28.09.2018

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM GRUBU 27. DÖNEM 1. ÇALIŞMA VE DEĞERLENDİRME TOPLANTISI'NDA KONUŞTU

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM GRUBU 27. DÖNEM 1. ÇALIŞMA VE DEĞERLENDİRME TOPLANTISI'NDA KONUŞTU
(28 EYLÜL 2018)
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun Abant’ta düzenlenen CHP TBMM Grubu'nun 27. Dönem 1. Çalışma ve Değerlendirme Toplantısı'nda yaptığı konuşma şöyle:
Teşekkür ediyorum değerli arkadaşlarım, güzel bir atmosferde Türkiye’nin en güzel yörelerinden birinde Abant’ta toplandık. Elbette ki, sorunu çok olan bir ülkede yaşıyoruz. Bu kadar yoğun bir sorunun yaşandığı süreçte hepimize büyük görevler düşüyor. Özellikle Cumhuriyet Halk Partililere büyük görevler düşüyor.
Bu toplantımızın bir özelliği daha var. Uzun süredir, 15 aydır aramızda olmayan değerli milletvekilimiz Enis Berberoğlu aramızda. Hoş geldin diyoruz. Kapalı bölümde kendisi konuşacak, duygularını, düşüncelerini aktaracak, belki gördüğü aksaklıklar şu veya bu şekilde dile getirilecek ama sonuçta Enis Bey’in aramızda olması hepimiz için mutluluk verici bir olay. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim. Daha önce gazeteciler, milletvekilleri, yazarlar, hapse girip çıktıklarında onlara telefon ettiğimde şu cümleleri kullandım; “Kapalı cezaevinden yarı açık cezaevine geldiniz, özgürlük alanınız biraz daha genişledi.” Türkiye’yi bir anlamda yarı açık cezaevine döndürdüler. Evet, Enis Bey tahliye oldu, parlamentoda görevine başlayacak, milletvekili yeminini edecek, ama hala hapiste gazeteciler var, avukatlar var, Eren Erdem başta olmak üzere eski milletvekilleri var, dolayısıyla biz; Türkiye’de adaletin, hakkın ve hukukun olmasını istiyoruz. Hapishaneler tıka basa dolu. Hapishanelerin tıka basa dolu olduğu bir Türkiye’de kimse demokrasiden, özgürlükten, kadın-erkek eşitliğinden, düşünceyi açıklama özgürlüğünden söz edemez, böyle bir gerçekle karşı karşıyayız. Dolayısıyla adalet arayan, hak arayan, hukuk arayan bütün yurttaşlarımıza görevi ve çalıştığı alan ne olursa olsun hepsine buradan selamlarımızı, saygılarımızı gönderiyoruz.
TÜRKİYE, 2001’E GÖRE DAHA AĞIR BİR EKONOMİK KRİZLE KARŞI KARŞIYA
Değerli arkadaşlarım, aslında daha uzun bir konuşma için bir metin hazırlamıştım, dış politika ağırlıklıydı önemli bir bölümü, ama izin verirseniz onu daha sonraki bir ortamda konuşuruz, ben özellikle yaşadığımız, 81 milyon insanın yaşadığı temel bir soruna ayrıntılarıyla girmeye çalışacağım, yani ekonomik krize ayrıntılarıyla girmeye çalışacağım. Elbette ki Türkiye’nin çok sorunu var; eğitimden tutun tarıma kadar, üniversiteden tutun dış politikaya kadar pek çok alanda sorun yaşıyoruz, ama bütün bu sorunları aşmak mümkün. Şimdi ekonomi konusuna gelince değerli arkadaşlarım, şöyle bir hükümet düşünün. 2001 krizi yaşanan bir ülkede krizi aşmak için dönemin hükümeti ağır bedeller ödedi ve sonra yeni bir hükümet geldi. 16 yıldır kesintisiz ülkeyi yönetiyor, üstelik tek başına yönetiyor. Peki trajikomik olan ne? Olay şu; 16 yıldır Türkiye’yi tek başınıza yöneteceksiniz ve 16 yıl sonra yeniden Türkiye’yi ekonomik bir krizin kucağına iteceksiniz. Nasıl bir anlayıştır? Hani tarihten ders almadı dense, hadi tarih uzun dönemi gerektirir. Ya 16 yıl önce Türkiye ciddi bir sorun yaşadı, bir ekonomik kriz yaşadı, hiç mi ders almadınız ondan? Ve Türkiye bugün bir ekonomik krizin göbeğinde, üstelik 2001’e göre daha ağır bir ekonomik krizle karşı karşıya.
