21.06.2022
21.06.2022
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:
Değerli arkadaşlarım, bizi televizyonları başında izleyen saygıdeğer vatandaşlarım, sosyal medya hesaplarında, radyolarında dinleyen değerli kardeşlerim; hepinize Cumhuriyet Halk Partisi Grubu’ndan sevgilerimizi, saygılarımızı ve muhabbetlerimizi gönderiyoruz.
Bütün Türkiye'yi kucakladığımı ifade etmek isterim; hiçbir ayrım yapmadan bütün vatandaşlarımı kucakladığımı ifade etmek isterim. Güzel bir ülkede yaşamak istiyoruz, huzur içinde yaşamak istiyoruz, beraber yaşamak istiyoruz, ayrımcılık olmasın istiyoruz, her evde huzur olsun istiyoruz, herkesin işi gücü olsun istiyoruz, gazeteciler özgürce yazsınlar istiyoruz, eleştirsinler istiyoruz. Demokrasi olsun istiyoruz, kadın-erkek eşitliği olsun istiyoruz, İstanbul Sözleşmesi yürürlükte olsun istiyoruz.
Her alın terinin değerli olduğunun kabul edilmesini istiyoruz, alın terine gerekli değerin verilmesini istiyoruz, herkes kazansın istiyoruz. Herkesin işi gücü olsun istiyoruz. Çatısı altında bulunduğumuz parlamento, toplumun sorunlarına çözüm üretsin istiyoruz. Bir yerlerden, saraydan talimat alan bir parlamento istemiyoruz. Milli Kurtuluş Savaşı'nda dik duran parlamento, yine aynı şekilde durabilmeli.
Bunları söylüyorum ama büyük sorunlarımız var; bunun farkındayım zaten, herkes de bunun farkında. Yargıya bakıyorsunuz, adaleti dağıtmaktan uzak. Yönetime bakıyorsunuz, ne yaptığı belli değil. Saraya bakıyorsunuz, ayrı havalarda... İniyorsunuz alana, halka gidiyorsunuz; dünya kadar şikayet dinliyorsunuz. Yönetim ve halk arasında büyük bir uçurum var şu anda, büyük bir uçurum var. Saray ne yaptığını bilmiyor, halksa perişan vaziyette. Çıkış noktası açık ve net söylüyorum, bütün vatandaşlarıma söylüyorum, bütün kardeşlerime söylüyorum, herkese açık ve net söylüyorum; Türkiye'nin bu bataktan çıkış noktasının tek adresi var, adresin adı belli: Cumhuriyet Halk Partisi, halkın partisi.
Söz veriyorum halkıma, söz veriyorum; her kuruşun hesabını veren bir yönetim gelecek. Her kuruşun hesabını veren, kul hakkı yemeyen bir yönetim gelecek. Herkesin iş güç sahibi olduğu bir Türkiye'yi inşa etmek için mücadele eden bir yönetim gelecek. Merkezi yönetimle yerel yönetimler arasında sağlıklı ve tutarlı bir ilişkinin olduğu bir yönetim gelecek, bu kurulacak. İkinci yüzyıla giderken güzel bir Türkiye, itibarlı bir Türkiye'yi inşa edeceğiz. Bütün kurumlarıyla saygı duyulan bir Türkiye; yargıçları adalet dağıtacak, kamu görevleri liyakat içinde halkına hizmet edecek. Verilen her kuruşun hesabı halka verilecek. Temiz bir Türkiye, güzel bir Türkiye, aydınlık bir Türkiye, beraber birlikte yaşadığımız bir Türkiye'yi inşa etmek zorundayız. Karanlıkları aydınlığa çevirmek gibi temel bir görevimiz var. Bu görevi yapacağız. Söz veriyorum bu görevi ya yapacağız, ya yapacağız. Aydınlığa çıkaracağız.
