13.05.2025

CHP Genel Başkanı Özgür Özel: “Hem Barışın Hem De Türkiye’nin Bölünmez Bütünlüğünün Güvencesiyiz”

“‘UNUTURSAK YÜREĞİMİZ KURUSUN’ DEDİLER, SOMA’YI UNUTTULAR”

“O AÇIKLAMANIN ALTINDA ÖCALAN’IN PARAFI VARSA, BAHÇELİ VE ERDOĞAN’IN İMZASI VAR”

“BİZE RAĞMEN BİR ANAYASA SÜRECİ İŞLETEMEZLER”

“MEŞRUİYETİNİ YİTİRMİŞ BİR İKTİDAR VAR. ANAYASAYA, YASALARA UYMUYOR”

“HUKUKSUZLUKLAR ÜST MAHKEMEDEN DÖNMESE SANDIKTAN DÖNER”

“PARLAMENTER SİSTEME GEÇECEĞİZ, TARAFSIZ BİR CUMHURBAŞKANIMIZ, İCRACI BİR BAŞBAKANIMIZ OLACAK”

“BİZ TARİHİN DOĞRU YERİNDE DURMAYI BAŞARAN BİR PARTİYİZ”

“MİLLETE GÜVENİYORUZ BAŞKA DA KİMSEYE SIĞINMIYORUZ”

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, NOW TV’de yayınlanan İlker Karagöz ile Çalar Saat programına katıldı. Soma’da yapılan yayında açıklamalarda bulunan Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özel, “Hoş geldiniz. Tabii o gün o kürsüdeki uyarımız üçüncü uyarıydı. Daha önce de bu konuda konuşmalar yapmış, soru önergeleri vermiştik. Konuşmanın bir kısmında diyor zaten, ‘Normal denetim yöntemleri işlevsiz. Sorulara cevaplar rastgele veriliyor. Ama Meclis buna el koysun’ diyoruz. O araştırma önergesini faciadan altı ay önce vermiştim. Ama gündeme alınmamıştı. Daha doğrusu gündeme alınması için Meclis’te konuşulması, görüşülmesi, oylanması gerekiyor. 28 Nisan günü Dünya İş Cinayetlerini Önleme Günü, Dünya İşçiler Günü. Çeşitli ülkelerde farklı isimlerle konuşuluyor. O günü bir vesile kılıp Meclis’te bu araştırma önergesini indirip, o gün oylatma imkanı olmuştu. Maalesef o gün, hani bugün meşhur ya AKP ve MHP oylarıyla reddedilmesi, o gün sadece AKP oylarıyla reddedilmişti” dedi. Özel, şunları söyledi:


“SOMA’YI UNUTTULAR, SOMA’YI TERKETTİLER”

“MHP o zaman muhalefet partisiydi. Bizimle bir destekliyorlardı. Hatta daha sonra da hem madenin başında, hem yargılamalarda ilk başta MHP’li arkadaşlar da vardı. Ne zaman MHP, AKP’ye yanaştı, faciaya olan ilgisi, mahkemeleri takibi o zaman durdu, bıçak gibi kesildi. (“Anmaya gelmiyorlar mı?”) Hiç gelmiyorlar. Şu kadarını söyleyeyim. Maalesef ben 11 yıldır buradayım. Her 13 Mayıs günü istisnası olmaksızın iki elimiz kanda buradayız. Ben bütün mahkemelerin tamamını takip ettim. O 11 yıl önce Soma’daki facia yüksek reyting yaparken, şu arkadaki madenin olduğu tepede, dünya televizyonları da vardı, Türkiye televizyonlarının da tamamı vardı. Birçoğu şu anda önemli mevkilerde olan kişiler, o zamanlar televizyonların, gazetelerin muhabiriydiler. ‘Unutursak yüreğimiz kurusun’ diyorlardı. Ama Soma’yı unuttular, Soma’yı terk ettiler. Bugün burada sizin olmanız, bugün bu meseleye Halk TV’nin, Now TV’nin, Sözcü TV’nin ilgi göstermesi fevkalade önemli fikri takip açısından. Ama genel olarak Soma’ya olan ilgisizlik, ‘Soma bir milat olup bundan sonra artık hiçbir işçimizi, madencimizi iş kazasında kaybetmeyeceğiz’ diye yeminlerin edildiği o günlerden, bugünlere hiçbir şeyin değişmediği bir süreci getirdi. Tabii ‘Hiçbir şey değişmedi’ diyemeyiz. Çok üzüldüğümüz, çok farklı farklı süreçlerde Soma hep gündeme geldi. İçimdeki bir yarayı ve bir memnuniyetimi ifade etmeme izin verin. Soma’da bu facia oldu. Bütün Türkiye Soma’ya üzüldü. Hatta o biraz önce konuşmanın tam bittiği yerde, anlatılıyordu. AK Parti’nin mitinglerine katılan işçilere katılmadan bir gün önce kimlik kartları, yemek kartları toplanıyordu o dönemde. Miting çıkışında dağıtılıyordu. Yoklama gibi. Yevmiye işliyor. Sonra da ölen ölüyor, kalan sağlar o zaman işte ‘Bu mesleğin fıtratında bu var’ diyen Erdoğan’a yetiyordu. O süreçte, tam bunların çok konuşulduğu, AK Parti mitinglerine madencilerin zorla götürüldüğü, burada eylem yapan madencilerin Ankara’ya götürülüp Erdoğan ile uzlaştırıldığı, sonra madencilere verilen sözlerin tutulmadığı, gerekli düzenlemelerin yapılmadığı… Adil yargılama yerine biraz önce söylediniz, altı bile değil 5,5 gün kişi başına yatıldı. Esas olarak da şöyle bir şey var. Mahkemenin yargılamayı adil yapmaya çalışan başkanının değiştirildiği, yerine başka başkanın getirildiği, verilen düşük cezanın Yargıtay tarafından bozulup, ‘Ya böyle olur mu? Olası kast bugün burada kullanılmayacaksa, nerede kullanılacak?’ denip 5-0 ile beş üyenin beşinin de bozduğu, ama kararın buraya tebliğ edilmek yerine elde tutulduğu bir süreç yaşandı. O süreçte o beş üyenin üçü değiştirildi, yerine üç yeni üye getirildi. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı o kararı buraya yollamak yerine oraya itiraz edip, bu yeni getirilen üç üye ile 5,5 ay sonra 3-2 ile bu sefer olası kast değil de bilinçli taksirden ceza kurulup… Örneğin 301 kez müebbet hapis yatabilecekken ölen kişi başına 5,5 gün hapis yatmaya yeterli görüp sorumluları salan bir süreç yaşandı. Soma’yı ‘3S yuttu’ diyorduk ilk gün: Sarı sendika, sermaye ve diğer taraftan da siyaset üçgeni. Bu üçgenin siyaset ayağı zaman içinde sabırla görevini yaptı ve bu işten sermayeyi kurtardı. Zaten sendikaya hiç kimsenin bir sorusu da olmadı.”

“SOMA DAVASINDAN İKİ TUTUKLU KALDI; GÖNÜLLÜ AVUKATLAR”

“Büyük bir üzüntüyle şunu söyleyeyim, o günden sonra yapılan bütün seçimlerde, herkes Soma’ya baktı. ‘Efendim Soma’yı bu kadar yapılan yanlışlara rağmen Adalet ve Kalkınma Partisi kazanıyor. Efendim işte büyükşehri önce MHP kazanıyor, MHP ile AKP işbirliğine giriyor’ falan, filan. Maalesef Twitter başından Somalılara ağza alınmayacak dünya kadar laf söylendi. Her seferinde çıktım dedim ki, ‘Bu lafları kesinlikle reddediyoruz. Soma, bunları hak etmiyor…’ Hep böyle bir saldırı. Efendim işte ‘Soma celladına aşık olmuş şehir’ diyen mi ararsın, hakaretler, bilmem neler. En nihayetinde bugün Soma’yı Cumhuriyet Halk Partili bir belediye başkanı yönetiyor. Büyükşehri Cumhuriyet Halk Partili bir belediye başkanı yönetiyor. Buralarda biz yüzde 6 oyları da gördük, yüzde 60 oyları da gördük. Ama yüzde 6 oy aldığımız zamanlarda da Somamıza, Manisamıza bakış açımız hiç değişmedi. Kusur varsa kendimizde aradık; kimseye küfretmedik, kötü söz söylemedik. Yüzde 60 ile bu başarı elde edildi ki Soma’nın Belediye Başkanı Sercan Okur, Soma davasının gönüllü avukatlarındandır. Yani Soma’nın vicdanı her geçen gün kendine yapılan kötülüğü de iyiliği de ihaneti de kendisi için gösterilen cesareti de görmüştü. Bugün mesela geçmişin, (“Bir avukatı daha var; Can Atalay, belki onu da hatırlatmak gerekir”) Selçuk Kozağaçlı’yı da unutmamak lazım. Soma davasından iki tutuklu kaldı. Bakın faciaya sebebiyet veren şirketin sahibi dışarıda, müdürleri dışarıda, sorumluları dışarıda. Kamu görevlileri dışarıda, onlar da 12’şer saat ceza yattılar kişi başına. İçeride iki tutuklu var: Biri, Can Atalay, biri de Selçuk Kozağaçlı. Bunlar Çağdaş Hukukçular’dan gelip de Soma davasını gönüllü olarak savunan. O Can Atalay da Selçuk Kozağaçlı da yüreğiyle, bileğiyle burayı savunan insanlardı.”