Değerli arkadaşlarım, bunu aşmak için çok iyi niyetlerle ülkesini seven, insanını seven, herkesin huzur içerisinde yaşamasını isteyen bir siyasal partinin genel başkanı olarak; büyük bir sorumluluk içerisinde İstanbul’a gittik, bir basın toplantısı yaptık. “Bu kriz aşılır” dedik. “Aşılabilir. Elbirliğiyle aşılabilir, ülke bizim ülkemiz. Gelin 13 madde halinde sıraladığımız uygulamayı başlatın, 13 madde halinde, bunu başlatın göreceksiniz ki Türkiye krizden çıkabilir” dedik. Biz sanki bu 13 maddeyi hiç önermemiş gibi, bize yönelik ağır eleştiriler yapıldı, “Dolar baronlarının adamı” olarak suçlandık. Bir akıl tutulması var, emin olun anlamakta zorlanıyorum, anlayamıyorum. İyi niyetlerle çözüm öneriyoruz, ellerinin tersiyle itiyorlar. E olur, siz önerin, siz yapın; Türkiye’nin ekonomik kriz içinde olması bizim hoşumuza gitmez ki! Sorunun çözülmesini isteriz. Türkiye’nin, halkın ağır bedeller ödemesini istemeyiz.
BU PROGRAMLA TÜRKİYE DÜZELMEZ
Oturdular, bir sürü şey yaptılar, olmadı, tutmadı; Yeni Ekonomi Programı açıkladılar. Aslında bu program geçmişte yaptıklarının itiraflarıyla dolu... Bakın nasıl? 4’üncü sayfasında diyor ki, “Ekonomide yapısal dönümümü gerçekleştireceğiz”, demek ki yapamadınız, 16 yılda yapamadınız. “Kayıt dışı ekonomiyle mücadele edeceğiz”, adamı güldürüyorlar; ya kayıt dışı ekonomiyle mücadele edeceksin de, 16 yılda gelip elinden tutan mı oldu, bunu yapma diyen mi oldu? Tam tersini yaptılar, bütün dünyadaki kayıt dışı kazanılmış paraları Türkiye'ye çekmek için özel kanun çıkardılar. Uyuşturucu paralarını, organ ticareti paraları, çocuk ticareti paraları, fuhuş paraları, ne olursa olsun getirin Türkiye’ye adınızı dahi sormayacağız dediler. Şimdi önümüze böyle bir program koymuşlar, efendim bu programla Türkiye düzelecekmiş. Bakın değerli arkadaşlar, bu programla Türkiye düzelmez, programın iç tutarlılığı yok, akılcı bir program değil. Öyle uzun uzun programı eleştirmek istemem, ama iki tane çarpıcı çelişkiyi değerli milletvekillerime sunmak isterim. Bunlardan birincisi şu: Programın 11’inci sayfası diyor ki; “Kamu maliyesinin en temel hedefi faiz giderlerinin azaltılmasıdır” diyor. Doğru mu? Doğru, faiz gideri ne kadar az olursa; yatırımlara, ücretlere daha fazla kaynak ayrılabilir. Faiz, rantiyeye aktarılan bir paradır. Hedef bu, faiz harcamalarını düşürmek, peki gerçek ne? Gerçeği de başka bir yerde aramıyoruz, yine aynı programın 30’uncu sayfasında Ek Tablo 2; 2019, 2020, 2021’de ödenecek faizleri anlatıyor, ne kadar faiz ödeyeceğiz diyor; “2019, 117 milyar lira faiz ödeyeceğiz” diyor, küsuratları atıyorum, “2020, 148 milyar lira faiz ödeyeceğiz” diyor, “2021, ödenecek faiz 171 milyar lira”… E hani azalacaktı? Kendi içinde çelişen, kendi içinde tutarlılığı olmayan bir programla karşı karşıyayız. Belki şu düşünülebilir, Gayrı Safi Milli Hasıla (GSMH) içindeki faiz harcamaları düşecek. O da değil, o da var, aynı tabloda diyor ki; “GSMH için de faiz giderlerinin tutarı yüzde 2.6’dan yüzde 3’e çıkıyor…” E peki niye yazıyorsun faiz azalacak diye, geçiyorsun 30’uncu sayfaya faiz artacak. 
GELDİĞİMİZ NOKTA, DEVLETTE ÇÜRÜMEDİR
Yine aynı şekilde ikinci bir örnek vereyim, sayfa 6, diyor ki, “Liyakat ve performans odaklı insan kaynağı yöntemiyle kurumlara güven artırılacak”, yani kurumların başına liyakat sahibi insanlar getirilecek, bu işi en iyi bilen kişileri biz kurumların başına getireceğiz. Allah aşkına buna inana var mı? Sanki Şaban Dişli’yi bunlar değil de, CHP büyükelçi tayin etti? Adı bu kadar lekelenmiş bir kişi nasıl olur da Türkiye Cumhuriyeti devletini temsil etmek üzere büyükelçi tayin edilir? Hangi yeteneği var, hangi bilgisi var, hangi birikimi var? Üniversitelere bakıyoruz, rektörleri aile çiftliğine döndü. Rektörün bacanağı, rektörün damadı, rektörün karısı, rektörün amcasının oğlu, rektörün dayısı… Neymiş, bunlar üniversitelerde görev yapacakmış, başka adam mı bulamadınız! Sağlık Bakanlığına yönetici müzik öğretmeni; müzik öğretmenine ve müziğe saygı duyarım, ama onun görevi Sağlık Bakanlığında yöneticilik yapmak olursa, e bu olmaz. Liyakatin olmadığı bir devlette çürüme olur, çürüme. Geldiğimiz nokta, devlette çürümedir. Büyükelçilikler, büyükelçi olmak kolay bir olay değildir; bilgi ister, birikim ister, deneyim ister, dünyayı iyi bilmek ister büyükelçi olmak için. Şimdi AKP’de ne kadar koltuk kaybeden eski milletvekili varsa, sırayla büyükelçi tayin ediliyor. Sonra da kalkacaklar programda, efendim liyakat ve performans odaklı insan kaynağı yöntemiyle kurumlara nitelikli adamlar atayacağız… Atadığınız adamlar bu!
