22.07.2024

Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özgür Özel: “Meclis’te Affedilen Verginin Onda Birini Bütün Emekliler İçin İstiyorum”

CHP GENEL BAŞKANI ÖZGÜR ÖZEL:

-“KENDİNE GÜVENİYORSAN GEL SEÇİM OLSUN”

-“BİZİM MUHALEFETİ YUMUŞAK YAPMA GİBİ BİR NİYETİMİZ YOK”

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, Sözcü TV yayınında, “Geçen sene yandaş şirketlerin Meclis’te affedilen yani alınmamaya karar verilen vergisi 660 milyar. Onda birini bütün emekliler için istiyorum. ‘Sırtında küfe yok’ diyor. Şimdi bunu anlatmak için bağırmaya, hakaret etmeye gerek var mı? Onda birini istiyorum. Beşli Çete falan 30 tane büyük şirketten silinen vergilerin toplamı 660 milyar. Emekliyi benim dediğim yere getirmek için 66 milyara ihtiyaç var. Bunun için bağırmaya ihtiyaç yok” ifadesini kullandı.

Sözcü TV yayınında gazeteci Uğur Dündar’ın sorularını yanıtlayan Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, ABD Başkanı Joe Biden’ın adaylıktan çekilmesine ilişkin olarak, “Tabii öncelikle geçen hafta Trump’a suikast girişimi var. Kulağını sıyıran, kulağından yaralayan bir mermi var. Salise içinde baş hareketi. Belki de ateşlendikten sonra başını o bir saniyelik çevirmesiyle kurtuluyor. Böyle bir şeyi son derece tehlikeli bulduğumuzu ve kınadığımızı ifade ederek başlamak isterim. O süreçte Biden’ın açıklamaları önemliydi. Biden ile ilgili tabii kendi kararı. Tercih ABD’nin tercihi ama kampanyayı götürmekte zorlandığı anlaşılıyordu. O açıdan Trump’un karşısına daha çetin bir rakip çıkacak gibi görünüyor. Gerçekten sağlık durumu, meseleleri algılama biçimiyle, sosyal medyada gençler çokça konu ediyorlardı bunu. Partisi açısından, demokratlar açısından daha iddialı bir adayla yola devam etmek daha doğru olacak diye düşünüyorum. Sonuçta ABD’nin iç meselesi, ABD’nin tercihi. Sonuçta ABD’de başkanların değişimi elbette iç siyasette çok etkili oluyor ama dış siyaset açısından hangisinin ne zaman ne yapacağı çok belli olmuyor. O yüzden kendi pozisyonumuzu takip etmemiz lazım. ABD seçimlerini takip edeceğiz. Yeni aday kim olacak, adayın geçmişte Türkiye ile olan ilişkileri, adayın geçmişinde örneğin Ermeni tasarısı konusunda ne yapmış? PKK terörü konusunda ne yapmış? Fethullah Gülen cemaatinin Türkiye’de giriştiği 15 Temmuz darbe girişimine karşı nasıl pozisyon almış? Bunlar önemli. Bunları dikkatle takip ediyor olacağız. Ama bunun dışında ABD’nin iç meselesidir” ifadesini kullandı.

“KIBRIS’A ÇOK GÜÇLÜ BİR KADRO İLE GİTTİK”

Özel, KKTC temaslarına ilişkin bir soru üzerine, “Yemek masasına geçerken bir selamlaşma oldu. Kendileri Sayın Ersin Tatar ile ayrı masadaydı. İkili olarak bir masada yemek yiyorlardı. Meclis Başkanımız, Kuzey Kıbrıs’ın Meclis Başkanı, Başbakanı, bunun yanında Sayın Devlet Bahçeli, önceki başkanlar, Sayın Derviş Eroğlu ve Mehmet Ali Talat, Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin Genel Başkanı Sayın Erhürman ile bir başka protokol masasındaydık. Sayın Genel Başkan ile o yüzden bir sohbet imkânı olmadı. Sonra kendileri ayrılıyorlardı, ayrılırken asansör önünde kısa bir vedalaşma konuşması oldu. İçeriği önemli konuşmalar olmadı. Biz oraya güçlü bir kadro ile gittik. Hatta Özgür Özel, Sayın Erdoğan ile ne konuştu diye yansıyan karelerde, bu heyetten bahsettim. 3 gün Kıbrıs’taydım. 18’inde gittik, 19 ve 20’sinde kaldık ve 20’si akşamı geldik. 3 gün Kıbrıs’ta temaslarımız oldu. İlk gittiğimiz gün ilk önce tabii efsanevi liderleri, Dr. Fazıl Küçük’ün kabrini ziyaret ile başladık. Çelengimizi koyduk, deftere yazımızı yazdık, saygı duruşunda bulunduk, duamızı ettik. Sonra Rauf Denktaş’a geçtik. Tabii Küçük’ün ziyaretinde, oğlu Mehmet Küçük bize eşlik etti. Sonra Sayın Serdar Denktaş, bizi Rauf Denktaş’ın anıt mezarında bekliyordu. Oraya gittik. Saygı duruşunda bulunduk, İstiklal Marşımızı okuduk. Şeref defterini yazdık, imzaladık. Kabri başına geçtik, dualarımızı yaptık. Sonra Beşparmak İnisiyatifi var. Kıbrıs meselesine emek vermiş diplomatların, büyükelçilerin, dışişleri bakanlarının içinde bulunduğu, onlarla güzel sohbet yapma imkânı oldu. Onlar Kıbrıs meselesinin dününü, bugününü ve yarınıyla ilgili ne düşündüklerini söylediler. Ardından Kıbrıs’taki kardeş partimiz, Sosyalist Enternasyonal’den dolayı, yoksa Kıbrıs’taki bütün partileri seviyor ve saygı duyuyoruz. Kıbrıs’taki bütün partileri kardeşimiz olarak görüyoruz ama Sosyalist Enternasyonal’de birlikte olduğumuz CTP ile bir akşam yemeğinde bizi ağırladılar, ilk günü böyle tamamladık. İkinci gün, Kıbrıs Cumhurbaşkanını, Başbakanını, Meclis Başkanını, Dışişleri Bakanını ve CTP’nin Genel Başkanını ziyaret ettik. Onlarla birlikte bu görüşmelerin tamamını yaptık. Kıbrıs’ın hayatta olan bütün Cumhurbaşkanlarını ziyaret ettik. Ardından Meclis Başkanlığının verdiği resepsiyona katıldık. İkinci gün yoğun bir tempo içinde geçti. Üçüncü gün resmi törenlere katıldık. O resmi törenlerde yerimizi aldık” diye konuştu. Özel, şunları kaydetti:


“İKTİDAR NAMZEDİ PARTİNİN GENEL BAŞKANINA BU TABLO YAKIŞMAZ”

“Bu normalleşme meselesine dair şunu söyleyeyim. Osmanlıyı dilinden düşürmeyenlere şunu hatırlatmak lazım, Şeyh Edebali’nin ‘ey oğul’ diye başlayan vasiyeti, Osman Bey’e, iktidara verilmiş vasiyet. ‘Kızdırmak bize, kızmamak sana’ diyor. ‘Alttan almak sana’ diyor. ‘Bundan sonra sen beysin’ diyor. Normalleşme deyince elbette kusurlarımız var ama iktidarın gerginlik politikalarının ve muhalefete karşı sert dil kullanmasının… Sonunda geldiğimiz nokta, yıl 2023. Cumhuriyet’in yüzüncü yılı. Son genel seçimlerde ana muhalefet görevini üstlenmiş partinin genel başkanı, ülkenin Cumhurbaşkanı ile ne olursa olsun, bayramlaşmıyor, Anıtkabir’de el sıkışmıyor, camide göz göze gelmiyor. Ben böyle bir tablonun içinde olmayı şahsen doğru bulmam. Ülkeyi yönetmeye ve son yapılan seçimlerde, seçimlerin birinci partisi olmuş, bugün seçim olsa bütün anketlere göre birinci parti olan, yarınki seçimin iktidar namzedi partinin, iktidar partisinin genel başkanına bu tablo yakışmaz. O yüzden ilk adımı ben attım. 22 yıl boyunca Tayyip Bey’in partisi birinci partiydi, 22 yılın sonunda biz birinci parti olduk. Ben madem öyle, Şeyh Edebali’nin vasiyeti iktidaradır. Artık biz iktidarız. Bugün seçim olsa iktidarız. O yüzden ilk telefonu ben açtım, ilk randevuyu ben istedim. İlk ziyarete ben gittim. Onlar da bir diyalog istediklerini gösterdiler. Ama bu süreci ben başlattım.”

