31.07.2021

CHP LİDERİ KILIÇDAROĞLU, ÖZE DÖNÜŞ PLATFORMU'NUN TEMMUZ AYI TOPLANTISINDA KONUŞTU

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Öze Dönüş Platformu'nun İstanbul’da düzenlenen Temmuz ayı toplantısına katıldı.
CHP lideri Kılıçdaroğlu toplantının açılışında yaptığı konuşmada şunları söyledi:
https://youtu.be/YhCAqRUL32M


Efendim hepinize afiyet olsun. Umarım keyifli bir sohbet yapacağız. Öze Dönüş Platformu, öncelikle ifade edeyim ismi çok güzel. Sayın Başkan ismi kim buldu bilmiyorum ama yürekten kutluyorum ismi çok güzel. Özümüze dönmek, ilkelerimize dönmek, bizim ilkelerimiz insan sevgisi üzerine, inançlara saygı üzerine, değerlere saygı üzerine kurulmuştur. Adalet üzerine kurulmuştur. Yozlaşmayı reddetmiştir. İnsan sevgisi vardır, tabiat sevgisi vardır. Allah’ın yarattığı kainata saygı vardır. Kainatın sırlarını çözmek için Allah’ın bize verdiği aklı kullanmak vardır. Eğer biz bunları yapabilirsek özümüze dönmüş oluruz. Özümüze dönmek kadar değerli bir şey yoktur. Her şey var aslında bizim özümüzde. Ama özümüz zaman zaman dışarıdan müdahalelerle değiştirilmek isteniyor. İşte önemli olan bu dışarıdan müdahalelere hep beraber karşı çıkmaktır. Yoksa bizim değerlerimiz son derece önemli. Bizim değerlerimiz aynı zamanda evrensel değerlerdir. İnsana saygı derken biz belli bir kimliği esas alarak o insana sadece saygı duyun demiyoruz. Dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın insanlara saygı duymak demektir. Ve aklımızı kullanmak. Öze dönüş aslında bir anlamda aklımızı kullanmaktır. Yüce rabbimizde demiyor mu aklınızı kullanmıyor musunuz diye. Aklımızı kullanacağız. Eğer teknolojide, bilimde büyük ilerlemeler varsa aklı kullanmaktan geçiyor. Tanrının bize verdiği en değerli hazine akıldır. Aklımızı kullanacağız, dünyayı sorgulayacağız. Öze dönüş aynı zamanda dünyayı sorgulamak demektir. Rakamı, saati bulmak, zamanı ayarlamak, kainattaki gerçekleri bütün bunları neyle? Aklımızı çalıştırarak bulacağız. Bu aynı zamanda bilim, aynı zamanda teknolojideki büyük gelişmeler demektir. Aynı zamanda bu insanın kendi bölgesinde, yurdunda, evinde huzur içinde yaşaması demektir. Eğer öze dönüşte biz bunu sağlayabilirsek olağanüstü başarılara imza atmış oluruz. 
Vatan ve milletten söz ettik. Öze dönüş vatan ve millet, değerlerimiz, vatanımız ve milletimiz. Sayın Bakanımız sağ olsun bizim için bayrak ve vatan çok değerlidir diye ifade ettiler. Evetvatan, bayrak, millet çok değerlidir. Ve biz bize Mustafa Kemal Atatürk’ü hep yanlış anlattılar. Öze dönüş değerleri eğer tartışılacaksa, konuşulacaksa Mustafa Kemal Atatürk ne demektir bu konudaki düşüncelerimi aktarmak isterim. İki temel ilkesi vardır aslında. Birincisi şu, siyasi hedeftir. Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir der. Yani ben bayrağımın altında hiçbir müdahaleyi kabul etmiyorum, bütün vatandaşlarım bu bayrağın altında özgürce yaşasın, hür yaşasınlar. Yanlış mı? Hayır. Değerimiz mi? Evet değerimizdir bizim. İkincisi, başka bir hedeftir. O da yine kendisine aittir. Savaş meydanlarında kazanılan zaferler ekonomik zaferlerle taçlandırılmadıkça bağımsızlığınızı koruyamazsınız diyor. Yanlış mı? Hayır. Doğru mu? Evet doğru. Biz kendi bağımsızlığımızı nasıl koruyacağız? Güçlü olduğumuz zaman koruyacağız. Bayrağımıza ne zaman herkesin saygı duymasını isteyeceğiz? Güçlü olduğumuz zaman. Güçlü olmanın yolu nedir? Ekonomik bağımsızlığımız olacak ve biz büyük ekonomik başarılara hep beraber imza atacağız. İşin özü budur. Dolayısıyla biz Mustafa Kemal’i bu çerçevede almalıyız, bakmalıyız ve değerlendirmeliyiz. Eğer bu çerçevede alıp değerlendirirsek elbette ki tarihteki yerini de, gönlümüzdeki yerini de daha sağlam almış olacaktır. Biz kendi tarihimizle hep gurur duyarız elbette. Ama bu şu anlama gelmesin, tarihler sorgulanmaz, yanlışlar sorgulanmaz. Hayır. Varsa yanlışımız elbette oturup konuşacağız biz insanız. Hepimizin hatası olabilir. Bakın hata kavramı insana özgü bir kavramdır. İnsanoğlu hata yapabilir aklını kullanırken. Duygularını farklı amaçlarla kullanabilir veya duygularının esiri olabilir. Yılanın gidip bir başka canlıyı ısırması halinde biz yılan hata yaptı der miyiz? Demeyiz. Veya aslan gidip bir ceylanı yediği zaman ya şu aslan amma da hata yaptı bu ceylan yenir mi der miyiz? Demeyiz. Hata insana özgü bir kavramdır. Dolayısıyla hatalardan ders çıkarmak gibi ayrıca bir görevimiz vardır. Aynı hatayı sürekli tekrar edersek farklı sonuçlar elde edemeyiz. Aynı sonuçları sürekli elde ederiz. Dolayısıyla bu çerçevede de bakmak gerekiyor. 