Değerli arkadaşlarım; daha başka bir şey, rektör olmak için eskiden 3 yıl profesör olmak gerekiyordu. 10 Temmuz’da bu şartı kaldırdılar, herhangi bir kişiyi de getirip üniversiteye rektör atayabilirdiniz, sonra eleştiri getirince geri getirdiler, 15 Temmuz 2018’de 3 yıllık şart yeniden geldi. 13 Eylül’de tekrar kaldırdılar, sıradan birisini getirdiler, seni rektör yapıyoruz diye tekrar atadılar. Devlet yönetimi böyle olursa, Türkiye bu krizi aşamaz. Bizim 13 maddenin 1’incisi liyakatti. İşi ehline teslim edeceksiniz, 1’incisi oydu. Merkez Bankası, hazine, maliye, genel müdürlükler, büyükelçilikler; bunların tamamı nitelikli insanlar tarafından yönetilmesi gerekiyordu.
YAŞANAN KRİZ, ASLINDA BİR SİYASAL KRİZDİR
Bu program yürürlüğe girerse ne olur? Bir; yüksek enflasyonu yaşayacağız, kendisi söylüyor zaten. İki; işsizlik artacak, yine kendisi söylüyor. Üç; vergiler artacak, üstelik enflasyondan daha fazla artacak vergiler. Dört; özelleştirmeler artacak, diyor ki bütün kurumları özelleştireceğiz. Devlet daha fazla faiz ödeyecek, az önce rakamlarını verdim size. O zaman bu programın amacı ne? Enflasyon artıyor, vergiler artıyor, işsizlik artıyor, peki programın amacı ne? Topluma hangi huzuru verecek? Hangi güveni verecek bu program? Bütün bunlar ortadayken bir tek adam gerçeği yaşıyoruz. Bu program doğal olarak ondan izin alınarak yayınlanan bir program; başta beyefendi var, arkasında da damadı var, Türkiye şu anda bir hanedan tarafından yönetiliyor. Çoğu kişi, yaşadığımız krizi bir ekonomik kriz olarak düşünüyor. Yaşanan kriz, aslında bir siyasal krizdir ve bu siyasal krizin ekonomiye yansımasıdır, bu siyasal krizin eğitime yansımasıdır, bu siyasal krizin dış politikaya yansımasıdır, asıl budur.
O DA ŞİMDİ VATANDAŞI KANDIRMAYA ÇALIŞIYOR
Tek adam rejiminin olduğu ülkelerde bir kişi sorumludur, bütün sorumluluk ona aittir; ama bu yönetimlerde bir kişi asla sorumluluk almaz, anayasal da sorumsuzluğu vardır. O nedenle hanedanlık tarafından yönetilen ülkelerde bu tür tablolar kaçınılmaz olarak toplumun gündemine gelir. Bu kişilerin temel özelliklerinden birisi de herkes tarafından kandırılabilir olmalarıdır, herkes kandırabilir. O da şimdi vatandaşı kandırmaya çalışıyor. Niçin? “Efendim ekonomik kriz yok, ne krizi? Kriz mriz yok” diyor. Daha önce krizi dış güçlere bağlamıştı. Kendisine teşekkür ederim, Amerika seyahatinden sonra “Papaz bu krizin sebebi değildir” diye bir açıklama yaptı. Niye yaptı bilmiyorum? Oysa havuz medyası günlerce papaz yüzünden ekonominin krize girdiğini yazıyordu. Merakım şu, havuz medyası şimdi ne yazacak?
