05.12.2022

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun 2023 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi Görüşmeleri Konuşması

(5 Aralık 2022)

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun, TBMM Genel Kurulunda, 2023 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi görüşmelerinde yaptığı konuşma şöyle:

Önce hepinize saygılarımı sunuyorum.

Efendim, Sayın Oktay'ı dinleyince Erzurumlu esnafın muhasebeciyle yaptığı konuşma aklıma geldi. Erzurumlu esnaf, muhasebeciye şöyle söyler: "Hesaba bakırem, hac farz olmuş; cüzdana bakırem, zekâta muhtacız." Gerçekten de öyle. Her şey mükemmel ama memleket niye bu hâlde? Neden memleket bu hâlde ve neden saray çok iyi, birazdan bütün ayrıntılarını anlatacağım. Ancak bugün, kadına seçme ve seçilme hakkının verilişinin 88'inci yıl dönümü. Dolayısıyla, bu Parlamentoda çok daha fazla kadın milletvekili olmasını arzu eden kişilerden birisiyim. Hangi partiden olursa olsun, hangi görüşten olursa olsun, Parlamentonun saygınlığı açısından da çok sayıda kadın milletvekilinin Parlamentoda olması Parlamentoya itibar kazandırır, bunu da açık yüreklilikle ifade edeyim.

Efendim, Sayın Oktay cümleye başlarken, daha doğrusu, konuşmaya başlarken milletimize şeffaf bir şekilde hesap vermekten söz etti. Biraz sonra şeffaflığın ne olduğunu da anlatacağım. Benim anladığım şeffaflık ile sarayın anladığı şeffaflık arasında farklar var. Nedir bu şeffaflık ve biz bu şeffaflıktan neyi anlıyoruz, bunu da aktaracağım. Önce, bütçe dediğimiz belge maliye açısından, bir ülkenin ekonomisi açısından en temel yasadır ve bu yasanın, daha doğrusu, bütçe tasarısının yasalaşması için de özel bir prosedür vardır Anayasa'da. Eskiden Bakanlar Kurulu bütçeyi sevk ederdi, Bakanlar Kurulunun başında olan Başbakan gelirdi, kendi bütçesini büyük bir öz güvenle Meclise anlatırdı, her türlü eleştiriye karşı oturur, aslanlar gibi kendi bütçesini savunurdu. Şimdi Başkan soruyor "Komisyon nerede?" Komisyon burada, "Hükûmet?" Hükûmet yok. Niye yok? Hangi gerekçeyle yok?

Bakın, Sayın Mehmet Uçum, Sayın Erdoğan'ın sayın danışmanı, Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı diyor ki: "Bu bir tek kişilik hükûmettir." Tek kişi... Açın, kitabını okuyun arkadaşlar. Ben okudum, siz neden Sayın Erdoğan'ın Başdanışmanının kitabını okumuyorsunuz? Talimat mı bekliyorsunuz? "Tek kişilik hükûmet." diyor. Tek kişilik hükümetse gelecek buraya, Parlamentoya gelecek onuruyla kendi bütçesinin arkasında duracak ve bütçesini savunacak. Parlamentoda, atamayla gelmiş olanların, halkın oy vermediği kişilerin bu kürsüye çıkıp bizden oy istemesi kadar abes bir şey yoktur. Sayın Cumhurbaşkanı gelecek "Evet, beni halk seçti." diyecek, "Benim bütçem budur." diyecek, "Ben şunları anlatıyorum." diyecek, "Şunları yapacağım." diyecek ve bütçesinin arkasında duracak. Bütçesinin arkasında Hükûmet yok. Atanmışlar, gelmişler buraya, Hükûmet... Bize bütçeyi sunuyorlar; talimat almadan hiçbirisi parmağını bile kaldıramaz. Bir daha söylüyorum: Talimat almadan hiçbir bakan parmağını bile kaldıramaz çünkü hiçbirisinin yetkisi yok. Yangın söndürmeye gidiyorlar "Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatıyla yangını söndürmeye başladık." diyorlar yani talimat gelmese yangını söndürmeyecek misiniz? Söndüremezler, emin olun, söndüremezler.

Değerli arkadaşlarım, bütçe mademki çok önemli bir belge, bir ülkenin geleceği için çok önemli bir belge -geçmiş bütçenin paralarının nerelere harcandığını bize anlatacak olan iki teklif var, iki tasarı var- ya, arkadaşlar, nerelere paranın harcandığını biz bilmiyoruz. Parayı harcayan irade buraya gelmiyor, parayı harcayan irade buraya gelmeyince biz hangi bütçeyi konuşacağız? Bütçe diye geldiler, burada anlattılar, ağızlarından bal akıyor. E, çıkın sokağa tam tersi bir tablo var. Sarayda oturan kişi, halkın arasına inmeyen kişi halkın derdini bilemez. İkili bir yapı çıktı ortaya; bir halk, bir de saray; o ayrıntıya da geleceğim değerli arkadaşlarım.

Değerli arkadaşlar, seçilen bir Cumhurbaşkanının Parlamentoya gelip kendi bütçesini savunmaması, her şeyden önce Parlamentoya saygısızlıktır. Halk sizi seçtiyse ve parayı verdiyse geleceksiniz, burada kendi bütçenizi savunacaksınız, arkasında duracaksınız; eleştirilere göğüs gereceksiniz, eleştirilerin her birine de tek tek yanıt vereceksiniz. "Gelmeyeyim, oturmayayım." E, geldi, ne oldu Meclisin açılış gününde? 1 Kasım mıydı? 1 Ekim, affedersiniz. 1 Ekimde geldi, Meclisi açtı; gayet güzel. Açtı da ne oldu? Hiç kimsenin konuşmadığı ortamda gelip konuşmak istiyor ama birimiz kalkıp konuşunca buraya gelmiyor çünkü Erdoğan eski Erdoğan değil ve eleştirilere tahammül edemiyor, doğruları duymak istemiyor. Etrafındaki kadro da her seferinde "Ne güzel yaptınız efendim. Ne doğrular yaptınız efendim. Çok iyi şeyler yaptınız efendim."

Bu sistem ne yaptı biliyor musunuz? Sizi siyaset yapmaktan alıkoydu. Siz siyaset yapamıyorsunuz, yapamıyorsunuz siz siyaset.

Bakınız, Parlamentonun itibarı... Erdoğan'dan başladım, Parlamentonun itibarına saygı duymuyor diye; e, bakanları da saygı duymuyor; hepsi atandı. Bizim soru önergelerimize yanıt vermiyorlar. 701 soru önergesine, 29 Kasım 2022 itibarıyla 701 soru önergesine cevap verilmemiş arkadaşlar. Ne demektir soru önergesine cevap vermemek? Sayın Başkan, size de söylüyorum, her bütçe konuşmasında söylüyorum. "Ben milletvekilini takmam arkadaş, kim oluyor milletvekili? Beni Cumhurbaşkanı atadı, ben istediğim soruya cevap veririm, istemediğime vermem." diyor. E, siz, Parlamentonun saygın bir bireyi olarak, bir milletvekili olarak bu tabloya "evet" diyorsanız Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygınlığına gölge düşürüyorsunuz demektir. Benden fazla sizin itiraz etmeniz lazım; siz itiraz edeceksiniz, "Milletvekillerinin sorularına neden cevap vermiyorsunuz?" diyeceksiniz. Hadi, Başkan diyemez. Niye diyemez? Onu da ben gayet iyi biliyorum. Çünkü Başkanı Başkan yapan yine aynı irade. Ne diyecek şimdi? Olmaz arkadaşlar.

Ben nasıl seçtiğinizi de çok iyi biliyorum. Sizin de nasıl milletvekili seçildiğinizi de çok iyi biliyorum.

