28.06.2022
28.06.2022
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:
Hepinize yürekten teşekkür ediyorum. Bizleri televizyonları başında, radyoları başında dinleyen bütün vatandaşlarıma, sosyal medya hesaplarında bizi izleyen, dinleyen bütün kardeşlerime, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu’ndan en derin sevgilerimi, saygılarımı ve muhabbetlerimi gönderiyorum. Hepinize selam, saygı sunuyoruz.
Elbette ki güne hepimiz gülerek başlamak isteriz ama bugün üzüntülü bir haber aldık. Türk sinemasının önemli bir aktörü Cüneyt Arkın'ı kaybettik. Karaoğlan'ı, Kara Murat'ı, Komiser Kemal'i o canlandırıyordu. Bize doğruları, en azından haksızlık yapanlarla mücadele edenlerin nasıl olması gerektiğini bir şekilde, bize öğretiyordu. Türk sinemasının, sanatçıların, sevenlerinin, hepimizin başı sağ olsun. Sayın Arkın’ı saygıyla, sevgiyle hep anacağız.
Değerli arkadaşlarım, dün İstanbul'da Türk Ocakları'nın düzenlediği önemli bir toplantıya katıldım. “İslam Dünyası Meseleleri ve Çözüm Yolları” konulu bir sempozyumdu, ilki 2016 yılında yapılmıştı. Kartal'da yapılmıştı, ona da katılmıştım, orada da bir konuşma yapmıştım. Aradan belli bir süre geçtikten sonra ikincisi düzenlendi. Aynı başlıkla düzenlendi ama bu kez çok daha geniş kapsamlıydı. Rusya'dan, Fas'tan tutun, pek çok Türk cumhuriyetlerine kadar din insanları, kendi alanında önemli araştırmalar yapan, akademik dünyadan da, uygulamadan da pek çok insanlar katılmışlardı. Onların görüşlerini, onların İslam'a bakışlarını ve İslam dünyasının yaşadığı sorunları ve sorunları nasıl aşmamız gerektiği konusundaki çalışmalarının bir kısmını dinledim, bir bölümünü dinledim ve konuşmamdan sonra, öğleden sonra ayrıldım, Ankara'ya geldim.
Değerli arkadaşlar; bu dünyanın, İslam dünyasının sorunları var ve Türkiye bu konuda bütün İslam dünyasına örnek olmak zorundadır. Sorunları aşan, demokrasi gelişmiş bir ülke algısını yerleştirmek zorundadır. İnsanların inancına nasıl saygı duyulduğunu bütün dünyaya göstermek zorundadır. Toplantıya katıldım. Adalet vurgusunu yaptım. Adaletin ne kadar önemli bir kavram olduğunu İslam açısından da ifade ettim. Sabah bir haber: Efendim, “İstanbul Türk Ocağı il yönetimi görevden alınmış” diye. Ne söyleyeyim şimdi arkadaşlar, ne söyleyeyim? Ya bizim konuşmaya ihtiyacımız var, kavgaya değil. Bizim birbirimizi dinlemeye ihtiyacımız var, kavgaya değil, birimimizin kötülemeye değil. Bir arada oturup güzeli nasıl inşa edebiliriz, doğruları nasıl inşa edebiliriz, buna ihtiyacımız var. Gerçekten anlamakta zorlanıyorum. Ya İslam dünyasında dünya kadar sorun var ya; kan akıyor İslam dünyasında. Birbirilerini öldürenler İslam dünyasında ağırlıklı olarak. Birbirlerine kılıç çekiyorlar, silah çekiyorlar; "Allah Allah" deyip onu öldürüyor, o da "Allah Allah" deyip onu öldürüyor. Ya İslam dünyasında kan durmasın mı? İslam dünyasında güzellik olmasın mı? İslam dünyasında demokrasi olmasın mı? İslam dünyasında adalet olmasın mı? Adaleti istiyorsunuz, dillendiriyorsunuz, tahammül edemiyorlar... Emin olun akıllarını yitirmiş bunlar, tahammül edemiyorlar... Adalete tahammül edemeyen bir anlayış, bu ülkeye adaleti nasıl getirecek Allah aşkına? Kimse endişelenmesin, Allah'ın izniyle biz getireceğiz, biz adaleti getireceğiz bu ülkeye. .
Her kavga sonlarını getiriyor, her kavga sonlarını getiriyor. Kendileri kendi sonlarını getiriyorlar. Bizi dinleseler emin olun çok güzel şeyler olacak ama bizi de dinlemiyorlar. Doğruları dinlemeye tahammül edemiyorlar. Yanlıştan besleniyorlar, kinden, öfkeden besleniyorlar. Buradan çıkmaları lazım. Değil arkadaşlarım. Yusuf Has Hacip'in 11'inci Yüzyıl'da yazdığı güzel bir kitap var: Kutadgu Bilik. Devlet olma bilgisi, devlet olma bilgisi... 11'inci Yüzyıl'da yazıyor, 21'inci Yüzyıl'dayız; dönemin yöneticileri için ne söylüyor? Üç madde var çok değerli, onları okumak isterim.