“SEÇMENE SAYGIMDAN, O PARTİNİN GENEL BAŞKANI İLE GÖRÜŞÜRÜM”

“İki eşit genel başkan gibi oturma garantisini almışken, orada üçüncü bir koltuk bizi rahatsız etti. Sonra onlar bize geldiler. Buna normalleşme dedik. Çünkü ben bunun normal olduğunu düşünüyorum. Normali liderler el sıkışır, biz düşman değiliz. Düşman olsak başka bir şey. Biz bu ülkenin birinci ve ikinci partisiyiz. Ben Tayyip Erdoğan’a kızabilirim, yaptıklarını benimsemeyebilirim. Geçmişte yaptığı birçok hatayı, yanlışı, bugün yaptığı birçok yanlışı eleştirebilirim. Halen yaptıkları birçok şeye kızıyorum. Ama ona oy veren seçmen, bana 17,5 milyon seçmen oy verdi bu seçimde. Benim partime, benim adaylarıma. Erdoğan’a da 15,5 milyon seçmen oy verdi. 15,5 milyon seçmene saygımdan, o partinin genel başkanı ile görüşürüm. Bu başka bir şey. Müzakere ederim. 28 Şubat paşalarının çıkması müzakerenin sonucudur. Teşekkür ettim kendilerine. Ama mücadele de ederim. Emekliye maaş zammını verirse, miting yapmıştım, eylem de yaparım, her şeyi yaparım. Bu süreç bize, Kıbrıs’ta neyi kazandırdı? Eskiden olsa, o gerginliği sürdürüyor olsam, ya ben gitmeyeceğim, ya Erdoğan gitmeyecek. O gidiyorsa, ben önceden gideceğim, ayrılacağım. Törene katılmayacağım. Alternatif tören yapacağım. Kendi çelengimiz kendim koyacağım. Ama bu sefer dünyaya karşı, Kıbrıs Rum kesimine, Yunanistan’a karşı ve dünya kamuoyuna karşı bütün partiler vardı. Bütün partiler, sadece DEM Parti yoktu, keşke onlar da olsaydı. Bütün partiler vardı. Biz şunu gösterdik. Ben Türkiye’nin muhalefet partisiyim. Son seçimde verilen görevle, yapılacak ilk seçime kadar. Son genel seçimlerin de yerel iktidar partisiyim. Ama Meclis’te muhalefet partisiyim. Yurtdışında Türkiye’nin partisiyim. Türkiye’nin hakkını, menfaatini korumak benim yükümlülüğüm. Kıbrıs konusunda da farklı düşüncelerim var. Bunu aramızda konuşuruz. Ben Yunan bakan, Genelkurmay Başkanı, adaların üstünde uçuyorken, oraya buraya bayrak dikmeye çalışıyorken, KKTC ile ilgili olmadık açıklamalar yapıyorken, ben orada o görüntünün içinde olmaktan memnunum ve o görüntünün mimarlarından bir tanesi benim. Ben orada genç MYK üyelerimle, genç PM üyelerimle, deneyimli PM ve MYK üyelerimle saatlerce tartışıp aldığımız kararlar sonucunda, günlerce, bu normalleşme sürecini Türkiye’de başlatmasaydık, Kıbrıs meselesinde o fotoğrafı veremezdik. En basitinden ben olmayacaktım.”

“CUMHURBAŞKANI GELDİĞİNDE BENİM ORADA OLMAM DOĞRUDUR”

“Önce kendisi geldi, ayağa kalktık ve selamladık. Kendisi Cumhurbaşkanı. Her türlü çelişkim olabilir, gün olur kavga ederim. Ama makama saygıda kusur etmem. Çünkü bir sene, bilemedin 1,5 sene sonra, hadi en geç üç sene sonra, orada bir CHP’li oturacak. Siz bugün saygısızlık ederseniz, yarın onlar da size edecek. Sonuçta kişileri eleştirebiliriz ama makamları ve kurumları yıpratmamak lazım. Ben bu meseleye her zaman böyle baktım. Bundan sonra da böyle bakacağım. Ha meşru görmezsiniz. Gayrimeşru görürsünüz. Başka şey. Hatalı bulursunuz, başka şey. Ama ele güne karşı, Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı, Kıbrıs’ta bütün dünyanın gözü oradayken, geldiğinde benim orada olmam doğrudur. Bütün muhalefet liderlerinin olması doğrudur. Makama saygı göstermemiz doğrudur. Yerine oturdu, önce o kısa bir hatır sordu. Teşekkür ettik. Sonra ben müsait zaman geçtikten sonra, artık o gelmeler, gitmeler azaldı. Bir sessizlik anında, ben de döndüm kendisine hatırını sordum. ‘Nasılsınız’ dedim. Dedi ki ‘Ne gün geldiniz’, ben 18’inde gittiğimi ve biraz önce size yaptığım açıklamayı, kimlerle geldiğimizi ve bunun Kıbrıs’ta nasıl heyecan yarattığını anlattım. Bunu Devlet Bey’e de anlattım.”

“BUNU DUYDUĞUMDA GÖZYAŞLARIMI TUTAMADIM”

“Azerbaycan’da 2020 yılında Karabağ’ı Ermeni işgalinden kurtarmak için ölen 30 askerin 30 evladı Kıbrıs’taydı. 30 şehit çocuğu 2020’de bir Türk vatanı kurtulsun diye şehit olmuş, yanında 30 şehit olmayı göze almış, gazi olmuş, Kıbrıs için ölmeyi göze almış gazimiz oturdu. Ben onlara Kıbrıs Barış Harekâtı’nı anlattım. Ne için yapıldı? Biz işgalci değiliz. Barış için gittik. Sizin babalarınız nasıl vatanları için, vatanlarının özgürlüğü için, işgaline son vermek içinse, burada Türkler, Kıbrıs Türklerinin hem soykırıma varan mezalimi durdurmak için hem vatanlarını kurtarmak için gittiler. Babalarınız öldü, bunlar ölmeyi göze aldılar. Çıkartma gemisinden çıkarken, bütün dünyada çıkartma gemilerinin, hani geminin komuta edildiği yerin önünde kalın ve çelik bir bariyer vardır. Niye? Bütün dünyanın askerleri çıkartma sırasında biliyorsunuz, yüzde 85-90 ölür ilk çıkan askerler, çünkü karşıdan bekleyen taramalı ile ateş ediyor. Ben denizci olarak yaptım, lojistik şubede. Çıkartma gemisinin kapak attığı yerlere karar veren subaylardan bir tanesiydim, onu denetleyenlerden. Orada anlattılar bana, ben bunu duyduğumda gözyaşlarımı tutamadım. Anlattım, salondaki gazilerimiz, Azeri şehit çocukları gözyaşlarını tutamadılar. Bütün dünyada arka tarafta böyle bir şey var. Çıkartma gemisinde bütün dünyadaki askerler geriye yaslanır, korkudan. Bazıları eziliyormuş orada. Oraya demir koymazlarsa köprü yıkılıyormuş. Bizde yok. Çünkü bizim askerimiz çıkarma sırasında ileriye yaslanıyor. Ben şehit olayım diye. Memleketi ben kurtarayım diye. Arkadaşım değil ben öleyim diye hücum ediyorlar. Bir tek bizim çıkartma gemimizin arkası tenekedir böyle, tın tın tın. Hiç ihtiyaç yok. Sizin babanız böyle insanlardı dedim. Bunlar da babanızın erdiği makama ermeyi göze almış insanlardı. Çok duygusal bir toplantı oldu.”

“VATANIN, BİRLİĞİ VE BÜTÜNLÜĞÜNDE AYRIŞAMAYIZ”

“Adaya henüz çıkmıyorlar. Çıkarma gemisi hazır. Çıkacak. Ama birinci harekât yapılmış. İkinci harekât için bütün dünya yapmayın diyor. Asker adaya çıkmış, demişler ki durun, çözeriz. Ecevit durdurmuş harekâtı. Ama ikinci harekât için Turan Güneş Cenevre’de. Müzakereleri sürdürüyor. Bugünkü gibi cep telefonu yok. Whatsapp’tan yazamıyorlar. Kablolu telefon ile bağlatıyor. Telefonu dinliyorlar. Bütün dünya birbirini dinliyor. Aralarında anlaşmışlar, ne yapacaklar? ‘Ben Ayşe tatile çıksın dersem, Mehmetçik adaya çıksın’. Şimdi parola gelmiş. Bizim askerler çıkmış. Paroladaki Ayşe nerede, dedim burada. Bütün çocuklar şaşırdılar. Ama dedim öyle kendi kendine çıkamazsın, bu karargâhın bir kararı var. Bakın burada altında imza var. Bu bakanların hepsi öldü dedim. O zaman 50 yaşındaysa, şimdi 100 yaşında olacak. İki tane 34 yaşında bakan var. Biri Erol Çevikçe, birisi Önder Sav. Önder Sav nerede, o da dedim burada. İmzayı atan bakan. Çocuklar ağızları açık dinlediler. Biz de çok mutlu olduk, onlar da. Bizi Azerbaycan’a davet ettiler. Bunları yapmanın çok önemli bir şeyi var. Biz Türkiye olarak birbirimizle istediğimiz kavgayı yapalım. Azerbaycan, Kıbrıs meselesinde ayrışamayız. Vatanın, birliği ve bütünlüğünde ayrışamayız. O yüzden ben orada bulunmaktan çok mutluydum. Cumhurbaşkanı’na bu heyeti anlattım. Bahçeli’ye Azeri çocukları gösterdim. Karşıda dedim, Zafer Derneği getirmiş. Bahçeli dedi ki, ‘Azerbaycan’a gidecekmişsiniz’. Doğrudur. Suşa’ya da giderseniz. Gideceğim. İlk gidişimde Suşa’ya gitmeden olur mu? O da dedi ki ‘Çok memnun oldum bunu duyduğuma’ dedi. Bu diyalogların kime ne zararı var. Ben Devlet Bey ile çok kavga ettim. Yine kavga ederiz. Tayyip Bey’e çok laf söyledim, yine söyleriz. Ama bir şey var. Kayahan’ın güzel bir lafı vardı, rahmetli. Konser diye gittik, kansere çevirdiler diyordu. Konser ile kanseri birbirine karıştırmamak lazım. Milli günlerde, bilmem ne de, kavga ve dövüş olmaz.”