Evet, gelelim başka bir konuya.

Hiç ağlamayın arkadaşlar, ağlamayın.

Gelelim bütçeye: Bütçe geldi, güzel. Değerli arkadaşlarım, bu bütçe, gelirin nasıl toplanacağını, nasıl harcanacağını bize anlatan bir bütçe. Bu bütçe, ilkelerden yola çıkarak hazırlanması gereken bir bütçe, ilkelerden yola çıkarak. Bütçeyi...

Anlatacağım, hiç merak etmeyin.

Beni dikkatle dinlerseniz anlatacağım her şeyi size. Çocuk gibi ağlamayın, bağırmayın.

Bana itiraz ediyorsan gel kürsüye, gel! Gel, gel, buraya gel! Gel buraya, gel! Gel buraya!

Efendim, bütçeyi Parlamento yapar ama bir şeyi daha yapar; Parlamento, kabul ettiği bütçenin yasalara uygun olarak harcanıp harcanmadığını da denetler. Parlamentonun öyle bir görevi var. Peki, denetimi kimin aracılığıyla yapar? Sayıştay aracılığıyla yapar; Sayıştaya der ki: "Sen benim adıma Türkiye Büyük Millet Meclisinin kabul ettiği kesin hesap kanunu ve bütçeyi denetleyeceksin acaba bürokrasi, acaba yürütme organı bunu doğru harcadı mı harcamadı mı." Ben söylemiyorum, Anayasa söylüyor, 160'ıncı madde "Sayıştay Türkiye Büyük Millet Meclisi adına bütçe harcamalarını denetler." diyor. Peki, gelelim diğer konuya, Sayıştay denetledi. Bakın, değerli arkadaşlar, özellikle atananlara sormak istiyorum: Sayıştay 315 kamu kurumunun faaliyet raporlarına baktı; 17 kurumun faaliyet raporu hiç yayınlanmadı, hiç yayınlanmadı, 17 kurumun faaliyet raporu hiç yayınlanmadı. Yani ne demektir? 17 kurumu yöneten kişiler diyorlar ki: "Ne demek Meclis ya! Bırakın... Ne demek Sayıştay! Raporu bile yayınlamıyorum, gidin kime anlatırsanız anlatın." Siz bunu içinize sindiriyor musunuz? Sindiriyorsunuz, zaten sorun oradan başlıyor. Geliyorum, 32 kurum faaliyet raporunda kullanılan kaynaklar hakkında bilgi vermiyor, Sayıştaya bilgi vermiyor yani Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetim yapan kuruma "Ben sana bilgi vermem. Meclismiş! Ne Meclisi kardeşim! Nereden çıktı Meclis! Bilgi vermiyorum." diyor. Bir şey yapıyor muyuz? Bir şey yapmıyorsunuz arkadaşlar, sorun buradan kaynaklanıyor. 206 kurum faaliyet raporunda temel mali tablolara ve bu temel mali tablolara ilişkin açıklamalara yer vermiyor, kime ne kadar yardım yapıldığı gösterilmiyor. 10 ayrı madde hâlinde Sayıştay raporu geldi, Allah aşkına, söyler misiniz ya, içinizden kim baktı bu raporlara ya, kim baktı ya? Ya, "kul hakkı" diyoruz değil mi? "Helallik" diyoruz değil mi, birisine? "Helallik isteriz." Ya, sen; Türkiye Büyük Millet Meclisi kabul etmiş, sana vergileri teslim etmiş, "Bu parayı harca, yasalara uygun olarak harca." diyor ama Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetim yapan kuruma "Ben sana bilgi vermem, nereye gidersen git." diyor. Ben de bunu size anlatıyorum. Siz beni suçluyorsunuz "Niye gerçekleri anlatıyorsunuz?" diye. Arkadaşlar, insanda biraz vicdan olur ya.

Bakın, bir şey daha söyleyeyim: Siz bunları sorguladığınız anda bu ülkeye demokrasi gelir, biz değil; biz zaten sorguluyoruz. Bunları sorguladığınız anda, o zaman Türkiye'de yolsuzluklar bitmiş olur. Bunları sorgulamıyorsunuz değerli arkadaşlarım. Sorgulamamak ne demektir, onu da söyleyeyim gayet açık şekilde: İradeyi ipotek altına vermek demektir. "Ben eleştirirsem beni bir daha milletvekili listesine koymazlar." Bu korkuyla, devlet yönetilmez, bu korkuyla bir şey olmaz.

Hakaret değil arkadaşlar, gerçek, gerçek. Gerçeği söylüyorum.

Bakınız, bir şey daha söyleyeyim... Bir şey daha söylüyorum: Kul hakkına riayet edeceksin, kul hakkına, kul hakkına riayet edeceksin. Kamu-özel iş birliği. Değil mi? Yapıyorsunuz. Geleceğim, uyuşturucuya da geleceğim, hiç meraklanma. Onu göz ardı edeceğimi mi sanıyorsun? Baronları da size tek tek anlatacağım, hiç meraklanmayın. Bu kardeşiniz hepsini biliyor.

Kamu-özel iş birliği: Bakın, değerli arkadaşlar, garanti veriyorsunuz, dolar garantisi veriyorsunuz, avro garantisi veriyorsunuz; dolar garantisi verdiğinize Amerika'daki enflasyonu da bu milletin sırtına yıkıyorsunuz, Avro garantisi verdiğine Almanya'daki enflasyonu da bu milletin sırtına yıkıyorsunuz. Diyorlar ya: "Dünyada enflasyon var." Dünyada enflasyon var da o enflasyonu getirip bizim milletin sırtına yıkıyorsunuz siz.

Peki, değerli arkadaşlar, mevzuata göre bu kamu kurumlarının yükümlülüklerini yayınlamaları lazım, hiçbirisi yayınlamıyor, siz biliyor musunuz? Bilmezsiniz, "Söylemez." dersiniz.

Geleceğim ona da, hiç meraklanma, hepsine geleceğim. Keşke Başkan izin verse de tek tek her birinizin sorusuna cevap versem, tek tek.

Ve dolayısıyla suç işleniyor.

Gelelim başka bir şey daha. Bakın, değerli arkadaşlar, Parlamentoyu o kadar itibarsız hâle getirdiler ki -siz getirdiniz, kusura bakmayın. Siz, Milliyetçi Hareket Partisiyle beraber getirdiniz, kimse kusura bakmasın- önce uygulamayı yapıyorlar, bakıyorlar ki ya bu uygulama için kanun çıkması lazım, sonra Meclise kanun getiriyorlar. Borçlandılar, bütçede öngörülen borç limitinin üstünde borçlandılar. Bir baktılar ki "Yahu Allah Allah Parlamentonun verdiği yetkiyi aşmışız." Buraya tekrar kanun getirdiler borçlanma için. Hiçbiriniz dediniz mi ya "Arkadaş, bu Parlamentonun verdiği yetkiyi niye aştınız siz?"

Kur korumalı mevduat... Bakın değerli arkadaşlar, 20 Aralık akşamı yapıldı, 21 Aralıkta Merkez Bankası duyuru yaptı, 24 Aralıkta basın açıklaması yaptı Hazine ve Maliye Bakanı, 20 Ocakta da kanun buraya geldi. Ya, değerli arkadaşlarım, Anayasa'da der ki: "Vergi kanunla konur, kanunla kaldırılır." Siz, uygulamayı yapıyorsunuz ama Anayasa'yı da hukuku da bilmiyorsunuz çünkü bürokrasiyi darmaduman ettiniz ve sonunda Meclise kanun geldi ve buradan kanun çıktı. Bu ne demektir? Parlamentoya ben ne zaman istediğim kanunu getirirsem, benim orada askerlerim var; el kaldırır, indirirler ve benim kanunlarımı kabul ederler.

