06.02.2025
06.02.2025
“KAYBETTİĞİ VATANDAŞININ SAYISINI BİLMEYEN DEVLET OLMAZ”
“ERDOĞAN’IN BÜKEMEDİĞİ BİLEĞİ YARGI ELİYLE KIRMAK İSTİYORLAR”
“MANSUR BAŞKANIN BU ÜLKEYE VERECEK DAHA ÇOK HİZMETİ VAR”
“‘SADECE PARTİLİLER’ DEĞİL TÜM DEMOKRATLAR GELSİN’ DEDİK, NORMALİN 40 KATI ÜYE KAYDEDİYORUZ”
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, 6 Şubat depremlerinin yıldönümünde ziyaret ettiği Adıyaman’da, Sözcü TV canlı yayınına katıldı. Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özgür Özel, Uğur Dündar ile Arena programında şunları dile getirdi:
“HAYATIMIN EN KÖTÜ GÜNLERİNDEN BİRİYDİ”
“Benim hem kişisel hayatımın, hem siyasi hayatımın en zor birkaç günü vardı. Bunlardan bir tanesi şüphesiz Soma faciasının yaşandığı gün ve devamındaki üç, dört gün. Yine Bolu Kartalkaya’da geçtiğimiz günlerde yaşadığımız faciaya gittik. Onu orada gördüğümüz gün. Bunun dışında Ermenek faciasına ‘Daha evladım yüzme bilmez’ derken anası orada madenin başındaydım. O gün çok kötü. Şüphesiz bundan iki yıl önce de Malatya İl Başkanımızın telefonu ile sabah 05.00 gibi uyandım. Telefonda ağlıyordu. ‘Yıkıldık Özgür Başkanım, yıkıldık. Kimseye ulaşamıyorum’ diyordu. Ne olduğunu bile idrak edemedim ilk anda. Arabaya atlayıp yola çıktım. Önce Ankara’ya gittim. Oradan sonra Malatya’ya. Ertesi sabah Doğanşehir üzerinden, ilk gün 16 saat sonra Malatya’daydım. Ankara’da 2-3 saat içinde bütün milletvekillerimizi bölgeye yollamıştık. Vardığımda büyük bir felakete gittiğimizi biliyorduk ama sabah Malatya’yı görünce, Doğanşehir’i görünce, taş taş üstünde kalmadığını görünce, ardından Kahramanmaraş’ın ilçelerini görünce, Hatay’ı görünce her gün gördüğüm felaket bir önceki günden daha büyük. Elbistan öyle. Adıyaman’ı görünce. Belediye Başkanımız Abdurrahman Tutdere’nin abisinin oğlunu, gelinlerini, küçücük evlatlarının enkaz altından çıkışına birlikte şahitlik edince, o süreçte hayatımın en kötü günlerinden biriydi. Bu da Soma da. Hepimizde olduğu gibi travma.
“KAYIPLARIMIZDA RESMİ RAKAMA İTİBAR EDEN YOK”
(Soma’da o zamanlar yapılan canlı yayın hakkında) Kınık’ta, madene çok yakın bir yerde, sokakta bir Arena yapmıştık. Tabii geçen sene de yıldönümünde Hatay’daydık. Bugün de nasıl bir yasa, acının yıldönümüne geldiğimizi biliyorduk. Sabahleyin erkenden şehitlikte, 4 binin üzerinde yurttaşımızın birlikte, kefensiz, dozerlerin açtığı adeta toplu mezarlarda yan yana yattıkları yerde yan yana yan yana onları ziyaret ederek güne başladık. Zaten insanın böyle günlerde travması depreşiyor. Tabii buradaki rakam 8 bin 387 sizin de dediğiniz gibi resmi rakam ama Adıyaman’da bu resmi rakama itibar eden kimse yok. Bana da hatırlatıyorlar. Ben de geldiğimde bir enkazdan yakınını alan köyüne götürüp gömüyordu. Tutderelerin üç şehidini köylerine gömdüğümüzde bizden önce 60 kadar kişi zaten Dağ köyünde gömülmüştü. Daha 40 tane de hazır mezar yeri vardı. Gelir nasılsa diye. Her bir yana alıp başka şehirlere gittiler. Buralarda hayatını kaybedenlerin yakınları. O yüzden bunu bir spekülasyon olarak söylemiyorum. Ama Adıyaman’da da deprem bölgesinde de gerçek rakamın bunun çok üzerinde olduğuna yönelik bir genel kabul var.
“ACIYAMAN BELGESELİ’NİN HALA ETKİSİ ALTINDAYIM”
(Depremde hayatını kaybedenlerin sayısı hakkında) Bu konuda da birkaç şey söylemek isterim gerçek rakamlara varmak için. Ama önce şunu söyleyeyim. Bugün ardından da bir temel atma töreni yaptık. İzmir Büyükşehir buranın nikah salonunu ayağa kaldıracak ki yeniden bu acı günlerin üstüne artık hayata umutla bakabilen çiftler için bir şeyler yapılabilsin diye. Ama belediyemizde çalışanlarımızdan kaybettiklerimizin evlerini ziyaret ettik. Konteyner kentleri ziyaret ettik. Kadın kooperatifine gittik, depremzede hayata tutunmaya çalışan kadınların kooperatifine. En nihayetinde de, siz katılamadınız buranın hazırlıkları yüzünden, bir 40 dakikalık 18 depremzede kadının bir film atölyesinde öğrenip çektikleri “Adıyaman - Acıyaman” belgeselini izledik. Gerçekten halen onun etkisi altındayım bu yayına gelmeden önce. Kürsüye çağrılmak, mikrofon almak, konuşmak normalde bir vatandaş için çok zor, gerilimli bir iş. Biz siyasetçiler olarak, günde 7-8-10 kez bu işleri yapanlar olarak bizim için çok sıradan, çok basit, öyle bizde endişe yaratmayan durumlar. Belgesel bitti, beni anons ettiler bir, iki duygumu paylaşmam için. İnanın ne diyeceğimi bilemedim. Mutlaka Youtube’de yer alacaktır veya başka şehirlerde gösterilecektir, nasıl planlandı onu da bilemiyorum. Ama gerçekten herkesin bu belgeseli izlemesi lazım. Bu kadar yalın, bu kadar gerçek. Öncesini, o geceyi, sonrasını ve bugünü, konteyner yaşamını anlatan. Bu kadar organik bir belgesel ben hayatımda izlemedim. Çok profesyonel belgeseller izledim. Türkiye’de çok iyi belgeselciler var. Dünyada muhteşem belgeseller var. Her biri bambaşka değerde. Ama acıyı yaşamış, bir ayağını enkazın altında bırakmış birinin çektiği belgesel. Dört evladını enkaz altında bırakmış birinin çektiği belgesel. Kendi dışında bütün ailesini kaybetmiş genç bir kızın çektiği belgesel. Annesini orada kaybetmiş bir kızın piyanosunu çaldığı bir belgesel… Gerçekten çok dokunaklıydı. Hani size, seyircilerinize saygım olmasa, herhangi bir program olmasa bu gece gidip üstüne düşünmek dışında hiçbir şey yapasım gelmedi. O kadar dokunaklıydı.
“DOĞRUSU, TÜRKİYE’YE YAKIŞAN BUDUR…”
Gerçekten almamız gereken çok ders var. Ben bugün de söyledim, buradan bir kez daha söyleyeyim. Sayın Erdoğan yarın buraya gelecek. Bir kere bu rakamlarla ilgili bunu bugün söylemedim, başka programlarda söylemiştim ama açılışta söylemedim. Ama söyleyeyim. Bir kez bu rakamlarla ilgili bir şaibe, şüphe filan değil. Olan oldu. Ölenlerimiz öldü. Ama bir ülkenin, insanların hiç olmazsa kayıtlarını doğru bilme hakkı var. O resmi rakamın doğru olmadığını hepimiz biliyoruz. Ben demiyorum ki ‘Efendim 53 bin değildir, 100 bindir, 200 bindir veya 60 bindir.’ Hiç olmasa şuna ihtiyaç var. İki yönlü de faydası olacak. Bir kapalı nüfus sayımı yapmalıyız. Yani pazar günü evlerimizden çıkmadan. Biliyorsunuz bu çağ dışı bir şey. Pandemi bizi 18 gün üst üste evde tuttu. Toplamda belki bir yılda her hafta sonu evlerdeydik. Mutlaka bir kapalı nüfus sayımına; isimle, soyisimle, TC no ile. Depremde yakınınızı kaybettiniz mi? Kaybettiyseniz nerede defnettiniz? Adı neydi, sanı neydi? Diye sorulduğunda bu rakam net çıkar. Yanlış beyan verenin de yanlış beyanı çıkar. Çünkü o TC ile bütün TC’ler ilişkili. O yüzden de kimse gerçek dışı bir şey söylemez. Söylerse hemen elenir. Bu rakamları öğrenebiliriz. Bu kapalı nüfus sayımını Sayın Ali Yerlikaya’ya daha önce Sayın Gölge İçişleri Bakanımız Murat Bakan da önermişti. Bir kapalı nüfus sayımı yaparsak ayrıca Türkiye’deki resmi kayıtlarda olmayan göçmenlerin sayısını da sığınmacıların sayısını da öğrenebiliriz. Elbette kaçak kalanlar saklanacaktır. Ama komşulardan, üst dairede kim var, alt dairede kim var, kaç kişi yaşıyorlar gibi bir takım bilgilerin devletin elinde olması çok kıymetli. Çünkü bu çağda, 2025 yılında ülkesinde sığınmacıyı bilmeyen, depremde kaybettiği kişinin sayısını bilmeyen bir devlet olamaz. Bunu siyasi bir sebeple söylemiyorum. Gerçekten bu sene yapılacak bir erken seçimle, bilemedin bir sene sonra, iki sene sonra bu hükümeti devralacak olan bir anlayışla da söylüyorum bunu. Tüm Türkiye’ye yakışan budur. Doğrusu budur.
