30.11.2021
30.11.2021
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:
Efendim, hepinize selamlarımı, saygılarımı sunuyorum. Bizleri televizyonları başında izleyen, sosyal medya hesaplarında izleyen, radyoları başında dinleyen bütün vatandaşlarıma Cumhuriyet Halk Partisi Grubu’ndan selamlarımızı, sevgilerimizi ve muhabbetlerimizi gönderiyoruz.
Gönül ister ki sözlerime acı haberlerle başlamayayım, ama maalesef hayatın akışı içinde bu tür olaylarla zaman zaman karşılaşıyoruz ve bizler de burada dillendiriyoruz. İmranlı Belediye Başkanımızı dün bir trafik kazasında kaybettik, Murat Açıl kardeşimize Allah'tan rahmet diliyoruz. Partililerimizin, halkımızın, İmranlıların başı sağ olsun. Büyük bir acı, beklenmeyen bir şey genç yaşta... İmranlı'ya gerçekten güzel hizmetler sundu, sunmaya da devam ediyordu, bütün imkanlarını değerlendiriyordu, iş dünyasından destek alıyordu ama acı bir olayla hayatı sona erdi. Dolayısıyla Allah'tan rahmet diliyoruz, ailesine başsağlığı diliyoruz, hepimizin başı sağ olsun.
Galatasaray eski başkanı Mustafa Cengiz de uzun süredir tedavi görüyordu. Birkaç kez aramıştım; ailesini aramıştım, kendisini aramıştım, o da hayata gözlerini yumdu. Galatasaray camiasının, futbol dünyasının başı sağ olsun.
Tahir Elçi… Gerçekten de adaletin elçisiydi, barışın elçisiydi, dostluğun elçisiydi. Bölgede, Diyarbakır'da bir güçtü ve gücünü barıştan yana, dostluktan yana, huzurdan yana, adaletten yana kullanan bir insandı. Ama maalesef katledildi. Hâlâ davası devam ediyor, bunu yakından takip edeceğiz. Kendisinin ailesiyle görüştüm, arkadaşlarım da olayı yakından izliyorlar. Dolayısıyla kendisini de saygıyla anmak hepimizin ortak görevi olmalı.
Değerli arkadaşlarım; ekonominin içinde bulunduğu durumu sadece televizyon ekranlarından değil, alandan da gözlüyoruz. Bütün arkadaşlarım Türkiye genelinde olağanüstü bir çaba harcıyorlar. Türkiye coğrafyasının her bölgesine, her yerine gidiyorlar, bizzat vatandaşı dinliyorlar. Dinliyorlar ama aynı zamanda çözümlerimizi de anlatıyorlar. Az önce oturumu yöneten Sayın Başkan güzel şeyler söyledi. Değişik illerden gelen partililerimizi, ilçe başkanlarımızı, belediye başkanlarımızı sayarak ifade etti. Hepsinden ortak talebim, hepsinden; bütün il başkanları, ilçe başkanları, kadın kolları, gençlik kolları herkesten ortak talebim, söylediğimiz her sözü Türkiye coğrafyasında gittiğiniz her yerde dillendireceksiniz. Bu benim arzumdur. Ortak bir ses, Türkiye coğrafyasında yankılanmalı. Sadece dinlemek değil, elbette o sorunları biliyoruz, elbette sorunları bize aktarıyorlar, elbette bir milletvekili görmüş, derdini anlatacak ama biz çözümlerimizi de anlatmak zorundayız. Umutsuzluğu değil, umudu yeşertmek zorundayız. O nedenle bütün milletvekili arkadaşlarıma, il başkanlarına, ilçe başkanlarına, kadın kolları, gençlik kolları; gittiğiniz her yerde sorunları dinleyeceksiniz, sakin bir şekilde, büyük bir özgüven içinde: "Türkiye'nin çözülemeyecek hiçbir sorunu yoktur ve biz bu sorunları çözmeye hazırız, kadrolarımızla hazırız, gücümüzle hazırız, bilgimizle, birikimimizle, deneyimimizle hazırız. Biz Türkiye'nin bütün sorunlarını çözmeye hazırız" diyeceksiniz. Özgüvenle, özgüvenle...
Evet, yangın var, evet ciddi bir sorun ekonomideki sorun. Mutfaklarda yangın olduğunu hepimiz biliyoruz. Bakın Nevşehir'e 30 milletvekili arkadaşımız gitti, bütün merkez ve bütün ilçelerini gezdiler. Bir annenin söylediği, bir annenin: "Kapı kapı para dileniyorum. Aylardır pazar yüzü görmedim. Çocuğumu kurtarın. Ağlıyorum, sokaklarda hurda topluyorum. Millet öldü, öldü. Tüpçüsü de, sucusu da, elektrikçisi de, bütün esnaf buramıza geldi. Yokluk, yokluk, yokluk..." diyor. Haklı mı? Haklı. Saray duyar mı? Saray bunu duyamaz. Saray görür mü? Saray bunu göremez. Saray bunu anlar mı? Saray bunu anlayamaz. Halktan kopuk bir insanın bu feryadı dinleme, bu feryadına getirdiği sorunları çözme gibi bir düşüncesi olamaz. Onlar farklı yerde yaşıyorlar, Lale Devri'ni yaşıyorlar.
