24.10.2023
24.10.2023
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu:
-“Geçen hafta adalete geniş yer ayırmıştık, İstanbul'da bir Cumhuriyet Başsavcısı'nın Ankara'ya yazdığı bir dilekçeyi gündeme getirmiştim, ‘yargı içinde çeteler oluştu’ demişti, dilekçesinde. Bunu dillendirdim, mektubun can alıcı noktalarını okudum. Arkasından habere erişim engeli getirdiler, kimse duymasın diye. Grup Başkanvekili arkadaşlarıma söyledim, erişim engeli getirilen konuşma metnim Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda okunacak ve Meclis'in tutanaklarına geçecek. Bunlar zavallı adamlar; sanıyorlar ki biz erişim engeli getirdik, artık Kılıçdaroğlu hiç konuşmaz. Siz kimsiniz ya? Ben 85 milyonun hakkını, hukukunu savunuyorum, sizin değil, sizin değil... Sizin feriştahınız da gelse bizi asla susturamaz”
-“Geçmişte Türkiye, Ortadoğu'nun en güven veren ülkesiydi. Avrupa'nın ve Ortadoğu arasında güzel bir coğrafyamız var. Asya ile Avrupa arasında güzel bir köprüyüz ve Türkiye, Ortadoğu'da yaşanan bütün sorunlar açısından sorunu ilk çözecek olan ülke olarak akla gelirdi. Çünkü Türkiye dış politikasıyla güven veren bir ülkeydi. Ama bugün geldiğimiz noktada Türkiye güven veren bir ülke olmaktan çıktı”
-“Değerli arkadaşlarım; bazen öyle bir dil kullanıyoruz ki herkesi kırıp geçiyoruz, sözümüzün nereye gittiğini bile hesaplayamıyoruz. Amerika iki uçak gemisi gönderdi, Erdoğan bağırıyor: ‘ABD nere, Akdeniz nere? Ne işin var senin orada?’ Allah aşkına şimdi biz de sormaz mıyız ya: Senin damadının Amerikan uçak gemisinde ne işi var?”
-“Eğer bir iktidar Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin 100'üncü yılında terörle mücadele konusunda kendi ordusuna, kendi güvenlik güçlerine güvenmeyip de yabancı bir ülkeyi, o ülkenin askerini Türkiye'ye davet ediyorsa artık o iktidarın bu ülkeye vereceği hiçbir şey yoktur. Ben onun vatanseverliğinden kuşku duyarım, vatansever değildir bu insanlar”
-“Söyledim, bir daha söyleyeceğiz: Bu topraklarda yabancı asker postalı istemiyoruz!”
-"Cumhuriyet'in 100'üncü yılını hepimiz huzur içinde kutlamalıyız, büyük bir coşkuyla kutlamalıyız; sokaklarında, caddelerinde '100'üncü yıla geldik, Cumhuriyet'imiz 100 yaşında' diye sevinebilmeliyiz, koşmalıyız, oynamalıyız. Şimdi 'efendim Filistin'de bu oluyor, olaylar var, çocuklar katlediliyor, biz şenlikleri erteleyelim...' Biz yüzyıl sonra mı bir daha şenlik yapacağız? Bunlar şenliği başka türlü anlıyorlar galiba. Anmak demek, 100'üncü yılı kutlamak demek, bilim insanlarının konuşması demek, sanatçıların konuşması demek, esnafın konuşması demek, gençlerin sokaklarda yürümesi, meşale taşıması demek, Anıtkabir'i ziyaret etmek demek, şehitlerimizin mezarını ziyaret etmek demek, eğlenmek demek, gülmek demek, dolayısıyla 100'üncü yılını kutlamak demek..."
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşmada şunları söyledi:
Hepinize yürekten sevgiler, saygılar sunuyorum. Bizleri televizyonları başında izleyen, radyolarında dinleyen bütün vatandaşlarıma Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan kocaman yürek dolusu selam, saygı gönderiyorum.