Bu iradenin ipotek altına alınmasıdır. Daha geleceğim, daha geleceğim, daha... Daha geleceğim, nelere...

Daha neler, bilmiyorsunuz, bilmiyorsunuz değerli arkadaşlar. Bakınız...

Bakınız, devlet harcamalarının neye göre yapıldığını bilmemiz lazım. Devlet harcamaları keyfî olarak yapılmaz, bir kişinin iradesine devletin bütçesi teslim edilmez. Devlet dediğiniz kurum saygın bir kurumdur, devlet dediğiniz kurum liyakatle yönetilir, devlet dediğiniz kurum adaletle yönetilir, devlet dediğiniz kurum herkesin arzu ettiği gibi yönetilmez, bir kişinin iradesine göre yönetilmez.

Bakınız, devletin temeli hukuk ilkelerinden yola çıkar yani belirliliktir. Bir şeyi, üç kuralı vardır belirliliğin. Bir, hukuk normlarının belirli olması lazım; iki, bilinebilir olması lazım; üç, öngörülebilir olması lazım. Bunlar olduğu takdirde olur. Örnek, Cumhurbaşkanlığı makamı ve Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanlığı yani bu beyefendilerin çalıştığı yerler, 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu'na tabi değil, 6245 sayılı Harcırah Kanunu'na tabi değil, -numaraları saymayayım- Taşıt Kanunu'na tabi değil, Kamu Konutları Kanunu'na tabi değil, Kamu İhale Kanunu'na tabi değil, Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu'na tabi değil; hiçbirine tabi değil bunlar. Peki, parayı nasıl harcıyorlar? Biz yetki vermişiz, parayı nasıl harcıyorlar? "Efendim, yönetmelik var." Siz hiç Resmî Gazete'de bir yönetmelik gördünüz mü? Görmediniz. Size bir şey daha söyleyeyim: 3011 sayılı bir Kanun var; bu kanun, Resmî Gazete'de Yayımlanacak Olan Yönetmelikler Hakkında Kanun. Bu kanuna göre, Cumhurbaşkanlığı, bakanlıklar ve kamu tüzel kişileri yönetmelikleri Resmî Gazete'de yayımlamak zorundadırlar. Hangi yönetmelik yayımlanmaz onu da yazıyor kanun. "Ancak, millî emniyet ve millî güvenlikle ilgili olan ve gizlilik derecesi taşıyan yönetmelikler yayımlanamaz." Peki, Allah aşkına Harcırah Kanunu'nu eğer siz yönetmelikle yapıyorsanız bunun millî güvenlikle ne ilgisi var, Taşıt Kanunu'nun millî güvenlikle ne ilgisi var eğer oraya dayandırıyorlarsa. Nasıl harcıyorlar bu parayı? Ben soruyorum ama sizin de sormanız lazım. "Ya, arkadaş sana dünyanın bütçesini verdik; siz bu parayı nereye harcıyorsunuz, nasıl harcıyorsunuz?" diye. Hiçbir yönetmelik şu ana kadar yayımlanmadı. Ben ilk kez size söylüyorum. Bakın, niye yayımlanmıyor bu yönetmelik? Bakın, değerli arkadaşlar, bu söylediğim kanunlara tabi değiller ama niye tabi olmadıklarını da kısmen anlatayım size. Harcırah Kanunu; Sayın Başkan Ankara dışına çıktığı zaman harcırah olarak 100 lira alacak. Sizler, milletvekilleri 92 lira alıyorsunuz. Aylık kadro derecesi 1/4 olanlar 63 lira alıyorlar, aylık kadro derecesi 5-15 arasında olanlar, onlar da 62 lira alıyorlar. Peki, sarayda çalışanlar kaç lira alıyor? Orada binlerce kişi çalışıyorlar, onlar kaç lira alıyorlar? Bilmiyorsunuz, bilemezsiniz, ben de bilmiyorum. Niye onlar buraya tabi değil? Orada çalışanlar Meclis Başkanından fazla para alıyorlar, milletvekilinden fazla para alıyorlar, Anayasa Mahkemesi Başkanından fazla para alıyorlar. Onların harcırahları çok yüksek ama kimse bilmesin, görmesin diye yönetmeliği yayımlamıyorlar. Niye yayımlamıyorlar? E, siz bunu niye sormuyorsunuz? Ben soruyorum, siz de sorun; niye bu yönetmelikler yayımlanmaz, niye bu kanunlar uygulanmaz? Değerli arkadaşlarım, eğer bir ülkede "Sarayda çalıştım." diye ayrıcalıklı muamele görüyorsa bir sorunumuz var demektir.

İkili bir yapı oluştu Türkiye'de: Sarayda yaşayanlar, sarayın dışında yaşayanlar. Sarayda yaşayanlar, bunu Fuat Keyman Hoca söyler, iki Türkiye'den bahseder. Buradan da Fuat Keyman Hocamıza selamlarımızı gönderelim. Artık, tam anlamıyla iki Türkiye var değerli arkadaşlarım: Biri, saray ve şürekâsının, 5'li çetelerin yaşadığı Türkiye. Orada her şey çok mükemmel, orada yaşayanların bir elleri yağda bir elleri balda. O Türkiye'de her şey var, masalar dolup taşıyor, ejder meyveli "smoothie"ler var, eğlenceler var, keyifler var, yüz binlerce dolarlık çantalar var. Evlatların vakıfları var, Manhattan'da gökdelenleri var. Evlatlar birbirlerine çekirdek gönderir gibi milyon dolarlar gönderiyorlar; gittim, yerinde gördüm. Man Adası'nda çil çil paraları var. Bu Türkiye, diğer Türkiye'nin yani halkın 481 milyar dolarını hortumlamış durumda. O paranın bir kısmıyla da bu yarattıkları sistemi, inşa ettikleri sistemi ayakta tutabilmek için etrafa atanmışları dizmiş durumdalar, yandaş medyayı yaratmış durumdalar ve trolleri var, trol orduları var. Kullanılan şarkıcıları, kullanılan türkücüleri var. Kara paraları var, baronlar var, pudracı danışmanlar var.

Var oğlu var ama ne yazık ki bu düzenin yarattığı başka bir Türkiye var, ikinci Türkiye var, trajik Türkiye var. Bu trajik Türkiye'de günlük hayatta kalma kavgası var, kenar mahallelerde yaşam mücadelesi var. Bu Türkiye'de milyonlarca yoksul, hatta aç insanlar var, iş bulamadığı için kendini yakan insanlar var, borçlarını ödeyemediği için intihar edenler var. Bu Türkiye'de çocuklar eksik beslenmeden dolayı büyüyemiyor, uzamıyor ve gelişemiyor. Ama biz -açık söylüyorum- bu saray Türkiyesine karşı başka bir Türkiye vizyonu açıkladık. Bu Türkiye için 70 kişilik ekip yedi gün yirmi dört saat çalışacak ve dünyanın en iyileriyle çalışacak.

Bakın, bir futbol ligindeki gibi anlatayım size: Malum, Dünya Kupası var. Ronaldo ve Messi Türkiye için oynayacaklar ve birinci Türkiye'nin ikinci Türkiye'yi sadakaya bağlama programını yırtıp atacaklar. O Türkiye'de dijital teknoloji, yapay zekâ, makine öğrenimi, finansal teknolojiler ve yeşil enerji var. Herkes daha iyi bir yaşam, daha iyi bir düzen için çalışacak. Çocuklara yeni bir Türkiye hayalini vereceğiz. Yeni bir siyasetüstü anlayışla ve liyakatle Türkiye'yi büyüteceğiz. O Türkiye'nin takımında siyasiler de var, siyasetüstü insanlarda var. Orada Daron Acemoğlu da var, Hakan Kara da var, Jeremy Rifkin de var, Refet Gürkaynak da var, Hacer Foggo da var bizim bu işin uzmanları ve bilim insanları var.