“ELEĞİN SAMİMİYET TARAFINDA KALANLARIYLA SİYASET YAPILIR”

“Soma’da yerleşmiş olarak da Soma’nın bir evladı Sercan Okur, bu davanın avukatlığını yıllarca yaptı; bilabedel yaptı, gönlüyle yaptı. Son seçimlerde de Cumhuriyet Halk Partisi’nin adayı olarak Soma’da büyük bir teveccühle belediye başkanı seçildi. Biz buradaki seçim sonucunu siyasi bir sonuç olarak görmüyoruz. Vicdanı bir sonuç olarak görüyoruz. Soma bugün kendisini Cumhuriyet Halk Partililere emanet ettiyse, ta bundan 11 - 12 yıl önce bu sorunları… Ben Soma ile ilgili sorunu nasıl dile getirdim? Somalı madencileri madene uğurlarsınız, otobüslere bindikleri işçilerin servis duraklarında. O servis duraklarında hal - hatır sorduğumda anladım ben bir şeylerin kötü gittiğini Soma’da. Kimi diyordu, ‘Özgür abi uyuduğumuz uykudan tat almıyoruz.’ Kimi diyordu, ‘Evladım çizmeler şuraya kadar ter dolu…’ ‘Bir şeyler olacak Soma’da’ diye o zamanki o konuşmalar oradan dolayı. (“Yaşadıklarımız unutulur mu?”) İnşallah unutulmaz da Türkiye’de maalesef unutuluyor. İşte unutmayanların, mücadele edenlerin desteklenmesi lazım. Soma böyle ferasetli insanların bulunduğu bir yerdir. Soma’da seçimlerde dördüncü parti çıkmış, zamanları var Cumhuriyet Halk Partisi’nin. Bugün yüzde 60’a yakın oyla hem büyükşehir, hem Soma Belediyesi kazanılabiliyorsa, Soma’daki insanlar gibi siyaseti sahiden yapanlarla, siyaseti şeklen yapanların, bu meseleyi içinde hissedenlerle, o gün fotoğraf çektirip gidenlerin bir elekten elenmesi lazım. Eleğin samimiyet tarafında kalanlarla siyaset yapılır, Onlara can feda. Ama eleğin öbür tarafına, yani facia olduğunda muhalefet partisi olup, bağırıp da iktidara yanaşınca susanlara mesela, söyleyecek hiçbir söz yok.”

“ALLAH’A EMANETİZ, YENİ FACİALAR AN MESELESİ”

“Şimdi bu Soma faciası olunca 301 kişi, bütün dünyanın gündemine geldi. Ama 2002 yılından, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidarından bugüne kadar 2 bin 500 işçi madenlerde öldü. 35 bin işçi… Yani 140 tane Soma faciası yaşandı ayrı ayrı. Burada iki şey söyleyeceğim. Birisi iş kazaları, işçi sağlığı ve iş güvenliğine ilişkin. Bu konuda Türkiye berbat durumda. Dünyanın en kötülerinden. Yani bugün Türkiye’de madene inen işçiler, günde üç vardiya halinde ölüme inip çıkıyorlar. Soma gibi bir facianın… Sayı 301 olur, daha az olur. Umarım daha yüksek olmaz. Yaşanması an meselesidir. İstanbul depremi gibi düşünün. Nasıl İstanbul depremine şu an hazırlıksızız ve Allah göstermesin 23 Nisan gününde olduğu gibi 6,2 değil de 6,8 ya da 7,2 olsa şu an perişan durumdaydık. İşçi sağlığı ve iş güvenliği, iş kazalarını önleme noktasında bilhassa hem madenlerde, hem de diğer iş kollarında, tehlikeli iş kollarında, işçilerimiz Allah’a emanet. İş kazası geçirmiyorsa, anasının duaları sayesinde geçirmiyor. Tabii ki belli iş kollarında belli fabrikaların, bu konuya titizlenen firmaların hakları emanet olsun, bir kenarda dursun. Ama genel olarak devlet güvenlik yerine karlılığı, işçinin sağlığı yerine verimliliği gündeme alan şirketleri yeterince denetlemediği, sert ve katı kurallar koymadığı, koyduğu kuralları iyi uygulamadığı için, denetim mekanizması çökmüş olduğu için ve özellikle işçi sağlığı ve iş kazaları ile ilgili görevli kişiler maaşlarını işyerinden doğrudan aldıkları için, yani işyerlerinin bir havuza ödeyip, havuzdan ödenme, rastgele görevlendirme gibi işler yapılmadığı için çok önemli eksiklikler var. Söylemek istediğim konunun en önemli tarafı budur. Bugün facianın yıldönümü ve Türkiye bu konularda dünyada en kötüye giden, görevini en az yapan ülkelerden biri, rakamların en kötü olduğu ülkelerden biri. Şimdi ‘Terörsüz Türkiye, şehitler gelmesin, analar ağlamasın’ diyeceğiz. Burada 301 ana ağladı, eş ağladı, 426 çocuk ağladı. O çocuklardan o gün 11 yaşında olanlar bugün avukat oldular, babasının hakkını aramak için. İşin bu boyutunun mutlaka ve mutlaka gündemde tutulması gerekiyor. Unutmamak lazım bunu.”

“O GÜN DE BUGÜN DE CHP’NİN HAKLI OLDUĞU ORTAYA ÇIKIYOR”

Cumhuriyet Halk Partisi Özgür Özel, PKK’nın fesih kararını aldığı ve bu kapsamda pek çok sorunun bulunduğu şeklindeki soru üzerine şunları söyledi:

“Soruların cevaplarını vermesi gerekenler verecek. Bu soruların bir çoğunun cevabı bizde yok. Çünkü Cumhuriyet Halk Partisi tarihsel bir tutarlılığa sahip bir parti olarak, ‘Terör bitecekse biz varız’ diyor. Bu kadar net. ‘Eğer annelerin gözünün yaşı duracaksa, şehit kanı akmayacaksa biz varız’ diyor. ‘Bu meselenin bir- iki kişi, bir parti - iki parti değil toplumsal mutabakatla çözülmesi lazım’ diyor. Toplumsal mutabakat arandığında herkesin rıza göstereceği, kaybedenin olmayacağı, herkesin çözüm konusunda bilgi sahibi ve mutabık olacağı bir yöntem öneriyor. Bu yöntemi kim başarıyor? Dünyada silahlı ve çatışmalı süreçleri başarı ile çözüme ulaştırmış olan örneklere bakılıyor. Burada başarılı olmayan bir şey var. Siz toplumun bir kısmını, partilerden bir ya da birkaçını dışlarsanız, kendinize ait ajandalarınız varsa, gizli pazarlıklar yürütüyorsanız, bu iş başarılı olmuyor. Geçen çözüm sürecinde CHP bütün bunları hatırlatarak, ‘Şunları, şunları yanlış yapmayın’ demişti. Biliyorsunuz Cumhuriyet Halk Partisi böyle bir sürece kredi vereceğini söylemişti. Tayyip Erdoğan, ‘Kredinizi başınıza çalın’ demişti. Düşünmüştü ki terör bitecek. Düşünmüştü ki bir başarı elde edilecek. ‘Buradan gelecek siyasi nemayı kimseyle paylaşmayayım’ demişti. Hani bugün ‘kandan beslenenler’ deniyor ya, bu sürece karşı çıkanları direkt öyle yaftalıyorlar. O gün o tanımlama ile Erdoğan da Bahçeli’ye diyordu, ‘Bahçeli kandan besleniyordu’ Erdoğan’ın tanımlamasıyla. Çünkü Bahçeli, çözüm sürecinin tam karşısındaydı. Erdoğan savunuyordu, Bahçeli karşı çıkıyordu. Biz de diyorduk ki, ‘MHP’nin de ikna edileceği, bizim de işin içinde olacağımız bir süreci hep beraber yaşayalım.’ O gün biz bunları söylediğimiz noktada, Erdoğan Bahçeli’yi kandan beslenmekle, Bahçeli de Erdoğan’ı terör örgütüne teslim olmakla suçluyordu. Şimdi ikisi birden bir süreç yürütüyorlar. Adı; terörsüz Türkiye. CHP aynı tarihsel tutarlılığı içinde diyor ki, ‘Terör bitecekse, kan duracaksa, biz varız.’ Geçen sefer biz bunu dedik diye Bahçeli bizi terörü desteklemekle, ‘Bahçeli de olsun, bütün siyasi partiler bu işin içinde olsun’ dedik diye de Erdoğan bizi işi yokuşa sürmekle bilmem ne yapmakla filan suçluyordu. Şimdi ikisi bir araya geldikleri süreçte, geçmişte kendilerine söyledikleri tüm sözler, o gün de bugün de CHP’nin haklı olduğunu ortaya çıkarıyor. O gün de bugün de CHP’nin haklı olduğunu çıkarıyor. Bizim bugün söylediğimiz şu, çok basit bir şey söylüyoruz: Hiç kimse dışlanmadan bu işin yürütülmesi lazım. Bunun için yer Meclis’tir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bir komisyon kurulmalı. Bu komisyon yapılacak yasal düzenlemeleri… ‘Yasal’ diyorum soruyorlar; ‘Anayasa değişikliği olsa?’ ‘Biz Anayasa değişikliğinde yokuz’ diye ilk günden söyledik. Çünkü Anayasa değişikliği farklı pazarlıkları gündeme getiren, tuhaf ve samimiyet sorgulatan bir mesele. Bugün Türkiye’nin bu sorunu çözmek için ihtiyaç olan şey kanunları çıkarmak, mevcut kanunları düzgün uygulamak.”