Güzel bir aileyiz, birlikteyiz, elbette özgürce tartışacağız ama 100 yıllık birlikteliğimizi önümüzdeki yüzyılda da hiç kimse engelleyemeyecektir, bunu da herkesin bilmesini isterim. 100 yıllık geleneğimiz var, 100 yıllık kültürümüz var, 100 yıllık sevgimiz var, 100 yıllık tartışmalarımız var ama bir şey daha var: Hayatın gerçeği, tarihin gerçeği; 100 yıllık Cumhuriyet Halk Partisi kale gibi halkın sorunlarına eğiliyor ve çözüm için de çaba harcıyor.
100 yılda bu ülkede bedeller de ödendi, bedel ödeyenlerden birisi de Ahmet Taner Kışlalı; kalemiyle, bilgisiyle, birikimiyle, hocalığıyla gerçekten hepimizin saygı duyduğu bir kişiydi. Onu, ailesini ziyaret ettim. Çalışma odası hiç değişmemiş, çalışma odasını gezdirdiler, mütevazı bir çalışma odası var. Ama önemli olan düşün zenginliği, akıl zenginliği; bunu orada hemen hissediyorsunuz zaten. Ben kendisine Allah'tan rahmet diliyorum. Bir daha bu tür felaketler Türkiye'ye gelmesin, aydınlar susturulmasın, en büyük arzularımdan birisi bu. Onun söylediği çok önemli bir cümle var, aslında onu da burada ifade etmek isterim: "Atatürkçülük geçmişin bekçiliği değil, geleceğin öncüsü olmaktır" der. Gerçekten de hepimizin hedefi geleceğin öncüsü olmaktır.
TRT'den Elif Akkuş tutuklandı. Elif Akkuş, TRT'de uzun yıllar çalışan, bir anlamda savaş muhabirliği yapan bir gazeteci; gözaltına alındı, tutuklandı ve kendisi hapishanede şu anda. Onun da davasını gerek ben, gerek grup başkanvekillerimiz, gerekse milletvekili arkadaşlarımız yakından izleyeceğiz. Haksızlık nerede varsa bilin ki haksızlığa karşı dimdik duran bir Cumhuriyet Halk Partisi var. Yedisinden yetmişine bu ülkeye gerçek anlamda adalet gelinceye kadar birlikte mücadele edeceğiz.
Değerli arkadaşlarım; geçen hafta adalete geniş yer ayırmıştık, İstanbul'da bir Cumhuriyet Başsavcısı'nın Ankara'ya yazdığı bir dilekçeyi gündeme getirmiştim ve yargı içinde çeteler oluştu demişti, dilekçesinde. Devletin geleneğinde, 100 yıllık bir Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir başsavcı Ankara'ya bir dilekçe yazıp, "yargının içinde çeteler oluştu" dememiştir. Ama eğer bu noktaya gelmiş ve bir savcı yargının içinde çeteler oluştu diyorsa bıçak kemiğe dayandı demektir. Yani devletin temelinin sarsıldığını artık hepimiz kabul etmeliyiz. Bunu dillendirdim, mektubun can alıcı noktalarını okudum. Arkasından habere erişim engeli getirdiler, kimse duymasın diye. Siz istediğiniz kadar söyleyin; şu anda gidin sokağa, ister Hakkari'ye, ister Trabzon'a, ister Kırklareli'ne gidin, Kırıkkale'ye gidin, nereye giderseniz gidin vicdanlı her bir vatandaşa sorun kadın-erkek yaşı ne olursa olsun. Türkiye'de adalet var mı? Türkiye'de mahkemeler adalet dağıtıyor mu diye sorun. Hepsi diyecek ki: Hayır, adalet yoktur. Adaletin olmadığını biliyoruz ama yürekli bir savcının bunu dillendirmesi bizim adalet tarihimiz açısından da çok önemlidir. Bu dilekçe ileride yargı tarihini yazacaklar için de önemli bir belge olarak önümüzde duruyor. Hatta öyle ki yeni oluşan çetelerin, FETÖ'nün çetelerine rahmet okutacak düzeye geldiğini de dilekçesinde yazmak durumunda kaldı.