Arkadaşlar niye ağlıyorsunuz? Niye ağlıyorsunuz? Ya, bu ağlamanız ne zaman bitecek sizin?

Hayır, bu ağlamanız ne zaman bitecek sizin?

Az önce söyledim, şampiyonlar ligi takımı karşısında gözleri ışıldayan fotoromanlar var; vallahi, tam bir amatör küme var karşımızda. Hor gördükleri, üstten baktıkları, vergilerini, en temel haklarını gasbettikleri o ikinci Türkiye bu yarattıkları saray Türkiye'sini yenecek ve göreceksiniz, daha açık, daha net söyleyeyim: Hak gelecek, batıl zail olacak. Göreceksiniz!

Bir şey daha söyleyeyim şimdi... Baronlara geliyorum.

Baronlara geliyorum, dostlarınız olan baronlara geliyorum, çocuklarımızı zehirleyenlere geliyorum, baronlara geliyorum.

7 kanun çıkardınız... Ben size "İradenizi ipotek ettiniz." derken boşuna söylemiyorum. 7 kanun çıkardınız, 7 kanun. Çıkardığınız 7 kanunu 5 kez uzattınız; yetki verdiniz saraya ve Bakanlara, 5 kez uzattınız. "Uyuşturucu kaçakçılarının tamamının paralarını getirin Türkiye'ye ne yaparsanız yapın." dediniz. "Parayı getirin." dediniz.

Bazı Alacakların Yapılanması Hakkında Kanun... Bakın, ne yazmışsınız? "Türkiye'ye getirilen varlıklar nedeniyle -yani dolar, para, avro, hisse senedi, altın- madde hükmünden yararlananlar ve bunların kanuni temsilcileri hakkında hiçbir şekilde..."

Bir: Vergi incelemesi

İki: Vergi tarhiyatıyla ilgili bir araştırma

Üç: İnceleme

Dört: Soruşturma

Beş: Kovuşturma

Altı: "Vergi cezası, idari para cezaları kesilmez." dediniz.

Soruşturmayı kim yapıyor?

Savcılık yapıyor, "Dokunmayacaksın." diyor. Kovuşturmayı kim yapıyor? Hâkim yapıyor, dokunmayacaksınız diye. "Parayı getirin, ne olursa olsun getirin." dediniz.

Allah aşkına, akşam eve gittiğinizde evlatlarınıza sorun ya! Bu kanunun altına ben gittim, elimi kaldırdım ve bütün uyuşturucu baronları Türkiye geldi.

MASAK'a da geleceğim, MASAK'a; sen devleti tanımazsın, bu devleti, bu kardeşiniz gayet iyi bilir; sen hiç meraklanma.

Şimdi, televizyonları başında beni dinleyen saygıdeğer halkıma sesleniyorum, beni iyi dinlesinler. Bu kara para konusunu en anlaşılır dille anlatmaya çalışacağım, iyi dinlesinler, bunları da çok iyi tanısınlar; çok açık konuşacağım, onun için "Din, iman için oy veriyorum." diyen vatandaşım da dikkatle dinlesin, onun da dikkatle dinlemesini istiyorum çünkü sizin de bu konuda sorumluluğunuz var.

Bakınız, dünyanın en aşağılık insanları şüphesiz uyuşturucu kaçakçılarıdır. Bir daha ifade edeyim: Dünyanın en aşağılık insanları uyuşturucu kaçakçılarıdır yani uyuşturucu baronlarıdır. Uyuşturucu insan onurunu yok eder ve öldürür. Başınıza gelebilecek en korkunç şey uyuşturucudur. İşte, uyuşturucu baronları öldürerek zenginleşirler. Çoluk çocuk, kadın-erkek, yaşlı-genç onlar için fark etmez; biçer, geçerler. Peki, bu aşağılık insanlarla mücadele etmek için dünya ne yaptı, dünya ne yaptı? Kazandıkları parayı sisteme sokmaları lazım eğer paranın kaynağı yasal değilse sisteme sokamıyorlar, bankaya yatırırken soruyor: "Paran nerede kardeşim?" Ev alırken "Paran nerede kardeşim, nereden buldun sen bu parayı?" diye soruyor. Yasal dayanağınız yoksa bankaya yatırmaya kalkarsanız, başınız belaya girer, dünya böyle. Peki, milyarlarca dolar parayı bu yoldan kazanan bu aşağılık kişiler parayı sisteme sokmayıp ne yapacaklar? Depolamaları lazım. Milyarlarca doları nereye depolayacaksınız? Depolayacak yer yok bunlarda.

Vergi de almadınız. Ya, konudan haberleri bile yok ya, hayret ediyorum ya, vallahi hayret ediyorum ya. Vergi de almadınız ya, vergi de almadınız ya. Milyarlarca doları saklayacakları bir depo yok, hadi depoyu buldun, o zaman satın alamadın, depoyu buldun, parayı depoya koydun ama bu para bir şeyi satın almana yaramıyorsa tuvalet kâğıdından öteye bir şeye yaramaz, satın alabilmen lazım yani sisteme girmesi lazım. Özetle sisteme sokmadığı takdirde bu paranın hayrını uyuşturucu baronu görmez. Şimdi buraya kadar her şey netti, net; dünya böyle mi? Evet böyle. Uluslararası kuruluşlar böyle mi? Evet böyle. Biz de söz verdik mi? Evet, söz verdik. Biz de böyle yapacağız dedik mi? Evet, yapacağız dedik. Ama saray ve şürekâsı ülkeyi batırınca, cari açık patlayınca para peşinde koştu "Nereden bulacağız parayı?" diye. Düzgün hiç kimse yatırım yapmayınca kapkaranlık bir şeye izin verdiler. Yeni bir yasal düzenleme çıkardılar -dediğim gibi 7 kez- özetle parayı getir, nereden kazandığını asla sormayacağım. Hiçbir vergi müfettişi, sormayacak, hiçbir vergi dairesi müdürü sormayacak, hiçbir savcı sormayacak, hiçbir polis sormayacak, hiçbir hâkim hakkında dava açmayacak; parayı getir, nasıl getirirsen getir. Akşam eve gidince evlatlarınıza bir sorun"

Bu karar aşağılık uyuşturucu kaçakçıları için bulunmaz bir nimet oldu. Türkiye'yi kirli paralarının çamaşırhanesi hâline getirdiler. Yani bu paraları aldılar, getirdiler; hiç kimse sormadı, bankalara yatırdılar; yıkadılar, temizlediler, pirüpak yaptılar. Onlar için Türkiye kirli paralarının yıkanacağı, temizleneceği bir ülke hâline geldi.

Koca Türk devletini mafya bozuntularına çamaşırhane yapanların Allah bin belasını versin diyorum! Bir daha söylüyorum: Allah bin belasını versin! Çünkü bir kereye mahsus yapmadılar, 2016'dan bu yana "Soru sormam, getirin paranızı. Soru sormayacağım." dediler. "Yeter ki getir, kaynağını sormayacağım; nereden kazandın, sormayacağım." Defalarca dediler. MASAK devreye girdi, MASAK'ı da devre dışı bıraktılar. Sizin haberiniz yok ya! Koskoca MASAK'ı devre dışı bıraktılar. Türkiye'yi gri listeye aldılar. Sanıyorsunuz ki Türkiye dünyaya kapalı ve Türkiye'yi bu yüzden gri listeye aldılar. Hangi ülkeler Türkiye gibi gri listede, okuyayım: Bahamalar, Barbados, Kamboçya, Gana, Panama, Uganda, Zimbabve, bir de Türkiye. Saray eliyle düştüğümüz lig budur.

