11.04.2025

CHP Lideri Özgür Özel: “Ne Yaparlarsa Yapsınlar, Hapiste de Olsa Yasaklı da Olsa Adayımız İmamoğlu’dur”

“İMZA KAMPANYASIYLA TARİHİN EN BÜYÜK GÜVENSİZLİK OYUNU VERECEĞİZ”

“PARTİ TARİHİNDEKİ EN ÖNEMLİ SALDIRILARDAN BİRİYLE KARŞI KARŞIYAYIZ”

“BEN SUİKASTİ, DOKUNULMAZLIĞIMIN KALDIRILMASINI, HAPSE ATILMAYI GÖZE ALIYORUM”

“BUNDAN SONRAKİ YOLUMUZ ADIM ADIM BİR İKTİDAR YÜRÜYÜŞÜ”

“DARBEYE KARŞI BAZI GECELER 350-400 KİŞİ PARTİDE YATTI”

“ERDOĞAN, SİYASİ TARİHİNİN EN BÜYÜK HATASINI YAPTI”

“AKIN GÜRLEK, ERDOĞAN’A DÜZENLİ OLARAK BİLGİ VERİYOR”

“‘DEVLET AKLI’ DİYORLAR YA DEVLET AKLI TUTULMUŞTUR”

“ÜYE SAYIMIZ 1.2 MİLYONDAN 2 MİLYONA ÇIKTI, BU BİR HALK HAREKETİ”

“KİMİN TUTUKLANACAĞINA ERDOĞAN, KİMİN SERBEST BIRAKILACAĞINA DÜNYANIN DİĞER LİDERLERİ KARAR VERİYOR”

“EKREM BEY’İN İÇERİ TUTULMASINDAN TÜRKİYE’NİN DÜŞMANLARININ MENFAATİ VAR”

“NTV, 2.2 MİLYONLUK MİTİNGİ VERMİYOR, GAZETECİLİK YAPSIN, YOKSA ACIMAYACAĞIM”

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, Halk TV’de yayınlanan İsmail Küçükkaya ile Yeni Bir Sabah programına katıldı. Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özgür Özel, “İyiyiz, iyi olmak için gayret ediyoruz. Tabii çok zor günlerden geçiyoruz. Parti, geçmişte de çok zor günlerden geçti. Darbeler gördü, kapatıldı, il başkanları suikasta uğradı, yöneticileri hapse girdi, işkence gördü. Ama parti tarihindeki en önemli saldırılardan biriyle karşı karşıyayız. Partiyi savunmanın ülkeyi savunma ve Türkiye’nin geleceğini savunma noktasında olduğumuz bir yerdeyiz. O yüzden bugün bu yayının Cumhuriyet Halk Partisi’nden, baba evinden olması çok kıymetli. Genel Başkan olduğumun herhalde üçüncü günü de buradaydınız. Bugün yeniden sizi burada ağırlamak bizim için çok kıymetli. Her zaman bize çok destek oldunuz ama bugünkü yayınınızı bir dayanışma yayını olarak görüyoruz. Herhalde yaklaşık 1,5 aydır ilk kez canlı yayına çıkıyorum. Çok teşekkür ediyoruz, hoş geldiniz” dedi.

“EKREM BAŞKAN, BİLDİĞİNİZ EKREM BAŞKAN”

Kendisine yöneltilen soruları yanıtlayan Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, Silivri’de tutulan Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nu ziyareti hakkında şunları söyledi:


“Öncelikle Ekrem Başkan’ın tabii kendisini sevenlere, kendisini merak edenlere çok selamları var. Ekrem Başkan, bildiğiniz Ekrem Başkan. İçimizde morali en yüksek olan, motivasyonu en yüksek olan kendisi. Gün boyunca hem kendine gelen ziyaretçilere… Hukukçular geliyor. Hem başta milletvekilleri olmak üzere Adalet Bakanlığı’na onlarca başvuru var. Onay alan herkesle görüşüyor. Hem bir yandan sürekli okuyor, çalışıyor, hazırlanıyor. Yüksek bir motivasyonla, dışarıda kendisine sahip çıkan milyonlara hizmet edeceği günlere hazırlanıyor. Dün üçüncü kez kendisini ziyaret ettim. Önümüzdeki süreci konuştuk. Geçtiğimiz hafta partimizin kurultayını yaptık, onu konuştuk. Kurultaydan hem güven tazeleyerek hem güçlenerek, birleşerek Cumhuriyet Halk Partisi bir bütün halinde çıktı. Bundan sonra Cumhuriyet Halk Partisi, kendi yol yürüyüşünü sadece bir siyasi parti olarak gerçekleştirmeyecek. Cumhuriyet Halk Partisi’nin bundan sonraki yol yürüyüşü, adım adım bir iktidar yürüyüşü. Bunun için toplumun tüm kesimlerini kapsayacak, hem siyasi partilerle bu yolu birlikte yürüyecek, hem siyasi parti üyesi olmayan ancak toplumun çok farklı kesimlerinden insanları kucaklayarak yol yürüyecek. İktidarı devralmaya gidiyoruz. Anketler var. Her anket bir öncekinden iyi geliyor. Geçmişte 0,2 - 0,3 puanlık artışlar artık çok daha fazla. Her gelen anket, hangi firma yaparsa yapsın, iktidara yakın - uzak, abonesi olan - özel şirketlere yapan ama her gelen anket daha iyi geliyor. Bu da büyük bir sorumluluk yüklüyor üstümüze. Onu çalıştık. Bundan sonraki süreci konuştuk birlikte.”

“‘İLK MİTİNGİ SAMSUN’DA YAPARIZ’ DİYE HEP KONUŞMUŞTUK”

“Samsun, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Anadolu’ya ayak basıp Kurtuluş Savaşı’nı başlattığı simge kent. O yüzden ilk miting Samsun’da. Ekrem Başkan da bence tutukluluk hali ortadan kalktıktan ve mitinglere, il ziyaretlerine başladığında ilk Samsun’dan başlayacak. Bunu hep konuşurduk, ‘İlk mitingi Samsun’da yaparız’ diye. Maalesef Ekrem Başkan olmadan yapacağız. Onun boşluğunu biz dolduracağız. Yani Cumhuriyet Halk Partisi’nin Genel Başkanı Özgür Özel değil, Cumhuriyet Halk Partisi’nin yöneticileri, üyeleri değil; gelecekte ülkeyi yönetecek Cumhurbaşkanı’na sahip çıkmak isteyen herkesi Samsun’a bekliyoruz. Çok önemli bir miting olacak, çok önemli bir başlangıç olacak. Devamında da söylediğiniz gibi Çarşamba bizim için sembol. Neden? Darbe girişimi 19 Mart Çarşamba günü yapıldı. Yedi gün, gündüz ve gece direndik. 26 Mart Çarşamba günü orayı bir kayyıma değil, belediye meclisimizden bir seçilmişe, Nuri Başkan’a emanet ederek, Ekrem Başkan’ın da içine sinerek, belediye meclisimizdeki tüm üyelerimizin oylarını alarak ve yine sandıktan çıkan biriyle Ekrem Başkan’a vekil seçtik. Ona teslim ettik ve ayrıldık. Yedi gece miting yaptık, Çarşamba’dan Çarşamba’ya. Çarşamba 20.30; Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en demokratik, en önemli sahip çıkışlarından birinin gün dönümüdür. Yıl dönümü olacak ileride. Çünkü şundan dolayı. 19 Mart günü hem dünyanın en çok bildiği Türkiye’nin metropolüne, İstanbul’una, üç imparatorluğa başkentlik etmiş bir kente darbe yaptılar. Onun seçtiği belediye başkanına darbe yaptılar ve Türkiye’nin dört gün sonra belirleyeceği Cumhurbaşkanı adayına darbe yaptılar. Bence, milletimiz takdir ederse tabii ki bir sonraki Cumhurbaşkanı’na darbe yaptılar.”

“TARTIŞMASIZ 1,2 MİLYONUN DARBEYİ PÜSKÜRTTÜĞÜ YERDİR SARAÇHANE”

“O darbeyi o gün Saraçhane’ye, ki Saraçhane’yi bilmeyenler için hatırlatalım. Bir tarihi yarımadada bulunuyor. Etrafında köprüler, viyadükler var. Bütün köprüleri kaldırarak, kapatarak, gelen metroyu durdurarak, trenleri keserek, vapurlara izin vermeyerek Saraçhane’yi tecrit ettiler. Bütün İstanbul’da beş gün boyunca dediler ki, ‘Üç kişiden fazla bir araya gelmek yasak.’ O gün Saraçhane’ye ben çağrı yaptım ve o akşam 155 bin kişi geldi. Akıl alır gibi bir şey değil, olağanüstü. İnsanlar kilometrelerce geriden, örneğin biri diyor ki, ‘Yedi kilometre yürüdüm’, biri diyor ‘Üç buçuk kilometre…’ Kameramanlar kameraları sırtında üç kilometre yol yürüyüp geldiler. İnanılmaz engellemeler. Yaklaştığınızda bu sefer bariyerin önünde polisler. Yaklaştırmamak için her şey yapıldı. 155 bin kişi bariyerleri yıktı, bir yolunu buldu, oraya geldi. Çarşamba 20.30; 155 bin kişinin Türkiye’ye, ‘Korkmuyoruz, teslim olmuyoruz, seçtiğimiz başkanı kimseye vermiyoruz. Buraya kayyım atatmıyoruz’ dediği gündür. 155 bin kişi, ertesi gün 250 bin kişi oldu. Üçüncü gün 550 bin kişi oldu. Pazar günü ön seçimin olduğu gün 1 milyon 200 bin kişi oldu. Eskiden rakamlar tartışılıyordu. Şimdi drone var. Polisin de drone var. Tartışmasız 1 milyon 200 bin kişinin geldiği ve bir darbeyi püskürttüğü yerdir Saraçhane.”

“‘BU NORMAL DEĞİL, BİR ŞEY OLACAK’ DEDİK”

Özel, iktidarın İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne tansiyonu yükseltmemek adına kayyım atamasından vazgeçtiği değerlendirmesinin sorulması üzerine şunları söyledi:

“Doğru bir değerlendirme. O gün sabah Ekrem Başkan’a operasyon yapıldığında saat 07.00’ye 10 kala ben MYK üyelerime haber verdim. Zaten pek çoğu haberdar olmuştu. Hızla burada buluştuk. Ben 07.15’te filan buraya gelebildim. Herhalde 07.30’da sizin de geldiğiniz benim yukarıdaki odamızda 8 -10 kişi toplandık. Durum şundan ibaretti. Bir gece önce Ekrem Başkan’ın diplomasını alakasız bir kurum iptal etmiş. Yani diplomayı İstanbul Üniversitesi’nin İşletme Fakültesi vermiş. Çarşamba günü öğlen 12.00’de toplanıp bunu görüşecekler. Ama anlamışlar ki diploma iptal edilmeyecek. Çünkü yedi kişiden sadece ikisi ‘İptal edelim’ diyormuş. İftar vakti, akşamın 18.00 - 19.00’unda İstanbul Üniversitesi’nin yönetim kurulunu toplayıp, hiç alakası yok diplomayla, diplomayı iptal ettiler. İftarda öğrendik bunu. Ben şehit ve gazi aileleriyle Ankara’da iftardaydım. Ekrem Başkan bir ev iftarındaydı. ‘Gözü dönmüş bunların’ dedik yani. Ben hatta şöyle dedim, ‘Bu normal değil. Yarın öğleni bekleyemiyorlar. Gözü dönmüş bunların. Bir şey olacak yani.’ Zaten tedirgin yattık. Sabah 06.00’da uyandık. 07.00’yi geçe toplandık. Dedim ki, ‘Arkadaşlar ben İstanbul’a gidiyorum ama partiyi de savunmak lazım. Çünkü biz o hafta başına, bunu ilk kez açıklıyorum. Yani şöyle açıklıyorum. Bir çok duyum alırsınız. Hele gazeteciler sizler çok daha iyi. Bize gelen bilgi şuydu: Cumhuriyet Halk Partisi’ne kayyım, İBB’ye kayyım, İstanbul Barosu’na kayyım. Bu hafta üçüne de kayyım atayacaklar.”