“SİYASİ OLMAYAN DEPREM VE AFETLERE HAZIRLIK BAKANI ATANMALI”
Gelelim diğer meseleye. Bugün belgesel de çok güzel anlatıyordu. Vallahi en çok duyduğum da o. ‘Depremde 3-4 gün Adıyaman’ın adını kimse duymadı’ diyorlar. ‘Geç kalındı’ diyorlar. Doğru, çok konuştuk bunu. Her an savaşa hazır; bir talimatla, bir düdükle, bir sirenle dakikalar içinde giyinip, araçlara binecek eğitimi almış yüz binlerce askerimiz hemen, birkaç yüz bini de belki yarım gün, bir gün içinde o enkazların başına, güçlü, kuvvetli, teçhizatlı ulaşabilecekken üç gün bu ordunun, ordu kışladan çıkarsa geri sokmak zor vehmiyle, saçma sapan bir vehimle… Yahu şanlı Türk Ordusu ‘Depremde kışladan çıktık, yönetime el koyalım’ der mi? (Ordunun 17 Ağustos 99 depreminden deneyimi olması hakkında) Kimi kurtardıysa orada ordu kurtarmıştı zaten. Bu büyük bir hataydı, büyük bir eksiklikti. Ama şunu söyleyeyim. Deprem olduktan sonraki ilk 24 saat önemli, ilk 72 saat önemli, ilk beş gün önemli. Ama en önemlisi deprem olmadan önceki günler ne yaptığınız çok önemli. O yüzden ben bugün Sayın Erdoğan’a yüz yüze iki kez görüşmemizde de önerdiğim, ilkinde de ciddi şekilde not aldırdığı bir önerimi tekrarladım. Ama buradan canlı yayında sizin aracılığınızla ifade etmek isterim. Bugün Sayın Erdoğan’a düşen, liyakatinden, becerisinden, deneyiminden kimsenin şüphe etmeyeceği, herhangi bir siyasi partiye angaje olmayan, yetkin, tam donanımlı, tam yetkili bir kişiyi, kadın olur, erkek olur, akademisyendir, pratikten gelir, eski askerdir, AFAD’cıdır… Bilmiyorum, ama en uygun kişiyi Deprem ve Afetlere Hazırlık Bakanı olarak atamalıdır. Bu kişi siyasi olmamalıdır. Sonra dönüp Meclis’te grubu bulunan siyasi partilerin liderlerine, hatta grupları oluşturan siyasi partilerin liderlerine, kendi partisine de kendisi atayarak birer Bakan Yardımcısı atamalıyız. AK Parti’den, CHP’den, DEM’den, İYİ Parti’den ve Yeni Yol grubundan, hatta onu oluşturan partilerden. Tüm siyasi partilerden, hiç olmazsa grubu bulunan partilerden birer Bakan Yardımcısı. Bu beş bakan yardımcısıyla o siyaset üstü bakanın tüm yetkilerle birbirimize siyasi çalımlar atmadan… Kaynak mı bulunacak? Hep birlikte bu kaynağın bulunması için ne yapılması gerekiyorsa hep birlikte kararlaştırarak. Dünyadan mı kaynak bulunacak? Dünyadaki bütün siyasi akrabalarımızı her birimiz devreye sokarak, bütün ilişkilerimizi kullanarak, ne tedbir alınacaksa, kim ikna edilecekse, kentsel dönüşümde ne olacaksa, siyaseti bu işin bir kenarında bırakıp. Depremin de bir siyaseti var mıdır? Vardır. Dirençli bir kenti nasıl yapacağınızı millete taahhüt edersiniz ama o seçim meydanlarının işidir. Bizim bir seçim bekleyecek zamanımız yok. Belki de İstanbul depremi seçimden çok önce olabilir. Bakın Ege, beşik gibi sallanıyor. Ben ilgili Genel Başkan Yardımcımı dün oraya yolladım. Bütün büyükşehir belediye başkanlarımız, onların üst düzey yetkilileri, kıymetli akademisyenlerle bir olağanüstü durum toplantısı yaptılar. Bir yol haritası… Ama bu bizim partinin yol haritası. Bu devletin, bu acı bir daha yaşanmasın diye ya da yaşandığında kayıplar bu kadar çok olmasın diye birincisi, depreme karşı güçlendirme; ikincisi, afet sırasında o afetin yönetimi ve devamıyla ilgili bir şeyleri yapması lazım. Bir an önce. Ben şunu söyleyebilirim. ‘Biz geldiğimizde şunu, şunu yapacağız.’ Anlatabiliriz. Biz hatta bu Bakanlığı kuracağız. Diyorum ki, bu Bakanlığı kurmak bizim iktidarımızı beklememeli. Bugünden başlamalı, hepimiz katkı vermeliyiz. Bugün gördüklerim bu konuda bir kez daha bu bekletimin ne kadar haklı, ne kadar doğru olduğunu ortaya koydu. Bu ülkenin deprem gerçeği ile bir an önce bir kez daha acıyla, on binlerce belki yüz binlerce kayıpla değil; akılla yüzleşmesi gerektiğini ifade etmek istiyorum.
“BÖLGE BELEDİYELERİNİN PAYI ARTIRILMALI”
Bir diğer önerim ve beklentim: 99 Depremi’nde Ecevit hükümeti, deprem bölgesi belediyelerinin gelirlerini üç kat artırmıştı ve hiçbir alacaklarını da tahsil etmeyip bırakmıştı. Burada Adıyaman Belediyesi bizde, Adana Belediyesi bizde. İlçe belediyelerimiz bu bölgede en sınırlı sayıda. İşte Kahramanmaraş’ta dört belediyemiz var. Biri Elbistan, üç de çok küçük ölçekli belediyeler. Çoğu AK Partili veya başka partilerden. Ben CHP’li belediyeleri değil hatta il belediyesi olarak belki de bir tek Adıyaman yararlanır, belki Adana’yı dışında bile bırakabilirler hasar durumuna bakıldığında. Bu belediyelerin kamudan aldıkları payın üç, dört, beş katına çıkarılması lazım. Çünkü bugün insanlar sokakta. (Yayının ilerleyen saatlerinde Belediye Başkanı Abdurrahman Tutdere’nin konuk olacağına ilişkin) Bence çok isabetli bir konuk tercihi ve bence çok isabetli bir yerdesiniz bugün bu depremi konuşmak için. Ben bu konuda bir şeyi söyleyeyim sadece ve sonra sizin sorunuzu alayım tekrar. Abdurrahman Tutdere milletvekiliydi, geldiği günden beri 10 yıl boyunca Meclis’te, ben de Grup Başkanvekili’ydim. Her fırsatta Adıyaman’ın sorunlarını dile getiren, sorunları söyleyen biriydi. Depremde yakınlarını, birinci derece yakınlarını kaybetmiş olmasına rağmen yakınlarını alıp kıyafetleriyle defnedip koşup enkazların başına gelen. Görevlendirdiğimiz arkadaşlarla bir göz odada, 9 arkadaş 45 gün yatıp, kalkıp, nöbet tutan. Sonra da aylarca Adıyaman’dan hiç ayrılmayan bir milletvekiliydi. Sadece bazen Meclis’e bir konuşmayı yapıp, Adıyaman’ın sesini duyurmaya gelip dönerdi. Biz aday belirleme sırasında buraya bir heyet yolladık. Heyetimiz Adıyaman’ı gezdi, raporlar getirdiler birbirlerinden habersiz. Parti Meclisi üyeleri, milletvekilleri, tebdili kıyafet yolladığımız kişiler. Baktım ve dedim ki Yerel Yönetimlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcımız Gökan Zeybek’e ‘Ankete bile gerek yok. Adıyaman kararını vermiş. Adıyaman, Abdurrahman Tutdere’yi çağırıyor ve diyor ki: Sorunları söyleme, sorunları çöz. Sorunları söyleme, gel sorunlarımızı çöz, yetkiyi sana vereceğiz.’ Raporlarda yazıyordu: ‘Kürtçe ağıt yakan bir kadın kolumdan tuttu, tercüme ettirdim. Abdurrahman’ı yapın, Abdurrahman’ı diyordu. Türkçe bilmeyen seçmen, Abdurrahman’ı yapın diyordu. MHP’lisi Abdurrahman’ı yapın diyordu.’ 9 ay önce Recep Tayyip Erdoğan bu şehirden yüzde 70 oy aldı. Depremden üç ay sonra, söz verdi ‘Bütün konutları bir yıl içinde yapacağım’ diye. Bunun üstünden, depremin üzerinden bir yıl geçip Adıyaman sahipsiz, Adıyaman perişan halde kalınca yüzde 70 oy verdikleri Erdoğan’ın adayı orada dururken, Abdurrahman’ı yüzde 50 oyla seçtiler. Birçok parti de kendi adayını çıkarmıştı. Yani muhalefette oyun hepsi bize verilmiş olsa yine de yüzde 20 Erdoğan seçmeninin oyu var. Ki Erdoğan’ın aldığı yüzde 70’in diğer partileri düşünce… Yeniden Refah’ın da burada yüzde 13 oyu var… Diğer partileri düştüğünüzde Erdoğan’ın aldığı oyun yarısından fazlası Abdurrahman Tutdere’ye geldi. Yani Adıyaman bir, kendine söz verip tutmayanı da unutmadı. Kendini unutmayanı da unutmadı. Şimdi ben bugün Abdurrahman Tutdere ile birlikte bu şehri gezdim.