“SAYIN GENEL BAŞKAN DA HEPİMİZ ADINA O GÖREVİ YAPMIŞ OLDU”

“Ben Genel Başkanı aradım. Daha önceden bir programı olduğunu, Türkiye’de olması gerektiğini söyledi ama kendisi de o gün Sayın Rahmetli Bülent Ecevit’in mezarını ziyaret etti. O da önemli. Sayın Genel Başkan hepimiz adına o görevi yapmış oldu. Biz de onun adına Kıbrıs’taydık. Bunda mahsur yok. Tabi birlikte olsaydık, çok iyi olurdu. Ecevit’in koltuğunda oturuyorum ben. İnönü’nün koltuğunda oturuyorum, Lozan olmasa Kıbrıs olmaz. Çünkü biliyorsunuz, Abdülhamit zamanında Sayın Kıbrıs Meclis Başkanı uzun uzun vurguladı. Biz dedi, 1800’lerin sonunda terk edildik, Türk ordusu buradan gitti. Abdülhamit 33 yıl donanmayı Haliç’e zincirleyince…”

“ÖZRÜ KABAHATİNDEN BETER DENİR YA ÖYLE BİR ŞEY”

“Sayın İsmail Saymaz kendisine telefonla ulaşmış. Ne diyorsunuz diye. Bir takım mazeretler ileri sürmüş ama özrü kabahatinden beter denir ya öyle bir şey var. Şöyle ifade edeyim. Ben Özgür Özel’im ama Türkiye’de ana muhalefet partisiyim. Protokolde yerimiz var. Protokolde Cumhurbaşkanı var. Meclis Başkanı var. Başbakan yok şimdi. Eğer tören Meclis’teyse, birinci grup ve ikinci grup diye grup başkanları var. Ama Anıtkabir’de, Washington’da, oradaki oturma düzenimizde Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, ana muhalefet lideri ve diğer partilerin liderleri var. Ben protokolde Türkiye’de üçüncü sıradayım. Başbakan olsa dördüncü sıradayız. Beni karşılama bir kez görevleri arasında. Ben Avrupa’nın, dünyanın neresine gidersem gideyim, neresine gittiyse gitsin ana muhalefet liderleri, bunun adı bazen Kemal Kılıçdaroğlu, bazen Bülent Ecevit, bazen Süleyman Demirel, Turgut Özal oldu. Ana muhalefet lideri gittiğinde mutlaka ve mutlaka ya büyükelçi kendi gelir. Sağ olsun çok kıymetli büyükelçilerimiz bizi havaalanlarında karşılıyorlar. Gelemeyebilir. Şehir dışındadır. Tatildedir. Resmi programda Türkiye’yi temsil etmesi gerekiyordur. Sağlık sorunu vardır. Elçilikten biri gelir. Hiç kimse gelmese, kimse olmasa, elçiliğin çaycısı gelse, baş göz üstünedir çünkü Türkiye Cumhuriyeti devletini karşılamaya gelir. Biz Kıbrıs’a gittik ki ilk değil ikinci gidiyorum. Böyle bir şey yok. Kendi yok, hadi CHP ile ilgili bir geçmişin var. Herhalde, gerçi bizim hiçbirimizin kusuru yok ama bir kinin var. Senin bir kere geldiğin görev Türkiye Cumhuriyetini temsil ediyorsun. Kendin gelmesen, bir mazeret buldun, yolla birini. Mutlaka o yollanmayan kişiler de çok üzülüyordur. Ben büyükelçi dışında kimseye kızgın değilim. Çünkü oradaki o çirkin planlama, kötü planlama değil kötü planlama büyükelçiliğin sorumluluğunda. O gitmeyin derse nasıl gidecekler? Başka yerlere görevlendirdiyse filan. Daha ayıbı ne biliyor musunuz? Orada bir tek ben de yokum. Bir kere orada CHP’nin dört genel başkanı var, iki Dışişleri Bakanı var. Sayın Karayalçın ve Sayın Hikmet Çetin. Karabağ bu noktaya geldiyse, Hikmet Çetin sayesinde. Şimdi İlham Aliyev de Hikmet Çetin’e babasına sarılır gibi sarılıyor. Böyle bir Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin, Murat Karayalçın. Sen onları karşılamaya gelmiyorsun. CHP heyeti diye. Sonra bugün açıklama yapmış beyefendi, biz sadece bakanları. Bakan benden sonra. Nerede oturuyor bakan? Anıtkabir’de nerede yürüyor. Biz sadece bakanları karşıladık. Partileri karşılamadık. Bizi de parti parantezine alıyor. Biz ana muhalefet partisiyiz. Ana muhalefet partisinin ana muhalefet partisi olması sıfatıyla, Anayasa Mahkemesi’ne gitme ödev ve yükümlülüğünden dolayı Anayasal denetim, devletteki iktidar namzedi bir partiye verilen güçle. Çok önemli şekilde ayrı bir şeyi var. Bizi diğer partiler parantezine ayrı, bir de biz milletvekillerini karşıladık. Sanki biz milletvekili değilmişiz gibi.”

“’U DÖNÜŞÜ’ YAPTI, BÜYÜKELÇİLİK VERDİLER”

“Bir de diyor ki Özgür Bey’i görmedim, görseydim selamlardım. Kocaman ekranlarda bütün dünya, Türkiye gördü. Cumhurbaşkanının iki yanındayım ben. Cumhurbaşkanı ile birlikte ona eşlik ettin ve geldin. Hadi görmedin, oturdun. Kalk elimi sık. Hadi görmedin giderken bir şey de. Bir gece önce AKP’nin masası var. Bizim ve İYİ Parti’nin. Ben geldim, ben hiç öyle şey birisi değilim. Bilenler bilir. Orada da birçok AKP’li teyit etti. Ben gidip masama geçip bana gelsinler demem. Ben gittim AKP’nin masasına tek tek milletvekillerinin ellerini sıktım. Hatır sordum. Doğrusu budur. Gittim İYİ Parti’ye Müsavat Bey’le birlikte beyanat verdik, yerime geçtim. Bu beyzade AKP masasına gidiyor, yanında ben varım. Bize gelmiyor. Bir kere senin görevin orada bütün siyasi partilerin masalarını gezmek. Ayaktayız, bahçedeyiz. Çok kalabalıkmış da beni görmemiş de. Görmediysen, olduğumu biliyorsun. Arayacaksın, bulacaksın. Ben onun yerinde olsam ilk dakika bu işi yaparım. Ama maalesef, ne garezi var bize bilmiyorum. Bu muhalifti, Erdoğan’ı eleştirirken Erdoğan, devrin Cumhurbaşkanı’na ‘Hadi kalk’ dedi ve terk etti orayı gitti. Ne olduysa oldu. Bu 180 derece U dönüşü yaptı. Bu hani tek adam rejimine karşıydı. İki şapka olmazdı. Şapkaları değiştirerek, kampanya yapıyordu. Sonra ne olduysa oldu. U dönüşü yaptı. İşte büyükelçilik verdiler. Kendi meslektaşları Barolar Birliği seçiminde seçimi kaybettirerek aforoz etti. AKP’li, MHP’li bütün baroların desteğini alarak yarışıyordu. Kendi meslektaşları hak ettiği şekilde değerlendirdiler kendisini. Sonra gitti ve büyükelçi oldu. Benim suçum sanki. Atatürk’ün kurduğu partiye kafa tutuyor. Büyükelçi olmasa ben ona diyeceğimi biliyorum da. Şundan dolayı. Arabasında Türk bayrağı taşıyor Kıbrıs’ta bizim adımıza.”

“SEN AKP’NİN MEMURU DEĞİL, DEVLETİN MEMURUSUN ORADA”

“Ağzının payını öyle bir veririm, ona bir kulp takarım. Onu öyle kulpuyla kullanırlar. Ona bir laf söylerim. Ama doğru değil. Ne ben grup başkanvekiliyim. Ne o herhangi bir siyasetçi. Ben ana muhalefet lideriyim, kendisi Türk bayrağını hepimiz adına taşıyor. Devleti temsil ediyor. Ona çıldırıyor ve üzülüyorum. Sayın Namık Tan bir taslak hazırladı. Bir de diyor ki Namık Bey ile bilmem ne arkadaşımız karşılaşmış. Nasıl gidiyor, iyi misiniz, bir şey yapayım mi size diye sormuş. Bunu sefaret görevinden sayıyor. Akıl almaz bir şey. Bu neden geliyor. Bir hazımsızlıktan. Bakın dönekler çok Ortodoks olur. Çok Ortodoks olur. Bu adamın hazımsızlığı şu. Herhangi bir AKP’li yapmaz bunun yaptığını. Neden yapmaz, özgüveni vardır. Bu kendini beğendirecek aklı sıra. AKP’nin memuru değilsin ki devletin memurusun orada. Söylenecek dünyanın lafı var da. Taşıdığı unvana, bayrağa saygımdan biz şimdi Dışişleri Bakanlığına, yaşadıklarımızı ve duyduğumuz rahatsızlığı ifade edeceğiz. Dışişleri Bakanı, iyi yapmış, aferin diyorsa devam etsin. Yaptığı işi düzgün yapması lazım. Eğer AKP dış politikada, Kıbrıs gibi bir yerde, bu kadar makro bir hatayı yapan birisi daha bu işi yapacaksa, iyi sicil alacaksa, başarılıysa filan. Buna aferin denecekse, vay Türkiye’nin haline.”