Diyor ki Yusuf Has Hacip; “Tebaanın, yani halkın senin üstünde üç hakkı vardır” diyor. “Bu hakları öde ve onları zorluğa düşürme, halkı zorluğa düşürme” diyor. Bunlardan biri, "memleketinde gümüş temiz kalsın, onun ayarını koru ey bilgili insan" diyor. Yani paranın değerini koru. Yani paran yerlerde sürünmesin. İkincisi: "Halkı adil kanunlarla idare et. Birinin diğerine tahakkümüne kalkışmasına izin verme, onları koru" diyor. 11'inci Yüzyıl'da halkın adaletle yönetilmesi gerektiğini söylüyor bir bilge, dönemin bilgesi söylüyor. Ve Padişaha sunuluyor bu; dönemin yöneticisine sunuluyor bu. Üçüncüsü: "Bütün yolları emin tut. Yol kesici ve haydutların hepsini ortadan kaldır." Bugün de var yol kesiciler, bugün de var haydutlar. Biz 5'li çeteye boşuna mı diyoruz değerli arkadaşlar? Sarayın beslemeleri diye boşuna mı söylüyoruz?
11'inci Yüzyıl'da bunlar öne çıkıyor, 11'inci Yüzyıl'da söylenen, 21'inci Yüzyıl'da da aynı kurallarla geçerli; aynı gelenek, örf, adet ne derseniz, bunların tamamının Yusuf Has Hacip'in belirlediği kuralların tamamının geçerli olduğunu görüyoruz. Ama yönetemiyorlar, yönetme güçleri yok. Akıllarını dinlemiyorlar, akıllarını kullanmıyorlar. İstişare nedir? Ya birisine bir danışalım bakalım; buradan yanlış mı yapıyoruz, acaba doğru mudur diye bunu dahi düşünmek istemiyorlar. Bir kişi, ben her şeyi bilirim diyor, kimseye danışman diyor ve sizler de bilirsiniz ki, bütün dünyada bilir ki, bir kişi ben her şeyi biliyorum diyorsa, aslında hiçbir şey bilmiyor demektir. Geldiğimiz nokta budur değerli arkadaşlar. .
Adalet... Adalet önemli bir kavram, her seferinde söylerim. İstanbul'daki toplantıda adaletin olduğunu da ifade ettim. Devlette görev yapan ve zamanı geldiğinde de emekli olan insanların toplumda eğer bir adaletsizlik, bir haksızlık görürse bunlara itiraz etme hakları vardır. Belki kamu görevlisi olarak rahat konuşamaz ama ayrıldıktan sonra rahat konuşabilir. Sorunların üzerine gidebilir, düşüncesini özgürce açıklayabilir. Sabri Uzun ve Hanefi Avcı'dan söz ediyorum. Sabri Uzun, İstanbul İl Başkanımız Canan Kaftancıoğlu'nun haksız yere görevden alınması üzerine bir tweet attı, "yanlış yapıyorsunuz" dedi. Vay sen misin yanlış yapan, sen misin bunu söyleyen? Arkasından Hanefi Avcı, Selahattin Demirtaş'la ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının uygulanması gerektiğini söylüyor. Bir mahkeme kararını, yani Anayasa'nın gereğini yapın diyor. Vay sen misin bunu diyen? İkisinin de rütbeleri sökülecek. Gerekçe: FETÖ terör örgütüyle iltisaklı... Ya bunların ikisi de yazdıkları kitaplarla sizin yaptığınız bütün hataları, sizin yüzünüze vurdular.
Adaletsizliğin ulaştığı boyutu görebiliyor musunuz? Ama Sabri Uzun da, Hanefi Avcı'yı da unutmasınlar; az kaldı zaten, gelecek zaten sandık. Onlar da biliyorlar geliyor gelmekte olan, onlar da gayet iyi biliyorlar... Onların sökülen rütbelerini aynen dikeceğiz, aynen iade edeceğiz. Haksızlığa asla tahammül edemiyoruz biz, haksızlığa gidereceğiz. .
Öyle FETÖ ile iltisaklı falan filan... Daha önce de söylemiştim, bizim atalarımızın söylediği güzel bir söz vardı; “Bir ipte iki cambaz oynamaz.” Cambazlardan birisi düştü, diğer cambaz ipte duruyor. O da düşecek inşallah, halkın iradesiyle düşecek göreceksiniz. .