Aynı şekilde 16 milletvekilimiz de Iğdır, Ağrı, Kars ve Ardahan'a gittiler. Onlar da alanı gezdiler. Bir tekstilci: "Bugüne kadar AK Partiye oy vermiştim, artık oy vermeyeceğim. 15 TL'ye aldığım ipi, artık 40 liraya alıyorum. Günübirlik fiyat değişiyor. Müşterinin alım gücü kalmamış" diyor. Geçmişte Ak Parti'ye oy veren bir tekstilci bunu ifade ediyor.
Lokantacı esnafı, o da Iğdır'dan: "Dış güçler buna zam yaptı. Dış güçler yüzünden tüpçü ile tartıştık. Tüpün fiyatı 170 liradan, 340 liraya çıkmış. Dış güçler bizi perişan etti. Hani Avrupa bitmiş, tükenmiş? Nereye bitmiş ağabey? Hepsi yalan, hepsi dolan." Hepsi yalan, hepsi dolan, biz de biliyoruz zaten, biz de biliyoruz. Zaten vatandaş da bunu biliyor artık. Gidiyor tüpü almaya, bu hafta aldığı fiyat, bir sonraki aldığı fiyat... Dış güçlerle ne ilgisi var bunun, ne ilgisi var? Milleti kandıracaklarını sanıyorlar. Biz daha işin başından itibaren, -bu sözlerim özellikle geçmişte AK Parti'ye ve MHP'ye oy veren kardeşlerime söylüyorum, bu sözlerim onlara ait- daha işin başında, bu zamlar daha gelmeden, siyaseti bilerek ve öngörerek dedik ki; “Bakın üst üste zamlar gelecek, zamlar yağacak, iğneden ipliğe zam gelecek. Üstelik bu zamlar bir sefere mahsus değil, her hafta zam gelecek. Bir karakış fonu kurun, en azından bu kışın vatandaş zammı çok fazla hissetmesin. Bunu yaparsan senin oyunu artar ama ben sana söylüyorum, senin oyun artar. Niye bunu yapmıyorsun” diye söyledim. Yapmadılar. Sadece TRT payını, yüzde 2 küçük bir şeyi kaldırdılar ama asıl kaldırılması gereken KDV'ydi, onun kalkması gerekiyordu, kaldırmadılar.
Ve ben belediye başkanı arkadaşlarıma çağrı yaptım: “Bulunduğunuz beldede hiçbir çocuk yatağa aç girmeyecek; bir. İki; mağdur olan, geliri yetmeyen, ihtiyacı olan bütün ailelere yardım edeceksiniz” dedim ve haftalık raporlarını alıyoruz.
Yine ifade edeyim: 3-29 Kasım tarihleri arasında 780 bin 307 aileye yardım yapıldı. 44 bin 953 aileye nakdi yardım, 315 bin 420 aileye gıda yardımı, 231 bin 324 aileye ısınma yardımı, 106 bin 50 aileye eğitim yardımı, 76 bin 303 aileye ulaştırma yardımı, 653 ailenin 97 bin 540 liralık elektrik faturası ödendi. 5 bin 604 ailenin de 238 bin 425 liralık su faturası ödendi.
Bakın biz karakış fonunu kendi belediyelerimizle kurduk. Belediyelerimizin bulunduğu yerlerde hiçbir çocuğun yatağa aç girmemesi, her evde huzurun, her evde bereketin olması için çaba harcıyoruz. Allah nasip eder, geliyor gelmekte olan ve iktidar olduğumuzda göreceksiniz, bütün Türkiye de, bütün Türkiye'de ilk bir ay içinde herkes "ya iyi oldu" diyecek, "güzel oldu" diyecek. "Ya gerçekten bu memlekete huzur geldi" diyecek. Bunu yapacağız.
6 ayda bütün çarklar dönecek, bütün çarklar. Herkes üretecek, herkes kazanacak. Ülkeyi büyüteceğiz. Ülke kazanacak, hepimiz kazanacağız, bunları yapacağız. Bu tablolar bir taraftan yaşanırken, dramatik bir olayla karşılaştık, bir çiftçimiz hapse girdi: İbrahim Kaya. Uşak'ın Sivaslı ilçesine bağlı Tatarlı Köyünde Tarım Kredi Kooperatifi'nden mazot ve gübre alıyor fakat parasını ödeyemiyor. Bankadan kredi çekiyor, krediyle götürüp onu yatırmak istiyor. Fakat yapılandırma istiyor, Ankara'ya geliyor, "acaba birisini bulabilir miyim, bana yardımcı olabilir mi?" diye. Otelden yakalanıp doğru hâkimin önüne çıkarılıyor. Taahhüdü ihlal suçuyla gözaltına alınıyor. Sonra tutuklanıyor, hapse atılıyor. Değerli arkadaşlarım; neyse avukatlar devreye giriyor ve hapisten çıkıyor.