ŞEFFAFLIK VE SAMİMİYET VURGUSU

“Toplumsal mutabakat arasın diyoruz ya. Şeffaflık ve samimiyet. Toplumsal mutabakat aranacaksa, işte o zaman o Meclis’te kurulacak komisyona, masaya, siyasi partilerin yasa yapacakları komisyonlara mutlaka başta şehit aileleri, gaziler bu süreçten zarar görmüş herkesin katılıp bu insanların olurunun, rızasının alınması lazım. Sevgili Sırrı Süreyya Önder’le, Allah rahmet eylesin, bizi ziyaret ettiğinde, odamızda heyetlerin önüne geçen bir diyaloğumuz var. Ben yine şehit aileleri ile ilgili hassasiyetimi vurguladım. O zaman şöyle bir ifadem vardı. Demiştim ki, ‘Şehit ailelerinin gözünün içine bakamayacağımız bir işin içerisinde olmamak lazım! diye. Sırrı Başkan bana dedi ki ‘Genel Başkanım’ dedi, ‘Bazen şehidin anasının gözüne bugün bakamazsın, ama yarın öbür çocuğu yaşayınca o gelir sana bakar, sana sarılır’ dedi. Söylediği doğru bir mesaj, hani ‘Bugün için belki bakamayacaksın.’ Dedim ki ‘Bakın Sevgili Başkanım, değerli heyet’, Ahmet Türk orada, Pervin Buldan burada. ‘Şehit aileleri bazı konularda bizden ileride’ dedim. Şimdiye kadar 300’ün üzerinde şehit ailelerinin ve gazilerin derneğini ziyaret etti partimiz. Ben de en tepedeki üç yapıyı bizzat ziyaret ettim. Bana diyor ki derneğin başkanı, vakfın başkanı. Şu ana kadar 300’ün üzerinde, o an için 220’ydi falan. Sayın Yankı Bağcıoğlu bu ziyaretleri yapıyor. Bazısı da telefonla beni de görüştürüyor. Özellikle de üç büyük, yani bu üç büyük derken devletin resmi olarak tanıdığı bir vakıf, iki dernek var. Kiminin yerini Milli Savunma Bakanlığı almış, kiminin kirası ödeniyor. Ve devlet protokolünde en önderler. Yani Cumhurbaşkanlığının tebligat töreninde şehit aileleri denince girmeye yetkili üç yapıyı söylüyorum. Ben bunları ziyaret ettim. Bana dedikleri şu, çok net bir şekilde. ‘Genel Başkanım tutumunuz çok kıymetli. Biz de bu meseleye şöyle bakıyoruz. Biz yandık başkaları yanmasın.’ Bu ne demek? ‘Benim yüreğime ateş düştü başkasının yanmasın. Ama samimiyet olsun. Siyasete alet olmasın. Bizim de görüşlerimiz alınsın, biz bilelim ne olduğunu.’ Ben de bunu hem heyete söyledim hem her fırsatta söylüyorum. Ben böyle söyleyince Sırrı Başkan’a dedim ki ‘Başkanım yanlış anlamayın ben gittim, şehit ailelerine, bazı başkanlar bizden ileride bu konuda.’ Diyor ki, ’Ben yandım başkası yanmasın.’ Bu kadar büyük. Bakın bu sıvasız evine, briket eve en acılı gününde Türk bayrağı asan, ‘Vatan sağ olsun’ diyen kişilerden bahsediyoruz. Birazcık Allah aşkına, bunun da bir hatırı olsun ya. Bunun da bir hatırı olsun yani. O gün gidip yanına oturup, fotoğraf çektirmeyi, taziye yapmayı, ‘Görüyor musunuz bakın, şehidimizin anası vatan sağ olsun diyor’ deyip bunu haberleştirmeyi biliyoruz da, günü geldiğinde 10 yıl önce, 12 yıl önce, sekiz yıl önce bağrına ateş düşmüş ananın, babanın, evladın ne dediğini niye sormuyoruz günü gelince. Benim dediğim bu. Bunu yapalım. Bakın bazen öyle bir şeydir ki sırf ‘Sen ne diyorsun babacığım?’ deyince o baba sana der ki ‘Ben ne diyeyim, ben yandım başkası yanmasın. Ben razıyım.’ Bu başka bir şey. ‘Ben yandım başkası yanmasın’ diyecek feraset ancak bizim insanımızda olur. Düşünün ki en büyük acısını içine basmış, ‘Başka anneler üzülmesin’ diyor. Ama burada onlara rağmen bir şey yapmak, bir süreç yürütmek doğru değildir. Onun için toplumsal mutabakat diyoruz. Babamızın hayrına demiyoruz bunu. Ve bakın bir şey söyleyeyim. Hiç elleme, bunlar bildiği gibi paldır küldür yapsın. Bu toplumda büyük bir tepki dalgası yükselsin. Bundan en büyük zararı bu iktidar görür, ben görmem. En büyük zararı bunlar görür. Bugün bu iş toplumsal mutabakatla, herkesle birlikte çözülsün. Bundan hepimiz karlı çıkarız. Bütün Türkiye karlı çıkar. Burada yanlış olan hesap şu, geçen sefer olduğu gibi efendim işte şimdi iktidar medyasında kendince bir bayram havası. Zaten bu iş başarıya ulaşacaksa bütün Türkiye’de bayram olur. Meseleyi kendilerince efendim işte meselenin kahramanları var, efendim işte Erdoğan var, Bahçeli var, o var, bu var. Ya kardeşim bu mesele başarıya ulaştıktan sonra millet kimi takdir edecekse eder. Bundan kim fayda görecekse görür. Ama önemli olan algı operasyonlarıyla onu bunu köpürerek değil. Yanlış yapılmasın. Daha bugün sürecin sıfırıncı günündeyiz neredeyse yani. Sıfırıncı nokta. Elbette ki bundan önce müzakereler yapılmıştır, görüşmeler yapılmıştır. Bundan daha normal bir şey yoktur. Ama bugün artık yeni açıklandıysa ‘Böyle böyle silahları bırakıyoruz’ diye, silahlar bırakıldığından, bırakılacağı ilan edildiğinden, fesih kararı alındığından itibaren ilk gündeyiz. İlk düğmeyi yanlış iliklemenin peşindeyiz. Hemen efendim işte ‘Şu olur, bu olmaz’ falan filan. Bunlar yanlış. Bunun için biz bilimsel, bütün dünyanın doğru yaptıklarını tekrar eden, yanlış yapıp da zarar gördüklerinden uzak duran, kendi geçmiş başarısız tecrübelerimizden ders alan bir şey yapmamız lazım. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak işin kolayına kaçmıyoruz. ‘Biz muhalefet partisiyiz, iktidar ne yaparsa karşısındayız. Eleştirelim tökezlesinler, biz kazanalım’ bunu yapmıyoruz. Yapmayacağız da. Çünkü biz tarihin doğru yerinde durmayı başaran bir partiyiz.”

“BAŞKAN DA İNİSİYATİF ALMALI”

Özel, “Nasıl bir çerçeve çiziyorsunuz?” sorusuna şu yanıtı verdi:

“Bizim çizdiğimiz çerçeve şu, Meclis’te Meclis Başkanımızın da bir inisiyatif alması doğru olur. Kendi takdirleri. Ama ben kendisini bunu çağırdım, bir kez daha söylüyorum. Mutlaka bir komisyon, hazırlık komisyonunun hızlı şekilde bütün siyasi partiler davet edilerek, gelmeyen gelmez ama herkesin orada sandalyesi olsun. Görüşleri alınmalı. Bizim mesela yedisi hukukçu, üç siyaset bilimciden oluşan 10 kişilik bir komisyonumuz var. Bunu Sevgili Adem Sözüer’le yani 2000’li yıllarda Türk Ceza Kanunu çalışan, çok önemli ceza hukuku hocalarından. Bugün Türk Ceza Kanunu ile ilgili de çok önemli isimlerden biri. Onun birlikte çalıştığı, ortaklaşa fikir ürettikleri çok önemli dört beş tane ceza hukukçusuyla da birlikte işin mutfağında da çalışmaya ve önemli işleri, önemli düzenlemeleri hatasız yapmak için katkı vermeye de Cumhuriyet Halk Partisi hazır. Bizim komisyonumuz var. İlk başta bir kere ilk atılacak adımlar var. Mesela bu kayyım düzenlemesi ile ilgili mesele yıllardır dile getiriliyor. Bunların çözülmesi lazım. Devamında Türkiye’de bazı kanunların uygulaması antidemokratik uygulanıyor. Uygulamaların düzeltilmesi lazım. Bu kanun yaparak olmaz. Kanun ortada, yanlış uygulanıyor. Kötü niyetle uygulanıyor. Bazı kanunlardaki eksikliklerin giderilmesi lazım. Bazı yere kanuni düzenlemeler yapılması lazım. Ama demokrasi hattının dışına çıkılmaması, bugün uyulmayan Anayasa kararlarına uyulması. Mesela can Atalay dediniz, Anayasa Mahkemesi kararına uysanız dışarıdadır. AİHM kararlarına uymayı Anayasa açıkça vaat ediyor. AİHM kararlarına uysanız, Osman Kavala dışardadır. Yine doğru düzgün yargılamalar yapsanız zaten bugün içeride olan toplumsal davalardan kimse içeride olmaz. Anayasa Mahkemesi’nde dosyaları bekleyen hem Gezi tutuklusu arkadaşlarımız var, diğer taraftan diğer toplumsal davalardan çok sayıda arkadaşımız var. Bunların hepsi açısından da atılacak olumlu adımlar var. Üniversite öğrencileri tutuklu. Mesela bu uygulama hatası yani kanun çıkaramazsın buna. Neden? Bu gençleri yargıladıklarında bu gençlerin alacağı cezanın yatarı yok. Yatmayacağı halde içeride yatırıyor. Neden? Ön infaz yöntemi, ön cezalandırma yöntemi. Bugün öğleden sonra salınması lazım. Hele hele böyle bir pozitif iklim konuşuluyorsa. O yüzden biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak bir hazırlık komisyonu, kanunların hep birlikte artısı, eksisi düşünülerek çalışılması, bu komisyona toplumsal mutabakat yaratacak tüm kesimlerin, sadece bu elbette öncelikle şehit aileleri, gaziler, mağdurlar ama meslek örgütlerinin de davet edilmesi lazım, sivil toplum örgütlerinin davet edilmesi, görüş alınması, atıl adımların toplumsallaştırılması lazım. Türkiye bir sorunu çözüyor. Yoksa efendim ‘Devlet Bey bir sabah yatağından kalktı DEM sıralarına yöneldi, bu sorun çözüldü.’ Devlet Bey’e bir önceki dönem aynı süreçte siz ‘Kandan beslenen vampir’ diyordunuz. Devlet Bey de size ‘Bölücü ile işbirliği yapan vatan haini’ diyordu.”