O gün o dilekçede söz etmediğim bir cümle daha var, onu da burada okuyayım: "Yapılan görevlendirme ile sürekli aynı hakimin -görevlendirme yapılıyor- nöbetini takip eden avukatların, bu işte menfaat temin eden hakimlerin tespit edilip HTS kayıtları, banka kayıtları, malvarlığı araştırılması ve sosyal yaşantılarının hakim-savcı mesleğiyle bağdaşır olup olmadığının tetkikine ihtiyaç duyulmaktadır" diyor. Bu dilekçeyi de Adalet Bakanlığı'nın kendisine gönderdiği bir yazıya dayanarak ifade ediyor.
Değerli arkadaşlarım, bir hakim nereye gidecek? Biz ne diyorduk ona? Seyyar hakimler diyorduk. Hakim hangi davaya bakacak? Şu mahkemeye hemen ilgili avukatlar, yani rüşvet dağıtan avukatlar -Türkçesini söyleyelim, açıkçası söyleyelim- ve rüşvet alan hakimler hepsi yerinde duruyor bakın; Türkiye çalkalanıyor ama o hakimlerin tamamı yerinde duruyor, savcıların ne olduğu belli değil. Mal varlığı araştırması yapılıyor mu, yapılmıyor mu bilmiyoruz ama bunların hepsi duruyor.
Dün Cumhuriyet'ten Barış Terkoğlu da güzel bir yazı yazmıştı bu konuyla ilgili olarak. Diyor ki: "Hapishanede bile bu çeteler Anadolu Adliyesi'nde yeni bir mahkemenin kurulacağını ve başkanlığına da hangi hakimin getirileceğini biliyorlardı" diyor. Düşünebiliyor musunuz yargının içine düştüğü durumu? Ben Yenikapı mitinginde demiştim, adliyeye, camiye, kışlaya siyaseti sokmayın demiştim. Siyaseti sokarsanız önünü alamazsınız. Bunlar adliyeye siyaseti soktular, birilerinin isteği üzerine istedikleri kişiyi mahkum ettirdiler, istediği kişiyi serbest bıraktılar ve bugün Türkiye ciddi bir sorunla karşı karşıya. Erişim engeli getirildi ama grup başkanvekili arkadaşlarıma söyledim, erişim engeli getirilen konuşma metnim Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda okunacak ve Meclis'in tutanaklarına geçecek.
Bunlar zavallı adamlar; sanıyorlar ki biz erişim engeli getirdik, artık Kılıçdaroğlu hiç konuşmaz. Siz kimsiniz ya? Ben 85 milyonun hakkını, hukukunu savunuyorum, sizin değil, sizin değil... Sizin feriştahınız da gelse bizi asla susturamaz. Adaleti bu memlekete getireceğiz, muhalefette olsak da getireceğiz adaleti!
Adaleti sadece kendi ülkemiz için istemiyoruz. Bütün dünyanın gözünün önünde masum çocukların katledildiğini görüyorsunuz, kadınların öldürüldüğünü görüyorsunuz, yaşlıların öldürüldüğünü görüyorsunuz. Nerede? Filistin'de... Kendilerini uygar dünyanın bir parçası olarak tanımlayan o sözde devletlerin yöneticileri ne yapıyor? Akan kanı mı durduruyor? Hayır. Ellerinden gelse utanmasalar alkış tutacaklar, 21’inci Yüzyılın dünyasından söz ediyorum...
Değerli arkadaşlarım, 2 bini aşkın çocuk öldü, katledildi, 5 bini aşkın insan hayatını kaybetti orada. Hastane bombalanır mı ya? Akıl var, mantık var ya! Ama bir insanın gözü dönmüşse, artık bir şeyi görmüyorsa ve kendi koltuğuna düşkünse -Netenyahu için söylüyorum- onlar giderler elbette hastaneyi de bombalarlar. Bunun bütün dünyanın gözünün önünde yapılması 21'inci Yüzyılın dünyası için en büyük ayıplardan birisidir. Çocuklar katledilecek, insanlar öldürülecek, kadınlar öldürülecek, hastane bombalanacak ve kimsenin sesi çıkmayacak...