“KAYYIMA KARŞI ARKADAŞLARIMIZ YEDİ GECE GENEL MERKEZDE YATTI”

“Yani bu hafta ‘İstanbul Büyükşehir’i alacaklar. Buna direnecek yapı olan Cumhuriyet Halk Partisi’ni çökertecekler. Bunu savunacak olan avukatların barosuna da kayyım atayacaklar.’ Zaten böyle bir tedirginlikle başladık. Dedim ki arkadaşlar, Genel Sekreterimiz Selin Hanım vardı, ‘Güçlü bir ekip yapın. Burada yatın.’ Bunu daha önce bu netlikle hiç konuşmadım. Dedim ki, ‘Burada yatın.’ Özgür Karabat yedi gün burada yattı. Gökan Zeybek yedi gün burada yattı. Veli Ağbaba yedi gün burada yattı. Ulaş Karasu yedi gün burada yattı. Ankara İl Başkanlığı’ndan, gençlik kollarımızdan 150 genç burada yattı, kayyıma karşı. Çünkü atarlar, biz bu binayı o kayyıma teslim edersek Türkiye demokrasisini teslim ederiz. Çünkü bu bina öyle herhangi bir bina değil. Avukat bürosunda oturup iki kişinin dilekçede yazdığı bir binadan bahsetmiyoruz. Gazi Mustafa Kemal Atatürk ‘İlk kongremiz Sivas Kongresi’dir’ diyor. Sivas Kongresi’nde kurulmuş bir partiden, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nden bahsediyoruz. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri’nden, Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan bahsediyoruz. Bu bina, Türkiye’yi teslim etmeyen binadır. Bu bina, Türkiye’nin 100 yıl önce kurtuluş mücadelesinin başlatıldığı partinin binasıdır. Burayı verdiniz mi demokrasiyi verirsiniz. Arkadaşlar bana dediler ki ‘Siz ne yapacaksınız?’ ‘Ben’ dedim, ‘İstanbul’a gidiyorum.’ 15 Temmuz gecesi de böyle hızlı bir değerlendirme ile doğru bir karar verdik. Dedik ki ‘Bu bir darbe. Demokrasiyi kuran parti darbenin karşısındadır.’ O gece uçaklar uçarken biz burada toplandık. Cumhuriyet Halk Partisi, bir anormallik varsa genel merkezde, ildeysek ilde toplanırız. Başka bir yere gitmeyiz. Çünkü burası Atatürk’ün karargahı. Burada vereceğiniz her kararda, iki omuzunuzda onar ton yük vardır. Atatürk’ün karargahındasın, ona göre karar ver. Oturduk 15 Temmuz gecesi ‘Biz demokrasiyi kuran partiyiz. Darbe Tayyip Erdoğan’a da yapılsa biz demokrasinin yanındayız. Seçilmişleri savunacağız. Meclis’i, gerekirse Cumhurbaşkanı’nı, bakanları ama demokrasiyi savunacağız.’ 15 dakikada karar verdik o zaman. Dedim ki, ‘Darbeler bir yeri hedef alır. Nereyi hedef alır? Meclis’i hedef alır. Çünkü demokrasinin merkezi orası. Meclis’e gidelim.” Arkadaşlar dedi ki, ‘Kapalı.’ ‘Açtıracağız, savunacağız.’ İsmail Kahraman’ı aradım, yardımcılarını aradım. Sağ olsun onlar da hızla Meclis’i açma fikrine katıldılar. Kapalı olan Meclis’i açtık ve savunduk sabaha kadar. Darbe sokakta milletimiz tarafından, Meclis’te de milletvekilleri tarafından püskürtüldü.”

“TERÖR DEMEK, KAYYIM DEMEK, NİYET BELLİ, SAVUNACAĞIZ”

“15 Temmuz’un hedefi nasıl Meclis ise, orayı, milli iradeyi savunduysak bu da bir darbe. Geliyordu, göz göre göre geliyordu. Ne zaman 9 Ekim günü bir Bakan Yardımcısı, siyasi bir kişilik İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı olarak atandı, ben ‘Bir darbe mekaniği işlemeye başladı’ diye çıktım Meclis’teki grup konuşmamda söyledim. Çünkü belli ki bize bir şey yapacaklar. Bir tarafsız hakim ve savcı yerine, bir bakan yardımcısı, Akın Gürlek oraya yollandı. O sabah bu darbe girişimini duyunca dedim ki, ‘Arkadaşlar bizim bir İstanbul Barosu var. Onu baro savunacak. Bizim kontrolümüzde iki mekan var. Biri, Cumhuriyet Halk Partisi. Burada yatıp, kalkın. Burayı savunun. En az 100 kişi olun.’ Dediler ki, ‘Bazı geceler 350-400 kişi yattık partide.’ ‘Burayı vermeyin’ dedim. ‘Siz ne yapacaksınız?’ ‘Vallahi yolda düşüneceğim’ dedim. Bir sembol mekanda bu darbeye direnmek lazım. Yola çıktık. Giderken İstanbul İl Başkanımı aradım, ‘Ne oluyor?’ dedim. Dedi ki, ‘Vatan Emniyet’e gittik. Önü şöyle, tedbirler böyle, il binası şöyle, burası böyle…’ Dedim ki, ‘Ekrem Başkan’a açılan iki dava var. Yani o anda iki soruşturma. Biri, kendilerinin ‘mali suçlar’ dedikleri, biri ‘terör’. ‘Terör’ demek, kayyım atamak demek. Direkt niyet belli. Dedim ki, ‘Kayyım atanacaksa İstanbul Büyükşehir’in sembol binası Saraçhane ve esas makam odası orada. Kayyım gelecek, orada oturacak. Orayı savunmak lazım.’ Özgür Çelik’e dedim ki, ‘Saraçhane’ye kimleri toplayabiliriz?’ Dedi ki, ‘İstanbul Büyükşehir belediye meclisimiz.’ Kaç kişi? 160 küsur kişi. Dedim ki, ‘Meclis salonuna derhal gitsinler, ben bir başka talimat verene kadar oradan çıkmasınlar. Çünkü orası oranın Meclis salonu.’ ‘Makam odası açık mı?’ dedim, ‘Açıktır’ dedi. ‘Tamam, oraya bir güvenlik alın. Ben geleceğim. Orayı savunacağız. Orayı hedef alacak arkadaş’ dedim. Özgür Başkan dedi ki, ‘Ben Vatan Emniyet’teydim, buradan bir grupla o zaman…’ Dedim ki, ‘Orada güçlü, zinde bir grup tut. Ben geleceğim konuşuruz. Erkenden de hedef etmeyelim. Çünkü siz orada 50 kişiyken gelirler, alırlar orayı.’ Her an atanabilir. Çünkü terör soruşturması varsa her an atayabilirler. İstanbul’a vardım.”

“BARİYERLERİ YIKTILAR”

“Yolda Bolu Tüneli‘nde gidiyoruz. ‘Doğrusunu mu yapıyorum?’ diye düşündüm. Yok önce Ekrem Başkan’ın ailesine bir moral vermek lazım, Dilek Hanım’a ziyaret. Köprüden geçtim Dilek Hanım’ı, çocukları gördüm. Orada basına bir mesaj verdim. Yani ailenin yanında. Çünkü ailenin morali, işin insani tarafı da önemli. Oradan Saraçhane‘ye gittim. Arkadaşlarla toplandık. Dedim ki, ‘Burayı bırakmayacağız. Öleceğiz, ama burayı bırakmayacağız. Burayı savunmamız lazım, kaç kişi gelir?’ Dediler ki ‘Çağırdıktan sonra, ulaşabilen herkes gelir. Ama eylem yasağı var, çok kişi gelmez.’ Dedim ‘Burada kalacağız. Ben burada yatacağım, kalkacağım’ dedim. ‘Burada yeniden her şey normalleşene kadar bu binayı savunacağız. Bir duyuru yapalım, akşam 20.30’da buraya herkesi bekliyoruz, gün boyu da isteyenler gelsin.’ Vatan Emniyet’in önünde de hatırı sayılır bir kalabalık vardı, 3 bin, 4 bin kişi birikmişti. İstanbul Üniversitesi’nde bir hareketlenme vardı. Öğleden sonra İstanbul Üniversitesi bariyerleri yıktı, akşamüstü meydana girdi. Vatan Emniyet’e Özgür Başkan gitti, önlerindeki bu tarafa doğru bariyerleri yıktılar, 4-5 bin kişi girdi. Biz oradaki 10 bin kişiyi bu binayı savunmaya yeter gördük. Anlatırken bazen zorlanıyorum. Balkona çıktım, ‘Yahu nereden geliyor bu insanlar?’ Her ara sokaktan insan akıyor, her ara sokaktan. Olacak bir şey değil. Diyorum ki, ‘Bir sorun ya, nasıl gelmiş bunlar?’ Diyor ki ‘7 kilometre yürümüş gelmiş.’ Acayip bir şey. İlerledi ilerledi, dediğim gibi polise sordum ‘Kaç kişi var?’ ‘155 bin kişi’ dedi.”

“SANDIK, BİZE ATATÜRK’ÜN EMANETİ”

Genel Başkan Özgür Özel, “İktidar şaşırdı aslında onu görebiliyorum ben. Bu kadar toplumsal dirence şaşkınlıkla baktılar. Siz de beklemiyordunuz galiba bu kadarını?” değerlendirmesi üzerine, “Şöyle bir şey var. Öyle olağanüstü şartlarda şöyle bir hissediyorsunuz. Ben şunu hissettim. Biz eğer meseleyi doğru anlatırsak insanlar buna sahip çıkacak. Şöyle bir şey var. Şimdi 15 Temmuz gecesine dönün. Sen beğen beğenme bir hükümet seçmişsin, bir Meclis oluşturmuşsun. Evet bu darbeyi yapanlarla hükümet arasında geçmişte etle tırnak gibiler, ne istediyse vermişler, adamlar bir yere gelmiş. Ama milletin seçtiği iktidarı ile muhalefeti ile bir Meclis var, çıkmış biri o Meclis’i kapatacak, o Cumhurbaşkanını tutuklayacak, o bakanları bilmem ne yapacak. Millet buna rıza göstermedi. Bakın Erdoğan’ın bu ülkeye yaptıklarından dolayı ona en çok kızan kişilerden biri benimdir. Ben bile şunu dedim, ‘Dur kardeşim önce şu darbeyi püskürtelim, bu hadsizleri. Çünkü gelecek başımıza Humeyni gibi geçecek. Sonra aramızda yarışırız.’ Bu hissiyat darbeye karşı. Yani bu millet en çok sandığı savunuyor? Neden? Atatürk’ün emaneti. Ondan önce Vahdettin vardı, Abdülhamid vardı, kuşaktan kuşağa, babadan oğula, soy bağıyla, kanla geçen bir iktidar vardı. Adam kendi canını ortaya koydu Paşa. Memleketi kurtardı. ‘Ebedi cumhurbaşkanı ol’ dediler, ‘Ebedi olarak milletin iradesini hakim kılmak lazım’ dedi. Atatürk’ün bize emaneti bir sandık ve milletin kimi yöneteceğine karar vermesi. Başımıza geçecek kişiyi milletin karar vermesi. Bu millet her şeyi feda ediyor, her şeyden vazgeçiyor, bazen kızıyoruz, ‘Nasıl tepki göstermiyor?’ falan. Ama seçme hakkına dokunduklarında ona çok yüksek reaksiyon veriyor” dedi. Özel ayrıca, “İmamoğlu meselesi böyle mi?” sorusunu şöyle yanıtladı:

“BU MİLLETE NE İSTİKAMET DAYATIRSAN KARŞISINDA OLUR”

“Tam olarak böyle. Bakın buna şu anda halen daha Erdoğan AK Parti’nin elitleri, yöneticileri, okuyamadılar bu. Diyorlar ki, dün anket yayınlandı, CHP sekiz puan önde. ‘Nasıl olur? Bizi yurtdışına şikayet ediyor, millet buna kızar. Bilmem ne yapıyor millet buna kızar. Millet kavga sevmez.’ Bak bunların hepsi doğru, ben zaten buna inanıyorum. Milletin kavga sevmediğine, birliğe, beraberliğe. Millet darbe sevmiyor. Bu millet seçtiği başbakanın asıldığını gördü ya, o travmayı atlatamadı. Bu millet darbe, siyasete istikamet vermeye çalışan kim varsa karşısında. Kenan Evren, ne dedi? ‘Bu askeri seçeceksiniz’ dedi. Millet gitti Özal’ı seçti. Bu millete ne istikamet dayatırsan karşında olur. Şimdi AK Parti geçmişte milletin bu tutumundan istifade etmiş bir parti.”

