08.08.2020

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU'NUN PM TOPLANTISI AÇIŞ KONUŞMASI (8 AĞUSTOS 2020)

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 37. Olağan Kurultayı ardından yapılan ilk Parti Meclisi (PM) toplantısına başkanlık etti.
Genel Başkan Kılıçdaroğlu, PM toplantısı açışında yaptığı konuşmada şunları söyledi:


Efendim hepinize saygılarımı sunuyorum. 25–26 Temmuz’da güzel bir kurultay gerçekleştirdik. 37. Kurultayımız şunun için çok değerli; dünyanın en köklü, kalıcı partilerinden birisiyiz aslında Cumhuriyet Halk Partisi olarak. 100 yıllık bir tarihimiz var. Ama bu 100 yıllık tarihe baktığımızda, bu 100 yıllık tarihte çizgimizde hiçbir değişiklik olmamış. Çağdaş uygarlığı hedefleyen, demokrasiyi hedefleyen, kadın – erkek eşitliğini hedefleyen, sosyal projeleriyle, ekonomi projeleriyle, gelir dağılımının dengeli olmasını isteyen bir çizgiyi sürdürmüşüz. Gücü üretimden alan, gücü akıldan alan, bilgiden, birikimden alan, planlayan, dünyayı okuyan bir kültürden gelmişiz, her kuşak bu kültürü biraz daha ileriye taşımış, dolayısıyla çağdaş uygarlığın ötesine geçmek gibi bir çizgimiz var.
37. Kurultayda bir şey yaptık; İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’ni okuduk, hep birlikte oyladık ve oybirliğiyle kabul ettik. Gerçekten de Türkiye’nin siyasal tarihinde İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi; ikinci yüzyılı Türkiye olarak nasıl görmek istiyoruz, nasıl bir Türkiye arzuluyoruz, neler yapmalıyız, bunu anlatan bir beyanname aslında. Oybirliğiyle kabul edilmesi her birimize tek tek sorumluluk yükledi. O sorumluluğun birinci aktörü benim, ikinci aktörü MYK üyeleri, üçüncü aktörü de siz olacaksınız yani Parti Meclisi üyelerimiz olacak.  
Dolayısıyla İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’ni toplumun her kesimine ama her kesimine, hiçbir ayrım yapmadan gidip aktarmamız gerekiyor, anlatmamız gerekiyor. Ve Çağrı Beyannamesi’nin ana omurgasını aslında demokrasi oluşturmakla beraber, ana omurgasını ilk önce anayasamızın birinci maddesi oluşturuyor. “Egemenlik bilâ kaydü şart milletindir” yani egemenlik milletindir. Dolayısıyla hiçbir kişiye, bir sınıfa, bir zümreye egemenliğini verilmesini asla kabul etmiyoruz. Bunu ısrarla ve ısrarla dile getiriyoruz. Bu açıdan bizim için çok değerli bu beyanname.
Değerli arkadaşlarım, 60 kişiden oluşuyoruz; 39’u erkek, 21’i kadın. Parti Meclisimizin yüzde 41.6’sı yenilendi. Dolayısıyla yüzde 41.6 oranında yeni arkadaşlarımız, gençler, kadınlar ve erkekler geldiler, hep beraber 60 kişiyi oluşturduk. Yaş ortalamamız da 48.
Değerli arkadaşlarım, bizi televizyonları başında izleyen saygıdeğer yurttaşlarıma da seslenmek isterim, sosyal medya hesaplarında bizi izleyen gençlerimize, arkadaşlarımıza, onlara da seslenmek isterim, radyolarının başında acaba bu CHP’nin Genel Başkanı ilk Parti Meclisi toplantısında neleri anlatacak diye merak edenlere de seslenmek isterim. Çünkü biz kapsayıcı bir siyaset, toplumunun her kesimini kucaklayan bir siyaseti yaşama geçirmek istiyoruz, bunun mücadelesini veriyoruz. Eğer sorun ortaksa o sorunu çözmeye birileri talip olmalı. Biz Cumhuriyet Halk Partisinin Parti Meclisi üyeleri olarak Türkiye’nin 18 yıldır çözülemeyen, belki de onlarca yıldır çözülemeyen sorunlarının çözümüne talibiz. Bu kadar açık, bu kadar net söylüyoruz. Kişinin kimliği farklı olabilir, inancı farklı olabilir, yaşam tarzı farklı olabilir, Türkiye’nin herhangi bir coğrafyasında yaşayabilir; köyde, kentte, kasabada, ilçede yaşayabilir ama bir sorunu varsa o sorunun çözümüne talip olan bir partiyiz. Ve biz yeni Parti Meclisi olarak bu sorunları çözmeye talip olduğumuzu herkese anlatmak zorundayız.
Şunun için söylüyorum. Biz Cumhuriyet Halk Partililer siyaseti bir zenginleşme aracı olarak görmüyoruz. Siyaset bana ne verecek diye bir düşüncemiz yok. Biz siyasete hangi katkılarda bulunabiliriz? Bizim iktidar partileriyle aramızdaki temel farkımız bu. Onlar siyaseti zenginleşme aracı olarak görüyorlar. Biz siyaseti halka hizmet aracı olarak görüyoruz. O nedenle biz siyaset yaparken zenginleşmiyoruz aslında malvarlığımızı açıklıyoruz. Ama onlar korkularından malvarlıklarını bile açıklayamıyorlar. Hatta yeri zamanı gelince herhangi bir ülkenin devlet başkanı çıkıp “malvarlığını açıklarım ha” diye tehdit edince sesleri dahi çıkmıyor. O nedenle siyaseti temiz zeminde, ahlaklı zeminde yürütmek zorundayız.
Yine siyaset var olan sorunları görme ve sorunları nasıl çözeceğiz düşüncesini içselleştirmekten geçer. Sorunlar görülüyor. Aslında bugün Türkiye’deki bütün sorunları 83 milyonumuz yaşıyoruz, hep beraber yaşıyoruz. Var olan sorunlar. Ama bu sorunlar nasıl çözülecek, kiminle çözülecek, kimlerle çözülecek? Hükümet dediğiniz organ kimlerden oluşuyor? Bir kişiden mi, bakanlardan mı, yoksa bir kişi her şeye kadir mi, her şeye muktedir mi ve o bir kişi bütün bu yetkileri toplamasına karşın neden sorunları çözemiyor. Özellikle iktidar partisine oy veren ve iktidar partisini destekleyen partilerin ya da partilere oy veren vatandaşlarıma seslenmek isterim. 18 yıldır yönetiyorlar, Türkiye’nin hangi sorununu çözdüler? Bana bir Allah’ın kulu çıkıp desin ki ben Türkiye’nin şu sorunu vardı ve ben bu sorununu çözdüm. Hangi sorunu? Yok böyle bir şey. Ayrıca siyaset geleceği öngörme sanatıdır, geleceği öngörme. Geleceği öngörürsünüz; dünya nereye gidiyor, Türkiye nereye gidiyor, biz çağdaş dünyadan kopuyor muyuz, yoksa orayı aşıp daha ileriye gitme gibi bir hedef mi ortaya koyduk? Eğer siyaset dar alana sıkışmış ve kendi fasit dairesi içinde politika üretmeye çalışıyorsa onun Türkiye’ye de, dünyaya da hiçbir yararı olmaz. Yarar sağlamak istiyorsa, o fasit dairenin dışına çıkıp her düşünceyi rahatlıkla oturup dinlemesi gerekiyor.