Efendim Sayın Bakanımız dedi ki, Özü Dönüş Platformuna diğer siyasi partiler, daha doğrusu her siyasi parti liderlerini davet ettik, gelmelerini istedik bazıları geldi düşüncelerini açıkladılar. Sayın Bakanım, öncelikle size şükran borçluyum. Hiçbir ayrım yapmadan bütün siyasi partileri Özü Dönüş Platformuna davet etmeniz bence çok değerlidir. Keşke şu olabilseydi, bütün siyasi parti liderleri burada olsaydı ve biz hepimiz masanın etrafında olsaydık, gençler bize soru sorsalardı ve bizlerde cevabını verseydik daha güzel olmaz mıydı, daha iyi olmaz mıydı, daha doğru olmaz mıydı? Bunlar olurdu. Şu çok önemli, efendim biz asla hiç hata yapmayız, bizim yanlışımız olmaz. Yok efendim öyle bir şey yok. Eksiğimiz olur, yanlışımız olur, hatalarımız olur. Önemli olan bunlardan ders çıkarmaktır yoksa hepimiz insanız benimde hatalarım olmuştur, sizlerin de hataları olmuştur, eksikliklerimiz olmuştur. Telafi etmemiz lazım eksikliklerimizi varsa bir eksiğimiz otururuz, konuşuruz benim bilmediğimi bir başkası görür. Biz buna devlet yönetiminde liyakat diyoruz. İşi ehline vereceksin, işi ehline teslim edeceksin. İşi ehline verdiğin zaman en rahat yönetim nedir biliyor musunuz? Devlet yönetimidir. Çünkü devletin yönetiminde herkesin görevi kanunlarla bellidir. Bakan ne iş yapar, Adalet Bakanı ne yapar görevi nedir, Cumhuriyet Savcısı, Başsavcı, Hakim, Odacı, Genel Müdür, Daire Başkanı. Hepsinin görevleri belirlenmiştir. Bütün mesele nedir? O görevi yapacak ehliyet sahibi insanı oraya getirmektir. Gözünüz arkada kalmaz. Siyasi otorite ne yapar? Siyasi otorite ona siyasi hedefi gösterir. Şu hedef çerçevesinde çalış ve bana önümdeki sorunu çözmek için öneriler getir der. Oturur bürokratlar bunu yaparlar. Dediğim gibi işin ehli olmak farklı bir şeydir. 
Bundan yıllarca önce bir gazetede küçük bir hikaye okumuştum. Daha doğrusu bir olayı okumuştum. Yanlış hatırlamıyorsam Hollanda’da bir ressam olağanüstü güzel tablolar yapmış, resim sergisi malum bir galeride sergileniyor resimleri, insanlar gelmişler tablolara bakıyorlar, ressam gayet memnun hayatından vs. bakmışlar bir adam bir köylü bir tablonun başında durmuş sürekli ona bakıyor. Gelmiş demişler ki, tabloyu beğendiniz mi? Evet demiş çok güzel bir tablo. Satın alacak mısınız? Bunu satın alacak param yok demiş çok pahalı bu. Tablodan hiç ayrılmıyorsun? Bu tabloda bir hata var demiş. Hiç ressam mısınız? Hayır ben ressam değilim demiş. Peki nerede var bu tabloda hata? Bu kadar büyük bir kuş bu kadar ince dala konamaz bu dal kırılır demiş ben çobanım demiş. Şimdi işi ehline vermek, tabiatı bilen kim? O. Kuşları gören o, ağaçları gören o, hayatı o alanda geçmiş. Ressam belki hayatında hiç ormana bile gitmedi. Bir ağacın, bir büyük kuşun bir ince dala konması halinde o dalın kırılacağını hiç düşünmedi. Demek ki akıl akıldan üstündür kavramı bu olay kadar güzel anlatılamaz. Biz her birimiz ülkemizi seviyoruz evet, bayrağımızı seviyoruz evet, milletimizi seviyoruz evet ama öz dönüş hizmettedir, hizmet edeceğiz. Ama o hizmeti ahlaklı temelde götürmek zorundayız. Adaletli temelde götürmek zorundayız. Adalet kavramı dünyanın en soylu kavramıdır. Kainat adalet üzerine inşa edilmiştir. Ve bütün peygamberler adaleti sağlamak için gelmiştir ya da gönderilmiştir, görevlendirilmiştir. Biz acaba kendi ülkemizde adaleti sağlayabildik mi, adaletsizliklere karşı durabildik mi? Birisi adaletsizliğe uğradığında efendim bizim partili değilse boş ver her türlü adaletsizlik yapılabilir. Bizim partili adaletsizliğe uğradı mı kıyameti koparacağız. Olmaz. O zaman adaletsizlik susan dilsiz şeytandır diyor sevgili peygamberimiz. O zaman ne yapacağız? Adaletsizliğe hep beraber karşı çıkacağız bizim yanımızda olur veya olmaz o ayrı bir şey. Bize oy verir veya vermez o ayrı bir şey. Benim düşmanımdır, dostumdur o ayrı bir şey. Ama kim adaletsizliğe uğruyorsa onun yanında mücadele etmek bizim ortak görevimiz olmalıdır. Öze dönmemiz lazım, özümüze dönmemiz lazım. Adaleti her yerde, her ortamda her zaman savunmamız lazım. Adaletin olmadığı bir yerde yozlaşma olur, yolsuzluk olur, hırsızlık olur, insan hakkı ihlalleri olur. Bütün bunların hepsini yaşayabilirsiniz. Adalet, adaleti korumak hepimizin görevidir. Hepimizin ortak görevidir. Öze dönmek konuşmamın başında da söyledim aynı zamanda adalete dönmek demektir. Adalete döneceğiz. Yozlaşma ne zaman başlar? Devlet yönetiminde yozlaşma tepedeki kişinin adaletten uzaklaşmasıyla başlar. Eğer birisi bir şey götürüyorsa yani rüşvet, yani yolsuzluk yapıyorsa aşağıya doğru sirayet eder ve devletin yönetiminde çürüme başlar. O götürüyor bende götürüyüm. Çünkü devleti yönetenler topluma örnek olmak zorundadırlar yayışları itibariyle, davranışları itibariyle, aileleri itibariyle topluma örnek olmak zorundadırlar. Dünyanın her tarafında böyledir demokrasisi gelişmiş bütün ülkelerde böyledir. Bizde bunu yapmak zorundayız. İslamiyet’in özü de demokrasidir, istişaredir. İstişare ne demektir? Demokrasi demektir. İstişare ne demektir? Bir araya geleceğiz bir konuyu tartışacağız demektir. Bir araya gelip bir konuyu tartışmak ne demektir? Akıl akıldan üstündür demektir. Oturup konuşmak, tartışmak ne demektir? Biz doğru yolu nasıl bulabiliriz, en sağlıklı çözümü nasıl üretebiliriz bu demektir zaten. Eğer bundan uzaklaşıp sadece benim dediğim doğrudur diğerlerini atın bir köşeye. Olmaz, olmaz. Ya sen yanılırsan? Bütün bir toplum felaketle karşı karşıya kalabilir. Bunu çözmemiz gerekiyor değerli arkadaşlarım. 