Evet, intikam duygusuyla devlet yönetilmez, öç alma duygusuyla devlet yönetilmez. "Niye benim yanımda durmuyorsun da doğruları söylüyorsun. Ben de seni cezalandıracağım" diyor. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 80-90 yaşındaki emekli olmuş generallerini hapse atıyorsun sen... 80-90 yaşında, bazıları hapiste olduklarını da bilmiyorlar. Bu mudur devlet yönetimi? Böyle bir devlet yönetimi olur mu? Haksızlık kime yapılırsa ona karşı çıkmak gibi bir erdeme sahibi olmak zorundadır devleti yönetenleri. Yoksa benden değil, at içeri; bu benden, bütün suçlarını kapat... Olmaz, böyle bir devlet yönetimi olmaz.
Kanun hükmünde kararname ile görevine son verilen akademisyenler, 80-90 yaşında hapse atılan generaller, avukatlar, öğrenciler, harp okulu öğrencileri, siyasetçiler, boşu boşuna yatan siyasetçiler; onlara da söylemek isterim: Bazen insanlar bedel öderler. Bazen bunun farkına varır, bazen varamazlar. Ama ödenen her bedel, haksız yere ödenen her bedel o kişinin de, onun mensup olduğu ailenin de bir şerefidir. Bunu kimsenin unutmasını istemem, herkesin şerefidir bu.
Adalet olarak yönetmiyorlar ama ekonomik olarak da yönetemiyor Türkiye'yi, gerçekten batırdılar. Şekerde hiçbir sıkıntımız yoktu. Durduk yerde kalktılar, IMF'nin talimatına uydular. Ne diye? Efendim şeker pancarı üretimde kota getireceğiz diye talimat gelmiş. Esiyor ya, bazen dinlemeyin falan filan; ona bakmayın millete söylüyor ama öbür taraftan gelen her talimatı aynen uyguluyor. Kotayı uyguladılar, şeker üretimimiz düştü. Yetmedi, "satın efendim şeker fabrikalarını" dediler. Sattılar şeker fabrikalarını, Türk Şeker'e ait fabrikaları sattılar. Rakamı daha önce vermiştim, bir daha ifade edeyim: 10 fabrikayı 680 milyon dolara sattılar. 10 fabrikayı 680 milyon dolara, yani bugünün parasıyla 11 milyar liraya 10 fabrikayı sattılar. Sadece nisan ayında tefecilere ödenen faiz 19 milyar lira. Bir ayda ödenen faiz 19 milyar lira. Bunların yatacak yeri var mı Allah aşkına? Ve 24 yıl sonra Türkiye şeker ithal etmek zorunda kaldı. 24 yıl sonra kendi şekerini üreten, ilk şeker fabrikasını yumurta satarak kuran bir devlet kimseye muhtaç olmazken, şimdi dışarıdan şeker ithal ediyoruz. Niçin? Birileri kazansın diye. Yönetemiyorlar... Devlet böyle yönetilmez. Şeker fabrikaları neden özelleştirilmez? Çünkü bunlar zaten 3-4 ay çalışıyor. Tarladan alırsın, şekeri üretirsin, sonra kalır. O nedenle devlet çalıştırır şeker fabrikalarını. Bu yükü özel sektör kaldıramaz. Şimdi özel sektör ne yapıyor? Alıyor, şekere zam üstüne zam beylerin isteği üzerine ve fatura millete çıkıyor...
Çayda da benzer bir olaya doğru gidiyoruz ağır ağır, çayda da öyle yapacaklar. 28 Haziran'da bir kanun teklifi gelecekti. Neyse, Cumhuriyet Halk Partili milletvekillerinin itirazları ve bu konuda daha sert söylemler üzerine görüşmekten şimdilik vazgeçtiler. Çay Rize'nin, Artvin'in, Trabzon'un, Karadeniz'in bir bölümünün stratejik ürünüdür. Şekerde hangi oyunları oynamak istiyorlarsa çayda da aynı oyunu oynamak istiyorlar. Efendim Ulusal Çay Konseyi kuracaklarmış. Ulusal Çay Konseyi, Süt Konseyi gibi fiyatları belirleyecekmiş. Yani yükü sırtlarından atacaklar, düşük fiyat belirleyecekler. Diyecekler ki: "Vallahi biz belirlemedik, Ulusal Çay Konseyi bu fiyatı belirledi."
