06.03.2020

CHP GRUP BAŞKANVEKİLİ ENGİN ALTAY: GRUP BAŞKANVEKİLİMİZİ DE, HERHANGİ BİR İLDEKİ PARTİLİMİZİ DE FEDA ETMEYİZ

CHP Grup Başkanvekili Altay:
-“ Yargı sopasına boyun eğecek bir tek CHP’li yoktur. Herkesin şunu bilmesini isterim, feda edilebilecek bir grup başkanvekilimiz yoktur, bir milletvekilimiz bir il başkanımız,  ilçe başkanımız, bir tek yalın sıradan CHP’li üyemiz yoktur, olmayacaktır.”
Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili Engin Altay, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin şu değerlendirmelerde bulundu:

SÖYLEYENE DEĞİL SÖYLETENE BAK
İçerde ve dışarda gerçekten çok sıcak saatleri günler yaşıyoruz ve Türkiye’nin bu noktada ihtiyacı olan en önemli şey, gerilimden uzak durmak.
Türkiye’nin ihtiyacı olan içerde gerilim ve tansiyonun düşmesidir. Gerilim istemiyoruz. Gerilimden kısa bir süre de olsa beslenmeyi düşünmek büyük hatadır.  Belki gerilim üç beş oyu konsolide etmenize yarar, ama ülke bundan zarar görür.
Buradan şuraya gelmek istiyorum; geçtiğimiz günlerde Sayın Erdoğan’ın başlattığı, Sayın Engin Özkoç’la devam eden gerilimin kaynağına ve sebebine iyi bakmak lazım. Peşinen şunu söylememiz gerekir ki; saygı saygıyı, saygısızlık da saygısızlığı besler. Nezaket nezaketi doğurur, nezaketsizlik nezaketsizliği doğurur. Siyasetin bir nezaket ve vicdan işi olduğunu hep söyleyegelenlerdenim. Ama siyasetin bir nezaket ve vicdan işi olduğunu bilmesi, buna uyması gereken birinci kişi kim derseniz devletin başıdır. Devletin başının, nezaket kurallarına uymayan üslubunun aşağıdan cevap bulmasını da bu çerçevede doğal karşılamak lazım.
Lakin, Sayın Özkoç’u eleştirenlere bir atasözünü hatırlatmayı da bu arada zaruri görüyorum, hani derler ya “Söyleyene değil söyletene bak”, yaşadığımız durum tam da budur. Burada gerçekten çok ama çok ağır tahrik unsuru vardır. Burada nefsi müdafaa vardır, burada kötü sözü tekraren iade vardır. İşin aslı budur, böyle olmasa daha mı iyi olur derseniz, elbette böyle olmasa, Türkiye için, Türk siyaseti için daha iyiydi.
Siyaset eğer hoşgörü ikliminden çıkarsa çığırından da çıkar. Siyasette hiç şüphesiz olması gereken temel unsurlardan birisi de, başta üst düzey siyasetçiler olmak üzere, her kademesinde de hoşgörü mekanizmasının işlemesidir. Bunu işletmezseniz de siyaset çığırından çıkar, çığırından çıkan siyasetin de ne yönetenlere ne yönetilenlere, ne iktidara ne muhalefete bir faydası olmaz.
“Burada ağır tahrik var” dedim, tekrar ediyorum; cumhurbaşkanlarının görevi kucaklamaktır, cumhurbaşkanlarının görevi birleştirmektir, cumhurbaşkanlarının görevi ortak payda alanları yaratmaktır. Ayrıştırmak, ötekileştirmek, dışlamak,  karalamak, hakaret etmek cumhurbaşkanlarının görevleri arasında değildir.
Şüphesiz İdlib’de yaşananların 82 milyonu gerdiği de bir gerçektir. Bu gerilimin, bunun sonucunda da kaynaklandığı iddia edilebilir, ama siyasetin en tepesinden ilave bir gerilim Türkiye’nin kaldırabileceği bir durum değildir.
İdlib şehitlerimizin haberinin geldiğinin ertesi günü Sayın Erdoğan’ın bir toplantıda tebessüm etmesini, ben Sayın Erdoğan şehitlerimize üzülmedi diye yorumlamam. Esasen kimse de böyle yorumlamaz, aslında yorumlamamıştır da, ama bu insani, gayri ihtiyari hali tolere etmek için, Sayın Erdoğan’ın saldırgan bir üslupla, ağır bir dille siyaset iklimini bozması, siyaseti çığrından çıkarması en son cumhurbaşkanının yapacağı iştir. Bunu muhalefet partileri yaparsa bir parça anlaşılabilir, ama devletin tepesindeki insanın, Anayasamızın 103. maddesine göre tarafsızlığına dair yemin etmiş bir insanın, siyasi iklimi gerecek bir üslup kullanmasının kaçınılmaz sonuçları da olur.