Pınar Hanım konuştu... Yasama, yargı, yürütme; kuvvetler ayrılığı. Şimdi bitti kuvvetler ayrılığı. Kuvvetler birliği var, bir kişiye bağlı her şey. Hakimi, savcısı, efendim parlamentosu, her şey ona bağlı. Bir sansür teklifi getirmişler. Vermişler milletvekillerinin eline, sarayda hazırlanmış: "Bunun altına atın imzaları." Atıyorlar imzaları, ne olduğunu da bilmiyorlar. Nasıl bir felaket olduğunun da farkında değiller. Efendim kimse Saray'ı eleştirmesin, kimse AK Parti'yi eleştirmesin, kimse MHP'yi eleştirmesin; herkesin ağzına bant çekelim, hiç kimse konuşmasın, dünyayı güllük gülistanlık gösterelim millete. Sanıyorlar ki bu millet bunu yutacak. Yutmayız efendim yutmayız. Bu millet de bunu yutmaz; her şey meydanda, her şey görünüyor.
Yasa teklifi getiriyorlar, komisyonda görüşülecek. Yargıtay'dan da bir üye istiyorlar, Yargıtay'dan da bir hakim geliyor ve komisyonda konuşuyor: "Ya bu doğru değil, uygulanması ciddi sorunları yaratır" diyor bu yasanın. Hemen AK Parti ve MHP milletvekilleri hakimi susturmaya çalışıyorlar. Ya işin içinden gelen adam diyor ki: "Bu yanlış kardeşim, yanlış uygulamalara yol açar." Ama susturuyorlar. Büyük bir ihtimalle de pişman olmuşlardır. Onlar tabii şöyle bekliyorlardı: Yargıtay'dan birisini istedik, hakim diye birisi gelecek. Biz ne dersek altına mührü basacak ve diyecek ki, çok mükemmel bir tekliftir. Böyle birisini bekliyorlar. Namuslu bir yargıç gelmiş, ahlaklı bir adam gelmiş, yanlıştır bu diyor.
Pınar Hanım, "Biz Silivri’de yatmaya alışığız" dedi. Silivri, gerçekten de bu ülkenin tarihinde önemli bir isim olarak kalacaktır. Romanları olacaktır, öyküleri olacaktır, anıları olacaktır. Adaletsizliğin tarihini yazmak isteyenler önce Silivri'ye bakacaklardır. Bir ara toplama kampı gibiydi orası. Nazilerin toplama kampı gibiydi orası, kimi buldularsa atıyorlardı içeriye. Ülkenin genelkurmay başkanını bile terörist diye içeri aldılar. O zaman Silivri'ye gittiğimde, "burası bir toplama kampıdır" demiştim, "Naziler dönemindeki toplama kampı gibidir" demiştim. Ben Ankara'ya gelmeden fezleke gelmişti. Sanıyorlar ki, biz bunları söylemeyeceğiz. Yahu biz Kuvâ-yi Milliyeciyiz arkadaşlar. Siz bizi hala keşfedemediniz mi, hâlâ öğrenemediniz mi bizi?
"Neyin suç olduğunu bilmiyoruz" diyor Pınar Hanım. Sizin bilmenize gerek yok ki, onlar biliyorlar. Doğru yazdığınıza da burada suç var diyebilirler, gerçekten suç olan bir şeye de suç var veya suç yok diyebilirler. Çünkü yargı vesayet altında, adalet dağıtılamıyor. Gidelim, sokakta herhangi bir vatandaşa soralım: "Bu memlekette adalet var mı?" Vallahi billahi soralım, bu memlekete adalet var mı? Adam hemen hiç düşürmeden "hangi adalet" diyecek, "adalet yok" diyecek yani. Dolayısıyla basın özgürlüğü, ülkeyi sağlıklı yöneten bir idarenin, bir yönetimin vazgeçilmez koşuludur aslında. Düşünün; biz ülkeyi yönettiğimizde medya özgürlüğü olacak, herkes istediğini yazacak. Bizi arzu ettikleri gibi eleştirebilecekler. Biz eleştirene kızmayacağız, eleştiriden ders çıkarmasını bilen bir gelenekten geliyoruz. Bir yanlışımız varsa söyleyeceğiz ve yanlışımız düzelteceğiz. Medyanın özelliği, yönetenin ulaşamadığı veya fark etmediği olayları, sorunları bir an önce toplumun önüne koymak ve yönetenleri uyarmaktadır. Özgür medyanın olmadığı yerde zaten demokrasi olmaz, zaten düşünce özgürlüğü olmaz. Bunlara yasak getirmeye çalışıyorlar. Beyler rahatsız oluyor... İstediğiniz kadar rahatsız olun, biz inandığımız yolda yürüyeceğiz ve devam edeceğiz. Herkesin bunu bilmesini isterim.