Değerli arkadaşlarım; geçmişte Türkiye, Ortadoğu'nun en güven veren ülkesiydi. Avrupa'nın ve Ortadoğu arasında güzel bir coğrafyamız var ve güzel bir köprüdeyiz ve Asya ile Avrupa arasında güzel bir köprüyüz ve Türkiye, Ortadoğu'da yaşanan bütün sorunlar açısından sorunu ilk çözecek olan ülke olarak akla gelirdi. Çünkü Türkiye dış politikasıyla güven veren bir ülkeydi. Cumhuriyeti kurmuştu, diğer mazlum ülkeler de cumhuriyeti kurdular, demokrasiyi geliştirmeye çalışıyoruz, insan haklarına katkı veriyoruz ve insan hakları yönünde önemli adımlar attık Cumhuriyet tarihi boyunca. Ama bugün geldiğimiz noktada Türkiye güven veren bir ülke olmaktan çıktı. Oysa pek çok uluslararası kuruluşun oluşumunda, özellikle İslam dünyası ve Orta Doğu'da Türkiye önderlik yapardı. Bir sorun çıktığı zaman gelir Türkiye'nin kapısını çalarlardı, bizim bu sorunumuzu gelin çözün diye. Bunun temelinde güven yatardı değerli arkadaşlar. Ama üzülerek ifade edeyim, son yıllarda Türkiye bu güveni kaybetti. Ortadoğu ateş topuna döndü, bizimkiler bağırıyorlar: Biz gelip arabulucu olalım mı diye, bizi arabulucu olarak görün diye. Kimse bu sesi duymuyor, kimse duymuyor...
Soru şu: Niçin kimse duymuyor? Hangi gerekçeyle kimse duymuyor? Çünkü artık Türkiye dış politikasında güven veren bir devlet olmaktan çıktı, güven vermiyoruz. Oysa defalarca bu kürsüde de söyledim, pek çok yerde de söyledim; dış politikanın milli olması lazım, Dışişleri Bakanlığı'nın attığı her adımın ölçülüp tartılması lazım. Dış politika ile ilgili olarak devleti yönetenler konuşurken çok dikkatli bir dil kullanmak zorundadırlar dedim. Gırtlakta 9 boğum olduğunu unutmayın dedim. İç politikayı, dış politikayı bir arada tutmayın dedim. Dış politika, iç politikanın bir malzemesi olamaz dedim, defalarca söyledim... Onlar kalktılar, dış politikayı iç politika gibi kullanmaya başladılar. Ağır laflar ettiler, kalktık ta Mısır ile kavga ettik. Niye kavga ediyorsun Mısır ile? Ortadoğu'nun yüzünü bize dönmesi ne demektir biliyor musunuz? Demokrasiye dönmesi demektir, kadın-erkek eşitliğine dönmesi demektir. Ortadoğu halkları bize imreniyor, bizim gibi olmak istiyorlar, özgür bir ülkede yaşamak istiyorlar ama bizim ülkenin yöneticileri de Ortadoğu'nun kralları gibi olmak istiyorlar. Aramızda derin bir görüş ayrılığı var. Eğer dış politikayı iç politikadan ayırmazsınız, iç politikanın bir malzemesi olarak kullanır, oraya eklemlerseniz o zaman dış politika, dış politika olmaktan çıkar ve siz güven kaybına uğrarsınız değerli arkadaşlarım.