“DAHA İKİNCİ GÜN KAMPANYAYA BAŞLADI”
(Yaraların sarılıp sarılamadığı sorusu üzerine) Kesinlikle sarılamadı. Bir çaba, bir emek var ama büyük bir koordinasyonsuzluğun olduğu da çok açık ortada. Birincisi, deprem ayın 6’sında oldu sabaha karşı. 6’sında pazartesi günü ikinci depremde de ölenlerimiz oldu. Sayın Erdoğan çarşamba öğlen çok da erken, yani taziye dileyip bir an önce yaraların sarılması için harekete geçme ile ilgili koordinasyonu sağlaması gereken dakikalarda aldı eline mikrofonu ve dedi ki, ‘650 bin yıkılan konut var. Bunları bir yıl içinde yapacağız. Depremin yıldönümünde herkes evine ulaşmış olacak.’ Bunu 10 Şubat günü de tekrar etti. Deprem pazartesi günü oldu, çarşamba ve cuma günleri bunları tekrar etti. Sonra da bütün kampanyayı biliyorsunuz: ‘Depremzedenin sorununu biz çözeriz. Türkiye’yi ayağa biz kaldırırız.’ ‘Asrın felaketi’ dediler buna. ‘Asrın felaketi ile biz baş ederiz. Bir yıl sonra evlerinize gireceksiniz’ diye devam ettiler. Bir yılın sonunda teslim ettikleri konut sayısı 18 bin 19. Yani yüzde 2.7. Biz o beyanlarla seçime gittik. İlk turu geçemedi ikinci turda yüzde 51 küsür oyla, yani çok mümkün ki bu söylediği vaade kıymet verip, inanan insanların oyuyla cumhurbaşkanı seçildi. Çünkü burada çok ciddi bir seçmen kitlesi var ve AK Parti buradan çok oy alıyor. Adıyaman’dan yüzde 70 aldı. Malatya burada Kahramanmaraş burada. Yani rekor kırdığı yerler. Ve insanlar bu vaadine güvenip oy verdiler ve bir yılın sonunda 100 kişiden 97’si çadırda, konteynerde ya da gurbetteydi. Bir kere söz bu. Şimdi diyor ya ‘Sözümün tutmanın verdiği memnuniyetle.’ Şimdi ikinci yıla geldik. ‘Bir yılda’ demişti, ikinci yıldayız. Kendi ifadesi. ‘201 bin konut teslim ettik şu ana kadar’ diyor. Bu rakam tam yüzde 30’a denk geliyor. Adıyaman için bu rakam yüzde 37. Hatay için yüzde 19. Türkiye ortalaması yüzde 30. Yani deprem bölgesi ortalaması. Ve bu yapılan iş yüzünden şu anda değil bir yıl ikinci yılın sonunda, on depremzedenin yedisi ya konteynerde ya da gurbette. Ben artık ‘Çadırda’ demiyordum. Dediler ki ‘Artık çadır kalmadı.’ Bugün dört kişi konteyner kentte, önümüze gelip… ‘Nerede kalıyorsunuz?’ ‘Çadırda.’ Niye? Gitmiş evinin yanına çadır kurmuş, devlet onu orada unutmuş. Konteyner verilmemiş. Hala çadırda yaşıyor. Ben inanamadım, etrafımızdaki kameralar görüntüyü aldı. Bizim arkadaşlarımız da aldı. Anka Haber Ajansı vardı. Hala çadırda yaşayanlar var. Tabii onlar Abdurrahman Tutdere ‘Tamam konteyner ayarlayın’ falan diyor. Ama konteynerdekiler ‘Kurtarın bizi buradan’ dediğinde bir şey diyemiyoruz. Ve 100 kişiden halen 70’i, ikinci yılda bu durumda. Sayın Adıyaman Valisi, bugün sabah kendisini ziyaret ettim. Gayet de güzel bir bilgilendirme yaptı. Ben hep söylüyorum devletin valisi olarak, devlet adamı olarak faaliyet gösteren herkesin arkasındayız ve müteşekkiriz. Bütün devlet memurlarına Adıyaman’da, bütün deprem bölgesindekilere teşekkür ediyorum. Hatta başka siyasi partilerin belediye başkanlarına, meclis üyelerine. Bunu her zaman yaparım ve yapıyorum. Ama Sayın Vali Adıyaman için ‘Ağustos’ diyor, ümit ederim okullar açılmadan olur. Erdoğan da ‘Üçüncü yılın sonu’ diyor. Yani oy alırken ‘Bir yılda’ diyorsun. Şimdi ‘Üç yıl’ diyorsun. İki yıl konteynere mahkum ediyorsun. Ya da yapamayacağın bir işi söyleyip haksız yere oy topluyorsun. Bir kere bu barınma sorunu çözülmeli. Barınma sorununa ilişkin bir parantez açayım. Deprem bölgesinde de çok önemli ama Türkiye’de de çok yakıcı bir barınma sorunu var. OECD bir hesap yapıyor. Bu hesaba göre 2015’te Türkiye’de 100 lira olan kira 2013’te 405 liraydı, dört kat artmıştı. İnanılmaz bir rakam açıklandı. Biz açıklamıyoruz, OECD rakamları açıklanıyor. Bu sene 840 lira olmuş. Yani bu sene, geçen seneden de iki kat artmış. Yani biz geçen yıla kadar, 2013’e kadar, sekiz yılda dört kat artmasını eleştiriyorken, 2013-14 arasında bir yıl geriden geliyor, iki kat artarak sekiz katına çıkmış. Türkiye tüm OECD ülkeleri içinde milli gelirine göre, hatta dünyadaki tüm ülkeler içinde OECD hesaplamasıyla, milli gelirine göre kiraların en pahalı olduğu ülke. Ve bu sene kendisini takip eden ikinci ülke Macaristan, 4.8 kat daha düşük.
“KONUTTA DAHA ‘YAPACAĞIZ’ DİYORLAR”
(Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in konut üretimi vaadi hakkında) Yapsın ama yani bu insanlara bu sorunu çözene kadar, hem 14 bin 500 lira en düşük emekli maaşı vereceksin. Dünya kadar emeklinin evi yok. Sonra ‘Bununla kira öde, sonra da karnını doyur’ diyeceksin. Bugün asgari ücretliye 22 bin lira reva göreceksin. Bununla İstanbul’da, Ankara’da, Mersin’de, Adana’da, hatta Yozgat’ta, en ucuz olduğu söylenen yerlerden biri, Gümüşhane’de ‘Hadi bakalım kira öde ve geçin’ diyeceksin. Hele hele bu sanayi kentleri asgari ücretin en çok alındığı, Kocaeli, Bursa, Manisa. 22 bin liraya kiralık ev bulamıyorsun. Bununla bir de ‘Geçin’ diyorsun. Sonra da ‘Daha yapacağız yapacağız’ diyorlar. Yani gerçekten olabilecek bir şey değil, bu parantezi burada kapatayım. Başta barınma sorunu çözülmedi. İkincisi Adıyaman‘ı gezdim, çok kişiyle temas ettim. Bir kere sorunuzun aslında nereye dokunduğunu ben anlıyorum, ‘Esnafa gittiniz mi’ derken. Esnaf mücbir sebebin 31 Mayıs’ta bitecek olmasına fevkalade tepkili. Zaten biliyorsunuz iki yıl daha olmadı, üçer aylık uzatıyorlar her seferinde, hatta bu sefer uzatmadılar. Adıyaman‘dan esnaf temsilcileri, sanayi temsilcileri geldi, bütün Türkiye’den. Kapı kapı gezdiler. Kapsamı daraltıldı. ‘Efendim cirosu 2.4 milyondan aşağı olan.’ Artık o küçük bir para esnaf için. Öyle büyük bir para değil. Yıllık ciro bu. Aylık 200 bin liraya denk geliyor. Adam yüzde 10 karla bir şey satsa, 20 lira asgari ücret kadar gelir elde ediyor yani. Düşünün. Bu esnafı da mücbir sebep dışına attılar. İyice düşük geliri olanlarda da mücbir sebebi 31 Mayıs’a kadar uzattılar. Şunu söyleyeyim. Van depreminde beş yıl altı ay yapılmış. Tek başına Van depreminde. Şimdi bence en az iki yıl hemen uzatılmalı. Yani lami cimi yok. İki yıl sonra da bir daha bakılmalı. Şimdi konteynerin içinde kendi ördüğü çorabı satanlardan veya konteynerin içinde bu yoklukta yoksullukta millette para yok, et satıp kasaplık yapıp geçinmeye çalışanlara, bu konteynerin içinde el emeği göz nuru bir şeyler üretip hayata tutunmaya çalışana diyor ki, -bir ara geçen ay için dedi, şimdi erteledi- ‘1 Haziran’dan itibaren beyannameni ver, vergini ver.’ Bu olmaz, olmaz. Efendim konteynerlerden elektrik parası alınmasına ilişkin birtakım söylentiler. Hep çok şikâyet ettiler, dile getirdiler. Esnafa bir dokun bin ah işit. Bir kere göç var, nüfus düşmüş. Adıyaman’da bir yıl içinde eski nüfusa ulaşması, geri dönüşüm ümit ediliyor falan. Ama deprem bölgesinde özellikle Hatay’da en çok olmak üzere, ama Adıyaman da öyle, nüfus azalmış. İnsanların parası, pulu, takıları enkaz altında kalmış. Paraları enkaz altında kalmış. Çalıştığı iş yeri ortadan kalkmış. Örneğin özel okullar yıkılmış, öğretmenler işsiz kalmış. Bu insanların alışveriş yaptığı kentin esnafının durumu ne olacak? Perişanlar.