Ayrıca siyaset bir özveri alanıdır. Yani siyaset kolay bir şey değildir. Siyaset yapan arkadaşlarımın doğru dürüst aile hayatları bile yoktur. Yeri geldiğinde evimizi otel gibi kullanırız. Sabah, öğle, akşam, bazen dışarıda, bazen başka ülkede, bazen falan ilde, köyde, kırsalda çalışırız, 24 saat. Sorun varsa, soruna kilitleniyorsan, sorunun kaynağına gidiyorsan, sorunu yaşayanları dinliyorsan onlar hangi sorunlarla karşılaştılar ve o sorun onlar için ne tür maliyetler ortaya çıkardı bunu görüyorsan o zaman sen gerçekten temiz bir siyasetçisin, düzgün bir siyasetçisin, özveride bulunan bir siyasetçisin. Ayak ayak üstüne atıp efendim işte ben gideceğim 6 ay tatil yapacağım demeyeceksiniz, diyemezsiniz. Siyasete giriyorsanız 24 saat telefonunuz açık olacak, 24 saat vatandaşı dinleyeceksiniz, derdini dinleyeceksiniz. Size kızabilir, olabilir tabi, vatandaş haklıdır. Eğer size ulaşıp size derdini anlatabiliyorsa aslında bir anlamda o mutlu bir vatandaştır. Bir siyasetçiye ulaştı, derdini anlattı, çözüldü veya çözülmedi ama en azından vatandaşla siyasetçi arasındaki diyaloğu bir şekliyle sağlamış olacağız.
Siyaset aynı zamanda topluma adanmışlıktır. Kendinizi içinde yaşadığınız toplumun daha görkemli bir yaşam sürmesini sağlarsınız, onu amaçlarsınız, hedefinizin o olması lazım. Herkesin huzur içinde yaşadığı bir Türkiye’yi düşünün. Bizim idealimiz herkesin huzur içinde yaşadığı bir Türkiye, herkesin mutlu olduğu bir Türkiye, kavgaların olmadığı bir Türkiye. Böyle bakmak gerekiyor.
O nedenle siyaset bir çatışma alanı değildir, bir uzlaşma alanıdır. Siyaseti çatışma alanından, kavga alanından çekip sorunları çözmek için bir uzlaşma alanına dönüştürürseniz bundan karlı çıkan sadece ülke olur. Hepimiz karlı çıkarız, bu işin zararlısı olmaz. Kavga alanı yaratıp, kendi tabanımı bloke edeceğim başka bir yere gitmesin diye özel bir çaba içine girerseniz, ülkeyi ayrıştırırsınız ve bölersiniz. Ve insanların sağlıklı düşünmesini engellersiniz. Bizim uzun süredir yapmak istediğimiz politika bu. Bana oy vermeyen vatandaşıma da benim saygı duymam gerekiyor. CHP’ye oy vermeyen, hatta kapısının önünden geçmeyen vatandaşın sorunu varsa, ben o sorunu dinliyorsam, o vatandaşla samimi, içten bir diyalog kuruyorum anlamına gelir. Dolayısıyla insanları kaybetmek değil insanları kazanmak gerekir.
Siyaset aynı zamanda yetkin kadrolarla çalışma alanıdır. İster iktidar, ister muhalefet siyasete giriyorsanız yetkin kadrolarla çalışmak zorundasınız. İşini bilen kadrolarla çalışmak zorundasınız. 21.yüzyılda hiç kimse ben her şeyi biliyorum diyemez. Hiç kimse her şeyi biliyor olamaz. 21.yüzyılda gelişmişliğin tanımı nedir? Gelişmişliğin tanımı şudur: Küçük ayrıntılarda işbölümüne giden ülke gelişmiş ülkedir. Örnek; eskiden doktor derdik sadece, şimdi hangi doktor diyoruz. Kalp cerrahı mı, kalp damar mı, çocuk cerrahı mı, kulak burun boğaz mı, göz mü, beyin cerrahı mı? Her sürenin sonunda, gelişen teknolojiyle beraber yeni uzmanlık alanlarının ortaya çıktığını görüyoruz. Dolayısıyla uzmanlarla çalışmak, yetkin insanlarla çalışmak siyasetçinin topluma güven vermesi açısından da son derece değerlidir.
Ve siyasetçi tabi mutlu bir toplumu düşler ve bunu inşa etmek için çalışır. Mutsuz bir toplum değil. Herkesin huzurlu yaşadığı bir toplumu düşlemek ve hedefini bu noktaya kilitlemek zorundadır.
Ve doğal olarak siyaset dünyayı okumaktır. Dünya nereye gidiyor, biz nereye gidiyoruz, Ortadoğu’da ne oluyor, Akdeniz’de ne oluyor? Amerika’da, Japonya’da, Çin’de, Güney Kore’de, Kuzey Kore’de ne oluyor? Türk Cumhuriyetlerinde ne oluyor? AB ile ilişkilerimiz nedir? Bütün bunları siyaset dünyasının iyi okuması lazım, siyaset budur.