“MİLLET SEÇME HAKKINA EL UZATANIN ELİNİ KIRIYOR”

Özel, Erdoğan yönetimi için kullandığı, “cunta” ifadesinin doğru kullanılıp kullanılmadığının sorulması üzerine, şunları söyledi:

“Çok doğru. Ve bütün dünya basını da Türkiye de herkes bunu tartışıyor. Çok doğru. Bu millet seçme hakkına el uzatanın elini kırıyor. 15 Temmuz’da da bunu gördük, 12 Eylül’de de dediğini seçmeyerek Kenan Evren’i evet Cumhurbaşkanı kaldı, o sandıktan çıkarak ama. Aslında dediğini seçmeyip demokrasiyi seçerek Kenan Evren’i tasfiye etti. Yoksa onun dedikleri olsaydı Kenan Evren defalarca kalırdı, bilmem ne. Net bir durumda ben o gün şunu gördüm. İstanbullular, ilk önce Beylikdüzü’nden seçmişler, başarılı görmüş CHP, aday göstermiş büyükşehri. 2019’da kıyasıya bir yarışla, kolay bir yarış değildi. Yarışın bir tarafında Başbakan var. Yani bir ülkenin en güçlü figürü kimdir siyasette? Hele hele Cumhurbaşkanı tarafsızsa Başbakan. Başbakan Binali Yıldırım. Başbakanlık bitmiş kendisi olmuş Meclis Başkanı. Ekrem İmamoğlu ilçe belediye başkanı. Düşünün bir ilçe belediye başkanı ile ülkenin son Başbakanı yarışıyor. Başbakanı Cumhurbaşkanı destekliyor, bütün bakanlar destekliyor. Ekrem İmamoğlu 20 bin küsur bir farkla, sonra ise itirazlar falan, 13 bin 600 farkla seçimi kazanıyor. Dönüyorlar diyorlar ki ‘13 bin farkla İstanbul’u vermeyiz.’ Gidiyorlar mazbatayı iptal ediyorlar. 40 gün sonra seçim yapılıyor. Ne yapıyor millet? 13 bin 600 fark oluyor 806 bin fark. Yani diyorlar ki ‘Olmaz kardeşim. Darbe yapamazsın. Benim seçtiğim yönetecek.’ O kişi bu sefer bir milyonla seçiliyor. Bu sefer seçiminden on ay sonra beş yıl yönetmiş, 300 tane müfettiş İBB’den çıkmamış, bir kusur bulamamış. ‘Ben buldum’ diyorsun. Alıyorsun, görevden alıyorsun ve yerine kayyım atamaya çalışıyorsun. Bu darbe. İstanbullu şöyle düşünür. ‘Ben seçtim mazbatasını iptal etti, bir daha seçtim kayyım atamaya çalışıyor.’ ‘Seçtiğine sahip çıkar’ dedim. Ayrıca dört gün sonra bir sandık var, ve o sandıkta CHP üyeleri gidip tarihte ilk kez, Türkiye’de ilk kez, dünyada çok az örneği olduğu şekilde Cumhurbaşkanı adayını üyeler seçecek. Yani yine bir sandık var. O sandığa da mani olmaya çalışıyor. Dedim ki ‘Bu parti bu ülkede bu sandığa da İstanbul’un sandığını da sahip çıkar.’ Çünkü seçtiği belediye başkanına darbe yapıyorlar, geleceğin Cumhurbaşkanı adayına da darbe yaparak milletin seçme hakkını elinden alıyorlar. Millet bunu sevmez. O yüzden o sabah şunu hissetmiştim. Biz bu işi doğru anlatırsak, püskürtürüz. O akşam hani 155 bin değil 50 bin kişi de gelse çok kıymetliydi. Çok önemli bir kalabalık geldi, Sandığına sahip çıktı, seçme iradesine sahip çıktı ve püskürttü. Cuntaya gelince. Cunta nedir? Asker ya da sivil seçilmişlerin yerine zorla geçmeye ve yönetimi devralmaya çalışan kişilere denir. Ben defalarca söyledim bir daha söyleyeyim. Sayın Erdoğan son girdiği genel seçimde, seçilerek Cumhurbaşkanı unvanını almıştır. Ben de kendisine defalarca ‘Sayın Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Sayın Erdoğan’ dedim. Bayramda aradım, partisine gittim, burada ağırladım. Hatta kanun şudur, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı bir binaya gelirse o binada olduğu sürece göndere Cumhurbaşkanlığı forsu olan bayrak çekilir. Ben o bayrağı da çektim geldiğinde. Cumhuriyet Halk Partisi binasına o bayrağı da çektim. Seçilmiş Cumhurbaşkanı. Ben ona seçenlerin iradesinden dolayı, onu seçen 25-26 milyon kişiye saygımdan dolayı ‘Sayın Cumhurbaşkanı’ dedim, kapıda karşıladım, kapıda uğurladım.”

“O GÜNKÜ TAVRIM DOĞRUYDU”

“(Normalleşmeden) Bir adım da geri atmadım. Normalleşme şu, millet küfür kavga yerinde emekli maaşına zam istiyor kardeşim. Veya 28 Şubat meselesinde paşalar, Gezi Davasından gencecik insanlar, anneler, kardeşler kalmasın, emekli maaşı sefalette olmasın, asgari ücret iyi olsun, sendikal haklar iyi olsun. Bunları istiyor. Dedim ki ‘Gelin ülkeyi siz normal yönetin, kutuplaşmadan. Hep birlikte ben muhalefet, sen iktidar. Ben artık birinci partiyim, sen artık ikinci partisin. Bu ülkede kavga olmadan bir iktidar devri olsun.’ O süreci ayrıca konuşuruz, o günkü tavrım da doğruydu. Sonuna kadar da arkasındayım.”

“MİLLET BİZE BİRİNCİ PARTİ OLMA GÖREVİNİ VERDİ”

Özel, süreci Erdoğan’ın bitirdiğini kaydederek, “Ben açıkça anlatırım niye bitirdiğini de. Ama çok net bir şey var İsmail Bey, millet ‘Açım ve yoksulum, işsizim, kavga istemiyorum. Derdimi duyun, benim derdimi çözün’ dedi. Bize de birinci parti olma görevini verdi. Biz millete hizmet ederek, iyi yöneterek ve insanları Erdoğan’a oy atmış olsalar da, o insanlara saygı duyarak, saygı göstererek bir yol yürüdük. Bu yürüyüşün sonunun iktidar olduğunu görünce Erdoğan, bu normalleşme bitirmeye karar verdi” dedi.

“BİR SEÇİLMİŞİ DARBE YOLUYLA İNDİRME…”

Genel Başkan Özel, cunta ifadeleri hakkında ayrıca, “Şunu söylüyorum tam olarak. Erdoğan son genel seçimlerde aldığı oy, seçmene hürmeten, ‘Sayın Cumhurbaşkanı’ demişim burada bir şey yok. 19 Mart günü o Erdoğan atadığı savcı eliyle, devletin 35 yıl önce ilan vererek davet ettiği, 31 yıl önce imza atıp mührünü basıp, -devletin mührüdür o İstanbul Üniversitesi’ndeki- verdiği diplomayı iptal ettirerek, ertesi sabah beşte iki ayrı dosya. İkisinde de gizlilik var, savcıların birbirinden haberinin olmaması lazım. Bir yerden yönetilmiyorsa. İkisi aynı anda harekete geçerek, yüzlerce, binlerce polisle İstanbul’un seçilmiş, hazmedilemeyip seçimi iptal edilmiş, bu sefer 800 bin oyla seçilmiş, bir sonrakine Başbakan yenememiş, Şehircilik ve Çevreden sorumlu, yani belediyeciliği en iyi bilen bakanı getirmiş, ona da bir milyon fark atmış. Sırf anketlerde kendinden çok çıkıyor, gelecekte Cumhurbaşkanı o olacak diye, Pazar günü yapılacak ön seçimden önce gidip de alıp, dört gün tutup, tam ön seçim günü hapse koyma meselesi, bir seçilmişi darbe yoluyla indirmektir. Bu bir sonraki Cumhurbaşkanına darbedir. Kendi rakibine darbedir. Bu darbeyi yapan cuntacıdır. Erdoğan son seçimde aldığı oy ile Cumhurbaşkanı unvanı almıştır, 19 Mart’a yaptırdığı işle cunta başkanı unvanı almıştır” dedi.

“DÜNYANIN EN ÇOK GEZDİRİLEN HAKİMİ OLMUŞ”

Özel, Cumhurbaşkanlığı Kabinesi’nin tepkisinin sorulması üzerine, “Şunu söyleyeyim. Şimdi Akın Gürlek, en tartışmalı 10 kadar davada İstanbul’da mahkeme mahkeme gezdirilmiş, nerede lazımsa oraya götürülmüş. Selahattin Demirtaş’a da cezayı o vermiş, Canan Kaftancıoğlu’na da cezayı o vermiş. Can Atalay’a da cezayı o vermiş, içeride o tutmuş. 10 büyük davada tak tak tak tak muhalefeti doğramış bir isimdi. Bakın o kısmı geçmişte çok tartışıldı. Ben ona dedim ki, mesela başarılı bir hakim yıllarca aynı yerde kalır İsmail Bey. Hakim teminatı diye bir şey var, coğrafi teminat diye bir şey var. Dünyanın en çok gezdirilen hakimi olmuş. En mobilize hakim. Ben ona seyyar giyotin dedim, davalık olduk falan. O süreç bitmiş. İsmail Bey, Akın Gürlek gelmiş bakan yardımcısı yapılmış. Herhangi bir savcı, hakim, Manisa’daki bir savcı dese ki ‘Ben MHP’den aday olacağım.’ Olabilir mi, olur. Gider MHP’den aday olur. Seçilemedi, görevine geri gelemez. ‘Sen artık MHP’lisin, adalet dağıtamazsın’ diyorlar. Çankaya‘daki bir hakim, bir savcı CHP’den aday oldu, geldi. Görev yaptı, yapmadı. Rengi belli oldu. Artık göreve dönemez. Şimdi çok tartışmalı kararları oldu Akın Gürlek‘in, onu geride bırakıyorum. Sen almışsın bakan yardımcısı yapmışsın. Kendi ifadenle ‘Bakan yardımcılığı siyasi bir pozisyondur’ diyorsun. ‘Eskiden bakanlar siyasiydi, yardımcıları teknikti. Şimdi bakanlar teknik, yardımcıları siyasi’ diyorsun. Ve siyasi bir bakan yardımcılığı pozisyonunda Akın Gürlek‘i çalıştırıyorsun. Aylarca o görevi yapıyor. Hatta bekleniyor ki Akın Gürlek artık o görevden, bakan yardımcılığı görevinden bakan olur, siyasetçi olur, oldu yani. Şimdi 9 Ekim günü o kişiyi alıp İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı, yani İstanbul’da bir hukuk insanının gelebileceği en üst noktaya geliyorsunuz. Hem idari görevleri var orada, hem yargısal görevleri var. Bir kere bizim Anayasamız eski sisteme göre yazıldı, yenisine uyum yapıldı ya. Uyum maddelerinde biz bunu söylemiştik. ‘Bakın hakimler savcılar dönemez diyorsunuz görevine, siyasi görevlere. Bakan yardımcılığı da siyasi bir görev, bakanlık da siyasi bir görev. Bunların dönemeyeceğini yazın’, yazmadılar. Bal gibi siyasi. Erdoğan’ın sağ kolu kişiye Erdoğan dedi ki, ‘Akın sana İstanbul’da ihtiyacım var.’ İstanbul’a götürdü. Bu operasyonlar yapılıyor. Cümle alem biliyor ki Erdoğan’ın haberi olmadan Akın Gürlek terini silmiyor. Bu kadar söylüyorum, bakın. Akın Gürlek terini silecekse Erdoğan’a söylüyor. Uçaktan iniyor, havaalanında bütün AK Partililer biliyor. Akın Gürlek’le Erdoğan. Ama 3 dakika, ama 30 dakika baş başa görüşüyor mu, görüşmüyor mu? ‘Görüşmüyor’ desinler. ‘Akın Gürlek Erdoğan’ı havaalanında karşılamıyor, kendisine uzun-kısa brifingler, ayaküstü ya da odada vermiyor’ desinler. Ömer Çelik’e sorun. Ben AK Partililerden, Cumhurbaşkanlığından Akın Gürlek‘in Erdoğan’ı havaalanında, konakladığı yerde ya da çalışma ofisinde evinde ziyaret edip, rutin aralıklarla düzenli şekilde bilgi verip vermediğini söylesinler. Ben bu kadar net söylüyorum. AK Partililer de biliyor bunu. Bütün seremoni. O karşılamada benim arkadaşlarım var. (Böyle bir bilgiye sahip olduğunuz için bu aslında politik bir dava diyorsunuz) Zaten Akın Gürlek bakan yardımcısı iken, bakın Erdoğan adamı bakan yardımcısı yapmış, siyasi pozisyon. Oradan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı‘na atıyor. Niyeti belli. Geldiği gün 9 Ekim. İlk hareketi 30 Ekim Esenyurt‘a kayyım ataması. 30 Ekim’den beri neler oldu kronolojik olarak bir bakın. Beşiktaş Belediyesi, Beykoz Belediyesi, toplam altı belediyemiz. Bunun yanında Gezi’ye giden sanatçılar, bunların başında Ayşe Barım. ‘Tekel mi oluşturdu, o mu bu mu?’ Bir popülarite, bir magazin boyutu kazandırdı. Sonra aldı hapse koydu, hala daha zavallı kadın hiçbir suçu olmadan orada duruyor. Onun üzerinden dünya kadar sanatçıyı getirdi, onları, hepimizin gözü önünde. Ne yapıyor? En popülerler. Sade vatandaş ‘Allah Allah’ diyor ya ‘Sanatçılar gidiyor.’ ‘14 yıl önce de olsa da olsa, 12 yıl önce de olsa ben Gezi’nin hesabını sorarım’ dedi. Kim yapıyor? Akın Gürlek yapıyor. Bundan önceki Cumhuriyet Başsavcısı, ondan önceki, ondan önceki yapmıyordu. Bu yapıyor. Adam sabah kalkmış, 12 yıl önceki Gezi’den hesap sormaya kalkmış. Oysa bu ne? Sanatçıları sindirmek. Gazeteciler. En son Timur Soykan, Murat Ağırel. Bugüne kadar dünya kadar gazeteci, İsmail Saymaz ayağında kelepçe ile tutuluyor. Özlem Gürses bir ay evden yayın yaptı. Dünya kadar gazeteciyi alıyor, koluna polis sokuyor, o fotoğrafı veriyor, o fotoğrafı gösteriyor. Kolunda dün Timur Soykan‘ı da polis götürüyor. 11’de gidecek adamı sabah altıda evden alıyorlar. Bunların hepsi halka operasyon. Kimin talimatıyla oluyor? Akın Gürlek’in talimatıyla oluyor. TÜSİAD Başkanı, değil mi? Gazeteciler, sanatçılar, işadamları. Başka bir boyut. Bugüne kadar TÜSİAD dediğin kurum çok önemli bir kurum, eleştirir, genellikle hükümetin bütün toplantılarına gider, bakanların dış gezilerine katılır. Adam demiş ki ‘Hukukun üstünlüğünün olmaması Türkiye ekonomisine zarar veriyor.’ İki kere iki dört demiş. Aldılar adamları mahkemeye, yurtdışına çıkış yasağı. Mehmet Şimşek diyor ki ‘Gel yurtdışına birlikte gidelim.’ Adam diyor ki ‘Gelemem Akın Gürlek bana yurtdışına çıkış yasağı koydu.’ Yurt dışına çıkış yasağı” ifadelerini kullandı.