“MONTAJ VİDEOLAR YAPTILAR”

2023 seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi’ne ve kampanyasına gelen eleştiri ve sarf edilen sözlerle ilgili de konuşan Özel, “Bakarsanız dün bir siyasi partinin genel başkanı ile böyle bir sohbet yapıyorduk. Birbirimize şunu hatırlattık. Şimdi bugünkü iktidar aslında bu sorunla ilgili adım atacak bir meşruiyete sahip değil. Neden değil biliyor musunuz? Şundan dolayı değil. 2023 seçimlerinden önce Cumhuriyet Halk Partisi’nin Genel Başkanı Cumhurbaşkanlığı’na adaydı. DEM Parti de Cumhurbaşkanı seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi’nin adayını destekliyordu. Cumhuriyet Halk Partisi’nin adayı öyle ülkeyi bölmeyi, mölmeyi vaat etmedi. Cumhuriyet Halk Partisi’nin adayı Sayın Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu’ydu. Bunlar Kemal Bey’i yenebilmek için montaj videolar yapıp, dün selam yolladıkları, teşekkür ettikleri Kandil’in Kılıçdaroğlu’nu desteklediğini ve aslında bu süreçte Cumhuriyet Halk Partisi iktidara gelince vatanı böldüreceğini, Abdullah Öcalan’ı affedeceğini, Kandil’in boşalacağını, Kandil’dekilerin serbest kalacağını falan iddia ediyorlardı. Hatta yalandan alkış videosu yaptırmıştı. Erdoğan o videoyu gerçekmiş gibi meydanlarda izletti, konuştu. Sonra ‘Ama doğru, ama yalan’ diye bir ifade kullandı. ‘Ama montaj, ama değil.’ ‘Kandil’in sizi desteklediği doğru mu değil mi?’ dedi. Şimdi bu sözleri söyledikten iki yıl sonra, kendileri işte Kandil’le bir irtibat kuruyorlar, terör örgütünün kurucusuna, başkanına teşekkürler ediyorlar. Birlikte. Yani Abdullah Öcalan’a ağız dolusu teşekkürü Devlet Bahçeli ediyor. Erdoğan ediyor. Onlar birlikteler. Ve böyle bir süreci yürütüyorlar. Bu süreçte o seçimleri ilk turda kazanmayan, ikinci turda küçük bir farkla kazanan Erdoğan o videoyla ve kendi milliyetçi söylemleriyle ‘CHP, DEM’le işbirliği yapıyor’ söylemiyle kaç kişinin fikrini değiştirmiştir? O zaman bugünkü iktidarını o günkü yalanlarına, iftiralarına borçlu olan birisi. Bugün o günkü tutumunun tam tersini yapıyor. Ve Cumhuriyet Halk Partisi durduğu yerde durduğu halde, biz DEM’e oy veren 6,5 milyon insana saygımızdan ötürü DEM Parti ile 10 yıldır veya önceki isimleriyle 15 yıldır el sıkışıyoruz, yine el sıkışırız. Bayramlaşıyoruz yine bayramlaşırız. Ne şeytan ilan ederiz, ne sizin gibi siyasi menfaat için dün yüzüne tükürdüklerimize, en ağır sözleri söylediklerimize bugün methiyeler düzeriz. Bizim çizgimiz belli, biz bir tutarlılığın partisiyiz. Aslında bu ülkede çözümü bir gün öyle bir gün böyle davrananlar falan değil. Belli bir tutarlılık içinde meseleye demokrasi zemininde bakanlar, bütün seçmenlere her zaman aynı saygıyı duyanlar, çıkar ilişkileri ile… Yani şöyle bir şey olabilir mi? Şimdi bugün bakıyorsunuz. Dün en ağır sözleri söylediği ifadeleri, bugün kendisi kullanıyor. En ağır cezalandırılmaya çalışılan noktaların ötesini bugün kendileri yapıyorlar. Ve bunu siyaset diye yapıyorlar” dedi.

“GİZLİ ANLAŞMANIN OLMADIĞINI SÖYLEMİŞTİ”

Özel, süreçle ilgili, “Bir gizli ajanda kapalı kapılar ardında yürütülen, gizli toplantılar var mı?” sorusunu şu sözlerle yanıtladı:

“Vallahi şimdi ben rahmetli Sırrı Süreyya Önder’e sorduğumda dedi ki ‘Gizli bir anlaşma, Anayasa pazarlığı bilmem ne. Bunları bize soracağınıza küfredin’ demişti. Bu kadar net. Şimdi rahmetlinin bu kadar net bir kefaletin olduğu yerde, ben bir şey demem bunun üstüne. Ama varsa biz orada olmayız. Yani şunu söyleyeyim. Yarın öbür gün tuttular, çıktılar. ‘Efendim işte biz getirdik, Anayasa’da da şu değişikliği yapacağız.’ Biz diyoruz ki, mevcut Anayasa’ya uymayanla Anayasa yapılmaz. Bugün Tayyip Erdoğan mevcut Anayasa’ya uymayan birisidir. Onunla oturup da Anayasa çalışması yapılmaz. İkincisi; efendim bir yerlerde karar verilmiş, derin devlet varmış. Devlet karar vermiş, düğmeye basmışlar. Devlet Bey bu yana doğru giderken dönmüş bu yana doğru gitmiş. Devlet Bey, ne derse devlet onu yaparmış’ falan. Ben bu kadar inorganik bir siyasetin parçası değilim. Ben öyle kimsenin düğmeye basmasıyla, 180 derece yön değiştirecek bir siyasetçi değilim. Onu yapmak yerine siyaseti bırakırım. Onu yapmak yerine her şeyden vazgeçerim, ama doğru bildiğimden vazgeçmem. Biz düğme ile joystick’le kumanda edilen, bir düğmeye basmakla 180 derece dönen siyasetçilerden değiliz. Bugün Devlet Bahçeli öyle bir siyasetçidir. Bir gün öyle söyleyen, bir gün böyle söyleyen. Bugün Devlet Bahçeli’nin bu söylediği tutarsızlıkların siyasi karşılığı vardır, yoktur. Ben Tayyip Erdoğan gibi efendim dün en samimi olduklarına bugün düşman olan, dün düşman olduklarına… Biz millete karşı samimi duygular besliyoruz. Biz organik siyaset yapıyoruz, biz sahici siyaset yapıyoruz. Biz dün başka konuşup bugün başka konuşmuyoruz. Bu şu demek değil. Siyasette ufak tefek tutum değişiklikleri olur. Düşünür taşınırsınız. Siz dün başka düşünüyorsunuz. Bugün bir kitap okursunuz, bir dostunuzla sohbet edersiniz. Edindiğiniz bir bilgi, zihninizde bir başka şey yaratır. Ama bu 180 derece sapmaları değil, belli farklılıkları, belli farklı bakış açılarını, dün anlamlandırmadığınız bir şeye bugün anlam yüklemek başka bir şeydir. Ama ak dediğinize kara demek başka bir şeydir. Bu tutarsızlıklar milletimizin de tanık olduğu ve geleceğe dair de güvencesiz bir durumu ortaya koyar, riskli bir durumu ortaya koyar. Bir bakıyorsunuz şimdi Türkiye kimin ellerinde? Türkiye’nin dış politikası kimin ellerinde? Türkiye’nin iç güvenliği kimin ellerinde? Hadi bugün barıştan yana bir söyleme geçtiler. Dünkü o zehirli dillerini terk edip. Peki bugün bu yaptıklarını yarın bir başka talimatla, bir başka düğmeye basışla, bir başka yaşatmayacaklarını nereden bileceksiniz? Biz o yüzden kendi tutarlılığımıza, kendi samimiyetimize bakıyoruz. Affetsinler ama, ben Türkiye’nin şu anda ikinci partisi ile, dördüncü, beşinci partisinin, Türkiye’de bütün yetkileri ellerinde bulundurdukları bu çarpık düzenin içerisinde ettikleri sözün, Türkiye’nin geleceği açısından temel perspektif olmasını doğru da bulmuyorum. Onları gösterdikleri kadar bir siklet merkezi olarak da görmüyorum. Çok açık söyleyeyim. Türkiye’nin birinci partisi bugün Cumhuriyet Halk Partisidir. Bugün şunu yurt dışındaki bütün muhataplar da biliyor ki, ama altı ay sonra, ama bir sene sonra, ama iki sene sonra. Köpürseler de Trump onu istese Putin bunu desteklese de Türkiye’nin kendi iç dinamikleri ve milletle kurduğumuz ilişkinin kendisi ve siyasetimizin milletimizden gördüğü teveccühle Türkiye’nin iktidar partisi Cumhuriyet Halk Partisi olacak. Tayyip Erdoğan üzerinden ya da onun düğmesine basarak, bunu joystick’le kumanda ederek Türkiye’de siyaseti şekillendirmeye çalışanlar bilsin ki; CHP ve millete rağmen hiçbir şey olmaz Türkiye’de. Cumhuriyet Halk Partisi küstahlık yapmayı sevmediği için, kibri sevmediği için, yukarıdan bakmayı sevmediği için bugün bunların kafasına her gün ‘Kardeşimle konuşuyorsun ya? Oyun kadar konuş, cirmin kadar yer yakarsın’ deyip bunları etkisizleştirme, bunları muhatapları önünde itibarsızlaştırma noktasında, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yönettikleri ve yönetmek zorunda oldukları bu sistem içinde. Yoksa bunların gerçekten bugün milletten aldıkları yetki, gördükleri teveccüh ve yarınlara dair siyasi ikballeri, gelecekleri hiçbir şeyi göstermiyor.”