Ve biz, Cumhuriyet Halk Partisinin Parti Meclisi üyeleri olarak bizler, bu ilkelerden yola çıkarak kendi siyasetimizi inşa ediyoruz. Kavgadan uzağız, sorunu biliyoruz, bilmiyorsak öğreniyoruz, hiç kimseye tepeden bakmıyoruz. Kibir bizim kapımızdan dahi geçmez. Herkesi kucaklamak, herkese eşit davranmak bizim temel felsefemiz ve biz siyaseti bu çerçevede yerine getireceğiz. Kuşkusuz bunu yaparken kavgadan uzak farklı bir muhalefet çizgisi izliyoruz. Sürekli itiraz eden değil, sürekli eleştiren değil, tam tersine eleştiren ama mutlaka çözümünü de ortaya koyan bir siyaset izliyoruz. Çözümsüz bir sorunu asla dile getirmiyoruz. Bir sorunu dile getiriyorsak arkasından çözümünü de söylüyoruz. Çözüm beğenilir veya beğenilmez o ayrı bir şey. Çözümümüz de eleştirilebilir ama en azından biz bir sorun var saptamışız ve bu sorun nasıl çözülür onu da dile getirmişiz. Bu neye yarar? Bu her şeyden önce ülkeyi yöneten iktidar partisine yarar. Çünkü iktidar partisi farklı bir partinin sorunu nasıl gördüğünü ve nasıl çözülmesi gerektiğini öğrenmiş olacaktır. Nereden? Bizim söylemlerimizden. Eleştirebilir bizi, söylediğin öneri doğru değildir diyebilir veya doğrudur da diyebilir. Ayrıca sadece iktidar partisi değil tabi, geniş bir kitle, toplumun aydınları da bizim önerilerimizi oturur bakar, eleştirir veya yeni ek öneriler getirebilirler. Eksiğimiz varsa tamamlayabilirler.
Dolayısıyla bizim siyaset anlayışımız 21.yüzyılın siyaset anlayışına uygun bir siyaset anlayışıdır. Bu çerçevede yapıyoruz, bu çerçevede götürüyoruz siyasetimizi. Ve biz önerilerimizi yapmaya hep devam ediyoruz. Ve bundan sonra da devam edeceğiz. Örneğin dedik ki siyasi iktidara, “hiç kimseyi ötekileştirmeyin; kimliği farklı olabilir, inancı farklı olabilir, yaşam tarzı farklı olabilir, Türkiye’nin farklı bölgelerinde yaşayabilir ama hepimiz bu vatanda ve bayrağımızın altında özgürce yaşıyorsak kimseyi ötekileştirme hakkımız yoktur.” Bunu defalarca, defalarca, defalarca söyledim. Sizlerden de isteğim, Parti Meclisinin saygıdeğer üyeleri olarak sizlerden de isteğim, bu talebi gittiğiniz her yerde dile getireceksiniz. Biz kimseyi ötekileştirmiyoruz. Bu ülkede yaşayan her vatandaşın bizim başımızın üstünde yeri var. Eksiğimiz varsa bize söylesin, yanlışımız varsa bize söylesin. Eksikten de yanlıştan da ders çıkarmasını bilen bir siyaset anlayışını gütmek istiyoruz.
Yine biz iktidarı uyardık; defalarca, defalarca, defalarca, “kimse aç ve açıkta kalmasın, herkesin bir gelecek güvencesi olsun.” Bunu söyledik. Bugün geldiğimiz noktaya bakın. 18 yıldır bir siyasi parti, parti demeyim de bir kişi, 18 yıldır bir kişi Türkiye’nin hemen hemen her noktasına egemen, bürokrasiden toprağına kadar. Valisi, kaymakamı her şey kendi emrinde 18 yıldır… Eğer 18 yıldır siz ülkeyi yönetiyor ve 18 yıldır hala on binlerce çocuk yatağa aç giriyorsa, bir derdimiz var demektir.
Yine özellikle AK Partiye oy veren, MHP’ye oy veren kardeşlerime seslenmek isterim. Eğer senin vicdanın bu ülkede 18 yıldır yürütüyor, yönetiyor ve bir çocuk yatağa aç giriyorsa, çocuk açlıktan ölüyorsa bunun vebali de, günahı da onlara oy verenlerdedir. Bu kadar açık, bu kadar net söylüyorum. Devleti yönetenler, ülkeyi yönetenler bir çocuk yatağa aç giriyorsa uyumazlar hemen ulaşırlar, her türlü ihtiyacını karşılarlar, geleceğini güvence altına alırlar. Bunu yapmamız gerekiyor.
Aç ve açıkta kalma, işsizlik. 18 yıldır memleketi yöneteceksiniz, 10 milyonun üstünde işsizimiz var. 600 bin üniversitelerden mezunumuz çıktı. 600 bin mezun. Hadi 100 bininin diyelim babasının işyeri var, fabrikası var, berber dükkanı var vs. çalışıyor. Oğlum üniversiteyi bitirdin, gel benim yanımda çalış dedi. 500 bin kişi nereden iş bulacak? Nereden bulacak işi? Üniversiteyi bitirmiş. Bu sorunun cevabını bilen var mı? İktidar partisinden bilen var mı? Hayır yok. “İşsizlik bütün kötülüklerin anasıdır”, bunu da not edin lütfen, gittiğiniz her yerde bunu anlatacaksınız, “işsizlik bütün kötülüklerin anasıdır.”
Bakın, özellikle fakir aile çocuklarını buluyorlar, onları uyuşturucuya alıştırıyorlar, sonra torbacı yapıyorlar, sonra piyasaya salıyorlar. İktidar 18 yıldır bu memleketi yönetiyor. Ne oldu da, nasıl oldu da fuhuş bu kadar arttı? Ne oldu, nasıl oldu da uyuşturucu bu kadar arttı? Ne oldu, nasıl oldu da kadınlara şiddet bu kadar yüksek boyutlara ulaştı? Kimin vebali var, kimin günahı var, kim bu ülkeyi yönetiyor hepimizin sorması lazım. Her yerde de bunu anlatmanız lazım.
Değerli arkadaşlarım, dedik ki, “hiçbir çocuk yatağa aç girmesin.” Evet, bunu da her yerde söyleyin. Her çocuk bizim çocuğumuzdur. Bir çocuk yatağa aç giriyorsa sorumlusu lale devrini yaşayanlardır. Biz onlara ne dedik? Herkes yaşı ne olursa olsun, sıfır yaşından isterse yüz yaşına kadar, yaşı ne olursa herkesin bir gelecek güvencesi olmalı. Ne dedik? Aile destekleri sigortasını kuracağız dedik. Böyle bir kurum olacak dedik. Türkiye Cumhuriyeti devletinde yaşayıp 21.yüzyılda gelecek güvencesi olmayan bir kişiyi bile bırakmayacağız. Herkesin bir gelecek güvencesi olacak.
O kadar acı olaylar var ki, yaşandı ki biz zaman zaman okuyoruz, bakıyoruz ve unutuyoruz. Akşam notlarıma baktım, Adana’da bir baba intihar etmek istiyor, polisler geliyorlar; aman, yalvar, yakar vs. intihardan vazgeçiriyorlar. Bu babanın polise anlattığı ne biliyor musunuz? Şöyle söylüyor: “Size bir soru soracağım. Senin iki çocuğun var; birinin adı Sena, diğeri Nisanur, onlarla beraber olduğunda manavın yanından geçerken, meyveleri görüp canları çeker isterler diye montunun önünü açıp, gözlerini kapatarak götürüyor musun? Ben böyle yapıyorum.”