“YAPILANLAR PLANLI”

Özel, tüm bunların planlı olup olmadığı sorusuna, “Planlı, tek elden yönetiliyor. Bakın iş dünyası bir kelime söyledi, yurtdışına çıkış yasağı. Gazetecilere ev hapsi, sanatçılara o şekilde. Döndü her partiden. Sendikacılar var. Ya Genel-İş’in Genel Başkanı hapiste yattı burada. Ev hapsi cezası alan sendikacılar var. Şimdi bakın öğrencilere en son geldi. Ama bir sürü öğrenci zaten öyle içeri giriyor çıkıyordu. Siyasetçiler, en sağda Zafer Partisi, en sağda. Genel Başkanı içeride ya. Bakın Ümit Özdağ bir Genel Başkan. Bir partinin, mesela EMEP’in il başkanının içeride olması Türkiye Cumhuriyeti için çok ayıplı bir iştir. İstanbul il başkanı içeride. Zafer Partisi’nin Genel Başkanı içeride. Selahattin Demirtaş, DEM Parti’nin Figen Yüksekdağ ile birlikte, seçilmiş Eş Genel Başkanlarıyla sekiz yıldır içerdeler. İçeride iken Cumhurbaşkanı adayı oldu. Bunun yanında İstanbul’un seçilmiş belediye başkanı içeride. Altı belediye başkanı içeride. Her partiden belediye başkanları içeride. Buna itiraz eden gençler, bir gün yatarı olmayan çocuklardan 301’ini koydular, nihayet dünkü tahliyelerle. Biraz yüreğimiz hafifledi, bugün de devamını bekliyoruz. İklim değişti, yani anladılar. Toplum da darbeyi yapacağını biliyor Ekrem İmamoğlu‘nu alacağını biliyor. O gün kim itiraz eder? Bir; avukatlar, baro. İstanbul Barosu’na kayyım atayayım. İstanbul Barosu’nu görevden aldı. İki; öğrenciler. Öğrencileri içeri atıyor. Sanatçılar, Ayşe Barım operasyonu. Gazeteciler, aylardır yapılan işler. İş dünyası destek vermiş, sendikalar. İnce ince böyle satır satır yazmış, tık tık tık tık hepsini yapmış. Ses çıkmasın diye.”

BU KADAR TESADÜFÜN MUCİZE OLMASI LAZIM”

“Darbe girişimine karşı tepki gösterecek kim varsa yazmışlar, ona göre operasyonları yapmışlar. Bu tek elden yürütülmüyorsa bu kadar tesadüfün mucize olması lazım. Mucize kere mucizeyi sekiz kere çarpman lazım. (Beklemedikleri bir şey oldu sanırsam) Ne oldu biliyor musun? Millet dedi ki ‘Ben seçerim, görev veririm, birkaç kez oy vermiş olabilirim, bugüne kadar hep oy vermiş olabilirim. Ama benim seçme hakkımı elinden alanın karşısındayım’ dedi. ‘Bu bir darbe girişimidir’ dedi ve millet şunu dedi, ‘Ekrem İmamoğlu’na yapılanı kendime yapılmış sayıyorum’ dedi. Bakın şimdi tabii somutlayamayınca şey olmuyor ama, keşke tutup getirsek görseniz. Benim yerime buraya bir amcayı çıkarsam. Adam diyor ki ‘Kardeşim ben eskiden AK Partiliydim, şimdi MHP’li oldum’ diyor. ‘Ama Ekrem İmamoğlu için dayanışma sandığında oy kullandım, şimdi de imza atıyorum’ diyor. ‘Oy veririm, vermem. Bana kimse karışamaz. Onun için geldim’ diyor. Eski AK Partili ve sonradan MHP’li olmuş bu süreçte yani AK Parti-MHP yakınlaşmasında, herhalde AK Parti’ye de ekonomik sebeplerden kızıyor. MHP’li olmuş. Dayanışma sandığında oy kullanmış, şimdi de ‘İmza atacağım’ diyor. ‘Niye?’ dedim. Hani ben diyorum ki ‘Ben mi seni ikna ettim acaba? Ekrem başkan mı ikna etti?’ ‘Oy veririm vermem bilmiyorum’ diyor. ‘Ama bana kimse karışamaz’ diyor. Kendi iradesine yapılan saldırıya insanlar tahammül etmiyorlar. O yüzden büyük bir ayaklanma oldu, büyük bir baskı oldu” yanıtını verdi.

“SORUMLULUĞUMUZ NEYSE O”

Özel, “Siz, şimdi bunun hem öncülüğünü yapıyorsunuz, hem orkestrasyonunu yapıyorsunuz” değerlendirmesi hakkında, “İçindeyiz, sorumluluğumuz neyse o. Ben eğer bir Manisa’da eczacı olsaydım, o yedi gün boyunca Manisa’da sokakta yürürdüm. Düdük çalardım, isyan derdim. Bana ona görev düşerdi. Ben bir milletvekili olsaydım bu binada yatardım, bu binayı vermemek için çalışırdım. Genel Başkan olduğum için benim sorumluluğum, insanların bu darbe girişimine direnirken barışçıl, yani kimseye zarar vermeden. Hem polisle çatışma meseleleri beni çok üzen, rahatsız eden şeyler” dedi. Özel ayrıca, “Diliniz çok dikkatliydi, dikkat ettim. ‘Polisimiz’ dediniz” ifadesi hakkında, “Tabii ‘Onlar da vatan evladı’ dedim. Polise, jandarmaya ya da kamu malına zarar vermemek lazım. Haklıyken haksız duruma düşmemek lazım” dedi.

“AYLARCA KONUŞTULAR, SADECE GİZLİ TANIKLAR VE İFTİRALARI ÇIKTI”

“Zaten bizim hedefimiz de Taksim değil. Gezi Parkı’nda korunacak ağaçlar, korunacak Atatürk Kültür Merkezi, Taksim’deydi. Taksim’i savunduk. Şimdi darbe Saraçhane’ye yapılıyor. Saraçhane’yi savunmamız lazım” diyen Özel ayrıca, “Orada tabii gençler, ‘Taksim’e çıkalım.’ Bazı uyanıklar da araya giriyorlar. ‘Taksim önemli. Taksim’e gidelim.’ Orayı boşaltmamızı istiyorlar. Ben de diyorum ki ‘Burada kalacağız.’ Ama yine de bazı arkadaşlar tam o Bozdoğan Kemeri’nin önünde polis ile temas halinde. Ben de emniyet müdürüne, valiye arkadaşlarımı yollamışım. Demişiz ki, ‘Bizim orada bir işimiz yok. Biz burayı savunuyoruz. Ama siz de lütfen gelenlere gaz filan sıkıp tahrik etmeyin.’ Zaten koca TOMA var. Önünde çocuk duruyor. Gaz sıkınca o ona atıyor, o ona atıyor. İki tarafın da kusurlu olduğu zamanlar oldu. Ama birinci, ikinci günden sonra ben otobüsün üstünden, ‘Sayın Vali bu gaz atılmasın, gaz atılırsa biz de geliriz oraya’ dedim. 500 bin kişiyiz. Gaz kesildi. Anlattığınız olay o. Hazır gaz kesildi, güzelce protesto hakkımızı kullanıyoruz. O sırada bizim Gençlik Kolları tutuyor maytap yakıyor. Onlar maytap yakınca o duman gelince, kitle ‘Gaz geliyor’ diye tepki gösteriyor. Dedim ki ‘Ya gaz değil.’ ‘Gaz, gaz, gaz’ diyorlar. Diyorlar ki, ‘Bak bize gaz sıkıyorlar, biz de gidelim onların üstüne.’ Dedim ki, ‘Ya bizim Gençlik Kollarından bunlar.’ ‘Bak tanıyorum seni, yakma şu fişeği’ dedim. O baya fazla konuşuldu. Mesele şuydu orada. Bir konuda, siyasette, bu kitaplarda yazar yani. Kazanmanın üç şartı var: Ahlaki üstünlük, moral üstünlük, yani psikolojik üstünlük ve çoğunluk enerjisi. Bu işte ahlaki üstünlük bizde. Neden? Gördük soruları. Ne demişlerdi? Aylarca ‘MASAK raporu’ dediler, bomboş MASAK raporu çıktı. Aylarca ‘Neler var neler? Turpun büyüğü heybede. Göreceksiniz…’ Rüşvet, yolsuzluk olabilecek bir tane dekont, para, görüntü hiçbir şey çıkmadı. Ne çıktı? Sadece gizli tanıklar: Meşe, Çınar, Ladin. Onların iftiraları. Kim oldukları belli değil. ‘Duydum ki rüşvet alıyorlar, duydum ki başkası…’ Bununla arkadaşlarımız içeride. Ahlaki üstünlük bizde. Bize ahlaki olmayan bir şekilde saldırıldı.”

“GÖKKUŞAĞI GİBİ RENGARENK AMA AYNI YERDE DURUYORLAR”

“Herkes kabul ediyor, AK Partililer de tartışıyor, psikolojik üstünlük muhalefette. Çünkü karşımızdaki kötülüğe karşı kurt işareti yapan Zafer Partili, zafer işareti yapan DEM Partili, altı ok yapan 80 yaşında teyze, 16 yaşında Halk-Lis’li CHP’li çocuk yan yana duruyorlar. Gökkuşağı gibi rengarenk ama aynı yerde duruyorlar. (Kitle sadece CHP’li değil?) Hayır, sadece CHP’li olsa bu darbeyi püskürtemeyiz. Bakın bir darbeyi bir parti püskürtemez. Bir darbeyi millet püskürtür, halk püskürtür. Zaten darbe mekaniğine, girişimine karşı başarılı olacaksanız orada şuna bakacaksınız: Sokakta kim var? 15 Temmuz’da sokakta AK Partililer olsaydı ve CHP’liler, MHP’liler, DEM’liler darbeden yana olsaydı Türkiye’de iç savaş çıkardı. Darbe, sokağın partileri aşan bir birlikteliği ile püskürtülür. Kurtuluş Savaşı gibidir. Kurtuluş Savaşı veriyorsun. Orduda kim var biliyor musun? Orduda millet var, halk var. Darbe de halkla püskürtülür. O yüzden Tayyip Erdoğan siyasi tarihinin en büyük hatasını yaptı. Bir sürü kendi adına doğru işler yapmıştır siyaseten. Millet adına doğru işler yaptığı da olmuştur. 23 yıldır çeşit görevler yapıyor. Ben Tayyip Erdoğan’ın hep karşısında oldum. Ama siyaseten kendi doğruları oldu ki bizi yendiler, kazanamadık. Ama Tayyip Erdoğan 31 Mart’tan beri yanlış yapıyor ve en büyük hatası şu oldu: Devlet ile milleti yarıştırmayacaksın.”

“O DEVLET AKLI DEĞİL, DEVLET AKLININ TUTULMASIDIR”

“Bakın Kenan Evren’in de hatası budur. 28 Şubat süreci yaşanırken bazılarının mesela başörtülü teyzeyi sen torununun içeride nişanı var. Orduevine sokmayacaksın. Oradaki akıl, devlet aklı değil. Devlet aklının tutulmasıdır. Tamamen yanlıştır. Üniversitede ikna odaları, devlet aklının tutulmasıdır. Şu anda da ‘devlet aklı’ diyorlardı ya. Devlet aklı tutulmuştur. Şu anda Recep Tayyip Erdoğan şu hatayı yapıyor. Ben millet adına söyleyeyim. Bunu 31 Mart seçiminden önce de sonra da size de anlatmıştım. Ben hiçbir şeyi bilmiyorum, bir tek şunu biliyorum: Sandığı okumayı, sokaktaki insanın mesajını almayı biliyorum. Benim tanıdığım millet şöyle bir millet: Vergi istiyorsun, ödüyor. Kızıyor, mızıyor, birazcık az vermek istiyor ama veriyor. Askere çağırıyorsun, gidiyor. Gerekirse kolunu veriyor devleti için. Oğlunu veriyor devleti için. Evine koca bayrak asmışlar, briket ev, sıvasız. Camında naylon var. Mikrofonu uzatıyorlar, ‘Ne diyeceksin?’ diye, ‘Vatan sağ olsun’ diyor. Devletini bu kadar sever. Ama ne zaman devlet karşısına geçip de milletin yerine geçerse der ki, ‘Ben milletim, sen devletsin.’ Kaymakamdan ilçe başkanı yaparsan, validen il başkanı performansı beklersen, Anadolu Ajansı’nı Cumhur İttifakı ajansı yaparsan, TRT’yi AK Parti’nin sesi radyosu - televizyonu yaparsan ve polisleri hiç yaşamadıkları şehre götürüp, hiç yaşamayacakları bir yerde belediye seçiminde askerlere, uzman çavuşlara oy kullandırtırsan, adam bakıyor diyor ki, ‘Kardeşim ya bu devlet benim karşıma geçmiş.’”