“HASTANE DEPREMDE BÜYÜK İŞLEV GÖRECEKTİ, HALA İNŞAAT”
(Adıyaman’ın tanınmaz hale geldiği yorumu üzerine) Tabii. Yani şöyle. İlk depremin ben dördüncü günü buradaydım ve altıncı günü buradaydım. Gördüğüm manzara inanılması güç bir manzaraydı. Neredeyse şehirdeki bütün evler, bütün binalar, bütün minareler, bütün camiler, bütün kamu binaları yıkılmıştı. Bir valilik ayaktaydı, o da yeni yapılmıştı. Belediye binası çökmüştü. O gün Adıyaman‘ı tanıyamamıştım. Bugün de eski Adıyaman‘dan eser yok maalesef. Ama bugün o güne göre, son bir yıl önce gördüğüm Adıyaman‘a göre, Adıyaman’da bir derlenme, bir toparlanma, bir ayağa kalkma azmi var. Bugün Sayın Valimiz Belediye Başkanımıza takdirlerini ifade etti. Belediye Başkanımız da Sayın Valimizin yaptığı çalışmaları takdir etti. Bir uyumlu çalışma var. Böyle yani şimdi iyiye iyi, doğruya doğru demek lazım. Yoksa bazı yerleri belediye başkanlarımız yaka silkiyor bazı valilerden. Burada devletin bir valisi görev yapıyor, ahali razı, belediye başkanım razı, ben de razıyım. Bu kadar basit. Adıyamanlının razı olduğu birinden bizim siyaseten atayan Tayyip Bey diye şikayetçi olmamız doğru bir şey değil. Atananların da atayandan bağımsız, devlete sadakat içinde olması lazım. Meselenin kendisi budur. Devlete ve millete sahip çıkmak. Bir gayret var Adıyaman’da, toparlanmaya çalışılıyor. Ama tabii bugün belgeselde vardı. ‘Adıyamanımız şirindi, güzeldi. O günlerimize ne zaman döneceğiz’ diye ağlayan anneler vardı. Ümit ederiz tabii ki aylar, yıllar, zamanlar alacak ama Adıyaman’ın o günlerine dönmesini hep birlikte arzu ederiz. Adıyaman’da on yıldır benim dinlemekten bıkıp Abdurrahman Bey’in söylemekten bıkmadığı devlet hastanesi hala bitmemiş. 10 yıldır yapılmıyor, yetişse depremde inanılmaz bir işlev görecekti, hala inşaat halinde. Üniversite var ama üçüncü kademe var ama ikinci kademe yok. Birinci kademede aile sağlığı merkezleri hep yıkıldı, gitti. Doktor eksiği var, uzman doktor eksiği var. En büyük şikayet 15 gün sonraya randevular, bilmem neler. Böyle ciddi sorunlar var. (Deprem bölgesinde inşaatların oluşturduğu toz kaynaklı sağlık sorunları hakkında) Bir de bu konuda çağrılar olmuştu ama, sağlık Bakanlığı’nın bu konunun üstünde durması gerekirdi. Belki bu şehirlerde havada parçacık sayısının belirli bir miktarın üzerinde olduğu ve bahsettiğiniz tehlikeye dikkat çeken çok sayıda bilim insanı da olmuştu. Maske uygulamasının bu bölgede pandemi sürüyormuşçasına devam edilmesini öneriyorlardı. Ancak biz bugün Adıyaman’da maskeli kimseyi görmedik. Gerçekten bu önemli bir sorun.
“AK PARTİLİ BELEDİYE BAŞKANINA DA MORAL VERDİK”
(CHP’li büyükşehir belediyelerinin deprem bölgesi çalışmalarına dair) Şimdi nasıl diyeyim? Damarıma bastınız diyeceğim, damarıma basan başkası da. Acımı, sinirimi depreştirdi bu soru. Şundan. Şöyle söyleyeyim. Depremin ertesi günü öğlen biz kriz masasındaydık. Grup Başkanvekili olarak ben, Ankara’ya ben ulaştım. Diğer iki Grup Başkanvekilimiz Engin Altay ve Engin Özkoç‘u temsilen o odada. Selin Sayek Böke Genel Sekreter, Seyit Torun. Bir koordinasyon kurduk. Ben 130 milletvekilimi aldım, ‘İlk vasıtayla -ki Adana havalimanı elverişli gözüküyordu- bulduğunuz ilk vasıtasıyla mümkünse uçakla Adana’ya, bölgeye intikal edin. Ve vardığınız ili bize yazın.’ Kim hangi yolu buluyorsa, en yakın ulaşabildiği yere. 12 saat sonra liste önümdeydi. Dağıttık, kendimiz de aramızda bölgelere ayırdık. Ben 35 gün aralıksız bölgede kalarak, birkaç gün dinlendikten sonra üstüne yine bir ay bölgede kalarak oradaydım. Seyit Torun başta büyükşehirlerimiz olmak üzere, ilçe belediyelerimizi, küçücük ilçe belediyelerimizin hepsini koordine edip, bölgedeydi. Tapuladı. İstanbul’u Hatay’a, Ankara Kahramanmaraş’a, çok önemli işler yaptılar orada. Ve hiç ayrılmadık. Bir de şunu söyleyeyim, kendisi hayatta Ali Bey’di herhalde adı. Örneğin ben Hatay’da gezerken çok can siperhane çalışan, iyi bir mutfak, lezzetli bir yemek, güler yüzlü, orayı böyle karşısındakilerinin yasına saygılı ve onlara moral veren bir ekip gördüm. Samandağ‘da. ‘Siz nereden geldiniz arkadaşlar’ dedim. ‘Uşak Belediyesi’ dediler. O zaman AK Parti’de Uşak. Belediye başkanlarını aradım, dedim ki, Ali Bey’di yanılmıyorsam. ‘Ali Bey sizi tebrik ederim. Buradaki Uşak Belediyesi personeli o kadar önemli bir iş yapıyor ki Samandağ‘da’ dedim. O zaman Samandağ Belediyesi bizim, Uşak AK Partiliydi. Tebrik ettim, birkaç gün sonra yine aradım. Bayramda yine aradım. Böyle bir diyaloğumuz oldu. Çok iyi işler. Sonra 31 Mart‘ta da Uşak Cumhuriyet Halk Partisi‘ne nasip oldu. Özkan Yalım oldu. O da şimdi çok önemli işler yapıyor. Büyük işler yapıyor. Diyeceğim o ki, biz orada AK Partili, CHP’li, MHP’li değil hatta o personele moral verdiğimiz gibi AK Partili belediye başkanına da moral verdik. Bu sonra basında da yer aldı, Uşak basını. Normal olarak belediye personeli söylemiştir. ‘Efendim işte başkanımızı tebrik ettiler’ falan diye. Yanlarında konuştuk. Bana soranlar oldu, ‘Böyle bir şey yaptın mı.’ Hiç utanmadan çekinmeden dedim ki, ‘Tabii ki yaptım.’ Buradan bir kez daha tebrik ediyorum. Bakın genel başkan sıfatıyla, bir kez daha, bölgeye bir bardak su ulaştıran biri varsa, hangi partili olursa olsun tebrik ediyorum. Türkiye’deki bütün belediyeler çok önemli işler yaptı. Ama Cumhuriyet Halk Partili belediyeler büyük bir koordinasyonla yaptı. ‘Neden sinir ucuma dokundunuz, neden yaramı depreştirdiniz?’ diyorum. Sayın Erdoğan çıkıyor, bir süredir ‘CHP’li belediyeler deprem bölgesinde taş üstüne taş koymadı, ne yaptınız depremde’ deyip güya işte onun kanalları zaten bizden bahsetmiyordur, o da böyle söyleyince Cumhuriyet Halk Partisi’nin belediyeciliği takdir gören belediyeciliğini ‘Depremde yardıma koşmadılar’ gibi bir yaftalamaya girişiyor. Bu beni çıldırtıyor.
“ERDOĞAN SORSUN, ADIYAMAN BİLİYOR”
Bugün canlı yayında mikrofonda aldım elime dedim, ‘Yarın buraya geleceksiniz’ dedim. Bizim Adıyaman‘a ne yaptığımızı, yapıp yapmadığımız Adıyamanlara bir sorun’ dedim. Mesela biz 873 araç, bin 818 personelle Adıyaman‘a gelmişiz. 834 insani yardım taşıyan kamyon ve TIR’ı buraya indirmişiz. 10 mobil mutfak kurmuşuz. Kuranlar belli. İlk mobil mutfağı Aydın Büyükşehir kurdu. Soruyorum meydana ‘Doğru mu?’ Herkes diyor ‘Doğru.’ Erdoğan’a dedim ki ‘Sen de sor.’ İkinci mobil mutfağı Mersin Büyükşehir kurdu, öyle bir mobil mutfak yok. Bir tarafta sıcak ekmek pişiriyorlar, bir tarafta yemek. Değme lokantada yiyemeyeceğin yemek çıkıyordu. Onda da Vahap Başkan’ı arayıp teşekkür etmiştim, tebrik etmiştim. Nasıl bir iş bu? ‘Biliyor musunuz’ diyorum. Bütün meydan diyor ‘Biliyoruz.’ Şimdi Erdoğan’a diyorum ki ‘Yarın bunu Adıyamanlara sor.’ Mersin Belediyesi buraya kurdu mu? Kurmadı mı? Bakalım meydan ne cevap verecek sana. 343 bin 494 battaniye dağıtmışız Adıyaman’da biz. 31 bin 363 ısıtıcı, 2 bin 593 çadır. Çadır belediyelerin işi değil malum. Hani bir yerlerden bulursan, bulunamıyordu. AFAD’ın işi de, AFAD bütün çadırlara el koymuştu. İlk başta parayla sattı Kızılay, sonra el koydular. Ona rağmen bu kadar çadır. Ve toplam 195 konteyner, bin 190 jeneratör, 402 bin 793 hijyen paketi, 181 mobil tuvalet ve duş hizmeti vermişiz Adıyaman‘a. Erdoğan diyor ki ‘Siz deprem bölgesinde CHP’li belediyeler olarak ne yaptınız?’ Bu sadece Adıyaman‘a yaptıklarımız. Müsaadenizle yani o kadar kıymetli bir imkan ki bu bizim için. Burada bütünde 9 bin 600 araç, 28 bin 500 personel tüm bölgeye. 7 bin 200 TIR, dört uçak, altı gemiyle sağlık malzemesi, gıda. 155 mobil mutfak kurmuşuz, bakın Adıyaman’da on toplamda da 155. Ölçek aynı. 163 ikram aracımız, 18 mobil fırınımız çalışmış. 3 milyonun üzerinde battaniye, 266 bin ısıtıcı da atmışız. 50 bin çadır dağıtmışız. Bin 810 adet konteyneri biz teslim etmişiz vatandaşlarımıza. Ayrıca bunlar yemek, içmek, çadır, ısıtıcı falan. Kalıcı Adıyaman‘a 17 araç, 500 çöp konteyneri. Yine Adıyaman için bakın bunları söylüyorum. İzmir Büyükşehir Adıyaman‘a iki konteyner kent kurmuş. Mersin Büyükşehir, büyük 670 kişilik konteyner kentin 100 konteynerini sağlamış. Mersin Büyükşehir MESKİ’si, Adıyaman Tut, Gölbaşı, Pınarbaşı, Harmanlı’nın tüm içme suyu altyapılarını yenilemiş. Onarmış ve yenilemiş. Adıyaman’ın doğal gaz hattının bakım onarımını İstanbul Büyükşehir‘in İGDAŞ’ı üstlenmiş. İzmit Belediyemizin kurduğu sağlık konteyneri ile hizmet vermişiz. Eskişehir Büyükşehir Belediyemiz Adıyaman Gölbaşı’ndaki çadır ve konteyner kentlerinin altyapısını kurmuş. Adıyaman Deprem ŞehitliğiEnin peyzajını Tarsus yapmış, anıtını ve tamamını yenilemeyi İstanbul Büyükşehir yapıyor şu anda. Edirne Belediyemiz Adıyaman’daki parkların, basketbol sahalarının, oyun aletlerinin, çocuk parklarının yenilenmesini yapmış ve yenilerini yapmış. Osmangazi Belediyemiz çocuk oyun grupları, çöp konteynerleri, hayvan barınağını yapmış. Ankara Büyükşehir 30 bin metrekarelik alana Atatürk Parkı yapıyor. Ve ben bugün temelini attım. Adıyaman’ın yıkılan evlendirme dairesinin de içinde bulunduğu düğün sarayını İzmir Büyükşehir yapıyor. Yanına çok amaçlı salon yapıyor. 20 bin metrekarelik bir parkın içinde bunu yapıyor, parka da amfi tiyatro yapıyor. Şimdi bunlar varken ve bakın biz bunları böyle saymadık, dökmedik, yazmadık. Neden? Vallahi ayıbına gidiyor insanın. Adıyaman’ın veya başkasının gözüne sokar gibi. Ne yaptıysak az yapmışız. Ne yapılsa az bu şehre. Bunu yaptık ama, ben bugün dedim. ‘Bunu yarın gel, Adıyaman’da sor.’ Adıyaman’da gazetecilere de dedim ki, ‘Özgür Özel böyle diyor ne diyorsunuz diye sorun Allah aşkına’ dedim.
