19.12.2019

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, YEREL YÖNETİMLER VE TURİZM ZİRVESİ’NİN AÇILIŞINDA KONUŞTU

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun, İstanbul'da düzenlenen, Yerel Yönetimler ve Turizm Zirvesi'nin açılışında yaptığı konuşma şöyle: Sayın Bakan, değerli arkadaşlarım, sevgili dostlarım, yol arkadaşlarım, turizm sektörünün önemli aktörleri, hepiniz hoş geldiniz. Az önce arkadaşlarımız konuşurken önemli bir rakam verdiler. Türkiye’ye gelen turistlerin yüzde 90’ının aşkını Cumhuriyet Halk Partili belediyelerin olduğu yerlerde ağırlanıyorlar. Orada hizmet sunuluyor. Dolayısıyla Cumhuriyet Halk Partili belediyelerin ne kadar ağır bir sorumluluk üstlendiklerini de buradan bu vesileyle herkese duyurmuş olalım. Önümüze her türlü engeller çıkarılabilir ama bizim görevimiz, önümüze çıkarılan engelleri aşarak halka, gelen turiste hizmet etmek için her türlü çabayı ödünsüz ortaya koymak, o çabayı göstermektir. Değerli dostlarım, aslında her şey bir merakla başlıyor. Doğduğumuz andan itibaren merak ederiz, dünyayı merak ederiz, çevremizi merak ederiz, annemizi, babamızı, bir süre sonra geçmişimizi, bir süre sonra çevremizi, köyümüzü, kentimizi, bir süre sonra Türkiye’yi, bir süre sonra dünyayı merak ederiz. İnsanoğlu hayatın her tarafını, geçmişi ve geleceği merak eder ve düşüncesini onun üzerine inşa eder. Merak dediğimiz kavram, uzayı keşfetmek değil, merak dediğimiz kavram, aynı zamanda dünyayı da keşfetmektir. Merak ediyorsak Hindistan’da ne oluyor, oraya gideceğiz, göreceğiz, gözlerimizle göreceğiz. Çin’e gideceğiz, dünyanın neresini merak ediyorsak, bir şekliyle gideceğiz. Ve dolayısıyla turizmi ağırlıklı olarak insanlığın gündemine getiren temel olguda meraktır. O zaman bizim yapmamız gereken şu, acaba insanların Türkiye’yi, insanların Türkiye’nin herhangi bir ilini, beldesini veya köyünü veya herhangi bir bölgesini gezmek için nasıl bir merak uyandırmalıyız, nasıl bir bilgi vermeliyiz ki insanlar bir şekliyle Türkiye’ye gelebilsinler, bir şekliyle gelip Türkiye’de meraklarını giderebilsinler, gözleriyle görsünler, olaya tanık olsunlar, konuşabilsinler. Değerli dostlarım, 2019 yılında turizm sektörünün görünümü hakkında önemli bir rapor açıklandı. Dünya Ekonomik Forumunun raporu bu, diyor ki Gezi ve Turizm Sektörü Rekabet Raporunda, 2030 yılında 1 milyar 800 milyon turist dünyayı gezecek. O zaman soru şu, 1 milyar 800 milyon turistten kaçı bize gelecek? Kaçı Türkiye’yi merak edecek, kaçı Antalya’yı, İstanbul’u, Ankara’yı, Adana’yı, Mersin’i, Mardin’i, kaçı merak edecek? Onlara Türkiye’yi merak ettirmeleri için hangi bilgileri, nasıl vereceğiz? O insanlar nasıl gelecekler, hangi gerekçeyle gelecekler Türkiye’ye, bütün bunları onların önüne koymak zorundayız. Bu raporda yine şunu söylüyor, 1 milyar 800 milyon turist - rapora göre birinci sırada İspanya - İspanya’yı merak ediyorlar. İkinci sırada Fransa, Almanya, Japonya, Amerika, İngiltere