?
HALKINDAN BU KADAR KORKMA SAYIN ERDOĞAN!
Sözün özü, istedikleri algıyı yaratıp, en küçük bir muhalif harekette bu yönetmeliği kullanabilecekler! Tek adam Erdoğan, iktidarını kaybetme korkusuyla her geçen gün yeni düzenlemelerle elini kuvvetlendirmeye çalışıyor. Demokratik ülkelerde bu tip düzenlemelere rastlayamazsınız. Halkına açıklayamayacağı işler çeviren, koltuğunu kaybetme korkusu ve kaygısı yaşayan liderler ve iktidarlar böyle düzenlemelerden medet umar. Halkından bu kadar korkma Sayın Erdoğan! Bu korkuyu yenmenin en basit yolu da doğrunun yanında olmaktan geçer.
SAYIN DEVLET BAHÇELİ’YE TAVSİYEMİZ, SİNAN ATEŞ DAVASININ ÖRTBAS EDİLMESİNE ALET OLMAMASIDIR
Devlet Bahçeli, partisinin grup toplantısında, Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel’e bir takım abuk sorular yöneltmiş, bir de üstüne ‘mertçe cevap bekliyorum’ demişti. Ülkü Ocakları eski Genel Başkanı Sinan Ateş sokak ortasında torbacılara öldürtülürken, Parti yönetiminin en üst kademesindeki bazı isimler cinayetle ilişkilendirilirken gıkı çıkmayan bir parti, bize mertlikten bahsetmesin! Devlet Bahçeli’nin sorularını ciddiye dahi almıyoruz, cevap vermeyi kendimize zul addediyoruz. Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel grup toplantısında Bahçeli’nin konuşmasına ithafen, Sayın Bahçeli’nin konuşma metinlerini yazan iki kişiden bahsetmişti. Genel başkanımız konuşmasında iki kişi demişti ve isim vermemişti. O iki kişi, genel başkanımız isim vermemiş olmasına rağmen üzerlerine alındılar ve sosyal medya hesaplarından ağızlarından köpük saça saça Genel Başkanımıza saldırarak kendilerini ifşa ettiler. İşin memnuniyet veren tarafı, bu ikiliye Milliyetçi Hareket Partisi ve Ülkü Ocaklarından kimse sahip çıkmadı.
Geçtiğimiz günlerde Sinan Ateş’in yol arkadaşlığını yapmış Ömer Zengin isimli şahıs, bir TV kanalında yaptığı açıklamada Sinan Ateş cinayetinde ismi geçen Olcay Kılavuz’un Semih Yalçın tarafından öldürülmekten korktuğunu ifade etti. Türkiye’de ses getiren, sansasyonel bir cinayete ismi karışan eski bir milletvekili, bir genel Başkan Yardımcısı tarafından öldürtülmekten neden korksun?
Milliyetçi Hareket Partisi bir siyasi partidir. Bir geleneğin partisidir. Bizim MHP ile ilgili de Ülkü Ocaklarıyla ilgili de bir sorunumuz yok. Biz bir siyasi partinin ya da kurumun iç işleyişine karışmayız. Ama her kurumda, her siyasi partide suça karışan insanlar olabilir. Bizim sorunumuz; bu suça karışan, onları koruyan, bu olayın üstünü örtmeye çalışan kim varsa onunladır, onlarladır. Sinan Ateş’in acılı eşinin de toplumun ve kamuoyunun beklentisi de bu olayın perde arkasındaki azmettiricilerinin tespit edilerek, kim yada kimler tarafından korunuyorsa korunsun, yargı önüne çıkarılması ve adaletin tecelli etmesidir. Sayın Devlet Bahçeli’ye de tavsiyemiz, Sinan Ateş davasının örtbas edilmesine alet olmamasıdır.
Ayrıca o iki kişi için söylüyorum; biz onlara, onların üslubuyla cevap vermeyiz. Biz sorulması gereken soruları sorarız. Değerlendirmesini halkımız yapar. O iki şahsın Özgür Özel’in adını ağızlarına almaları için önce ağızlarını yıkamaları lazım.