Diyorlar ki: "Bu teklif yasalaştığında, basın özgürlüğü daha da güçlenecek." Bunu söylüyorlarsa, tam aksini yapıyorlar demektir. Malum, sistem değişiyor dediklerinde de "parlamento daha güçlü olacak" demişlerdi, değil mi? Buyurun parlamentoya bakın, ne gücü var parlamentonun? Bakanlar bile gelmiyor parlamentoya, bir soru önergesine bile cevap vermiyorlar. Burası sadece 600 kişinin aylık aldığı, saraydan gelen kanun tekliflerine ise el kaldırıp indiren, 19 Mayıs hareketlerinin yapıldığı, muhalefetin de doğrular için muhalefet ettiği, yanlışı bir şekilde dile getirdiği bir kuruma dönüştü burası. Başkan var evet, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı var; o da vesayet altında. Bana AK Parti grubundan bir milletvekilinin veya MHP grubundan bir milletvekilinin çıkıp da kendi ilinde "şu sorun var, şu dert var" dediğini duydunuz mu? Duyamazsınız efendim, duyamazsınız... Konya'dan gelmiş, Konya'nın sorununu bilmez, söylemez de zaten. Kayseri'den gelmiş, Kayseri'nin sorununu dile getirmez zaten. Niçin? "Dile getirirsem, ya yukarıdan fırça yersek, ya beni bir daha listeye koymazlarsa." Dolayısıyla özgürlük kavramı önemlidir. Parlamentonun da vesayet kabul etmeyeceği bir süreci yaşaması lazım.
"Gazetecilerden korkmayın" dedi Pınar Hanım. Gazetecilerden zaten dürüst bir insan korkmaz gazeteciden, iyi bir yönetim gazeteciden korkmaz. İyi bir yönetim gazetecinin eleştirel olarak dünyaya bakmasını ister. Kim korkar gazeteciden? Malı götüren korkar. Malı götüren diyecek ki: "Ya eyvah, gazeteci yazarsa ne olacağız? O zaman susturmamız lazım." Haksızlık yapan, adaletsizlik yapan bir yönetim varsa, gazetecinin konuşmasını istemez, susturmak ister onu. Dolayısıyla yapılan uygulamada budur. Anayasa'da der ki: "Basın hürdür, sansür edilemez." Ama getirilen düzenleme tam tersine sansür uygulaması...
İşin özeti: Bu teklif, bu şekliyle yasalaşırsa, biz sonuna kadar parlamentoda da mücadele edeceğiz, parlamentoda kabul edilirse de alacağız, götüreceğiz Anayasa Mahkemesi'ne… İyi bir gerekçeyle ve bunun demokrasiye aykırı olduğunu, düşünce ifade özgürlüğüne aykırı olduğunu, yürütme organının denetlenmesine engel olduğunu; dolayısıyla yürütme organının yolsuzluklarının kamuoyu tarafından bilinmesi için medyanın özgür olması gerektiğini, bütün bunları ayrıntılarıyla anlatacağız. Bilmeleri gereken bir şey var aslında, iyi niyetle ifade edeyim: En güçlü gazete fısıltı gazetesidir. Her şeyi susturduğunuzda, yazmayın dediğinizde fısıltı gazetesi kadar güçlü bir gazete yoktur. Bütün ayrıntılar toplumun dokularına bir şekliyle işlenmiş olur. Bunu da kendilerine söyleyeyim, kulakların bir tarafına umarım küpe ederler.
Değerli arkadaşlarım; adalet yoktur dedik ama Pınar Gültekin vakası var. Önce yakılan, sonra parçalanan, öldürülen bir kadın... Yargıç karar verdi, haksız tahrik indirimi sağladı, müebbetti 23 yıla döndürdü. Hangi vicdan kabul eder bunu? Hangi ahlak kabul eder bunu? Kadınların susmaması lazım.