Türkiye geçmişte sorunları çözmeye talip olmazdı, sorunları çözmeye davet edilirdi Türkiye. Şimdi bizimkiler bağırıyorlar: Gelin, biz size arabuluculuk yapalım diye ama kimse dinlemiyor, kimse dinlemiyor değerli arkadaşlarım. Sözü dinlenen bir Türkiye'den, Ortadoğu'da dışlanan bir Türkiye konumuna geldik. Eee gidip 3-5 kuruş için dilenirseniz, sizin itibarınız da güveniniz de asla olmaz değerli arkadaşlar. Şimdi arabuluculuk rolünü Katar'a verdiler, Katar yapıyor bunu.
Değerli arkadaşlarım; bazen öyle bir dil kullanıyoruz ki herkesi kırıp geçiyoruz, sözümüzün nereye gittiğini bile hesaplayamıyoruz. Amerika iki uçak gemisi gönderdi, Erdoğan bağırıyor: "ABD nere, Akdeniz nere? Ne işin var senin orada?" Allah aşkına şimdi biz de sormaz mıyız ya: Senin damadının Amerikan uçak gemisinde ne işi var? Ben bunu sormaz mıyım? Ben bunu sormaz mıyım? İkili oynamayacaksınız, dürüst ve namuslu olacaksınız. Devlette ikili politika olmaz, açık ve net olacaksınız. Evet söyleyebilirsin, neden o gemi oraya gidiyor diyebilirsin ama derken damadına bakacaksın, yakınlarına bakacaksın, neyi nasıl yaptığına da bakacaksın...
Türkiye güven kaybetti, doğru. Dışişleri Bakanlığı ve oradaki bürokratlar sıradan bürokratlar değildir, Dışişleri Bakanlığı da sıradan bir bakanlık değildir, Türkiye'nin dış politikasını belirler. Büyükelçi olmak için taaa üniversiteden sınava gireceksiniz, geleceksiniz, yetişeceksiniz, belli bir süre dünyayı göreceksiniz, ülkeleri gezeceksiniz ve sizin daha sonra sınavlardan sonra liyakatiniz eğer gerçekten belli bir olgunluğa ulaştıysa büyükelçi oluyorsunuz. Rüşvet alandan büyükelçi olur mu? Rüşvet alandan büyükelçi yaparsanız, Türkiye'nin dış politikası güven vermez, bunu elli sefer söyledim. Ya rüşvet alan, rüşvet aldığı bilinen, herkesin bildiği, yabancıların da bildiği bir adamı siz Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni temsil etmek için büyükelçi olarak atarsanız, o ülke diyecek ki: "Türkiye mi, asla güven olmaz bunlara" der. Güveni sarsıyor, temelden sarsıyor.
Ne diyordu? "Bu can bu bedende kaldıkça asla size papazı teslim etmem." Ne oldu? Gittin papazı tıpış tıpış teslim ettin mi? Ettin. Sana kim güvenecek, kim güvenecek? Dış politikada güven kaybı çok temel bir kayıptır, bir ülkenin güven kaybı anlamına gelir bu.
Türkiye'de bir cinayet işlenecek İstanbul'da, kalkacaksınız, davayı götüreceksiniz, cinayeti işleyene teslim edeceksiniz. "Önce vermiyorum" diyecek, sonra teslim edeceksiniz.
Mavi Marmara'da insanları bir anlamda kışkırtacaksınız, hatta milletvekillerinizi de bindireceksiniz Mavi Marmara gemisine, göndereceksiniz; arkasından kalkacaksınız, "bana mı sordunuz giderken" diyeceksiniz.
Güven kaybı dış politikada çok temel bir kayıptır. Shakespeare'in dediği gibi: "Güven ruh gibidir, terk ettiği bedene asla bir daha dönmez." Türkiye'nin dış politikadaki tablosu maalesef budur değerli arkadaşlarım.
Değerli arkadaşlarım; Cumhuriyetin 100'üncü yılını kutlayacağız ayın 29'unda, 100'üncü yaşını kutlayacağız. Biz Cumhuriyet'i kanla, gözyaşıyla kurduk, ağır bedeller ödedik. Ülke düşman işgali altındayken babalarımız, dedelerimiz, annelerimiz büyük mücadeleler verdiler. "Gözüm Sakarya'da ama düşüncem İstiklal Yolu'nda, yani İnebolu'da; acaba silahlar gelir ve biz Milli Kurtuluş Savaşını verir miyiz diye..."