Ben size 21.yüzyılın Türkiye’sinden gerçek bir fotoğrafı veriyorum. 18 yıldır bu ülkeyi yöneteceksiniz, 10 milyonun üstünde işsiziniz olacak, bütün dünyayla kavgalı olacaksınız, Ortadoğu’da kan akacak ve siz silahları vereceksiniz, memlekette huzur kalmayacak. Bunu hepimizin oturup düşünmesi lazım.
Siyasetçinin, yine defalarca söyledik; şu memlekette vatandaştan oy aldınız eyvallah itirazımız yok, vatandaş kime oy vermişse gelip yönetecek, başımızın üstünde de yeri var, eksiği varsa söyleyeceğiz. “Kardeşim memleketi adaletle yönet” dedik. İnancımıza bakıyoruz, “devletin dini adalettir” diyor. Evet, devletin dini adalettir. “Adalet mülkün temelidir”, evet. Mülk yani devletin temeli adalettir. “Adalet kutup yıldızı gibidir, yerinde sabit durur, bütün kainat onun etrafında döner.” Eko sistemin de kendi içinde bir adaleti vardır. Devleti niye adaletle yönetmiyorsunuz? Adalete güven neredeyse bitti. Adaletin en tepe noktalarındaki sorumlular bile, adalet duygusunun ya da adalete olan güvenin yerlerde süründüğünü söylüyorlar. 18 yıldır adaleti bu hale kim getirdi? Oy veren vatandaşların oturup düşünmesi lazım kim getirdi bu hale? Atamaları yapan ben değilim, atamaları yapan onlar. Seçen ben değilim, seçimi yapanlar da onlar. Mahkemeye talimat verenler onlar. Beğenmediği kararı veren hakimi sürenler onlar. Partinin İl Başkanlığından, İlçe Başkanlığından avukatı alıp hakim koltuğuna oturtanlar onlar. Sonra diyorlar ki, “adalete güven var.” Hayır efendim, hiçbir güven yok! Bütün araştırmalar adalete güvenin olmadığını gösterdi. Daha acı olan ne biliyor musunuz? Daha acı olan şu, adalet isteyenler de hapishanede. Adalet istiyorum diyor, sen adalet mi istiyorsun, atın içeri. Dünyanın hiçbir ülkesinde böyle bir tablo yok. Bakın, dünyanın hiçbir ülkesinde, adalet isteyen birisinin hapse atıldığı başka bir tablo yoktur. Biz yaşıyoruz böyle bir tabloyu.
Yine söyledik, dedik ki; “israf yapmayın arkadaş israf haramdır. Tasarruf yapın, israftan kaçının.” “Efendim bol para harcarsan itibar sahibi olursun...” Hayır efendim, bol para harcayan, kontrolsüz para harcayan kişiye vatandaş enayi gözüyle bakar! Ya da bu kadar parayı saçıyorsanız, o parada sizin alın teriniz yoktur! Alın teri olan her kuruşun değeri çok farklıdır. Havadan para almışsanız, haydan gelen huya gider. İsraftan kaçının dedik, israf yapmayın dedik, maalesef bu da oldu. Bunları niye söylüyorum? Biz onlara öğütledik, söyledik, bunları yapmayın diye. Muhalefet olarak söyledik, örnekler verdik, yüzlerce örnek verdik, yapmayın diye ama yapmaya devam ettiler.
Yine söyledik, “borçlanıyorsunuz, her taraftan borç alıyorsunuz, aşırı borçlanmayın borç alırsanız ileride gırtlağınıza binerler, sizi yönetmeye kalkarlar. Fakirin fukaranın ağzındaki lokmayı alır, sen onlara verirsin” dedik defalarca. Hatta çok sık kullandığım bir deyim var, “83 milyonu Londra’daki bir avuç tefeciye teslim ettiniz” diye. Evet, geldiğimiz nokta odur. 83 milyon Londra’daki bir avuç tefeciye çalışıyor. O noktaya getirdiler. Ne diyordu? “Borç emir alır.” Aynen öyle, borç alan emir almaya başladı. Duyun-u Umumiye de öyleydi, Osmanlı’nın batışında da gördük biz bunu.
Sizden yine isteğim, bütün Parti Meclisi üyesi arkadaşlarımdan isteğim, yabancılara, tefecilere ne kadar faiz ödediğimizi saniyesini, dakikasını, saatini, gününü, ayını, yılını belirterek anlatacaksınız. 18 yılda sadece yurtdışında Londra’daki tefecilere ödediğimiz faiz 178 milyar 154 milyon dolar. Küsuratı atıyorum 178 milyar dolar. 178 milyar dolarla ikinci bir Türkiye’yi inşa edersiniz. Türkiye’nin her tarafında fabrikalar olur. Bu söylediğim ödedikleri anapara değil, bu ödedikleri faiz. Bir dakikada ödenen faiz 33 bin 821 dolar yani 34 bin dolar dakika başına faiz ödüyorlar Londra’daki tefecilere. Bir günde 48 milyon 703 bin dolar faiz ödüyorlar. Memleketi 18 yılda faiz ödenen noktaya nasıl getirdi ve kim getirdi? Kim getirdi bunu? Milyonlarca insan geçinemiyorum diyor. Geçinemezsin kardeşim,çünkü senin alın terinin yarısından fazlası Londra’daki tefecilere gidiyor. Sen geçinemezsin zaten.
Yine söyledik; “siyaseti kirlilikten arındıralım, siyaset temiz insanların işi olsun, düzgün insanların işi olsun siyaset. Siyaset gerçekten topluma adanmışlık ilkesini benimseyen insanların alanı olsun siyaset. Gelin bir siyasi ahlak kanunu çıkaralım.” Kabul etmediler. Dün bir arkadaşım bir kamuoyu yoklaması getirdi, “Devletin Kurumlarına Güven”, TBMM’ye güven yüzde 1.2… Bir daha ifade edeyim, inanamadım, vatandaşlarımızın TBMM’ye güveni yüzde 1.2... Ne acı bir tablo. Bu meclis hani Gazi Meclis’ti, bu meclis Milli Kurtuluş Savaşını yöneten meclisti. Bu meclis, “egemenlik bilâ kaydü şart milletindir” diyen meclisti. Bu meclis cumhuriyeti kuran meclisti. Nasıl oldu da bu meclis yüzde 1.2 vatandaşın gözünde itibarı olan bir kuruma dönüşebiliyor, sorumlusu kim? Eğer rüşvet alan adamı milletvekili yaparsan, para karşılığında iş takipçiliği yapanı milletvekili yaparsan, parlamentoya getirirsen, bakan yaparsan, yolsuzlukları alıp başını gider ve sesini çıkarmazsan bu meclis bu konuma gelir.