İbrahim Kaya'nın söylediklerini aynen okuyorum: "Tarım Kredi Kooperatifi yüzde 71 faizle çiftçinin boğazını sıkmakta.” Şimdi benim de şu soruyu sorma hakkım var. Faizleri indireceğim diyorsun, kimin faizini indiriyorsun? Çiftçinin faizini indirdin mi? Yok. Esnafın faizini indirdin mi? Yok. Kimin faizini indiriyorsunuz? Düşünün, Tarım Kredi Kooperatifi üst üste ilave ederek yüzde 71 faiz... Nasıl ödeyecek bu adam ya? Bir de çıkıyor, "ben faize karşıyım." Peki bu ne? Tarım Kredi Kooperatifi’nde, Esnaf Kefalet Kooperatifi’nde olanlar kaç lira aylık alıyorlar acaba, kaç yerden aylık alıyorlar acaba? “Benim gibi binlerce çiftçi haciz kıskacında, faiz terörüyle başa baş bırakıldı. Devletten, yetkili mercilerden bunun bir an önce halledilmesini istiyoruz." İbrahim Kaya adına söylüyorum: Sen faize karşıysan, sana önerdim; çiftçinin, esnafın faiz borcunu sileceksin, sileceksin, sileceksin kardeşim. Esnafın, çiftçinin faiz borcunu sileceksin.
Silmiyorsun, "faizi indirdim" diyorsun. Hangi faizi indirdin kardeşim, hangi faizi indirdin? Faizi indirdiysen bu rezalet nedir? Ama İbrahim kardeşime söylüyorum, hiç meraklanma az kaldı. Senin faiz borcunu da, bütün çiftçilerin faiz borcunu da, esnafın faiz borcunu da sıfırlayacağız. Sıfırlayacağız, anaparayı da makul taksitlerle ödeyecek. Bunu yapacağız.
Efendim bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde güzel bir kanun teklifi görüşülüyor. Kanun teklifinin temel amacı, kadın-erkek eşitliğini her alanda sağlamak. Madem kadın-erkek eşit diyoruz, madem kadınlar hayatın her alanında çalışıyorlar. Otobüs şoförlüğünden tutun, fırında, pastanede, kahvede, her yerde çalışıyorlar. Tarlada, fabrikada çalışıyorlar, üretiyorlar, alın teri döküyorlar, evlerine helal ekmek götürüyorlar, huzur içinde yaşamak istiyorlar ve bunlar aynı zamanda siyasete de girmek istiyorlar. “Niye biz siyasette yokuz? Niye siyaset erkek egemen işi olsun?” Daha önce 306 kadın örgütüyle çevrimiçi bir görüşme yapmıştık. Bizim sınırlı sayıda kontenjanımız vardı, cinsiyet kotamız vardı, dediler ki: “Bunu yüzde 50 yapın, kanun teklifini öyle verin.” Emin misiniz dedik. “Eminiz...” Peki siz bu kanun teklifine sahip çıkacak mısınız? “Bütün kadınlar olarak sahip çıkacağız” dediler. Kanun teklifini hazırladık ve verdik. Bugün kanun teklifi Genel Kurul'da görüşülüyor. Bütün kadın kardeşlerime sesleniyorum: Sen eğer hak istiyorsan, Cumhuriyet'in 100’üncü yılında cumhuriyetin demokrasiyle taçlandırılmasını istiyorsan, kadınlar siyasette olsun diyorsan, bunları yönetmediler, biz geldiğimizde daha iyi yöneteceğiz diye bir iddian varsa, bu kanun teklifine kim “hayır” diyorsa ona asla ve asla oy vermeyeceksin kardeşim, vermeyeceksin.
Kadınların haklarını savunuyorum. Yüzde 50 cinsiyet kotası, bakalım hangi parti destek verecek, hangisi destek vermeyecek? Bunu göreceğiz. Fermuar da var tabi, teklifte fermuar da var. Bir kadın, bir erkek, bir kadın, bir erkek... Yani listenin sonuna kadınlar yok. İkisi beraber, ikisi beraber var. Bizim kadın milletvekillerimiz, bütün partilerin kadın milletvekilleriyle görüştüler, komisyonlardaki görevli kadınlarla görüştüler. Şimdi ben sayıları 400'e yakın kadın sivil toplum örgütünün yöneticilerine ve üyelerine sesleniyorum: Bugünü izleyin, bugünü izleyin... Eğer ret oyu verirlerse, seçimde onlara ders vermek sizin en doğal hakkınız olacak. Seçimde onlara ret verenlere seçimde ders vermek...