Ama bu süreçte ülkeye sadece para mı girdi? Hayır. Ey dindar kardeşlerim, ey inançlı kardeşlerim; tabii ki hayır. Uyuşturucu parası sahibini de getirdi. Adamın parası senin ülkende duruyorsa "Ben de geleyim buraya. Parayı bozduruyorum, bankaya yatırıyorum. Hiç kimse bana soru sormuyor." dedi. "Ya, bu parayı, milyar dolarları uyuşturucudan kazandın." "Olsun, ben yatırırım." diyor.

Herkesin keyfî yerinde, bunun da keyfî yerinde ve işlerini de yaşadıkları ülkeye getirdiler. Her yeri "meth"e çevirdiler "meth"e, biliyor musunuz? Siz uyuşturucunun yolunu biliyor musunuz? Afganistan'dan nasıl geldiğini biliyor musunuz? Sadece İran kapısından giren uyuşturucunun yıllık 50 milyar dolar olduğunu biliyor musunuz? Devlette bu konuda rapor olduğunu biliyor musunuz? Bilemezsiniz çünkü sizin göreviniz el kaldırıp indirmek, başka bir göreviniz yok.

Bakınız, şu soruyu sorun: 10 yaşındaki çocuk uyuşturucuya nasıl alıştırılmış, 10 yaşındaki çocuk? Ya annesinin kafasını kesip sokağa attığı olayı duymadınız mı siz?

Bakın, geldiler, uyuşturucu paralarını getirdiler, kendileri de geldiler, onlar da geldiler. Ne yaptılar? Türkiye'de at koşturdular. En önemli mafya liderleri, uyuşturucu baronları Türkiye'ye geldiler, Türkiye'de oturdular, Türkiye'de daire aldılar, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı için müracaat ettiler; ya, siz bunları bilmiyor musunuz Allah aşkına, sormuyor musunuz?

Bakın, kendi aralarında hesaplaştılar, mafya lideri geliyor yurt dışından, buradaki mafyayla -o da yurt dışından- hesaplaştılar ve öldürdüler onları; haberiniz yok mu?

İşte o noktada bu baronlar burada at koştururken o zaman ne oluyor? Araya fotoroman malzemesi giriyor, o zaman başka bir şey giriyor.

Emniyet güçleri paralize edildi, emniyet güçleri; emniyet güçlerine baskı yapılıyor. Mert emniyetçilerimiz, yürekli emniyetçilerimiz bu fotoromancıdan bıkmış vaziyette. Hikâyenin gerisini zaten herkes biliyor ama şunu unutmayın: Uyuşturucuyu da uyuşturucu baronunu da bu pisliğin önünü açanların tamamını da deftere yazdık, hepsinin hesabını soracağız, hiç kimse endişe etmesin.

4 soru soruyorum, içinizde yürekli 1 kişi varsa şu kürsüye gelir, İçişleri Bakanlığı bütçesi görüşülürken "Bu soruları Kılıçdaroğlu sordu, cevabını ver." diye sorar:

1)Süleyman Soylu'nun "Cumhuriyet tarihinin en büyük uyuşturucu operasyonu." dediği -ben demedim, o diyor- operasyonda nasıl oldu da herkes serbest kaldı? Ne oldu? Ben demiyorum, o söylüyor. İddianamede çıkarılan sanıklarla Soylu'nun oğlunun ne ilişkisi var? İstanbul Emniyeti, Soylu'nun oğlunun aracını sanıklara kiraladığı için mi aradı? Sorun.

2) Soylu'nun "Türkiye'den gönderdik." dediği Sırbistan'daki uyuşturucu çetesi lideri nasıl oldu da İstanbul'un göbeğinde kendine özel bir hayat kurdu, İstanbul'dan uyuşturucu faaliyetlerini yönetti? Rakip çetesi nasıl elini kolunu sallayarak Türkiye'ye gelip onu öldürdü?

3) Kolombiya'da yakalanan 5 ton kokainin gerçek sahibi kim? Bir daha soruyorum: Kolombiya'da yakalanan 5 ton kokainin gerçek sahibi kim? Soylu, Kolombiya'daki makamlarla iş birliğine neden direndi?

4) Mustafa Çalışkan, yürekli bir Emniyet Müdürü. Mustafa Çalışkan'la ne derdiniz var? FETÖ'yle, uyuşturucuyla mücadele eden bu kişiyi neden bu konuma getiriyorsunuz?

Sorun.

Bakınız, uyuşturucu konusunda... Bak, git... Nerenin milletvekiliysen git o ile, en yakın taksi durağına git, orada konuş "Burada uyuşturucu nerede satılıyor?" diye, sana anlatacaktır. Dünyadan haberin yok senin!

Bakınız, uyuşturucu konusunda, Türkiye'nin hangi iline giderseniz, hangi iline... Namuslu bir adam bulun -esnaf olsun, taksici olsun, şoför olsun, kim olursa- "Burada uyuşturucuyu kimler kullanıyor, kimler satıyor..."

Ya, ben çocuğu uyuşturucu kullanan annelerle görüştüm; sizin haberiniz bile yok, annelerle görüştüm. Bana anne, baba ne diyor, biliyor musunuz? "Akşam yatarken yatak odamızı sürgülüyoruz çünkü oğlumuz uyuşturucu kullanıyor." Bağcılar'a gittiniz mi, Sultanbeyli'ye gittiniz mi? Gittiniz mi, orada gördünüz mü? Araştırma raporunu göndereceğim size, araştırma raporunu.

Niye Süleyman Soylu'ya demiyorsunuz, "Jandarmanın gönderdiği yazıları, raporları getir buraya." diye niye demiyorsunuz? Niye demiyorsunuz?

Diyemezsiniz, diyemezsiniz, diyemezsiniz.

Efendim, bu konuda 2022'de 20 araştırma önergesi verdik "Bu konuyu araştıralım." diye, 20 araştırma önergesi; 2021'de 6 araştırma önergesi verdik; 2020'de 4 araştırma önergesi verdik; 2019'da 4 araştırma önergesi verdik; 2018'de 2 araştırma önergesi verdik. Ya, bunu araştıralım arkadaşlar; bu uyuşturucuyu kullananlar bizim evlatlarımız, hepimizin evladı. Ya, bu ciddi bir tehlike arkadaşlar. Asıl millî güvenlik sorunu budur; tonlarca uyuşturucu geliyor ya, tonlarca geliyor ya. Mersin Limanı'na geliyor, Kocaeli'ye geliyor, İran kapısından geliyor. Ya, "met" dedikleri ürün ta Afganistan'dan geliyor değerli arkadaşlarım, tırlarla geliyor ya, paralarla geliyor ya.

Nasıl siz bunları, sınırları yolgeçen hanına döndürdünüz arkadaşlar, yolgeçen hanına? Hiç soruyor musunuz, hiç soruyor musunuz?

Geliyor uyuşturucu, Türkiye'de satılıyor. Kimi yakalıyorsunuz, kimi yakalıyorsunuz?

Evet, torbacıyı yakalıyorsun: "Efendim, şu kadar torbacı yakaladım." Ya, sorun torbacıda değil kardeşim, torbacıda değil; sorun torbacıyı kullananda. O adamla niye mücadele etmiyorsunuz? Bu kanunu çıkarsanız işte bu yolu açmış olursunuz.

