18.02.2020
18.02.2020
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle: Evet efendim hepiniz hoş geldiniz, şeref verdiniz, onur verdiniz. Bizleri televizyonları başında izleyen saygıdeğer yurttaşlarımıza da Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan en içten sevgilerimizi, saygılarımızı ve muhabbetlerimizi gönderiyoruz.
Güzel bir ülkede yaşıyoruz, beraber yaşamak istiyoruz, kardeşçe yaşamak istiyoruz. Farklı görüşlerimiz olabilir, farklı siyasi görüşlerimiz olabilir ama sonuçta bu ülke bizim ülkemiz. Bu ülkede beraber, huzur içinde yaşamak istiyoruz. Huzur bırakmadılar, onu da biliyorum. Bir sürü sorun getirdiler, onu da biliyorum. Ama özellikle bütün vatandaşlarımızdan istirham ediyorum. Asla ve asla umutsuzluğa kapılmayın. Bu ülkeye güzel baharı hep beraber getireceğiz, hep beraber getireceğiz, demokrasi içinde getireceğiz, halkın oylarıyla getireceğiz.
Öteden beri söylerim, yine söylüyorum, ben bu milletin ferasetine güveniyorum. Evet milletimiz dener. Evet milletimiz bakar. Belki kararlılıkla aynı yolda gider ama bir noktada der ki; “artık bu kadar da yeter, yeter artık. Milletin anası ağlıyor. O zaman ben de oyumun rengini değiştireceğim.” Oyumu değiştireceğim; halktan yana, halktan yana, halkın çıkarlarını savunan, kul hakkı yemeyen, kul hakkı yiyenlere karşı mücadele eden kararlı bir kişi, kararlı bir partiyi, onurlu bir partiyi iktidara taşıyacağım diyecektir ve biz bunu yapacağız.
Değerli arkadaşlarım, milli güreşçimiz Süleyman Karadeniz, İtalya'da düzenlenen Avrupa Serbest Güreş Şampiyonasında şampiyon oldu. Bize güzel bir mutluluk yaşattı. Bayrağımızı göndere çekti. Kendisine yürekten teşekkür ediyorum.
Değerli arkadaşlarım; bugün önemli bir dava görüşülüyor, Gezi Davası. 16‘ncısı, evet 16’ncı duruşması bugün görüşülüyor. Değerli arkadaşlarım; Gezi Olayları aslında bu ülkenin genç, yetenekli, okumuş, hayatı sorgulayan gençlerin, bir baskı rejimine karşı tepkileridir. Çünkü bu gençlerimiz ülkelerini seviyorlar, doğayı seviyorlar; ağacı, kuşu seviyorlar. Farklı görüşte olsalar bile bir araya gelmekten, oturup uygarca tartışmaktan keyif alıyorlar, zevk alıyorlar. Biz düne kadar "ya gençler acaba bu ülkenin sorunlarıyla ilgileniyorlar mı?" diye düşünürken, bir baktık ki gençler bizden çok daha iyi düşünüyorlar. Dünyayı bizden daha iyi sorguluyorlar. Gezi Olayını yani Gezi Eylemini, bir baskının ortaya çıkardığı bir aydınlanma hareketi olarak görmemiz gerekiyor. Dolayısıyla gençlerin yaptıkları eylemleri de saygıyla, sevgiyle karşılamamız gerekiyor. Bir dönemin savcılarının hazırladığı iddianamelerle -ki o savcıların bir kısmı kaçtı, bir kısmı hapiste- bizim gençlerimiz, bizim akademisyenlerimiz yargılanıyor, sanatçılarımız yargılanıyor. Bunlar doğru değildir. Buna izin vermemek lazım. Adalet dediğimiz kavramın içini boşaltmamamız lazım. Adalet dediğimiz kavramın yüce bir kavram olduğunu, insanlığın temelini oluşturduğunu unutmamak gerekiyor. O nedenle, Gezi Olaylarının üzerinden çok zaman geçti, çok sayıda gencimiz hayatını kaybetti. İktidarın kurduğu, iktidarın kurduğu baskı sonucu bu gençlerimiz hayatını kaybetti. Hiçbir zaman gençlerimiz ellerine silah almadılar. Kimisi eline gül, kimisi karanfil, kimisi piyano, kimisi gitar, kimisi saz aldı. Ramazan Bayramında oturdular hep beraber namazlarını kıldılar. "Yeryüzü bizim ibadet alanımızdır" dediler. Bu kadar güzel, bu kadar hoşgörülü bir eylemi kalkıp da bir darbe eylemi gibi tanımlamak asla ve asla doğru değildir.
