25.08.2021

CHP LİDERİ KILIÇDAROĞLU, ANKARA’DA MUHTARLAR, STK TEMSİLCİLERİ VE KANAAT ÖNDERLERİ BULUŞMASINDA KONUŞTU (25 AĞUSTOS 2021)

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu; Ankara’nın Keçiören ilçesinde muhtarlar, kanaat önderleri ve sivil toplum kuruluşu temsilcileriyle bir araya geldi. CHP lideri Kılıçdaroğlu, Ihlamur Kasrı’nda gerçekleşen toplantıda yaptığı konuşmada şunları söyledi: Değerli kardeşlerim; eminim ister kahvede otururken, ister bir parkta arkadaşlarınızla sohbet ederken, ister evinizde dostlar geldiği zaman sohbet ederken iş dönüp dolaşıp mutlaka bir Türkiye sorununa geliyor. Ve hepinizin kafasında bu sorunları nasıl aşacağız, nasıl aşmalıyız ve Türkiye bu noktaya nasıl geldi, bunu nasıl çözeriz diye tartışıyorsunuzdur. Bu soruyu önünüze koyuyorsunuz, bu gündemi önünüze koyuyorsunuz ve tartışıyorsunuz; ister muhtarlıkta olsun, ister sivil toplum kuruluşlarında olsun, ister sokakta, caddede olsun, hepimizin kafasında böyle bir soru var. Gidişattan memnun değiliz. Ben uzun uzun tartışmayacağım niye bu hale geldik, nasıl bu hale geldik diye, onu hepiniz üç aşağı beş yukarı biliyorsunuz.  Üzerinde durmak istediğim birkaç konu var. Devlet yönetimi sıradan bir yönetim değildir. Devleti yönetmek de sıradan bir yönetim tarzı değildir. Devlet ön yargıyla yönetilmez. Devlet kin ile yönetilmez. Devlet öfke ile yönetilmez. Devlet kuşkuyla yönetilmez. Devlet akılla, mantıkla, istişareyle, bilgiyle, birikimle, erdemle yönetilir. Devleti yönetecek kişinin bütün vatandaşlarına eşit mesafede olması lazım. Herkesi kucaklaması lazım; efendim şu şöyle, bu böyle ayrımını yapmaması lazım. Ve devleti yönetecek kişinin adil olması lazım, adaletle yönetmesi lazım devleti. Adil olmazsa toplumda ayrışma ve kutuplaşma olur. Adalet çok önemli bir kavramdır sevgili dostlarım. Dünya, kainat adalet üzerine inşa edilmiştir. “Dünyanın bütün nehirleri, adalete susamış bir insanın susuzluğunu gidermeye yetmez” diyor Sadi, “Dünya’nın bütün nehirleri, adalete susamış bir insanın susuzluğunu gidermeye yetmez…” Hepimiz hayatımızın herhangi bir evresinde mutlaka “nerede bu adalet” diye sorarız. O nedenle devleti yöneten kişinin adil olması lazım.  Devleti yönetecek kişinin topluma aynı zamanda örnek olması lazım. İnancımıza göre israf haramdır değil mi? Evet, haramdır. O zaman devleti yönetecek kişinin israftan kaçınması lazım, israf yapmaması lazım. İsraf başta olursa aşağıya kadar yüzbinlerce ailede çocuklar yatağa aç girer. İsrafın önüne geçmek devleti yöneten kişilerin temel görevlerinden biri olmak zorundadır. İsrafı en baştan başlayıp, aşağıya kadar götürürseniz, zararı Türkiye’ye verirsiniz, zararı insanımıza verirsiniz, bunun hepimiz tarafından bilinmesi lazım. İsraf konusunda artık örnek vermeyeceğim, siz çok sayıda israf örneğini şu veya bu şekilde görürsünüz.  Devleti yönetecek kişilerin aynı zamanda liyakatli olması lazım yani ehliyetli olması lazım. Yani bir arkeoloğu getirip sen hakimlik yap diyemezsiniz. Bir hakimi ameliyata sokup, sen gel ameliyat yap diyemezsiniz. Herkes kendi alanında yetişmek, iş bölümünün gereği olarak görevini yapmak zorundadır, eğitimin temel felsefesi de budur zaten. İşi ehline teslim etmek gibi temel bir kuralımız vardır. İşi ehline teslim etmezseniz sonu felakettir, işi ehline teslim edeceksiniz. İşi ehline teslim etmek ne demektir, aynı zamanda şu demektir: 83 milyondan toplanan verginin hesabının millete verilmesi demektir. Ben 83 milyon derken aklınıza şu soru gelir: Yeni doğan çocuk da vergi mi verir? Evet, yeni doğan çocuk da vergi ödemeye başlar; altına bez alırsınız KDV ödersiniz, emzik alırsınız vergi ödersiniz, süt alırsınız vergi ödersiniz, zıbın yaparsınız vergi ödersiniz. Dolayısıyla devleti yöneten kişi, milletten toplanan vergilerin hesabını millete vermek zorundadır; buna biz devlette saydamlık, devlette şeffaflık diyoruz. Demokrasinin temel kuralı budur, halktan