Kadın-erkek dayanışması içinde, kadınlara yönelik yapılan bütün haksızlıkların karşısında beraber olmak zorundayız, birlikte olmak zorundayız ve birlikte mücadele etmek zorundayız. Bu mücadeleyi yapacağız.
Değerli arkadaşlarım; bir devletin itibarı vardır, saygınlığı vardır. Devletin itibarını ve saygınlığını, şerefini, onurunu koruyacak olan yönetimdir, devleti yönetenlerdir. Eğer İstanbul'da Suudi konsolosluğunda bir cinayet işleniyorsa, o cinayetin bütün ayrıntılarını sorgulamak ve gerçeği halkla paylaşmak, artı gerekli cezayı vermek Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin görevidir. Eğer siz para uğruna; Türkiye'yi kötü yönettiniz, dilencilik yapıp gidiyorsunuz birilerinden para istemeye ve tutuyorsunuz, Türkiye'de görülmekte olan bir davayı ve işlenen bir cinayeti birilerinin talebi üzerine, para uğruna Suudi Arabistan'a veriyorsunuz, "al sen bak" diyorsunuz. Buna muhalefet eden yargıç da diyor ki: "Söz konusu davanın devri, sanıklar açısından kendi davalarının yargıcı olmak sonucunu doğuracaktır." Katille hakim aynı adam. Türkçesi bu. "Davalar, bozulan ikili ilişkilerin düzeltilmesine diyet olarak verilmiştir" diyor. Bu kadar açık, bu kadar net koyuyor ortaya. Şimdi Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nde vicdan sahibi olan herkese sormak isterim: Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin itibarını bu kadar ayaklar altına alan, para uğruna bu ülkenin itibarını birilerine satan adama Allah aşkına ne denir bu ülkede? Ne denir bu ülkede?
Cinayet öncesi geliyorlar zaten; 3 tane tuğgeneral, 2 tane yarbay, 2 teğmen, 8 istihbarat elemanı geliyor. Hepsi biliniyor zaten. Katlediyorlar konsoloslukta; Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin itibarını İstanbul'daki Suudi Konsolosluğunun bahçesine gömüyorlar. Bunlar ülkeye asla ve asla itibar kazandıracak olaylar değildir, itibar kaybettirecek olaylardır. Ülkeyi alıyorsunuz, "acaba bana biraz borç para verebilir mi" diye dilenci gibi "ben senin katilini de sana vereceğim" diyor, "davayı da sana vereceğim" diyor, "cinayeti de görmeyeceğim" diyor. "Yeter ki bana biraz borç para ver" diyor. Yeter ki bana biraz borç para ver deyip de yola çıkanları, memleketi bu hale getirenleri Allah aşkına ne yapacağız? O insanlara ne yapacağız? Sandığa gideceğiz, sandığa... Sandığa gideceğiz, demokratik yollarla ben bunların tamamını emekli edeceğim; söz veriyorum tamamını emekli edeceğim.
Olacak olacak, hepsini yapacağız hiç endişe etmeyin. Bir de daha önceden beyefendi o kadar yüksekten atıyor ki, "Suudi Arabistan belgeleri dinlemek istedi ama bir de almak istedi. Dinletiriz, gösteririz ama vermeyiz. Verelim de ondan sonra bunları yok mu edeceksiniz?" diyor. Verdiler, verdiler... Ya adam bari sözünde durur ya. Devam ediyor: "Kaşıkçı başkonsoloslukta ne yazık ki alçakça bir operasyonla şehit edildi". Böyle diyor Erdoğan. Veliaht prens dedi ki, gelecek olan beyefendi: "Cemal Kaşıkçı baş konsolosluktan çıktı" diyor, yani ayrıldı diyor. "Ya Cemal Kaşıkçı çocuk mu? Dışarıda nişanlısı var, onu alıp ayrılamaz mıydı?" diyor. "Bunlar dünyayı enayi zannediyor. Bu millet enayi değil, Hesabını sormasını bilir" diyor. Kim enayi oldu? Bu millet değil doğru ama birileri kendisini enayi yerine koydu. Para için, 3 kuruş, 3 tane sent, 5 tane dolar için Türkiye'nin itibarı satıldı.