ve Avusturalya. Malezya 29. sırada, Türkiye 43. sırada. İkinci soru, neden Türkiye 43. sırada? Bütün uygarlıkların beşiği aslında Anadolu, bütün uygarlıkların beşiği. İstanbul’a bakıyorsunuz, 3 büyük imparatorluğa başkentlik yapmış bir metropol. Neden 43. sırada? Demek ki bir eksiğimiz var. Demek ki geniş kitlelerde Türkiye’ye yönelik bir merak uyandırmış değiliz, yeterli bir merakı uyandırmış değiliz. Belki onlar bizden kendi bölgemizi, kendi ülkemizi belki bizden daha iyi de tanıyor olabilirler ama bir şekliyle o insanları Türkiye’ye çekmek, o insanların Türkiye’ye gelmelerini sağlamak hepimizin ortak görevi olmak zorundadır değerli arkadaşlarım. Bir başka önemli nokta tabi şu var, sadece yerel yönetimler bunu yapmayacak tabi. Ülkede bunu yapacak, yani ülkeyi yöneten insanlarda bu merakı uyandıracaklar, Türkiye’yi tanıtacaklar, Türkiye’yi gelip görmelerini isteyecekler. Kimden? Herkesten isteyecekler. Bunu sağlamak içinde mücadele edecekler. Yayınlar yapacaklar, romanlar, öyküler, filmler, diziler vesaire bunların hepsinin yapılması ve bütün dünyaya bir şekliyle tanıtılması lazım. Bunun için de elbet merkezi hükümet ama metropollerin de ciddi görevi var. 21. yüzyılın bir başka gerçeği daha var. Sadece ülkeler yarışmıyor aslında. 1 milyar 800 milyonluk bir kitleyi çekmek için sadece ülkeler değil, metropoller de birbirleriyle yarışıyorlar. Paris’e giden turist sayısı eğer Türkiye’ye gelen turist sayısından fazlaysa, dönüp Paris’e bakmalıyız, neden? Ben sadece İstanbul’u kastetmiyorum. Türkiye’ye gelen nüfus sayısından fazlaysa, o zaman dönüp bakmamız lazım, neden, ne eksiğimiz var? Bir tanıtım sorunumuz var, bir güvenlik sorunumuz var, bir başka sorunumuz var mı oturup masaya yatırmamız lazım. Elbette bunu turizm sektörünün önemli aktörleri gayet iyi biliyordur. Onlar sorunu da iyi biliyorlar, aslında çözümü de iyi biliyorlar. Çözümün önündeki en ciddi engelinde siyaset kurumu olduğunu herhalde hepimiz kabul ederiz. Eğer siyaset kurumu sektörün önündeki bütün engelleri kaldırabilirse, emin olun Türkiye bu konuda önemli bir dünya markası haline süratle gelir, ben buna yürekten inanıyorum. Metropollerin yarışması, yani İstanbul’la Paris’in yarışması, Eskişehir’le Milano’nun yarışması, Londra’yla Ankara’nın yarışması gibi,  metropoller de yarışıyor artık. Her metropolün yerel yöneticisi, en çok turist bana gelmeli diyor, ben onları ağırlamalıyım diyor, benim kültürümü onlar bilmeli ve görmeli diyor. Metropoller de yarışıyor. Dolayısıyla sadece ülkelerin yarışması değil, metropollerin de yarıştığı bir 21. Yüzyıldayız, bu gerçeği de hepimizin bir şekliyle bilmesi gerekiyor. Elbette ki bu yarışma içinde kentlerin kimliği önemlidir. Kent estetiği dediğimiz bir kavram var. Kentin kirliliklerden arınması lazım, bu da çok önemli bir olaydır. Dolayısıyla kente gelen kişi, kentin kimliğini bilmeli, o kimliğe gelmeli aslında. Eğer hızlı kentleşme oluyorsa, çarpık kentleşme