Osman Kavala; değerli arkadaşlarım 840 gündür tutuklu. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararı çıktı. "Yanlış yapıyorsunuz" dedi. Osman Kavala'nın serbest bırakılması lazım. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararını uygulayacak mahkeme bulamadık. Nasıl bir hukuktur, nasıl bir adalettir? Bir üst mahkemenin verdiği karara, bir alt mahkeme "sen ne okursan oku, ben buna uymayacağım" diyebiliyor. Bu gücü, bu cesareti nereden alıyor? Bir üst mahkemenin verdiği kararı, bir alt mahkeme uygulamıyorsa dönüp şu soruyu kendimize soramaz mıyız? Bu ülkede adalet var mı? O zaman bu yargı hiyerarşisine ne gerek var? Neden kurdunuz? Alt mahkemeler, istinaf mahkemeleri, Yargıtay, Danıştay, Anayasa Mahkemesi, AİHM; kaldırın bunları. Bir kişiyi oturtun, saraydan bir yetkili karar versin, mesele de bitsin. Meseleyi yani sorunu bu noktaya getirdiler. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının uygulanmasını öngören bizim Anayasamız 90’ıncı madde. Ama aşağıdaki hakim diyor ki: "Ben Anayasa Mahkemesini de Anayasayı da takmıyorum, hiç dinlemeyeceğim" diyor. Değerli arkadaşlarım, bunlar yanlış. Bunlardan zarar gören sadece Türkiye ve Türkiye'nin itibarı, Türkiye'nin saygınlığı. Siz bu saatten sonra bu memlekette adalet vardır, hukuk vardır, insanlar haklarını arıyor diye dünyaya anlatamazsınız. Bizim derdimiz de bu zaten; Türkiye'nin imajı. Türkiye'nin imajını zedeliyorsunuz sizler.
1376 yurttaş oturmuşlar "Ben de oradaydım, Gezi'deydim" diye bir kendilerine göre bir metin hazırlamışlar ve kamuoyuna dağıtmışlar. Bu metinden okumak isterim değerli arkadaşlarım; ne kadar masum ve ne kadar güzel bir metin:
Ben de oradaydım, ağaçlar nehirler, dağlar kardeşim olduğu için.
Ağaçları, dağları ve nehirler benim kardeşimdir diyor. Ben de oradaydım diyor. Doğayı korumak için oradaydım.
Ben de Gezi'deydim, düşüncemi özgürce söyleyebileyim diye.
Doğru, gençler düşüncelerini söylemesinler mi? Yani bir insan düşüncesini açıkladığı diye suç mu işler Allah aşkına?
Ben de oradaydım. Birlikte eylemenin, dayanışmanın güzelliğini yaşamak için.
Beraber, her görüşten insan vardı. Her görüşten, her siyasi görüşten gençlerimiz vardı. Ortak bir eylemdi bu; doğa sevgisi üzerine, insan sevgisi üzerine, adalet üzerine, hak üzerine inşa edilmiş bir eylemdi bu.
Ben de Gezi'deydim, kimse ne giydiğime, kaç çocuk doğuracağıma, gülüp gülmeyeceğime karışmasın diye.