Değerli arkadaşlarım, AK Parti iktidarı döneminde her yıl ortalama 20 bin ton çay ithal edildi Türkiye'ye, 20 bin ton... Bugüne kadar 183 bin ton çay ithal edildi, 434 milyon dolar para ödendi. 434 milyon doları biz Rize'ye, Trabzon'a verseydik ne oldu? Arhavi'ye verseydik ne olurdu? Artvin'e verseydik ne olurdu? Rizeli kazanmasın, Artvinli kazanmasın, Trabzonlu kazanmasın, Karadenizli kazanmasın ama yabancı çay üreticileri kazansın. Bu iktidar size değil yabancı çay üreticilerine çalışıyor. Sözüm söz; bize oy versinler veya vermesinler biz adaletten yanayız. Kim çalışıyorsa, alın teri döküyorsa onlardan yanayız. İktidar olacağız... Rizeli kardeşim sen de duy bunu, Trabzonlu kardeşim sen de duy bunu: İktidar olacağız, kaçak çayla nasıl mücadele edilir göreceksin. Rize'nin meydanında sözüm var: Kaçak çayları toplayıp, tamamını yakacağım. Sen kazanacaksın sen... Sen kazanacaksın. .
Teşekkür ederim arkadaşlar. Biz öyle oy peşinde koşan kısır bir siyaset yapmıyoruz. Bizim için her şeyden önemli, bu ülkede yaşayan insanların refahıdır, mutluluğudur. Bir çocuk yatağa aç giriyorsa, hiç birimiz yatağa tok giremeyiz. Bizim siyaset anlayışımız budur. Çayı üreteceksin, alın teri dökeceksin; sen kazanmayacaksın, dışarıdan çay ithal edilecek... Niçin? Rizeliyi çantada keklik görüyor, Trabzonluyu oyu çantada keklik görüyor, Orduluyu çantada keklik görüyor, Giresunluyu çantada keklik görüyor... "Ne yaparsam yaparım, ensesine vururum. Zorla alırım bunların ağzındaki lokmayı. Yine onlar gelir, bana oy verirler" diye düşünüyor. Unutma, unutma!.. Bu millet artık uyandı. Milletin sesi var artık. Bil bunu artık! .
Ahmet Kılıç, Mardin Kızıltepe Buğday Pazarı Başkanı bir mesaj göndermiş. Diyor ki: "Çiftçimizin elektrik borcu var. Bu borçların faizleri ve cezaları silinsin." Söz verdim, söz verdik hep beraber; iktidar olduğumuzda çiftçinin ister bankalardan, ister Tarım Kredi Kooperatiflerinden aldıkları kredilerin faizlerini ilk bir haftada tak diye sileceğiz. Emin ol kardeşim, tak diye sileceğiz.
Ayrıca çözüm var yine: Güneş enerjisiyle Şanlıurfa'dan başlayarak, Mardin'i ve Van'ı da içine alan 6 büyük ilde elektriği çiftçiye bedava vereceğiz, ücretsiz vereceğiz; bunun da sözünü verdim ben. .
Bizi dinlemiyorlar aslında. Aslında bizi dinleseler, güneş enerjisini onların yapması lazım. Oy alacaklar çünkü ama dinlemiyorlar... Çünkü onlar çiftçiden, üreticiden, alın terinden yana değiller. Onlar lobilerden yanalar; doğal gaz lobisi, kömür lobisi, diğer lobiler var, onlardan yanalar. Ama biz halktan yanayız, üretimden yanayız, alın terinden yanayız, çiftçiden yanayız, besiciden yanayız. O nedenle onları destekleyeceğiz. Erdoğan beni dinlese çok şey olacak aslında. Ama dinlemiyor ne hikmetse. Fakat arada bir de dinliyor yalnız. Üç hafta önce burada şeker hastası diyabetli çocuklar için demiştim ki, “bunların daha konforlu bir yaşam sürmesi lazım. Günde 3-4 sefer parmaktan kan almak ve ondan sonra şeker ölçümü yapmak doğru değil. Bunu düzeltin” demiştim. Yapın; bütün anneler, bütün babalar bunu bekliyorlar... Çocuğun yüzü buruştuğu zaman, ekşidiği zaman iğne alırken acıyı hissettiği zaman, o acıyı anne de baba da hissediyor zaten. Daha konforlu olsun diye... Neyse söz vermiş, sonra "ben bunu yapacağım" demiş. Teşekkür ederim kendisine beni dinlediği ve diyabetli çocuklara bu katkıyı verdiği için. .
Eczacılar da büyük sıkıntı içindeler, onların da büyük sıkıntıları var. Bakın İlaç Fiyat Kararnamesi 13 yıldır güncellenmedi. 13 yıldır aynı fiyat, güncellenmesi lazım... Açıkça söylüyorlar: Eczacılar artık personel maaşlarını ve giderlerini, kiralarını, elektrik, doğalgaz, internet, su ve telefon faturalarını ve diğer sabit giderleri karşılayamaz noktaya geliyorlar ve bunların yarısı iflas edecek böyle giderse. Bu çağrıyı da yapalım: İlaç Fiyat Kararnamesi'ni güncellesinler diyelim ama illa 3 hafta beklemelerine gerek yok. 2 hafta sonra, 1 hafta sonra veya 2 gün sonra da yapabilirler. .