varsa, kent kimliğini süratle kaybeder. En tipik örneği İstanbul’dur. Eğer İstanbul’u uzun yıllardır yöneten bir siyasal anlayış, sonradan dönüp bir iç hesaplaşmayla biz İstanbul’a ihanet ettik ve ihanet etmeye de devam ediyoruz diyorsa, oturup hepimizin bir düşünmesi lazım. Sadece İstanbul’a ihanet midir bu, yoksa Türkiye’nin tarihine ve kültürüne de aynı zamanda ihanettir, bunu böyle anlamak mı gerekiyor acaba? Evet, böyle anlamak gerekiyor. Bir kente turist niçin gelir? Kentin kültürünü görmek için, kentin kimliğini yaşamak için, kentin caddelerinde, sokaklarında özgürce gezmek için, kentin trafiğine yakalanmamak, rahatlıkla gezebilmek için, bütün bunların tamamını bir şekliyle bizim sorgulamamız gerekiyor değerli arkadaşlarım. Kent estetiği de elbette çok önemlidir. Tabela kirliliğinden söz edilen bir kenti düşünün ya da tabela kirliliğinin yaşandığı bir kenti düşünün. Bir de tabela kirliliğinin olmadığı metropolleri düşünün. Başınıza her an bir tabela düşebilir. Kent estetiği kavramı aslında insanın ruhuna hitap eden bir kavramdır. Kentin estetiği, kentin güzelliği, insanın ruhuna hitap eder. Bakarsınız temaşa dediğimiz bir kavramdır o. Bakarsınız şöyle, boğaza bakarsınız, Eskişehir’in güzel nehrine bakarsınız, yeşilliğine bakarsınız, Antalya’nın falezlerinin üzerinden Antalya’nın körfezine, Antalya’ya bakarsınız. Bütün bunlara baktığını zaman veya İzmir’e baktığınız zaman, bütün bunlar sizin ruhunuza hitap eder. Kent estetiği. Ama bir süre sonra o manzaraya bakıp da bir süre sonra başka bir tarafa döndüğünüzde ve çarpık bir kentleşme gördüğünüzde ve o çarpık kentleşme içinde tarihi bir eserin neredeyse yok edildiğini, o estetik güzelliğini kaybettiğinizi gördüğünüzde kent estetiği yara almış ve siz onu görürsünüz. İstanbul’u düşünün, Ayasofya’yı düşünün, Sultanahmet’i düşünün ve arkasındaki beton ormanını düşünün. Sultanahmet gibi bir tarih, Ayasofya gibi bir tarih, baktığınız zaman arkasında bir beton ormanı uzanan yüksek beton bloklar. Kent estetiği dediğimiz kavramın aslında ne kadar değerli olduğunu o tabloyu gördüğümüzde daha iyi anlıyoruz değerli arkadaşlarım. Elbette ki kentin kimliği var, kentin estetiği var ama her kentin meydanları var. Geliriz kentte yaşarız, milyonlar bir aradayız, yüzbinler bir aradayız, kentte yaşıyoruz. Yüzbinlerce insan nerede eğlenecek, nerede toplanacak, nerede sevinecek, nerede miting yapacak, nerede yürüyüş yapacak, yani yüz milyonlar enerjisini nerede boşaltacak? Meydanlarda. Meydanı olmayan bir kent yoktur. Meydanı yasaklanan da bir kent yoktur. Siz meydanları yasakladığınızda turist niye gelsin? O meydanlarda şarkılar, türküler olacak. O meydanlarda ressamlar resim yapacaklar. O meydanlarda gençler rahatlıkla şarkılar, türküler söyleyecekler. Siz kenti bir yasaklar manzumesi haline getirdiğiniz zaman turist niçin gelsin size? Hangi gerekçeyle gelsin size? Bütün bunlara bakmak ve değerlendirmek gerekiyor. Tabi kentin, metropollerin