toplanan verginin hesabını halka vermektir. Zaman zaman ben sorarım; derler ki ‘şehir hastaneleri yapıyoruz’, güzel. ‘Otobanlar yapıyoruz’, güzel. ‘Havaalanları yapıyoruz’, güzel. Ama bir soru soruyorum; yaptınız, teşekkür ederiz, kaça yaptınız? Bu sorunun cevabını kimse bilmiyor. Kaça yaptınız benim bilmeye hakkım var. Neden? Çünkü o parayı ben ödüyorum. Muhtarın da bilmeye hakkı var, çünkü muhtar da ödüyor. Çiftçinin de bilmeye hakkı var, esnafın da bilmeye hakkı var, sanayicinin de bilmeye hakkı var, ev kadınının da, apartman görevlisinin de bilmeye hakkı var, çünkü vergiyi onlar ödüyorlar. O zaman bunu kaça yaptın, benim bunu öğrenmem lazım, bilmem lazım. Burada devlet sırrı olmaz, demokrasinin temel kurallarında devlet sırrı olmaz. Ne demek devlet sırrı? Ne demek ticari sır? Benim paramla iş yapıyorsun ama bana hesabını vermiyorsun, dünyada böyle bir demokrasi örneği yoktur. Dolayısıyla bizler vergi veriyorsak, vergiyi kullanan kişi yani harcayan kişi de bize hesap verir. İşin doğası gereği bu böyledir, bütün demokrasilerde kural böyle oluşur.  Bakın değerli kardeşlerim, dedik ki; “devleti yöneten kişilerin ahlaklı olması lazım, erdemli olması lazım, bilgili olması lazım, temiz olması lazım, saydam olması lazım.” Şöyle bir ülke düşünün, o ülkenin İçişleri Bakanı çıkıyor, bir açıklama yapıyor, diyor ki; “bir siyasetçiye her ay 10 bin dolar rüşvet veriliyor.” Bir siyasetçiye her ay 10 bin dolar rüşvet veriliyorsa, rüşvet bizim kanunlara göre suçtur değil mi? Evet, suç. Veren de suçludur, alan da suçludur. Bunu ben söylesem derler ki bir siyasi söylüyor. Bir muhtarımız söylese, muhtar söylüyor, nereden bilecek. Sivil toplum kuruluşu başkanı söylüyor, nereden bileceksin sen devletin işini kardeşim, bunu söylüyorsun derler. Bunu söyleyen emniyetin ve istihbaratın başında olan kişi, İçişleri Bakanı söylüyor, sıradan bir insan değil. O zaman şu soruyu merak ediyoruz: Kim bu adam? Her ay 10 bin dolar rüşvet alan siyasetçi kim? Çünkü rüşvet alan bir siyasetçiye biz toplumda ahlaksız deriz. Ahlaksız birisinin de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yerinin olmaması lazım. Eğer kul hakkı yiyorsa, aldığı aylık ona yetmiyor, bir de her ay 10 bin dolar rüşvet alıyorsa bunun ortaya çıkarılması lazım. Savcının derhal harekete geçmesi lazım. Geçiyor mu? Geçmiyor. O zaman şu soruyu soracağız kendimize: Türkiye Cumhuriyeti Devleti doğru yönetiliyor mu? Türkiye Cumhuriyeti Devleti adaletle yönetiliyor mu? Türkiye Cumhuriyeti Devleti erdemle yönetiliyor mu? Türkiye Cumhuriyeti Devleti yönetilirken vatandaşın hakkı, hukuku korunuyor mu? Bunlar olmuyor.  Söylediğim sadece 10 bin dolar. Bir de 128 milyar doları düşünün. Bizim paramız, Merkez Bankasında kefen paramız. Bir bakıyoruz, 128 milyar dolar buharlaşmış. Nereye gitti belli değil, kime sattın belli değil, kaça sattın belli değil. Soruyoruz bunu, afiş asıyoruz, afişleri indiriyorlar; efendim bunu soramazsınız, bu afiş de olmaz. Bir lira değil, 10 lira değil, 100 lira değil, 128 milyar dolar. Hala bilen yok, hala bir açıklama yok. “Vatandaşın cebinde” diyorlar. Bir açıklama öyleydi. Vallahi esnafa sordum, “nerede beyim 128 milyar dolar” diyor. Sanayiciye sorduk, “yok efendim” diyor, diğerlerine sorduk yok, bakkala sorduk yok. Nerede bu para ve kimlere verildi? Devleti yönetmenin temel kuralları neydi? Adaletti, ahlaktı, vatandaşa hesap vermekti. Siz bunu yapmazsanız devleti yönetemezsiniz, sağlıklı bir yönetimi sağlayamazsınız.  