Efendim Sayın Bakanımız dedi ki, Kılıçdaroğlu yorgun geldi. Dün Antalya ve Manavgat’taydım, sonra gece Marmaris’e geçtim. Orman yangınları var, hala devam ediyor. Gerçekten de bir ağacın yanması ne demektir, bir ormanın yanması ne demektir? Onlar canlı ve ormanda yaşayan bir eko sistem var orada da canlılar yaşıyor. Kaplumbağadan, kurttan, kuştan her şey var ve bütün bunlar yanıyor. Ve dolayısıyla bizim önlem almamız lazım. Soru şu, bu orman yangınları her yıl olur muydu? Her yıl olurdu. Peki her yıl olan orman yangınlarına karşı neden sağlıklı ve tutarlı bir politika üretemiyoruz? Dün sordum yine sorma ihtiyacındayım. Orman yangınını söndürmek için devlet ihale mi açar? Türk Hava Kurumu var, Türk Silahlı Kuvvetleri var, başka kuruluşlar var. Alırsınız uçakları, alırsınız helikopterleri belli bölgelerde, belli yerlerde bunlar konuçlanırlar. Sizin İHA’larınız var sürekli havadan bir yerden duman çıkarsa anında müdahale edersiniz. 2002 yılında Türkiye’de 176 orman yangını çıktı. Çok büyümeden tamamı söndürüldü tamamı. Belki biz toplum olarak çoğu yerde hiç farkında bile olmadık şurada orman yangını çıktı diye. Olayı büyüttüğünüz andan itibaren toplumun dikkatleri oraya gider. Peki 2002’de yapılan mı doğruydu bugün yapılan mı doğru? 176 yerde orman yangını çıkıyor büyümeden tamamı söndürülüyor, şimdi orman yangını var kimin ne dediği belli değil. Uçak var, efendim uçak yok. Efendim şuradan gelecek, şuradan gelecek. Kardeşim zaten bu yangın her yıl oluyordu bunun neden önceden önlemini almıyorsunuz? Ormanlar bizim ormanımız ve yaş kesen baş keser diyoruz biz değil mi? Ormanları koruyacağız. O ormanlar bizim akciğerimiz, nefes alıyoruz onların sayesinde. 
Dolayısıyla Sayın Bakanım yorgun değilim, yorulma niyetimde yok. Bu ülkede huzuru sağlayıncaya kadar yorulma niyetim yok. Bu ülkeye barışı sağlayana kadar yorulma niyetim yok. Ayrıştırıyorlar toplumu, kavga eder hale geliyoruz birbirimizle. Niye kavga ediyoruz? Düşmanlaştırıyoruz birbirimizi. Niye düşmanlaştırıyoruz? Benim gibi düşünmeyebilir bir başka kişi. Benim görevim ne? Onu dinlemektir. Niye benim gibi düşünmüyor? Uzun yıllar İstanbul’da hesap uzmanlığı yaptım, sonra Ankara’ya Daire Başkanı olarak Maliye Bakanlığına bürokrasiye atamam yapıldı oraya gittim. Genel Müdürüm, üstadım biz üstat deriz hesap uzmanlığında bizden kıdemli olanlara üstat deriz. Üstadımın söylediği benim kulağıma küpedir. İlerde bir yere geldiğinde size hep evet diyen insanı dinlemeseniz de olur nasıl olsa size hep evet diyecek. Ama size birisi hayır diyorsa mutlaka onu dinleyeceksin niye hayır diyor. Kulağıma küpedir bunu hiç unutmam. Birisi hayır diyorsa bir dinleyelim niye hayır diyor. Belki benim bilmediğim, benim gözümden kaçan bir şey vardır. O nedenle siyasete atılırsanız toplum yararına, insan yararına, doğanın yararına çalışacaksınız. İnsanın mutluluğu için çalışacaksınız, bereketi için çalışacaksınız, sevgisi için çalışacaksınız. Toplumu kutuplaştırmak, ayrıştırmak, kavga noktasına getirmek siyaset değildir. Hedefim budur. Dolayısıyla geçmişte ayrışan toplumların faturasını biz çok ödedik. 
Bakın bir şey daha anlatıyım. Bu ülkede biz Başbakanları idam sehpasına gönderdik, bakanları idam sehpasına gönderdik. Mısır’da darbe oldu, tutuklamalar oldu ben bizde milletvekili olan iki büyükelçimizi Sayın Faruk Loğoğlu ve Osman Korutürk’ü Mısır’a gönderdim. Dedim ki, gidin oraya sakın siyasi idamlar yapmasınlar. Bize dönüp baksınlar biz zamanında siyasi idamlar yaptık, arkasından da toplum olarak pişman olduk şimdi adlarını üniversiteye veriyoruz, caddelere veriyoruz, okullara veriyoruz acaba biz kendimizi affettirebilir miyiz? Yok ama biz onları idam ettik. Siyasi idamlar doğru değil. İnsanlar siyasi görüşleri dolayısıyla idam edilmemeliler, hapse atılmamalılar bunu söyledim. Gönderdim. Bakın bunu inanarak gönderdim oraya, bilerek gönderdim oraya. Çünkü Mısır’la bizim tarihi dostluğumuz var. Biz Mısır’ı kazanmak zorundayız Mısır’la kavga etmek zorunda değiliz. Arap dünyasını kazanmak zorundayız kavga etmek zorunda değiliz. Beraber ortak kültürümüz var, ortak tarihimiz var. Birlikte olmak zorundayız ve bizim bırakın ortak tarihi akrabalıklarımız var zaten. Dolayısıyla bütün bu coğrafyayı kazanmak ve bu coğrafyada çok güçlü hale gelmek mümkündür. 