“HERKSE ÇALIŞTI, ÖYLE ÖNEMLİ İŞLER YAPILDI Kİ”
(Deprem felaketi sonrasındaki toplumsal dayanışma konusunda) Patronların yapısı da buraya geldi bir şey yaptı. İşçilerin sendikası da yaptı. Spor kulübü de yaptı. STK da yaptı. Türk Eczacıları Birliği. Seyyar eczaneleri ile, benim eşim dahil geldiler depremde üç günlük nöbetlerle değişerek deprem bölgesinde ilaç, eczacılık hizmeti verdiler. Arman Üney, TEB Başkanı. Ona da çok özel bir teşekkür borçluyuz hepimiz. 11 ilde ilaç, eczacılık hizmetini aksatmadan sürdürdüler. Ücretsiz sürdürdüler. Türk Tabipleri Birliği, Türk Psikiyatri Derneği. Türk Psikologları Derneği. İlk günden. Ya şurada enkaz var, burada çocukları el ele tutuşturmuş, onları eğlendiren, travma oluşmasın diye onları avutan, yetiştiren, eğiten gönüllü psikologlar var. Bacağı kesilmiş depremzedeye ilk psikiyatrik desteğini verenler var. Yani doktorlar, günlerce uykusuz burada çalışanlar, ebeler, hemşireler, ATT‘ler, gönüllüler, herkes ya herkes. Burada o kadar önemli işler yapıldı ki. Yetişilmedi. Halen daha eksik. Ama kimsenin kimsenin emeğine bir şey dememesi lazım. Bursa Büyükşehir, şu anda biz kazandık. Ben Bursa Büyükşehir Alinur Aktaş’tı galiba, böyle kavgalı olduğumuz adamdı. Ama önemli işler yapıyordu. Döndük onları takdir ettik. Ben önünde fotoğraf çektirmekten hiçbirini şey yapmadım. Dedim ki ‘Kocaeli Belediyesi, ne güzel bir hizmet yapıyor.’ Yanılmıyorsam şeydi, berberlerle anlaşmışlar traş, sakal tıraşı, saç traşı. Ama o kadar önemli ki. Gittim biri kolumdan tuttu. ‘İzmit değil Kocaeli’ dedi. Ya ‘Ne olur, bu da görünür olsun’ dedim. Marifet iltifata tabi. Belki moral bulurlar. Berberler Odası ile anlaşmış, getirmiş mesela. Ben bizim her bir belediyemizin yaptığı bakın totalleri de çok büyük. Apayrı işler yaptılar, hala yapıyorlar. Bakın bugün temel attık. Elazığ’a, İstanbul Büyükşehir Belediyesi önceki depremdeki Elazığ, bu depremden de etkilenen 11’inci il olarak ilave edildi ama bir de tek başına depremi var onu biliyorsunuz, büyük kayıplar yaşadı. Oraya üç büyükşehrimiz okul yapıyor, İstanbul Büyükşehir muhteşem bir meslek lisesi yapıyor. Türkiye’de örneği yok mesela. Onun açılışına gideceğiz, İzmir Büyükşehir diyor ki ‘Bizim de sözümüz varmış, müteahhit kaçmış, ihalesini yapacağım, devam ettireceğim.’ Böyle bir şey varken, bu laflar doğru laflar değil. Onu söyleyeyim.”
“OYUMUZ YÜZDE 30’UN ÜZERİNDE VE DEVAMLI BİRİNCİ PARTİYİZ”
(İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu‘na hapis cezası ve siyasi yasak istemiyle açılan davaya ilişkin) Şunu söyleyeyim. Bir topyekün tükenmişlik hali. Kendine tapulu görülen makamların, mevkilerin elden gidecek olmasının telaş ve hazımsızlığının yarattığı bir saldırganlık var. Esas ne yaşıyoruz söyleyeyim. 31 Mart seçimlerinden önce Cumhuriyet Halk Partisi'nin maalesef 14 ve 28 Mayıs sürecinde seçimlerinden, Cumhuriyet’in 100. yıl seçimlerini kaybetmenin verdiği seçmendeki ağır depresyon, moral bozukluğu, duygusal kopuş haliyle 31 Mart‘ta bütün belediyeleri AK Parti ve MHP’nin silip süpüreceğini iddia ediyorlardı. Düşünüyorlardı. Hatta çok sayıda muhalefetten olan yorumcu da buna katılıyordu. Biz ‘CHP değişecek, Türkiye değişecek’ deyip ‘Değişim’ diye çıktığımız yolda Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez bir genel başkanın çoklu yarışla değiştiği bir kurultayda, seçmenin gözünde özeleştirisini yapmış, geçmişten ders almış ve kürsüsünden kurultayın, ‘1970’lerde nasıl yaptıysak yine yapacağız, Ecevit gibi iki yerel iki genel girdiği dört seçimden partisini birinci çıkaran Ecevit‘in yaptığını yapacağız’ diyen, 49 yaşında bir genel başkanla, 46 yaşında bir MYK ile yaş ortalaması, 43 yaşında bir Parti Meclisi ile, kadınlarıyla, gençleriyle yola çıkınca bu parti, adaylarını ölçme değerlendirme ile doğru saptayınca, işte Adıyaman’da gelip de yapılan yoklamada tek isim çıkan ‘Adıyaman kararını vermiş’ dediğimiz Abdurrahman’ı Adıyaman‘ın çağırmasından, Malatya’nın Veli Ağbaba’yı anketle çağırdığında yüzde 18’lik oyu 38’e çıkarmasına, Amasyasından, Kastamonusundan, Afyonundan, Uşağından, Kütahyasına, Kilisine kadar. Bütün Ege. Hani bize diyordu ya ‘Sivas’ın doğusunda yoksunuz.’ Ege’de yok. Dokuz belediyenin dokuzu da bizde, il ve büyükşehir belediyelerinin. Tamamı. Türkiye’nin yedi bölgesinde il belediyesi olan tek partiyiz biz. Ama bununla kibirlenmedik. Biz dedik ki ‘Söz vermiştik, tuttuk’ dedik. Ve döndük dolaştık dedik ki ‘Birinci sözümüz yerel seçimdi, ikinci sözümüz genel seçim. Biz bu iktidarı değiştireceğiz’ dedik. Bu sefer başta inanmayanlar da inanmaya başladı. Aslında yüzde 38’lik bir oy 47 yıl sonra gelen bir galibiyet, birincilik. AK Parti’nin ilk yenilgisi, Erdoğan’ın ilk yenilgisi ve Cumhuriyet Halk Partisi'nin çok partili dönemdeki en büyük yerel seçim başarısı. İnsanlar umutlandılar ve o yüzde 38, biz beş parti yüzde 25 almışız. Cumhurbaşkanlığını kazanmaya iddia koyduğumuz morallerin en yüksek olduğu noktada. Tek başımıza yüzde 38 almışız. Bu emanet oylar gider. Elbette bir kısmı gitmiş. Ama önemli bir kısmı duruyor, yüzde 30’un üzerinde ve devamlı birinci partiyiz. Erdoğan 31 Mart’ı şöyle sindirdi. Dediler ki ‘Beceremeyecekler belediyeleri. Ellerine yüzlerine bulaştıracaklar.’ Altıncı ay, yedinci ay, sekizinci ay ölçümleri belediyelerden memnuniyet yüzde 58, Türkiye ortalaması. ‘Bugün belediye seçimi olsa’ sorusunun cevabı o gün 38 almışız, bugün 49 alıyoruz, Erdoğan 51 ölçtürmüş, çıldırıyor. Belediyeler partiye, parti siyasete kaldıraç etkisi yapıyor. Ve bu pazar seçim olsa da inanılmaz sonuçlar var. Bunu hazmedemedi. Yani 31 Mart sonuçlarını şöyle hazmetmişti. ‘Nasılsa başaramayacaklar.’ Ama 31 Ekim sonuçlarını hazmedemedi, anket sonuçlarını. Belediyelerimizin altı ayını, yedi ayını ölçtürdüğümüz. Ve onun üzerine dedi ki ‘Silkeleleyin.’ Bir yandan ekonomik olarak silkeliyor, İzmir Büyükşehir maaş ödeyemesin, grev olsun, o olsun. Ankara’nın parasına çöküyor, İstanbul’un parasına çöküyor. Neden? ‘Anketlerde neden memnunsun?’ Kadın seçmen, ev hanımları. Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘En büyük gücüm’ diye gördüğü güç. Artık oradan çekilmiş CHP’li belediyeleri destekliyor. Niye? Anne kart var, hoş geldin bebek var, kreş var, yurt var, protein desteği var, okul sütü projeleri var. Sade kadına değen yerler buralar. Evladının gittiği yerde yurt veriyor, evladını kreşe koyuyor kendi işe gidiyor. Beş yaşına kadar çocuğu varsa anne kartıyla ücretsiz gidiyor, geliyor. Bu şu demek, o çocuğu gidip bir akrabasına emanet edip çalışmaya gidiyor. Veya ev soğuk, üç kardeş her gün birinde buluşuyorlar, bir göz odada ısınıyorlar, diğer evlerin faturası düşüyor. İnsanlar bunların yarattığı ufacık tasarruflara muhtaç hale gelmiş. Böyle bir yerde ev hanımlarının desteği, genç seçmenin desteği derken, oradan öyle silkeliyor maddi yönden. Bu hizmetleri yapamasın diye. Yani mani olmaya çalıştığı, kent lokantasındaki yarım çorba fiyatına satılan üç kap yemek, verilen üç kap yemek. Ya da aşevinde bedava verilen yemeğe mani olmaya çalışıyor.