Değerli arkadaşlarım; devleti yönetenlerin akılla, bilgiyle devleti yönetmeleri gerektiğini söyledim. Vatandaşına bilgi verirken de doğruları söylemesi gerektiğini söyledim. Olabilir, bazı gerçekler acı olabilir ama en azından dillendirilmesi lazım. Ama halka doğruları söylememek gibi bir gelenekten geliyorsanız, devleti sağlıklı yönetemezsiniz. Arada bir efelenirsiniz ama efelendiğinizle kalırsınız, bir süre sonra hiçbir şey yapmadığınız ortaya çıkar. Şunun için söylüyorum: Mavi Marmara'da hayatını kaybeden şehitlerimiz vardı uluslararası sularda. Bir aileyi ziyaret ettim, Çetin Topçuoğlu ailesini ziyaret ettim. Oğlu Aytek, olayı anlatırken gözyaşlarını tutamadı. "Bize kimse sahip çıkmadı" dedi. Onlara sahip çıkacağımızı, onların yanında olacağımızı, onlarla birlikte olacağımızı, varsa adaletsizlik adaletsizliği üzerine gideceğimizi; o dosyayı bunlar kapattılar ama bizim iktidarımızda o dosyanın hala kapanmadığını biz onlara söyledik. Kapanmayacağını söyledik. Ve daha acı olanı, "giderken bize mi sordunuz?" cümlesi... Oraya gideceğini biliyordun, yeri göğü inletiyordun, İsrail'i suçluyordun. Bunları tahrik ettin. "Gidin" dedin, gemiler verdin altına. Hatta bazı milletvekilleri de katılacaktı ona, Ak Parti milletvekilleri. Fakat son anda onlar vazgeçtiler. Ölenlere sahip çıktılar mı? Çıkmadılar ama bizler sahip çıktık. Çünkü bizim yüreğimizde adalet duygusu var ve adaletten yanayız.
Efeleniyor ya, Yunanistan'a efeleniyor beyefendi; 2017'de bir konuşma yapmışım, burada 2017'de. "Ege adalarını 18'ini işgal etti" diyorum Yunanistan, dile getiriyorum... "Benim her söylediğime laf yetiştiriyorsun, şu işgal edilen adalarla ilgili bari bir cümle kur" diyorum. Cümle dahi kuramıyor. Şimdi ortalık başka yerde arada bir gidip Yunanistan'a "beni kızdırmayın; yok gelirim, yok giderim... Suriye'ye yok operasyon yapacağım, yok şunu yapacağım, yok bunu yapacağım..." Yapıyorsan yap kardeşim. Ne bağırıp duruyorsun? Yapamayacağını ben de biliyorum, sen de biliyorsun, sen de biliyorsun. .
Adalar silahlanırken hocalar söyledi, askerler söyledi, emekli askerler söyledi, siyasiler söyledi "adalara silah getiriyorlar, Lozan Anlaşması'na aykırı bu" diye. Gıkın bile çıkmadı ya. Şimdi efeleniyor...Daha acı olanı ne biliyor musunuz? Biz Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'ni tanımıyoruz. İspanya'da NATO toplantısı var. Beyefendi itiraz etmemiş, onunla şimdi aynı masada yemek yiyecek, aynı salonda yemek yiyecek. Demiyor ya: "Biz onu tanımıyoruz ama o gelecekse Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti de burada olmalı" diyemiyor. Bakın diyemiyor bile... Bu mu devleti yönetiyor ya? Bu mu milletin çıkarlarını koruyor Allah aşkına? Dolayısıyla hiç kimse endişe etmesin, dış politikada da liyakatli kadrolarla çalışarak, Türkiye'nin derin diplomasiyi harekete geçirerek, güçlü diplomasiyi harekete geçirerek bütün sorunlarını çözeceğiz. Kavgayla değil, barışla çözeceğiz. Haklıyız çünkü. Yeri gelirse uluslararası mahkemelere götüreceğiz. Biz haklıyız... Haklı olduğumuz davayı savunamıyorlar bile, "birileri bize kızar mı?" diye korkuyorlar. Biz korkmayacağız... Bize de bir dönem "gel gel" dediler Kıbrıs dolayısıyla. Ecevit de dedi ki: "Olur geliyorum." Ecevit ve Erbakan gittiler ve Kıbrıs'ın Türk kesimini aldılar, bitti mesele.