Milli Kurtuluş Savaşı sıradan bir savaş değil değerli arkadaşlarım, ağır bedellerin ödendiği bir savaştır ve biz Cumhuriyet'i kurarken, Milli Kurtuluş Savaşı'nı verirken bütün mazlum milletlere örnek olduk. Biz Milli Kurtuluş Savaşı'nı verdikten sonra mazlum ülkeler de kendi milli kurtuluş savaşlarını verdiler, Türkiye'yi örnek aldılar. Biz Cumhuriyet'i kurduktan sonra o ülkelerin hemen hemen tamamı cumhuriyet kurdu, onlar da cumhuriyete geçtiler. Çünkü biliyorlardı ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti bütün o mazlum milletlere önderlik eden bir devlettir ve biz önderliği yapıyorduk onlara karşı ve onlarla kültürel bağlarımızı da sürekli geliştirdik. Hiç kimseyi dışlamadık, tam tersine beraber olmaya özen gösterdik ve 100'üncü yılını kutluyoruz. 100'üncü yılında şu iktidarın ve onun -nesini diyelim; destekçisi diyelim, daha ağır bir şey kullanmayalım- destekçisi bir partinin oylarıyla yabancı askerler Türkiye'ye davet ediliyor 100'üncü yılında. Ne için? Terörle mücadele edecekmişiz... Eğer bir iktidar Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin 100'üncü yılında terörle mücadele konusunda kendi ordusuna, kendi güvenlik güçlerine güvenmeyip de yabancı bir ülkeyi, o ülkenin askerini Türkiye'ye davet ediyorsa artık o iktidarın bu ülkeye vereceği hiçbir şey yoktur.
Ben onun vatanseverliğinden kuşku duyarım, vatansever değildir bu insanlar. Ne demek ya? 35-40 yıldır mücadele ediyor bu ülkenin ordusu da, polisi de, korucusu da terörle mücadele ediyor. Gittiğiniz her yerde anlatın: Cumhuriyet'in 100'üncü yılında yabancı askerleri bunlar Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne davet edecekler, çağıracaklarmış. Neymiş? Terörle mücadele için... Söyledim, bir daha söyleyeceğiz: Bu topraklarda yabancı asker postalı istemiyoruz!
Cumhuriyet'in 100'üncü yılını hepimiz huzur içinde kutlamalıyız, büyük bir coşkuyla kutlamalıyız; sokaklarında, caddelerinde "100'üncü yıla geldik, Cumhuriyet'imiz 100 yaşında" diye sevinebilmeliyiz, koşmalıyız, oynamalıyız. Toplumun her kesimi bu duyarlılığı paylaşmalı; çiftçisinden taksi şoförüne kadar, sanatçısından tutun barodaki avukatına kadar toplumun her kesimi bir şekliyle Cumhuriyetin 100'üncü yılının ne anlama geldiğini bilmeli. Sevincimizi paylaşmalıyız ve dünyaya söylemeliyiz. Evet, biz Cumhuriyeti 100 yıl önce kurduk, şimdi 100 yıl sonra ikinci yüzyıla adım atıyoruz demeliyiz.
Değerli arkadaşlarım; Cumhuriyet'imizi kuran, Milli Kurtuluş Savaşını veren başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, onun silah arkadaşlarına ve o mücadelede omuz omuza verip şehit olanlara Allah'tan rahmet diliyoruz; onlara Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak sevgilerimizi, saygılarımızı, şükranlarımızı asla unutmayacağız. Onlar Türkiye'yi var eden, bizleri var eden insanlardır.