“ERDOĞAN, TEK BAŞINA VE GÜÇ ZEHİRLENMESİ YAŞIYOR”

“Devlet ile millet yarışırsa millet kazanır. (Erdoğan kendi hayatında da yaşadı?) Biliyor ama bu sefer yanlış tarafta. (Bu hatayı neden yapıyor o zaman?) Güç zehirlenmesinden. Montesquieu bundan 250 yıl önce demiş ki ‘Güç yozlaştırır, mutlak güç mutlak yozlaştırır.’ Yasaların Ruhu… Öyle bir noktadayız ki Erdoğan eskiden doğruları yaparken, hani diyorsunuz ya ‘Süreci doğru yönettiniz’, benim gibiydi. Etrafında arkadaşları vardı. Bolca fikir alıyordu, danışıyordu. Kendi siyasi okumasıyla doğru kararlar veriyordu. Eleştiriye açıktı. Ne diyorlardı? ‘İstişare mekanizmalarını çok iyi işletir filan.’ Şimdi Erdoğan tek başına. Herkes ondan korkuyor. Herhangi bir söze tahammülü yok. Güç öyle bir kendisini zehirlemiş durumdaki artık en ufak bir eleştiriyi duymak istemeyen bir nobranlığın içinde ve herkes, partisinde de herkes bunu söylüyor. Şimdi isimler söyleyeceğim. Eskiden Meclis başkanlıkları yapmış, Başbakan yardımcılıkları yapmış, bakanlıklar yapmış, halen AK Parti üyesi olan, aklı selim, ak saçlı insanlar diyorlar ki, ‘Yanlış yapılıyor. Bu fayda getirmez.’ Bu kişiler CHP’li değil ve bu kişiler siyaseten tecrübeli, geçmişte başarı ile başarısızlığı da görmüş. AK Parti’nin içinde öyle gruplar var ki kendi pozisyonlarını kaybetmemek için her şeyi toz pembe gösteriyorlar. Erdoğan zaten kendisi de şu niyette olduğu için, şunu söylediği için: ‘Demokrasi bir trendir. İşimize geldi, bindik. İşimize gelmeyen yerde ineriz’ dediği için… Erdoğan’ın İsmet Paşa gibi, Bülent Ecevit gibi, Deniz Baykal gibi, Kemal Kılıçdaroğlu gibi, Özgür Özel gibi bir demokrasi altyapısı yok. Biz parlamentodan yanayız. Biz eleştiri kültüründen geliyoruz. Mesela biz kazanmak kadar kaybettiğinde de olgun davranmayı erdem sayarız. İsmet Paşa 1950 seçimlerini kaybetmiş, oturmuş oğlu Erdal’a mektup yazmış. Diyor ki, ‘Kurmaya çalıştığımız yeni cemiyeti, demokrasiyi kurduğumuzu anlıyorum. Ben en büyük yenilgimi aldım ama bu bir zafer. Türkiye’de sandıkla yönetecekler, el değiştirmeye başladı.’” dedi.

“BİZİMKİ KENT UZLAŞISIYSA BU DA BAŞKENT UZLAŞISI”

Özel, İmamoğlu’nun İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Gürlek ile görülecek davası hakkındaki soruya, “Aslında dava bugün Çağlayan Adliyesi’ndeydi. Bugün kritik bir gündü. Üç ayrı mahkemede dava vardı. Hatta ‘Ekrem Bey nasıl bu üç davaya katılacak, yetişecek?’ diye konuşuluyordu. Meğerse bunu planlamışlar. ‘Silivri’ye koyarız. Davaları da Silivri’ye götürürüz’ diye. Hem il binamızla ilgili bir dava var. Hem Akın Gürlek ile olan dava var. Hem de daha sonra yapılan açıklamalardan dolayı açtıkları diğer davalar var. Bugün Akın Gürlek davası Silivri’de görülecek. Yüksek bir katılımla; bölgedeki il başkanlarımız, ilçe başkanlarımız, belediye başkanlarımız, çok sayıda yönetici arkadaşımız Ekrem Başkan’ın yanında olacak. Dün ben de kendisi ile görüştüm. Tabii bu dava ile ilgili bir olumsuzluk beklemiyoruz. Zaten Akın Gürlek’in öyle fasaryadan açtığı davalardan bir tanesi. Ama esas bu iki büyük iftira, biri terör ki küllüm çöktü. Öyle bir şey ki, suçu şuymuş Ekrem Başkan’ın: ‘Batıda belediye başkanlığı kazanamayacağı halde batıdaki Kürtlerin belediye meclis üyeliklerine getirilerek, belediyelerde söz sahibi yapıldıklarından’ dolayı teröre destek olarak görüyormuş. Batıdaki Kürt dediğin PKK’lı mı? Batıdaki Kürt dediğin terör örgütü olabilir mi? Erdoğan şöyle diyor: ‘Kürtler, oyu bana veriyorsa makbul vatandaştır. Bana vermiyorsa teröristtir.’ Böyle bir yaklaşım var. O tamamen çökmüş durumda. (Cumhurbaşkanı ile DEM heyetinin görüşmesinden dünkü fotoğraf gazetelerde?) Bize diyorlar ki ‘DEM’le görüşüp kent uzlaşısı yaptınız.’ Dün de siz başkent uzlaşısı yaptınız. Bizimki kent uzlaşısıysa, bu da Başkent uzlaşısı” yanıtını verdi.

“BUGÜN ÜYE SAYIMIZ 2 MİLYON, BU BİR HALK HAREKETİ”

Genel Başkan Özel, İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığının engellenmesi durumunda kendisinin ne yapacağının sorulması üzerine, şu yanıtı verdi:

“Çok net. Bu konuda diyorlar böyle ‘A, B, C planı?’ Bir kere bizim A, B, C planımız yok. Şöyle yok. Taktiksel olarak Z’ye kadar var. Ama özünde şöyle bir mesele var. Biz dedik ki, ‘Erken seçim istiyoruz ve Cumhurbaşkanı adayını da erken belirleyeceğiz.’ Bunun üzerine biz adım attıkça onlar adım attı. Adayımızın adaylaşmasına engel olmak için her şeyi yaptılar. Partiye kayyım atamaya çalıştılar. Hatta onu kesmek için kurultay yaptık. İBB’ye kayyım atamaya çalıştılar. Yedi gün, yedi gece orada kaldık. Milletimizle birlikte direndik, eylem yaptık. İki tane dava: ‘Terör örgütü’ dediler, ‘yolsuzluk’ dediler. Ama millet o gün, sadece CHP üyeleri değil… Biz sadece CHP üyeleriyle, 1 milyon 750 bin üyemizle ön seçim yapacaktık. Ekrem Bey’i içeri aldılar. Bana dediler ki, ‘Şimdi ne yapacaksın? B planın var mı?’ Dedim, ‘Var.’ ‘Dayanışma sandığı kuracağım. Sadece CHP’liler değil bütün milletimiz, hangi partiden olursa olsun dayanışma için gelip oy atacak.’ Ben Genel Başkan olduğumda ilk yayını yaptık ya o gün 1 milyon 200 bindi. 1,5 milyon yapmıştık, mutluyduk. 1 milyon 600 bin hedefliyorduk, bugün 2 milyon. Bakın 1 milyon 200 binden, çok gayretlerimizle 1,5 milyona çıkardık bir yılda. Ön seçim kararı aldık. Dedim ya ‘Şubat ayı boyunca isteyen gelsin üye olsun, 1 milyon 600 bin hedefim var.’ 1 milyon 600 bin bekliyorduk, 1 milyon 750 bin oldu. Oy kullanmada 1 milyon 750 bindik, şimdi 250 bin kişi daha gelmiş. Kartopu gibi büyüyor. Bu bir halk hareketi. Bakın iki ay önce 1,5 milyon üyem var. Ön seçim günü 1 milyon 750. Bugün 2 milyon. Bu bir halk hareketi. Ben 1 milyon 750 binle o gün ‘Gelin oy kullanalım’ diyorum. Hatta bazıları televizyonlarda, bu yandaş basında tartışıyorlar, ‘Üyenin yarısı bile gitmez. Adayın meşruiyeti olmaz. 800 bin kişi filan gelmez’ diyorlardı. 1 milyon 750 bin üyenin 1 milyon 660 bin küsuru geldi, oy kullandı. Yüzde 93’ü geldi, oy kullanıldı. Ama dayanışma sandığına da 14 milyon vatandaş geldi.”

“DİĞER DURUMDA ‘OTOKRASİ Mİ, DEMOKRASİ Mİ’ SEÇİMİ OLUR”

“Şimdi 15,5 milyon kişi İmamoğlu’nu aday ilan etmiş. Bizim adayımız; İmamoğlu. ‘Efendim İmamoğlu olmazsa ne olur?’ İmamoğlu içeride, kampanyası dışarıda. Biz kampanyasını yaparız. Genel Başkan olarak ben yaparım. 81 ilde il başkanlarım yapar, 973 ilçede ilçe başkanlarım yapar. 2 milyon üyem onun adına kampanyayı yapar, milletimizle bir yaparız. ‘Efendim İmamoğlu içeride veya dışarıda ama siyasi yasak geldi…’ Adaylığa başvuracağı gün örnek, diploması halen geri verilmedi. İdari yargıdayız. Ben çok inanıyorum o diploma iptalini geri aldıracağımıza. ‘Ama yapmadılar ya da siyasi yasak getirdiler, aday olamıyor.’ İmamoğlu dışarıda mı? Dışarıdaysa otobüsün üstünde. Ama birlikte, ama ayrı şehirlerde. Kampanyayı bir şehirde o yapar, bir şehirde ben yaparım, bir şehirde Mansur Yavaş yapar. Bir şehirde milletvekillerimiz yapar. Bir yerde otobüsün üstüne Ali Mahir Başarır çıkar, bir yerde Murat Emir çıkar. Bir yerde partinin genel başkan yardımcıları çıkar. Bir tane kağıt üzerinde resmi adayımız olur ama kampanyayı hep beraber yaparız. Ekrem Bey de otobüsün üstünde. ‘Ekrem Bey hem cezaevinde hem yasaklı…’ Ekrem Bey televizyondan izler, notlarını alır. İstişare içinde oluruz. 81 ilde dünyanın en büyük kampanyasını yaparız. Zaten o seçim şuna döner: Ekrem İmamoğlu hapiste mi kalsın, özgür mü olsun? (Referanduma dönüştürürsünüz, öyle mi?) Evet. Türkiye’de otokrasi mi olsun, demokrasi mi olsun? Buna döner. Adayın isminin kim olduğunun önemi yok. Bir daha söylüyorum. Ben bunu defalarca söyledim, sizin yayınlarınızda da. Bu bağlamda da ilk kez söyleyeyim. En yüksek oyu kim alacaksa... Ekrem Bey içerideyse… O aday olur. Ama o adaylık, milletin adayı Ekrem İmamoğlu’nun yerine bu süreçte onun siyasi yasağını kaldırmak, hapisten çıkarmak, onun yeniden seçilebilir hale gelmesini sağlamak üzerine yapılmış bir aday olur. O aday olan arkadaşımız kimse Ekrem Bey geldikten sonra o arkadaşımız da başka bir göreve gelir. Ekrem Bey de yürütme görevi başbakanlık ise başbakanlığa gelir, cumhurbaşkanlığı ise cumhurbaşkanlığına gelir. (Mutlak kazanmak parolasıyla?) Mutlak. Bu seçim bırakırlar, siyasi yasak olmazsa Ekrem Bey’le Tayyip Bey arasında umarım adil ve gerçek bir yarış olur. Öyle yarışırız. Yok, ne yaparlarsa yapsınlar, Ekrem İmamoğlu yasaklı da olsa hapiste de olsa adayımız odur. Kampanya onun üstünden yürür. Çünkü millet karar verdi. Ben karar vermedim ki.”