Efendim Eskişehir'den engelli kardeşlerimiz buradalar. 3 Aralık Dünya Engelliler Günü... Bu kürsüden hemen hemen neredeyse her hafta mutlaka engellileri ve engelliler için sağlanan yüzde 3'lük kontenjanın kullanılmasını sürekli dillendiririm. Boş kadrolar var ama boş kadrolar doldurulmuyor. Yasa emrediyor bunun. Kontenjan var yüzde 3, engeli var mı? Evet var. Boş kadro var mı? Evet boş kadro da var. Atama yapılıyor mu? Atama yapılmıyor ve boş tutuyorlar. Bütün engelli kardeşlerime de şunu söylemek isterim: Hâlâ gidip de, Ak Parti'nin kapısını çalıp da, "efendim bizi niye buralarda süründürüyorsun" demeyeceksin kardeşim. "Ya boş kadroları doldur ya da benden sana oy yok" diyeceksin. Bu kadar açık, bu kadar net. Boş kadrolar var, doldurulmuyor. Bunun da gereğini engelli kardeşlerimin yapmasını isterim.
Güzel bir hareket aslında, 3 işçi konfederasyonunun bir araya gelmesi. TÜRK-İŞ'in, Hak-İş'in ve DİSK'in sayın genel başkanları bir araya geldiler, asgari ücretle ilgili ortak bir görüşü deklare ettiler, kamuoyuna açıkladılar. Öncelikle demokrasi açısından 3 konfederasyona da saygı duyarız. Yine demokrasi açısından 3 konfederasyonun bir araya gelip, ortak bir amaç çerçevesinde bir bildiri yayınlamalarını ve siyaset kurumundan bu çerçevede harekete geçmelerini istemelerini de son derece doğal ve demokratik bir yol yöntem olarak kabul ediyoruz. Bildirinin bazı bölümlerini, bazı cümlelerini okuyacağım sizlere:
"Asgari ücret, emeğe gösterilen saygının bir ölçüsüdür" diyor. Evet, doğru. Asgari ücret, emeğe gösterilen saygının bir ölçüsüdür. "Asgari ücret bir pazarlık ücreti değildir" diyor. Evet, asgari ücret bir pazarlık ücreti değil. Yine devam ediyor: "Asgari ücret alan işçiler yılın son dört ayında eksik ücret almak durumunda kalmaktadır." Sanki çok yüksek bunlar ücret alıyorlar da, vergi dilimini aşıyorlar, daha yüksek bir dilimden vergileniyorlar. Bu da Türkiye'nin ayıbıdır, buna dikkat çekiyorlar. "Asgari ücret net olarak açıklanmalıdır." Brüt açıklıyorlar, millet sanıyor ki işçi o kadar aylık alıyorlar. Almıyor o kadar aylık. Neredeyse yüzde 50'si vergiye gidiyor. "Tüm ücretlerin asgari ücrete tekabül eden kısmı vergiden muaf olmalıdır." Bunu da defalarca söyledik. Asgari ücreti artırıyorsun, doğru dürüst işçiye bir para vermiyorsun. Vergi yükü, sigorta yükü işverenin sırtında kalıyor, o da daha az işçi çalıştırıyor bu çerçevede. Dolayısıyla bir ek yük gelmemesi açısından asgari ücretin vergi dışı tutulması lazım. Yine devam ediyor: "Asgari ücret, ulusal düzeyde tek olarak ve yıllık olarak belirlenmelidir. Kamuda geçerli en düşük aylık tutarını asgari ücret belirlenirken de dikkate almalılar" diyor. 3 konfederasyonun görüşüne katılıyoruz, kendilerine destek veriyoruz. Umuyoruz talepler yerine gelir, en büyük arzumuz da o. Biz parlamentoda 3 konfederasyonun taleplerinin de takipçisi olmaya devam edeceğiz. Çünkü biz sosyal demokrat bir partiyiz, sosyal devletten yana bir partiyiz. Çünkü biz Cumhuriyet Halk Partisiyiz, halkın partisiyiz. İşçinin partisi, emeklinin partisi, sanayicinin partisi, tüccarın partisi, esnafın partisiyiz. Biz halkın partisiyiz. Biz adaleti savunan bir partiyiz. Bunu da herkesin bilmesini isterim.