Değerli arkadaşlarım; dolayısıyla hiç kimse endişe etmesin. Bütün bunları anlatmamın nedeni; görün, Türkiye'nin nasıl yönetildiğini görün. Böyle bir ülkeyi, bu kadar güzel bir ülkeyi bu kadar kötü yönetemezsiniz. Türkiye'nin itibarını yerle bir ediyorsunuz siz. Şimdi geliyor, gelecek, gene kucaklaşacaklar. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin başındaki kişi, cinayet emrini veren katille kucaklaşacak. Evet, onun için Ak Parti'ye geçmişte oy vermiş ama bugün vicdanını sorgulayan bütün kardeşlerime sesleniyorum ve bütün kendisini ülkücü olarak tanımlayan bütün ülkücü kardeşlerime sesleniyorum: Bu ülkenin itibarını koruyan biziz. Bu ülkede hakkı, hukuku ve adaleti savunan biziz. Bu ülkede bir cinayet işlendiyse, cinayetin, mahkemenin görülecek yerinin Türkiye olduğunu biliriz. Davaları birilerine dolar değil, milyarlar değil, trilyonlarca dolar bile verseler asla devretmeyeceğimizi biliriz biz. Ama bunlar tam tersini yaptılar. O nedenle kardeşlerime sesleniyorum: Artık dur demenin zamanı. Sandığa gideceksiniz, elinizi vicdanınıza koyun. Türkiye'nin itibarı? Evet itibari. Türkiye'nin şerefi? Evet şerefi. Türkiye'nin onuru? Evet onuru. Yerde bırakılan bir Türkiye değil, ayağa kalkan, güçlü, onurlu, onurlu duran bir Türkiye istiyoruz. Yapmadılar, onurumuzu ayaklar altına aldılar. Zaten başlangıç belliydi.
Bakın İsrail, Mavi Marmara da bizim 10 tane kardeşimizi şehit ettiler, değil mi? Dosyayı verdiler mi Türkiye'ye? Vermediler; üstelik açık sularda, denizin açık sularında, kendi karasularında değil. Bizimki gene esti gürledi, "asarız, keseriz" şudur budur falan. Sonra, "20 milyon dolar vereyim, dosyayı kapat" dediler. 20 milyon dolara dosyayı kapattı. Onlar unuttu ama biz unutmadık, bu ülkenin itibarı için unutmadık. Rüşvet alandan büyükelçi yaparsanız zaten bu baştan itibaren kokmaya başlar, kokmaya başladı zaten. Şimdi kucaklaşacak, ne diyecek? "Bana biraz para ver, zor durumdayım" diyecek. Ya onurunla dersin ki: "Kardeşim ben bu devleti yönetemiyorum, onurumla ben bu görevi bırakıyorum. Yönetecek kişi gelsin buraya. Sandığı koyuyorum, millet gelsin yeni başkanı seçsin ve Türkiye'de bu rezaletten kurtulsun" dersin kardeşim, dersin...
Efendim, köylü milletin efendisidir; 1 Mart 1922'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde Gazi Mustafa Kemal'in söylediği bir söz. İzmir'e gittim İzmir'de çiftçi kardeşlerimle buluştum. Kadınlar çıktılar, konuştular, dertlerini anlattılar. "Biz artık zarar etmiyoruz, battık" dedi bir kadın. Doğru... Rakamlara baktık; gene bizim veriler değil, Türkiye Ziraat Odaları Birliği'nin verileri. Üre gübresine yüzde 253 bir yılda, amonyum nitrat yüzde 223, yüzde 219, yüzde 190, yüzde 238 mazot fiyatları... Bütün bunların hepsi artmış ve perişanız diyorlar. "Üretmek istiyoruz, çalışmak istiyoruz ama zarar ediyoruz, battık" diyorlar bundan sonra.