“MANSUR BEY İLK GÜN NE DEDİYSE BUGÜN DE ORADA”

Özel, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın bu süreçteki tutumu hakkında, “Mansur Bey ilk gün dedi ki ‘CHP üyeleriyle yapıyorsunuz, Ekrem Bey girecek. Ben ön seçime girmem ama ön seçimi kötülemem’ dedi. Bakın gitti oy da verdi. Bir kere Mansur Beyin ön seçimde oy kullanması CHP üyelerine saygısını gösterir. Partili kimliği ön planda. Gitmese, ‘CHP üyelerinin kararını saymıyorum, kendimi CHP’li görmüyorum’ gibi bir görüntü çıkar. Öyle değil. Aslanlar gibi gitti oy kullandı. Öncesinde Ekrem Başkan Ankara’da konuşma yapmaya geldiğinde gitti kahvesini içti. Yolun açık olsun dedi arabaya kadar uğurladı. Bu olay olduktan sonra ilk gün koştu Saraçhane’ye geldi. Saraçhane’de bir gün geldi özel konuşma yaptı ve çok büyük bir alkış aldı. Döndük geldik İstanbul mitinginde de konuşma yaptı. Orada da spekülasyon yapıyorlarmış. İstanbul mitinginden erken ayrıldı diye. Miting arefe günüydü. Tüm ilçelerde yapmış kendi ilçesi Beypazar’da iftar var. Bana dedi ki ‘Sayın Genel Başkanım ben sizin konuşma başladıktan sonra Beypazarı’na…’ ‘Git’ dedim. Kendi ilçesi. Mansur Bey, ilk gün ne dediyse orada. Dedi ki ‘Ekrem Bey ile seçim kazanılıyorsa ben Ekrem Bey’in arkasındayım. En mutlu ben olurum’ dedi. ‘Bir aksilik olursa da ben fırsatçılık yapmam. Kimsenin yedeği de olmam. Bana partim bir görev verirse de o görevi yaparım.’ Şimdi de aynı çizgide. Ben Mansur Beyin şu tarafından da çok memnunum. Onun gücü, icraatında. İşine gücüne bakmasında. İşini gücünü yapıyor. Şimdi de yapacak. Hep birlikte parti için… Örneğin Ankara’da bir miting yaptık ya da Türkiye’nin herhangi bir yerinde ona ihtiyaç var. Koşuyor geliyor zaten. O yüzden Mansur Bey en sert tartışmalarda bizimle beraber” dedi. Genel Başkan Özgür Özel, yürütülen yeni çözüm süreci hakkındaki soruyu şu şekilde yanıtladı:

“DEM’İN ELİNİ SIKIYORUM DİYE VATAN HAİNİYDİM”

“Çok net söyleyeyim birincisi. Daha Türkiye’de bu gerginlikler ortada yokken. Meclis açıldı 1 Ekim günü, daha Akın Gürlek 9 Ekim’de atanacak, 30 Ekim’de Esenyurt‘u görevden alacak ve kıyamet ondan sonra kopacak. 1 Ekim günü Sayın Bahçeli DEM sıralarına gitti el sıkıştı, bütün Türkiye şok oldu. Hatta Tuncer Bakırhan da söylüyor ya ‘Şaşırdık’ diyor hiç beklemiyorlar. Ben DEM’in elini sıkıyorum diye teröristim o zaman. Diyordu ki Sayın Bahçeli veya Erdoğan ‘Demleniyor bunlar’ diyordu. DEM’le görüşmek vatan hainliğiydi. Bir baktık Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı gitti DEM Partililerin elini sıktı, hatırını sordu. Bana o gün mikrofon uzatıldığında İsmail Bey şöyle bir imkan vardı. Ben ağzımı açar, gözümü yumar her şeyi söyleyebilirdim. Dedim ki ‘Diyalog iyidir, el sıkışmak iyidir. Devlet Bey’in DEM Parti’nin elini sıkması demokrasi adına önemli bir iştir’ dedim. Böyle yerlerde kavgadan, gerilimden beslenmenin kimseye bir faydası yok. Kavga yapılacağı zaman yapılır. Mesela şu anda biz kavga ediyor muyuz, ediyoruz. İstanbul İl Başkanlığı’nın önündeydim, Esenyurt’a kayyım atanmış, Beşiktaş’a operasyon yapılmış, orada hatta İstanbul İl Başkanımızla konuştuk. O konuşmayı yaptığımız yeri belki ileride böyle hatırlanacak bir şekle sokabiliriz. İstanbul İl Başkanlığı‘nın önünde bir yer var böyle bir karo var orada. Dedik ki ‘Parti iktidar olunca buraya belki şey yazarız, her şey burada başladı’ diye. Mücadelenin başladığı yer orası. Ben çıktım böyle hızla İstanbul il Başkanlığı’nda üç gün üst üste, normal yöntemlerle bu iktidarın yaptığıyla mücadele etmek mümkün değil algısıyla oturduk olağanüstü MYK, olağanüstü PM, olağanüstü milletvekilleri toplantısı, bir daha MYK toplantısı yaptım. Dört günlük mücadelenin sonunda çıktım, 30 tane mikrofon. ‘Buyurun’ dedim, ‘Özgür Bey’ dedi ‘Ne düşünüyorsunuz, bundan sonra ne yapacaksınız?’ Dedim ki ‘Bize savaş ilan edildi. Bunu savaş ilanı kabul ediyorum. Savaşta olan birisi ne yapacaksa onu yapacağım’ dedim. O günden beri mücadele ediyoruz. Kavga edilecek yerde kavga edilir, müzakere edilecek yerde müzakere edilir. O gün Devlet Bey el sıktı, dedim ki ‘Doğru iş.’ İki kutup, bakın ben DEM’in elini sıkıyorum diye vatan hainiydim. Bana vatan haini diyen kişi gidip el sıkıyorsa, ben orada ona ‘Sen de vatan hainisin’ demem. Eski pozisyonum ne benim? El sıkışmayı savunmak. Hâlâ oradayım. ‘Doğru yaptılar’ dedim. ‘Bizim dediğimize geldiler’ diye kinaye de yapmadım. ‘Doğru yaptılar, destekliyorum’ dedim. Sonrasında süreç gelişti. Net tavrım şudur: Bu ülkede terör bitecekse, terör ne demek? Kan ve gözyaşı demek. Terör ne demek? Hem şehit vermek demek, hem de ekonominin çok ağır yaralar alması demek. Sen terörle uğraşırken millet uzaya gidiyor, sen terörle uğraşırken millet en iyi elektrikli arabaları yapıyor. Sen terörle uğraşıyorsun, o icat yapıyor dünyaya satıyor. Terör yoksa kalkınma var, terör yoksa zenginleşme var. O yüzden terörün bitmesi, Kürt sorununun Türkiye’de Kürtler ‘Benim sorunum var’ diyor. Yok mu? Osmaniye’deki Kürt, belediye başkanı seçiyor, Manisa’daki Türk, belediye başkanı seçiyor. Diyarbakır’daki Kürt, belediye başkanı seçtiği zaman kayyım atanıyor. Van’daki Kürt, seçtiği zaman kayyım atanıyor. Adamın bir sorunu var demokrasiye dair. Sandık görevlilerini bile içeriye atıyorlar, ‘KCK’ diyor bilmem ne diyor içeriye atıyorlar. Kürtlerin sorunu çözülecekse, yani ne olacaksa, toplumsal kutuplaşma azalıp Türk ve Kürt birbiriyle uğraşmak yerine dünya ile uğraşacaklarsa birlikte veya ülkelerini birlikte kalkındıracaklarsa bunda kimin ne zararı var? Anneler ağlamayacaksa, Kürt’ün de anası ağlamayacak, Türk’ün de. Sonuçta gözyaşı duracak. Bunda hepimizin menfaati var. Ben bununla ilgili hangi adım atılıyorsa değerli bulurum. Burada bu adımı atan AK Parti’ymiş ve MHP’ymiş ve DEM’miş fark etmez. Biz iktidar olsak biz zaten Kürt sorununu demokratik yollardan çözmek için hazırlığımızı yapıyoruz. Kürtler bize güvendi, belediyeleri verdi. Kürtler bize güvendi oy verdi. Kürtler bize yeniden oy verip bizim Cumhurbaşkanımızı seçtiklerinde biz, iktidar yaptıklarında bizim onlara sırtımıza dönecek halimiz yok. Biz Kürt sorununu en barışçıl yollarla çözeceğiz.”

“HIZLA TAHLİYE EDİLMELİLER”

Özel, Kavala, Demirtaş ve Özdağ gibi isimlerin tahliye ihtimalleri hakkındaki soruya, “Olmalıdır. Bakın siyasi tutsakların tamamı, en kıdemlileri de Osman Kavala ile Selahattin Demirtaş. Hızla tahliye edilmelidirler. Hangi partiden olduğunu… Bakın Ümit Özdağ’ın bir gün daha durmaması lazım, Selahattin Demirtaş‘ın da Ekrem İmamoğlu’nun da. DEM’li, CHP’li bütün belediye başkanlarının da. Bu tahliyelerin yapılması, Türkiye’de iklimi inanılmaz yumuşatır. Çok doğru bir adım olur. Bu tahliyeleri yapsınlar, yarın sabah yeni bir Türkiye’ye uyanırız. Bu kadar söylüyorum. O zaman ekonomi, bakın bu yaptıklarıyla Türkiye 41 milyar dolar kaybetti, Mehmet Şimşek’in 1,5 yılda topladığı, o da samimiyetsizmiş tabii. Türkiye ekonomisi için çalışacak, rasyonel yarışlar yapacaktı… Neymiş, bir kere artık bakan falan değil. Bu mali sekreter. Çünkü atanmış.”

“MEHMET ŞİMŞEK SAHTEKAR ÇIKTI”

Özel, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek hakkında, “Mehmet Şimşek’in işini iyi yapmasını, rezerv toplamasını, enflasyonu, -enflasyon ne demek, fakirlik ekmeğini çalmak demek- enflasyonun düşmesini, doların makul bir seviyede olmasını, Türk parasının değerli olmasını ve insanların geçimi için onlara iyi maaşlar verilmesini istiyorum. Bunun için de ben Mehmet Şimşek başarılı olsun isterim. Ama Mehmet Şimşek sahtekar çıktı. Topladığı rezervler vardı, neye karşı? Enflasyon düşsün diye, ekonomi zırhlı olsun, korunaklı olsun diye. Bakın onun hatası şu, ilk önce diyeceğimi söyleyeyim. Bu ülkede bir demokraside yapılabilecek en yanlış iş yapıldı. Bütün dünyanın gözünün önünde ülkenin en bilindik siyasi aktörlerinden birine siyasi operasyon çektiler. Bir sonraki Cumhurbaşkanını hapse attılar. Ve bunun borsayı batıracağı, dövizi fırlatacağı ve döviz 100 lira olmasın diye rezervlerin yakılmak zorunda kalınacağı belli. Buna karşı sustu, ‘Yapmayın’ demedi. Pozisyon açmadı. Ve dedi ki ‘Rezervler bir gün satılmak için biriktirilir.’ O gün bugün mü? Utanmaz adam, çıldırıyorum. Rezervler Ekrem İmamoğlu tutuklandığı gün borsa düşmesin, dolar fırlamasın diye mi tutulur? ‘Bir gün yakmak için biriktirdik o rezervleri’ diyor” dedi.

“ŞİMŞEK ÖNLEMELİYDİ”

Özel, “İmamoğlu’yla birlikte bu tutuklamalar ekonomiye çok büyük zarar verdi, faizler yükseldi. Mehmet Şimşek bunu önlemeliydi mi?” sorusuna, şu yanıtı verdi:

“Önlemeliydi. Demeliydi ki ‘Kardeşim biz ekonomi yapacaksak demokrasi içinde kalacağız. Seçilmiş adamı hapse atarsan yabancı sermayeyi burada tutamazsın, bu para kaçar. Bu para kaçmasın diye de bütün rezervler gider.’ Bakın bu rezervler ne pahasına oldu biliyor musun? Bu iktidar gelmeden önce 8 çeyrek altın alan emekli maaşı 2,5 çeyrek altına düştü. Yani emekliye para verilmedi, para biriktirildi. 7 çeyrek altın olan asgari ücret 4 çeyrek altına düştü. Şimdi 3,5’a doğru ilerliyor. Niye? Bu insanlara para verilmedi, enflasyon kontrol altında tutulsun diye. Çünkü enflasyon çıkarsa faiz çıkıyor, faizi bastırmak için başka bir şey yapman lazım. Yani liraya, yüksek faiz vermen lazım. Onu vermezsen döviz fırlıyor. Döviz fırlamasın diye rezerv yakıyorsun. O yüzden akıllı olmak lazımdı. Demeliydi ki, ‘Böyle bir iş yapamayız. Ne dünyaya ne piyasalara anlatamayız.’ Biliyor muydu? Bal gibi biliyordu. Niye? MASAK Raporu var. (Haberim yok diyor ama) Yalan söylüyor. O yüzden sekreter, bakan değil. Bakın MASAK gibi bir kuruluş, Aralık-Ocak-Şubat ayı boyunca televizyonlarda Habertürk TV’de, NTV’de, yani merkez medyada çıkan bütün yorumcular A Haber’de, bütün kanallarda. Neler konuştu? MASAK Raporu, MASAK Raporu. MASAK Raporu ne zaman talep edilmiş? 3 Mart. Görevlendirme ne zaman? 10 Mart. Ne zaman imzalanmış? 17 Mart. Operasyon ne zaman? 19 Mart. Üç ay boyunca MASAK’ta büyük bir yolsuzluk raporundan bahsediliyor. Sen çıkıp da MASAK’a ‘Getir raporu, okuyayım’ deme. Böyle büyük bir rapordan bahsediliyor, ‘Kim hazırladı o raporu?’ de. Olmayan raporu konuşuyorlar, susuyor. 3’ünde istiyorlar, görevlendirme yok. Kendi talimatıyla 10’unda bir uzman yardımcısı görevlendiriliyor. Yalan yanlış bir MASAK Raporu imzalanıp yollanıyor. Utanç vesikası. Böyle bir torba peçeteden ibaret. Peçete. Ve Mehmet Şimşek. Kendine bağlı MASAK’ın siyasi operasyona kullanılmasına sessiz kalmıştır. Hiç değilse kendine ait kurumu. Ya siz İsmail Bey olarak bakan olacaksınız, size bağlı kuruluşun bir raporundan üç ay boyunca herkes konuşacak, olmayan bir rapordan. Susacaksınız. Olmayan raporu Mart’ın 10’unda isteyecekler, görevlendirme yapıp 17’sinde rapor vereceksiniz. O raporla adam tutuklanacak, yalancı raporla. Ve rezervler yanacak. Siz de diyeceksiniz ki ‘Ben bu rezervleri bugünler için biriktirdim.’ Eğer Mehmet Şimşek bu rezervleri bugünler için biriktirdiyse yazıklar olsun ona. Bir siyasetçinin içeriye atılmasında yabancı sermaye niye korkmasın? Açık söylüyorum, niye korkmasın? Bakın eğri oturup doğru konuşalım. Bunun üzerinde devletin mührü var kardeşim. Mühür, mühür, mühür. Ne bu diploma? Kaç yıl önce verilmiş 31 yıl önce verilmiş. Mühürlü diploma verilmiş. Bu güvence değil mi? Sen işini yapabilirsin, bu diplomayı 35 yıl sonra yani 31 yıl sonra başvurudan 35 yıl sonra bu diplomaya ‘Yok’ diyorlar. Bakın bir evrak var, 35 yıl önce İstanbul Üniversitesi kuruluşu 1453. İstanbul’un fethi yılında kurulmuş İstanbul Üniversitesi 35 yıl önce ilan verip Ekrem Bey’i çağırmış, başvurmuş, kabul etmiş. Sınavlarını vermiş, mühürlü diplomayı vermiş. Mühürlü diploma. Bu diploma Ekrem Bey ticaret yapmış, siyaset yapmış, durmuş durmuş. Ne zaman ki Cumhurbaşkanı adayı olacak. İşlerine gelmediği için iptal edilmiş. Bakın şimdi basit bir şey sanıyorlar. Devletin mühür koyduğu diplomayı sen 31 yıl sonra iptal edersen, devletin verdiği hiçbir kağıdın kıymeti kalmaz. Devlet tapu veriyor, mülkiyet güvencesi yok. Yarın işine gelmez iptal eder. Yabancı adam gelecek, dünya para verecek, fabrika kuracak. Bakıyor Ekrem İmamoğlu‘nun bir kere mazbatasını, bir kere diplomasını iptal etmişler. Devletin bonosunun, devletinin İMKB’deki kağıdının kıymeti olmayacağı için adam bakıyor ki devlet kendi mührünün arkasında durmuyor ne yapıyor biliyor musun? Biz tuşa basıyor İMKB’deki hissesini satıyor, parasını alıyor güvenli bir başka bir ülkeye gidiyor. Bu parayı alırken dolara talep yüksek olunca dünya kadar adam satıp alırken, dolar çok yüksek olunca, dolar fırlamasın diye Mehmet Şimşek rezerv satıyor. Bu işlem Türkiye’de hiçbir evrakın değerini olmadığına güvence olmadığını inandıkları için.”

“HUKUK GÜVENCESİNİN ORTADAN KALKMASI…”

İmamoğlu’nun diplomasının iptalinin birçok yeni sorunu doğuracağını kaydeden Özel, “Bu, hukuk güvencesinin ortadan kalkmasıdır. Bu devletin kendini inkar etmesidir. Onun için paralar dışarı kaçıyor, onun için rezervler yanıyor. Mehmet Şimşek ‘Bugünler için biriktirdik’ dedi diye iki elim yakasındadır. Onu Financial Times’a şikayet ettim. Bana diyorlar ya ‘Türkiye’yi yurt dışına anlatma.’ Ne kolay siyaset be? Sen her rezilliği yap, günü geçmişte haklı olarak başörtüsü sorunu olduğunda yurtdışına git anlat. Parti kapatmayı, yurtdışına anlat. 15 Temmuz’u bizden de yardım iste, Fethullahçıların gerçek yüzünü yurtdışına anlat. Sonra gel Fethullahçının kalkıştığı darbeye sen kalkış, rakibini sen ekarte et. Diplomayı sen iptal et. Demokrasi meselesi bir ülkenin iç meselesi değildir. Ben yurt dışında Türkiye’nin Kıbrıs’taki haklarını da Adalar’daki haklarını da Azerbaycan meselesini de en çok savunmuş kişiyim. Ama öyle memleket yok. Sen Türkiye’de darbe yapacaksın, Mehmet Şimşek gidecek yurt dışında Londra’da konuşacak… Demokrasi olsa, tek adam rejiminde olmasak… Her şeyin bir kişinin kontrolünde olduğu bir ülkede hiçbir kurumun güvencesi yok. Kesinlikle ve kesinlikle, ben adım gibi biliyorum. O MASAK Raporunu imzalayacak kişi bulamamışlar, Akın Gürlek Erdoğan’a, Erdoğan Mehmet Şimşek’e, Mehmet Şimşek Kurum Başkanına, ‘Bir uzman yardımcısı da mı yok?’ demişler. Net. Japonya’da Nikkei Endeksi var ya. Nikkei Gazetesi, Nikkei Ailesi. Endeksin adı da Nikkei Endeksi, Japonya’nın en yüksek tirajlı finans gazetesi de Nikkei. Aynı zamanda Financial Times’ın da sahibi. Bir yıl önce satın aldılar. İkisine de anlattım. Ben Türkiye’yi şikayet etmiyorum, ben Türkiye’deki Mehmet Şimşek denen adamın aslında bir demokrat olmadığını, politikalarının rasyonel olmadığını, Türkiye’deki bir darbe girişimi sırasında biriktirilmiş rezervleri cayır cayır yaktığını, darbeye sessiz kaldığını, kontrolündeki kurumlara güven olmadığını anlatıyorum. Mehmet Şimşek, bu darbenin mali ayağıdır. Erdoğan da bir demokrat değil otokrattır. Türkiye’de bir demokrasi sorunu vardır.”

“GÜLEN’İ ALDIK MI DA VERDİ?”

Özel, Şimşek’in bunu önleyemeyebileceği değerlendirmesi üzerine, “Önlerdi, iddia ediyorum önlerdi. Bakın Mehmet Şimşek’i getirmek için ne kadar dil döktü. Mehmet Şimşek’e dedi ki ‘İşine karışmayacağım.’ Mehmet Şimşek eğer çıksa bugün dese ki ‘Bu tutuklamalar doğru değil. Şeffaf ve adil yargılamaya dünyaya ikna etmek için serbest bırakalım. Şeffaf ve adil yargılayalım, piyasalara güven verir. Aksi takdirde batacağız’ dese bugün serbest bırakırlar. Eğri oturup doğru konuşalım. Türkiye’deki kimin tutuklanacağına Erdoğan, kimin serbest bırakılacağına dünyanın diğer liderleri karar veriyor. Erdoğan çok babayiğit. Brunson, Brunson, ver papazı al papazı. Bir telefonda Brunson’ı yolladı. Fethullah Gülen‘i aldık mı da verdi? ‘Bu can bu bedende durdukça çıkamaz’ diyordu. Schröder’in bir telefonuyla Almanları bıraktı, Merkel’in bir telefonuyla, Schröder’in bir telefonuyla Büyükada tutuklularını. Merkel’in bir telefonuyla Deniz Yücel’i bıraktı. Macron’un bir telefonuyla Fransız gazeteciyi bıraktı.”

“TRUMP İZİN VERMESE HAPSE GİRMEZDİ”

Özel, “İmamoğlu’nun kim serbest bıraktıracak?” sorusuna, “Trump izin vermeseydi İmamoğlu zaten hapse girmezdi. İmamoğlu’nu serbest bırakacak olan şey uluslararası dünyanın, uluslararası dostlarımızın Türkiye’deki bu darbe girişiminin Türkiye’yi modern dünyadan kopardığını bu arkadaşlara hatırlatmasıyla ve Mehmet Şimşek denen demokrat görünümlü otokratın sekreterinin Türkiye ekonomisi ile ilgili bunun yarattığı hasarın doğru anlatmasıyla 5 dakikada bırakılır. Ekrem Bey’in içeride tutulmasında Türkiye’nin menfaati yok. Türkiye’nin düşmanlarının menfaati var” yanıtını verdi. Özel ayrıca, “Dünyadan gelen ses sizce güçlü mü? sorusuna şu yanıtı verdi:

“İMAMOĞLU SORULAN TÜM SORULARA CEVAP VERDİ”

“Gitgide artıyor. İlk günler bir bocaladılar. Niye? Dünya şöyle bakar. Bakın çok net bir şey söyleyeyim. İki tane dava vardı. Bu davalardan birisi Türkiye kamuoyuna, ne? Terör. Bizim insanımız teröre desteğe asla ve asla izin vermez. Diyor ki, ‘İBB‘den terör örgütüne destek yapmışlar o yüzden.’ Bu iç kamuoyuna yönelik kartıydı. Masaya bunu koydu. Öbürü yolsuzluk, mali meseleler. Bu da dış kamuoyuna yönelik kartı. Avrupa’nın en önemli özelliği ne? Dürüst, şeffaf yönetim, hesap verebilirlik. Diyorlar ki ‘İmamoğlu önemli bir figür ama yolsuzluk yapmış.’ Yolsuzluk yaptıysa bir adım geri durdular önce. Orada biz hızla dosyaya hakim olduk, dört gün gizlilik falan. Ne zaman sorular soruldu, ne zaman gördük ki sorular bomboş, Mansur Yavaş‘ın deyimiyle ‘Dosya bomboş’, MASAK Raporu bomboş, peçeteden ibaret. Üç aydır var olan MASAK Raporu aslında son yedi günde alınmış ve bomboş. Ekrem İmamoğlu sorulan her sorunun cevaplarını çat çat çat verdi, bütün arkadaşlar. Gizli tanık ifadesi dışında hiçbir şey yok. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre de gizli tanık ifadesiyle tutuklama yapılamaz. Ben bunları bütün arkadaşlarımla birlikte döndüm, Avrupa’ya, Sosyalist Enternasyonal’e, PES’e, Avrupa Sosyalist Partisi’ne. Buraya da geldiler, dayanışma için. 20 ülkeden milletvekilleri geldi kurultayımıza. Kendimiz gittik anlattık, onlar geldi anlattık. NATO PA’ya NATO Parlamenter Asamblesi’ne hızla anlatınca, bütün liderlere, telefonla, telekonferansla yüz yüze bunları anlatınca dünyanın en yüksek tirajlı 20 basın yayın organına mülakatları verince, derdimizi anlatınca tak değişti. Macron’un açıklamasını görmediniz mi? Ne kadar net. Hepsinden. Dünyadaki belediyelerden dayanışma geldiği gibi pek çok ülke artık bu işin ne kadar hukuksuz olduğunu görüyor. Avrupa Parlamentosu bakın sadece solcular değil, Hristiyan demokratı da var içinde, sağ partiler de var. Türkiye’deki üç etkinliğini iptal etti. Türkiye’de yapılacak bütün uluslararası etkinlikler meselenin hukuki olmadığı görüldükçe iptal ediliyor. Ben bundan memnun değilim. Ben bunlar Türkiye’de olsun diye gayret gösteren insandım. Ama sen benim Cumhurbaşkanı adayıma darbe yaparsan ben de sana Avrupa’yı da dünyayı da Türkiye’yi de dar ederim. Şu anda benim yapacağım iş budur. Müdafaa-i hukuk noktasındayız biz. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Osmanlı’nın paşasıydı değil mi? Neyi göze aldı? İsyan etmeyi, Samsun’a çıkmayı, idam fermanını göze aldı. Memleketi kurtardı, demokrasiyi kurdu, sandığı getirdi. Şimdi sen o sandığa göz diktiysen ben müdafaa-i hukuk noktasındayım. Hukuku müdafaa etmektir benim işim, her şeyi göze almışım. Bu kadar söylüyorum. Suikasti göze almışım, dokunulmazlığımın kaldırılmasını göze almışım, hapse atılmayı göze almışım. Ben Eczacı Özgür Özel olarak olsaydım, her akşam eyleme giderdim. Pazarda dayanışma sandığına gider oy atardım. O Özgür Özel’in sorumluluğu oydu. Bu koltukta oturan Özgür Özel’in sorumluluğu adayını dışarı çıkarana kadar, partisindeki bütün tehlikeleri savana kadar, sandıkla bu seçimi kazanacak mücadeleyi verene kadar her şeyi göze almaktır. Bir adım geri atmayız. Biz darbeyi püskürtmeye bakıyoruz, bunlar algı yönetimi yapıyorlar bana. Cirimleri kadar yer yakarlar. Açık söylüyorum. Cirimleri kadar yer yakarlar. Bunlar bizim abilerimiz, 6’ncı Filoyu denize dökerken bunlar 6’ncı filoya destek verenlerdi. 12 Eylül’de siz Hababam Sınıfı filminde bir dönün bakın bakalım bugün ülkeyi yönetenlerden herhangi bir figür var mı orada? O dönemlere bakın. Bunlar zoru görünce kaçanlardır. Bunlar hep arkadan dolananlardır. Bu millet mert mücadele ister. Tayyip Erdoğan alamayacağı desteği aldı. Nereden aldı? Neden aldı? Mağdur edildiği için aldı. Millet dedi ki ‘İstanbul Belediye Başkanı Siirt’te bir şiir okumuş, hapse attınız. Ben bu çocuğu bir kere destekleyeceğim’ dedi. O gün bugündür de Tayyip Erdoğan onun ekmeğini yiyor. Biz bu ülkede onun gibi fırsatçı, Kenan Evren‘i görünce iki düğme yok, üçüncü olmayan düğmeyi ilikleyen. ‘Paşam siz benle çalışacaksınız’ diyen, Kenan Evren’e 1980’de oy kullandığı sandıkta Emine Hanım’la birlikte oy kullandığı sandıkta bir tane ret oy çıkmış. Bence Emine Hanım’ındır o ret. Tayyip Bey’den beklemiyorum. Böyle bir adam. Şimdi gelmiş demokrasi nimetlerinden yararlanmış, demokrasi trenine binmiş, buraya kadar gelmiş. Seçim kaybedeceğini görünce inmiş darbeye kalkışıyor. Vallahi de billahi de ölümü göze aldım, ben bunlara teslim olmayacağım ve bu memleketi teslim etmeyeceğim. Sadece ben değil, milyonlarız biz; 10 milyonlarız.”