Bağırdılar mı, çağırdılar mı? Geliyoruz dediler mi? Hayır, gereğini yaptılar, bitti... Bizim geleneğimizde gereğini yapmak vardır. Bağırır, çağırırsın, ortada hiç bir şey yok.
Değerli arkadaşlarım; Marmaris'teki yangın... Parantez açalım. Bahçeli: "Sen orman yangınlarının olacağını nereden biliyorsun?" diyor. Ya bütün dünya biliyor. Anladığım kadarıyla tek bir makale dahi okumamış, iklim değişikliğiyle ilgili tek bir yazı bile okumamış. Yahu Birleşmiş Milletlerin dünya kadar yayını var; İtalya'nın var, İspanya'nın var, Avrupa'nın var, herkesin var. Çin'in var, Japonya'nın var... Akdeniz havzasında yangının daha fazla çıkacağına dair yazılar yazıldı ve bunlar görüldü. Soruyor "nerden biliyorsun?" diye. Allah akıl fikir versin...
Yangın çıktı, gittik oraya. Üç gün söndüremediler. Niye yapamıyorsunuz bunu? Helikopterin gece görüşü yok, ihale açılmış, 4 Temmuz'da ancak gelecekmiş. Ya bu yangının çıkacağını 1 yıl önceden sadece ben değil, bütün dünya söyledi Akdeniz havzasında yangın çıkacak diye, herkes hazırlıklı olsun diye. Gittim söyledim: 5'li çete olunca 10 dakikada ihale sonuçlanıyor, hatta 10 dakika bile sürmüyor. "Gel sana işi verdim" diyor. Eğer iş milyar dolarlıksa derhal kabul ediyor. Yoksa "ya bunu beğenmiyorum, şuna ver" diye, "alttan birisine ver" diyor. Sen 5'li çeteye 10 dakika içinde ihale vereceksin, ormanları korumak için açtığın ihalede 4 Temmuz'u bekleyeceksin. E yangın var, devam ediyor... Ben bunu söyledim diye kıyameti koparıyorlar. Ne derseniz deyin, ne derseniz deyin biz haklıyız...
Çıkmış açıklama yapıyor Erdoğan: "Muğla'da Büyükşehir Belediyesi sende." Bir sefer şunu söyleyeyim, ben senin gibi değilim. Muğla Büyükşehir Belediyesi bende değil, Muğla Büyükşehir Belediyesi Muğla'dadır ve Muğla halkınındır.
Bir kere bunu bil. Senin anlayışınla biz devleti yönetmeyiz. Devlet ayrıdır, siyaset ayrıdır. Devlet bakidir... Biz senin gibi "ben devletim" demeyiz. Muğla Büyükşehir Belediyesi de, Gaziantep Büyükşehir Belediyesi de, Ankara, İstanbul'da Ankaralılarındır, İstanbullarındır, Anteplilerindir ve nerede varsa belediye, oradaki halkıdır, onların oylarıyla seçilir. Bende değil, Muğlalılar’da... "Acaba ne yaptınız, ne gibi bir çalışma ortaya koydunuz. Büyükşehir belediyelerinin itfaiyesi yok mu? Onlar ne iş yaptılar? Ama bizler burası CHP belediyesidir demedik, bakanlarımızla, tüm ekiplerimizle buraya indik ve atılması gereken adımları da yerinde attık" diyor. Ya arkadaşlar, vallahi billahi devletin nasıl yönetildiğini bilmiyor. Bak yemin ediyorum; vallahi de billahi de devletin ne olduğunu ve devletin nasıl yönetildiğini de bilmiyor.
Önce yangın söndürme konusunda çalışan AFAD yetkililerine, oradaki sivil toplum örgütlerine, askerlere, polislere, hepsine yürekten teşekkür ederim. O benim borcumdur. Mücadele ettiler, bütün imkansızlıklara rağmen mücadele ettiler. Marmaris Belediyesi, 328 personel görevlendirdi. Bunu vali biliyor, isteyen vali. 156 araçla yangına müdahale ettiler. Bunu da vali biliyor, isteyen kendisi. Su takviyesi yapıldı ayrıca, büyükşehir belediyesi yaptı. Veteriner ekipleri görevlendirdiler yaban hayvanı ve evcil hayvanlarla ilgili olarak; bunu da bir Muğla Büyükşehir yaptı. Yiyecek içecek sağlandı, bunu da büyükşehir belediyesi yaptı. Ayrıca yangına giden araçlar olur ya bir yerde bozulursa, mobil tamir-bakım ekipleri görevlendirdiler; onlar da orada görevi yaptı. Erzak, makine, ekipman, kılık kıyafet; bütün bunların hepsinin transferleri, hayvanların transferleri, insanların transferleri gerçekleştirildi. Bunu da yapan Muğla Büyükşehir Belediyesi.