Şimdi "efendim Filistin'de bu oluyor, olaylar var, çocuklar katlediliyor, biz şenlikleri erteleyelim..." Biz yüzyıl sonra mı bir daha şenlik yapacağız? Bunlar şenliği başka türlü anlıyorlar galiba. Anmak demek, 100'üncü yılı kutlamak demek, bilim insanlarının konuşması demek, sanatçıların konuşması demek, esnafın konuşması demek, gençlerin sokaklarda yürümesi, meşale taşıması demek, Anıtkabir'i ziyaret etmek demek, şehitlerimizin mezarını ziyaret etmek demek, eğlenmek demek, gülmek demek, dolayısıyla 100'üncü yılını kutlamak demek...
Dışişleri Bakanlığı'nın içinde bulunduğu fecaati az önce anlattım. Katar Büyükelçimiz Cumhuriyet'in 100'üncü yılını kutlamayı ertelemiş ama beyefendi kendisi gitmiş düğüne... Fotoğrafa baktım arkadaşlar, dedim ki: Ya bu bir Dışişleri mensubu olamaz. Çünkü bürokratik hayatımda çok büyükelçi ile karşılaştım. Bizim büyükelçilerimiz onurlu dururlar, öyle el pençe kimsenin önünde durmazlar. Çünkü bilirler ki, biz Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni temsil ediyoruz. O temsilden asla ödün vermezler. Düğünde çekilen fotoğrafı gördüm, iki eli önünde süt dökmüş kedi gibi iki kişinin arasında duruyor. Vallahi bu büyükelçi değildir dedim, yani Dışişleri'nin yetiştirdiği bir büyükelçi olamaz dedim. Telefon ettim, ya bu adam kim? Gerçekten bu adam Dışişleri'nin yetiştirdiği bir isim mi? Hayır, öyle değilmiş. Fotoğraf bile bunu söylüyor aslında, neyin ne olduğunu aslında hepimiz bir şekliyle biliyoruz değerli arkadaşlarım. Eğer Türkiye'de Dışişleri Bakanlığı'nı bu hale getirirseniz, Türkiye'nin saygınlığına gölge düşürürsünüz.
Değerli arkadaşlarımız sık sık ifade ederler, partili arkadaşlarımız sık sık ifade ederler, hatta sanat dünyasından sık sık ifade edilir: 100'üncü yılında Cumhuriyet'imizi demokrasiyle taçlandıracağız diye. Bütün hedefimiz Cumhuriyet'imizi demokrasiyle taçlandırmaktır, bunun mücadelesini yapacağız değerli arkadaşlarım.
Belediyelerimiz ne yapıyor? Göreceksiniz, bizim belediyelerin olduğu yerlerde bütün sokaklar, caddeler kırmızı-beyaz olacak, bayrağımızın rengi olacak, bütün sokaklar, bütün caddeler bayrağımızın rengi olacak. Cumhuriyet'imizi kutlayacağız, sevinçle kutlayacağız, coşkuyla kutlayacağız bayramımızı.
Sorduk belediyelere ne yapacaksınız diye, uzun bir liste geldi, bazılarını ifade edeyim: Konserler, bando gösterileri, fener alayları, dans gösterileri, tiyatro gösterileri, müzik dinletileri, film gösterimleri, söyleşiler, paneller, sanatsal atölye etkinlikleri, bütün bunların tamamı gerçekleşecek. Çocuklarımıza yönelik olarak uçurtma şenlikleri, tiyatro gösterimleri, spor turnuvaları, drama etkinlikleri ve yarışmalar düzenlenecek. Gençlerimize yönelik olarak bisiklet turları, doğa yürüyüşleri, futbol turnuvaları, masa tenisi turnuvaları, yüzme havuzları, koşu turnuvası, bütün bunların hepsi gerçekleşecek. Yani Cumhuriyet Halk Partisi 100 yıllık cumhuriyeti coşkuyla kutlayacak. Bu coşkuya katkı veren bütün vatandaşlarıma yürekten teşekkür ederim. Cumhuriyet bizim cumhuriyetimiz, bizim cumhuriyetimiz ve bu cumhuriyeti birlikte kutlayacağız!