“İÇERİDE DE DIŞARIDA DA BARIŞ”

Özel, Cumhur İttifakı’ndan kendi desteklerinin istenip istenmediği sorusuna şu yanıtı verdi:

“Bu iç cephe, dış cephe lafları... Ben Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün partisinin, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün partisinin Genel Başkanıyım. İç cepheler, dış cepheler, onlar, bunlar savaş terimleri. Savaştan çıkmış ve barışa ulaşmış bir ülkenin ‘Yurtta barış, cihanda barış’a bakması lazım. 2025 yılında iç cephe, dış cephe değil; içeride barışı dışarıda barışı savunuyor olmamız lazım. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bir asker yönü vardır, iç cepheyi de bilir dış cepheyi de bilir. Bir de siyasetçi yönü vardır ‘İçeride barış’ der, ‘Dışarıda barış’ der. ‘Diplomasi’ der. O yüzden bu bir kere bu güvenlik kaygılarını pekiştirecek ve devamlı böyle bir meseleye çatışma odaklı bakmak yerine demokrasi odaklı bakmayı tercih ederim kendi adıma. Bize ilk heyet ziyareti geldiğinde, bir şeyler anlattılar. Dediler ki ‘İkinci tur ziyaretleri olacak. Daha sonra işte devlet gerekli organları sizlere de bilgi verecek. Gizli ajanda yok, şu yok bu yok.’ Ama daha sonrasında ikinci tura bile izin vermediler. Biliyorsunuz bunların şöyle bir bakış açısı var. Hiçbir şey yoktu, hiçbir şey yok. Bir gün duydum ki bir açıklama olmuş, Sayın Bahçeli’ye atfen. Bir arkadaş bir açıklama yapmış, MHP’den genç bir arkadaş. Ondan sonra Allah Allah baktım ben buna, açıklamada şey diyor. Ali Haydar Fırat’ın televizyon programı, Parti Meclisi Üyemiz. Onun bu ifadelerinden sonra ‘Cumhuriyet Halk Partisi terörsüz Türkiye’yi desteklediğini açıklamazsa, biz CHP ile muhatap olmayacağız’ falan. Ali Haydar Fırat ne demiş diye baktım. Baştan aşağı okudum. Dediği demediği bir şey yok. Gayet normal bir şey. Dedim ‘Bunlar bizle bir kavga çıkartmak istiyor, hadi hayırlısı.’ Sonra dost bildiğim birini aradım, daha doğrusu sözüne itibar ettiğim birini o güne kadar. O dedi ki ‘Siz bildiğiniz gibi devam edin. Devlet Bey’in böyle bir şeyi yok’ falan. Gazeteciler sordu, dedim ki ‘Devlet Bey muhatabınız.’ Sonra o sözüne ehemmiyet verdiğimiz kişi, ehemmiyet verilmemesi gerektiğini gösteren bir açıklama yaptı. Daha sonra birkaç hafta sonra, bir 10 gün sonra falan Devlet Bey, ‘CHP ile muhatap olmayacağım, efendim işte bayramlaşmayacağız, bilmem ne yapmayacağız.’ Dedim ‘Bunlar kendilerine düşman, eskiden DEM’di şeytan, şimdi şeytan değiştiriyorlar. DEM’i bırakıyorlar, DEM’in kendilerince, onca söyledikleri söze rağmen, DEM’e şimdi iyi şeyler söylüyorlar dönecekler bize.’ Niye? İyiliğin partisi değil ki, iyiliği örgütlemeye alışmamış. İyiliği konuşmayacak o. Ona bir düşman lazım. Mesela bana bir düşman lazım değil. Bana niye düşman lazım olsun? Bana dost lazım. Ben milletin yüzünü güldürecek şeyler söyleyip herkesin gönlünü kazanmak isterim. Mesela işçi bana dost olsun, emekçiler bana dost olsun, esnaflar bana dost olsun, köylüler bana dost olsun. Kim düşman olursa olsun. Bana dost lazım. Birilerine siyasette düşmen lazım. Düşman olmadan kendini konumlayamıyor adam. ‘Şeytan ve karşısında ben. Ona saldıracağım. Ona hakaret edeceğim, onu tehdit edeceğim.’ Böyle bir siyasetle, daha doğrusu böyle bir perspektifle, böyle bir bakış açısıyla, muhataplık ilişkisi zor gerçekten. Biz yine sabrediyoruz.”

“BAHÇELİ, ERDOĞAN ADINA DA KONUŞUYOR”

Özel, Erdoğan’ın süreç hakkındaki ‘çekingen tavrının’ sorulması üzerine şöyle konuştu:

“Erdoğan şöyle, Cumhur İttifakı kendilerinin de zaman zaman hatırlattığı gibi bir bütün. Devlet Bahçeli ne söylüyorsa Erdoğan adına da söylüyor. Ama Devlet Bahçeli’nin partisi yüzde 4’e düşmüş anketlerde. O üzerine ateş topluyor. Erdoğan diyor ki ‘Kötü şeyleri o üstüne toplasın, yarın öbür gün işler kötü giderse Bahçeli yapmış olur. Ben kenarda güvenli alanda durayım’ diyor. Siyasi bir kurnazlık, başka bir şey değil. Yapılan işin siyasi bir kurnazlıktan öte tarafı yok. Şunu söyleyeyim, yarın öbür gün bizi dışlayarak, kendilerince neyle suçluyorsun ve neyle dışlıyorsun? Sen kimsin, neyi dışlıyorsun? Nesin Cumhuriyet Halk Partisi’ni dışlıyorsun? Yani Cumhuriyet Halk Partisi bu partiler, bu liderler, bu anlayışlar onlar ortada yokken de vardı, onlar yok olduktan sonra da var olacaktır. Cumhuriyet Halk Partisi kişilerin ya da tutumların Partisi değil ki, Cumhuriyet Halk Partisi ilkelerin Partisi. Cumhuriyet Halk Partisi günlük pozisyonların partisi değil. Cumhuriyet Halk Partisi tam bağımsızlığı şiar edinmiş, ülkenin milli güvenliğini, ülkenin ulusal çıkarlarını, ülkenin işgalden kurtulmasını, en önemli meselesi yapmış, canını ortaya koymuş, önce ülkeyi kurtarmış, sonra kurmuş, sonra demokrasiye geçirmiş bir parti. Ve milim kendi çizgisinden sapmamış bir parti.”