Muhammed kardeşimiz gençlere önem verilmesiyle ilgili bir soru. Evet gençler. Gençler hem bugünümüzün, hem geleceğimizin en önemli aktörleridir. Biz çocuklarımızı ne kadar iyi yetiştirirsek, geleceğe ne kadar iyi hazırlarsak bu aynı zamanda Türkiye’nin büyümesi, Türkiye’nin gelişmesi demektir. İşin özünde yatan budur. Elbette ki gençler yetişirken çevrelerinde bir değerler sisteminin içine doğarlar. Her insan bir değerler sistemi içine doğar. Bu değerler sisteminin ilk adımı ailesidir. Ailesinden inancını alır, ailesinden kültürünü alır, ailesinden sevgiyi alır, ailesinden dilini öğrenir, inancını öğrenir. Bu değerler sistemi içine doğar. Sonra okula gidince bu değerler sisteminin büyüdüğünü görürüz. Okur, yazar, çevresini öğrenir, dünyayı sorgular, farklı arkadaşlarla karşılaşır, farklı arkadaşların görüşlerini olur, onlarla oturur tartışır. Dolayısıyla farklı bir değerlere kavuşur. Üniversiteye gittiğinde bu değerler sisteminin daha da büyüdüğünü görür, farklı dünyaları görür. Dolayısıyla insanoğlu her zaman içinde doğduğu çemberi hep büyütür. Büyüdüğü ölçüde dünyayı kucaklar, insanlığı kucaklar, adaleti kucaklar, sevgiyi, saygıyı kucaklar. Bu değerler sisteminin mutlaka büyütülmesini ister ve büyütür de zaten. Ve o değerler sistemine yeni değerler katmaya başlar. Aklıyla, mantığıyla, sevgisiyle, dostluğuyla bunları katmaya başlar. Dolayısıyla gençlere önem vermek sadece bizim değil aslında insanlığın görevidir. Peki biz yeteri kadar gençlere önem veriyor muyuz? Anayasamıza bir bakın anayasada gençlerle ilgili madde var gençleri kötü alışkanlıklardan korumak diye. Yani potansiyel suçluymuş gibi gençler öyle görür bizim darbe anayasamız. Gençler potansiyel suçlu değildir. Gençler dünyanın her tarafında kendi ülkelerinin geleceğidir, umudur öyle bakmak lazım. Onların önündeki bütün engelleri kaldırmak lazım. Onların çok iyi bir eğitim görmelerini sağlamanız lazım. Bakın geçmişte öyle bir farklılaşma yarattılar ki sanki imam hatip okulları farklı, diğer okullar farklı. İmam hatiplerden mezun olanlar ikinci sınıf. Niye ikinci sınıf kardeşim? Oraya giden evlatlarda bizim evlatlarımız değil mi, onlarında iyi bir eğitim alması gerekmiyor mu? Gerekiyor. Kendi alanlarında uzmanlaşsınlar mı? Uzmanlaşsınlar. Onlarda topluma adaleti, onlarda topluma sevgiyi, onlarda topluma saygıyı, onlarda aklı kullanmanın ne kadar değerli olduğunu topluma anlatsınlar. Onlarında görevleri var. Bir mühendis neyse, ne görev yapıyorsa, hangi görevi üstleniyorsa imam hatipten mezun olan, ilahiyattan mezun olan kardeşlerimizin de aynı kendi alanlarıyla ilgili görüşlerini dünyaya anlatmaları lazım. Oturup kendi aralarında tartışmaları lazım. Bütün bunları aslında bir zenginlik olarak görmemiz lazım. Ama biz bu gelişmeleri kavganın aracı olarak görüyoruz. Sanki birbirimizle kavga edeceğiz. Buralara girdin sen bizden değilsin sen buradansın. Niye bizden değil kardeşim, niye kavga ediyoruz bunlar için? Kavganın aracı bu değil. Toplumdaki yozlaşmayı gidermenin temel yolu hem inancımızdan, hem ahlakımızdan, hem adalet duygumuzdan güç alarak biz toplumda yozlaşmayı önleyebiliriz, toplumda kavgayı önleyebiliriz. Dolayısıyla burada herkese sorumluluk düşer gençlere de sorumluluk düşer. Gençler ayrıştırılmak isteniyor bizim gençler diğer gençler vs. genç gençtir dünyayı sorgular. Evet dünyayı sorgular. Kainat? Evet kainatı sorgular. Hakkı mıdır? Evet hakkıdır. İyi bir yaşam standardı yakalamak ister mi? Evet ister. Ama kendisiyle beraber arkadaşının da iyi bir hayat standardına kavuşmasını ister. Kendi bulunduğu coğrafyada kimsenin yatağa aç girmesini istemez, bir çocuğun yatağa aç girmesini istemez. Onun mücadelesini verir gençler. Siyaset kurumuna karşıda gençler sorgulayıcı olmak zorundadır. Eğer özümüze döneceksek hataları daha yüksek sesle dillendirmekten korkmamamız lazım, hata yapıyorsun dememiz lazım. Bu kavga edin anlamında değil hataları görmemiz lazım. Yani gözü kapalı bir takımı tutar gibi siyasi partiler tutulmaz. Siyasi partilerin düşünceleri, felsefeleri vardır o çerçevede akıl terazisinde tartılır ona göre sandığa gidilir oy kullanılır. Bir takım gibi tutarsak bir partiyi o hata yapıyor bizde o hatanın peşinde koşuyoruz. O zaman aklımızı kullanmıyoruz, aklımızı kiraya vermiş oluyoruz. Başkaları kullanıyor bizim aklımızı. Ama yüce yaradan ne diyor? Aklınızı kullanmıyor musunuz diyor. Aklımızı kullanacağız. 
Efendim heyecanlı olan potansiyel gazeteci kardeşim, halktan bir insanım diyorsunuz, heyecanlandım diyorsunuz. Heyecanlanmak güzel bir şeydir. Keşke hepimiz sizin duyduğunuz heyecanı hep birlikte duyabilsek. Heyecan aslında bir gelecek beklentisidir aynı zamanda, bir umuttur aynı zamanda heyecan. Heyecanlı olmak kadar güzel bir şey yoktur. Dolayısıyla her zaman her yerde güzel şeyler yaparken heyecanlanmanızı hep isterim. 