MUTFAKTA YANGIN VAR
Değerli arkadaşlarım, “Kriz yok” diyorlar. İki katmanlı bir toplum çıktı ortaya. Bir,saray ve çevresi; iki, halk. Saray ve çevresini ayrı değerlendirmemiz gerekiyor, halkı ayrı değerlendirmemiz gerekiyor. Biz neyiz? Halk Partisiyiz, halkın partisiyiz, halktan yana tavır almak, halkın çıkarlarını korumak zorundayız. Şimdi, kriz var mı halktan yana bir bakalım. Önce emeklilerden bakalım. Emeklinin durumunu hepimiz üç aşağı beş yukarı biliyoruz. 1 milyon 600 binden fazla emekli, bin 500 liranın altında emekli aylığı alıyor. Ayda 300 lira alan var, 500 lira alan var, 800 lira alan var, bin lira alan var. 1 milyon 622 bin kişi, bin 500 liranın altında aylık alıyor. Haziran'dan Ağustos’a; un fiyatları yüzde 36, pirinç yüzde 15, yoğurt yüzde 17, havlu kağıt yüzde 16, süt yüzde 11,  domates salçası yüzde 40 arttı. Emeklinin aylığı arttı mı? Hayır. Krizi kim yaşıyor? Emekli yaşıyor. Ekonomik kriz kimi vuruyor? Emekliyi vuruyor. Sarayın bundan haberi var mı? Sarayın bundan haberi yok. Saray krizle ilgileniyor mu? Ona göre kriz yok. Aynı tabloyu memur için ve çalışan işçiler için düşünelim. Fiyatlar artıyor, mutfakta yangın var. Herkes biliyor bunu, herkes biliyor. Peki, kişi aynı tablo ile karşı karşıya mı? Evet. Aynı zamlarla karşı karşıya mı? Evet. İşçinin aylığı arttı mı? Hayır. Memurun aylığı arttı mı? Hayır. Nerede yangın var? Memurun ve işçinin, çalışan işçinin mutfağında yangın var. Bir başka sorun daha var, işten çıkarılan işçiler. Onlar iki ayrı derin sorunla karşı karşıyalar. Bir, bütün bu zamlarla karşı karşıyalar; iki, hiç bir gelirleri kalmadı, çünkü sokağa atıldı bunlar. Peki, onlar seslerini nasıl duruyorlar? Ya kendilerini yakarak veya intihar ederek... Değerli arkadaşlarım, en acı tablolardan birisi de hak arayan işçiler Havaalanında, 3. Havaalanında çalışan işçiler var. Hak arıyorlar, diyorlar ki; “İşçileri işten atmayın. Servis sorunumuzu çözün. Tahtakuruları var, bunları giderin, doğru dürüst yemek verin, aylıklarımızı elden ödemeyin götürün bankaya yatırın hiç değilse sosyal sigorta primimiz yatsın.” Sen misin bunu diyen, sen misin hak arayan, tamamı hapiste! Oysa Anayasa ne diyor, “Çalışma herkesin hakkı ve ödevidir” madde 49, “Devlet çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek, işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak ve çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri alır.” Diyeceksiniz ki, hanedanlıkta anayasa var mı? E yoktur tabii. Anayasa yürürlükte olsaydı, anayasa uygulansaydı, devlet dediğiniz kurum herhalde bu işçilerin haklarını kim vermiyor diye oraya denetim elemanı gönderirdi. Elden para vermek ne demektir? Kayıt dışı çalışma demektir, vergi kaçırmak demektir, sigorta primi kaçırmak demektir. Peki, orası denetlendi mi? Hayır. Kim gönderildi oraya? İşçileri susturmak için jandarma gönderildi. Nerede hak arayanlar? Hapisteler şu anda. Bunlar da ekonomik krizin yarattığı tablolardan bir tanesidir.
TÜRKİYE YAKIN ZAMANDA AÇLIK SORUNUYLA KARŞI KARŞIYA GELEBİLİR
Değerli arkadaşlarım, çiftçi için… Çiftçi daha henüz ekonomik krizin çok farkında değil; ama gidecek bir süre sonra tarlasını ekmek için gübre alacak, ilaç alacak. Örnek vereyim size: Üre; 50 kilogramlık torba, 2017’nin başında 67 liraydı, Eylül fiyatları 110 lira, 67 liradan 110 liraya çıktı. DAP gübresi 85 liradan 162 lira 50 kuruşa çıktı. İlaç, böcek ilacı Ocak ayında 80 liraydı, 147 liraya çıktı Ağustos ayında. Bakırlı mantar ilacı 105 liraydı, 220 liraya çıktı. Emici böcek ilacı 23 liraydı, 60 liraya çıktı. Yabancı otla mücadele için kullanılan ilaç 716 liraydı bin 331 liraya çıktı. Daha çiftçi şoku yaşamış değildir. Bu ilaçları, bu gübreleri almaya başladığında göreceğiz, çiftçi tarlasını ekemeyecek. O nedenle diyoruz; Türkiye yakın zamanda bir açlık sorunuyla karşı karşıya gelebilir. Bu fiyatları hangi çiftçi ödeyecek?

KONKORDATO İLANLARI YAĞMUR GİBİ YAĞMAYA BAŞLADI
Sanayiciye bakalım; ekonomik kriz etkiliyor mu, etkilemiyor mu onları? Dolar başını almış gidiyor. Enerji fiyatları, doğalgaz fiyatları, elektrik fiyatları sürekli artıyor, daha da önemlisi önünü göremiyor, yarın ne olacağını bilmiyor. Peşin mal satmaya başladı herkes, çekler çalışmıyor. Böyle bir ortamda tek yapacağı şey var; ya konkordato ilan edecek, ben borçlarımı ödeyemiyorum diyecek-ki bunlar da yağmur gibi yağmaya başladı-veya işçi çıkarıyor. Kusura bakmayın diyor, işçi çıkarmak zorundayım, yoksa ben ayakta duramam. 