Yine söyledik; “devlet dediğiniz kurum liyakatle yönetilir.” İşi ehline vereceksin kardeşim. Senin dünya görüşünü paylaşan, çok sayıda, gerçekten konunun uzmanı bir sürü uzmanımız var. Yurtdışında doktora yapmış, mastır yapmış, Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden mezun olmuş çok kişi var, neden bunları devletin kadrolarında alıp yetiştirmiyorsunuz? Dış politikada bir iflasla karşı karşıyayız neden? Dışişleri Bakanlığı devre dışı. Kimsenin Dışişleri Bakanlığından bürokratların görüşünü alma gibi bir düşüncesi dahi yok. Büyükelçi olmak kolay mı, genel müdür olmak kolay mı, üniversitede akademisyen olmak kolay mı? Bütün bunları attılar bir tarafa. Dolayısıyla damattan hazine bakanı, rüşvetçiden büyükelçi yaptılar. İş takipçilerinden büyükelçi yaptılar. Yanlış bunlar, yanlış!
Bir Kızılay yöneticisi eleştiriyor, güreşçiden banka yönetim kurulu üyesi olmaz diye, kendisi de AK Partili, hemen AK Partiden atıyorlar. Şimdi ben AK Partiye oy veren vatandaşlara seslenmeyecek miyim, bu yapılanın haksızlık olduğunu o görüyor, dillendiriyor ama partiden atılıyor. O zaman orası iş takipçiliği karşılığında rüşvet alanların yuvası mı oluyor acaba? Öyle bakmak lazım. Dürüst insanların dışlandığı, ahlaklı insanların dışlandığı, doğruları söyleyenlerin dışlandığı bir parti niteliğine mi geldi orası, öyle bir hüviyet mi kazandı orası?
Değerli arkadaşlarım, bir pandemi süreci yaşadık, yine eleştiri getirmedik, bu süreçten nasıl çıkarız diye örneklerini verdik. Kahveciden tuttuk, berberden tuttuk, işini kapatıp evine gidenden tuttuk nelerin yapılması gerektiğini her toplantıda tek tek madde madde saydık. Büyük bir kısmını yapmadılar.
Tabi değerli arkadaşlarım, işyeri kapananlara dediler ki, “sizin işyerinizi kapattık, evinize gidin size kısa çalışma ödeneği vereceğiz.” Ne kadar? 1168 lira vereceğiz. Diyelim kişi ayda 10 bin lira alıyor çalışırken. Hayır diyorlar, sana 1168 lira vereceğiz. Asgari ücret alıyor diyelim, hayır asgari ücret de vermeyeceğiz, sana 1168 lira vereceğiz. Yani günde 39 lira. 3 – 3,5 milyon insan şu anda günde 39 lirayla geçinmek zorunda. Şimdi ben 83 milyona seslenmek istiyorum, çoluk çocuk dahil vicdanı olan herkese seslenmek istiyorum. Günde 39 lirayla kim, hangi aile geçinebilir? Verdikleri para da işçinin kendi parası işsizlik sigortasından. Kardeşim yapıyorsan bari asgari ücret ver. 2 bin 400 lira verirsin asgari ücreti, dersin ülke zor durumda, idare et, sana asgari ücret veriyorum. 1168 lirayla bu nasıl geçinecek? Buradan çağrı yapıyorum, vicdanı olan ülke yöneticilerinden vicdanı olanlara çağrı yapıyorum 1168 lirayı bari ahlak için, vicdan için asgari ücrete çıkarın. Bari asgari ücret verin bunlara. Kendi paranı vermiyorsun, vatandaşın vergisini de vermiyorsun oraya, bu kendi aylığından kesilip -işverenden de dahil olmak üzere kesilip- işsizlik sigortası fonuna yatan para. Asgari ücreti verin bari.
Değerli arkadaşlarım, bunlara asgari ücret dahi vermiyorlar ama kendi yandaşları, eski milletvekilleri, milletvekili aylığı alıyor, üç dört yerden yönetim kurulu üyeliği alıyor, ayda 50 bin, 60 bin liraya para demiyor. Devleti arpalığa çevirdiler. Vicdanı olan bunu kabul eder mi? Ahlakı olan bunu kabul eder mi? Adalet duygusu olan bunu kabul eder mi? 10 milyon işsizin olacak; beyler bir eli yağda, bir eli balda, bir maaş yetmiyor, iki maaş yetmiyor, üç maaş yetmiyor, dört maaşı birden alıyorlar. Altlarında lüks arabalar, yurtdışı seyahatler. Bu kadar lüks, bu kadar şatafat, 10 milyon işsiz varken hiç vicdanınız sızlamıyor mu? Ahlak nedir bilmiyor musunuz Allah aşkına ahlak ahlak. Nerede oldu bu nerede, nerede kaybettiler bu ahlakı?
Değerli arkadaşlarım, bütün bunlar olurken hep önerdik, bunları söyledik, yapmayın, bunlar yanlıştır dedik. Bunları söylerken şöyle bir duyguya asla kapılmadık. Oh iyi oldu, bunlar batacak, biz geleceğiz. Hayır asla böyle bir duygu olmadı, asla. Ne demiştik? Siyaset öç alınacak, kin duyulacak, kavga edilecek bir alan değil. Siyaset halka hizmettir. Yanlış yapıyorsan söyleyeceksin. AK Parti yanlış mı yapıyor. Destekleyen de yanlış yapıyor mu? O da yanlış yapıyor. Söyledik mi? Söyledik. Ama batsınlar, mahvolsun olmaz. Onlar batmıyor arkadaşlar batan memleket. Onlar işsiz değil, onların çocukları işsiz değil. İşsiz olan vatandaşın çocuğu. Açlığı çeken vatandaş. Sarayda oturanlarda bir dert yok, onlarda hiçbir sorun yok zaten. O zaman biz gidişatın düzelmesini istemek için zaten tekliflerimizi, önerilerimizi, çarelerimizi dile getiriyoruz. Bunları yaparsa daha uzun sürede iktidarda kalabilir. Ama dediğim gibi iktidara yol gösterdik, bunlar bildiklerini okudular.