“İSTANBUL’DA ÇEMBERİ DARALTMAYA ÇALIŞIYOR”
‘Bunlarla da yürüyelim’, bir de birine diyor ki ‘İstanbul’da bana sen lazımsın.’ O biri kim biliyor musun? Geçmişte ne kadar tartışmalı dava varsa o davaların hakimi olan, dünya adalet tarihinin en mobilize, en çok gezen hakimi. Ben o yüzden kendisine ‘seyyar giyotin’ demiştim. O hakimi ödüllendirmek için, o hakim Canan Kaftancıoğlu’ndan Selahattin Demirtaş‘a, bu kamuoyuna mal olmuş bütün 12 tane büyük davada mahkeme mahkeme gezip cezaları vermişti. Ankara’ya gelip ödüllendirilmişti. Neyle? Bakan Yardımcılığıyla. Bakan Yardımcılığı Sayın Dündar, siz benden çok daha yakından takip ediyorsunuz. Erdoğan’ın deyimiyle eskiden bakanlar siyasiydi, siyasetten geliyordu, devletin temsilcileri müsteşarlardı. Şimdi bakanlar teknik, bakan yardımcıları siyasi. ‘Teşkilatımızla bakanlık arasında köprü onlar’ dediği kişilerden biri Akın Gürlek. Geçmişte yaptığı katliamlar, hukuk katliamları bir yana artık siyasi. Bu kişiyi alıp İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı yaptı. Cumhuriyet Başsavcısı. Ve durduğu, göreve geldiği 9 Ekim gününden itibaren onlarca, bir tanesi Zafer Partisi’nin Genel Başkanı Ümit Özdağ. Cumhurbaşkanı’na hakaretten suçluyor, Ümit Özdağ konuşmayı Antalya’da yapmış. Kendisi Ankaralı. Davayı İstanbul Çağlayan Adliyesi’nden suç duyurusu yapıyor, soruşturma açıyor. ‘Ne yapıyorsun’ diyoruz. ‘Cumhurbaşkanımızın ikametgahı İstanbul’ diyor, bak şimdi yalana bakın, iş bilmezlik değil yalan. Cumhurbaşkanı Üsküdar'da oturuyor, oranın adliyesi Anadolu Yakası adliyesi, sen değilsin. Ama yapıyor. Anadolu Yakası’nın ayrı başsavcısı var. Ve Üsküdar’daysa Anadolu Yakası’nın başsavcısı yapacak, kural öyle. Ve ayrıca şunu söyleyeyim. Bundan tutuklayamayınca, Kayseri’deki bir konuşmasından halkı galeyana getirmekten. Oysa ki galeyana da gelen olmamış. Olmuş bitmiş. Alıyor içeri atıyor. Mesela biri bir partinin genel başkanı. Hüseyin Baş’a yaptı aynı şeyi, yurt dışı çıkış yasağı falan koymuştu yanılmıyorsam, bir başka partinin genel başkanı. Diğer tarafta Can Atalay‘a cezayı veren de, Selçuk Kozağaçlı‘ya cezayı veren de o. Durduk yerde Esenyurt Belediye Başkanımıza ‘terör’ deyip kayyum atattırıyor. Ama 100 gündür iddianame yazmıyor. Çünkü topladığı delillerle bir şey olmadı, ‘gizli tanık’ dedi bir şey olmadı, eli boş. Beşiktaş davasından tutukluluk yaparak kılıfını hazırlıyor. Hala içeride tutmaya. Beşiktaş Belediye Başkanımıza ‘Sen bu arsayı niye sattın?’ Niye sattın, bana sorma Erdoğan’a sor demesi lazım savunmasında. Siyaseten cevap veriyorum. Ben olsam öyle cevap verirdim. Niye sattı biliyor musunuz? Belediyeleri silkelediği için Erdoğan, hem şirketin parasını ödeyememişti hem Beşiktaş Belediyesi’nin maaşlarını ödeyememişti. O yüzden arsayı sattı, şirketle mahsuplaştı, artan parayı da personel maaşı olarak ödedi. Satışta herhangi bir şaibe yok. Hatta alınmış olan temmuz ayındaki değerleme bakıldığında ilk önce temmuzdaki fiyat düşük mü? Şu anki fiyata bakıldığında da fazlasıyla iyi bir fiyata da satmış. Belediye başkanımıza saldırıyor. Bunun yanında Halk TV’den Suat Toktaş‘ın durumu ortada, bunun yanında akademisyen 76 yaşında sokak röportajında konuşan kadınla uğraşıyor. Bunun yanında önce bir organizatörün, bir menajerin yok mobbing yaptı, tekel oluşturdu falan diye bütün magazin dünyasının veya siyasetle ilgisi olmayan ama magazinle ilgili bütün vatandaşın dikkatini bir kadının üzerine topluyor, sonra o dediklerinden değil Gezi’ye gitmekten kadını tutukluyor. Yani topluma diyor ki ‘12 yıl sonra ben bunu yapıyorum.’ O kadın üzerinden sanatçılara yürümeye çalışıyor. Sanatçıların da RTÜK’ten 12 yıl önceki video kayıtlarını istiyor, millete diyor ki ‘12 yıl sonra bile gelip yakanıza yapışırız sokağa çıkarsanız. Böyle bir korku iklimi yaymaya çalışıyor. Ve bir yandan Esenyurt, Beşiktaş, Gezi, o, bu derken İstanbul’da çemberi daraltmaya çalışıyor.
“TEHDİT YALANIYLA ÇEMBERİ DARALTMAYA ÇALIŞIYORLAR”
Hedefte kimin olduğunu çocuklar biliyor, kargalar biliyor. Ekrem İmamoğlu’na doğru yürümeye çalışıyor. Buna karşı hep birlikte bir şeyler yapmamız lazım. Bugün açılan dava, ben oradayken işlenen bir ‘suçtan’ açıldı. Birinci elden şahidiyim şimdi anlatacağım. Bizim Toplum Politikaları Vakfı’nda konuşmamız var. Konu siyasallaşan yargı. O gün sabah da Gençlik Kolları Genel Başkanımızı almış, elinde gözaltı kararı olmamasına rağmen ‘Gidin bana getirin onu’ demiş Cem Aydın’ı. Evine gitmişler. Evinden almışlar sekiz polisle getirmişler gözaltı kararı hala yok. Onu sorguluyor. Sonra haftada üç kez imza ve yurt dışı çıkış yasağı ile bırakıyor Gençlik Kolları Genel Başkanımızı. Bu olay olurken Ekrem İmamoğlu kürsüde. Ve diyor ki ‘Evlatlarımızla uğraşmayı bırak. Biz, senin evladına bunlar yapılmasın diye bu rejimi değiştireceğiz, senin evladının da garantisi de biziz’ diyor. Ben oturduğumuzda elini sıktım Ekrem Başkanın. ‘Başkanım çok iyi oldu’ dedim. Bu güvenceyi vermemiz lazım. İnsanlar aç, yoksul, işsiz. Bu iktidara oy vermeyecek. Bunlar sertleştikçe, ‘Bunların evlatlarına, bizimkiler, reis, reisin aparatları bunları yapıyor, yarın iktidar değişirse ben de AK Parti’ye kayıtlıyım iş bulmak için’ 12 milyon kişi kaydettiler var mı böyle bir şey. Çoğu kişi ‘Haberim olmadan kaydoldum’ diyor. Hedef veriyor, ödül veriyor, yapamayana ceza veriyor üyeyi. Dedim ki ‘Adam AK Parti üyesidir. Bıkmıştır. Sırf korkusundan oy vermez. Bu güvenceyi vermek lazım. Tebrik ederim. Evlatla uğraşmayacağımızı bilsinler’ dedim. ‘Sağ ol başkanım’ dedi. Birbirimizin elini sıktık. Koltuğundan kalkmadan soruşturma açmış, Akın Gürlek ve ailesini tehdit… Terörle mücadele eden kişiyi hedef göstermek… Bunun neresinde var? Ben şu yüzden, şu detayla anlattım, siz yıllardır siyaseti, adliyeyi, adaleti takip eden insanlarsınız, Türkiye’nin en deneyimli gazetecisiniz. Bu laftan aileyi tehdit çıkar mı, terörle mücadele eden kamu görevlisini hedef göstermek çıkar mı? Bundan biraz önce okuduğunuz 2 yıl 8 aydan 7 yıl 4 aya kadar hapis cezası ve siyasi yasak çıkar mı? Zaten bir yandan ahmak davası istinafta. Bir yandan bir önceki ifade alındı, daha onunla ilgili iddianame bekleniyor bu adı Satılmış olan bilirkişi ile ilgili… Ve bu işlerin sonunda bugün yaptığı iş beş günde iddianame yazmak. Arkadaş bak ifadeye gideli beş gün oluyor. Ahmet Özer 100 gündür iddianame bekliyor. Diyor ki ‘Benim iddianamemi koyun ben suçsuzluğumu ispatlayacağım. Beni neyle suçluyorsunuz?’ Üç günde 180 kişiye iddianame yazmakla övünen savcılar, 100 günde bir kişiye yazamadılar ama Ekrem Başkan’a beş günde yazdılar. Orada delil yok, suç yok ama içerde tutmak istiyor çünkü terör demiş, kayyum atamış, itiraf edemez bekletiyor. Burada kendisi ‘Benim ailemi tehdit etti’ yalanı ile hızla çemberi daraltmaya çalışıyor ve bir tane amacı var, Recep Tayyip Erdoğan’ın bükemediği bileği yargı eliyle kırmak istiyorlar.