“20 YIL ÖNCESİNE KADAR TÜRKİYE’NİN DEVLET GELENEĞİNDE BU VARDI”

“Ben şunu normal buluyorum. Ana muhalefet ile ülkeyi yöneten partinin genel başkanın konuşmaması, görüşmemesi, el sıkışmaması, ortak meselelerde, birbirlerine Türkiye’nin menfaatleri doğrultusunda bilgi vermemelerini, gerektiğinde destek vermemelerini… Ben Sosyalist Enternasyonal’de Türkiye’nin haklarını savunuyorum. Diyorum ki Filistin’i mesela o zaman daha tanımamışlardı, Pedro Sanchez’e Filistin’i hep birlikte tanımalısınız, bütün sol ve sosyal demokrat partiler tanımalıdır. Erdoğan da bunu istiyor dünyadan. Şimdi burada Erdoğan diyor diye yapmasam olur mu? Almanya’ya gideceğim. Almanya ile bir Eurofighter meselesi var. Sözcü gazetesi ne yazdıysa, Hürriyet’ten ne okuduysam, onunla mı gideceğim ve konuşacağım. Almanya’daki Başbakan SDP’den seçilmiş, Olaf Scholz. Ben kendisi ile diyalog halindeyim. Ben onunla konuşurken gazetelerden okuduğum haberlere göre mi konuşacağım, Eurofitgher meselesini, F35 meselesini, S-400 meselesini, bana bilgi verilmesi lazım. Demirel, Ecevit, Özal bunu yapıyordu. 20 yıl öncesine kadar Türkiye’nin devlet geleneğinde bu vardı. Bu tek taraflı bir şey değil. Dönünce de kayda değer bir bilgi varsa, ana muhalefet ya da muhalefet, ben gittim, konuştum, şu cevap verildi diye bilgi veriyordu. İlla her seferinde Dışişleri Bakanı gelecek, bana brifing verecek diye bir şey yok. Yılda bir seferinde olur. Ama giderken gölge bakanım ya da Namık Tan gibi bir milletvekilim, dışişleri komisyonundaki sözcüm. Gider, bu ülke ile ne var aramızda, hangi anlaşmalar beliyor. Ne isteyelim, neye dikkat edelim, hangi kelimelerden uzak duralım. Dış politika böyle bir şey. Bunların yapılmaması anormal. Ben normalleşelim, yapalım bunları diye Cumhurbaşkanından talep ettim. 87-88-90 yaşında, doğrudan bir darbe girişimine karışmamış, çıkarımlarla, FETÖ’cülerin yazdığı iddianamelerle darbeci diye suçlanmış bu ülkenin kahraman komutanlarının, namuslu insanların, alınlarına leke sürülüp, rütbeleri sökülüp, Silivri damında tutulmaları anormal. Dedim ki ‘Yapmayın bunu’. Kendisi de bana ‘Birkaç hafta, bunu dışarıda söylemeyin, ben çözeyim onu’ dedi. Ben dışarı çıkınca böyle dedi diyemem, çözülmeden. Kızıyorlar bana, hani 28 Şubatçıları söyleyecektin. Söyledik, sonuç aldık. Bunlar süreç meselesi. Ama gönül isterdi bunlar olmasın ama Cumhurbaşkanı affı onun yetkisinde. Ben ona bu yetkiyi kullan ve bu suçsuz insanları bırakırsanız, çok doğru iş olur dedim. O paşaların içeride tutulması anormaldi, bırakılması normal. Devam edeyim, AİHM kararlarına rağmen Kavala’nın, AYM kararlarına rağmen Can’ın içeride tutulması, Tayfun’un, Mine’nin içeride tutulması, arkadaşlarımızın içeride tutulmaları anormal.”

“HER ŞEYDE KAVALA DUVARINA TOSLUYORSUN”

“Ben iki sefer bu konuyu Erdoğan’a ifade ettim. Bu konuda Türkeş’in çabalarını görüyorum. Onun gerekçesini anlatmak isterim. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’ne gittim. Sosyalist grubu ziyaret ettim. Diğer grupları ziyaret ettim. Türk delegasyonu ziyaret etmek istedim. Türk delegasyonu bütün partilerden oluşuyor, 18 kişi. Bazıları yoktu, aşağıdaki görüşmelerdeydi, tahmin ediyorum, 10-12 kişinin olduğu bir yerde. Türkeş’in başkanlığındaki delegasyon odamıza gittim ve konuştuk. Oradaki ifadeleri sonra ben kullandım. Bazı AKP’liler reaksiyon gösterince, Tuğrul Bey hayır, bu çerçevede görüştük dedi. İşin özeti şu, Tuğrul Bey şunu vurguluyor. Kavala Türkiye’de hapis, biz bu odada hapisiz diyor. Onların o odada hapsolması sembolik. Onların AKPM’de oturumlarda, ikili ilişkilerde, temaslarda, savunuculuk çalışmalarında Türkiye lehine iş yapsınlar diye orada, 18 aktif milletvekili. Onlar birisine deyim yerindeyse saat sorsalar şu cevabı alıyorlar. Kavala’yı çıkarmadan bana niye saat soruyorsun. Bir ara Türkiye’de 141, 142 vardı. Her yerde karşımıza çıkıyordu. Prangaydı. Şimdi karşımızda bu. Örneğin etkili bir delegasyonun etkili isimlerinden birisine bir yemek yiyebilir miyiz deyip, Türkiye’ye bir konuda destek isteyeceksin, ilişki geliştireceksin. Keşke Kavala çıksa da üçümüz yesek deyip reddediyorlar. Her şeyde Kavala duvarına tosluyorsun. Bir de büyük haksızlık. Ayşe Hoca üzülüyor, Ayşe Buğra eşi. Sanki öyle bir hale geliyor ki, Kavala hakikaten bütün yabancıların çok sevdiği, kayırdıkları biri. Hiç ilgisi yok. Yüzde 95’i adını sonradan öğrendi. Yüzde 99’u ile el bile sıkışmadı. Sembol dava diye. Konseyin kurucu ülkesi AİHM kararlarına uymuyor. AİHM karar veriyor, uygulamıyor. Anayasamızda uygulayacağım dediği halde. Böyle bir noktadayız. Bu anormal bir durum. Bunun normalleşmesi lazım. Bunun için Türkeş de samimi gayret gösteriyor. Ben de çok doğru buluyorum, çok cesur buluyorum onu.”

“FETÖ’CÜLERİN PROVOKE ETTİĞİ GÖRÜNTÜLERLE İNSANLARI İÇERİDE TUTAMAZSIN”

“Bundan da sonuç alınmazsa halimiz harap. Bu ülkeye yazık. Bir kin ve nefret uğruna içeride birisini çürütüyorsunuz. Ama bu ülkeye yaptığınız çok ayıp. Yıllardır gri listeden çıkmanın yolu belli, söylüyoruz. Üç kanuni düzenleme yapacaklar, yapmadılar, yapmadılar. Dünyanın en olmadık sekiz ülkesiyle gri listedeydik, nihayet yaptılar. Tık bir puan kredi notumuz arttı. Bunun hepimize faydası var. Gezi sorununu çözseler, bir anda Türkiye için bambaşka bir şey olacak. Gezi meselesinin çözülmemesi benim lehime olur, partimin lehine olur ama Türkiye’nin lehine değil. Suçsuz insanların lehine değil. Zavallı Vera’nın lehine değil. Vallahi bu kararı versinler, Erdoğan’ın lehine, Özgür Özel’in değil. Bu sorunun çözülmesi Türkiye’nin menfaatine. Mine Özerden’e iddia, hesap açmış, yurtdışından para toplamış. Ne hesabı ispat edebiliyorlar, ne parayı. Çiğdem Mater, Gezi’nin belgeselini çekmek için apar topar Almanya’dan gelmiş. Kadın zaten kendi itiraf ediyor. Çekebilmiş mi, çekememiş. Tayfun Kahraman’ın özelliği şu, hepsi orada hepimiz yerine yatıyor ama Tayfun Kahraman doğrudan mesela benim yerime yatıyor hapiste. Neden? Ben de meslek örgütünden geliyorum. Bir kent suçu işlenecek, ağaçları kesecekler, topçu kışlası yapacaklar, AKM’yi yıkacaklar, AVM yapacaklar. Bizde Manisa’da mesela Sümerbank, Beyaz Fil davasında bütün odalar toplanıyordu. İnisiyatifler toplanmış, Taksim, Gezi Parkı İnisiyatifi, bunların içinde yer almış. Sonra iş son derece barışçıl giderken, birtakım olmadık müdahaleler filan. Arınç ile görüşmüşler. Arınç ile görüştüğünde Erdoğan yurtdışında. Dememiş ki gelmesin. Dememiş ki istifa etsin. Dememiş ki bakanlar istifa etsin. Şartları sıralamışlar, demişler ki biz Gezi Parkı’nı boşaltırız, boşalttırırız, söyleriz. Bir ağaçlar kesilmesin, topçu kışlası yapılmasın, AKM yıkılmasın ve yerine AVM yapılmasın, bir de gaz fişeği polisin, silah gibi kullanılıp arkadaşlarımızı kör ediyor, yapmayın. Bunların hangisi darbe. Sonra Erdoğan gelmiş, aynı şeyleri ona da söylemiş. Çıkışta da açıklama yapmış. Tayfun Kahraman’ın o açıklamasını ben Gezi Parkı’nda dinledim. Onun derdi ağacı kurtarmak, darbe yapmak değil ki. Yahu kardeşim bu Gezi’ de hepimiz vardık, biz son derece barışçıydık. Biraz önce dediğiniz çok önemli bir ayrıntı. FETÖ’cülerin kumandasındaki polisler gerdi ortamı. FETÖ’cülerin kumandasındaki zabıta, ilk gece FETÖ’cü zabıtalar, sonradan anlaşılıyor. Oradaki çadırları yaktırmışlar, gerginlik çıksın diye. İstanbul, Ankara ve Hatay. Olayların en çok yaşandığı, ölümlerin en çok olduğu üç il değil mi? Bu üç ilin emniyet müdürleri FETÖ’den içeride, FETÖ’den ceza aldı bunlar. Şimdi bunlar, yahu böyle bir şey olmaz. Sen FETÖ’cülerin provoke ettiği o görüntülerden, darbe çıkarıp da bu insanları içeride tutamazsın. Bun yanlış. Benim bu konuda diyeceğim bu kadar.”