Sadece Muğla değil, Ankara, İzmir, Aydın, Eskişehir, Antalya ve Burdur belediyeleri de doğrudan doğruya yardım gönderdiler oraya. Diyorum ya, bu adam devletin nasıl yönetildiğini bilmiyor. Sen-ben ayrımı yapıyor... Ya orman yanıyor kardeşim. O orman hem benim ormanım hem senin ormanın, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ormanı. "Senin belediyen demedik" diyor, yani ayırmadım diyor senin belediyeni... Bunu söylemesi bile kafasındaki ayrımcılığın ne kadar derin olduğunu gösteriyor. Zaten Türkiye buradan çekiyor, acıyı buradan çekiyor Türkiye. .
Söyledim, 5'li çeteye hemen ihaleyi 10 dakikada yaparsın, gece görüşlü helikopter için bekliyorsun 4 Temmuz'u. Niye bekliyorsun kardeşim? "Orman yangınlarında senin belediyen ne yaptı?" diyor. Ya bunun Orman Kanunu'ndan da haberi yok, gerçekten oradan da haberi yok. Kanun gayet açık, söyleyeyim belki bir yardımcısı dinler: "Orman idaresi orman yangınlarını önlemek ve söndürmek maksadıyla her türlü hizmeti yapar veya yaptırır" diyor. Belediye demiyor bu dikkat ederseniz. Ama buna rağmen merkezi yönetimin yetersizliği nedeniyle, acizliği nedeniyle... Bakanları göndermişler oraya, bakanlar da gidiyor; ne yapıyor bakanlar Allah aşkına? Ne yapıyor?.. Fırsat buldular, geldiler katıldılar; bir eğlenceye katıldılar değil mi? Suudi prens mi gelmişti buraya?.. Geldiler evet, onunla beraber sofraya oturdular orada ağaçlar yanarken. Senin görevin o... Senin görevin katilin sofrasına oturmak değil!
Bunların dünyaya bakışı, bizim dünyaya bakışımızla aynı değil. Bizim ahlakımızla, bunların ahlakı arasında dünya kadar fark var. Bizim adalet duygumuzla, bunların adalet duygusu arasında dünya kadar fark var. Biz kul hakkına sahip çıkarız, bunlar kul hakkını yerler. Biz devletin itibarına bir zedelenme olmasın, itibarına bir gölge düşmesin diye çaba harcarız, bunlar da devlet kavramı bile yoktur. Şunun için söylüyorum bunları: Malum 15 Temmuz sonrası Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'na işte FETÖ ile bağlantılı olan veya iltisaklı olan -neyse artık bir sürü kelime var orada- şirketleri aldılar, o vatandaşların şirketlerini aldılar, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'na devrettiler. İyi, olağanüstü bir dönem ve bir kanun hükmünde kararname ile devrettiler. Güzel... Başlarına da birer kayyum atadılar. O da güzel... Sonra piyasada simsarlar dolaşmaya başladı. Ellerinde kağıtlar: "Efendim şu fabrikayı kaça almak istiyorsan, ben onu ayarlarım." Bunlar gezdiler, firma firma gezdiler, sanayici sanayici gezdiler. Bazıları "biz böyle bir rezalete ortak olmayız" dediler ve çekildiler. Nurettin Canikli, Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı, bir yakınını getirip Boydak Holding'e kayyum olarak atıyor. Boydak, mobilya sektöründe bir dünya markası kabul edelim. Atıyor oraya... Bir süre sonra diyorlar ki: "Bizim bir yurt dışında bir depo yapmamız lazım." Ya Almanya'da depo var? "Hayır, depoyu Slovakya'da yapmamız lazım" diyorlar. Oraya dünyanın parasını gönderiyorlar, 20 milyon avro gönderiyorlar. Bu deponun sahibi Ertunç Laçiner aynı zamanda kayyum beyefendinin atadığı, Nurettin Canikli'nin atadığı... Bu para yok şu anda, adam da yok ortada... Yani hem 20 milyon avro yok hem de kendisi yok ortada. Ama Canikli hiç konuşmuyor. Şimdi buradan Canikli'ye sesleniyorum: Niye konuşmuyorsun sen? Bu adamı niye koruyorsun sen?
Daha vahim bir şey: Hani derseniz ki, iktidara gelince bunun hesabını sorarız dersiniz. Bir kanun getirdiler değerli arkadaşlarım. Bunu bizim Kayseri Milletvekilimiz Çetin Arık, Binali Yıldırım'a soruyor, “nedir bu olay” diyor. Bugüne kadar cevap verilmiş değil. Meclis Başkanı da duysun. Binali Yıldırım bu soruya cevap vermemişse, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni tanımıyorum demektir. Onu tanımıyorsa, seni de tanımıyor demektir. Seni tanımıyorsa, o zaman işimiz var demektir.