Değerli arkadaşlarım; “ekonomide kurtuluş savaşını vermek...” Şu soruyu sordum: Şimdi sen ekonomide kurtuluş savaşı veriyorsun. İyi de ekonomide kurtuluş savaşı verecek noktaya bu memleketi kim getirdi? 19 yıldır, 20 yıldır bu memleketi Bay Kemal mi yönetiyordu? Cumhuriyet Halk Partisi mi yönetiyordu? Kim yönetiyordu? Sen yönetiyordun. 20 yılın sonunda geldin geldin geldin, ekonomide efenim kurtuluş savaşı vereceğiz. Değerli arkadaşlarım; eleştirmek kolaydır ama ben yine de sorumlu bir partinin genel başkanı olarak önerileri getireceğim. Sen eğer gerçekten bu memlekette ekonomide bir kurtuluş savaşı vermek istiyorsan, 5 madde sayacağım sana, 5 madde... 5 maddeyi yerine getir, vallahi her türlü desteği vereceğiz. Çünkü amacımız vatandaş perişan olmasın. Amacımız memleket daha ağır faturalarla karşılaşmasın. 5 temel kuralı sayacağım:
1) Hemen Ekonomik Sosyal Konseyi Topla kardeşim. Yani bir anayasal kurum olan ve rahmetli Ecevit döneminde önce bir kararnameyle kurulan Ekonomik Sosyal Konseyi topla. Yani işçiyi topla, çiftçiyi topla, emekliyi topla, sanayiciyi topla, efendim esnafı topla. Bunların zaten temsilcileri var. Bu kurumların bazıları anayasal, bazıları yasal statüsü olan kurumlar bunlar. Bu kurumların başkanlarını topla, önce bunları bir dinle kardeşim. Nedir sizin derdiniz diye bir dinle. Efendim ne diyorlardı? Tebdili kıyafetle gideceğiz. Tebdili kıyafete ne gerek var ya? Çağıracaksın bunları, diyeceksin emeklilerin başkanına: “Derdiniz ne? Anlat bakalım kardeşim, hangi sıkıntıyla karşılaştın?” Türkiye Odalar Borsalar Birliği Başkanı'na soracaksın: Kardeşim sanayicinin ne sorunu var? Dernekleri çağıracaksın, tüccarın ne sorunu var? Esnaftan sorumlu kişiyi çağıracaksın, bu esnafın ne derdi var kardeşim? Çiftçinin ne derdi var diyeceksin, soracaksın. “Yok efendim biz sormayacağız, tebdili kıyafetle öğreneceğiz.” Hangi çağda yaşıyorsun sen ya? Bunlar gelirler, dertlerini anlatırlar. Yani sen bir sorunu çözmek istiyorsan ve çözmekte samimiysen, sorunu yaşayan insandan bu sorunu dinleyeceksin, çağıracaksın, dinleyeceksin. Anlat bakalım derdini... Dinleyeceksin ama şöyle dinleyeceksin: Bir uzun masa olacak, sen masanın başına oturacaksın. Masa başına oturmaktan hoşlanıyorsun, gene otur oraya. Bir tarafına memuru, işçisi, emeklisi, sanayicisi, tüccarı, esnafı, çiftçisi, onların temsilcileri. Diğer tarafına da bunlarla ilgili olan bakanları koyacaksın. Dertlerini anlatacaklar, sen de dinleyeceksin, notlarını alacaksın. Sonra oturacaksın çözümü, onların sorunları nasıl çözeceğini düşüneceksin. Bunu ilkokulu dahi bitirmemiş, aklı baliğ bir çocuğa sorun, "vallahi doğrudur" der. Bakın aklı baliğ olmuş bir çocuğa sorun, "vallahi doğrudur" der. Bu öneriyi yapıyorum, birinci madde bu öneriyi yapıyorum. Çağır konuş. Bir zararın olur mu? Bir zararın olmaz.
Peki şu soruyu sorayım: En son Ekonomik Sosyal Konsey ne zaman toplandı? 5 Şubat 2009. Hangi yıldayız? 2021. Bir anayasal kurum işletilmiyor arkadaşlar. Sen ekonomide kurtuluş savaşı vereceksen, bu kurtuluş savaşını emeklisiyle, çiftçisiyle, sanayicisiyle işçisiyle vermeyecek misin? Asıl aktörler bunlar değil mi? Asıl üretimi yapacak olanlar bunlar değil mi? Sen bunları siliyorsun defterden. Efendim biz ekonomi kurtuluş savaşı vereceğiz. Nasıl vereceğiz? Orası belli değil. Yine ben ülkesini seven, milletini seven, insanını seven bir kişi olarak sana öneri getiriyorum. Önce bu maddeyi yerine getir.
2) Hemen ve derhal bir genelge çıkaracaksın, "devlette israfa son veriyorum" diyeceksin. Devlette israf yok, olmayacak diyeceksin. "Kim israf yaparsa, yani fakirin fukaranın ödediği vergileri kim alır, çarçur ederse, ben onun hesabını soracağım" diyeceksin. Bu kadar açık. Bir genelge çıkaracaksın, "israfa son" diyeceksin. Bana diyor ki: "Bir sorun bakalım helal nedir, haram nedir" diye. Gazetecilere söylüyor... İsraf haramdır. Gayet açık, gayet net, israf haramdır.