Dinledim, neyi yapacağımızı da söyledim bütün üretici kardeşlerime -birazdan anlatacağım onları- fakat hemen arkasından Tarım Bakanı bir açıklama yaptı. "Biz onlara destek veriyoruz" diyor. Verdiği destek... Fatma Doğan, konuşan kardeşim Fatma Doğan'a diyor ki:"17 ayda, 9014 lira destek verdik" diyor. İki torba yem parası arkadaşlar, iki torba yeğen parası... Ne söylediğini bilmiyor. Çünkü kafası Venezüella'da, "oraya buğdayı nasıl ekeceğiz" diyor, "malı nasıl götüreceğiz Venezüella'da" diyor. Kafa orada, bilmiyor; iki torbaya destek verdim diyor, iki torba yem fiyatına destek verdim diyor kadına. Kader Başaran, "17 ayda, 23 bin 741 lira destek verdik" diyor. Aylık 1397 lira, o da 4 torba yem parası. Ve bunu kalkıyor kadınları zor duruma, bunlar doğruları söylemiyor diye... Halbuki "destek almıyoruz" demediler, "yetersiz" dediler, "desteklenmesi lazım" dediler. Senin verdiğin rakama bak, gelen zamlara bak.
Orada da söyledim: Sizin bir arabanız olabilir şehirde, mazota zam gelmiştir, akaryakıta zam gelmiştir. Binmeyebilirsiniz, belediye otobüsüne binip gidebilirsiniz. Ama çiftçi traktörle tarlaya gitmek zorunda, ben tarlaya gitmiyorum diyemez. Mazot almak zorunda. Dünyanın zammı gelmiş, bu adamlar ne yapacaklar peki? Nasıl geçirecekler bu insanlar? Hak ettikleri gelir de verilmiyor bunlara; çiftçinin AK Parti hükümetlerinden alacağı 273 milyar lira, 2006 yılından bu yana ve vermediler bu parayı. Bunlara vermiyorlar… 2 milyon 300 bin aile var, bunlara verilen toplam destek 19 milyar 900 milyon lira. Ama bir avuç kur korumalı mevduat sahibine, yani tefeci gibi para alacak devletten, bunlara verdikleri ise 1 yıl bile dolmadı ve 31 milyar lira.
Çiftçi tarlaya gider, çiftçi çalışır, karı-koca çalışırlar, çoluk çocuk çalışırlar, günün 24 saati çalışırlar. Onlara veriyorsun, 2 milyon 300 bin haneye veriyorsun 19 milyar 900 milyon lira; beyler oturuyor, keyifleri yerinde, bankada açmış hesabı, üstelik vergisiz ve onlara da 31 milyar lira para veriyorsun. Ve kadınların "battık" demelerine de dili tam dönmüyor ama "siz doğruları söylemiyorsunuz, siz yalan söylüyorsunuz, sizi teşvik ediyoruz" diyorlar. Nedir Allah aşkına verdiğin senin? 2 torba yem parası vermişsin, biz çiftçiyi destekliyoruz diyorlar.
Değerli arkadaşlarım; bakınız çiftçilere sözüm var, beni dinlesinler: Allah nasip eder, Millet İttifakı'yla birlikte bu ülkeyi yönettiğimizde, çiftçiyi gerçek anlamda bu milletin efendisi yapacağım. Söz, nokta.
Çiftçiyi bu milletin efendisi yapacağız. Üretecek, çalışacak, kazanacak... Hiçbir çiftçinin zarar etmediği, hiçbir çiftçinin, hiçbir üreticinin zarar etmediği bir modeli inşa edeceğiz. Nasıl mı? Şöyle:
1) İktidara gelir gelmez yapacağımız ilk iş, bir hafta içinde bunlar ister bankalardan, ister Tarım Kredi Kooperatifi'nden aldıkları kredilerin faizlerini tak diye sileceğiz. Sileceğiz, hakkını vereceğiz, sileceğiz. Çiftçi diyecek ki: Oh be! En azından beni düşünen birisi oldu diyecek. Bir nefes alacak.
2) Havza bazlı planlama yapılacak. Kim neyi ekecek belli olacak, neyi satacağını da bilecek. Her önüne gelen istediği ürünü ekemeyecek. İhtiyacımız belirlenecek havza bazlı; Konya Ovası'nda ne ekilecek? Harran Ovası'nda, Çukurova'da her şey; neler ekilecek, biçilecek, bunun planlaması yapılacak. Karadeniz'in fındığı var, Rize, Artvin'in çayı var; onlar stratejik ürün bölge için. Onların daha fazla kazanmaları için ayrıca çaba harcayacağız ama diğer yerlerde havza bazlı planlama yapacağız. Yapacağımız planlama sonucu şu: Maliyet artı makul kâr, eşittir taban fiyat olacak. Evet, maliyet artı makul kâr, eşittir taban fiyat olacak.