Efendim gazeteciler şuanda diyorsunuz ki bakıyoruz televizyonlara, gazetelere gazeteci olmayan kişiler gazetecilik yapıyorlar. Bunlar bir şekliyle engellenebilir mi? Gazeteciliği şöyle söyleyeyim, madem bu kürsüye çıktım, madem her yerde doğruları söylemeye söz verdim. Gazetecilik elbette bir okulu olacak ama gazeteciliğin şöyle bir önemi var. Eğer toplumu sorgulamayı, toplumdaki yanlışları toplumun önüne koymayı ve adaletten yana durmayı, ahlaki, etik değerlerden yana durmayı savunuyorsunuz çok değişik farklı insanlarda gazeteci olmasalar bile örneğin makale yazabilirler, yazı yazabilirler, köşeleri olabilir. Dolayısıyla bunları gazeteciyi gazeteci değil diye özel bir ayrım yapmak doğru değil. Ama gazetecilik mesleğine girdikten sonra kişi gazetecilik eğitimi alsın veya almasın kendi alanında başarılı olmak ister. Gazetecilikle ilgili okullarımız var, fakültelerimiz var. Buradan mezun olan çok sayıda gençlerimiz var ve binlercesi işsiz. Dolayısıyla gençlerde bu kadar işsizliğin olduğu bir ortamda siz doğal olarak acaba ben mezun olunca herhangi bir televizyonda veya yazılı veya görsel medyada acaba ben gazetecilik görevimi yapabilir miyim diye bir arayış içindesiniz. Genelde üniversitelerin üçüncü sınıfından itibaren bu soruöğrencilerin kafasına takılır. Bende okuduğumda öyleydim. Birinci sınıf çok güzel, imtihanı kazanmışız, devam ediyoruz. İkinci sınıf çok güzel her şey mükemmel, dersler çok iyi gidiyor. Üçüncü sınıfa gelince mezun olunca ne olacağız. Dördüncü sınıfta aynı şekilde mezun olunca ne olacağız, sınavlar, diğerleri vs. vs. 
Dolayısıyla gazetecilikle ilgili görüşüm şu: Bir; gazete çıkaran patronun gazetecilik dışında bir faaliyetinin olmaması lazım. Gazetecilik dışında bir faaliyeti varsa bir süre sonra siyasi iktidar onu esir olarak alıyor. Bak diyor, benim dediğim gibi başyazıyı yazdırmazsan, benim dediğim gibi manşet attırmazsan sen bilirsin diyor başka bir yorum yapmıyorum diyor. O zaman bu gazetecilik olmaktan çıkıyor. Gazetecilik halka hizmet etmek demektir. Gerçekleri halkın önüne koymak demektir. Ve gerçek anlamda gazetecilik yapan pek çok gazeteci öldürüldü biliyorsunuz. Uğur Mumcu bunlardan birisidir, Abdi İpekçi bunlardan birisidir. Kıbrıs’ta yine bir olayı gündeme getirip öldürülen bir gazeteci vardı ben Kıbrıs’a gittiğimde mezarını ziyaret ettim, ailesini ziyaret ettim. Böyledir. Dolayısıyla gazeteciliğin topluma karşı sorumluluğu var ve bu sorumluluğun gereğini gazeteci yapar. Büyük engellerle karşılaşır biliyorum, baskılarla karşılaşır biliyorum. Bu baskıların bir kısmı gazete patronundan gelir biliyorum ama bunları aşmalı. Gazetecilikte ikinci şey daha olmalı. Bütün gazeteciler mutlaka sendikalı olmalı. Ne demek gazetecinin sendikalı olması? Gazeteci patronuna karşıda bağımsız olmalı. Haber yapacak haber çok önemli patron diyebilir ki ya şunu haber yapmasan olur mu, bak haber yaparsan işine veririm. O zaman sendika devreye girecek ve o haberi yapacak. Böyle dünya çapında önder gazeteciler vardır. Ülkemizde de önder gerçekten kendisini gazetecilik davasına adayan pek çok gazeteci arkadaşım vardır. İnşallah onlardan biri olursunuz. Türkiye’de pek çok karanlık olayı aydınlatırsınız, toplumun önüne koyarsınız ve hep beraber gazetecilere şükran duyarız. Gazeteciler elbette toplumu aydınlatırken toplumu ayrıştırmamaya, toplumu kutuplaştırmamaya da özen göstermek zorundadırlar. 
Efendim bu benim siyasi görüşüme uygun ben bunu koruyum biraz. Olmaz. Efendim bu zaten bana karşı, ben yaptığım haberleri abartarak bunun önüne koyum dolayısıyla bunu mahvedeyim. Hayır. Gazetecilik intikam alma alanı değildir. Dolayısıyla objektif gazetecilik yaptığınız andan itibaren sorun çözülür. Gazetelerin ve gazeteciliğin desteklenmesi lazım, finansal desteklerin olması lazım kamu tarafından. Basın İlan Kurumu bunun için kuruldu, kamu ilanları bunun için verildi. Dünyanın her tarafında buna benzer uygulamalar vardır ama bu gazetecinin kalemini satması anlamına gelmez. Gazeteci kaleminin sahibidir ve kalemiyle gurur duyar. Çünkü gazetecilik dediğim gibi bir kamu hizmetidir. Bir özel hizmet değildir kamu hizmetidir. 