Diyeceksiniz belki, ne zaman yol gösterdiniz? Ekonomik krizin başlangıcı, 13 Ağustos 2018. Ekonomik krizin başlangıcında İstanbul’a gittim, MYK üyelerimizle birlikte, ekonomi kurmaylarıyla birlikte, bize destek veren akademisyenler de vardı, bu krizi nasıl atlatabiliriz diye oturup tartıştık ve 13 madde halinde ekonomik krizin nasıl atlatılacağını bir basın toplantısıyla kamuoyuna açıkladım. Hiç kimseyi suçlamadım, iktidar böyledir, şöyledir demedim. Bu krizi aşmak için Türkiye daha derin bir krizin içine sürüklenmesin diye 13 maddeyi açıkladım.
Maddelerin birincisi; sorun var, sorunu yaşayanlar var Ekonomik Sosyal Konsey’i topla; bir sor bu adamlara, hangi sorunla karşılaşıyorlar, işçisine sor, işverenine sor, sanayicisine sor, esnafına sor, çiftçisine sor. Hepsini çağır; arkadaş bir ekonomik krize doğru gidiyoruz, sorun var, sizin karşılaştığınız sorunlar nelerdir ve biz nasıl bir çözüm üretmeliyiz. Birinci maddemiz buydu. Sonra dedik ki, israftan vazgeç. Dolar bazında ihale yapıyorsun, dolar bazında niye ihale yapıyorsun kardeşim, senin Türk liran yok mu? Adı Türk lirası, itibarsız hale niye getiriyorsun? Yetmiyor bir de itilaf çıkarsa Londra’daki mahkemeler yetkilidir diyeceksin. Kendi mahkemene bile güvenmiyorsun. Bunlardan vazgeç dedik, israftan vazgeç dedik ve bakın şöyle dedim, 13 Ağustos 2018 basın toplantısında, 13 maddeyi açıkladıktan sonra: “Bunları yapmazsanız Türkiye daha da derinleşen bir krizin ortasına doğru gider.” 13 Ağustos 2018’de bunları yapın, yaparsanız ülke düzelebilir, yapmazsanız Türkiye daha da derinleşen bir krizin ortasına doğru gider dedik. Yapmadılar. Hiç önerilerimizi dinlemediler. Kendi bildiklerini okudular. Bugün bu noktaya geldik. Bizim ne kadar iyi niyetli olduğumuzu bütün vatandaşlarımızın bilmesi lazım. Bütün partililerin bilmesi lazım. Hangi partiye sempati duyuyorsa. Yeni bir siyaset anlayışını, ahlaklı bir siyaset anlayışını dile getirmeye çalışıyoruz. Yanlış yapıyorsun, şöyle yap diyoruz. Diyebilir ki, öyle diyorsun ama bu yanlış diyebilir, olabilir biz de yanlış yapabiliriz. Yanlış da düşünebiliriz. Akıl akıldan üstündür, bizim bilmediğimizi o bilebilir. Ama hiç bakmayıp bildiği yoldan ve bildiği ilkelerden yola çıkıp israftan, şuradan, buradan yola çıkıp ülkeyi yönetirseniz Türkiye bugünkü duruma gelmiş olur. Daha da derinleşti ve kriz derinleşti, işsiz sayımız 10 milyonu aştı arkadaşlar. 10 milyonun üstünde işsizimiz var.
Kimler yaşadı krizi? Sarayda yaşayanlar mı? Hayır onlar lale devrinde, orada hiçbir kriz yok. Mutfak mükemmel, her şey var mutfakta. Dünyanın her tarafından en kaliteli yiyecekler orada var. Adını bilmediğimiz yiyecekler orada var. Herkesin işi var, herkesin cepleri dolar dolu, Türk lirası demiyorum dikkatinizi çekerim, sarayda yaşayan herkesin cepleri dolar dolu, varlıklarını edinmişler. Sadece Türkiye’de değil Amerika’da gökdelenleri var, çiftlikleri var, her şeyi var bunların. Nasıl yaptılar bu parayı? 83 milyonun alın terini sömürerek yaptılar. Bunun üzerine pandeminin de gelmesiyle ekonomi daha da derin bir krizin içine sürüklendi. Son iki gündür bunları görüyoruz zaten, kontrol edemiyorlar.
Değerli arkadaşlarım, bir ülkenin para değerini belirleyen şey o ülkenin üretim gücüdür. Üretim gücünüz varsa paranız değerlidir. Üretim gücünüz yoksa paranızın değeri sıfırdır. Üretim gücü. Biz neden ısrarla, ısrarla, ısrarla “üreten Türkiye” diyoruz? Paramız değerli olsun, Türkiye’nin şanı, şerefi olsun, Türkiye büyük bir ülke olsun, Türkiye’nin parası her yerde itibar görsün diye. Üretirseniz olur. Üretmezseniz ne olacak? Gidip Amerikan dolarına mahkum olacaksınız. Avrupa’nın Avrosuna mahkum olacaksınız. İhalenizi bile müteahhit Türk, işyeri Türkiye’de yapılacak, bütün malzemeler Türkiye’de üretiliyor ama ihaleyi dolar üzerinden yapıyorsunuz neden? Niye yapıyorsunuz? Bunun da sorgulanması lazım.
Bunun üzerine 18 Mayıs 2020. Bakın öbürünü Ağustos’ta yapmıştım 2018. 18 Mayıs 2020’de de bir basın toplantısı daha yaptım. Buhrandan Çıkış Çağrısı. Yine kimseyi eleştirmedim. Bir ekonomik buhran var, artık kriz demiyoruz buna. Her evde, her mutfakta yangın var, insanlar geçinemiyorlar, herkesin büyük derdi var Türkiye’yi buradan çıkarmamız lazım. Oturduk Buhrandan Çıkış Çağrısı diye 16 madde halinde yine saydım. Bunları yaparsan biz de destek oluruz. Ben 2018’deki çağrıda da, Buhrandan Çıkış Çağrısında da dedim ki, eğer bir yasa değişikliği gerekiyorsa bu söylediklerimle ilgili, “biz muhalefet olarak parlamentoda her türlü desteği vermeye hazırız. Çünkü biz insanımızın aç kalmasını istemiyoruz, işsiz kalmasını istemiyoruz, her türlü katkıyı vermeye hazırız” dedik ama kabul etmediler. Aynı yanlışı bugün de sürdürüyorlar. Aynı yanlışa aynen devam ediyorlar. Bir dairenin içinde dönüp duruyorlar. Aynı hataları tekrar ederek kendilerine yeni bir yol arıyorlar. Aynı hatayı yapan kişinin kendisine yeni bir yol, bir çıkış bulması mümkün değildir. Akıl var mantık var.