Şöyle bir açıklama oldu dün, “Merkez Bankası’nın rezervi 109 milyar dolar oldu, yakında 115 milyar dolar olacak” dedi devleti yöneten kişi. Soru şu: 109 milyar artı IMF’yi söylemiyor 6,5 milyar da IMF’den gelecek, ama IMF’yi söyleyemiyor, 115 milyar dolar olacak, 115 milyar dolar kimin parası? Benim param mı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin parası mı? 115 milyar dolar Çin’in parası Çin’den borç almışız, Katar’dan borç almışız, Güney Kore’den borç almışız, IMF’den para almışız getirmişiz Merkez Bankası’nın kasasına koymuşuz. Swap diyorlar, bunun ekonomideki adı swap, başkasından almışız, kendi kasamıza koymuşuz, eyvallah. Ama bu para bizim paramız değil, bu para başkalarının parası. Peki, gerçekte Merkez Bankası’nın döviz rezervi nedir, o rakamı da vereyim, eksi 53 milyar 200 milyon dolar. Eksi, artı değil. Devleti yöneten kişilerin halka doğruları söylemesi lazım, halka doğruları söylemezseniz olmaz, devleti sağlıklı yönetemezsiniz. Halka doğruları söylemediğiniz zaman ne olur? Siyasetle vatandaş arasında güvensizlik olur. Bugün siyaset kuruma güven duyulmamasının temel nedeni, ‘bunlar siyasetçidir her şeyi söyler…’, bu algı yerleşti. Türkiye’yi buradan çıkarmamız lazım, bu algıdan kurtarmamız lazım. Siyasetçi devleti yönetir, doğrudur. Adaletle yönetir, doğrudur. Ahlakla yönetmesi lazım, doğrudur. Ama vatandaşa hesap vermek onurlu bir iştir, onurlu bir görevdir. Bu görevi yerine getirmek siyasetçinin temel görevlerinden birisidir, bunu yerine getirmek zorundadır.  Bakın bir şey daha, dünyada döviz bolluğu var, Almanya eksi faizle borçlanır yani Almanya borçlanmak istiyorsa gider, yurt dışından adamlar gelirler Almanlara para verirler, Alman Hükümetine para verirler, ayrıca üstüne bir de faiz öderler Alman Hükümetine, bizim paramızı kullandın diye. Bazı ülkelerde yüzde birdir, binde yarımdır vesaire. Biz, Dünya’nın en yüksek faizini ödeyen ülkelerden birisiyiz. Niye Türkiye dünyanın en yüksek faizini ödüyor? Hangi gerekçeyle en yüksek faizi ödüyoruz biz? Faizi kim ödüyor? Siyasetçi mi? Hayır, bizler ödüyoruz, hep beraber faizi ödüyoruz. Rakam vereceğim. Bir ayda ödediğimiz faiz, dışarıda, ben ona “Londra’daki tefeciler” derim, Londra’daki tefecilere bir ayda ödediğimiz faiz 1 milyar 800 milyon dolar. Her ay 1 milyar 800 milyon dolar faiz ödüyoruz. Bir günde ödediğimiz faiz, 57 milyon 800 bin dolar, 1 saatte ödediğimiz faiz, siz burada bir saat bekleyip çıkarken 2 milyon 400 bin dolar faiz ödüyor Türkiye Cumhuriyeti Devleti dışarıdakilere. Niye ödüyoruz? Son 18 yılda ödenen faiz 187 milyar 588 milyon dolar; bu ülkede fakirin fukaranın, sanayicinin, iş adamının, bakkalın, dışarıdaki bir avuç tefeciye ödediği faiz. Sormamız gerekiyor, neden bu kadar yüksek faizleri vatandaştan parayı toplayıp, onlara ödüyoruz, neden? Neden 83 milyonu götürüyoruz bir avuç tefeciye teslim ediyoruz? Bunun üzerinde durmamız lazım.  Güven dedim, siyasetçiyle vatandaş arasında güven olması lazım. Devlet iyi yönetilirse, siyasetçi devleti iyi yönetirse, vatandaşla devlet arasında güven oluşur. Bugün Türk Lirası’na güven kaybolmuştur. Diyeceksiniz ki, bunu neye dayanarak söylüyorsun ey Kılıçdaroğlu? Bankalardaki döviz mevduatının, vatandaşların döviz mevduatının yüzde 56’sı dolar. Yani vatandaş Türk Lirasına güvenmiyor, dolara çeviriyor, bankaya mevduata yatırıyor. Bu rakam bana ait değil, Türkiye Bankalar Birliği’ne ait. Dolayısıyla hepimizin düşünmesi lazım. Değerli arkadaşlarım, şu soruyu da sormamız lazım. Nasıl çıkarız, nasıl kurtuluruz, Türkiye nasıl bölgesinde daha güçlü bir ülke haline gelebilir?  Oraya geçmeden önce şu sığınmacı ve mülteci olayına da bir değinmek isterim. Öteden beri Türkiye’nin yurtta barış, dünyada barış ekseninde bir dış politika oluşturması gerektiğini savunan bir kişiyim. Bütün komşularımızla barış içinde olmak zorundayız. Bütün komşularımızla ilişkilerimizi büyütmek ve geliştirmek zorundayız. İster Suriye olsun, ister Irak olsun, ister İran olsun, ister Yunanistan olsun, ister Avrupa Birliği, ister Mısır, Fas, Tunus, Cezayir, Libya… Bütün ülkelerle dost olmak zorundayız, ilişkilerimizi iyi bir zeminde götürmek zorundayız. Bakınız; 3 milyon 600 bin Suriyeli var resmi kayıtlara göre, gayrı resmi kayıtlara göre 5 milyon Suriyeli var Türkiye’de. Ne olacak bu insanlar? Ve biz bu insanlar için resmi açıklamaya göre 40 milyar dolar para