SÜPERSONİK FEZLEKE
Muhalefete ve “savaş istemiyorum” diyen herkese, dolayısıyla millete hakaret etmek cumhurbaşkanının yapmaması gereken bir iştir. Keşke olmasaydı, savaş istememek de bir haktır, savaş istemeyenler de en az Sayın Cumhurbaşkanı kadar İdlib şehitlerimiz için üzülmüş ve içleri kan ağlamıştır, Sayın Cumhurbaşkanının bunu da bilmesi gerekir. Hem Ak Parti camiasının hem Cumhuriyet Halk Partisi camiasının yaşanan gelişmeleri bu pencereden görüyor ve okuyabiliyor olması lazım.
Şimdi, bir “Jet Fezleke” ile de karşı karşıyayız. Yalnız kamuoyu bu fezlekeye “Jet Fezleke” ismini koyarak büyük bir hata yapmıştır, bu fezlekeye bir sıfat takacaksak, buna olsa olsa “Süpersonik Fezleke” denebilir.
Garip bir durum, vahim bir durum… 4 Mart’ta Sayın Özkoç açıklama yapıyor, 5 Mart günü TBMM’ye sekiz ayrı atılı suçtan, üç ayrı fezleke geliyor. Türkiye, yargının ağır işlediği ülkeler sıralamasında dünyada sonuncuyken, bu kadar süpersonik hızla, talimatla olduğu açık – kaldı ki Adalet Bakanının da o gece bir Tweeti var- bu fezlekeleri hazırlayan savcıda hukukun kırıntısının olduğunu söylemek mümkün mü?
Çok merak ediyorum, Ankara Cumhuriyet Başsavcımız Anayasanın 83. maddesini hiç bilmez mi?
Yine çok merak ediyorum, acaba Adalet Bakanı 21.12. 2011 tarihli 100/1 esas sayılı genelgeyi görmez mi?  
Adalet Bakanı, uygulamada hatalar oluyor diye genelge yayınlamış; cumhuriyet başsavcılıklarına Anayasanın 83. Maddesini doğru kullanın, hata yapmayın demişken karşımızda böyle süpersonik fezlekeleri bulduk.