Doğru, niye karışıyorsunuz Allah aşkına?
Ben de oradaydım, yaşadığım şehir beton yığınına dönmesin diye.
İstanbul'u bir beton ormanına döndürenler kim arkadaşlar? Gezi'de bu işi protesto eden, bu işe "yanlış yapıyorsunuz" diyen gençlerimiz miydi? Onlar mı gökdelenleri İstanbul'un bağrına hançer diye sapladılar.
Ben de Gezi'deydim, barış içinde yaşamak istediğim için.
Kavgasız bir ortamda yaşamak istiyor bu insanlar…
Hepimiz oradaydık. Gezi'de dile gelen bu toplumun özlemleri ve talepleridir. Bu talepler yargılanamaz.
Ayrıca bir Anayasamız da var. 34'üncü maddesi diyor ki: "Herkes önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir." Anayasa diyor bunu. Ama anayasa, saray iktidarı tarafından geçerli bir metin değil. Onun yargıçları açısından da geçerli bir metin değil. Alınan taleple karar verecekler ve insanları mahkûm edecekler. Dolayısıyla hepimiz bu davanın adalet içinde sonuçlanmasını bekliyoruz. Her şeye rağmen, her şeye rağmen. Her şeye rağmen adalet olmalı. Her şeye rağmen güzellik olmalı. Her şeye rağmen, her şeye rağmen birlikte yaşamalıyız, birlikte yaşamalıyız.
Biz, hep beraber bu ülkede demokrasiyi savunacağız, hep beraber savunacağız. Her düşünceye saygı göstereceğiz. Her inanca saygı göstereceğiz. Her kimliğe saygı göstereceğiz. Her yaşam tarzına saygı göstereceğiz. Türkiye böyle güzel olur. Farklılıklarıyla zenginleşen bir Türkiye'yi inşa etmek zorundayız. Siyasetteki kini, öfkeyi, intikamı bir tarafa bırakmalıyız. İntikam… Yargıyı kullanarak gençlerden intikam alınmaz. Yazıktır, günahtır. O çocukların tamamı bizim çocuklarımız. Onlar bizim evlatlarımız. Hapse atsan ne olur? Hapiste tutsan ne olur? Ellerine kelepçe vursan ne olur? Sen mi kazanırsın? Yoksa gençleri mi kaybederiz? Gençlere "delikanlı" diyoruz. Bazen dozu aşabilirler kabul edelim, hepimizin gençlik hayatı oldu. Yanlışlarımız da olabilir ama bize düşen gençliği hoşgörüyle karşılamaktır. Gençlerin gençliğini anlayışla karşılamaktır; anneler böyle düşünür, babalar böyle düşünüyor.
Bunu niye söylüyorum? Allah'ın bize verdiği en değerli hazine akıldır, en değerli hazine akıldır. Aklımızı kullandığımız zaman bütün bu sorunları aşabiliriz. Aklımızı kullandığımız zaman iyi ile kötüyü birbirinden ayırabiliriz. Aklımızı kullandığımız zaman çok güzel kentler, çok güzel şehirler yaratabiliriz. Aklımızı kullandığımız zaman işsizliği önleyebiliriz, yoksulluğu önleyebiliriz. Aklımızı kullandığımız zaman devlette liyakati esas alırız. "Akıl akıldan üstündür" kavramını hayatın her alanında dile getirebiliriz. Dolayısıyla aklı kullanmak kadar güzel bir şey yoktur. Sorunları çözmenin yolu aklı kullanmaktır. En değerli hazinemiz akıldır. Aklımızı birilerine kiralamayacağız. Birilerinin söylediğini sürekli söyleyerek insanoğlunu papağan durumuna düşürmemeliyiz. Herkes hayatı sorgulamalı. Herkes yanlış mıdır, doğru mudur bunu oturup düşünmeli ve tartışmalıyız. Ve aklımızı kullanarak bizim gibi düşünmeyen insanlarla bir araya gelip özgürce konuşmalı ve tartışabilmeliyiz. Demokrasi dediğimiz işin özünde yatan budur. "Her şeyi ben bilirim. Benden daha iyi kimse düşünmez. Ben asla yanlış yapmam. Ben asla hata yapmam." Bu kula özgü bir kavram değildir. Herkesin eksiği, herkesin hatası vardır. Hele 21 inci Yüzyıl'da "ben her şeyi bilirim" demek dünyanın en büyük yalanıdır. "Ben her şeyi bilirim" demek dünyanın en büyük yalanıdır.