Sen israfı savunuyorsun, ben israfa karşıyım. Söylüyorum, sen benim samimiyetim öğrenmek için kalbimi yarıp da ona mı baktın? Ben samimiyim arkadaşlar, ben ülkemi seviyorum. Haramdan çekinirim, kul hakkı yemekten çekinirim. Öyle bir şeyimiz olmaz. Öyle bir tavrımız da olmaz. Devleti yönetenin israftan kaçınması lazım. Çünkü yönetirken oturduğun koltuğu vatandaşın verdiği vergiye borçlusun. Bindiğin arabayı vatandaşın verdiği vergiye borçlusun. İçtiğin suyu vatandaşın verdiği vergiye borçlusun. İsraftan kaçınacaksın. İsrafı temel kural haline getirirsen olmaz ve şunu yapacaksın: Genelge çıkaracaksın, "benim 13 tane uçağım var, bunun 5'ini, 6'sını satıyorum" diyeceksin. "İsraftan vazgeçiyorum" diyeceksin.
Milletine örnek olacaksın. Millet de diyecek ki, yahu galiba bu sefer bunlar samimiler. Bak Ekonomik Sosyal Konseyi hemen topladı. İsraftan hemen ciddi ciddi kaçınıyor. İsraf yapanlara ceza vereceğim diyor. Artı bir de “araba saltanatına son vereceğim” diyor, “uçak saltanatına son vereceğim” diyor. Arkadaşlar neyinize yetmez bir araba, iki araba ya? Bir kişinin 30 arabası, 40 arabası olur mu ya? En pahalı arabalar yani... Açlıktan karnını doyuramayan, çocuğunu doyuramayan annenin ıstırabını bunlar acaba biliyorlar mı Allah aşkına? Araç saltanatına son vereceğiz. İkinci şey bu, yani israfa son vereceğiz.
3) Sen gerçekten de ekonomide bir kurtuluş savaşı vereceksen, dövizle verdiğin garantileri hem yapım hem de yoldan geçerken dövizde verdiğimiz paraları, "bunların tamamını Türk lirasına çeviriyorum" diyeceksin. Birisi itiraz eder, birileri itiraz eder; hiç korkma ve çekinme, bu kardeşin sonuna kadar senin yanında olacaktır. Tamamını Türk lirasına çeviriyorum diyeceksin ve diyeceksin ki: "Ben Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin milli parasına güven duyulmasını istiyorum, Türk lirasına güven duyulmasını istiyorum. Geçmişte hatamız oldu, Türk lirasını bir tarafa attık. Her şeyi getirdik, dolara, avroya bağladık. Şimdi anladım ki, dolara da avroya da 5'li çeteye de onların yakınlarına karşı da benim bir ekonomik kurtuluş savaşı vermen lazım ve bunu başlatıyorum" diyeceksin. Ben de seni alkışlayacağım, helal olsun diyeceğim, işte budur diyeceğim. Bunu yapacaksın.
Öyle bir girdabın içine soktun ki bu memleketi, vatandaş vergi veriyor. Dolar garantili işler verdin, ya doğmamış çocuğu dahi borçlandırıyorsun ya 20 yıl, 30 yıl. Ben ödeyeceğim para, üstelik avro ile ödeyeceğim. Üstelik öderken -şu garabete bakın- dolarsa Amerika'daki enflasyonu da yansıtıyoruz, yani Amerika'daki enflasyonu da satın alıyoruz. Avro ise Avrupa Birliği'ndeki enflasyonu da yansıtıyor fiyatlara. Tam bir sömürü düzeni, tam bir sömürü düzeni... Sen eğer gerçekten de bir ekonomide kurtuluş savaşı vereceksen, bunu yapacaksın kardeşim.
4) Adaletsizliklerden kaçınacaksın kardeşim. Çıkıp diyeceksin ki: "Devletin dini adalettir. Bu ülkede adalete karşı kim çıkıyorsa, karşısında beni bulacaktır. Adalete herkes uyacaktır. Mahkeme kararlarını kim uygulamıyorsa, gereğini yapacağım" diyeceksin. O zaman ben anlarım ki bu gerçekten de ekonomide bir kurtuluş savaşı verecek.