HUKUKUN SON ÇİĞNENECEĞİ YER CUMHURİYET BAŞSAVCILIKLARIDIR
Fezlekeler burada; şikayet tarihi 5 Mart, Meclise gelişi 5 Mart. Şikayet tarihi 18 Şubat ama aynı savcının bu fezlekeyi Meclise yollama tarihi 5 Mart, durmuş durmuş, beklemiş beklemiş, 5 Mart günü yollamış. Şikayet tarihi 28 Şubat, Savcı Hamza Yokuş Beyefendi bunu da 5 Mart’ta derlemiş toparlamış… Yani diyor ki, aslında ben 83’ü biliyorum, bunun için Engin Bey’in Meclis’te yaptığı konuşmanın yanına Mersin’de ve Sakarya’da yaptığı konuşmaları da koyayım. O 83. madde milletvekilinin Mecliste yaptığı konuşmaları dışarıda da yapması halinde de milletvekilini sorumsuz kılan bir maddedir.
Ama aynı savcı beyefendi, 26.04.2019’da Sayın Genel Başkanımıza Çubuk saldırısının, linç girişiminin olmasından çok kısa süre önce, İçişleri Bakanının Sayın Genel Başkanımızla ilgili söylediği, benim burada ağıza alamayacağım sözler için de ne demiş biliyormuşsunuz? “Görevi gereği söylenen sözler” demiş. Yani Hamza Yokuş Beyefendi, Süleyman Soylu’nun benim şimdi ağzıma almaktan imtina edeceğim Sayın Genel Başkanımıza yönelik hakaretleri için de “görevi gereği söylemiş” diyebilmiş. Bunun adı kepazeliktir. Hukuku herkes biraz çiğneyebilir, ama Anayasanın son çiğneneceği yer Meclistir, hukukun son çiğneneceği yer de cumhuriyet başsavcılıklarıdır. Cumhuriyet başsavcılıkları marifetiyle hukukun çiğnenmesine tanık oluyoruz, hukukunun bu kadar açıkça savcılar marifetiyle, yargıçlar marifetiyle çiğnenebilmesinin, bu fütursuzluğun da dünyada başka bir örneği yoktur, olmaz ve bu durum kabul de edilemez.
Bu durumla aslında, bu ucube fezlekelerle sadece Sayın Engin Özkoç’a değil, TBMM’nin dolayısıyla yasamanın imtiyazına, anayasal statüsüne açık bir darbe vardır.

HIRSLA, İHTİRASLA, İNTİKAM DUYGUSUYLA YARGI SÜREÇLERİ İŞLETİLEMEZ
Herkesin şunu bilmesini isterim, yargı sopasına boyun eğecek bir tek CHP’li yoktur. Yine herkesin şunu bilmesini isterim, feda edilebilecek bir grup başkanvekilimiz yoktur, feda edilebilecek bir milletvekilimiz yoktur, feda edilebilecek bir il başkanımız,  ilçe başkanımız yoktur, feda edilebilecek bir tek yalın sıradan CHP’li üyemiz yoktur, olmayacaktır. Herkesi, ama herkesi bu noktada ayağını denk almaya, hukuka, anayasaya bağlı ve sadık kalmaya çağırıyorum.
Evet gerilim vardır, gerilim bitirilmelidir. Siyasette ağızdan istenmeden sözler çıkar ama siyasette devletin anahtarını teslim ettiğiniz kimse kafasına göre konuşamaz, her istediğine hakaret edemez. Etmemelidir, yapmamalıdır, Sayın Cumhurbaşkanı için de bu son olmalıdır. Buradan herkesin belki alacağı dersler vardır; ama bu olayı ve bu fotoğrafı herkesten ve hepimizden dikkatli okuması gereken de Sayın Cumhurbaşkanıdır. Bir sorumluluğu vardır, 82 milyona karşı bir sorumluluğu vardır. Hırsla, ihtirasla, kinle, intikam duygusuyla siyaset kurumları çalıştırılabilemez. Hırsla, ihtirasla, intikam duygusuyla yargı mekanizması, yargı süreçleri işletilemez. Hırsla, ihtirasla, intikam duygusuyla TBMM’ye karar aldırılamaz, alınamaz.
Elbette gerilimin yumuşaması Türkiye için ve herkes için olması gerekendir, doğru olandır. Ama burada talimatlar yağdırarak; Meclise, adliyeye, yargıya talimatlar yağdırarak bir intikam projesi başlatmak, herkesin altında kalacağı bir iş olur. Onun için ben tekrar başta Sayın Cumhurbaşkanı olmak üzere herkesin dikkatli bir dil kullanmasının gereğine işaret ediyorum,  başta Sayın Cumhurbaşkanı olmak üzere herkesin siyasi sorumluluklarını ve Türkiye’ye, 82 milyona karşı sorumluluklarını hatırlaması, içeride ve dışarıda bu kadar sıcak gelişmeler olurken Türkiye’nin böyle yapay gündemlerle meşgul edilmemesi gerektiğine inanıyorum.