Buğday mı ekiyorsun kardeşim? Belli, dönümü belli... Ziraat odalarına soracağız: Kardeşim bunun maliyeti nedir, gübresi nedir, ilacı nedir, mazotu nedir, emeği nedir, maliyeti ne olacak? Üstüne yüzde 10-15 kâr koyacağız ve diyeceğiz ki ne oldu? 100 lira, 15 lira de kâr verdik, 115 lira. 115 liranın üstüne satıyorsa sat kardeşim. Altına düştüğünde bunun tek alıcısı olacak, devlet olarak ben satın alacağım kardeşim, çiftçi zarar etmeyecek.
3) Bu, yeni bulduğumuz bir olay da değil. Cumhuriyet kurulurken böyle kuruldu, bu felsefeyle kurulmuş zaten. Toprak Mahsulleri Ofisi bunun için kurulmuş, TARİŞ bunun için kurulmuş, FİSKOBİRLİK bunun için kurulmuş, ÇAYKUR bunun için kurulmuş zaten. Ama bunları kapatıyorsun, yok sayıyorsun, çiftçiyi götürüyorsun, birilerine mahkum ediyorsun ve üretemez noktaya getiriyorsun. Dışarıdaki çiftçi için çalışıyorlar. Biz dışarıdaki çiftçiler için değil, kendi çiftçimiz için çalışacağız, onları bu milletin efendisi yapacağız. Hiç kimse endişe etmesin.
4) TARSİM'i yeniden düzenleyeceğiz. Çiftçi birliklerini çağıracağız, beraber yangın, sel, fırtına, hortum; neyse uğranılan zararın nasıl karşılanacağı TARSİM tarım sigortasıyla bu işi çözeceğiz. Tarım Kanunu 21. Maddesi: "Çiftçiye her yıl milli gelirin yüzde 1 oranında teşvik verilir" diyor. Bu teşviki bütçeye koyacağız. Türkiye Ziraat Odaları Birliği Başkanına diyeceğiz ki: "Gel kardeşim veya senin öngördüğün kişiler kimse gelsinler, yüzde 1 bütçeye konuldu mu ve yılın sonuna kadar bu para çiftçiye verildi mi? Denetleyin" diyeceğiz. Böylece hani parayı az koyup, büyük laflar edip, çiftçiyi perişan etmekten ve perişan olmaktan kurtaracağız.
5) Borcu olan çiftçinin traktörüydü, biçerdöveriydi, hayvanıydı... Asla bunlar haczedilmeyecek, bu konuda özel hüküm konacak. Çiftçinin traktörü haczedilir mi ya? Haczedersen bu adam tarlayı nasıl sürecek? Açlığa mahkum ediyorsun...
6) Çiftçiler için, üreticiler için kırmızı mazot uygulaması yapacağız; ÖTV'si, KDV'si mazotun olmayacak. Çiftçi mazotu gidecek, maliyeti neyse, makul kâr benzin istasyonundan kaçsa, ondan satın alacak. Kırmızı mazot uygulamasıyla çiftçi rahat edecek.
7) Çiftçiler elektrik de kullanıyorlar, onlara ucuz elektrik vereceğiz. 2 aşamalı olacak bu: Başlangıçta ucuz elektrik vereceğiz. Daha sonraki aşamada bütün çiftçileri kooperatif olarak örgütleyeceğiz, güneş enerjisi sistemi oluşturacağız. Kooperatifler ortak olacaklar. Elde edilen elektriği çiftçi bedava kullanacak. Artan elektriğiyse enterkonnekte sistem içinde satacak, çiftçi ayrıca elektrikten gelir elde edecek. Bunun bütün mekanizmaları tamam. Bazı belediye başkanlarımız da uygulamaya başladı. Yapamazlar diyorlar... Çiftçi kardeşlerime söyledim; dışarıdan mazot almıyorsun, doğalgaz almıyorsun, petrol almıyorsun, kömür almıyorsun. Güneş var, güneşin ısısı var; o da bedava kardeşim ya... Bedava ama bedavayı yapmak istemiyor, illa birilerine para kazandıracaklar. Biz de ne diyoruz? İlla birileri kazanacaksa, illa ve illa çiftçiler kazanacaklardır.