Türkiye'de "ahlak" dediğimiz şeyi çok yıprattınız ve bu Meclisin itibarına çok büyük darbeler vurdunuz. Bu Meclise "Gazi Meclis" diyorsunuz değil mi? Öyle diyorlar: "Gazi Meclis"

Hayır, hayır Gazi Meclis ayrı. Ben örnek vereyim: Gazi Meclis... Bak bir dakika, tarihi de bilmiyorsunuz. Gazi Meclis şudur: Gazi Mustafa Atatürk Meclisi feshetme yetkisi ister tek başına ve Anayasa değişikliğiyle. Kürsüye çıkarlar, derler ki: "Bu Meclis yetkisini milletten almıştır. Bir kişi Türkiye Büyük Millet Meclisini asla feshedemez." ve oy çokluğuyla o teklif reddedilir. İşte o Meclis, Gazi Meclis.

İki, Millî Kurtuluş Savaşı sırasında Mustafa Kemal Atatürk gelir, der ki: "Bana Başkomutanlık yetkisi verin." Milletvekilleri itiraz ederler: "Bu Meclis, Gazi Meclistir. Biz Başkomutanlık yetkisini sadece üç ay süreyle veririz." İşte, o Meclis, Gazi Meclistir; o Meclis. O Meclisin ne olduğunu bilelim, o Meclisin Kuvayı Milliye ruhu vardı, o Meclisin beraber olma ruhu vardı; o Meclis böyle bir Meclisti. Şimdi, o Mecliste, kanun geldiği zaman öyle el kaldırıp indirme yoktu, yeri geldiğinde -siz tutanakları da okumamışsınız- kürsüye çıkıp Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e reddediyorlar, "Bu olmaz." diyorlar, "Kabul etmiyoruz." diyorlar ve reddediyorlar. İşte, o Meclis, Gazi Meclistir. Şimdi, burada, siz Meclisi feshetme yetkisini Erdoğan'a vermediniz mi? Bırakın şimdi, siz kabul ettiniz değil mi? Kabul ettiniz siz, kabul ettiniz değil mi? Oyladınız ve kabul ettiniz.

Bakınız, bir şey daha var, bir şey daha var.

Arkadaşlar, bir insan, haklı söylemler karşısında tepki veriyorsa bir sorun var demektir, ahlaki bir sorunumuz var demektir. Ben uyuşturucudan şikayet ediyorum, siz baronları savunuyorsunuz. Ya, nasıl olur böyle bir şey? Ben uyuşturucu evlatlarımızı zehirliyor diyorum, siz beni eleştiriyorsunuz. Allah aşkına siz ne yapıyorsunuz ya, nasıl yapıyorsunuz siz bunları ya? Hangi gerekçeyle yapıyorsunuz bunları? Ya, siz hiç fakir mahallelere gidip anneleri dinlediniz mi, o annelerin dramını dinlediniz mi ya, babaları dinlediniz mi ya, o babaların dramını dinlediniz mi ya? Dinleyemezsiniz, dinleyemezsin.

Bakın, bir şey daha yaptınız, bir şey daha yaptınız, bir şey daha yaptınız. Bu Meclise, neden diyorum burası öyle Gazi Meclis, falan filan bırakalım o ayakları. Gazi Meclis bellidir, ne olduğu da bellidir; kimin gazi olup olmadığı da bellidir. "Bu Meclis Gazi" diyorsanız gaziler arasında ayrım yapmayan bir Meclis olması lazım, gaziler arasında ayrım yapmayan; gaziler arasında ayrım yaptınız.

Daha vahim bir şey anlatayım, çok daha, çok daha vahim bir şey anlatayım değerli arkadaşlarım, çok daha vahim bir şey anlatayım: Bu Mecliste asla ve asla -benim bildiğim kadarıyla- yolsuzluklar için, rüşvet için, malı götürme için hiç kimse elini kaldırıp "Evet, bu böyle olsun." dememeliydi. Ben öyle biliyorum, ahlaksa, erdemse, inançsa, neye inanıyorsak yolsuzluklara karşı, kul hakkı yiyene karşı ortak tavır sergilemeliyiz.

Olabilir, her birimizin siyasi görüşü farklı olabilir ama ahlak konusunda, erdem konusunda, bilgi konusunda beraber olmak zorundayız yani beytülmale sahip çıkmak zorundayız; eğer bunu yapamıyorsak bir sorunumuz var demektir.

Bakınız, sizin yani AK PARTİ milletvekillerinin ve Milliyetçi Hareket Partisi milletvekillerinin iradesiyle bir kanun çıktı burada, yolsuzlukları yasallaştıran bir kanun çıktı; hiç haberiniz bile yok çünkü siz sadece -kusura bakmayın- el kaldırıp indiriyorsunuz. Haberiniz olsa itiraz ederdiniz buna, haberiniz olsa "Bu olmaz." diyebilirdiniz.

Bakınız rüşveti, hırsızlığı meşrulaştıran bir kanuna "Evet" dediniz. Bir daha söylüyorum, rüşveti, yolsuzluğu meşrulaştıran bir kanuna "Evet" dediniz.

Hakaret değil efendim; gerçek, gerçek. Yahu, gerçekle yüzleşin, gerçekle. Ben anlatacağım dinle, elini niçin kaldırdığını bana çık ondan sonra anlat.

Kanunun adı...

Ağlasınlar, bırak ağlasınlar ya, ağlamak da fazilettir yani; bırak, ağlasınlar, ne olacak yani, ağlasınlar. Vicdanlarını tatmin etmek için itiraz ediyorlar, vicdanlarını.

Dinleyin, anlatacağım...

Doğru, kiralık olanlar; aynen öyle, aynen öyle.

İradesini kiralayan kişiler Parlamentoda görev yapamaz, nokta.

İradesini kiralayan, iradesini vesayet altına alan kişi Parlamentoda milletvekilliği yapamaz; bu kadar açık söylüyorum.

Örnek vereceğim, niçin el kaldırdığınızı da sonra soracağım size.

Bir dakika...

Ya, bırakın arkadaşlar; arkadaşlar, bırakın, bırakın ağlasınlar ya.

En zor şey gerçekle yüzleşmektir, en zor şey; en zor şey iradeyi ipotek altına aldırmaktır.

İradenizi ipotek altına aldırmayacaksınız, gelen kanun teklifini okuyacaksınız; o kanun teklifi milletin aleyhineyse, rüşvete kapı aralıyorsa ona "hayır" diyeceksiniz, "hayır" demezseniz Meclisin itibarını sıfırlıyorsunuz.

Bırak şimdi onları ya, bırak, bırak... Sen nerenin milletvekilisin, onu bile bilmiyorsun.

Neresinin milletvekili, bilmiyor. Ona da saraydan talimat gelecek "Sen şuranın milletvekilisin.", o da kabul edecek "Evet, ben oranın milletvekiliyim." diyecek.

Bakın, değerli arkadaşlar, söyleyeceğim her şey, siz de düşünün, arzu ederseniz benim söylediğim kanunlara siz de bakın, nasıl el kaldırdığınızı kendi vicdanınıza sorgulayın, sorguladıktan sonra kalkıp bana kızın, bana kızmaya hakkınız var çünkü gerçekleri öğrenmek istemiyorsunuz, gerçekleri bilmek istemiyorsunuz. Talimat geliyor "El kaldır.", talimat geliyor "El indir.", olmaz, o zaman Meclis olmaz burası.

Bakınız, kanun, Olağanüstü Hâl Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesi Hakkında Kanun, uzun bir isim, kanun. 26/5/2022...

Ya, bırakın arkadaşlar!