“BİZİM MUHALEFETİ YUMUŞAK YAPMA GİBİ BİR NİYETİMİZ YOK”

“Anketlerde keyfimiz yerinde. Biz 34, AKP’yi 31-32 ölçen de var. Bizi 31, AKP’yi 29 ölçen de var. Bir tane 29 ve 28 de gördüm. Bu tabi kararsızlar dağıtılıyor, bakalım kararsızlar ne kadar verecek. Son yerel seçimde güzel bir karar verdi, kararsızlar. Biz anketlerde birinci parti olmayı sürdürmeyi istiyoruz. Önemli olan süreçleri iyi yönetmek, inşallah olacak. Baktığınızda kötü görünüyor hakikaten memleketin durumu. Ama Erdoğan yumuşama diyordu, ben normalleşme. Şimdi herkes normalleşme diyor. Niye? Gördüler ki bizim muhalefeti yumuşak yapma gibi bir niyetimiz yok. Yapmam ben yumuşak muhalefet. Nerede görülmüş seçimlerden sonra iki ay içinde 6-7 miting yapıldığı? Nerede görülmüş Türkiye Cumhuriyeti’nde emekli mitingi, 110 bin kişi. Emekçi mitingi 125 bin kişi. Rize gibi CHP açısından zor bir yerde, Erdoğan’ın hemşerilerinin olduğu yerde, o meydanı hiçbir siyasi dolduramadı, çay üreticisinin doldurduğu kadar. Buğday mitingi Hayrabolu’da. Yani bunlar yumuşak muhalefet yapmak mı? O yüzden yumuşama lafı bitti gördüğünüz gibi. Ama normalleşmenin arkasındayım. Normalleşme şu hem müzakere, hem mücadele. Ben emeklinin, emekçinin hakkını almak için mücadele etmem lazım. Ama Türkiye’nin menfaatleri ve CHP’nin bu ülkeyi yarın yönetmeye hazır bir görüntüsünü halka arz etmek için de bu görüntü ve ilişkilere mutlaka ihtiyaç var.”

“HERKES ÖNERİSİNDE BULUNSUN, SONRA DA OTURALIM GÖRÜŞELİM”

“Ben şunu dedim, ‘Yeni bir anayasa yapacaksak önce mevcuduna uymamız lazım. Mevcuduna uymak için bir kere bu ‘Anayasa Mahkemesini kapatacağız’ demekten vazgeçmek lazım.’ Bunu MHP için söylüyorum. ‘Anayasa Mahkemesi’nin kararı benim için yok hükmündedir. Tanımıyorum, saymıyorum’ dememek lazım. AİHM kararlarını uygulamak lazım. Bunlar uygulanmadan olmaz. Yani AİHM karar vermiş, Kavala’yla Demirtaş için. ‘Efendim onlar terörist.’ Bak kardeşim, onlar teröristse onunla ilgili karar çıkardı. Sen demişsin ki, ‘Ben uluslararası mahkemenin aldığı kararları Türkiye’de uygulayacağım.’ Bütün delilleri sunmuşsun onun avukatları sunmuş. Yüksek yargıçlar oturmuşlar, temsilcimiz, hakimimiz, yargıcımız var. Oturmuşlar, tartışmışlar, ‘Bu insanlara hak ihlali yapıldı’ demişler. Şimdi bunları görmeden veya bunlara direnerek olmaz. Benim anlatmaya çalıştığım mevzunun kendisi bu. Ama şu kadarını söyleyeyim 12 bin 500 lira emekli maaşıyla geçim olmaz. 17 bin lira asgari ücretle geçim olmaz. Asgari ücretin derhal 25 bin lira yapılması lazım. İPA da çalışmış öyle bulmuş. Basit bir hesap var. AK Parti geldiğinde 1,5 asgari ücretti emekli maaşı. Bugünkünü çarp, böl 26 bin lira. Asgari ücret yeterli değil o da artmalı ama emekli maaşının hakkı 26 bin lira bugün Türkiye’de.”

“’HALKIN ERKEN SEÇİM İSTEMESİNİN ŞARTLARI ORTAYA ÇIKARSA BEN DE İSTERİM’ DEDİM”

“Bazı kötü niyetliler veya anlayışı kıt çevreler şöyle şey yapmaya çalışıyor. ‘Efendim Özgür Özel erken seçim istemiyor.’ Kardeşim, biri elma, biri armut. 31 Mart öncesi seçmene dedim ki, ‘Bu bir genel seçim değil. Sarı kart bu, kırmızı değil. Ve bu sarı kartı göstereceksiniz, iktidarı değiştirmeyeceksiniz. Ama iyi belediye başkanı seçeceksiniz ve itirazınızı söyleyeceksiniz.’ Ben AK Partili’den, MHP’liden oy aldım. Ben onlara demedim ki -adım gibi biliyordum birinci parti olacağımı, teker teker saydım kazanacağınız illeri- ‘Bizi birinci parti yaparsanız erken seçim isteyeceğim’ demedim. O yüzden seçim akşamı dedim, vatandaşlarımız bunu takdir ediyorlar. ‘Ben bu seçim sonuçlarını araçsallaştırarak, gerekçe göstererek erken seçim istemeyeceğim’ dedim ama arkasından şunu dedim, ‘Halk isterse erken seçim olur. Halkın erken seçim istemesinin şartları ortaya çıkarsa ben de isterim’ dedim. ‘Bunun arkasında dururum’ dedim, tam o noktadayım. Birincisi, sen bu kadar emekliye 10 bin lira veriyordu, 12 bin 500 lira verdi. 10 bin liranın verildiği ocak ayında 25 kilo dana kıyma alınıyordu, bugün 12 bin 500 lirayla 20 kilo. 5 kilo daha dana kıymayı çaldılar. 5 kilo dana kıyma yaklaşık 3000 lira. Emeklinin sofrasından 5 kilo dana kıyma çaldılar 12 bin 500 lirayla. ’Bununla yetinsin’ diyor. AK Parti geldiğinde sekiz çeyrek altın alan emekli, bugün 12 bin 500 lirayla üç çeyrek altın zor alıyor. Beş çeyrek altın kaybı var her emeklinin. Bu şartlarda bu emekliler erken seçim isterlerse ben istemem mi? Ben, 31 Mart’ta birinci parti çıktım, ’Haydi erken seçime’ diyemem. AK Partili’den, MHP’liden ’Bunu söylemeyeceğim’ diyerek oy istedim. Ama AK Partili, MHP’li emeklinin canına tak ettiyse, ’Erken seçim’ diyorsa ben erken seçim talebinin arkasındayım. Asgari ücretliler için de aynı şey. Geçen sene, ’Dört kere zam yapacağım’ diyordu. Yani ocakta verdim enflasyonu, martta, temmuzda, ekimde zam. Şimdi temmuzdakini bile vermiyor. Bütün sene geçin o parayla... Bugünün 17 bin lirası yani ocak ayındaki 17 bin lirayla bugünkü arasındaki fark şöyle. Bugünün 17 bin lirası, ocak ayının 13 bin lirasına düştü. Altı ay sonra 9 bin lirasına düşecek. Yarı yarıya eriyecek. Böyle bir geçim olmuyor işte. O zaman isterlerse seçim olur. Anayasa’ya göre seçim yapmanın iki yolu var. Ya Erdoğan yapacak, seçimleri yenileyecek. Ki bu durumda aday da olamıyor. Ya da Meclis seçimleri yenileyecek. 360 kişiyle. 600 milletvekiliyiz, 360’ı oy verecek. Erdoğan’ın milletvekili sayısı, küçük ittifak partilerini de katarsan, HÜDAPAR’ı, DSP’yi… MHP olmasa bile 270. 600’den düştüğünde kalıyor sana 330, yapamazsın. Devlet Bey de ’Seçim ’ dese bugün, Devlet Bey’i de muhalefetin yanına alsak, hiç fire vermesek bizde 330 var. 360 olmadan olmuyor. Yani erken seçimin iki teknik şartı var, ikisi de Erdoğan’ın elinde, bu Meclis kompozisyonuyla. Bahçeli desteğini çekince 270 kişi ile kanun geçiremezler, hep birlikte oluruz. O zaman erken seçimi zorlarız, ayrı bir şey ama elde yok. Adam bana diyor ki, ‘Sen erken seçim…’ Yapabilecek olsam yapmaz mıyım? Hiçbir şey olmasa yani bu pazar seçim olsa biz bir kere iktidara geliyoruz, AK Parti muhalefete düşüyor. Neden geciktirelim bunu? Ama ’Geçim olmazsa seçim olur’ demek vatandaşa çağrı. Bu çok önemli bir şey. Bu bir bahis. Bir başka bahis, yani bununla bağlantılı olarak demiyorum. Hiç bunlar olmasa, beş yıllığına seçildi Erdoğan. Yüksek Seçim Kurulu’nun itiraz edilemez kararına göre bir daha aday olamaz kendisi seçimleri yenilerse. Meclis yenilerse olur. Meclis 360’la yenilerse son bir kez aday olabilir bu Anayasayla. Şimdi şöyle bir şey diyorum, beş yıl süre var. Bunun bir yıl iki ayı, üç ayı geçti. Bu sürenin tam ortasında şöyle bir şey var. 2.5’uncu yılda eğer seçimleri yenilersek Meclis olarak, yani CHP artı AKP yenilersek, diğer partiler zaten ister seçimi, Erdoğan daha 2.5 yılı varken onu bırakıyor ama aday olabiliyor. Ben eğer ona kazanırsa, daha 2.5 yıl var ya beş yıl kazanacak, bir 2.5 yıl veriyorum. ’Kendine güveniyorsan gel’ diyorum. Seçimlerin tam ortasında, 2.5 yıl benden, 2.5 yıl senden. Önündeki 2.5 yılı koy masaya. Kazanırsan beş yılın olsun. Kendine güveniyorsan gel seçim olsun. Ben böyle bir matematikle söylüyorum. Bugünden çok anlamlı gelmeyebilir ama seçimlerin tam ortasında ben Erdoğan’a, ’Gel sana beş yıl daha olabilmek için seçime girmeyi teklif ediyorum’ dediğimde Erdoğan kaçarsa, öyle 1.5 yıl kala, bir yıl kala erken seçim yapmam. Bir daha aday olamaz. Aday olmak istiyorsan gel burada ol. Bu başka bir hesap. Ben bunu kesin yapacağız diye de değil, böyle bir matematik var diye söylüyorum. Bu sistemin getirdiği, götürdüğü bu. Bir ülkenin Cumhurbaşkanı olacaksın, erken seçim olmazsa bir daha da olamayacaksın, sana diyecekler ki ’Gel bu pazar yapalım, seçimden kaçacaksın. ’ Bunun da siyaseten çok taşınabilir bir tarafı yok bence.”