Gelelim esnafa… Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonu’na göre, Başkanına göre esnafın durumu çok iyi, çok iyi ona göre. Bakın; 13 Eylül 2018’de TESK Genel Kurulu var, bu beyefendi çıkıp kürsüde şu konuşmayı yapıyor:
-“Elinde bavulla para olanlara bir telaş bindi. Ne olacak diye soruyorlar.”
Oysa elinde para olan, bavulunda para olan, doları olanın bir telaşı yok zaten. Türk lirası varsa telaşı bunu nasıl dolara çeviririm, başka bir telaşı yok.
-“Ben de diyorum ki; Ekim ayının 15’inden sonra her şey güllük gülistanlık olacak.”
Ekim ayının 15'inden sonra, az kaldı, her şey güllük gülistanlık olacak.
-“Türkiye'ye milyon dolarlar akacak, Ekim ayından sonra herkes bu fiyatlara aldığı ürünleri gerçek fiyatına düşürüp alacak.” Yani bakkal, yani marketler fiyatları düşürecekler, aldıkları fiyatları düşünecekler
-“Şimdi Ekim ayına odaklandık, Ekim ayı hayır hayır olacak.”
Bunu söyleyen kişi Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonu Başkanı. Kimin için söylüyor? Tek Adam için söylüyor. Ona yağ çekmek için söylüyor. “Ülkede kriz yok, enflasyon yok, bekleyelim Ekim’in 15'inden sonra milyar dolarlar yağacak” diyor. Yahu esnaf sattığı ürünün yerine koyacak ürün alamıyor. 10 liraya aldığı bir şeyi 5 liraya satarsa; yeniden almak için gittiğinde 25 liraya almak zorunda, 30 liraya almak zorunda, nereden bulacak bu parayı? Mercan Yokuşu’na gidin İstanbul'da, Kapalı çarşıya gidin, Perpa'ya gidin, Ankara'da Rüzgarlı Sokak’a gidin! Acaba bu beyefendi oralara gidiyor mu? Esnafın durumunu soruyor mu? Hayır!
SARAYDA YAŞAYAN ADAM AÇISINDAN KRİZ YOK
Şimdi bu söylediğim halk açısından… Ekonomik kriz var mı? Var. Fiyatlar arttı mı? Arttı. Beslenme, gıda, her şey pahalı mı? Her şey pahalı… Şimdi sıra geldi saraya, saraydaki kişi ne diyor? “Kriz mriz yok” diyor. Bakıyorum, hakkını yemeyelim, sarayda bir kriz yok. Hangi kriz var sarayda? Badem sütüyle besleniyor mu? Evet. Bunun için para ödüyor mu cebinden? Hayır. Kriz var mı? Para ödememiş ki kriz olsun. Badem unuyla kek yapıyor, e bunun için var mı bir kriz? Kriz yok, çünkü cebinden para ödemiyor. Ev kirası? Yok. Uçak parası? O da yok. Dolmuş parası? O da yok. Cebinden bir para ödüyor mu? Cebinden hiçbir para ödemiyor. Elektrik parası, doğal gaz parası, ısınma parası, bunların hiçbirisi yok. Boşuna demiyor “Kriz mriz yok” diye. E doğru, ona göre sarayda kriz yok. Daha adını sayamadığım bir sürü yemekler var, bunları da afiyetle yiyiyor, sonra dönüp diyor ki “Efendim kriz mriz yok.” Elbette kriz mriz yok, herhangi bir kriz de söz konusu değil. Kim açısından? Sarayda yaşayan adam açısından kriz yok. Parayı kim ödüyor? Bu ülkenin fakir fukarası ödüyor. Hani pantolon almak için para bulamayıp intihar eden adamın yaptığı her alışveriş dolayısıyla ödediği vergiden bu lüks hayatı yaşıyor ve diyor ki “Kriz mriz yok.” Vatandaşıyla dalga geçiyor, alay ediyor vatandaşıyla.
İSRAF İTİBAR DEĞİL, ALAY KONUSUDUR
Değerli arkadaşlarım, israf ne israf? Sonuna kadar israf var. İsrafı da ne diye algılıyor? İtibar diye algılıyor. Ne kadar çok israf yaparsan o kadar itibarın artar diyor. Oysa dünyadaki algı şudur; israf itibar konusu değil, alay konusudur. O nedenle bütün dünya dalga geçiyor, o nedenle bütün dünya alay ediyor. Ve bütün bunlar olurken bu beyefendinin yazlık sarayı var, kışlık sarayı var, bir de uçan sarayı var. Saraylardan aşağı adım atmıyor; havada saray, yerde saray, tatilde saray. Kimin parasıyla? 81 milyonun parasıyla. Kimin parasıyla? İşsizim diye ağlayıp, işsizim diye şikayet edip, Şanlıurfa'da kendisini yakan kişinin parasıyla. Ve bu kişi hala ve hala “Kriz mriz yok” diyor.