9) Eğer toprakla uğraşılan bir tarım varsa, oraya mutlaka ziraat mühendisi ve ziraat teknisyeni olacak; her yerde toprak analizlerini yapacak. Çiftçinin neyi çekerse karlı olacağını, hangi gübrenin ne kadar kullanılması gerektiğini ziraat teknisyeni, ziraat mühendisi belirleyecek. Aynı şekilde besicilik yapılıyorsa veteriner olacak, aşılar olacak, hayvanın doğumu olacak, hastalıklarıyla da ilgilenecek. Öğretmen nasıl görev yapıyorsa, imam nasıl görev yapıyorsa; ziraat teknisyeni, ziraat mühendisi, veteriner de aynı şekilde kamu görevlisi olarak çiftçilerin emrinde çalışacaklar.
10) Gençlerin kırsalda kalmaları ve çalışmaları için… Nasıl olsa zarar etmeyecekler, büyük kentlerin varoşlarında da sürünmeyecekler, "asgari ücretle iş bulabilirim miyim" diye uğraşmayacaklar; onların sosyal güvenlik primlerini devlet olarak biz ödeyeceğiz, onlar orada kalacaklar.
Bütün çiftçi kardeşlerime söylüyorum, bir daha ifade edeyim: Sözüm söz, yazın bir kenara. Çiftçi, yani 85 milyon insanı doyuran, elleri mübarek olan, toprakta uğraşan, alın teri döken, sabahın köründe tarlasına giden, bağına, bahçesine giden bütün çiftçilere söylüyorum. Sözüm söz, sizi bu ülkenin efendisi yapacağız. Kimseye el avuç açmayacaksınız. Ne Amerika'dan, ne Brezilya'dan, ne Japonya'dan, ne Güney Kore'den, hiçbir yerden tarım ürünü almayacağız... Biz üreteceğiz kardeşim bereketli topraklarda.
Biz bunu söylüyoruz ama Erdoğan perişan vaziyette galiba, geçinemiyor herhalde öyle anlaşılıyor. Maaşına yüzde 40.4 oranında zam istemiş. Şunu söylemek istiyor: "Ya o kadar çok zam geldi ki fiyatlara, ben de etkilendim ve benim de maaşıma zam olması lazım. Asgari ücretliye vereceğiz ama biraz bana da olması lazım, benim durumum da iyi değil" deyip yüzde 40.4 zam istiyor.
Değerli arkadaşlarım; yani Erdoğan ücretli rolü oynuyor, "ben ücretliyim" diyor. Yani asgari ücret var, diğer ücret var, benim de ücretim var ama halkımın şunu bilmesini isterim: Bu rolleri falan bıraksın. Senin çocuklarının ne yaptığını biz gayet iyi biliyoruz; milyon dolarlarla nasıl oynadıklarını biliyoruz, Amerikalara nasıl milyon dolarlar transfer ettiklerini biliyoruz, Manhattan'da nasıl gökdelenleri inşa ettiklerini biliyoruz, Muhammed Ali Clay'in çiftliğini nasıl aldıklarını biliyoruz. Biz bunların tamamını biliyoruz. Bu millete sözümdür, bu millete sözümdür: Bu milletten çalınan her kuruşu geri alıp, bu millete vereceğim tekrar.
Bu milletin alın terinden tüyü bitmemiş yetimin hakkını alacaksın, bilmem göndereceksin, gökdelenler yapacaksın, çiftlikler alacaksın, Kılıçdaroğlu seyredecek... Yemezler efendim, ben seyretmem. Ben o parayı alacağım, getireceğim, kendi ülkemin hazinesine koyacağım. Bundan emin olun.
Herkese selam, sevgi sunuyorum, sağ olun, var olun diyorum efendim.
23.11.2024
23.11.2024
23.11.2024
22.11.2024