harcadık, 2 yıl önceki rakam bu, şimdi kaç milyar dolar bilmiyoruz. Peki bu insanlar ne olacak? Bu yetmedi şimdi Afganistan’dan geliyorlar. Üstelik binlerce kilometreyi aşarak Türkiye’ye geliyorlar, İran’ı aşarak Türkiye’ye geliyorlar. Ve bir kişi değil, 10 kişi değil, 100 kişi değil. Suriye’deki gibi kadın, çocuk, yaşlı, genç de değil; hepsi genç, neredeyse hepsi cepheden silahını alıp Türkiye’ye gelmiş gençler. Ne olacak, ne yapacağız? Karşı çıkıyorum, yapmayın diyorum. Bakın şu söz bana ait değil, bu söz Erdoğan’a ait, bu sözü herkesin bilmesini isterim ve sakın ola ki kimse unutmasın, “Finansmanı iyi yönettiğimiz için, yani para işini iyi yönettiğimiz için mültecileri Türkiye’ye alıyoruz, daha da almaya devam edeceğiz.” Bunun üzerine kıyameti kopardık. Sen Türkiye’yi nasıl mülteci deposu yaparsın, sığınmacı deposu yaparsın? Parti sözcüsü de açıklama yapıyor, “bir tek mülteci dahi almayacağız” diyor. Seni kim takar arkadaş? En tepedeki insan diyor ki, parayı veren düdüğü çalar, ben mültecileri buraya alırım, sen yeter ki bana para ver. Bu laf bana ait değil ki, televizyonları açın veya interneti açın, Erdoğan’ın sesini dinleyin, “Finansmanı iyi yönettiğimiz için mültecileri Türkiye’ye alıyoruz, daha da almaya devam edeceğiz…” İngiltere diyor ki, “Türkiye’de kamplar kuracağız. Sonra oradan seçeceğiz, kendi ülkemize bazılarını alabiliriz.” Diğerleri? Para verelim buraya gelmesinler. Aynı şekilde Suriyeliler. Arkadaş biz üçüncü sınıf bir ülke miyiz? Beyler rahat etsin diye bütün sıkıntıyı biz mi çekeceğiz, biz mi onların rahatı için? Bize para veriyorlar, siz bütün külfete katlanın diyorlar. Biz para verelim, onlar külfete katlansınlar! Bu ırkçılık değildir bakın değerli arkadaşlar. Irkçılık inancımızda da, insan olarak yapımızda da reddetmemiz gereken bir şeydir. Allah’ın yarattığı en değerli varlık insandır. İnsana her zaman saygı duyarım. Kimliği, inancı, yaşam tarzı, benim başımın üstüne. O kişinin sorunlarıyla uğraşmak siyasetçinin görevidir, sorunları çözmemiz lazım. Ama benim ülkemde, yani bu ülkede, yani bu güzel ülkede izlenen yanlış politikalarla hem sığınmacılar mahvoluyor, hem biz mahvoluyoruz. Adamlar burada kalmak istemiyor, Avrupa’ya gideceğim diyor, gelişmiş ülkeye gideceğim diyor. Orada da diyorlar ki sakın buraya almayın, para verelim, siz orada tutun. Biz sizin taşeronunuz muyuz? Koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devleti onların taşeronluğunu mu yapacak? Siz alın! Sizde kişi başına gelir 25 bin dolar, 30 bin dolar, 50 bin dolar, 100 bin dolar; siz alın beyler, niye biz alıyoruz?  Bir şey daha çok önemli, bazen sığınmacılara kızıyoruz, sığınmacılara niye kızıyoruz? Onların bir günahı yok ki. Sığınmacıları getirenlere kızacağız. Onlara kapıyı açana kızacağız. Sığınmacı elini kolunu sallayarak buraya nasıl geliyor, birileri izin veriyor. İzin verene kızacaksın. Şimdi Nasreddin Hoca’nın Türbesi gibi, kapı var, bütün etraf açık. İran sınırına gittim, İran sınırında bürokratlarla görüştüm. Buradan Afganlar geliyor mu? Gelse, pasaport sorarız, kimliğini alırız, kaydını geçeriz, buradan olmaz. Nereden? 4 kilometrede bir karakol var, ayrıca kameralarla bu karakollar kuş uçsa hepsini tespit ediyorlar. Peki bu binlerce, onlarca değil, binlerce Afganlı peki o sınırlardan nasıl geçti de Türkiye’ye geldi ve kim izin verdi? İzin vereni suçlamamız lazım. Onların Türkiye’ye girişine destek verenleri suçlamamız lazım. Para için bunları yapıyorlar. Hazine tam takır, onları getirin, siz bize para verin, biz vaziyeti kurtaralım. Bu, devlet yönetimi değildir, böyle bir devlet yönetimi olmaz.  