Efendim devlete ve millete bağlı olan gençleriz diye bir arkadaşımız yine söz aldı. Evet devletimize ve milletimize bağlı olan. Devletimizi seviyoruz, devletimizin büyümesini isteriz, devletimizin güçlü olmasını isteriz. Bayrağımız? Zaten bayrak için gözümüzü kırpmadan kanımızı veririz, canımızı veririz. Dolayısıyla devlete bağlı olmak körü körüne bağlı olmak anlamına gelmez. Devleti yönetenlerin adalet içinde devleti yönetmeleri lazım. Adalet içinde yönetirlerse adaletsizlik varsa bunu uyarmamız lazım. Devlet dediğiniz aslında bir tüzel kişiliktir. Kurumları vardır devletin nedir? Efendim işte TBMM, Cumhurbaşkanlığı, milletvekilliği, Merkez Bankası, BDDK, TSK, üniversiteler, bankalar bunlar devleti oluştururlar. Kurumlar bir devleti oluşturur. Bu kurumların tamamı ülkeye sevgiyi, saygıyı, adaleti, hoşgörüyü ve büyüme felsefesini getirmesi lazım bütün bu kurumların tamamı, üretim felsefesini getirmesi lazım. Çocuklarımız iyi okuyacak, üretecekler, çalışacaklar, alın teri dökecekler, herkes kazanacak ve güzel bir devletimiz olacak ve devlet adalet üzerine inşa edilecek. Devlet adaletsizlik yapmaya kalktığı zaman o zaman farklı bir şey çıkıyor ortaya. Dolayısıyla o zaman bizim devlet değil devleti yönetenleri uyarmamız lazım. Çünkü devlet tüzel kişilik onu yöneten ise siyasi otoritedir. Siyasi otorite devlet olmak için değil devleti yönetmek için gelir ve süreli gelir. 5 yıl süreyle gelirim, devleti yönetirim, tekrar halkın hakemliğine başvururum. Halk seçerse tekrar yönetirim. İyi seçmezse ben onu alırım iyi yönetecek olan bir başka kişiyi getiririm. Böyle bakmak gerekiyor. 
Efendim üniversite sınavı onunla ilgili söz etti kardeşimiz. Ben kamu yönetiminde okuyorum ama üniversite sınavına girdiğim zaman fen bilimlerinde, matematik, mühendislik bunlarda geliyor. Oysa benim bunlarla çok fazla ilgim yok. Sadece kamu yönetimi ve siyaset bilimiyle ilgili bana sorulsa, mühendislik okumak isteyenlere de onların kendi alanlarıyla ilgili soru sorulsa daha iyi olmaz mı diyor. O zaman sınav daha objektif olmaz mı? Şöyle ifade edeyim, insanoğlu tekerleği 1 milyon yılda buluyor. 1 milyon yılın sonunda tekerleği icat ediyor. Bugün her saniyede birden fazla buluş var. Matematik dediğiniz şey tek başına matematik değil, iki kere iki dört eder değil artık. Matematik dediğiniz şey hayatın her alanında geçerli olan bir kavramdır. Bakın size yine bir yaptığımız çalışmadan örnek vereyim. Yazılım sektöründe Hindistan dünyanın en önemli ülkelerinden birisidir. Hindistan dünyanın her tarafına yazılımcı gönderir. Başkaları yapmadı ama biz Hindistan’a bir ekip gönderdik. Hindistan’da neden yazılım sektörü bu kadar gelişiyor? Fazla değil 1,5 sayfalık bir rapor geldi bize. Ana okulundan başlayarak oyun içinde çocuklara matematiği öğretiyorlar. Ve böylece çocuk müthiş bir mukayese yeteneğine sahip oluyor. Biz acaba bunu yapıyor muyuz? Dolayısıyla disiplinler arasında müthiş bir geçişgenlik var artık günümüzde. Siz felsefe okursunuz ama öbür taraftan tarihi merak edersiniz. Tarihi okursunuz öbür taraftan matematiğin tarihini merak edersiniz. Rakamlar nasıl bulundu, matematiğin tarihi nedir, toplamlar, çıkarmalar nasıl yapıldı bütün bunları merak edersiniz. Onu merak edersiniz çalışırsınız doğayı merak edersiniz. Matematik hayatın kendisidir bunu sakın unutmayın. İster fen bilimleri, ister sosyal bilimler, ister bir yerde bakkallık yapın, ister manavlık yapın matematiği hayatın kendisidir. İster gazetecilik yapın fark etmiyor. Disiplinler arası çok sıkı bağlantılar var, belki de 7 – 8 yılda, 10 yılda yeni bir disiplinin çıktığını görüyoruz. Yeni bir bilim alanının toplumun önüne geldiğini görüyoruz. Dolayısıyla tek bir alanda eğitim görmek ve başka alanları dışlamak 21.yüzyılda mümkün değildir. Okuduğunuz gazetede bile spor sayfası var bakıyorsunuz, bilim sayfası var bakıyorsunuz, üçüncü sayfa haberleri var, sosyal haberler, cinayetler onlar var. Bir başka yerde siyasi haberler var. Dolayısıyla kendinizi dar bir alana hapsetmiyorsunuz. Daha geniş bir alandan toplumu değerlendirmeye çalışıyorsunuz. 