Değerli arkadaşlarım, 18 yılın sonunda bugün geldiğimiz nasıl bir Türkiye? İki katmanlı bir toplumuz. Bir, lale devrini yaşayanlar. İki, ekmek mücadelesi verenler. İki katmanlı bir toplum. Lale devrini yaşayanlar belli, para pulla onların ilgisi yok. Cepleri dolar dolu, her şeyleri var. Yedi sülalelerine yetecek kadar siyasetten malvarlığı da edindiler. Bunların hiçbir derdi yok. İşsizlik diye, yoksulluk diye bir dertleri hiç yok. Ekmek kavgasında olanların derdi var. Bakın, lale devrini yaşayanlar sömürü düzeninden, alın terini sömürerek hayatlarını sürdürüyorlar. Öbürleri alın teri döküyorlar, akşam evime ekmek götürebilir miyim diye. Günde 39 liraya mahkum olan insan iş de bulamıyor, çalışamıyor da. Çünkü 39 lirayla geçinemiyorum diye çalıştığı zaman işinden ayrıldığı fabrikadan kıdem tazminatı alamayacak. Sosyal sigorta primi yatmıyor. Eşi hastalandı, çocuğu hastalandı veya kendisi hastalandığı zaman doktor da bakmayacak ona, senin sigorta primin yatmamış diyecek. O kadar derin bir krizin içinde ki toplum, ne kadar toplum bunun farkında bilmiyorum. Ama hepimiz anlatmak zorundayız. Bir grup aybaşını nasıl getireceğim diyor, borcum var, icra dairelerine düşer miyim diyor, sağdan soldan borç para alabilir miyim diyor.
Buradan şeyi anlatmak isterim; Titanic, batan gemi. İngiltere’den kalkıp New York’a giden dünyanın en büyük gemilerinden birisi, ilk yapılan. İlk seyahatinde buzdağına çarptı ve battı. Titanic filmini sanıyorum toplumumuzun büyük kısmı izlemiştir. Orada da iki katmanlı bir toplum vardı. Birinci sınıfta seyahat edenlerin kamaraları son derece lükstü, her şey vardı. Yemekler mükemmel her şey var. Sadece yemek değil yanında müziği var, parlak garsonlar her türlü hizmeti yapıyorlar. Orada hiçbir sorun yok. Aç, açıkta kalan hiçbir şey yok. Hiçbirisinin gelecek endişesi de yok, hepsinin durumu çok iyi. Bir de ikinci sınıf vardı. Yukarıya çıkamayanlar, öyle lüks garsonlar, müzik falan filan bunların hiçbirisi yok. Kendi aralarında eğleniyorlar ama bunların bir umudu vardı; Amerika’ya gideceğim, iş bulacağım, çalışacağım, zengin olacağım tekrar kendi ülkeme belki döneceğim diye. 18 yılda bizim alt katmanın umutlarını yok ettiler. Titanic’te ikinci sınıf vatandaşların umutları vardı, bizde umudu tükettiler, hayali tükettiler. Dolayısıyla bunu da bütün arkadaşlarımıza anlatmamız lazım. Peki asıl soru şu, bu gemi battığında ilk kurtarılanlar kimlerdi, filikaya ilk binenler kimlerdi? İkinci sınıfta olanlar mı? Hayır. Kapıya vurdular anahtarı, yukarı çıkmayacaksınız dediler. O birinci sınıf olanlar, lüks kamaraları olanlar, yemek yiyenleri filikalara bindirdiler, önce onlar gidecek dediler.
Değerli arkadaşlarım, son 7 ayda 79 milyar lira para basıldı. Merkez Bankası 79 milyar lira para bastı. Nereye verdi bu parayı? Kime verdi? “Beşli Çete”ye verdi. Onların borçları var, vatandaşa sana bin lira veriyorum, sesini kes otur dedi. 79 milyar lira parayı verdiler. Parayı alanlar ne yaptı? Koşa koşa gittiler dolar aldılar. Çünkü aldılar doları, yükseldikçe yine keyiflerine bakıyor. Çiftçi perişan, emekli perişan, esnaf perişan, işsiz zaten hali hatırı bile sorulmuyor. Türkiye’yi Titanic’e dönüştürdüler, ama umudu yok ederek.
Değerli arkadaşlarım, şimdi bir Türkiye tablosu çizdim, karamsar bir tablo. Ama bizim bir görevimiz var. Biz sıradan bir parti değiliz arkadaşlar. Gelir geçer bir parti de değiliz. Güçlü, tarihi kökleri olan, Kuvayı Milliye geleneği olan, kendi ülkesini ve kendi insanının üzerine titreyen bir gelenekten geliyoruz. Siyaseti ahlaki temellerde yapan, herkese eşit hizmet götürmeyi ilke edinen, herkesin rahatlıkla yaşayabileceği bir Türkiye’yi inşa etme geleneğinden geliyoruz biz. Dolayısıyla bu ağır buhranı aşmak zorundayız. Diyeceksiniz ki, Türkiye yönetiliyor. Hayır efendim Türkiye yönetilmiyor, Türkiye savruluyor. Türkiye’yi kim yönetiyor? Yönetim diye bir şey yok. Kim yönetiyor? Diyeceksiniz ki, efendim işte Türkiye’nin uçtuğu söyleniyor. Doğru, yokuş aşağı, freni patlamış kamyonda hep beraber aşağı gidiyoruz. Saraydakiler hariç, onlar uçakla seyahat ediyorlar. Peki güven vermeyen bir Türkiye var.
Diyeceksiniz ki, ya Sayın Genel Başkan peki bir önerin kalmadı mı, her şey bitti mi? Hayır efendim bir önerim var. Erdoğan’a bir çağrım var, 83 milyonun huzurunda bir çağrım var. Sayın Erdoğan, hala bu milleti seviyorsan, hala bu milletin perişan olmasını istemiyorsan, ilk yapacağın iş o sosyete damadın görevine son vermektir, bu kadar açık. Onu savunmaya kalkma, zaten berabersiniz, ben onu gayet iyi biliyorum, suçu onun üzerine yıkıyorsun bazen, bazen savunuyorsun. Bu sosyete damadın ekonomiden falan filan anladığı yok. Fakir fukarayı da anladığı yok. Bunun bir eli yağda, bir eli balda bu zaten. Dolayısıyla bunun görevden alınması toplumu rahatlatacak. Senin parti tabanını da rahatlatacak, AK Partilileri de rahatlatacak. Al kardeşim bunu görevden. Bu işi bilen dünya kadar insan var. “Efendim faizi düşüreceğiz, ekonomi düzelecek…” Ne oldu, Merkez Bankası faizleri yükseltti, hani düşüyordu? Bu kadar beceriksiz bir yönetim Türkiye Cumhuriyeti tarihinde hiç gelmemiştir. Böyle bir tabloyla karşı karşıyayız.