İNTİKAM PROJESİ
Gündem bitmiyor… “Basın özgürlüğü öteki özgürlüklerin emniyet subapıdır, diktatör hükümetlerden başka hiçbir kuvvet onu kısamaz” demiş bir yazar. Oda TV internet sitesi kapatıldı. . Oda TV ‘ye girmek isterseniz karşınıza bu geliyor, bu ne demek? “Ben bunu kapattım...” Deli Dumrul var sanki karşımızda! Niye kapattın kardeşim?  “Efendim, Libya şehidimizin cenaze haberlerini yayınladı…” Libya şehidimizle ilgili haberler, değerlendirmeler bu kürsüden yapıldı, Meclis TV bunu çekti, bunun üzerinden millet izledi. Allah’ım şehidimize rahmet eylesin, o cenazeye MİT Başkanı çelenk gönderdi, o cenazeyle ilgili başka basın yayın kuruluşlarında haberler çıktı.
Şimdi siz Barış Terkoğlu ve Hülya Kılınç’ı tutukladınız, Barış Pehlivan’ı da gözaltına aldınız, savcı tutuklama istedi şimdi bana gelen haber. Allah aşkına bu savcılar ne yapmaya çalışır? TBMM’de konuşulmuş, başka yayın kuruluşlarında konuşulmuş, eğer bu kadar gizliyse, gerçekten bir devlet sırrı ise, MİT Başkanının koskocaman çelenginin olduğu bir cenaze görüntüsünü yayınlamak nasıl bir devlet sırrının ifşasıdır? Trablusgarp’ta ÖSO’nun olduğunu, MİT mensuplarının olduğunu bilmeyen yok.
Bu bir intikam projesi, ama aslında bu şu, üzülerek daha vahim bir şeye işaret etmek istiyorum, bu şu: Dün yargı FETÖ’ye teslim edilmişti ve tecavüze uğramıştı, yargı iğfal edilmişti. Bugün yargı Pelikan Çetesine teslim edilmiş, FETÖ’nün yaptığı tecavüzün, tasallutun fazlasını şimdi Türk yargısına Pelikan Çetesi yapıyor ve bunu seyrediyoruz. Herkes seyredebilir, herkes göz yumabilir, yol verebilir ama bizim bu vahim tabloya göz yummamız ve yol vermemiz mümkün değil.
Hukukun yargı eliyle çiğnenmesi çok inciticidir, çok acıtıcıdır, çok vahimdir. Bugün ona yarın sana, bugün bana yarın sana. Sözün bittiği yerdeyiz. Bütün savcılara ve yargıçlara ayrım yapmaksızın sesleniyorum. Yürütmenin baskısından korkmayın, yürütmeye yaranmak için uğraşmayın. Elinizde Anayasa var, ceza kanunları var, diğer kanunlar var, hukukun evrensel kuralları var. Hakim olun, cumhuriyetin savcısı olun, talimatla fezleke yollamayın, talimatla insanları tutuklamayın! Ergenekon, Balyoz davaları dün gibi aklımızda, yaşanan mağduriyetler, canını kaybeden insanlar aklımızda. Yeni trajedilere yol açmayın. Bunu yasama organının bir üyesi olarak istiyorum, bir baba olarak istiyorum, 82 milyon Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından alelade, herhangi birisi olarak istiyorum.

SİNMEYECEĞİZ
Kuvvetler ayrılığını daha fazla incitmeyin. Yargıya olan güvenin neredeyse tamamen sıfırlanmasana yol açtınız. Yargıya güvenelim, herkes güvensin, suçlu da suçsuz da, sağcı da solcu da, Türk de Kürt de, Alevi de Sünni de yargıya güvenebilsin. “Et kokarsa tuz var, tuz kokarsa ne olacak” noktasına Türkiye’yi getirmeyin.
Şu zannediliyorsa, “yargı sopasıyla muhalefeti sindirelim…” Sinmeyeceğiz! Yargı sopasıyla insanlar savaş istemiyoruz demekten vazgeçecek sanıyorlarsa, daha çok savaş istemiyoruz diyecek insanlar. Nitekim gittin Moskova’ya, bütün tezlerini yerle yeksan ettin, bir imza attın, savaş istemiyoruz diyenlerle aynı noktaya sen de geldin Sayın Cumhurbaşkanı, sen de geldin.
Yargıdaki bu tefessühün, bu çürümenin, kokuşmuşluğun giderilmesi noktasında sadece siyasetçilere değil bütün vatandaşlara önemli görevler düşüyor, hepimizin refleks göstermesi, hepimizin tepki vermesi lazım. Demokrasinin bir tepki ve protesto rejimi olduğunu, Sayın Cumhurbaşkanı başta olmak üzere hiç kimsenin unutmaması ve bunun altını kalın çizgilerle çizmesi lazım. 