Değerli arkadaşlarım, güveni sağlayacağız. Bir şey daha, bir konuda da rahatsızlığım var, onu da sizinle paylaşmak isterim. Terör olayları dünyanın her tarafında olur, İslam ülkelerinde de olur. Avrupalılar, İslam ülkelerindeki terörü “İslamofobi” olarak tanımlıyorlar. Bunun doğru olmadığını, böyle bir deyimin kullanılmaması gerektiğini söyledim. Beni ziyaret eden bütün büyükelçilere söyledim. İslamofobi dediğiniz zaman sanki İslamiyet suçun kaynağıymış gibi, böyle bir anlayış olmaz, sanki sadece terör İslam ülkelerinde oluyormuş gibi. Kardeşim, bir yerde terör varsa insan hakları bağlamında eleştirirsin, ama terörü İslam’la bağdaştırdığın zaman, bu olmaz. Söylüyorum, bizim dinimiz barış dinidir, bizde kavga yoktur, kin yoktur, öfke yoktur, kul hakkı yemek yoktur. Bir yerde terör olur, kardeşim terör varsa terörün üzerine gidersin, yakalarsın, suçlarsın, mahkemeye çıkarırsın vesaire. Ama terörü, İslamofobi olarak tanımlarsanız bu doğru değildir. Bütün siyasetçilerin de, batılı siyasetçilerin de buna dikkat etmeleri gerektiğini ısrarla, ısrarla, ısrarla ifade ediyorum. Bunu da sizin bilginize sunmak isterim değerli arkadaşlarım.  Değerli kardeşlerim, nasıl düzelecek? Eğer gerçekten bu ülkede huzuru sağlamak istiyorsak, bu ülkede hangi görüşten olursa olsun, bu ülkede hangi kimlikten olursa olsun, bu ülkede hangi inançtan olursa olsun, hangi yaşam tarzını benimserse benimsesin, insanların huzuru için çalışmayı temel ilke edinmemiz lazım, birinci kuralımız budur. Yani vatandaşlar arasında ayrım yapmamak lazım. Bunun adı nedir? Bunun adı demokrasidir. Gerçek anlamda bu ülkeye demokrasiyi getirmek zorundayız. Demokrasi aynı zamanda, herkesin can ve mal güvenliğini sağlamak demektir. Herkesin can ve mal güvenliğini sağlamak ne demektir? Mahkemelerin adil olması demektir, bağımsız olması demektir, siyasi otoritenin talimatına göre karar vermeyen mahkemeler demektir, elini vicdanına koyup hukukun üstünlüğüne göre karar vermek demektir. Vicdan ne demektir, Anayasa’da da yazar, hukukun üstünlüğü ve vicdani kanaatine göre hakim karar verir diyor. Hukukun üstünlüğü anladık, kanunlara, yasalara, geleneklere, örfe, adete saygı duyacağız. Vicdan, bilim adamlarına göre Allah’ın yüreğimizdeki sesidir. Yani hakim karar verirken, vicdanını dinleyecek, verdiğim karar doğru mudur, yanlış mıdır diye. Vicdani kanaatini bir hakim çöp sepetine atarsa, orada adalet olmaz. O nedenle hepimizin adaleti savunması gerekir. Demokrasi, can ve mal güvenliği, yargı bağımsızlığı, medyanın özgürlüğü gibi demokrasideki temel kuralları ülkemize getirmemiz lazım. Şimdi sanayici var, iyi para kazanıyor ama yatırım yapmıyor, önümü göremiyorum diyor. Ya başım belaya girerse, ya birisi gelir benim mal varlığıma, fabrikama çökerse ne yapacağım diyor. Hakkımı nerede arayacağım diyor. Birinci kuralımız bu ülkeye adaleti getirmek, demokrasiyi getirmek.  İkinci kuralımız, Türkiye’nin üretmesi lazım. Bütün ekonomi yani maliye ve para politikalarının, bütçe politikalarının üretime dönük olması lazım, üretimi yönlendirmesi lazım, üretimi teşvik etmesi lazım. Bunu yapmazsanız, ben dışarıdan alıyorum derseniz, işsizliği toplumun önüne temel bir sorun olarak koymuş olursunuz. 10 milyon kişi işsiz, 1 milyonun üzerinde üniversite mezunu var işsiz, herkes iş arıyor. Buğday dışarıdan, canlı hayvan dışarıdan, et dışarıdan, makarna dışarıdan, mercimek dışarıdan, nohut dışarıdan; Türkiye’de alan mı yok, yer mi yok, çiftçi mi yok, toprak mı yok, su mu yok? Her şey var. Niye dışarıdan? Hangi gerekçeyle dışarıdan? Ayçiçeği hasadı başladı Trakya’da, asgari fiyatın yani taban fiyatın 6,5 lira olması lazım, maliyet artı makul bir kar. Ne yapıldı? ‘Dışarıdan getireceğiz ayçiçeğini, gümrük vergilerini de sıfırlayacağız…' Ne demektir bu, dışarıdan getireceğim, hiç vergi almayacağım, sıfır vergi, benim çiftçiyle rekabet edeceğim. Bu çiftçi nasıl rekabet etsin? Ne oluyor bir süre sonra, ekmiyorum diyor, ekemiyorum diyor, zarar ediyorum diyor. O zaman dışarıdan gelsin, dışarıdan Türk Lirasıyla almıyorsunuz ki. Peki dışarıdan getirdiğiniz çiftçi ne yapıyor, kendi ülkesinde teşvik alıyor. Dünyanın teşvikini alıyor. Bir de ihraç edip, bir de oradan para kazanıyor. Bizim çiftçimiz de iki yerden zarar. Yeteri kadar teşvik yok, bir de ayrıca dışarıdan geliyor sıfır vergisiz, bizimki ayrıca vergi de ödüyor. Böyle bir düzen olmaz. Üretim, sanayide de üretmemiz lazım. Bütün bunlar üretime dönük politikalar olması gerektiğini söyledim, bunun için ifade ettim.  