Bu sömürü düzenini kuran damattan kurtulabilirse belki ikinci, üçüncü adımları biraz daha rahat atabilir. Alabilir mi görevden? Almaz, alamaz, beceremez, güvenemez. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti devletinde güveneceği adam yok. Damat var tek güveneceği adam. Kuşkuyla devleti yönetemezsiniz, kaygıyla devleti yönetemezsiniz. Öngörüyle yöneteceksiniz devleti, ahlakla yöneteceksiniz, liyakatle yöneteceksiniz devleti. Sorunu yaşayanları çağırıp bir konuşsana, cesaret edip onları bile çağırmıyor.
Değerli arkadaşlarım, 37. Kurultayımızda kabul ettiğimiz İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’nin bu anlamda ayrı bir önemi vardır. Bu Çağrı Beyannamesi bir umut beyannamesidir. Bu çağrı beyannamesi Türkiye’nin yeniden inşa edilme beyannamesidir. Bu çağrı beyannamesi halkçılık ilkesinin gereği olarak demokrasiyle cumhuriyetin taçlandırılması beyannamesidir. Bunu her arkadaşımıza, özellikle Grup Başkanvekili olan arkadaşlarıma söylüyorum. Böyle küçük, cebe girecek İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi yapacaksınız. Herkesin cebinde olacak. Gittiğinde alacak. Size gerekirse 50’şer, 100’er tane verelim, gittiğiniz yerde de dağıtın.
Biz ülkemizi seviyoruz, insanımızı seviyoruz, hizmet etmek istiyoruz, temiz, ahlaklı hizmet etmek istiyoruz. Türkiye bu buhrana layık değil. Bu karamsarlığı toplumun üzerinden silkip atmamız gerekiyor. Bunu yapacak olan biziz. Ve dostlarımızla birlikte yapacağız. Ben dostlarımızla birlikte yapacağız deyince onlar kendilerini kavakta görüyorlar. Nereye çıkarsan çık kardeşim; bu memleketi düzlüğe, aydınlığa çıkarmak beraber olacak, birlikte yapacağız biz bu işi. Dostlarımızla birlikte yapacağız. Güçlü bir demokratik parlamenter sistem, halkına hesap vermeyi onurlu görev kabul eden bir siyaset anlayışıyla biz bunu yapacağız. Malı götüren değil, hesabını veren siyaset anlayışıyla. Her kuruşun hesabını veren, kul hakkı yemeyen siyaset anlayışıyla yapacağız biz bunu. Dolayısıyla biz bunu gerçekleştireceğiz. Cumhuriyetin 100. yılında cumhuriyetimizi demokrasiyle taçlandıracağız. Bu bizim sözümüzdür. Sizin sözünüzdür. Hepimizin sözüdür. Bunu yapacağız.
Biz bu hedefe kilitlenirken bize engellemek isteyeceklerdir. Onların görevi bu zaten. Hiç önemli değil. Bizi hapisle tehdit edecekler, milletvekillerimizi bazen hapse atacaklar. Atmazlarsa namerttirler! Bizi linç girişimleriyle korkutmak isteyecekler. Linç girişiminde 3 kez, 5 kez, 100 kez bulunmazsanız namertsiniz! Hepsiyle mücadele edeceğiz. Dört koldan üstümüze gelecekler. İsterse dört kol değil, dört yüz koldan gelsinler mücadele edeceğiz. Her türlü iftirayı atacaklar engellemek için. Bütün kutsal değerlerimizi kendi özel çıkarları için istismar edecekler. Televizyonları, gazeteleri besleme köşe yazarlarıyla her türlü karalamayı yapacaklar. Bizi bölmek, parçalamak isteyecekler. Ama hiç kimsenin unutmaması gereken bir şey var: Cumhuriyet Halk Partisi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kalesidir. Cumhuriyet Halk Partisi ve bu partiye oy verenler ve vermeyenler şu gerçeği çok iyi biliyorlar. Eğer bu ülkede bir Cumhuriyet Halk Partisi varsa bu ülkenin sarsılmaz bir sigortası var demektir.
Sigortasıdır. Devletin sigortasıdır, halkın sigortasıdır, vatandaşın sigortasıdır. Çünkü neden? Çünkü biz çiftçiyiz, biz köylüyüz, biz işçiyiz, biz emekliyiz, biz sanayiciyiz, biz eve hizmet götüren kuryeyiz, biz apartman görevlisiyiz, biz sağlık çalışanlarıyız, biz devlet memuruyuz, biz halkız, halktan ve haktan yanayız. Bizi başka bir partiyle kıyaslamasınlar, çünkü biz tepeden tırnağa Kuvayı Milliyeciyiz, tepeden tırnağa!  Ve biz siyaseti halka adanmışlık üzerine yaparız. Bize göre ne ezen, ne ezilen insanca, hakça bir düzeni bu ülkeye getirinceye kadar mücadele eden bir siyasi partiyiz. Ahlaklı bir siyasi partiyiz.
Dolayasıyla Türkiye coğrafyasına dağılıp bunları anlatma görevimiz var. Bu Parti Meclisinin böyle bir sorumluluğu var. Bireysel çıkarlar, bireysel hesaplar bu sistemin tamamen dışında olmak zorundadır. İster sıradan üyesi ol, istersen Genel Başkanı ol. Memleket bu haldeyken başka bir şey sorulamaz. Her birimizin tek tek Türkiye coğrafyasında çalışması lazım. Anlatacağız bunları. Halka umut vereceğiz. Bütün bu sorunları aşarız; fazla değil, 18 yılda memleketi bu hale getirdiler, 5 yılda Türkiye’yi bu bölgenin yıldızı yapacağız. Bunu büyük bir azim ve kararlılıkla dile getirin, 5 yılda. Biz çünkü siyaseti halk için yapıyoruz, herkes için yapıyoruz siyaseti. Temiz siyaset, düzgün siyaset, ahlaklı, siyaset, erdemli siyaset, bilgiye dayanan siyaset yapıyoruz. Böyle bir hedefimiz var ve bu hedefi gerçekleştirecek olanlar da, ana aktörlerden biriside Parti Meclisimizin değerli üyeleri.
Dolayısıyla hepinize tekrar şükran borçluyum. Birazdan kapalı oturumumuz başlayacak, görüşeceğiz.
Hepinize şükranlarımı, sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum. 
Fotoğraflar İçin Tıklayınız...
Diğer Fotoğraflar İçin Tıklayınız...