ONURUN, ŞEREFİN, HAYSİYETİN VARSA; O UÇAĞA İADE EDERSİN
Değerli arkadaşlarım; bu lüks, bu şaşaa itibar konusu değildir. Meksika Devlet Başkanı, kendisine tahsis edilen uçağa binmemesinin gerekçesini şöyle açıklıyor: “Bu kadar fakirliğin olduğu bir ülkede o lüks uçağı binersem utancımdan kimsenin yüzüne bakamam.” Acaba bu tek adam, kendisini işsizlik nedeniyle açlık nedeniyle yakan kişinin yüzüne nasıl bakacak? Onurlu, bir insanın söylemidir Meksika Devlet Başkanının söylemi; onurlu, haysiyetli bir insanın söylemidir. Ve devam ediyor, “Güç alçak gönüllülüktür. Güç başkalarına hizmet için kullanıldığında bir erdeme dönüşür ve bir anlam ifade eder.” Bu, gücü vatandaşın ensesinde boza pişirmek için kullanıyor; birisi aykırı bir şey mi söyledi atın hapse, tutuklayın, gözaltına alın, dağıtın, konuşturmayın, susturun diye gücünü kullanıyor. Söyledim, yine söylüyorum, tek adama yine söylüyorum; onurun, şerefin, haysiyetin varsa; o uçağa iade edersin!
BORÇ PARA DİLENİYORLAR
Bu sarayın krizi, sarayda kriz yok, her şey gayet rahat. Bir de krizden karlı çıkanlar var, yani rantiye, rantiyenin krizi nedir, rantiye ne yapıyor? Bunlar faiz geliri elde edenlerdir. Kriz bunlar için büyük bir avantajdır. Niçin? Faizler yükselir, bunlar daha fazla para kazanırlar, elleri sıcak sudan soğuk suya girmez, her şey güllük gülistanlıktır. İsterler ki sürekli faiz yükselsin ve bunlar sürekli kazansınlar. Ve krizi fırsata dönüştürenler işte bu gruplardır. Bu grupların gücünü göstermek açısından, bu gruplara ödenen faiz rakamlarını vereyim: 16 yılda içeriye ödenen faiz 699 milyar lira. Eğer o günün fiyatına dönüştürürsek dolar kuru üzerinden, faizin ödendiği tarihteki dolar kuru esas alındığında her bir ödeme için 408 milyar dolar ediyor ödenen faiz. Yurt dışındaki bir gruba ödenen faiz de, daha doğrusu bir avuç tefeciye ödenen faiz de 156 milyar 293 milyon dolar. Şimdi Berlin’e gidiyorlar, Londra’ya gidiyorlar, New York’a gidiyorlar. Niye gidiyorlar? Bize daha fazla borç para verin diye gidiyorlar, borç para dileniyorlar. Borç alan ne alırdı? Emir alırdı. Kim söylüyor? Tek adam söylüyor, çünkü alışmış, biliyor, hayatının bir parçası, emir alıyor oradan.
DOLARDA YAPILAN VURGUN
Değerli arkadaşlarım, rantiye sınıfı sadece faiz geliri elde etmiyor. Bir gerçeğin daha altını çizerek ifade etmek isterim, onlar aynı zamanda vurguncudur. Çok tipik, çok net bir örnek vereceğim size: Tarih 13 Eylül 2018, TESK Genel Kurulunun yapıldığı gün, saat 09.00 dolar kuru 6 lira 36 kuruş. Saat 12.39, tek adam TESK Genel Kurulunda konuşuyor, dolar kuru 6 lira 53 kuruş, 6.36’dan 6.53’e çıktı. Saat 14.05, Merkez Bankası toplandı, faizleri artırdı, Ocak’ta yüzde 8 olan faizi yüzde 24’e üç kat artırdı, dolar kuru 6 lira 03 kuruşa düştü. 6.36, 6.53, 6.03; 1 milyon doları olan 5 saat içinde doları Türk lirasına, Türk lirasını dolara çevirerek tam 82 bin 918 dolar para kazandı. Bu da dolarda yapılan vurgun, dolar baronlarının yandaşlarının getirdiği tablo maalesef bu değerli arkadaşlarım.