ATEŞKES, SEVİNDİRİCİ BİR TABLODUR
Biraz önce bir not geldi arkadaşlardan, Sayın Cumhurbaşkanımız uçakta kimi değerlendirmelerde bulunmuş. Burada peşinen şunu söyleyeyim, ateşkesin olması, bir nevi ateşkes anlaşmasının imzalanmış olması CHP‘yi memnun etmiştir, bizim için sevindirici bir tablodur.
Burada tabi küçük bir uyarıyı hep yaptığımız gibi yine yapmak isteriz ülkemizin bekası,  esenliği için, Mehmetçiğimizin burnunun kanamaması için. O da şudur; alan daraldığı için doğal olarak cihatçı terör unsurlarının Türkiye’ye yaklaşma mesafesi kısalmıştır. Türkiye Cumhuriyeti sınırlarına daha yakın olabileceklerdir, bu konuda tedbir alınması lazımdır. Burada şunun bilinmesi lazım; bu masada cismen Esad yoktu, ama ruhen ve fiilen Moskova’daki masada Putin, Sayın Erdoğan ve Esad vardı, bunun böyle bilinmesi ve böyle okunması gerekir, hani “Esad’la görüşmem asla, Şam’a gireceğim, şunu yapacağım…”

BAHÇELİ’NİN TALEBİ KARŞILANMAMIŞ
Aslında bu anlaşmadan biz memnunuz, ama ben Sayın Devlet Bahçeli’nin haklı tepkisinin ve talebinin karşılanmadığını da düşünüyorum. Ben şimdi tekrar etmeyeceğim, Sayın Bahçeli’nin Rusya’ya yönelik talepleri vardı: Özür, tazminat.
Ben dün Mecliste dedim ki, “Rusya’nın elinde İdlib’de yaşamını yitiren 57 şehidimizin kanı var, bunun hesabı sorulsun.”