Değerli arkadaşlarım, cumhuriyet nedir? Cumhuriyet her şeyden önce bilimde, teknolojide, ekonomide güçlü olmak demektir; cumhuriyetin varlık nedeni budur, kurulma nedeni budur, güçlü olmak demektir. Yani çağdaş uygarlığı yakalamak ve onu aşmak demektir cumhuriyet. Cumhuriyet, dış politikada yurtta barış, dünyada barış demektir. Savaş meydanlarından çıkan bir kişi, bir komutan, savaşın bütün acımasızlığını gören ve yaşayan bir komutan, dünyada ve yurtta barışın ne kadar değerli olduğunu çıkıp söylüyor. Cumhuriyet eğitimde tam eşitliktir, her çocuğun eğitimine devletin bütün olanaklarıyla katkı vermesi demektir. Eğitim aydınlanma demektir, sorgulama demektir eğitim. Aydınlanmayı yakaladığınız zaman zaten bilimde ve teknolojide kimse sizi tutamaz. Bir ara demiştim ben: Biz teknolojide dünyayla yarışmaya geleceğiz diye. Teknolojide çok nitelikli insanlarımız var ama hepsi yurt dışında. Cumhuriyet aynı zamanda kadın-erkek eşitliği demektir. İngiltere'den önce, Yunanistan'dan önce kadınlara seçme ve seçilme hakkını veren Gazi Mustafa Kemal'i hiç kimsenin unutmaması lazım, hiçbir kadının unutmaması lazım.
Cumhuriyet aynı zamanda devlet yönetiminde adalet ve liyakat demektir. Adaletin ve liyakatin olmadığı bir devletin ayakta kalma şansı yoktur. 21'inci Yüzyılın Türkiye'sinde savcı yazıyor, "adalet giderse devlet çöker" diyor. Ekim ayında, bu ayda yazdığı yazı... Cumhuriyet laikliktir, din ve vicdan özgürlüğüdür, herkesin inancına saygı duymak demektir, inançları siyasete malzeme etmemek demektir. Cumhuriyet düşünceyi özgürce ifade edebilmek demektir. Eğer insanlar düşündüklerini özgürce ifade edemiyorsa, orada cumhuriyet de yoktur, demokrasi de yoktur. Cumhuriyet demokrasidir ve demokrasiyi inşa etmek demektir. Eğer bunlar yoksa, o ülkedeki Cumhuriyet sorunlu bir cumhuriyettir; adı cumhuriyet ama kuralları olmayan bir cumhuriyettir.
Mustafa Kemal Atatürk'ün üç cümlesini de ifade edeyim: "Demokrasinin tam ve en belirgin hükümet şekli cumhuriyettir" diyor. Yani cumhuriyet bir anlamda demokrasiyi inşa etmenin ilk ve en temel adımıdır. Cumhuriyeti kurarsınız, oturtursunuz, arkasından demokrasiyi inşa etme süreci gelir. Bunu söylüyor Mustafa Kemal Atatürk. Cumhuriyet rejimi demek demokrasi sistemiyle devlet şekli demektir. "Biz Cumhuriyet'i kurduk, Cumhuriyet 10 yaşını doldururken demokrasinin bütün icaplarını sırası geldikçe koymalıdır." 10 yıl geçmiş Cumhuriyet'i kuralı ama demokrasinin icaplarını aşama aşama ülkeye getirmemiz gerekiyor diyor Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve "Cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir" diyor. Yani Cumhuriyet'te hiç kimse kendisini kimsesiz hissetmesin diyor.
O nedenle diyoruz ki: Yaşasın Cumhuriyet, yaşasın Türkiye Cumhuriyeti ve 100 yaşını dolduran yaşasın Cumhuriyet Halk Partisi!
Hepinize en içten sevgiler, saygılar sunuyorum. Sağ olun, var olun efendim.
22.11.2024
22.11.2024
22.11.2024
22.11.2024