“MUHATABI BEN DEĞİLİM”

Terör örgütünün fesih kararındaki Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasası hakkındaki konularla soykırım suçlamasının sorulması üzerine Genel Başkan Özel, şunları söyledi:

“Bu soruların hiçbirinin muhatabı ben değilim. Bunların hemen sizin sayın meslektaşlarınız tarafından Erdoğan’a ve Bahçeli’ye sorulması lazım. Çünkü süreci onlar götürüyorlar, iyi bir şey olduğunda sahipleniyorlar. MİT Müsteşarı sürekli temas halinde, görüşmelere MİT’in elemanları düzenli olarak katılıyor, takip ediyor. Yapılacak açıklama konusunda Cuma gününden beri müzakere ediyorlar ve vardıkları nokta buysa, soruyu Sayın Bahçeli ile Sayın Erdoğan cevaplasın. Meşru muhatapların, Türkiye Cumhuriyeti’ne, Cumhuriyet Halk Partisi’nin tarihine, Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihine Meclis zemininde ya da siyasi zeminde söz söylediğinde en net cevapları veren kişiyiz. Dünkü açıklamamızda da Lozan’a nasıl bir önem atfettiğimizi hatırlattık. Biz tapu senedi kabul ediyoruz Lozan’ı, tapu senedimiz. Dünyaya kabul ettirmişiz. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisinin 45 yıl boyunca Türkiye Cumhuriyeti’nin karşısında terör eylemleri yapmış olan, askerini hedef almış olan, Anayasal düzeni hedef almış olan bir terör örgütünün bildirisine muhatap olarak ben kendimi kılacak değilim. Bu bildirinin iki muhatabı var: Sayın Bahçeli ve Sayın Erdoğan. Çünkü o bildiri Milli İstihbarat Teşkilatı’nın onayı olmaksızın açıklanabilecek bir bildiri değil. Kelimeleri müzakere ediyorlar. Müzakerenin sonunda Cuma’dan itibaren, o kongrenin bittiği günden itibaren. Ama aylardır, belki bir yıldan çok uzun bir süredir de yani neredeyse Ekim ayında bu konuda bir takım açıklamalar gelmeye başladığında ‘En az bir yıllık geçmişi var’ deniyordu. Yani şu anda neredeyse iki yıla varan bir geçmişi bu konuların. Kelime kelime müzakere edilen bir süreçte, Türkiye Cumhuriyeti ile soykırımı yan yana getirilebiliyorsa, Lozan’a laf edilebiliyorsa, bunu muhataplık ilişkisi içinde olanlar cevaplayacak. Ben siyasi muhataplarım bu konuda bir şey dediğinde cevabını vermişim. Biz o tapu senedini Lozan’dan söke söke almış partiyiz. Şimdi o tapu senedini kendilerine emanet. Hükümet ellerindeyken, terör örgütüyle yaptıkları görüşmelerin sonunda metne bunun girmesine ses çıkarmayanlara sorun.”

“YENİ ANAYASA’DA YOKUZ”

Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özel, iktidar tarafından gelen “Yeni Anayasa’da Kürtlerin adı geçebilir” şeklindeki değerlendirmelerin sorulması üzerine de şunları söyledi:

“‘Biz yeni Anayasa’da yokuz’ diyoruz. Yeni Anayasa’da yokuz. Yani biz yeni bir Anayasa’da ne zaman varız? Millet sandığa gider, bu ülkeye yeni bir iktidar ve bu iktidarın… Şimdi öyle bir noktadayız ki. Daha inşasında sorun olan bir iktidar noktasındayız. Adamlar seçimlere gittiklerinde başka şeyler söylediler, oy isterken. Şimdi başka şeyler yapıyorlar. Meşruiyetini yitirmiş bir iktidardayız. Hiç şüphe yok ki bir siyasi iktidarın meşruiyeti için bir; özgür ve eşit bir sandıktan çıkması lazım, ikincisi; hukuka uygun yönetmesi lazım. Bir kere Anayasa tamamen ayaklar altında. Anayasaya uymuyorlar. Yasalara uymuyorlar. Bir siyasiyi İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı atamışlar, geçtiğimiz yerel seçimlerin kazanan partisine ve kazanan belediye başkanlarına darbe yapıyorlar. Hattı zatında, esas olarak Cumhurbaşkanı adayımıza ve milletimiz takdir ettiği takdirde bir sonraki Cumhurbaşkanımıza darbe yapıyorlar. Bir sonraki Cumhuriyet hükümetine darbe yapan bir cunta var başımızda. (“Ortada bir iddianame yok ama Erdoğan’ın açıklamaları var?”) Bir kere çok net bir şekilde Erdoğan, kendisi ve gösterdiği adayların açıkça yarıştığı şekilde İmamoğlu’na bir ilçe olmak üzere dört kez, İstanbul Büyükşehir’de üç kez kaybetti. İlk ikisinde Binali Yıldırım vardı. Birinde 13 bin farkla. Hazmedemeyip, mazbatayı iptal ettiler. Millet 806 bin farkla tekrar seçti. Sonuncusunda Sayın Kurum vardı. 1 milyonun üzerinde farkla Ekrem Bey’i seçti millet. Geçtiğimiz beş yıl, didik didik edilen bir beş yıllık dönem. Sütte leke var, Ekrem İmamoğlu’nda leke yok, bir şey bulamadılar. Ekrem Bey’in önceki yıllara ait İBB’nin iç teftişinin bulduğu dosyalara da el koyup, o yolsuzluklara da hiçbir işlem yapmadılar. Ekrem İmamoğlu bir kez daha seçilince durdular. Altı ay sonra memnuniyet oranı yüzde 60’lara varınca, Cumhurbaşkanı adaylığını da Ekrem İmamoğlu adım adım yürümeye başlayınca, ‘Eyvah bir şey yapmamız lazım’ diye bir darbe girişimine giriştiler. Darbe olduğu nereden belli, meselenin hukuki olmadığı? Bir hakim ya da savcı, siyasete girdiğinde geri dönemiyor. Anayasamız böyle. İstanbul’da hakimliği süresince çok tartışmalı görevler yapan kişiyi, alıp bakan yardımcısı yapmışlardı. Yani hakimlik, savcılık bitti, bakan yardımcısı oldu. Erdoğan’ın deyimiyle; bu yeni dönemin esas siyasi kişilikleri bakan yardımcıları. ‘Eskiden bakanlar siyasiydi, müsteşarlar teknik. Şimdi bakanlar teknik, yardımcıları siyasi’ diyordu. Zaten bütün eski milletvekilleri filan bakan yardımcısı biliyorsunuz. Akın Gürlek, Bakan Yardımcısı. Anayasa hakimin ve savcının, gelip AK Parti’de aday adayı olduğu zaman bir daha göreve gidememesini emrediyor. Bunlar bakan yardımcısı yapmış ama ‘Anayasa yazılırken bakan yardımcısı lafı yokmuş’ diye bir boşluktan istifade bunu İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı yaptı. O da bu imtiyazla kendisini Türkiye Cumhuriyet Başsavcısı sanıyor. Öyle ya Ümit Özdağ’ı ya Antalya Savcılığı soruşturabilirdi ya Ankara. Bu gitti, İstanbul’dan tutuklattı Ankara Cumhuriyet Başsavcısı’na küfreder gibi. Ona hakaret edercesine, onun yetki alanına girip orada tutuklama yapıyor. Antalya yapabilir, Ankara. Kayseri ve Ankara’nın yetkisinde olana da İstanbul’dan karıştı.”

“BELEDİYEDE 2018’DE YOLSUZLUK VARSA GÖRMEK İSTEMİYOR”

“Bu kişi o günden bugüne adeta siyasi bir operasyon yönetiyor. Bakın, yazı yazmış. Belediyeye diyor ki, ‘Şu şirketinizin eski ihale dosyalarını yollayın.’ Belediye de dünya kadar dosyayı yolluyor. Bakıyor, ‘Bu ne zamandan beri yasal süreçte, kaç yıllık yollanabilir?’ ‘10 yıl.’ ‘Gönderin, alın, bunu 2019’dan sonrasını yollayın’ diyor. Belediyede yolsuzluk araştırıyor, 2018’de varsa görmek istemiyor. Neden? O AK Parti dönemi. ‘2019’dan sonrasını yollayın’ diyor. Böyle bir anlayışla suç bulmaya çalışıyorlar. Akın Bey İstanbul’a gelirken, Tayyip Bey ona şu talimatı vermiş anlaşılan. Demiş ki, ‘Akın git bak, elinle koymuş gibi bulacaksın. Ben sana anlatayım, neler yapılıyor.’ Nereden biliyor, kişi kendinden bilir işi. Çünkü geçmişte rüşvetten, irtikaptan, yolsuzluktan, ihaleye fesattan, terör örgütüne destek olmaktan… O tabii aşırı dinci terör örgütleri, selefi örgütler, Afganistan’daki örgütler filan. Onlara para aktarma. Yargılanmış geçmişte. ‘Böyle olduğunu biliyorum’ diyor, ‘Git, bulacaksın.’ Akın Bey gidiyor. Biz de Ekrem Bey’in hızlı bir şekilde Cumhurbaşkanı adayı olmasıyla ilgili süreçte ön seçim kararı alınca, ön seçimden dört gün önce. Dört gün gözaltı süresi var. Gidiyorlar ve Ekrem Bey’i kendilerince paketleyip, Silivri zindanına hapsediyorlar kurtulmak için. Dosya boş, dolduracak. Elini nereye atsa bir şey bulamıyor. ‘Hani buradan para bulacaktım?’ Bulamıyor.’ Hani bu kasalar? Hani evi basacaktım.’ Bodrum’da ev basıyor. Babasının evini basıyor. Ne bir para, ne bir kayıt. Hiçbir şey bulamıyor. Ne bir iz… Ne buluyor? Üç yalancı şahit, gizli tanık, onların attığı iftiralar. Ama attığı iftiraların hepsinin de altı boş çıkıyor. Şimdi nasıl bir evreye geldik biliyor musunuz, çok özetle? O günlerde gizli tanığın söylediklerinden bir şey bulamadı.”