Öyle bir tablo, adalet... Dünyanın düzeni adalet üzerine kuruldu. Adaleti bile darmadağın ettiler. Adaleti sağlayacağım diyeceksin. Adaleti sağlamak sadece mahkemenin kararını uygulamak değil, vatandaşın ödediği vergileri nereye harcadın kardeşim? Her birisini tek tek millete açıklayacaksın. "Şehir hastanelerini şu kadar liraya yaptım. Havaalanını şu kadar liraya yaptım. Metroyu şu kadar liraya yaptım. Tüneli, yolu şu kadar liraya yaptım ve avroya yaptım." Ben bileceğim. Neymiş, ticari sırmış. Parayı ben ödeyeceğim, o "ticari sır" diyecek. Sen parayı harcıyorsun kardeşim, ne ticari sırrı. Devletin ticari sırrı mı olur? Devletin milli sırları olabilir, güvenlik sırları olabilir, ticari sırrı olmaz. Ya yeni bir şey mi keşfettin? Bir silah keşfettin, bunu mu açıklayacaksın? Hayır. Benim ödediğim vergiyle yol yapıyorsan, havaalanı yapıyorsan, kaça yaptığını millete açıklayacaksın kardeşim. Adalet bunu gerektiriyor, bunu yapacaksın.
Yine söyledim, adalet o kadar soylu bir kavram ki, tarihten de, inançlarımızdan da, inanç önderlerinden de gerekli dersi alacaksın. Hazreti Ömer, şahsının işini, kendi işini yaparken, kendi mumunu yakıyor, devletin işini yaparken devletin mumunu yakıyor. Bizim devlet yönetiminde aramak istediğimiz adalet budur işte. Sen bu adaleti sağlıyor musun? Sağlamıyorsun. Çıkıp diyeceksin ki: "Kılıçdaroğlu'nun bir önerisi oldu, adalet dedi. Aynısını yapacağım. Çünkü vereceğim ekonomideki kurtuluş savaşı, milli kurtuluş savaşı ekonomide ciddi bir savaştır, birlikte yapılması gereken bir savaştır. İşçisiyle, çiftçisi ile, memuruyla, emeklisi ile sanayicisi ile beraber vermemiz gereken bir savaştır. Ben asla ve asla her kuruşun hesabını millete vereceğim ve milletimle beraber ben bu savaşı kazanacağım" diyeceksin. Cumhuriyeti kuranları da örnek alacaksın. Bütçeyi nasıl yaptılar, örnek alacaksın. Her caminin onarımına kaç lira para harcadılar, örnek alacaksın.
Değerli arkadaşlarım; devlet olarak diyeceksin ki: Devlet, milletine borçlu olmaz. Eğer devlet olarak bir şeyler satın alıyorsan vatandaştan ve parasını zamanı gelip ödemiyorsan, orada devletin itibarı sarsılır, adalet duygusu sarsılır, devlete duyulan güven sarsılır. Bakın daha geçen gün bir mektup geldi: "18 aydır devletten olanı alacağımı alamıyorum. Sağlık malzemelerini avro olarak ithal ettim yurtdışından. Adana, Balıkesir, Denizli, Gebze, Haseki, İstanbul, Kuşadası, Şanlıurfa, Üsküdar devlet hastanelerine veya eğitim hastanelerinde verdim. 18 aydır paramı alamadım. 18 aydır avro nereye gitti?" Bunu yaptığınız andan itibaren, böyle bir uygulamayı yaptığınız andan itibaren vatandaşla devlet arasında ciddi bir güvensizlik doğar. Adalet işte bu tür şeylere izin vermez. Aldıysan, taahhüt ettiysen, devlet verdiği sözün arkasında durur. Hele hele vatandaşına karşı söz verip, yana kaçarsa o olmaz, ona izin vermemek lazım. Devlet aksini yaparsa, müflis bir tüccar gibi toplumun önünde kalır ve yara alır.
5) Rüşvetçileri, beyt-ül mala uzatanları, yolsuzluk yapanları, tüyü bitmemiş yetimin hakkını yiyenleri devlet yönetiminden süratle uzaklaştıracaksın. Bir daha söyleyeyim: Eğer sen gerçekten de ekonomide bir kurtuluş savaşı vermek istiyorsan ve başarılı olmak istiyorsan, devlette liyakati sağlayacaksın. Devleti soyanları, rüşvet alanları, yolsuzluk yapanları, devlet yönetiminden ayıracaksın bunları, süratli bir şekilde ayıracaksın ve bunu taahhüt edeceksin milletin önüne çıkıp. O zaman millet diyecek ki: Gerçekten de samimi olarak bunlar bir ekonomide kurtuluş savaşı verecekler. O zaman hep beraber destekleyelim diyecekler. Bunu yapman ve samimi olman için önce şunu yapacaksın: Şu ayda 10 bin dolar rüşvet alan siyasetçi kim? Kim bu adam? Çağıracaksın, İçişleri Bakanını çağıracaksın, İçişleri Bakanına diyeceksin: "Kardeşim sen bizi rezil ettin ya. Kim bu her ay gidip 10 bin dolar para alan adam? Kim bu siyasetçi? Benim etrafımda gezenler mi, bunlardan birisi mi?" Soracaksın bunu. Ayrıca süratli bir şekilde -sen de biliyorsun rüşvet aldıklarını- büyükelçi atadıklarını da süratle geri çekeceksin. "Bundan sonra kim beyt-ül mala el atıyorsa ona izin vermeyeceğim" diyeceksin. "Rüşveti, yolsuzluğu bu topraklardan asla yaşatmayacağız" diyeceksin. Bunu yaptığın zaman derim ki, ya gerçekten de samimi olarak bu ekonomide bir kurtuluş savaşı verecek galiba.