Birincisi demokrasi, ikincisi üretim, üçüncüsü güçlü bir sosyal devlet inşa etmek zorundayız. Ne demek sosyal devlet? Fakirin, fukaranın, garibin gurebanın yanında olan devlete sosyal devlet diyoruz. Hiç kimse aç ve açıkta kalmasın, bunun adı sosyal devlettir. Sosyal devletin olması için, Türkiye’de tam olarak hayata geçmesi için, Aile Destekleri Sigortasının olması lazım. Ne demek Aile Destekleri Sigortası? Bir ailenin geliri, belli bir rakamın altındaysa, devlet o ailenin banka hesabına her ay belli bir para yatırır, böylece hiçbir çocuk yatağa aç girmez. Hedefimiz ne, bu güzel ülkede hiçbir çocuk yatağa aç girmesin. Bunu yapmak zorundayız.  Ve dış politikayı barış üzerine inşa etmek zorundasınız, kavga üzerine değil. Allah nasip eder, sizler de destek verirseniz mülteci sorununu çözmeye kararlıyım. En geç 2 yıl içinde onların, o kardeşlerimizin evlerini, yollarını, kreşlerini, hastanelerini, okullarını, hepsini yapacağız ve kardeşlerimize diyeceğiz ki, buyurun kardeşim Suriye’de bak evini yaptık, yolunu yaptık, hastaneni yaptık, kreşini yaptık. Parayı nereden alacağız? Gideceğiz Avrupalılara, kardeşim, sen mülteciler gelmesin diyorsun, o zaman bu yatırımı yapacaksın, destek vereceksin bize. Bu yeter mi? Hayır. Gaziantep’teki sanayicilere diyeceğiz ki sizi teşvik ediyoruz, gidin kardeşim oralarda fabrika kurun. Gitsinler işte fabrika orada, çalışacaklar. Yeter mi, hayır. Ayrıca Esad’la görüşeceğiz. Kardeşim buraya gelen, mülteci olarak Türkiye’de olup, şu anda sizin topraklarınıza, kendi vatanına gelen vatandaşlardan bir kişinin bile burnu kanamayacak. Onların güvenliğini gerekirse siz, gerekirse biz beraber sağlayacağız. Herkes kendi ülkesinde huzur içinde yaşayacak. Bunu yapacağız. Niye yapmayalım? Bunu yaptığınız zaman ne olur? Türkiye rahatlar, Suriye de rahatlar. Suriye’de hemen büyükelçiliği açacağız. Mısır’da hemen büyükelçiliği açacağız. Mısır’la niye kavga ediyoruz? Hangi gerekçeyle kavga ettik? Allah nasip ederse bunların tamamını yapacağız. Ahlaklı bir yönetimle… Bir devlet nasıl yönetilir, bir devletin çıkarları nasıl korunur, bunların hepsini yapacağız. Devleti yönetecek kişinin mal varlığı dolayısıyla egemen güçler tarafından tehdit edilmemesi lazım. Eğer bir kişi mal varlığı dolayısıyla egemen güçler tarafından tehdit ediliyorsa o kişinin Türkiye’ye vereceği bir fayda yoktur, veremez zaten. Bütün bunları bilerek çözüm üretmemiz gerekiyor.   Yine ifade edeyim, sizlerin oylarıyla, Allah nasip eder de iktidar olursak, önce milletin bir rahatlaması lazım. İlk 6 ayda bunu yapacağız, ilk 6 ayda. Milleti rahatlatacağız. Bir sefer bu pandemi döneminde esnaf büyük sıkıntılar çekti. Bankalardan kredi alındı, esnaf kefalet kooperatiflerinden kredi alındı, faizler birikti. Geliri yok, ödeyemiyor; bütün o faizleri sileceğiz, bütün faizleri! Anaparayı da makul bir şekilde taksite bağlayacağız. Aynı şekilde çiftçi perişan oldu; Ziraat Bankası’ndan, diğer bankalardan veya tarım kredi kooperatiflerinden borç aldı, faizi ödeyemiyor, yüksek faiz, o faizi de sileceğiz. Dedim ya önce bir nefes alınması lazım. 15 Temmuz şehit yakınları ve gazilerinin, Beşiktaş’taki terör saldırısında şehit edilen polislerin ve vatandaşların ve gazilerin paralarının hepsini ilk 1 hafta içinde iade edeceğiz, hepsini vereceğiz. O para milletin parası; birisi o paraya çökmüş, vermiyor gazilere. Niye vermiyorsun kardeşim! Polis şehitlerinin ailelerine vermiyor. Niye vermiyorsun kardeşim! Milletin parası, parayı onlara öde diye verdi. Bunları yapacağız.  