“SALDIRILAR ARTARKEN TEPKİNİN FARKLI OLMASI GEREKİYORDU”
(Aday belirleme süreci ve adaylar arasında kırgınlık olup olmayacağı üzerine) Bir kırgınlık olmayacağına yürekten inanıyorum. Bu proje, Cumhuriyet Halk Partisi’nin süren bu saldırılar, İstanbul’da yapılanlar sonucunda her seferinde bir büyük haksızlığa karşı gidip mitingimizi, eylemimizi yapıyoruz, tepkimizi gösteriyoruz. Biz Can Atalay AYM kararına rağmen serbest bırakılmadığında 500 saat Meclis’te oturma eylemi yaptık. ‘Anasaya’ya uy’ diye miting yapıyorduk, maalesef bir gecede 21 şehidimiz geldi, son gece. Mitingimizi iptal etmek durumunda kaldık. İki hafta sonra yapacağız, aynı üs bölgesinde. Bu kez yanılmıyorsam, Allah rahmet eylesin, 9 şehidimiz geldi. Yaşam Hakkı mitingimizde bunların tamamını ifade ettik. Türkiye’nin dört bir yanında… Normalde yerel seçimden sonra 2-3 yıl, genel seçim yaklaşmadan mitingin adı anılmaz. 15 tane büyük miting yaptık. Çeşitli konularda ama hep de vatandaşın gerçek sorunlarına dokunan; yoksulluğu, işsizliği, asgari ücretin yetersizliğini, emekli maaşlarını protesto eden. Rize’de çay fiyatını, Ordu’da fındık fiyatını, Hayrabolu’da buğday, hububat fiyatlarını, Manisa’da zeytinin, üzümün fiyatını, pamuğun fiyatını protesto ettiğimiz mitingler yaptık. Atanmayan öğretmeninden Emekli mitingine, Kocaeli’ndeki asgari ücrete zam yapılmamasını protesto eden Emek mitingine, İstanbul’da TUSAŞ’a yapılan saldırıyı ve her türlü cana yönelen saldırıyı kınadığımız Yaşam Hakkı mitingine kadar… Siyasette elinizdeki argüman Meclis’tir, kürsüdür. Yaparsınız. Sokaktır, çağırırsınız. Mitingtir, yaparsınız. Ama sonuçta karşınızda her gün daha da saldırganlaşan birileri varken, artık onlara verilecek cevabın bu olağan tepkiler sınırının dışında bir yerde olması gerekiyor. Ben partimin bütün seçilmişlerini sıralı toplantılara çağırdım. Toplantılara başkanlık ettim. Toplantılarda saatlerce, günlerce onları dinledim. Temel yaklaşım şuydu: MYK, Parti Meclisi, milletvekili. Bu toplantıları peşi sıra İstanbul’da, önce Esenyurt’ta yapmıştık. MYK’mızı Esenyurt ilçede, yine Parti Meclisi’ni, Grubu Esenyurt’ta. Beşiktaş’tan sonra İstanbul İl Başkanlığımızda. Sonrasında zaten konuşan arkadaşların üzerinde ortaklaştığı konu; ‘Cumhuriyet Halk Partisi artık adayını belirlemelidir. Erken seçim istiyorsak adayımızı da erkenden belirlemeli, yola çıkmalıyız.’ Erken seçim için ne lazımsa. Sandık görevlileri belirlenmelidir. Sandık eğitimleri hızla verilmelidir. Program kurultayı, program çalışmaları hızla sonuçlandırılmalı, hükümet programına, iktidar programına evrilmelidir. Broşürler, afişler, sloganlar hazır olmalıdır. Aday belli olmalıdır. Yola çıkılmalıdır. Kararlı bir duruş gösterilmelidir. Şimdi bu adayı belirleyeceğiz. Talep bu. Yöntem ne olmalı? Yöntem de bir partinin Genel Başkanı doğal adaydır. Bugün DEVA Partisi’nin Genel Başkanı, Yeniden Refah Partisi’nin Genel Başkanı adaylıklarını açıkladılar. Erdoğan, İbrahim Tatlıses ile düet yaparak adaylığını açıkladı. Hatta iddia koydu. Anayasa’ya aykırı şekilde. ‘Allah ömür verdiği mühletçe’ dedi. İbrahim Tatlıses, ‘Aday mısın, var mısın?’ dedi. ‘Varım. Allah’ım ömür verdiği mühletçe hizmete hazırım.’ Adaylığını açıkladı. Sayın Bahçeli’nin balda tuz bulduğundan beri adayı; Erdoğan. O güne kadar ‘Herkesten olur, bir tek senden olmaz. Balda tuz bulunmaz. Tekeden süt sağılmaz. Senden Cumhurbaşkanı olmaz’ diyordu. Balda tuzu buldu. Tekeden sütü sağdı. Erdoğan’ı ilan etti. Şimdi de adayı o. Neredeyse seçime iddia koyacak. Elbette Zafer Partisi Sayın Genel Başkanı şimdi içeride. Mutlaka adaylık gönlünden geçebilir, söyleyebilir. İYİ Parti’nin adayı olabilir. Belki muhalefet bir adayda ortaklaşırız. Belki ilk tur başka olur. Ama Cumhuriyet Halk Partisi diyor ki, ‘Bizim de adayımız belli olsun. Diğer partilerin belli.’
“YENİ ÜYELERİMİZ İŞTE BU SEÇİMİN GÖNÜLLÜLERİ”
Biz erken seçim istiyoruz. Erken seçimin adayı erken açıklanır. Burada ben kızıma -gıyabında- söz verdim koltuğa oturmadan önce. Dedim ki, ‘Ben kızıma bir daha seçim yenilgisi yaşatmayacağım.’ O yüzden de kendim, etrafım ne kadar layık görse de ‘gaz da verseler’, ne derlerse desinler asla kendi adaylığımı kafamda tartışıp bir tarihi hata yapmayacağım. Çünkü CHP’nin Genel Başkanı kendini adaylıkta konumlandırırsa herkes onun etrafında şekillenir ve yanlış yapılabilir. İkincisi; dedim ki, ‘Bu kararı tek başıma da vermeyeceğim.’ Kimle verebilirim? MYK ile verebilirim. Kimle verebilirim? Parti Meclisi ile verebilirim. Kimle verebilirim? Kurultay delegeleri ile verebilirim. Zaten Ekrem Başkanım da Mansur Başkanım da kendileriyle yaptığım görüşmelerde ve kamuoyuna açık söylemlerinde hep şunu söylüyorlar: ‘Cumhuriyet Halk Partisi görev verirse görevden kaçmam. Ben bu görevi yaparım.’ Bu görevi Cumhuriyet Halk Partisi, başkanlarımıza en geniş katılımla nasıl verebilir? Bütün üyelerine sorarak. Bütün üyelere sorarak bir ön seçim fikri, ortaya atıldığı andan itibaren -ki ben bunu Değişim Kurultayımızda taahhütler arasına yazdım; ‘Genel başkan ben olursam Cumhurbaşkanı adayını tüm üyelerin katılımıyla, ön seçimle belirleyeceğim’ demişim. Ben bu sözümden dönmem, dönemem. Bunu ortaya attığımızda da bir heyecan yarattı. Bunu tartıştık. Bu noktada da bir irade ifade ettik ama dedik ki, ‘Sandığı koymadan, sadece Cumhuriyet Halk Partililer değil Türkiye’nin bütün demokratları. Sosyal demokratlar, muhafazakar demokratlar, milliyetçi demokratlar, bütün demokratlar buyursunlar, gelsinler. Bu ön seçimde oy kullanmak istiyorlarsa baba ocağına, Cumhuriyet Halk Partisi’ne kayıt olsunlar. İlan edeceğimiz güne kadar gelen herkes.’ Şu anda normalin 40 katı üye kaydediyoruz. 40 günde kaydettiğimiz üyeyi bir günde kaydediyoruz. Takır takır takır. İnanılmaz yükseliş var, online üyelikte 40 kat artış var. İl ve ilçe başkanlıklarımız saat 21.00’e kadar açık. Yedi gün boyunca, cumartesi - pazar dahil üye kaydediyoruz. Gayet de homojen bir şekilde; yığma. Bir yerden filan da değil. O kadar güzel bir dağılım var ki. Yaş dağılımı, cinsiyet dağılımı, bölgesel dağılım, illere dağılım… Monitörize ediyoruz. Gayet homojen ve organik bir üye artışımız var. Bundan da çok mutluyuz. Çünkü bu üyeler o kadar kıymetli ki. Bu Cumhurbaşkanı adayını belirleme heyecanıyla gelip partiye üye olanlar. Bunlar bu seçimin işte gönüllüleri. Zaten Cumhuriyet Halk Partisi’nin bütün üyeleri neferleri. Ama bu gelenler bu seçime heyecan duyuyor. Bugüne kadar ikna edememişiz, bu yöntem heyecanlandırmış onları; bu aday adayını belirlemek. Şimdi bu seçime kimler girebilir? Kriterlerinin belirli olacağı, takviminin çalışılacağı bir Parti Meclisi toplantısı yapacağız.