Efendim Tahir arkadaşımız dünyada etkileşimden söz etti Y kuşağı, Z kuşağı diye söz etti. Şöyle ifade edeyim, ben sosyolog değilim ama insanlar her kuşağı kendine göre değerlendirirler işte Y kuşağı diyebilirler, Z kuşağı diyebilirler ama hayatın bir gerçeği var. Çocuklarımız her zaman bizden daha iyi dünyayı sorgulayabiliyorlar, bizden daha iyi yetişebiliyorlar. Her anne ve babanın da ortak hedefi çocuklar bizden daha iyi yetişsin, dünyayı daha iyi sorgulasınlar. Onlar daha iyi bir geleceği hak ediyorlar. Anneler, babalar fedakarlık ederler, her türlü fedakarlığı yaparlar çocuklarımız iyi bir eğitim alsın diye. Ve siyaset kurumu bunu yaparken de dünyayı gözler, dünyaya bakar nedir ne değildir diye. Eğitimsiz bir toplum geri kalmaya mahkumdur. Bakın, Osmanlı devleti sanayi devrimini kaçırdı. Kaçırdığı için yıkıldı. Az önce söyledim 1 milyon yılda insanoğlu tekerleği buldu şimdi her saniyede birden fazla buluş var ve bizler mutlaka bilimi çocuklarımıza bütün ayrıntılarıyla yaşadıkları yaşam süreci içinde öğretmek zorundayız. Ortaokulda okuyan bir çocuk üniversiteyi bitirdiği zaman ortaokulda okuduğu bilgilerin çoğu işe yaramaz hale geliyor artık. Çünkü yeni bilgiler, yeni teknolojiler hepimizin önüne geliyor ve biz bunları kullanmak zorunda kalıyoruz. Torunum geldi eski bir telefon vardı kütüphanenin önüne koymuştum, bu nedir diye bana sordu. Bu telefon dedim. Telefon ne demek niye numaraları çeviriyorsunuz diye. Çünkü o değil, elinde cep telefonu var. Düşünün bu bir kuşaktan öbür kuşağa devreden değişimi gösteriyor. O telefon numaralı telefon belki 3 kuşak, 4 kuşak geçti. Dolayısıyla dünya bu kadar hızlı değişirken bizimde bu değişime ayak uydurmamız lazım. Üniversiteleri bu bağlamda bilim üreten yuvalar haline getirmemiz lazım. Üniversitelerde sakın şunu yapmayalım, Öze Dönüş Platformunun genç başkanına söylüyorum. Üniversitelerde her türlü düşünce özgürce tartışılmalı, kimsenin düşüncesine yasak getirilmemeli. Bakın şunun için söylüyorum, ortaçağda bir kişi çıkıp diyor ki, dünya yuvarlaktır tek kişi. Bütün dünya, milyarlarca insan dünyanın düz olduğuna inanıyor ama bir kişi hayır diyor dünya yuvarlaktır diyor. Yakalıyorlar nereye? Engizisyon mahkemesine sen nasıl bunu dersin? Şimdi ne oldu? O bir kişinin söylediği haklı çıktı. Demek ki aykırı fikirler bugün için bize aykırı gelebilir ama bir süre sonra onun doğru düşündüğünü görebilirsiniz. Dolayısıyla üniversiteler bilim üreten yuvalardır, aklı kullanmayı önceleyen, dünyayı sorgulayan kurumlardır, buralarda her türlü düşünce özgürce tartışılmalıdır. Benim gibi düşünmedin seni üniversiteden atıyorum. Olmaz. Benim gibi düşünmek zorunda değil. Tam tersine aykırı düşünmek zorundadır. Efendim 180’le gidiyor bir tren niye 200’le gitmesin onu düşünün, niye 300’le gitmesin. Sürtünmeden efendim sürat kaybediyoruz. O zaman sürtünmeyi ortadan kaldıralım daha hızlı gitsin. Nedir bunlar aykırı düşüncelerdir. Böyle bakmak lazım. 
Efendim liberal gençler, muhafazakar gençler böyle bir ayrımda yapılıyor. İster liberal olarak kendisini tanımlasın, ister muhafazakar olarak tanımlasın gençler bizim gençlerimizdir ve kamunun yönetiminde o gençlere benim ihtiyacım var hiçbir ayrım yapmadan. Ama gençlerin liyakatli olması lazım. Sayın Bakanımızın dediği gibi bayrağını ve vatanını sevmesi lazım, insanını sevmesi lazım, yolsuzluklara asla izin vermemesi lazım, adaletten yana olması lazım. O zaman bütün gençlerin benim başımın üstünde yeri var. KPSS sınavı yapılıyor değil mi? Arkadan sözlü sınav torpiller yapılıyor. Doğru değil arkadaşlar. Bu bir kişinin hakkını çalmak demektir. Haklı olana hakkını teslim etmemek demektir. Siyasetin görevinin bu olmaması lazım. Yeni bir siyaset anlayışını aslında Türkiye’ye getirmek istiyoruz. Kavgacı değil Türkiye’yi büyüten, kavgacı değil Türkiye’de huzuru sağlayan, kavgacı değil büyümeden herkesin pay almasını sağlayan. Sayın Bakanım, izniniz olursa şöyle bir örnek daha vermek isterim. Bizim kuşak biz babalarımızdan daha iyi bir gelir elde ediyoruz şuanda babalarımızdan, annelerimizden daha iyi bir gelir elde ediyoruz. Rahmetli babam ilkokul mezunuydu, annem okuma yazma bilmezdi bizi okuttu 7 kardeşten üniversiteye gidende sadece benim. Diğerleri kimisi işçi, kimisi devlet memuru emekli oldu herkes bir yerlerde hayatını sürdürüyor. Biz 7 kardeş babamızdan ve annemizin elde ettiği gelirden daha iyi bir hayat standardına sahibiz. Fakat şimdi bizim çocuklarımız bizim hayat standardımızın altında bir gelire mahkum ediliyor. Asıl sorun bu. Onlar hem bizden daha iyi eğitim gördüler, bizden daha iyi bir hayat standardı yakalamaları lazım ama çocuklar bizim hayat standardımızın altında bir gelire mahkum ediliyorlar. Çünkü işsizlik var. Diyoruz ki, efendim gençlik bizim zenginliğimizdir. Gençlik ne zaman bizim zenginliğimiz olur? Boş oturarak olmaz. Onun çalışabileceği, üretebileceği bir alanın başına getirirsen, çalışır, üretir, alın teri dökerse o zaman zenginlik olur. Aksi halde zenginlik olmaz ki. Ev gençleri dediğimiz bir kavram var. Annenin, babanın eline bakıyor harçlık alsam da ki biz Sayın Bakanım sizde de öyle miydi bilmiyorum ama çocukluğumuzda biz babamızla konuşamazdık. Baba evin otoritesi, biz annemize söylerdik o aracı olurdu babamızdan harçlık isterken anne işte söyler misin babam bize harçlık versin diye. Öyle. Şimdi öyle değil tabi şimdi çocuklarımız daha rahat anneyle, babayla ilişkileri daha rahat götürebiliyorlar, daha rahat konuşabiliyorlar. Dolayısıyla bu ilişki süreci içinde çocuklarımızı okuttuk, daha iyi bir yere getirdik, üniversiteyi bitirdiler ama işsizler. Gıda bölümünden mezun olup evlere temizliğe giden kadını biliyorum ben. Ve CV’lerin ne kadar işe yaramadığını da gördüm dedi bana. Her yere verdim CV’mi acaba olabilir mi diye, iki çocuğum var evlere temizliğe gitmesem aç kalacağız diyor ve üniversite mezunu. Bu tabloyu hak ediyor muyuz? Hayır hak etmiyoruz. Bu tabloyu değiştirmek zorundayız. 