sanatla da kucaklaşması lazım. Sanatçıyı koruması lazım. Sanatın yarattığı her değerin evrensel kültürün bir parçası olduğunu kabul etmemiz lazım. Ressamıyla, şairiyle romancısıyla, filmcisiyle, bütün bunlara baktığınız zaman, 21. yüzyılda özellikle, sanatın turizm açısından ne kadar değerli olduğunu biliriz. Paris’e gittiğimizde hemen hemen her yerde sizlerin karikatürünü çizen, resimler yapan insanları bulursunuz, sokak ressamları, karikatüristler, müzisyenler, bütün bunların hepsini görürsünüz ve gelen turistler büyük bir ilgiyle onları izlerler. Niçin bizde yok? Böyle alanlarımız yeterli mi? Hayır. O zaman yolun başındayız demektir. Biraz daha çaba harcamamız gerekiyor. Elbette ki kentlerin bir başka özelliği daha var. Büyük metropoller 24 saat yaşayan canlı organizmalar gibidir. Turist bu ülkeye geldiğinde, 24 saat yaşanan bir kentte yaşadığını, 24 saatin canlı olduğu bir kentte yaşadığını fark edebilmelidir. Turizmde genelde şöyle anlıyoruz, uçaklarla turistleri getiriyoruz, servis otobüslerine bindiriyoruz, 5 yıldızlı otele götürüyoruz, otelde eğleniyorlar, 15 gün sonra bindiriyoruz otobüse, tekrar getiriyoruz havaalanına, bindiriyoruz uçağa, kendi ülkelerine gidiyor. Esnaf hiç bilmiyor, kent, kentin tarihi, hiç haberi bile yok. Bu mudur turizm, hayır. Bunu en iyi turizmin aktörleri biliyorlar. Şu soru da çok önemli. Paris’te 1 yıldızlı otele verilen ücretle Türkiye’de 5 yıldızlı bir otele verilen ücret aşağı yukarı aynı. Hatta 1 yıldızlı otelin ücreti daha pahalı Paris’ten. Onun rakamları da var değerli arkadaşlarım. 2014 yılında her turist günde ortalama 820 dolar bırakırken, bugün 647 dolar bırakıyor. Bunun da oturup düşünülmesi lazım. Turizm deyince sadece deniz değil ki, kültür turizmi olmalı, fuar turizmi olmalı, kongre turizmi olmalı, bunu en iyi yine turizmin aktörleri bilirler. Ve Türkiye uygarlıkların beşiği olarak bütün dünyada yankılanacak çabalar göstermek zorundadır. O insanları çekmek zorundadır, onlara Türkiye’yi bir şekliyle bizim anlatmamız gerekiyor. Tabi bütün bunları yerel yönetimler yapacak da, yerel yönetimler nasıl yapacak? Parayla yapacak tabi, yerel yönetimlerin bütçesi olacak. Bütçesi olmayınca yerel yönetimler üstlerine düşen görevi yeteri kadar yerlerine getiremeyebilirler, zorlanabilirler. Ben size bir siyaset kurumunu söyledim. Yani eğer turist Türkiye’ye az geliyorsa, bizim anladığımız anlamda yeteri kadar gelmiyorsa, yılın 12 ayı Türkiye’ye gelemiyorsa bir sorunumuz var ve o sorunun önündeki en ciddi engelin de siyaset kurumu olduğunu ifade etmiştim. 58’inci Hükümet Acil Eylem Planı, 3 Ocak 2003 tarihli. Yeni hükümet kuruluyor, acil eylem planının yerel yönetimler reformuyla ilgili de bir bölümü var. Bölümün maddelerinden birisi, 32. madde… “Yerel yönetimlerin mali yapısı güçlendirilecek.” Süre ne kadar? En erken 6 ay, en geç 12 ay içinde yerel yönetimlerin mali yapısı güçlendirilecek. 