Çocuklarımızı okula gönderiyoruz, kâinatı keşfetsinler diye; daha güzel hayatı merak etsinler diye, meraklarını gidermeleri için düşünsünler diye. Akıllarını kullansınlar diye. Daha kaliteli, daha nitelikli sorular sorsunlar diye. Daha fazla meraklansınlar diye. Çocuklarımızı bunun için okula göndeririz, daha iyi yetişsinler diye. İcatlar bunun için yapılır, akıl kullanıldığı için icatlar yapılır. Dünya keşfedilir. Yeni yeni keşifler akıl kullanıldığı için yapılır ve hayata geçirilir. Hiç kimse unutmasın aklımızı kullanırken de liyakat esastır. "Ben her şeyi bilirim" demek yanlıştır. Neden? Ben fizikçi isem, fizik dünyasını bilirim. Kimyacı isem kimya dünyasını bilirim. Tarihçi isem tarih dünyasını bilirim. Edebiyatçıysam, edebiyat dünyasını bilirim. Hukukçuysam, hukuk dünyasını diyebilirim. “Her şeyi ben bilirim” olmaz. O nedenle üniversiteler vardır. O nedenle ayrı ayrı üniversiteler, ayrı ayrı okullar, ayrı ayrı disiplinler vardır ve her seferinde yeni disiplinler ortaya çıkar, yeni görüşler ortaya çıkar, yeni buluşlar ortaya çıkar. Bu da aklı kullanırken liyakati yine esas almaktır. Dünyayı, bir kişi değil, dünyayı, kâinatı sorgulaması demektir bu. Hep birlikte dünyayı sorguluyoruz. Ben yıldızları sorgulayabiliyorsam, bir başka kişi toprağın altındaki solucanı sorgulayabiliyor. Birisi karıncayı sorgulayabiliyorsa, birisi bir başka kuşu sorgulayabiliyor. Birisi Antarktika'yı, orada yaşamı sorguluyorsa, bir başkası da Afrika'daki sıcak yaşamı sorguluyor.
Dolayısıyla insanoğlunun aklını kullanması kadar değerli bir şey yoktur ve aklımızı kullanırken de doğal olarak sıcak gündemi asla unutmayacağız. Bazen fizik, bazen kimya. Bunlar belki belli bir eğitim almış kişilerin sorguladıkları alanlar. Ama sade yurttaşların ya da bizlerin ya da hepimizin toplu olarak yaşadığımız günlük sorunlar vardır, günlük sıkıntılar vardır, bunları da sorgulamak zorundayız. O konuda da bazı sorular hazırladım. Vatandaşlarımız da dinlesin diye.
Bakınız: Bu günkü Türkiye'den söz edelim.
Vatandaş niye perişan? Bu soruyu sormak zorundayız. Aklımızı kullanacaksak, vatandaş niye perişan? Bu soruyu sormak zorundayız.
Emekli neden geçinemiyor? Hangi gerekçeyle geçinemiyor? Bunu da sormak zorundayız.
Neden işsizlik var? 8 milyona yaklaşan işsizlik neden var? Almanya'yla nüfusumuzu aynı aşağı yukarı; toprak bütünlüğümüz de üç aşağı beş yukarı aynı. Almanya işçi arıyor, bizde dünya kadar işsiz var. Neden? Bunları sormak zorundayız?