Dolayısıyla işsizliğe biz boğulduğumuz zaman ayrım yapıyorlar mı muhafazakar, gençler, liberal gençler, diğer gençler diye. Hayır. Hepimiz aynı. Aynı havuzun içinde boğuluyoruz, boğmaya çalışıyorlar ve biz buradan çıkmak zorundayız. Beraber ve birlikte çıkmak zorundayız. Adalet, istediğimiz o adalet. İstediğimiz çalışmak, istediğimiz üretmek, istediğimiz alın teri dökmek. İstediğimiz kazandığımız helal parayla bu ülkenin caddesinde, sokağında başı dik gezebilmek. Bunu yaptığımız zaman Türkiye gerçek anlamda büyümüş olur. 
Efendim biraz uzun konuştum galiba idare edin. Size güzel bir fıkra anlatarak sözlerimi bitirmiş olayım, birazda gülümsemiş olalım. Böyle gene güzel bir toplantıda zamanın birinde herkes çıkıp gençlerin yaptığı gibi böyle kısa kısa konuşmalar yapmış oturmuş yerine. Salon dolu, önde birde politikacı varmış, politikacıya demişler ki efendim sizde çıkar kısa bir konuşma yapabilir misiniz demişler. Ben konuşmayım demiş. Herkes konuştu sizde çıkın kısa bir konuşma yapın diye. Politikacıda çıkıyor kürsüye başlıyor konuşmaya. Bir saat, iki saat, üç saat, dışarı çıkanlar gelenler habire konuşuyor. Sonra diyor ki, ya arkadaşlar diyor galiba biraz uzun konuştum sabah evden çıkarken saati almayı unutmuşum. Arkadan bir genç bağırıyor, beyin diyor bırak saati diyor sen arkandaki takvime bak diyor. 
Dolayısıyla umarım bir takvim kadar uzun olmamıştır ama söylediklerim samimi, inanarak söylüyorum. Birlikte başaramayacağımız hiçbir şey yok. Bütün mesele ahlaklı olmakta, bütün mesele topluma hesap verebilme onurunu yaşamakta. Bunu yapabildiğimiz zaman çözemeyeceğimiz hiçbir sorun yoktur. Bakın biz Ortadoğu’yu da bir barış havzasına döndürmek istiyoruz. Bakın Müslüman kanı akıyor. Şu soruyu niye sormuyoruz kendimize? Bütün dünya gelişirken İslam dünyası niye gelişmiyor? Sadece Amerika’daki üniversite sayısı bütün İslam dünyasındaki üniversite sayısından daha fazla niçin? Onlar akıllarını kullanıyor da bizim kitabımızda diyor aklınızı kullanmıyor musunuz? Biz niye kullanmıyoruz? Ve biz yoksulluğa mahkum muyuz, açlığa mahkum muyuz, ölüme mahkum muyuz? Silahları emperyal güçler veriyor birbirlerini öldürüyorlar. Hem de Allah diyerek birbirlerini öldürüyorlar niçin, hangi gerekçeyle? Bunlara son vermek zorundayız. Biz Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı diye bir teşkilat kurmak istiyoruz. Ortadoğu’ya barışı getirmek zorundayız, Ortadoğu’ya huzuru getirmek zorundayız, büyütmek zorundayız Ortadoğu’yu ve dünyanın gelişmişlerin sorumluluğu var gelişmiş ülkelerin. Bütün doğal kaynakları sömürdüler şimdi diyorlar ki göçler bizim ülkemize niye geliyor, göçmenler niye geliyor? Niye gelmesin kardeşim. Afrika’dan kaçan birisi nereye gidecek? Başka bir Afrika ülkesine gitmiyor, başka bir yoksul ülkeye gitmiyor, başka bir fakir ülkeye gitmiyor. Kişi başına geliri 50 bin dolar, 60 bin dolar, 20 bin dolar, 30 bin dolar olan ülkeye gidiyor niçin? Diyor demokrasi var orada düşüncemi söylerim, işimi bulurum, kimse bana karışmaz. Daha iyi geçinirim diyor. Kendi ülkesinden kaçıyor. Dünyayı da değiştireceğiz. O insanlarında hakkını, hukukunu arayacağız biz ırkçılık yapmadan. O insanlarında hakkını hukukunu arayacağız. Tarihin bize yüklediği çok büyük bir sorumluluk var. Sayın Başkan, tarihin bize yüklediği çok büyük bir sorumluluk var. Nedir o sorumluluk? Önümüzdeki seçimlerde bu ülkeye demokrasiyi yeniden inşa etmek gibi tarihin bize yüklediği bir sorumluluk var. 6 milyon 300 bin genç ilk kez oy kullanacak, ilk kez sandığa gidecek. Ben gençlere oyunuzu A partisine, B partisine verin diye söylemiyorum iradelerine hep saygı duydum. Sadece şunu düşünmelerini isterim, sandığa giderken ellerini vicdanlarının üzerine koysunlar ve oylarını öyle kullansınlar. Otoriter yönetim mi, demokrasi mi? Demokrasiden yana olanlar hep kazanmıştır, hep büyümüştür, kişi başına gelir 20 bin dolar, 30 bin dolar, 50 bin dolar olmuştur. Bizde niye olmasın, biz niye büyümeyelim? Üstelik bilime bu kadar önem veren bir inanca sahipsek, bana bir harf öğretenin 40 yıl kölesi olurum diyor Hz. Ali. İlim Çin’de bile olsa gidin öğrenin diyor sevgili peygamberimiz. İlim bu kadar değerliyken ve bizim İslam tarihinde son derece değerli yetişmiş ve batının Rönesans’ına öncülük etmiş bilim insanları varken neden biz bugün bu haldeyiz, neden kavga ediyoruz, neden barışmıyoruz, neden Türkiye’ye yeni bir anlayışı getirmiyoruz ve neden biz bütün dünyaya örnek olacak bir demokrasi sınavını neden vermiyoruz? Önümüzde bir seçim var ve ben bu seçime büyük umutlar bağlıyorum umarım bu ülkeye demokrasiyi yeniden getireceğiz. Herkesin huzur içinde yaşayabileceği bir demokrasi. 
Hepinize sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum, sağ olun, var olun diyorum.

Tüm Fotoğraflar İçin Tıklayınız…

Gündem'den Öne Çıkan Haberler