KRİZDEN ETKİLENMEYEN SARAY ÇEVRESİ
Bir de sarayın çevresi var. 1, saray var, krizden etkilenmiyor; 2, rantiye sınıfı var, krizden etkilenmiyor; 3, sarayın çevresi var, bunlar da krizden etkilenmiyorlar. Kim sarayın çevresi? Birincisi havuz medyası… Kağıt fiyatları çok arttı, gazeteler doğru dürüst kağıt bulamıyorlar, sürekli zam yapıyorlar. Havuz medyasının keyfi yerinde, sayfa sayfa yayınlanıyorlar, çünkü o bir merkezden finanse ediliyor. Havuz medyasının özelliği neydi? Sürekli tek adama övgü, başka bir görevleri yok. Bir merkezden talimat, bütün başlıklar ona göre atılır; her şey onlara göre güllük gülistanlıktır, ülkede asla kriz yoktur. Gelen talimata göre yazılar yazılır, çünkü köşe yazarlarının yüzde 99,9’u aklını kiraya vermiştir, onlarda özgürce düşünme diye bir kavram yoktur. Ve bunlarda bir sorun da yoktur, çok sıkıştıklarında hatırlarsınız banka genel müdürlerine telefon edip, “Oğlum şu kadar parayı gönder, işçiye para ödeyeceğim” diyenlerdir bunlar. İkincisi dolar ile ihale alanlar, saray çevresindeki müteahhitler… Bunların en önemlilerine “5’li çete” denir, en büyük ihaleleri bu 5 firma almıştır. Bunlar dolarla ihale aldıklarında Türk lirası ne kadar değer kaybederse bunların karı o kadar artıyor. Üç, dolar ile fiyatları endekslenen hizmetler… Köprü geçişi, tüp geçit, otoyol geçişi dolar endeksli; Türk lirası ne kadar çok değer kaybederse, dolar ne kadar değer kazanırsa bunların karı da o kadar artıyor. Dört, dolar ile hazine garantisi alanlar, hazine garantisi dolarla verilmiş…
SARAYDA, RANTİYEDE, GARANTİDE KRİZ YOK
En tipik örneği anlatacağım, bu örneği geçen Babaeski’de de aktardım. Sizden istirhamım, bütün milletvekili arkadaşlarımdan isteğim, nereye giderseniz bu örneği verin. Türkiye’nin nasıl soyulduğunu bundan çarpıcı bir örnek daha anlatamaz, dünyada örneği var mı onu da bilmiyorum. Örnek ne? Kütahya Havaalanı, Zafer Havaalanı 50 milyon dolara yandaşa verilmiş, ihaleyle. 25 Kasım 2012’de, 6 yıl önce hizmete açılıyor. 2012-2016 arasında bu havaalanından uçan yolcu sayısı; iç hatlardan 124 bin 867 kişi, dış hatlardan 45 bin 677 kişi hizmet alıyor, yani toplam 170 bin kişi, küsuratı atıyorum. 170 bin kişi bu havaalanından uçuyor 2002-2016 arasında. Ama hazine buna garanti veriyor, yolcu az olursa üstünü ben tamamlayacağım. Verilen garanti ne kadar? İç hatlar için verilen garanti 2 milyon 395 bin 916 kişi. Uçan kaç kişiydi? 124 bin kişiydi. Verilen garanti 2 milyon 395 bin 916 kişi. Peki dış hatlar? 45 bin kişi uçmuştu, dış hatlar için verilen garanti 1 milyon 677 bin 142 kişi. Toplam 4 milyon 73 bin 18 yolcu garantisi veriliyor. Ne üzerinden veriliyor? Avro üzerinden veriliyor. Kaç lira ödeniyor? 20 milyon 856 bin 848 Avro ödeniyor, uçmayan yolcular için. Bir kişi bile uçmasa, bir kişiye bile hizmet verilmese 20 milyon 856 bin 848 Avro para ödeniyor. Kimin parası? Hangi vicdan, hangi ahlak bunu kabul eder? Daha garibi, daha 29 yıl devam edecek, ne zaman süre bitiyor, 21 Mart 2044’te, bundan daha büyük bir soygun olabilir mi? Bunu her yerde anlatın, fakir fukaradan toplanan vergiler buralara gidiyor. Şimdi bunlar diyebilirler mi kriz var? Hiçbir kriz yok bunlar için. Sarayda kriz yok, rantiyede kriz yok, garantide kriz yok. Nerede kriz var? Mutfakta kriz var, çiftçide kriz var, emeklide var, işçide var, işsizde var, memurda var, sanayicide var, esnafta var, yani halkta var. Ne dedim, iki yapılı bir topluma doğru süratle gidiyor; saray ve çevresi ve halk. Saray ve çevresi Lale Devrinde, hiçbir sorunları yok; halk perişan bir vaziyette. Toplumu aydınlatmak bizim ortak görevimiz. 13 maddeyi açıklamamızın temel nedeni şuydu: Krizi olabildiğince halka yansıtmadan, fakir fukaraya yansıtmadan çözebilir miyiz? Ama bunlar, olduğu gibi halka yansıtacaklar. Sizden bir isteğim; bu tabloyu anlatın, ama asla ve asla umutsuzluğu beslemeyin. Bu tablodan biz kurtuluruz, bu tablodan biz çıkarız. Cumhuriyet Halk Partisi bilgisi, birikimi, deneyimi; bütün bunları yan yana getirdiğimizde bu tablodan Türkiye'yi kurtaracak olan tek gücün, tek partinin CHP olduğunu her yerde ve her ortamda söyleyebiliriz.