“ŞİMDİ ‘İFTİRA AT, SERBEST KAL’ DÖNEMİNE GELDİK”’

“O günlerde yalancı şahitler getirdi, oradan bir sonuç alamadı. Şimdi ‘İtiraf et, beraat et. İftira at, serbest kal’ dönemine geldik. Ne yapıyor? Suçsuz, günahsız belediye bürokratlarını topluyor. Poliste sormuş, cevabı almış. Savcılıkta sormuş, cevabı almış. Bir daha sormuş, cevabı almış. Hapse koymuş, bir ay sonra dinlemiş, cevabı almış. Şimdi insanları bilmedikleri bir yere götürüyorlar, savcı karşısına gittiklerini bilmeden. Birçoğunda avukatlarının haberi yok. Yetişen yetişiyor, yetişemeyen yetişemiyor. Ya da SEGBİS’ten avukatsız ortamda bağlantılar sağlıyorlar. Diyor ki ‘Verdiğin ifade beni memnun etmedi. 30 yıl yersin.’ Bak elinde kanıt yok, bir şey yok; ‘30 yıl yersin.’ ‘Sen benim dediğim gibi bir ifade ver. Ekrem Bey’i suçla, çevresindekileri suçla. Buradan evine git. Onlar yatsın.’ Bir tane hedefi var. Ekrem Bey dışında herkese itirafçılık ve iftiracılık teklif ediyor özgürlüğü karşısında. ‘Yoksa 30 yıl yersin…’ Bu vakitten sonra oradaki kişiler, onu söyleseler, bunu söyleseler… Kimse bir şey söylemiyor da. Dün şundan haberdar oldum. Bir anne, bakın avukatı değil, kendi el yazısıyla savcıya yazmış ağlaya ağlaya. Bir bekar anne, eşinden ayrı. İki çocuğu var; biri yanılmıyorsam 12 yaşında, birisi 15 yaşında. Evden almışlar, çocuklar kalmış. Çocuklar 86 ve 82 yaşında dede ve ninenin elinde, anne içeride. Anneye her gün baskı; ‘İtirafçı ol, itirafçı ol.’ Diyor ki, ‘Ev hapsine de razıyım. Yeter ki iki evladım…’ Birisi eğitimini durdurmaya karar vermiş. Çocuklar ağlamaktan perişan olmuş. Türkiye’nin en başarılı finans yöneticilerinden biri. Dünya kadar bankada çalışmış, ödüller almış. Boğaziçi mezunu. ‘Nereden geldin sen buraya?’ ‘Efendim kariyer şirketi iş teklif etti.’ Bir büyük bankanın büyük bir sıçramasında yedi yıl çalıştıktan sonra, İstanbul’da Medya A.Ş. firması zarardaymış, görev tanımında demişler ki, ‘Bu firma zararda. Hep zarar yazıyor. Bu firmayı kar ettirecek bir finans yönetimi istiyoruz senden.’ 2021 yılında işe girmiş. Hızla toparlamış, firma kar eder hale gelmiş. Bakın zarar eden firmayı kar ettiren bir noktaya getirmiş, bu operasyonda almışlar. Ne ihaleyle ilgisi var, ne bilmem neyle ilgisi var; finans yöneticisi. Tıkır tıkır çalıştırmış, kar eder hale getirmiş. Diyorlar ki, ‘Rüşvet aldın, rüşvet verdin.’ Bir kanıtı yok, ispatı yok. Kadının uzaktan yakından rüşvetle alakası yok. Türkiye’nin en bilindik bankalarında, en bilindik şirketlerinde aynı işi yapmış. Yetenek avcısı denilen o headhunter’lar bulmuş getirmiş.”

“BU MİLLET, AÇIKLAMAYI DEVLETİN SATIR SATIR BİLDİĞİNİ BİLİYOR”

“Bize düşman hukuku uyguluyorlar. Bugüne kadar Türkiye Cumhuriyeti’nin karşısında terör eylemlerine girişmiş olan silahlı bir örgüte de gidip lideri ile pazarlık ediyorlar, görüşüyorlar. Liderine dün teşekkür ediyorlar. Atatürk’ün kurduğu parti, şeytan. Abdullah Öcalan’ın kurduğu parti, dünden beri dost. Atatürk’ün kurduğu partiye düşman hukuku… Abdullah Öcalan’ın kurduğu partiyle Türkiye’nin yarınlarını konuşuyorlar. ‘Terör bitsin, bu içinde bulunduğumuz çatışmalı süreç bitsin, bir daha bir şehit gelmesin diye üstümüze düşen katkıyı veririz’ diyoruz, bu ayrı bir şey. Bizim bu sözümüzü bile ‘Görüşmeyiz, konuşmayız…’ Atatürk’ün kurduğu partiye; dünden bugüne bu ülkeye bin bir faydası olmuş, iğnenin başı kadar zararı olmamış, bir kötü niyeti olmamış bir partiye düşman hukuku uyguluyorlar. 45 yıllık bir terör örgütüyle de kol kola girmişler muhabbet içinde, ‘Biz yol yürüyeceğiz, sizi dışarıda bırakacağız’ diyorlar. Abdullah Öcalan’ın kurduğu ve kongresini yapan, o açıklamayı devletin satır satır bildiğini, o bilmeden ilan edilmeyeceğini bu millet biliyor. O açıklamanın altında Abdullah Öcalan’ın parafı varsa, Devlet Bahçeli ile Erdoğan’ın imzası var. (“Bundan sonra yeni Anayasa süreci işletilecek…”) İşletemezler. Cumhuriyet Halk Partisi tutumunu çok net olarak ortaya koyuyor. Bize rağmen burada bir Anayasa süreci işletemezler. Bize rağmen burada işleyebilecekleri hiçbir süreç yok. Gözlerinin içine bakarak söylüyorum ki biz buradayız. Hem barışın güvencesiyiz, hem Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünün güvencesiyiz. Üniter devletin güvencesiyiz. Biz buradayız. Kendi kendilerine bir sabah kalkıp bir darbe planladılar. O darbeyi ne kadar püskürttüysek, yarın Cumhuriyet Halk Partisi’ne rağmen, bu ülkenin kurucu değerleriyle çelişkili, bu ülkeye kafa tutan bir iş yapmaya kalktıklarında; o gün darbeye kalktıklarında kendinden çok emin olanlar, böyle bir şeyi yapmaya kalktıklarında; Cumhuriyet Halk Partisi ve bu milletin gücünü bambaşka bir yerden tadarlar. O ayrı bir şey. Akıllarını başlarına toplasınlar. Yapacaklarsa bir süreç, terörü sonlandıracaksak hep birlikte Meclis zemininde, oturarak, tartışarak, yasal düzenlemelerle kötü uygulamaları çözerek… Bir kişinin değil, Türkiye’deki herkes için demokrasi, herkes için özgürlük, herkes için adil yargılanma hakkını savunarak, şeffaflık içinde bu işleri götüreceksek götürürüz. Biz bu ülkenin bölünmez bütünlüğünün teminatıyız. Bizim olmadığımız yerde; gizli pazarlıkların, al - verlerin, bilmem nelerin olduğu yerde sağlıklı bir süreç işlemez. Herkes aklını başına alacak.”

“SİYASİ MİTİNG DEĞİL, YENİ İKTİDARI İNŞA MİTİNGLERİ YAPIYORUZ”