Gerçeği açıklamama tahammül edemiyorlar, edemezler zaten, edemezler zaten. Gerçeği göreceksiniz arkadaşlar. Gidip bakın, bulunduğunuz illerde gidin, AK PARTİ'nin il başkanına sorun, deyin ki "Ben bunun için el kaldırdım.", öyle söyleyin. Eşinize sorun, ilkokula giden çocuğunuza sorun ya, ilkokula "Ben bunun için el kaldırdım. Ne diyorsun?" diye sorun. Sizden daha iyi düşünür çünkü o çocuğun vicdanı var, o çocuğun ahlakı var.

Arkadaşlar...

Sayın Başkan, Genel Kurula hitap edeceğim de onlar bana hitap ediyorlar.

Ben de onları insan yerine koyuyorum, ben de onlara hitap ediyorum. Ne yapayım?

Bakın, değerli arkadaşlarım, kanunun adını okudum size, Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun, bu geldi buraya, Komisyondan geçti. 26/5/2022, 7407 sayılı Kanun, bu kanun değiştiriliyor, bu kanun Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuyla ilgili bir kanun. Tümünü okumuyorum, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu 17'nci madde, size onu da vereyim, açar 17'nci maddeye de bakarsınız. Diyor ki: "Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından devralınan banka/şirketler ve bunların varlıkları ile ilgili olarak Fona verilen yetkiler, kayyımlık görevi ile satış veya tasfiye işlemlerinde, bu şirketlerin yahut bunların sahiplerinin Fona borçlu olup olmadığına ve varlıkları üzerinde Fon haczi bulunup bulunmadığına bakılmaksızın kıyasen uygulanır." Güzel. "Yönetim ve denetimi veya kayyumluk yetkisi Fona devredilen veya Fonun kayyum olarak atandığı banka/şirketleri ve ortaklık paylarını soruşturma, kovuşturma veya iflas ve tasfiye süresince yönetmek ve temsil etmek üzere atananlar, görevlendirilenler veya atananlar tarafından temsil yetkisini haiz olmak üzere görevlendirilenler ile 5271 sayılı Kanunun 128 inci maddesinin onuncu fıkrasına göre malvarlığı değerlerinin yönetimi amacıyla atananlar -şirketlerin mal varlığı- görevlendirilenler veya atananlar tarafından temsil yetkisini haiz olmak üzere görevlendirilenler ve bu kapsamda icra edilen iş ve işlemler hakkında 8/11/2016 tarihli ve 6755 sayılı -bunu da yazın lütfen- Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanunun 37 nci maddesi uygulanır." Uzun bir kanun, "Bunlar eğer bir yolsuzluk yaparsa 37'nci maddeyi uygulayacaksınız." diyor.

Geliyorum 37'nci maddeye, ilgili kanun. Kanunun adı şu: Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum Ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun. Bu kanun olağanüstü hâl döneminde çıktı, 15 Temmuz darbeden sonra çıktı. Hatırlarsanız Boğaz Köprüsü'nde 15 Temmuz gecesi bazı askerlerin boyunları kesilmişti, bazı askerler öldürülmüştü. Onlar hakkında biz sarayda yaptığımız toplantıda soruşturma açılmasını istedim, dava açılmasını istedim "Hiç kimse bir kişiyi boğazından bıçakla kesemez." diye. Bana söz verdiler ama yapmadılar. Sonra bu kanun hükmünde kararnameyi çıkardılar, dediler ki: "O dönemde bu işlere bulaşanların hiçbiri hakkında soruşturma açılmıyor." kanun hükmünde kararname... Sonra o kanun hâline geldi; bu, o kanun. Yani bu fonları yöneten, bankaları yöneten, şirketleri yönetenler hakkında bu Kanun'un 37'nci maddesi uygulanır. Bu yönetimde, TMSF'de "...karar alan, karar veya tedbirleri icra eden, her türlü adli ve idari önlemler kapsamında görev alan kişiler ile olağanüstü hâl süresince yayımlanan kanun hükmünde kararnameler kapsamında karar alan ve görevleri yerine getiren kişilerin bu karar, görev ve fiilleri nedeniyle -yani yönetimleri nedeniyle, yani usulsüzlük yaptılarsa, yolsuzluk yaptılarsa; bu nedenle, haklarında- hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğu doğmaz." Siz buna "evet" dediniz.

Bankayı düşünün. Bankaya kayyum atadınız, düşünün. Bankayı aldı, amcasının oğluna verdi, hiç kimse bir şey yapamıyor çünkü sizin el kaldırdığınız kanuna göre bunlar hakkında yani bu görevi yerine getiren kişiler hakkında "...karar, görev ve fiilleri nedeniyle hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğu doğmaz." diyor. Siz buna "evet" dediniz. Akşam gidin, herhangi bir hukukçuya sorun, bana inanmayabilirsiniz, dersiniz ki: "Ya, bu muhalefet partisinin söylediği doğru değil." Herhangi bir hukukçuya gidin. Kayyum olarak atıyorsunuz, "Yaptığınız işlemler dolayısıyla hukuki işlem olmayacak, idari işlem olmayacak, mali işlem olmayacak, cezai işlem olmayacak." diye... Şimdi, soruyorum: Aldığınız aylık helal mi arkadaşlar? Helal mi? Bu kadar itiraz ettiniz, değil mi? Bu kadar itiraz ettiniz. Bunun için niye itiraz ediyorsunuz? Hangi gerekçeyle itiraz ediyorsunuz? Niye buna "Evet." dediniz? Biz bunu Anayasa Mahkemesine gönderdik.

Şimdi buradan Anayasa Mahkemesi Başkanına ve değerli üyelerine sesleniyorum: Bu ayıbı süratli bir şekilde görüşün ve kaldırın. Parlamentonun itibarına gölge düşürmüştür bu kanun.

"Gazi Meclis" diyorsunuz, hangi mecliste yolsuzlukları meşrulaştıran bir kanun çıktı, bana söyleyin. Ya, Meclisin itibarı bu kadar ayaklar altına alınamaz arkadaşlar.

Öyle bir kumpas kurdular ki size -kimse kusura bakmasın- bu saray öyle bir kumpas kurdu ki size neyin ne olduğunu bilmeden el kaldırıp indirdiniz. Hiç bu 37'nci maddeye bakmadınız. Nedir bu madde arkadaş? Niye bunların icrai sorumluluğu olmuyor, neden hukuki sorumluluğu olmuyor, neden cezai sorumluluğu olmuyor bunların? Bunlara bankayı teslim ediyorsunuz, devasa şirketleri teslim ediyorsunuz bunlara. Ne oldu? Yolsuzluklar oldu, gazete manşetlerinde yer aldı; hiçbir savcı soruşturma açamaz, hiçbir savcı, hiçbir mahkeme açamaz. Değerli arkadaşlarım, böyle bir rezaletin yaşandığı yer bu Meclis olmamalıydı. Buraya bütçe getiriyorsunuz, ne bütçesi ya? Ne bütçesi Allah aşkına ya! Ne bütçesi ya! Malı götürenlerin bütçesi bu bütçe! Ne bütçesi arkadaşlar! Malı götürenlerin bütçesi ya! Bana söyler misiniz Allah aşkına ya, 21'inci yüzyılın Türkiye'sinde kaç çocuğun yatağa aç girdiğini acaba biliyorlar mı ya! Bir eli yağda, bir eli balda bir saray ve şürekâsı var, o birinci Türkiye, altta geniş bir kadro var, o da ikinci Türkiye; ikinci Türkiye bu tabloyu değiştirecek.