TÜRKİYE MAARİF MODELİ DERHAL GERİ ÇEKİLMELİDİR!
Bilimsel analiz ve gerçekliklerden uzak bir anlayışla hazırlanan “Türkiye Yüzyılı Maarif Bilmem nesi” isimli müfredat, Talim Terbiye Kurulu onayından geçti. Milli Eğitim politikalarındaki niteliksizlik, bu politikaları dayatan ve MEB’in başında olan kişi ile özdeştir. Müfredat incelemesi için bir haftalık bir süre verdiklerini, daha sonra sanki bir marifetmiş gibi bu süreyi 10 güne çıkardıklarını pişkin pişkin söyleyen Yusuf Tekin, çocuklarımız ve gençlerimiz için organize bir kötülüğün başıdır. Müfredat incelemesi için yapılan açıklamalar, gerçekte süre vermek gibi bir amaç olmadığını açıkça göstermektedir. Demokratik ve katılımcı bir müfredat yapma derdi olmayan dayatmacı bu anlayış, küçücük çocuklara “değerler eğitimi” adı altında kefen örtmeyi, tabut başında ağıt yaktırmayı makul göstermeye çalışmaktadır. Pedagojik felaketlere sebep olacak Türkiye Maarif Modeli, Anayasamızın 42. Maddesinde belirtilen Atatürk İlke ve İnkılaplarından, çağdaşlıktan ve bilimsellikten çok uzaktır. Derhal geri çekilmelidir.
MESEM'DE ÇOCUKLARI PATRONLARA UCUZ İŞGÜCÜ OLARAK MI TAHSİS EDİYORSUNUZ!
Alperen Enes Ural… 17 yaşında gencecik bir evladımız. Manisa Soma'da Meslek Eğitim Merkezi (MESEM) kapsamında stajyer olarak çalışıyordu. İnşaatta doğalgaz borusu döşerken yüksekten düşerek gencecik yaşında hayattan koparıldı. Koparıldı diyoruz çünkü MESEM, iktidar eliyle çocuk işçiliğini meşrulaştıran, meşrulaştırırken de birçok iş cinayetinin sebebi olan bir uygulama. 17 yaşındaki Alperen, MESEM’in ilk iş cinayeti değil son da olmayacak! MESEM kapsamındaki öğrenci sayısı 425 bin 821! İş kazası geçiren öğrenci sayısı 336! Çocuklar 4 gün iş yerinde, bir gün okulda bulunuyor. Çıraklar asgari ücretin 3’te 1’ini, kalfalar ise asgari ücretin yarısını devletten alıyor. Yani MESEM, işveren açısından çırak ve stajyer çalıştırmayı teşvik eden bir uygulama. MESEM bünyesinde çıraklık eğitimleri sırasında en az 9 çocuğumuz hayatını kaybetti. Neden en az diyoruz? Çünkü, Bakanlık partimizin soru önergelerine verdiği cevaplarda kaç çocuğun hayatını kaybettiğini söylemiyor. Millî Eğitim Bakanlığı makamını işgal eden zat, çocuklarımıza ortaçağ eğitimi verdirdiği gibi; iş kazalarında yaralanmalarına, hatta ölmelerine karşı tedbir almaktan aciz.
Sana sesleniyorum Yusuf Tekin! MESEM'de çocuklara meslek mi kazandırıyorsunuz yoksa çocukları patronlara ucuz işgücü olarak mı tahsis ediyorsunuz? Verilecek hesabın çok Yusuf Tekin!
DERHAL GEÇİCİ KONUTLARI YAPIN VE HATAY HALKININ SORUNLARINI DOĞRU BİR PLANLAMA İÇİNDE YÜRÜTÜN
Hatay’ı şahsi meselemiz olarak gördüğümüzü ve Hatay halkının sorunlarını yakından takip edeceğimizi söylemiştik. CHP’nin Hatay Büyükşehir Belediyesi seçimlerinin iptaline yönelik itirazının YSK tarafından reddedilmesinin ardından kurduğu ve Genel Başkan Yardımcımız, İzmir Milletvekilimiz Murat Bakan, Adana Milletvekilimiz Müzeyyen Şevkin, İstanbul Milletvekilimiz Ayşe Sibel Yanıkömeroğlu, Mersin Milletvekilimiz Gülcan Kış ve Bahadır Erdem’den oluşan “Hatay’a Sahip Çıkıyoruz Çalışma Grubu” geçen hafta Hatay’da incelemelerde bulundu.