Bu beş maddenin hiçbirisi yanlış değil. Bu beş maddeyi vicdanı olan herkes, hangi partiden olursa olsun, hangi kimlikten, hangi inançtan, hangi yaşam tarzından olursa olsun, bu beş maddeye bir tek Allah'ın kulu çıkıp da "şurası yanlıştır" diyemez. Bunları Erdoğan'ı çok sevdiğim için mi söylüyorum bunları yap diye? Hayır efendim. Ülkemi sevdiğim için, insanımı sevdiğim için, daha büyük acılar yaşamayalım diye öneriyorum ben bunları.
Erdoğan bunları yapar mı? Keşke yapabilseydi yapmasını da isterim. Ama bunları yapmak yerine yolsuzluk yapanları, israfa, adaletsizliğe ortam hazırlayanları eğer sen hâlâ korur ve kollarsan, söylediğin hiçbir şey doğru değil, hiçbir şey doğru değil. Erdoğan bunları yapacağına ne söylüyor? "Efendim memleketin beka sorunu var." Millet takmadı, bir köşeye attı. "Efendim dış güçler var, onlar bunu yapıyorlar." Sen neredesin? Bu dış güçler eğer seni yönetiyorsa, Merkez Bankası başkanını böyle 3-4 ay arayla bir dış güçler mi değiştirdi? Sen ne yaptın? "Biz şaha kalktık, Almanya perişan." Bereket Almanya'da bizim işçiler var, gerçeği hiç değilse onlardan öğreniyoruz. "Dünya bizi kıskanıyor." Bu laflarla mı sen ekonomide kurtuluş savaşı vereceksin? Bu laflarla mı milleti kandıracaksın? Şimdi bir de kendisini güçlü kılmak için Milli Güvenlik Kurulu'nu bu işlere meze yapmaya başlıyor. Devletin en saygın kurumu... Devletin en saygın kurumunu getirip de kendi siyasi ikbalin için onu nasıl meze yaparsın? E hani askeri vesayet vardı, ne oldu bu askeri vesayete? Şuna inanıyor, damadının söylediği bir söz onun kulaklarında yer etmiş, hafızasında da. Diyor ki: "Erdoğan Ay'a 4 şeritli yol yapsa, millet buna inanır." Yemezler artık onu yemezler, yemezler artık.
Son bir şey: Birleşik Arap Emirlikleri'nin veliahttı mı, veliaht prens mi neyse işte geldi? Havaalanında karşılandı. Kırmızı halılar, turkuaz halılar sergilendi, marşlar okundu. Yahu düne kadar bu adamlara "şerefsiz" diyordunuz. Ne oldu birdenbire? Ne oldu ya? Koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 15 Temmuz darbe girişimini finanse edenler, parayı verenler, imkânı sağlayanlar, onları koruyanları kırmızı halıyla, turkuaz halıyla davet ettin. Geldiler bunlar şimdi. Bir kamuoyu araştırması yapılıyor, soru şöyle: Birleşik Arap Emirlikleri'nin yatırım kararıyla ilgili hangisi sizin görüşünüzü daha çok yansıtmaktadır? İki soru soruyorlar. Birinci soru, Türkiye'ye yatırım yapmak için gelmektedirler. Katılanların yüzde 35,4'ü “Türkiye'ye yatırım için geliyorlar” diyor ama yüzde 64,6'sı “Türkiye'de ucuzlayan şirketleri almak için gelmektedirler” diyor. Vatandaş gerçeği gayet güzel biliyor. Şimdi gazetelere bir şey yansıdı. Efendim bunlar geldiler, ASELSAN, HAVELSAN, ROKESTSAN, bunları alacaklarmış, bunların pazarlıklarını yapacaklarmış. Buradan Erdoğan'a da söylüyorum, Birleşik Arap Emirlikleri'nin veliaht prensine de söylüyorum: Ordunun HAVELSAN'ına, ROKETSAN'ına, ASELSAN'ına el koyarsanız, satarsanız, fitil fitil burnunuzdan getiririm. Fitil fitil burnunuzdan getiririm.
Teşekkür ederim değerli arkadaşlar.
23.11.2024
23.11.2024
23.11.2024
22.11.2024