PUTİN’E SORAMAMIŞ
Bu çerçevede, Sayın Genel Başkanımız, Sayın Erdoğan’dan dört soruyu Putin’e sormasını istemişti. Neydi o sorular?
-“Birliklerimizin yeri bildirilmesine rağmen neden askerlerimizi şehit ettiniz” demesi lazımdı.  
-“İlk saldırının ardından uyarı yapmamıza rağmen neden ikinci saldırıya neden göz yumdunuz” demesi lazımdı.
-“Yaralı ve şehitlerin Türkiye’ye getirilmesi için n helikopter uçuşuna niçin izin vermediniz” demesi lazımdı Sayın Cumhurbaşkanımızın.
-“ Savaş hukukunda yaralı taşıyan ambulanslar vurulmaz, siz bunları neden vurdunuz” demesi lazımdı.
Bunu öyle görünüyor ki; Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Putin’e soramamış, ama uçaktaki gazeteciler de bunu niye sormadığını Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a soramamışlar, öyle anlaşılıyor, bunu da kendi takdirlerine bırakıyorum.
MAHİR ÜNAL VE ÖMER ÇELİK‘İN NE İŞİ VAR?
Türkiye, Rusya arasında, iki ülke arasında yapılan bir resmi görüşmeyse- ki öyle- cisimsel olarak iki ülke ama normalde üç ülke arasında bir görüşme yapılıyor. Bu görüşmede devlet başkanı, devlet başkanvekili, yardımcısı, devletin bakanları, memurları olabilir, olmalıdır. Ama değerli arkadaşlar, biraz önce söyledim, Libya şehidimizin cenazesini yayınlayan ODA TV’yi devlet sırrını ifşa etmekten kapatan kafa, bu devletler arası görüşmeye Ak Parti Sözcüsünü ve diğer Genel başkan Yardımcısını toplantıya dahil ediyor. Sayın Ömer Çelik ve Sayın Mahir Ünal’ın devlette bir görevi var mıdır? Yoktur. Peki, iki ülke arasında yapılan ve çok gizli devlet sırlarının, belgelerinin masaya döküldüğü bir toplantıda Sayın Mahir Ünal’ın ve Sayın Ömer Çelik‘in ne işi var? Eğer devlet sırrını afişe etmek, ifşa etmek diye bir kusur aranıyorsa ODA TV’yi bırak buraya bak, burada işte.
Bu şu demek midir? Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak orada değildi Sayın Cumhurbaşkanı sanıyorum, Ak Parti Devlet Başkanı sıfatıyla oradaydı. Türkiye’nin bir Ak Parti Devletine bürünmesine de sessiz ve seyirci kalamayız.
Şimdi biz bunları söyleyince, vatan hainliğinden tutun da her şeyi bize söylüyor. Kötü söz sahibine aittir, ama bunlar gerçekler, biz bunları söylemekle mükellefiz, yükümlüyüz ve bunları söyleyeceğiz.
Bir parti yetkilisine devletin sırlarını vermek, bir parti yetkilisinin devletin bütün sırlarına vakıf olması kabul edilemez, bu bir suçtur. Burada Erdoğan sonra kendi kadrosuyla istişare eder, buna bir şey demem. Her işin bir formal yanı vardır, bir informal yanı vardır, fakat Erdoğan’ın formal yanı hiçbir yanı yok, her şeyi informal. Sen o toplantıya, Moskova’ya getirebilirsin, onlara ayrı odalarda danışabilirsin, saygı duyarım, her ikisi de iyi yetişmiş insanlardır siyasette, bir şey demem, bilmem, ama sen o toplantıya bu arkadaşları oturtamazsın, nokta!  Oturtursan, Oda TV cenaze haberini yayınladığı için suç işlemiş olmaz ama sen suç işlemiş olursun. Yapma bunları, bunları yapma, devletin yüceliğini, büyüklüğünü, kutsiyetini kavra, oturduğun yerin bir holding koltuğu olmadığını artık öğren. Devletin başı sıfatıyla oturduğun koltuğun sana kimi sorumluluklar yüklediğini bil ve kavra, buna göre hareket et.

VEBALİ KİM ÖDEYECEK?
Samimi bir çağrıdır bu, aslında bu çağrı Sayın Erdoğan’a samimi, iyiniyetli bir çağrıdır. Tekrar ediyorum; ticaretten geldin, şirketler yönettin, artık o koltuklarda değilsin, devletin koltuğundasın, bir numaralı koltuktasın. Üstünde, sırtında 82 milyonun vebali var. Şehitler bedel ödedi, bedeli şehitler ödedi, bir yanlış yapıldı ki gereksiz yere – hep söylüyorum, gerektiğinde 82 milyon bir metrekare vatan toprağı için şehit olmayı bilen milletiz elhamdülillah, bir metrekare için – ama senin maceraperest tutumuna, dünyaya caka satma sevdan yüzüne, bir şehidi bırak, Sayın Genel Başkanımızın söylediği gibi tırnağını, saçının bir telini değişmem senin caka satman uğruna.
Hal böyleyken, sen bunca şehidimiz orta yerde dururken, bunun hatalarının bedelini şehitler ödemiş, insanlar can vererek, şehit olarak ödemişken bu işin vebalini kim ödeyecek? Bir şeyin bedeli varsa vebali de vardır. Daha fazla vebal altında kalmaman için sana bunları söylüyorum Sayın Erdoğan. Cumhurbaşkanı olacaksın, kucaklayacaksın, hoşgörülü olacaksın, Edebâli’nin meşhur nasihatini arada aklına getireceksin, insanlar öfkelenebilir sen öfkelenmeyeceksin. Bunları kendisine esasen dostane bir uyarı olarak da hatırlatmayı bir görev sayıyorum.
Değerli arkadaşlar, benim sizlerle paylaşmak istediğim hususlar bunlar.