“KRİTİK İŞLER YAPTILAR, ÖRGÜT NE DERSE ONU YAPARIM”

(Olağanüstü Kurultayı yaptınız, “İsteyen aday olsun” dediniz) Aynı delegeyle. (Muhalif görüşleriyle bilinen isimleri de listenize aldınız) Herkesi kucakladık. (Hurşit Güneş’in ‘Olağan Kurultay da yapılabilir’ görüşleri var.) Olağan kurultayın yapılabilmesi için öncekinin üstünden iki yıl geçmiş olması lazım. 5 Kasım’dan önce yapamazsınız. O yüzden de hazirandan önce takvim başlatamazsınız. O günü görürüz. Zaten olağan kurultay, olağan takvim içinde yapılır. Benim bu konularda yönetim anlayışım şu: Tayyip Bey gibi değilim ben, o her şeyi biliyor ya. Ben örneğin belediyelerle ilgili bir şey varsa kararı nerede veriyorum biliyor sununuz? SODEMBEK, Sosyal Demokrat Belediyeler Eşgüdüm Konseyi. Bir yanımda Gökan Zeybek oturuyor, Belediyelerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı. Bir yanımda Genel Sekreterim. Salonda 24 kişi var. Sağ başta Ekrem İmamoğlu, sol başta Mansur Yavaş. Bütün Türkiye’de belediyeler içinde çeşitli yapıları yöneten… Türkiye Belediyeler Birliği Başkanı, Tarihi Kentler Belediyeler Birliği Başkanı, SODEM’in Başkanı, Ege Belediyeler Birliği... Onlarla oturup karar veriyorum. Kurultay kararını da 81 il başkanı ile veririm. 81 il başkanının özelliği şu: Parti tarihinde ilk kez en kritik kavşaklarda, 81’i birlikte çok önemli işler yaptılar. Tarihe geçen bir yapı bu. Kurultayda 32’si beni destekliyordu, 49’u karşımdaydı. Ama kurultay günü kapıdan çıkarken dedim ki, ‘32 il başkanıyla girdim, 81’iyle çıkacağım.’ 81’iyle çıktım. Gece 05.30’da salondan çıktık, sabah 09.00’da kahvaltıya çağırdım hepsini. Bir otelin zemin katında 81 il başkanının tamamıyla kahvaltı ederken dedim ki, ‘Dün en yakınım Ferdi Zeyrek’ti. Bugün Ferdi Zeyrek bana ne kadar yakınsa…’ Yani o günün Manisa İl Başkanı, isim isim sayarak, en muhalif il başkanlarının, ‘Bana o kadar yakınsınız. Bundan sonra birlikteyiz’ dedim. O gün bugün bütün süreçleri birlikte yönetiyoruz. İl başkanlarım derse ki, ‘Olağan kongre takvimini çok hızlı yapmakta menfaat var.’ Onu yaparım. Derlerse ki, ‘2025 değil, 2026’da da olabiliyor.’ 2026’da onu. Örgüt ne derse onu yaparım. Onlara da ‘Kararı tek başınıza almayın’ diyorum, ‘Benim gibi yapın. İlçe başkanlarınızı toplayın, danışma kurulu toplayın, il yönetimini toplayın. Yozgat’ın doğrusu neyse ortaya çıksın. Artvin’in doğrusu neyse ortaya çıksın. Manisa’nın doğrusu... Getirin tartışalım’ diyorum. Bu yöntemle aldığımız hiçbir kararda baltayı taşa vurmadık. Tüzük kurultayını da onlar yaptı, takır takır geçirdiler. Bu kurultayda da birlik ve beraberliği onlar sağladı. Partinin en zorlu günlerini öyle aştık. Orada hiçbir sorun yok. Hurşit Hocam rahat olsun. Çok güvenli bir istişare mekanizmamız var.”

“YOZGAT’A TARİH YAZMAYA GİDİYORUZ”

Özel, eylemli ve sonuç alınan muhalefet kapsamında bundan sonrasının sorulması üzerine, “Öncelikle yol haritamızı bir hatırlatalım. Ben 1,5 yıldır hep söylüyorum, Cumhuriyet Halk Partisi sokakta olacak. Yani bizim geçmişte yaptığımız tematik mitingler; buğday mitingi, çay mitingi, fıstık mitingi, pamuk mitingi, emekli mitingi, emekçi mitingi, atanmayan öğretmenlerle eğitim mitingi, yaşam hakkını savunma mitingi… Bunların hepsi bu örgütü sokağa çıkaran, yeniden sokakla tanıştıran, sokakla ve meydanlarla barıştıran, adeta ordunun manevra kabiliyetini geri kazanmasını sağlayan önemli birlikteliklerdi. Hep bunu savundum. Parti dediğin sadece binada olmaz. Müzakere de var, mücadele de var. Mücadele dediğin bir gün ihtiyaç olacak, sokağa çıkılacaksa o sokaktan kitleni koparmamakla olur. Şimdi bundan sonra… Erdoğan İstanbul’da beş artı beş, 10 gün eylem yasağı yaptı. Biz bunun yedisinde gece mitingi, 10’uncu gününde İstanbul’un en büyük siyasi mitingini yaptık. Bundan sonra her hafta sonu en az bir ilde büyük bir miting yapacağız. Samsun’dan başlıyoruz. Ama çok anlamlı mitingler de yapacağız. Yozgat tarihinde ilk kez traktörle, protesto mitingi yapılmış. Siyasi miting gidiliyor, yapılıyor. (Çiftçilerin cezasını siz mi ödediniz?) Ben ödedim. Ben ödemeyi ilan ettim. Ekrem Başkan da aynı şeyi düşünmüş. Dün aramızda önce uyuşmazlık çıktı, sonra kardeşlik hukuku, kardeş payı yaptık; yarısı ben, yarısı Ekrem İmamoğlu. Dün gittik dedi ki, ‘Yahu ben tam avukatlara söyledim. Sen yapmışsın.’ ‘Nasıl yapacağız?’ dedik, kardeşlik hukukuyla yarı yarıya bölüştük. İlk miting Samsun’da. İkinci mitingi herkes bekliyordu ki İzmir’de, değil; en zayıf olduğumuz yerde Yozgat’ta yapacağız. Madem ki Yozgat, tarihe geçmeye karar vermiş. Biz Yozgat’ta tarih yazmaya gidiyoruz. İkinci miting Yozgat’ta. Bazı hafta sonları iki de olabilir, Cumartesi - Pazar da olabilir. Ama en az bir büyük ‘Ekrem İmamoğlu’na özgürlük ve erken seçimi talep ettiğimiz’ mitingi yapacağız. Darbe girişimi çarşamba oldu, bir hafta boyunca durup çarşamba ayrıldık. Her Çarşamba 20.30’da o meşhur dünya siyaset tarihine geçen, yedi gün üst üste aynı meydanda aynı konuşmacı ve artarak 1 milyon 200 bin kişiye gece mitingi… Onların ilkini Şişli’de yaptık. Gördünüz muazzam görüntüleri. İkincisi Beylikdüzü’nde. Murat Çalık’ın memleketi, ilçesinde, Beylikdüzü’nde. Sonra tek tek gezeceğiz. Anlamlı yerlerde miting yapacağız.”

“ESNAFA, İSTİHDAMA ZARAR VERECEK HİÇBİR İŞİN İÇİNDE OLMAM”

“Mesela Sarıyer mitinginde böyle bir NTV’ye uğramayı düşünüyoruz. Bizim yayınları vermiyor ya. Bir uğramayı düşünüyoruz. Gideriz, gitmeyiz. Bir beklesinler. (Belki canlı yayınlarlar zaten?) Belki de, inşallah, bekliyoruz. (Siz geçen başlayınca canlı yayına bir girdiler, çıktılar) Girdiler, çıktılar da NTV büyük haksızlık yaptı bize. Parayı yüzde 70 bizden kazanıyor, hizmeti saraya yapıyor. NTV böyle yaparsa onları protesto etmeye, restoranlarına gitmemeye, sattıkları Volkswagenleri, Audi’leri, Skoda’ları almamaya… (Fatih Altaylı’nın Doğuş grubuna haksızlık yapıldığı görüşü var) Fatih Bey’in o açıklamasını bilmiyordum. Ben d-söyleyince otobüs üzerinde, bir de bana diyorlar ki, ‘Doğuş işte Atatürkçüdür falan filan.’ Veya ‘Size yakındır.’ Ben Fatih Bey’in o kısmını izlememiştim. Fatih Bey YouTube’da birçok şey söylüyor, öne çıkanlar geliyor, bu önüme gelmemişti. Fırsat bulduğumda da izliyorum, bazen hızlı olarak izliyorum 1,5 hızla falan. Çünkü çok yayın var, çok dar vakit var. Kesinlikle ben Fatih Bey’e cevaben demedim. Ama çok telkin edenler oldu. Biz zaten A Haber’ini, TRT’sini, yandaş basının tamamını protesto ediyoruz. NTV’ye kızdığım şu: İstanbul gibi bir metropolde geceleyin 1 milyon 200 bin kişi miting yapıyor. Gezi’nin de ilk günlerinde öyle yapmışlardı. Görmezden geliyorlar. Ben ‘Habercilik yap’ diyorum, ‘Beni destekle’ demiyorum. Ben İstanbul’da 2 milyon 200 bin kişilik miting yapıyorum, o mitingi vermiyorlar. Bunun kabul edilebilir tarafı yok. Gazetecilik yapsınlar, hiç sorun yok. Onun dışında hiç acımayacağım. (Boykot politikasına devam mı?) Boykotyap.org’da yazanlar bizim boykutumuz. Onun dışında ben esnafa zarar verecek, şirketlere zarar verecek, istihdam yaratan yapılara zarar verecek hiçbir işin içinde olmam. Ama özellikle Demirören grubu, Doğuş grubu, A Haber’in içinde bulunduğu grup; Turkuaz medya grubu gibi grupların tamamına boykot yapıyoruz. Bunun dışında bir de ETS Tur’a boykot yapıyoruz. O da vatandaş çok istiyor, bu Turizm Bakanı’nın olduğu için. Biz boykot ilan etmeyeceğimiz halde başta öğrenciler hep bir ağızdan ‘Espressolab’ diye bağırdılar. Ben de anlamadım, nereye bağlıymış. Meğerse üniversitelerdeki güzelim kafeleri ele geçirip tekelleştirip pahalıya satıyor diye öğrenciler zaten onu boykot ederlermiş. Biz de o boykota destek verdik. Şimdi indirim yaparak öğrencilerin gönüllerini alacaklarını söylüyorlar. Öğrenciler ‘Bırakın’ derlerse bırakacağız.”

“HER PARTİ İÇİN SÖYLÜYORUZ: ‘ADAYIM YANIMA, SANDIK ÖNÜME GELSİN’”

“Mitinglerin dışında en önemli işimiz; bir imza kampanyamız var. Ne yapıyoruz? Erdoğan’a güvensizlik oyu veriyoruz. Nedir? 600 milletvekilinin yarısı; 300. Bir fazlası, isterse, normalde parlamenter sistemlerde güvensizlik oyu ile hükümet düşer ve kurulamazsa erken seçime gidilir ya. Biz seçmenin yarısından bir fazlasıyla tarihin en büyük güvensizlik oyunu vermek istiyoruz. ‘Adayım yanıma, sandığım önüme gelsin’ diyoruz. Ama bu şu değil: CHP’li için aday; Ekrem İmamoğlu. ‘Adayımı yanımda, sandığı önümde.’ Zafer Partili için aday Ümit Özdağ olabilir. ‘Adayı yanında, sandığı önünde.’ DEM Partili için aday Selahattin Demirtaş olabilir. ‘Aday yanına, sandık önüne.’ İlçeler, iller, çağrı merkezimiz var. AVM’lerin, meydanların olduğu yerlerde imza kampanyalarımız var. Her vatandaşımızı demokrasi için imza kampanyasına destek vermeye davet ediyorum” dedi.