Ayrıca bir şey daha, Süleyman Şah Türbesi... Suriye’de bulunan Süleyman Şah Türbesi’nin sahibi biziz, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir, o topraklar bize aittir, uluslararası hukuka göre de o topraklar bize aittir. Süleyman Şah Türbesi’ni kaçırdık, toprağımızı da terk ettik. Cumhuriyet tarihinde ilktir, toprağımızı terör örgütüne teslim edip kaçtık. Allah nasip ederse, Süleyman Şah Türbesi’ni tekrar oraya götüreceğiz ve oraya kendi bayrağımızı dikeceğiz yeniden. Şerefimizle, hakkımızla, hukukumuzla dikeceğiz o bayrağı.  Esnafın kira stopajı derdi var, bunu da sıfırlayacağız. Ne kira stopajı kardeşim, nereden çıktı, zaten adam geçinemiyor, zaten zor bela geçiniyor. Vergi alacaksan, bir sürü sırtı kalın adam var, git onlardan al vergiyi kardeşim!  Bütün bunlar adalet içinde yapılacak, kimseye kin, öfke duymadan, A partili, B partili demeden, önce bu milletin rahat bir nefes alması lazım, oh diyecek, bir nefes aldık diyecek. Bunu yapacağız. Herkesin bunu bilmesini isterim.  Üniversitede okuyan çocuklar var. Ailenin durumu iyi değil, Kredi Yurtlar Kurumu’ndan aylık alıyor burs gibi, mezun olunca, işi olunca normalde bu parayı iade etmesi lazım. Mezun oldu, işi yok. İcra memuru kapıya dayanıyor, parayı vereceksin. İş ver, sana borcumu ödeyeyim diyor. İş de yok. O zaman babandan alacağım diyor. Babanın ne günahı var? Bunu da kaldıracağız. İşi olacak, işi olduktan sonra faiz değil sadece anaparayı ödeyecek, bunu da yapacağız. O zaman ne olacak? Genci, yaşlısı, muhtarı, esnafı, çiftçisi, önce bir rahat bir nefes alacak, bir kendimize gelelim diyecekler. Kendilerine gelecekler.  Sonra sizin sırtınızdan devleti soyanlar var, bu milletin sırtından devleti soyanlar var. Öyle 100 lira, 1000 lira, 10 bin lira, 1 milyon, 2 milyon, 5 milyon değil. Milyarlarca dolar bu milleti soyan bir ekip var, biz bunlara “beşli çete” diyoruz. Otoyol yaptım diyor, kaça yaptın kardeşim, belli değil. Devlet garanti veriyor. Yap, işlet, devret. Yap, işlet, devret ne diyorlardı, milletin cebinden 5 kuruş çıkmayacak. Değil 5 kuruş, milletin cebinden milyar dolarlar çıkıyor şimdi. Onların tamamını diyeceğiz, kardeşim kusura bakma, önce maliyeti bulacağız, makul paranı vereceğiz, bunların tamamını devletleştireceğiz. Vatandaş geçerken artık bu soygun düzenine son vermemiz lazım, soygun olmayacak. Rahmetli Özal da yaptı değil mi, köprüler yaptı, otoyollar yaptı, ne oldu? Bunlar da yaptılar. Özal’ın yaptığı köprülerden, yollardan bayramda geçerken hiç para ödemiyoruz. Ama onların yaptığı köprüden, yoldan geçerken dünyanın parasını ödüyoruz. Uçakla İzmir’den İstanbul’a gelirken daha ucuz, o yoldan geçerken daha pahalı. Nasıl oluyor bu, nasıl bir düzendir bu? Bu soygun düzenine son vereceğiz.  27,5 yılımı devlete verdim, beni tanımanız için ifade edeyim. 27,5 yılımı devlete verdim, siyasete girdiğim gün karımın yüzüğü dahil bütün mal varlığımı internet siteme koydum, benim mal varlığım budur dedim. Hesabını veremeyeceğim 5 kuruş da yoktur. Devleti yönetmeye talip olan kişinin temiz olması lazım, ahlaklı olması lazım, adaletli olması lazım, vatandaşlar arasında ayrım yapmaması lazım.  Belediye başkanlarımıza dedim, onlara 7 maddelik bir şey verdim, belediye başkanı olduğunuz gün odanıza asın dedim. Ayda bir mutlaka okuyun. Vatandaşlar arasında ayrım yapmayacaksınız, bu mahalle bana oy vermedi, efendim bu mahalleden az oy aldım, ben buraya hizmeti götürmeyeceğim demeyeceksiniz. Hizmet her tarafa gidecek. Fakir mahallelere daha fazla hizmet yapacaksınız. Harcadığınız her kuruşun, yaptığınız her ihalenin hesabını millete vereceksiniz. Çünkü kullandığınız para, harcadığınız para sizin paranız değil, milletin parası. Bakın bizim bütün belediye başkanlarımız mükemmel çalışıyor, hepsi. İhaleleri yapıyorlar, Facebook’ta yayınlıyorlar. Kimin ne olduğu, kimin ne iş yaptığı ortaya çıkıyor.  Devleti de böyle yöneteceğiz, temiz yöneteceğiz. 5 yıl içinde Türkiye, Allah nasip ederse 5 yıl içinde Türkiye farklı bir Türkiye olacak, 5 yıl. 5 yıl içinde Türkiye, bölgesinin en güçlü, en dinamik, en enerjik ülkesi olacak. 