“FUTBOL ALANI, SİYASETÇİLER İÇİN MAYINLI BİR ALANDIR”

Özel, Türkiye Futbol Federasyonu seçimlerinin anımsatılması üzerine, “Ben tutup da bir seçim olmuş bitmiş. Adaylarla ilgili değerlendirme, çekilen adayla ilgili, Sayın Yardımcı ile ilgili bir değerlendirme falan yapmak istemem. Çünkü futbol alanı, spor alanı siyasetçiler için konfor alanı değildir, mayınlı bir alandır. Çünkü bir AK Partili, bir MHP’li, bir DEM’li, bir CHP’li Fenerbahçe ya da Galatasaray veya Beşiktaş veya bir başka takımın stadında yan yana oturabilirler takımları için, dışarıda siyaseten kavgalı olabilecekleri halde bir birbirlerinin o yönleriyle hiç ilgilenmezler. O yüzden siyaset alanı bizim için bir konfor alanı değil, mayınlı bir arazidir. Ben Futbol Federasyonu seçimlerine karışmam, karışılmasını istemem, doğru bulmam. Ha rektör atamışsın, ha böyle atanmışsın. Kurumları ve kuralları yıprattığınızda en sonda hep birlikte kaybediyoruz, futbol da kaybediyor, Türkiye’de futbolun toplam kalitesi kaybediyor. O yüzden ben o süreçte yanlışın ne olduğunu söyledim. Ben tutup Cumhuriyet Halk Partili belediyeler üzerinden delegeleri, delegeler üzerinden… Orada bu müesses futbol nizamına itiraz eden bir adaylaşma ve iktidarın bu manipülasyonu karşısında billurlaşan bir demokrasi iradesi olsa açık tavır koyarım. Ama bu seçimlerde öyle bir şey yoktu. Diğer adaya soruluyor, ki kendisini tanımam, bir sorunum yok ama diyor ki güya o AK Parti’nin adayıymış, “Ben Cumhurbaşkanı ile olan ilişkimden gurur duyuyorum” diyor. Yani ben burada muhalefet olarak neresinden tutacağım? Ben, “Siyaset futbola karışmasın” diyorum. Bırak, serbest seçim olsun. Adaylıklar serbest olsun, adaylar şantajla, baskıyla çekilmesin. Şöyle bir şey olmaz. Avrupa Kupası’nı oynayacağız. Başarısız olursak mevcut başkan gidiyor. Başarılı olursak kalabilirsin. Başarı çeyrek final mi, yarı final mi tartışmaları var. Dönüş yolunda eğer doğruysa, ki bunu futbol camiası tekrarlıyor sürekli. Cumhurbaşkanı diyor ki, “Söyleyin, mevcut başkan devam etsin.” Öbürü çekiliyor. “Baskı gördüm” diyor. Ali Koç’un söyledikleri doğru. Ben Cumhuriyet Halk Partisi iktidar olduğunda, partinin Genel Başkanı olarak asla ve asla partimin Futbol Federasyonu seçimlerine karışmasını doğru bulmam. Biz özgür seçimlerden taraf olmalıyız, serbest seçimlerden taraf olmalıyız. Futbol Federasyonu tam olarak özerk olmalı. Milli Takım sahada maç yapacak, Futbol Federasyonu Başkanı AK Parti’nin desteklediği aday ya da CHP’nin desteklediği aday… Milli Takım kazanırsa acaba AK Parti’ye mi yarar? İnsanları bu psikolojiye itiyorlar. Bu Milli Takıma yapılabilecek en büyük kötülük. Türkiye İttifakını şöyle tarif ediyorum, “Milli Takım gol atınca ayağa kalkan herkes ittifakımıza yer alabilir. Filenin Sultanları göndere bayrağımızı çektirirken ağlayan veya gırtlağı düğümlenen, duygulanan herkes Türkiye İttifakının bileşenidir. Bunların hepsinden oy istiyorum. Milli Takım maç yapıyor, Milli Takımı desteklemeyen, Filenin Sultanlarının rakibini destekleyen varsa vallahi ben onlardan oy istemiyorum.” Bu kadar net. Ve ben Cumhur İttifakına karşı Türkiye İttifakını savundum. “Bizim renklerimiz” dedim “Kırmızı beyaz.” “Kırmızı beyaz en büyük Türkiye” diye bağırdık 105 mitingde. Ben ülkenin ana muhalefet partisi, Milli Takım gol atıp turu geçecek, oylarının beş puan düşeceğini bilsem o golü desteklerim. Çünkü Türkiye’nin çıkarı siyasi partilerin çıkarının üstündedir kardeşim. O golle ne yükselirsin ne düşersin ama bu hasetlikle, bu fesatlıkla futboldan siyasileştirerek menfaat ummaktan eninde sonunda bu milletin gönlünden düşersin. Kümeye düşersin yani. Ters teper, tepiyor zaten. Bu kadar müdahaleye rağmen desteklediğin aday seçilmiyorsa…” ifadesini kullandı. Özel, şunları kaydetti:

“DUYDUĞUMUZ ATAMANIN ÜSTÜNE GİDİYORUZ”

“Duyduğumuz atamanın üstüne gidiyoruz. Bugüne kadar onlarcasını istifa ettirdim. İşte Sözcü Televizyonu’nun, gazetesinin çok değerli muhabirleri bildirsinler. Biz eş dost akraba kayırmacılığına karşı büyük bir mücadele veriyoruz. Yalnız bugün bir istisnada bulundum. Dedim ki, “411 belediyeye talimatım. Akraba kayırmacılığı yok ama dedim, bunun bir istisnası var. ‘Benim akrabalarımı’ kayıracaksınız dedim. Böyle baktılar. Şöyle ki, benim akrabalarım dediğim Selanik’te doğanlar, Bosna’da doğanlar, Balkan Türkleri... Onların bir özelliği var. Onlar kendileri için bir şey istemez, bu ülke için ister. Tabii bütün dernekler, kamu yararına çalışan derneklerin kimseye yani Sivaslıların hakkı aranacak da onlar kullanmayacak mı? Gerçekten kendi için bir şey istemeyip, vatandaş için, hemşerisi için, hizmetler iyi olsun diye kim istiyorsa onların hepsinin arkasındayız.”