Üzülerek ifade ediyorum, 6 Şubat depremlerinin üzerinden tam 15 ay geçmiş olmasına rağmen Hatay halkı hala depremin o yıkıcı sonuçlarını, en ağır şekilde yaşamaya devam ediyor. Vatandaşlarımız konteyner kentlerde yaşam savaşı veriyor. 1 yılda tüm konutlar yapılacak sözünü verenler, bu sözü çoktan unutmuşlar ve Hatay ı kendi kaderi ile baş başa bırakmışlar. 15 ayın sonunda gelinen nokta vadedilenden çok geride. Çok ciddi bir planlama sorunu var. Geçici konut yok. Rezerv alanları belirsiz. Vatandaşa boş taahhütnameler imzalatılıyor. Yapı denetim firmaları kontrol edilmiyor. Deprem yönetmeliği yenilenmediği için, bazı evler daha yapılmadan risk altında. Ve yargılama süreci çok yavaş ilerliyor.
Hatay'daki bu sorunların tamamı, doğru bir planlama, düzgün bir koordinasyon ve insan odaklı bir bakış açısı ile çözülebilecekken iktidar, meslek odaları ve sivil toplum kuruluşlarını da dışarda bırakan bir süreç yönetiminde ısrar ediyor. Ancak bu gereksiz ısrarın bedelini vatandaş ödüyor. Buradan bir kez daha uyarıyoruz: Derhal geçici konutları yapın ve Hatay halkının sorunlarını doğru bir planlama içinde yürütün.
BİR BARDAK ÇAYA BİLE YETMEYEN BU ALIM FİYATINI KABUL ETMİYORUZ; HERKESİ 2 HAZİRAN'DA ÇAY MİTİNGİMİZE, RİZE'YE BEKLİYORUZ
Bir ay önce söyledik; önce Karadeniz'deki il başkanlarımız dile getirdi sonra bu kürsüden ben de vurguladım, 23 Mayıs'ta Rizeliler çay yürüyüşü yaptılar, orada yine söylediler. Yaş çay alım fiyatı en az 25 lira olmalı dedik. Türkiye'nin içinde bulunduğu ekonomik koşulları da göz önünde tutarak bu fiyatı talep ettik. Üreticinin hakkı bu fiyatın da üstünde aslında ama 25 lira bir yana, 20 lira bile vermediler. Üretim maliyeti zaten 19 lira, siz hangi hesabı yapıp bunun altında bir fiyat belirlediniz? Bin bir emekle yağmur altında çay toplayan, elleri çatlayan, alin teri döken o Karadenizli kadınların emeğine hiç mi saygınız yok? O çay parasıyla çocuklarını okutan babaların yüzüne nasıl bakacaksınız? Çay üreticileri ‘Geçinemiyoruz’ diyor, hiç mi duymuyorsunuz o sesleri, o haykırışları! Ama merak etmeyin biz duyuracağız. 2 Haziran'da Rize’de Çay mitingi yapacağız. Bu ekonomik koşullarda yaş çay alım fiyatı 25 liradan az olamaz! Destekleme fiyatı da 3 liranın altında olamaz!
Aslında Bakanlık da bu rezilliğin farkında! Öyle olmasa, içlerine sinse, çay fiyatını açıklamak için alay-ı vala ile basın toplantısı yaparlardı ama sosyal medyadan açıkladılar.
Tekrar ediyoruz, bir bardak çaya bile yetmeyen bu alım fiyatını kabul etmiyoruz. Herkesi 2 Haziran'da Çay Mitingimize, Rize'ye bekliyoruz.
10.12.2024
09.12.2024
09.12.2024
09.12.2024