5 yıl içinde, öyle mülteciymiş, sığınmacıymış, bu sorunların tamamını çözeceğiz. 5 yıl içinde, milyonlarca istihdam alanı yaratmak zorundayız. Bütün yatırımlar İstanbul’a, kardeşim bu ülkenin Siirt’i yok mu, Hakkari’si yok mu, Bingöl’ü yok mu, Giresun’u yok mu, Çankırı’sı yok mu, niye buralara da yapmıyoruz? Bütün bunların tamamını düzelteceğiz, göreceksiniz. Türkiye’de yatırımı da dengeli dağıtmak zorundasınız. Anadolu boşalıyor, herkes İstanbul’a gidiyor. Peki bu Anadolu’da kim kalacak?  Devleti yönetmek sıradan bir olay değildir, devlet deneyimi gerekir, bilgi gerekir, birikim gerekir, tanımak gerekir, dünyayı bilmek gerekir, dış politikayı da milli yapacağız. Dış politika öyle bir kişinin iradesiyle oluşan bir politika değildir. Dış politika millidir, dış politikada iktidar-muhalefet olmaz. Dış politika millidir, iktidar ve muhalefet beraberdir. Ama dış politikada oturuyor Biden ile konuşmaya, Dışişleri Bakanlığından kimse yok. Nasıl olur? Ben oradayım ya diyor, Dışişleri de bana bağlı. İyi de kardeşim; iktidarlar geçicidir, baki olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir. Orada Dışişlerinden biri olur, tutanağı tutar, Dışişlerinin arşivine koyar. Osmanlı’da da böyleydi, Selçuklularda da böyleydi, dünyanın bütün ülkelerinde de böyle. Bizde istisna. Ne görüşüldü kimse bilmiyor. Ne sözler verildi kimse bilmiyor. Böyle bir devlet yönetimi olmaz. Devleti adaletle yöneteceğiz, bundan hepinizin emin olmasını isterim.  Burada izin verirseniz sözlerimi bitireyim değerli kardeşlerim. Biraz sonra buraya oturacağım, bana soru soracaksınız. Sizden bir isteğim var, aklınıza şu gelmesin, Genel Başkan’a da bu soru sorulur mu? Sorun, birbirimizi daha iyi tanıyalım. Bu soruyu sorarsam acaba Genel Başkan üzülür mü? Üzülmem. Buraya oturuyorsam her sorunuza samimi olarak cevap vermek zorundayım, samimi olarak, öyle alttan alıp yuvarlak, öbür tarafa dolandırmak yok. Çok açık, çok net inandığım şeyleri söyleyeceğim samimi olarak. Sizler de samimi olarak sorun, birbirimizi tanıyalım. Bizim kusurumuz var mı, CHP’nin, var. Kabahatimiz var mı, var. Ben bunu da gayet iyi biliyorum. Ama size şunu söyleyeyim. Son 10 yılda en büyük değişimi yaşayan parti Cumhuriyet Halk Partisi’dir. Artık biz halkın partisiyiz. Apartman görevlisinin partisiyiz, taşeron işçisinin partisiyiz, esnafın, bakkalın, sanayicinin, halkın partisiyiz. Nerede bir sorun varsa, o sorunla ilgileniyoruz. Hiçbir ayrım yapmıyoruz vatandaşlar arasında. Bir derdi varsa koşuyoruz, derdine derman olmaya çalışıyoruz.  Ve biz bunu yapmak zorundayız. Memleketin huzuru için, beraber olmak zorundayız. Birlikte olmak zorundayız. Türkiye bir rayına otursun, Türkiye’ye bir demokrasiyi getirelim, Türkiye’de hiç kimse düşüncelerinden ötürü bir hapse atılmasın, Türkiye’ye bir barış gelsin, Türkiye şaha kalkar, şaha kalkar, o zaman görürüz yani. Şimdi yokuş aşağı gidiyoruz, nereye gittiğimiz belli değil. Freni patlamış bir kamyondayız hep beraber. Allah sonumuzu hayretsin. Ama beraber, umutsuzluğa kapılmak yok, beraber bu Türkiye’yi düzelteceğiz, birlikte. Birbirimize güveneceğiz, birbirimize inanacağız ve yaptığımız güzel şeyleri sadece biz değil, bütün dünya görecek. Ve bütün İslam alemine de örnek olacağız. Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet’i kurduğunda bütün İslam alemi, devletler cumhuriyet oldu. Şimdi biz demokrasiyi büyüteceğiz, Cumhuriyetimizi demokrasiyle taçlandıracağız, eminim yine bütün İslam Dünyası’na örnek olacağız ve demokrasi her yerde olacak, insan hakları her yerde olacak, kadın erkek eşitliği her yerde olacak, çok iyi okullar, çok iyi eğitim olacak. İnsan hakkı ihlalleri üzerinde hep beraber duracağız, onları engelleyeceğiz. Güzel bir Türkiye’de huzur içinde beraber yaşayacağız.  Hepinize en içten teşekkürlerimi sunuyorum. Sağ olun, var olun diyorum. 

Tüm Fotoğraflar İçin Tıklayınız...

Gündem'den Öne Çıkan Haberler