“BİZ İKTİDAR ALANLARIMIZDA DEMOKRATİK DAVRANIYORUZ”

“411 belediye başkanımla kapalı toplantı yapıyorduk, “Her birinizin” dedim “Cebinde, kadınların çantasında birer altın anahtar var.” “Sanmayın ki” dedim “O anahtar belediye giriş kapısının anahtarıdır ya da kasasının anahtarıdır ya da şehrin altın anahtarıdır. O anahtar Atatürk’ün partisinin iktidarının anahtarıdır, ona göre kullanın” dedim onlara. Dediğinizi böyle ifade ettim. Biz iktidara geleceksek o anahtarlar doğru kapıları açarsa geleceğiz. Bunun yolu iyi yönetim, şeffaf yönetim, dürüst yönetim. 110 günlük performanslarından genel olarak mutluyuz. 180’inci gün hepsini ölçeceğiz. İlk karneleri gidecek, altı ayda bir. Sonra bazılarına üç ayda bir, bazılarına altı ayda bir, bazılarına yılda bir, belediyenin ölçeğine göre ölçeceğiz. Çok önemli yapılar kurduk. Türkiye Belediyeler Birliği’nden tutun, Başkanı İmamoğlu’dur. Tarihi Kentler Birliği’ne ki o da çok güçlü bir yapı, Başkanı Yavaş’tır. Ege Belediyeler Birliği, İç Anadolu, Marmara, Kıyı Ege Belediyeler Birliği, Sağlıklı Kentler Birliği hepsinde… Birinde Cemil Tugay başkan, birinde Ferdi Zeyrek başkan, bir tanesinde Ahmet Başkan. AK Parti 22 yıldır çoğunu alıyor, tek başına yönetiyor. Belediyeler Birliği’nin kaynaklarını yüzde 98.5’unu kendi belediyelerine yüzde 15’i muhalefetten transfer etmek istediği belediyelere harcıyordu. Benim talimatım şu yönde, “Bütün başkanlarımıza, yönetimleri müşterek oluşturacağız” dedim. Hangi siyasi parti belediye başkanını seçtirmiş, onları yönetime davet ettik. Çoğunluk CHP’de. Biz iktidar alanlarımızda demokratik davranıyoruz, bunu herkes bilsin. 70’lerde Türkiye’ye açık öğretimi kazandıran Büyükerşen şimdi dijital platform üzerinden belediye başkanlarına, belediye meclis üyelerine, belediye çalışanlarına ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin il, ilçe yöneticilerini ve üyelerini uzaktan eğiten bir sistem kuruyor. Bütün eğitimlerden puan kazanılıyor. Örneğin ileride, şu anda belediye meclis üyelerimizi eğitmeye başlıyoruz. Şimdi seçilenleri eğitiyoruz, bir sonraki seçimde eğitilenler içinden seçeceğiz adayları. Böyle bir sistem kuruyoruz. Bu sistemin başında Yılmaz Büyükerşen ama beş kişilik son derece genç bir ekip, parti okulumuzdaki çok değerli kadrolar çalışıyoruz ve hem üyenin, hem yöneticinin, hem meclislerin ve başkanların etkinliklerini ve yetkinliklerini arttıracak işlerin içindeyiz.”

“İYİ HİZMETLERDE ORTAKLAŞACAĞIZ”

“İstanbul’da şimdi altı ya da yedi ilçe belediyemiz kurmuş. Şimdi biz iyi örneklerin hepsini yayıyoruz. Kent lokantaları bütün Türkiye’ye yayılıyor. Hatta bir belediye başkanımız, Şişli Belediye Başkanımız gezici kent lokantası başlattı, ihtiyaç olan yere götürüyor. Bunu yayıyoruz. Emekli kart yapıyoruz. Bu bir tarafı ortak, bir tarafı belediyeyi gösteriyor. 65 yaş sorunu kökünden halloluyor CHP’li belediyelerde, kartlarla. İki, efendim pazar desteği, kasap desteği, emekliye birtakım farklı… Emeklinin ıstırabını bitiremeyiz, ona devlet gücü lazım. Ama yarasına merhem olmaya çalışacağız. İyi hizmetlerde ortaklaşacağız. Mesela her belediyede yapamayabiliriz belki bunu ama kasap desteği, manav desteği, birtakım ekmek desteği, ücretsiz halk ekmekler… Yoksul emekliler için yani çok doğru işler, hepsini ortaklaştırıyoruz. Bir CHP’li belediye bir ihale açıyor, o ihalede kreş yaptıracak, artık şartnameye şunu yazacak çok basit. “Bu projeyi sen kazanırsan, ben bu projeyi diğer CHP’li belediyelere de ücretsiz vereceğim. Ona göre teklif ver.” Bir uygulama ödemesi belki yüzde 10 konur. Kaç uyguluyorsa yüzde 10, yüzde 10. Ama neden biz hepimiz ayrı ayrı kreş çizdirelim? Ayrı ayrı kız öğrenci yurdu yaptıralım? İyisini Yenişehir Belediyesi yaptırdıysa Manisa’daki… Prototip olsun. İyilerle birleşmek lazım. Ekrem Başkan’ın çok olumlu işleri var, Mansur Başkan’ın sosyal belediyecilikte inanılmaz başarılı işleri var. Bunları ortaklaştırıyoruz.”

“TOPLUMUN HER KESİMİNE DEĞEN MİTİNGLER YAPAN MUHALEFET PARTİSİYİZ”

“Ben bugün emeklilere gittim, “Sesimizi duyuran sensin” diyor, başka bir şey demiyor. İşçilerle miting yaptım, “Karaoğlan” diyorlar, utandım yani Ecevit’in unvanını üstüme almam ama hani Ecevit’in emek dostu, madenci dostu, emekçi dostu çizgisiyle benzetiyorlar. Gurur duydum ama “Yapmayın” dedim bunu söyleyene. Eğri oturup doğru konuşalım. Nerede gördün sen yerel seçimden bir ay sonra, her toplumun kesimine değen tematik mitingler yapan bir muhalefet partisini, nerede gördün sen? Bunun neresi yumuşak? Emeklinin, emekçinin, çay üreticisinin, buğday üreticisinin, fındık üreticisinin, üzüm üreticisinin sorununu söylerken neyi eksik yapıyorum? Benim eksik yaptığım, Erdoğan’a ya da Bahçeli’ye bana laf söylerlerse, partime, cevap veriyorum. Ama küfür etmiyorum. Etmem ben. Ben şunu yapmıyorum. Tayyip Erdoğan benle kimlik kavgası yapacaksa ben yapmam, mezhep kavgası yapmam. Ben efendim polemiği insani şeylere indirip bir zamanlar mesela Tayyip Bey bir siyasi lideri, Sayın Bahçeli’ye çok ağır laflar etti, çocuğu yok diye. O da ona çok ağır laflar etti, iktidar muhalefet olarak... Ben öyle bir muhalefet lideri değilim. 5 Kasım’dan beri Tayyip Bey’e hiç hakaret etmedim o da bana etmedi. Hiç dava açmadım o da bana açmadı. Bunda bir anlaşma falan yok. Herkesin gözü önünde. Hakaret edersen hakaret duyarsın. O sana dava açarsa ben de ona açarım. Ortalama seçmen polemik, kavga istemiyor. Sorunu söylensin, çözümü de duymak istiyor.”

“MECLİS’TE AFFEDİLEN VERGİNİN ONDA BİRİNİ BÜTÜN EMEKLİLER İÇİN İSTİYORUM”

“Anneannem çok söylerdi, Allah rahmet eylesin gani gani. Selanikli çok bilge bir kadındı. Derdi ki ‘Sarraf bağırmaz. Eskici, tenekeci, bağırır’ derdi. Sattığın şey değerliyse bağırmaya gerek yok, ağır ama sattığın şey ucuzsa veya işte yaptığın iş bağırmayı gerektiriyorsa üründe bir sorun vardır. Efendim, bağırmıyor, bağırıyoruz da icabında yani meydanlarda miting yaparken bağırmadan olur mu? Ama sorun şu, sattığın mala güveniyorsan ben sosyal demokrat liderim kardeşim. Ben eşitlik anlatıyorum, yoksullukla mücadele anlatıyorum. Şunun için bağırmaya ne gerek var? Tayyip Erdoğan bugün bir açıklama yaptı. ‘Muhalefet asgari ücret kadar emekli maaşı söylüyor, ne diyorsunuz?’ diye sormuşlar uçakta. ‘Muhalefetin sırtında küfe yok’ demiş. Bakın. Açıklamış da ‘12 bin 500 yaptık. 33 milyar lira maliyeti var devlete’ demiş doğru. Ben de diyorum ki 2 bin 500 yaptı ya 5 bin daha ver 17 bin 500 yap maliyet ne kadara çıkacak? Yani 33’e ilave 66 milyar daha. Peki, bu para yok beyefendide. Nasıl yok ya? Geçen sene yandaş şirketlerin Meclis’te affedilen yani alınmamaya karar verilen vergisi 660 milyar. Onda birini bütün emekliler için istiyorum. ‘Sırtında küfe yok’ diyor. Şimdi bunu anlatmak için bağırmaya, hakaret etmeye gerek var mı? Onda birini istiyorum. Beşli Çete falan 30 tane büyük şirketten silinen vergilerin toplamı 660 milyar. Emekliyi benim dediğim yere getirmek için 66 milyara ihtiyaç var. Bunun için bağırmaya ihtiyaç yok.”