“Biz şu anda sizinle konuşurken, son seçimlerde belediyelerin yüzde 65’ini, şu Manisa’da yıllardır… Bakın, ‘Artık kale - male kalmadı’ diyorum. CHP’nin kaleleri de millete feda olsun. AK Parti’nin kalelerini, MHP’nin kalelerini, nüfusun yüzde 65’ini, ekonominin yüzde 80’ini kazanmış, anketlerde oyu yüzde 40’a dayanmış bir partinin Genel Başkanı olarak söylüyorum. Herkes aklını başına alacak. (“Yozgat ve Konya mitinglerine ne diyorsunuz?”) Cumhuriyet Halk Partisi, siyasi mitingler yapmıyor; Cumhuriyet Halk Partisi, yeni bir iktidarı inşa mitinglerini yapıyor. Bu iktidar, Türkiye ittifakının iktidarıdır. Bu iktidar, demokrasiyi kuranların ve demokrasiye sahip çıkanların iktidarıdır. Biz bu ülkeyi kurtarırken de hep birlikteydik. Bugün bu ülkeyi bir kez daha kurtarıp, bir kez daha demokrasiyi kurarken de birlikte olacağız. Biz Kürt’üyle - Türk’üyle, Laz’ıyla – Çerkes’iyle, Alevi’siyle - Sünni’siyle bu ülkeyi birlikte kurtardık, demokrasiyi birlikte kurduk. Bugün AK Partililerin dedeleriyle, CHP’lilerin dedeleri Kurtuluş Savaşı’nda omuz omuzaydı. Bugün insanlara MHP’li, AK Partili demek; bugüne dair yaşananlardan sonra o oy vermiş insanları son oy tercihleri ile bugüne bağlamak doğru değil. Son seçimin AK Partili ve MHP’lileriyle biz büyük bir mücadeleyi verdik. Şimdi Türkiye ittifakı; sosyal demokratlar, milliyetçi demokratlar, muhafazakar demokratlar, Kürt demokratlar hep birlikteyiz. (“Ve adayınız Ekrem İmamoğlu?”) ‘Adayımız Ekrem İmamoğlu’ diye söylemek erken olur. CHP’nin adayı Ekrem İmamoğlu. Türkiye ittifakı olarak bugün otokrasi yanında demokrasiyi savunanların ittifakıyız şu anda biz. Şunun hesabını yapıyoruz. Aslında bunun içinde dünya kadar AK Partili siyasetçinin yer alacağını da iddia ediyorum. Neyin içinde? Çok basit anlatayım. Zaman zaman futbol deyimleri kullanıyoruz. Kolay da anlaşılıyor. Siyaset bir sahada yapılan futbol maçıysa ve demokrasi bunun topuysa, demokratik kurallara göre yapılan müsabakalarla biz aramızda yarışırız. Her birimiz farklı partileriz, farklı takımlarız. Tayyip Bey de geldi, bu demokrasi sahasında, stadında çıktı maçlar yaptı. 20 küsür senedir de kurduğu son takımla hemen bütün seneler şampiyon oldu. Maçları kazandı. Son maçı kaybetti, son maçı biz kazandık. Son şampiyonluğu biz aldık. Millet takdir etti, kupayı bir sefer de bize verdi. Tayyip Bey hazımsızlık yapıyor. Gitti ve topu aldı. Eve doğru gidiyor, ‘Keseceğim ben bunu’ diyor. Şimdi Zaferlisi de MHP’lisi de DEM’lisi de AK Partilisi de CHP’lisi de o statta maç yapıyorduk biz. Tayyip Bey yenildi diye topu götürüyor, ‘Artık keseceğim. Maç bitti, artık yok’ diyor. Şimdi biz hep beraber onun elinden o topu kurtarıp, demokrasi sahasını yine birbirimizle demokratik zeminde rekabet edebilecek bir hale getirmemiz lazım. Tabii sandık kaçırılıyor, topu götürüyor adam. Demokrasiyi ortadan kaldırıyor. Burada umudum AK Partili genç siyasetçilerdedir. Tayyip Bey’e demeleri lazım ki ‘Dede, baba, ver ya, biz onları yeneriz. Sen niye böyle yaptın? Kazanırken oynuyorsun. Kaybedince topu niye aldın? Bırak bize, sen geç evde dinlen, otur emekliliğini yaşa. Biz gidelim sahaya, iki gün yeniliriz üçüncüde yeneriz.’ Bunu yapabilirsek AK Parti kalıcı bir siyasi parti olur. Topu Erdoğan’ın elinde tutmasına, kimseyi oynatmamasına seyirci kalınırsa Türkiye’de demokratik siyaset tasfiye olurken, AK Parti’deki siyaset de tasfiye olur.”

“GÜÇLENDİRİLMİŞ PARLAMENTER SİSTEM” HEDEFİ

Özel, gelecek döneme ve CHP’nin Cumhurbaşkanı adaylığı süreci hakkında şunları söyledi:

“Şimdi ‘Cumhuriyet Halk Partisi Adayı Ekrem İmamoğlu’ demenin çok ötesinde bir noktadayız biz. O düne kadar öyleydi. Şöyle ki Cumhuriyet Halk Partisi karşı karşıya bulunduğu saldırılardan ve bunlara karşı konvansiyonel standart siyaset yöntemleriyle mücadeleden artık bir sonuç doğmadığını gördü. Neden? Karşıda gözü dönmüş bir başsavcı, bir gün Türkiye’nin en büyük ilçesi Esenyurt’un seçilmiş Belediye Başkanı Ahmet Özer’i alıyor, öbür gün gidiyor Beşiktaş Belediye Başkanı, rekor oyla seçilen Rıza Akpolat’ı alıyor. Öbür gün gidiyor bir başka belediye başkanına, bir başkasına saldırıyor, altı belediye başkanı içeride. Dünyanın en tanınmış metropolümüzün bir yıl önce daha iki kişiden birinin oyuyla seçilmiş İmamoğlu içeride. Normal yöntemlerle bunlarla baş etmenin mümkün olmadığını, bugünlerin geldiğini gördük biz. Ne zaman? Aralık ayında, Ocak ayında. Oturduk bir çalışma yaptık ve bir karar verdik. Dedik ki, ‘Biz madem ki erken seçim istiyoruz, adayı da erken belirleyeceğiz. Bunu da Genel Başkan ya da yöneticiler değil, bütün üyelerle yapacağız.’ Üye başvurularını açtık, 1,5 milyondan 1 milyon 750 bine çıktı üyelik. Tam 23’ünde tüm üyelerle seçim yapacaktık. Cumhuriyet Halk Partisi’nin adayını belirleyecektik. Ama bunlar adayımızı gözaltına alınca, sandıkları millete açtık. 15,5 milyon vatandaş gitti oy kullandı. Ve Ekrem İmamoğlu’nun arkasına geçtiler. O yüzden Ekrem İmamoğlu artık sadece Cumhuriyet Halk Partisi’nin değil, 15,5 milyon vatandaşın adayıdır. Ve Ekrem İmamoğlu önümüzdeki süreçte Cumhurbaşkanının karşısındaki en güçlü adaydır ve milletimizin takdiri ile bir sonraki Cumhurbaşkanı olmaya adaydır. Bu yüzden onun adaylığını, ‘Kendisi de dahi vazgeçemez’ dedim. Bırakın benim aday değiştirmemi, partinin aday değiştirmesini, kendisi dahi vazgeçemez. Allah sağlık, sıhhat verdikten sonra 15,5 milyon aday var. Bunun dışında da bir başka seçeneğimiz yok. Diğer konu, dediğiniz işte Mansur Bey var. Arkadaş ben bunu ısrarla söylüyorum. O gün gelir, Ekrem Bey’in adaylığını kabul etmezler, başvurusunu almazlar, diplomasını vermezlerse ne olur? Yüzde 70’le Cumhuriyet Halk Partisi’nin göstereceği aday iktidar olur, 400’ün üzerinde milletvekili olur. Anayasa değiştirecek güç olur. Onu anlattım. Anayasa değişirse ne olur? Anayasa değiştirecek güç olduğunda, yine de milletimize onaylatmak şartıyla güçlendirilmiş parlamenter sisteme dönülmüş olur. Zaten bu bizim hepimizin söylediği, Ekrem Bey’in de benim de Türkiye için kısa orta vadede en önemli hedefimizdir bu. İlk başarabildiğimiz zamanda güçlendirilmiş bir parlamenter sisteme geçeceğiz. Tarafsız bir Cumhurbaşkanımız olacak, icracı bir Başbakanımız olacak, güçlü bakanlar, güçlü Meclis ve onun denetimi olacak. Bugünkü gibi Erdoğan’ın dolma kaleminin mürekkebinden mürekkep bakanlar, vatandaşın işine bakmıyorlar, Cumhurbaşkanının gözüne bakıyorlar. Adam yangın söndürmeye helikopter yolluyor, ‘Cumhurbaşkanımızın takdirleri ile yolladık’ diyor. Bu kadar yani.”

“KOMİK BAHANELER”

Özel, İmamoğlu’nun diploma iptalinde yaşanan süreç hakkında ise şunu ifade etti:

“Bunlar gerçekten komik bahaneler. Bugün Türkiye’nin dört bir yanından Ekrem Bey’e mektuplar geliyor. Ekrem İmamoğlu, Silivri. İmamoğlu, İstanbul yazıyor çocuklar. Resim çizmiş, postaya veriyor onlar ulaşıyor Ekrem İmamoğlu’na. Koskoca İstanbul Üniversitesi’nin Rektörü Ekrem İmamoğlu’na tebligat yapacak, nereye yapacağını bilememiş. Geçen de sordular söyledim. O üniversite 1453 yılında kuruldu. Fatih Sultan Mehmet Üniversiteyi kurdu. Böyle bir adamın başına rektör olacağını bilseydi ‘Kardeşim değmez’ derdi. O yüzden Fatih Sultan Mehmet’in onca güçlüklerle karadan gemileri yürütüp fethettiği kentin, o sene kurduğu üniversitenin başına böyle bir kifayetsizin geleceğini bilseydi ‘Bırak olduğu yerde kalsın’ derdi. Ama biz Fatih’e de yakışır, İstanbul’a da yakışır, İstanbul Üniversitesi’ne de yakışır rektörler seçeceğiz oraya. Kim seçecek biliyor musunuz? İstanbul Üniversitesi’nin öğretim görevlileri, öğrencileri, okulla bağını koparmamış mezunlarının oylarıyla oraya rektör seçilecek. O zaman böyle birinin talimatıyla böyle eli titreyen… Ya İşletme Fakültesine ‘iptal et’ dediler. Çarşamba günü görüşecek. Baktılar ki İşletme Fakültesi iptal etmeyecek. Salı günü üniversitenin içindeki ringleri veya işte boyaları falan satın alacak kurulla diploma iptal ettiriyorlar. Böyle bir kifayetsizin aldığı kararı dizleri titrediği için tebliğ edecek mecali yoktu. Beklediler ki bu hafta gündem biraz karışık olsun, onlar bunlar olsun. O karar da döner. O da zaman ayarlı. Bundan sonra iftiralarla ve dünya kadar insanlara baskı yaptırılarak yapılan bu yargılamalar milletin vicdanından döner. Ya bir üst mahkemeden döner, dönmezse milletin vicdandan döner, sandıktan döner. Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner. Bugün sırf iktidarlarını sürdürebilmek için kötülüğe sarılanların yaptıkları her şey milletin hesabından döner. Çünkü en yüksek hesap elbette, en yüksek kararı verecek merci millettir. Millete güveniyoruz, başka da kimseye sığınmıyoruz.”