Aynı şekilde Fuat Oktay'a da soruyor, oradan cevap gelmeyince. Fuat Oktay'dan da tık yok. Niçin? Ya bunların hepsi bu yolsuzluğun ortağı, üzerine gidemiyorlar cesaretle. Üzerine gitselerdi cevap verirlerdi. "Biz yolsuzluklara karşıyız, kul hakkı yemeyiz; kim yolsuzluk yaptıysa üzerine yürürüz meraklanmayın" diye bir yazı yazması lazımdı. O da yazmıyor, o da yazamıyor. Ne oluyor sonra? Bir kanun getiriyorlar, kanuna bakın arkadaşlar:
"Bu şekliyle kayyum atanırsa, kayyumun yaptığı bütün işlemler, karar alan ve görevleri yerine getiren kişilerin bu karar görev ve fiilleri nedeniyle hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğu doğmaz" diyor. Malı götür, hırsızlığı yap, kanun arkanda kapı gibi duruyor, saray da arkanda kapı kapı gibi duruyor. Böyle bir kanunu bu Meclis'e kabul ettirdiler. Şimdi ben AK Parti'ye geçmişte oy veren, Milliyetçi Hareket Partisi'ne geçmişte oy veren bütün kardeşlerime sesleniyorum: Siz böyle bir kanunu dünyanın hangi ülkesinde gördünüz? Despot ülkeler dahil... Hırsızlık yapana, "hırsızlık yapabilirsin, hiçbir sorumluğun olmayacaktır" diye kendi meclisinden kanun geçiren bana bir ülke gösterin, bir ülkeye ya! En geri kalan ülkeyi gösterin...
Hırsızlığın bu boyutlara ulaştığını hiç görmemiş, duymamıştım. Hırsızın yasayla korunduğunu da ilk sefer görüyorum ben cumhuriyet tarihinde; hırsızlığın yasayla korunduğu, yolsuzluk yapanın yanına kâr kaldığı... Balık nereden kokuyordu? Baştan kokuyordu. O malı götürüyorsa, ben de götürüyorum. "Sen götür malı" diyorlar, "meraklanma" diyorlar. Söyleyen kim? Canikli söylüyor bunu. "Meraklanma, biz kanun çıkaracağız, kimse bunun senden hesabını soramaz" diyor. Ama buradan milletime söz veriyorum: Hangi kanunu çıkarırlarsa çıkarsınlar, bu kardeşiniz onların tamamına hesabını soracaktır. Tamamı hesabını soracaktır.
O nedenle söylüyorum: Bu memlekete huzur istiyorsanız bize katılacaksınız. Bu memlekette hak, hukuk, adalet istiyorsanız bize katılacaksınız. Çiftçi kazansın, üretici kazansın, çay üreticisi kazansın, fındık üreticisi kazansın diyorsanız bize katılacaksınız, bize destek vereceksiniz. Devleti soyan haramilerden hesap sorulmalıdır diyorsanız yine bize katılacaksınız. Haramilerin defterini düreceğiz hep beraber.
Herkesin aşı olsun, herkesin işi olsun. Halil İbrahim sofrası olsun her evde diyorsanız bize katılacaksınız, biz yöneteceğiz. Türkiye'nin itibarı olsun, kimseye el avuç açmayan bir Türkiye olsun, Türkiye'yi yönetenler onurlu insanlar olsun, birilerinin önünde diz çökmesin, katil dediğinin önünde ikiye katlanmasın diyorsanız bize katılacaksınız kardeşim! .
Uyuşturucu baronları ile mücadele edemiyorlar, fotoğraflar çektiriyorlar. Sizin çocuklarınızı zehirleyen uyuşturucu baronlarıyla mücadele etmek istiyorsanız bize katılacaksınız bize. Devlette liyakat olsun diyorsanız bize katılacaksınız. Gençlerimiz geleceklerini dışarıda değil, kendi ülkelerinde arasınlar diyorsanız anneler babalar bize katılacaksınız. Suriyeliler kendi özgür iradeleriyle Suriye'ye gitsin diyorsanız yine geleceksiniz, bize katılacaksınız. Beraber çalışacağız, birlikte çalışacağız, birlikte yöneteceğiz; hakkı, hukuku ve adaleti beraber sağlayacağız. Hiç kimsenin endişesi olmasın ve hiç kimse umutsuzluğa kapılmasın. Umutsuzluğa kapılmak bizim kitabımızda yoktur.
Herkese sevgiler, saygılar sunuyorum. Sağ olun, var olun.
23.11.2024
23.11.2024
22.11.2024
22.11.2024