“BU SORUN SINIFSAL BİR SORUNA DÖNÜŞTÜ”

“Şimdi önce bu meseleye nihai bakış açımızı söyleyeyim. Türkiye'de sokak hayvanları sorunu var, yok diyen yanlış söylüyor. Hatta bu sorun sınıfsal bir soruna dönüştü. Güvenlikli sitede oturuyorsanız ya da çocuğunuzu kapının önünden arabaya bindiriyorsanız, çocuğunuzu servis alıyor okulun bahçesinde indiriyorsa, işinize arabanızla gidebiliyorsanız, sizin için sokak hayvanı riski yok. Ama gecekondu mahallesindeki bir tekstil işçisiyseniz ve işinize gitmek için servise yürümeniz lazımsa ya da evinizin uzağındaki camiye giderken ibadet için yaşlı biriyseniz ya da okula servisle gitmeyen yürüyerek devletin okuluna giden bir küçük çocuksanız sokak köpeği sorunu var. Bu sorun sınıfsal bir sorun olursa kötü. O yüzden önce şuradan sözüme değer veren ve hayvanlar katledilmesin isteyen herkese söylüyorum, sorunu görmezden gelerek çözemeyiz. Ama bu soruna çözüm önerisi diye ortaya konulan kanun katliam kanunudur itlaf kanunudur. Ötanazi işin kıvırmasıdır, gizlemesidir. Ne demek ötanazi ölüme karar verip ölmek kendinin ölmesini rıza göstermek ya da birisinin ölmesiyle ilgili karar vermek demek. Bakın hele hele efendim sakat hayvanlar diyor. Hayvanın üç bacağı var, tedavi edilemez ama niye öldürüyoruz? AK Parti’de de öldürülsün diyen yüzde 15’ten fazla değil. MHP’de de yüzde 15-20’den fazla değil. Yüzde 80 kendi seçmenleri de karşı. Eskiden muhalefet olarak Plan Bütçe Komisyonu’na mağdurları getirirdik. Bunlar bağırır çağırırlardı, ‘Duygu sömürüsü yapmayın’ diye. Plan Bütçe Komisyonuna kıymetli çocuklarını biri köpek saldırısına biri köpekten kaçarken trafik kazasında kaybetmiş anneleri babaları getirmişler. HDP’nin çok yaptığı bir şey vardır mağdur resimleri göstermek. Öyle resimler bastırmışlar. Bunlar siyasette var, ben getirmesinler demiyorum. Getirsinler, göstersinler. Ama meseleyi ‘efendim muhalefet sorunu görmüyor, biz görüyoruz’a indirgiyorlar. Kimseyi inandıramamışlar anketlerde. Ama şöyle şeyler servis ediyorlar, çok üzülüyorum. Örneğin Sinop milletvekilimiz Barış Karadeniz dünya iyisi insandır, karınca ezmez. Efendim Barış Karadeniz avcıymış, hayvan öldürüyormuş. Şimdi çıkmış yasaya karşıymış. Barış Karadeniz balıkçı. Balıkçı olduğu için Türkiye’deki bütün balıkçıların sorunlarını çalıştı. Barış’ın üye olduğu, bağlı olduğu balıkçı olarak dernek Avcılar Kulübü. Balık avcısı, balık avcılarının ekmeğinin peşinde. Diyorlar ki bu avcı. İktidar muhalefet kavgasında bunalmış. Adamın çocuğu ölmüş, bunlar kavga ediyor diye bakıyor. Burada iktidar muhalefet özeleştiri yapmamız lazım. Acılı aile varken kavganın yeri değil. Kalkmış o da bağırmış, ‘yettiniz’ falan. O sırada iktidar muhalefetin arasında ‘yettiniz’ falan deyince efendim, muhalefet milletvekilleri acılı babanın üstüne yürüdü. Hayatta olmaz. Hemen aradım. Ne oluyoruz işin aslını öğrendim beni de kandıracaklardı. Acılı anneyi aradım. Genel Merkez’e davet ettim, çay içmeye. ‘Geleyim’ dedi. ‘Avukatımla gelsem olur mu’ dedi. ‘Gelin’ dedim. ‘Derdimizi anlatırız hem’ dedi. ‘Gelin’ dedim, tansiyonu yükselmiş gelemedi. Yarın tekrar davet edeceğiz. Çözüm belli. İşi belediyelerin sırtına atacak para da yok ‘Yapmadılar, etmediler’ diyecek. Para var. AK Parti’nin de içinde olduğu 2019’da kurulan 2020’de yayınlanan Hayvan Hakları Araştırma Komisyonu raporu var. ‘Hayvan hakları fonu kurun’ diyor. Parayı nereden bulacaksın? Milli Piyango’dan şans oyunlarından vergi alınsın diyorlar. Ayrıca diyorlar ki, yerel yönetimler için alınan vergiden makul birer puan alınsın. Devasa bir fon oluşuyor devasa. O fonla barınak yapalım, kısırlaştırma yapalım, bu işi çözelim. Bunun altında AK Parti’nin imzası var, sahiplendirme yapalım, toplayalım, kısırlaştıralım, sahiplendirelim. Bu işi çözelim diyorlar. Sen kanunun teklifine bunu koyma altında imzan var. Yükü belediyelere at. Çoğu CHP’de diye oradan ince hesaplar falan var. Sen gibi şimdi bir meseleyi araçsallaştırmak için mağdur ailelerin yanında değilim. Ben onların da yanındayım. Ben Çorlu tren kazasının da yanındayım. Afyon'daki cephanelik patlamasının yanındayım. Soma'daki 301 madencinin 87 duruşmasına eksiksiz gittim. Hangisine geldin sen hangisine geldin? Ermenek'te ‘Benim oğlum yüzme bilmez’ diyen ananın derdinin duruşmasına gittin mi sen? Sen Soma’da verilen kararın Yargıtay’dan bozdurdun.”

“‘BİZ SİZİN SIĞINMACI KAMPINIZ OLAMAYIZ’ DEDİM”

“Türkiye’de çok önemli bir sığınmacı sorunu var, taşıyamayacak durumdayız, taşıyamıyoruz, zaman zaman gerilim yükseliyor, ödümüz kopuyor ama bu sorunun çözülmesi lazım. Alman Cumhurbaşkanı Steinmeier’e, Alman Başbakanı Scholz’a, Alman Sosyal Demokrat Parti'nin Lideri Klingbeil’e, Sanchez’e Avrupa’daki sosyal demokrat parti liderlerine şunu söyledim, ‘Bu sorunu bizim başımıza bırakamazsınız. Türkiye Merkel’le Erdoğan’ın yaptığı Avrupa Birliği açısından da değerleri açısından utanç verici, bizim açımızdan da utanç verici bu anlaşmayı sürdüremez’. 6 milyar Euro verip de ‘Bu sığınmacılara sen bakacaksın’ diyemezsiniz. Bu hepimizin sorunu. ‘Biz sizin sığınmacı kampınız olamayız’ dedim. Bu sığınmacılar memleketlerine gidecek, memleketlerine giderken elinizi taşın altına cebinize pamuk eller cebe herkes elini taşın altına koyacak. Esad'la görüşmeden bu iş çözülmez. Atatürk’ün vasiyeti bu. Erdoğan'a da vasiyeti, koltuğunda oturuyor. ‘Komşunun iç işlerine karışma, komşunun toprak bütünlüğüne saygılı ol. Devlet dışı unsurları muhatap alma.’ Sen ÖSO'ya Kuvayi Milliye dersen, ben gideceğim Emevi Camii'nde 3 saat sonra namaz kılacağım dersen. Şu paralel üstünü Amerikalılarla, şu paralel altını Ruslarla devriye gireceğim dersen olmaz o iş. Biz gideceğiz, Esad’la oturacağız, konuşacağız.”

“TEK HAYALİM PARTİYİ İKTİDAR YAPAN GENEL BAŞKAN OLMAK”

Özel, “Özgür Özel’in rüyası nedir” sorusu üzerine, “Rüyamın provasını hep beraber yaptık. Ben hep Türkiye’nin dört bir yanında illere ilçelere giderim. Orada hep üyelere şunu söylerdim. Seçim akşamları bu partinin ve Genel Merkez’in ışıklarını erken kapatmayacağız. Siz tülbendinizi sirkeli suya bastırıp başınıza sarıp karanlık odada yatmayacaksınız. O tülbenti sallayacaksınız, sevincinizden mutluluğunuzdan diye. En büyük hayalim şudur, Ecevit 1970’lerde dünyadaki rüzgârları doğru görüp, Türkiye siyasetini doğru okuyup doğru bir değişim ve çok vefalı bir veda ile İsmet Paşa’ya partiye yeni kattığı ortanın solunun altını doldurarak girdiği, ikisi yerel, ikisi genel 4 seçimin dördünden partisini birinci çıkardı. Biz ilkini başardık. Şimdi hayalim şudur, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün partisini Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında gireceği ilk genel seçimlerinde birinci çıkarmak ve iktidar yapmaktır. Biliyorduk kazanacağımızı, ilk gelen sonuçlarda onu teyit ediyordu. Sonra indik. Bu seçimi kimin kazandığını, emeklilerin, emekçilerin ülkeyi terk etmeyi düşünen gençlerin kazandığını söyledik. Sonra da çıktık otobüsün üstüne böyle ben hiç o kadar dolu görmedim o partiyi. İğne atsan yere düşmez, her yer dolu. Çıktım dedim ki ne demiştim? Bakın dedim. Işıklar yanıyor. Cumhuriyet Halk Partisi’nin ışıkları o gece sabaha kadar yandı. Bu benim hayatımda yaşadığım en büyük mutluluktu. Tek hayalim var, tek hayalim partiyi iktidar yapan genel başkan olmak, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün partisinin yapılacak ilk seçimlerde ışıklarının sabaha kadar yanması, kaybedeni olmayan ama hepimizin demokrasiyi yeniden kazandığı bir seçimi hep birlikte başaracağız. Partinin iktidar olduğu gece ben Genel Başkanı olarak bütün kariyer hedeflerine ulaşmış olacağım” yanıtını verdi.