Bakın, bir şey daha söyleyeyim: Cumhuriyet tarihinde bir ilk yaşıyoruz, cumhuriyet tarihinde ilk yaşıyoruz. Alt gelir gruplarından bir avuç üst gelir grubuna olağanüstü kaynak transferi var. Bir daha ifade edeyim: Alt gelir gruplarından yani 80 milyondan bir avuç insana olağanüstü kaynak transferi var ve bu kaynak transferi o kadar büyük rakamlar ki... Gidin, Londra'da Chelsea'ye gidin, oradaki büyük malikaneleri görün, o büyük malikanelerde kimlerin yaşadığını görün, sarayın onlara ne kadar büyük iltifat yaptığını görün.

Allah nasip ederse o paraların tamamını getireceğim Türkiye'ye, getireceğim; tamamını getireceğim; tamamını getireceğim, tamamını; tamamını getireceğim, hiç endişe etmeyin.

Sevgili halkım, sana sesleniyorum, sevgili halkım...

Millet İttifakı olarak göreceksiniz, temiz bir Türkiye, aydınlık bir Türkiye, herkesin mutlu olduğu bir Türkiye'yi yeniden inşa edeceğiz, beraber inşa edeceğiz, birlikte inşa edeceğiz, sen ben demeden inşa edeceğiz, sen ben demeden inşa edeceğiz.

Evet, bir hikâyeyle bitireceğim; değerli arkadaşlar, bir hikâye anlatacağım ve bitireceğim. Bir hikayeyle bitireceğim, sevgili halkımın da bu hikâyeyi dikkatle dinlemesini istiyorum. Sloganlarla geldi, sloganları krizlerden yorulmuş halkımızın en derin özlemlerini yansıtıyordu; bireysel özgürlük ve zenginlik vadediyordu; yoksullukla mücadele vadediyordu; "Yolsuzlukla mücadele edeceğim." diye vaatleri vardı; "Yasaklarla mücadele edeceğim." diye vadediyordu. Peki, sonuç ne oldu? En önce tüm yol arkadaşlarını eledi; Mecliste kurduğu Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu Başkanını bir daha milletvekili yapmadı; tüm liyakatli bürokratları temizledi ve devlet vasat bir bürokrasiye teslim edildi, liyakati tümüyle öldürdü; devleti devlet yapan tüm sistemleri yok etti; en iyi üniversiteleri yok etti; neredeyse saat başı değişen kişiye özel kararnamelerle üniversitelere rektör atandı, bunun da farkında değilsiniz siz. Adamına göre kararname, adamına göre yaş; adamına göre kararname çıkararak rektör atandı. Rüşvet alanlardan büyükelçi olur mu?

Şimdi, size bir soru: Allah aşkına söyleyin ya! Bana cevap vermeyin, eve gittiğinizde ilkokula giden çocuğunuza sorun. "Rüşvet alandan Türkiye Cumhuriyeti devletinin büyükelçisi olur mu?" diye sorun. Sorun Allah aşkına ya! Hadi, ona sormuyorsunuz, eşinize sorun, akrabanıza sorun, komşunuza sorun. Ya, bu memlekette, AK PARTİ'nin içinde de son derece değerli, büyükelçilik yapacak insanlar var ya. Ya, rüşvet alandan 21'inci yüzyılın Türkiyesinde büyükelçi mi atanır? Paranoyasını besleyen bir trol ordusu kaldı elinde sonuçta, tek o kaldı.

Evet, hiç gücünüze gitmesin arkadaşlar. Çürüttünüz, bu kutlu çatıyı çürüttünüz.

Yahu, her şeyden vazgeçiyorum da emin olun, her şeyden vazgeçiyorum da ya, kendi Bakanınız -sizin Bakanınız ya- bir milletvekilinin mafyadan her ay 10 bin dolar aldığını söyledi ya! Sizin Bakanınız söyledi ya! Yani, bir kişinin gücüne dahi gitmedi ya, bir kişinin gücüne dahi gitmedi! Bir kişi çıkıp da onuruyla "Ya, bu iş nedir?" diye bir soru dahi sormadı! Bir de bana diyorsunuz ki: "Niye bunu söylüyorsunuz?" Hakikaten, gerçekten hayret ediyorum. Hepiniz zan altında kalıyorsunuz, bu çatı zan altında kalıyor. Siz milletvekilisiniz değerli arkadaşlarım, suç ortağı değilsiniz. Ses çıkarmadığınız andan itibaren suçu onaylıyorsunuz demektir ve suç ortağı oluyorsunuz demektir. Bunu nasıl içinize sindiriyorsunuz, ben hayret ediyorum!

Dedim ya, gerçekten Meclis çürüdü, devlet de çürüdü. Yahu, Allah aşkına, dedim, rüşvet alan kişiden büyükelçi olur mu? Gidersiniz, parayı ödersiniz, devletin bütün sırlarını satın alırsınız çünkü rüşvet alan adam karaktersiz bir adamdır. Satar; vatanını da satar, her türlü bilgiyi de satar.

Değerli arkadaşlarım, elinizde kala kala yalnızca kişisel güce ve kazanca odaklanmış küçük bir tiran ve onun yakın çevresi kaldı. Atadığı bakanların çoğu trolden öteye gidemiyor. Zaten 2'nci kalite bir tiran ancak 3'üncü kalite atanmışlarla çalışabilirdi, zaten öyle oldu; 3'üncü sınıf adamlarla çalışıyor.

Gözleri ışıldayanlar, epistemolojik kopuşlar elinde kaldı; kuzenleriyle toprak ihaleleri kovalayan atanmışlar kaldı elinde. Az buçuk fikri olan hiç kimseyle çalışması mümkün değildi zaten. Sürekli bakan, sürekli bürokrat kovuyor. Korkudan kimse "Kovuldum." diyemiyor; "Affımı istedim." diyorlar. Onlar af istiyor, o da affediyor; böyle bir ucube durum ve bu ucubeliklere ortam hazırlayan ucube bir sistem. Devleti bir kişinin iki dudağından çıkacak talimatlara teslim eden bir sistem. Onun halkı kandıran tüm vaatleri çöp oldu. Vaat kalmayınca hem ekonomik hem de siyasi zorbalıkla halkı eziyor şimdi. Halk kan ağlıyor ama halktan kopuşu o kadar sert oldu ki, halkı anlamak için şefkatten ve enerjiden yoksun; e, ne yapacak? Tabii ki savaş ve din kisvesine daha çok bürünmek zorunda kalıyor, sürekli de bunu yapıyor. Bakmayın o vatan nidalarına, vatan, millet, Sakarya o nidalara bakmayın; bu saray ahalisinde asla ve asla ideolojik hiçbir şey yok, kimse kendisini kandırmasın. Vatansever olsa dün küfrettiklerinin bugün elini öpmek için sıraya girmezdi, vatan toprağını düşmana terk edip Süleyman Şah Türbesi'ni kaçırmazdı, terörle mücadele için yabancı askerlerin Türkiye'ye davet edilmesi için buradan tezkere çıkarmazdı. Bir ideolojileri ve bir felsefesi yok. "En çok parayı nasıl götürürüm ve en çok erişimi nasıl satın alırım?" kafası sadece buna odaklı. Tiranlar her zaman böyle davranırlar, gerçeği reddederler, krizleri reddederler. O da tümüyle Türkiye'den koptu, her şeyi reddediyor, ekonomiyi reddediyor, açlığı reddediyor, yoksulluğu reddediyor, işsizliği reddediyor, getirdiği sığınmacıların bir sorun olduğunu da reddediyor.

Onun reddetmeyeceği bir gerçeği söyleyeyim: Tiranlar, zorbalar hep giderler, o da altı ay içinde gidecek.

Hepinize saygılar sunuyorum.


CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM GENEL KURULU’NDA KONUŞTU