2003, şimdi 2019, bir hafta 15 gün sonra da 2020’ye giriyoruz. Yani aradan 17-18 yıl geçti. Bırakın 6 ayı, bırakın 12 ayı. Bunu sorgulamamız gerekiyor değerli arkadaşlarım. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına yapılan bir taahhüttür bu. Üstelik acil eylem planıdır, normal bir eylem planı değil. 5 yıllık kalkınma planı değil, 15 yıllık kalkınma planı değil, acil eylem planı. Yerel yönetimler mali açıdan güçlendirilecek… Ne kadar? En az 6 ay, en geç 12 ay içerisinde biz bunu yapacağız diye. Yapıldı mı? Hayır, hiç yapılmadı. Hiç yapılmadı ama şöyle bir şeyi de ifade etmek isterim, az önce de ifade ettim, gelen turistlerin yüzde 90’ı CHP’li Belediyelerin olduğu yerlere geliyorlar, gayet güzel. Siyasal iktidarın yerel yönetimlere her türlü desteği vermesi gerekirken, acaba biz bu desteği nasıl keseriz, onun arayışı içindeler. Ama biz asla şikayet etmeyeceğiz, asla. Ne yapacağız? Her türlü engeli aşıp bu ülkeye hizmet etmeye devam edeceğiz, her türlü engeli aşacağız, bu bizim görevimizdir, her türlü engeli aşmak. Çünkü şikayet eden değil, sorunu çözen belediye başkanlarımız var. Varsa bir sorun, sorun aşılacaktır. Oturacağız, konuşacağız ve aşacağız bu sorunları, bunları aşmak zorundayız. Dolayısıyla biz kendi beldemize, ilçemize, ilimize, büyük kentimize yani anakentimize gelen bütün turistlerin Türkiye’den memnun olacak şekilde ayrılmaları için her türlü çabayı göstereceğiz, bu da bizim görevlerimizden birisidir. Yeni konaklama vergisi getirildi. Aslında normalde bütün ülkelerde konaklama vergisinin belediyelere verilmesi lazım ama merkezi hükümete gitti, aslında otopark yeri yapılır, park yerleri yapılır. Trafik sorununu kim çözer? Belediyeler çözer. Normalde taşıt alım vergisinin, motorlu taşıtlar vergisinin yerel yönetimlere verilmesi lazım, bu da yapılmıyor. Artı, bizim belediyelerimizin olduğu yerlerde yaz nüfusuyla kış nüfusu arasında da olağanüstü bir artış var. Kışın bakıyorsunuz 20 bin, yazın bakıyorsunuz nüfus olmuş 200 bin. Ama aynı bütçe. Biz bundan da şikayet etmiyoruz. Bütün kısıtlara rağmen herkese hizmet götürmek gibi bir görevimiz var ve biz bunu yapacağız. Bu konuda da kararlıyız. Tabi biz İstanbul gibi bir metropolden söz ederken, İstanbul’un tarihini, İstanbul’un kimliğini, İstanbul’un kültürünü korumak zorundayız. Bu kadim şehrin bütün sorunlarını çözmek zorundayız. Şimdi ihanet yetmiyormuş gibi ihanetin katmerlisi yapılmaya çalışılıyor. Nasıl? Efendim İstanbul’a Karadeniz’den bir kanal açacağız, Kanal İstanbul’u yapacağız. Neye göre yapacaksınız? Mühendis diyor mu? Hayır. Çevreci diyor mu? Hayır, o da hayır diyor. Herkes hayır diyor ama bir kişi ben yapacağım diyor. İlla ben Karadeniz’i Marmara’yla buluşturacağım diyor, neye göre, hangi akıl, hangi mantık, hangi fizibilite, hangi para, nasıl yapacak? Ben yapacağım diyor. Yapamazsın kardeşim, zaten yapamayacaksın, zaten gideceksin, ilk seçimde zaten gideceksin. Yine buradan açık ve net söylüyorum, hiç kimse buraya