ÜLKE BU YÖNETİMİ HAK ETMİYOR
Şunu rahatlıkla söyleyebilirsiniz. Bizim uçak merakımız yok, saray merakımız da yok bizim, köşeyi dönme merakımız da yok, devleti soyma merakımız da yok, hanedan merakımız da yok bizim. Bizim bir tek hedefimiz var, 81 milyona hiçbir ayrım yapmadan hizmet etmektir. Biz halkın partisiyiz. Onlar şimdi saraylarda yaşıyorlar, biz saraylarda yaşamak istemiyoruz, kendi evlerimizde mütevazı yaşamımızı sürdürmek istiyoruz; ama bilgimizle, birikimimizle topluma hizmet etmek istiyoruz. Bu tablo Türkiye'nin geleceğini karartan bir tablodur ama bu tablo umutsuzluk tablosu olmamalıdır. Her yerde şunu anlatırım; hiç kimse unutmasın, 16 Mayıs 1919, düşman gemileri Marmara’da Dolmabahçe’nin önünde demirlemişlerdir, ama o tarihte oradan kalkan bir vapur vardır, adı Bandırma’dır. Mustafa Kemal Atatürk, dar bir grupla, 20’ye yakın arkadaşıyla oradan binerek Samsun’a gitmiştir. 19 Mayıs 1919 ve 9 Eylül 1922’de bu ülkenin bağımsızlığı için verilen en büyük mücadelenin sonuna gelinmiştir, düşman denize dökülmüştür. 20 kişiyle başlanan bir mücadele bir ulusun kurtuluşuna dönmüştür. Biz şimdi sayısal olarak çok daha güçlüyüz, daha birikimliyiz, dünyayı daha iyi okuyoruz, daha iyi görüyoruz, sorunları da biliyoruz. Umutsuzluğu değil, bu sorunları aşma gücü ve kapasitesinin CHP’de olduğunu herkese anlatmalıyız. Yaşamımızla anlatmalıyız, duruşumuzla anlatmalıyız, bilgimizle anlatmalıyız, dünyaya bakışımızla anlatmalıyız.
Ülke bu yönetimi hak etmiyor, hanedanın anlamı şudur; hanedan vatandaşlığı reddeder, hanedan anlayışı vatandaşlığı reddeder. Hanedan anlayışının özelliği halk bir tebaadır, tebaa; vatandaş değildir, onun hakları yoktur, tek adam tarafından verilen hakları lütuf olarak sunar. Ben lütfedersem senin hakkın vardır der. Senin yasal, anayasal hakkın yoktur der, anlayış budur. Bu anlayış dolayısıyla biz yolumuza devam edeceğiz. Bu anlayışı doğuran temel öge Kuvayı Millîye ruhudur; aynı hareketi, aynı çabayı göstermek zorundayız. Ders alırlar mı, almazlar mı bilmiyorum? Tarih merakları olduklarını söylerler, tarihten bihaberdirler, kendi tarihlerini de bilmezler, Türklerin tarihini de bilmezler, kulaktan dolma efsanelerle, kulaktan dolma yalan bilgilerle tarih bildiklerini sanırlar. Yusuf Has Hacip’in yazdığı Kutadgu Bilig’ten bir örnek vermek isterim. Şöyle der, hakana öğüt verirler, bir hakan nasıl olmalıdır? “Halkın senin üzerinde üç hakkı vardır, bunları öde ve onları zorluğa düşürme...” Bunlardan biri, “Memleketinde gümüş temiz kalsın, onun ayarını koru”, yani paranın değerini düşürme. Kutadgu Bilig, Yusuf Has Hacip’in yazdığı paranın değerini düşürme diyor. Yaptılar mı? Tam tersi, Türk Lirasını pul yaptılar, pul! Tarih diyorlar, ne tarihi, bunların tarihten falan haberleri bile yok! Türk lirasını ikinci para kabul ediyorlar, hayatlarını dolar üzerine inşaa ettiler ve bunlar ülkeyi yönetiyorlar. Faturayı kime çıkararak? Millete çıkararak. Yine Kutadgu Bilig’de şöyle yazar: “İkincisi halkı adil kanunlarla idare et, birinin diğerine tahakküme kalkışmasına meydan verme, onları koru…”, yani adaletli davran diyor. Adalet var mı bu ülkede? Hayır yok. Yüzyıllar önce söylenen sözler bunlar, dün söylenen değil, 21. Yüzyılda değil, yüzyıllar önce söylenen sözlerdi bunlar. Kime söyleniyor? Ülkeyi yöneten hakana söyleniyor; adaletli davranacaksın, birisini diğerine ezdirmeyeceksin. Sarayda oturup, Lale Devrini yaşayıp; aşağıda intihar edeni, kendisini yakanı görmezsen, sen hangi adaletten söz edeceksin? Yine şöyle söylüyor, üçüncüsü, “Bütün yolları emin tut, yol kesici ve haydutların hepsini ortadan kaldır” En büyük haydutluk neydi? Bana göre, Kütahya Zafer Havaalanından uçmayan yolcunun parasını devletin kesesinden ödemek. Bu haydutluktur. Bu devletin hazinesine el koymaktır.
Ve biz mücadelemizi yapacağız. Bu toplantıda sadece ekonomiyi konuşmayacağız, önümüzde yerel seçimler var, onu da konuşacağız. Partimizin ufkunu açacak güzel değerlendirmeleri arkadaşlarımız yapacaklar. Ben katıldığınız için hepinize yürekten teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. 

Gündem'den Öne Çıkan Haberler