“MANSUR BAŞKAN PARTİYE VE ÜLKEYE KAYBETTİRMEZ”
Ekrem Başkan’la iki kez görüştüm. Mansur Başkan’la iki kez görüştüm. İlk kez burada söylüyorum ama galiba bir - iki yerde yazıldı mı, çizildi mi bilmiyorum bugün çok da takip edemedim. Geçen pazartesi akşamı da Mansur Başkanımızla verimli bir görüşme yaptım. Ben şunu söyleyeyim: Mansur Başkan ön seçime girer, girmez. O zamanlaması, yani ön seçime bir itirazı yok. Ama ‘Acaba acele mi ediyoruz?’ diye birtakım endişelerini bana da iletmişti. Ama partinin yetkili kurulları ‘Stratejik olarak bir an önce aday belirlenmeli’ diyorlar. Ön seçime girer, girmez bilmiyorum. Ama Mansur Başkan’da şunu gördüm: Parti vazife verirse kazandırmak için elinden geleni yapmak istiyor. Ama partiye ve Türkiye’ye kaybettirmek gibi niyeti hiç yok. Zaten yakın yere koymam. Ekrem Başkan ile aralarındaki hukuku gördünüz. ‘Abim’ diye hitap edilen. Gidip otobüsün üstüne çıkan. Ekrem İmamoğlu’nun da elini kaldıran, Türkiye’ye umut dağıtan Mansur Yavaş’ın bu ülkeye edecek daha çok hizmeti var. O yüzden tabii üyeler kimi seçer bilmem veya aday adayları kimler olur bilmem. Belli olduktan sonra seçim tarihine ilişkin bir ileri gidiş, bir geri geliş… Ama bugün gördüğüm, bakın kendim Özgür Özel olarak fikrimizin, bu ortak aklın doğru olduğuna ve mümkün olduğu kadar hızlı hareket etmemiz gerektiğine bir kez daha ikna oldum. Adam, beş günde iddianame yazıyor ya. Beş günde iddianame yazıyor.
“BELLİ Kİ YOL TEMİZLİĞİNE GELMİŞ”
(İddianamenin ardından adayın belirlenmesinin sürece etkisi hakkında) Biz adayımızı belirleriz. Diyelim ki Ekrem İmamoğlu oldu. Çünkü belli ki yol temizliği yapmaya gelmiş arkadaş. Belli ki Ekrem İmamoğlu başta. Oraya operasyon olduğu için söylüyorum. Eğer bugün Çankaya’ya, Keçiören’e, Mansur Bey’e olsa aynı şeyi Mansur Bey için de söylerim. Ama bütün Türkiye’nin gözünün önünde bir süredir. Ta Ahmak Davası’ndan beri, ilk seçimin iptalinden beri. Yok Ordu’da özel uçağa binecek Vali’nin geçirtmemeye çalışmasından beri. Orada söylenen ‘basit’ kelimesinden küfür ürettiklerinden beri. Buradan dava açılmaya çalışılmasında beri. Efendim Türkiye’yi Ekrem Bey yurt dışında konuşmuş. Süleyman Soylu diyor ki, ‘Türkiye’yi yurtdışına şikayet etmek ahmaklıktır’ diyor. O da diyor ki, ‘Esas seçimi iptal ettirenler ahmaktır’ diyor. ‘Vay YSK’ya, heyet halinde çalışana hakaret.’ O günden beri belli hedef. O yüzden biz erken seçim istiyoruz. Adayı da erken belirleriz. Bu erken seçimden diyelim ki Ekrem İmamoğlu çıktı.
“ERDOĞAN, O RİSKİ ALIR MI ALMAZ MI GÖRÜRÜZ”
(Dava sürecine ilişkin olarak) Bunun davası, istinafı, Yargıtay’ı var. Bütün dünyanın gözünün önünde Cumhurbaşkanı adayını, kendisinin rakibini siyasetten men etmeye çalışan biri olarak Recep Tayyip Erdoğan o riski alır mı, almaz mı görürüz. O riski alırsa Ekrem İmamoğlu siyasi yasaklı olur. Ama yapılacak seçime yine en güçlü adayımızla çıkarız. Yapılacak seçim hem Erdoğan’ın gidip kaldığı, hem Ekrem İmamoğlu’nun siyasi yasağının referandumu olur. O yüzden yani Cumhuriyet Halk Partisi öyle kendiliğinden, düşünmeden, taşınmadan, acele ederek filan değil. Birinin acelesi varsa, benim daha çok acelem var. Erdoğan’ın acelesi var kardeşim. Burada Ekrem İmamoğlu’nu bırak. Dönecek Mansur Yavaş’a, dönecek bilmem kime. Karşısında aday bırakmamaya, kendi rakibini kendi belirlemeye çalışan bir anlayış var. Eğri oturalım, doğru konuşalım. Bu büyük acılı yas gününde, bu ülkenin bu yastan, bu acıdan kurtulabilmesi için bir daha bu depremleri yaşamaması, yaşanacak olan bu depremlerde böyle acı kayıplar vermemesi için. Bu ülkenin emeklisi açlık çekerken, bir avuç zengine 701 milyar. Bakın emekliye verilen zammın karşılığı; 47 milyar. Silinecek, daha doğrusu tahsilinden vazgeçilecek kurumlar vergilerin toplamı; 701 milyar bu sene. Kur Korumalı Mevduat’a ödenen para; 1,8 milyar. Toplamı; 2,5 milyar. Emekliye bulunamayan paranın, altı katı zenginlere bulunmuş. Asgari ücretliye bulunmayan paranın bilmem kaç katı zenginlere bulunmuş. Bu durumun düzeltilmesinin yolu bu iktidarın değişmesidir. Mahkemedeki adaletsizlik de cüzdandaki, mutfaktaki, pazardaki adaletsizlik de. Yangında bu adaletsizlik de, sosyal hayattaki adaletsizlik de. Birinin çocuğu bir ömür boyu koşsa öbürüne yetişemeyeceği kadar geride yarışa başlıyor. Biri Adıyaman’da devlet okulunda, konteynerde başlıyor. Biri İstanbul’da en lüks, en iyi özel okulda başlıyor. Nasıl kapanacak bu fark? Birine ilk günden iki yabancı dil öğretilmeye başlıyor. Birinin babası bugün konteynerde gördüm konuşamadım yani. Anlatmaya zorlanacağım şimdi. Konuşuyorum, ‘Okula gidiyor musun?’ ‘Kantin çok pahalı’ dedi, ‘Ben daha kantinden hiç tost almadım.’ ‘Kaç para tost?’ dedim. ‘25 lira’ dedi. ‘Başlangıç fiyatı. 35’e kadar gidiyor Özgür Amca’ dedi. Kayıt altında söylüyor çocuk bunu. ‘Ayran’ dedi, ‘Tost - ayran ben hiç almadım ama alan arkadaşlarım var. 20 lira da ayranmış.’ ‘Alan arkadaşlarım var’ diyor. Böyle iş mi olur ya? Bu iktidarı değiştirmekten başka çare yok. Her türlü adaletsizliği bitireceğiz.
“BU BİR DEMOKRATİK DEVRİMDİR”
(‘Muhalefet yapamıyor’ söylemi hakkında) Öyle söyleyen buyursun gelsin sokağa, meydana, mitinge. Hep beraber yapalım kardeşim. Gelsin, partiye üye olsun, oyunu kullansın. Gelsin, partiye üye olsun, milletvekili olsun, parti yöneticisi olsun, genel başkan olsun. Buyursun gelsin. Böyle bir algı yok. Böyle bir algıyı köpürten iktidara müzahir kişiler ile onun fonladığı görünüşte muhalif, gerçekte CHP’nin içine karıştırmaya çalışan bir zevat. Ben sokakta bir tane görmüyorum bunlardan. Sizinle birlikte buyurun yarın Kahramanmaraş’ta gezelim. Adıyaman’da bugün gezdik. Ben ilk yılımda 48 ilde 196 ziyaret yapmışım ve 155 miting yapmışım bir yılda. Ben bir tane görmedim sokakta, ‘CHP sağlam muhalefet yapmıyor’ diyen. Twitter’e bakan evin yolunu bulamaz. Ben otelin yolunu bulayım. İki dakikasını da geçirdim Abdurrahman Başkan’ın süresinin. Beni her gün dinlerler de Abdurrahman gibi bir mucizevi başarıyı elde eden birinin bir kente nasıl sihirli dokunuş yaptığını da bence bu Türkiye’nin çok izlenen programında dinlemeliler. Vallahi biz erken seçim sürecine başlıyoruz. Seçim sathı mailinde ne yapılırsa onu yapıp vatandaşın sorunlarını da konuşmaya devam edeceğiz. Onun dışında muhalefet beğenmeyene, muhalefet beğendireceğiz diye özümüzden sapmak, var olduğumuzdan başka biri olmak yok. Ben ilk gün siyasete girdiğimde neysem, oyum. Bana neler neler diyorlar. ‘Şöyle yap, böyle yap.’ Soma’daki Özgür Özel neyse, o Özgür Özel burada. Hulusi Akar’a konuşan burada. Kurultayda ne dediysem bütün sözlerimi teker teker tutuyorum. Tutmadığımız bir söz yok. Ne diyorlardı? ‘Hani ön seçim yapacaktın?’ Takırt, yazdık tüzüğe. Bakın Cumhurbaşkanı adayını bile ön seçimle belirliyoruz. Ben bilmem mi… Bundan önce Cumhurbaşkanı adayını Genel Başkanımızın tek başına bildiği Ekmeleddin İhsanoğlu vakasındaki gibi parti kurullarında bile çok konuşuldu. Bu bir demokratik devrimdir. Diğer partilere de ittifaklara da bu devrimi ihraç edeceğiz. Bir sonrakinde CHP’nin Cumhurbaşkanına karşı aday çıkaranların üyeleri ile ön seçim yaptığını göreceksiniz. 1970’lerde CHP’nin ön seçimi hem kanunlara girdi. Hem Süleyman Demirel’den, Adalet Partisi’nden talep edilir oldu. Onlar da yapar oldu. Olacak bunlar. Bunları göreceğiz. Ama benim sahada gördüğüm şu: Bıçak kemikte. Milletin umudu CHP. CHP’nin de bir an önce adayını belirleyip, yola çıkması gerekiyor.”
07.02.2025
07.02.2025
07.02.2025
07.02.2025