para ayırmaya kalkmasın, hiç kimse 5 kuruş para ayırmaya kalkmasın. Ayırdıkları paranın kuruşu dahi verilmeyecektir. İstanbul’a ihanete doymadılar mı? Rant gözüyle bakılabilir mi? Bir tarihe, bir kültüre rant gözüyle bakılabilir mi? Bir tarih, bir kültür rant gözüyle yok edilebilir mi? Bir tarih, bir kültür beton ormanına dönüştürülebilir mi? Bir tarihin, bir kültürün olduğu yerde ağaç bile bırakmadınız siz. Meydan bırakmadınız siz. Bırakın tarihi, bırakın kültürü, onu biz halledelim. Tarihse, o görkemli tarihimizi her alanda meydana çıkaralım, her alanda dünyaya duyuralım. Tarihimiz var, zenginliğimiz var, kültürümüz var, estetik bilincimiz var, kent kimliği bilincimiz var, bütün bunların hepsini sanatçılarla, bu işlerin uzmanlarıyla yapalım. Bunu sakın unutmayın değerli dostlarım, bir kişi her şeyi ben en iyi biliyorum diyorsa, bilin ki o hiçbir şey bilmiyordur. 21. Yüzyılın gelişmişlik tanımı da değişti. 21. Yüzyılın gelişmişlik tanımı şudur, küçük ayrıntılarda iş bölümüne giden ülke kalkınmış ülkedir. Dolayısıyla ne demektir bu, eskiden sadece doktor derdik, şimdi doktor deyince hangi doktor diyoruz. Cerrah mı, genel cerrah mı, el cerrahı mı, çocuk doktoru mu, kadın doğum mu, kulak burun boğaz mı, bütün çeşitleri var bunun. Nedir bu, tıp alanında dahi ayrıntılara iniyoruz. Mimar ne mimarı, iç mimar mı, mühendislik, dünya kadar mühendislik alanları var. Bilim, dünya kadar bilim var ve yeni alanlar çıkıyor. Ama bizden bir kişi diyor ki her şeyi ben bilirim, benden daha iyi kimse bilemez diyor ve dediği için de Türkiye böyle bir tabloyla karşı karşıya. Ama biz bu tabloyu değiştireceğiz. Çünkü biz çağdaşlığı, çünkü biz uygarlığı, çünkü biz kent bilincini, çünkü biz kent estetiğini biliyoruz. Kimle biliyoruz? O işin uzmanlarıyla biliyoruz, o işin uzmanlarını bir araya getirerek biliyoruz. Elbette ki turizm sektörünü en iyi bilenler kim, bu işin aktörleri. Sorunu en iyi bilenler kim, bu işin aktörleri. Sorunun çözümünde en iyi yolları bulacak olanlar kim, bu işin aktörleri. Bunun yasayla çözülmesi gereken alanları kim yapacak, elbette ki onların bilgisine ve birikimine güvenerek siyaset kurumu yapacak. Siyaset kurumu onların sorunlarına çözüm üretemiyorsa o zaman kentin kimliğinden, kentin estetiğinden, kentin güzelliğinden, kentin tarihinden büyük ölçüde söz edemiyoruz. Ve turizmi sadece uçaklarla insanları getirip, 5 yıldızlı otele koyup, 5 yıldız otelde tatil yaptıktan sonra bindirip uçaklarına tekrar kendi ülkelerine göndermek diye görüyoruz. Turizm bu değil. Bir kent nasıl 24 saat canlı yaşıyorsa, bir ülkenin de 24 saat canlı yaşadığını düşünmemiz gerekiyor ve o canlılığı bütün dünyaya duyurmamız gerekiyor. Efendim hepinize teşekkür ediyorum, hepinize saygılar sunuyorum. Bu güzel toplantıyı gerçekleştiren ve toplantıya katılacak olan belediye başkanlarımızı da biz dinleyeceğiz büyük bir dikkatle. Tekrar hepinize teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.