Neden hapishaneler tıka basa dolu? Neden? Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin hapishaneleri neden tıka basa dolu?
Neden Ortadoğu bataklığından şehitlerimiz geliyor? Neden?
Neden sırtını saraya dayayanlar hapse girmiyor da garipler, Harp Okulu öğrencileri hapislerde sürünüyor? Neden?
Parası olan dışarıya çıkıyor da, parası olmayan avukat dahi tutmakta zorluk çeken neden yıllarını, aylarını hapishanelerde geçiriyor? Neden?
Neden görüşünü açıkladı diye üniversiteden yüzlerce akademisyen atılır? Yüzlerce; görüşünü açıkladı diye. Bir alimin, bir bilginin kendi toplumumuz için değil, dünya için ne kadar değerli olduğunun acaba farkındalar mı? Biliyorlar mı acaba şunu? "Alimin ölümü, alemin ölümü gibidir" der Sevgili Peygamberimiz. Bir alimin ölümünü, bir kâinatın ölümü ile eşdeğer tutar bilime verdiği değeri anlatmak için, bilim insanına verdiği değeri anlatmak için ve biz yüzlerce kişiyi alıyoruz, kapı önüne bırakıyoruz. Niçin? Benim beğenmediğim düşüncelerini açıkladın, ben de seni sivil ölüme mahkûm edeceğim. Ve bu akademisyenler diyorlar ki tamamı: "Üniversitelerden bizi attığınız, güzel; bırakın yurtdışına gidelim. Oradaki üniversiteler bizi istiyor. Gideceğim orada ders vereceğim" diyor. "Hayır çıkamazsın" diyorlar. Pasaportuna el koydu. E o zaman çalışayım, hayır çalışamazsın diyorlar. Bunu, aklını kullanan her vatandaşın, aklını kullanmak zorunda olan her vatandaşın kendi vicdanına sorması lazım "bu adaletli midir?" diye.
Neden 83 milyon vatandaş vergi verirken, devleti yönetenler, kendi yönettikleri devlete vergi vermemek için yasayı dolanırlar? Bakın arkadaşlar, neden herkes vergi öderken, yönettikleri devlete vergi vermemek için aile boyu Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin vergi dairelerine kumpas kurup neden Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne vergi vermezler? Bunu da sorması lazım, her vatandaşın sorması lazım; vicdan sahibi, adalet isteyen her vatandaşımın bu soruyu sorması lazım. Eğer bu soruyu sormuyorsanız, sizin Türkiye'yle de, insanlıkla da bir ilişkiniz yoktur. Bu kadar açık, bu kadar net söylüyorum.
Milyonlarca insan işsiz iken -milyonlarca, 8 milyona dayandı- milyonlarca insan asgari ücretle geçinirken, milyonlarca insan asgari ücretin yarısının altında bir gelirle geçirilirken; yüz binlerce insan çöp konteynırlarından beslenirken, neden saraya yakın bazıları ikişer, üçer büyük maaşlar alıyorlar? Neden? Milletvekili maaşı alırsın, bakan maaşı alırsın, yönetim kurulu maaşı alırsın. Ya memlekette bu kadar açlık var, bu kadar sefalet var; çöp konteynırlarından geçinenler var, oradan geçimini sağlayanlar var; gözün doymuyor, gözün doymuyor, gidiyorsun 4-5 yerden aylık alıyorsun!
Bakın bu tablo, Türkiye tablosu bu tablodur arkadaşlar. Türkiye tablosu bu tablodur. Bu tablonun arkasında milyonlarca işsiz var. Bu tablonun arkasında geçinemediği için intihar eden vatandaşlarım var. Bu tablonun arkasında çocuğunu akşam yatağa aç yatıran annenin dramı var. Bu tablo, bu karikatür, bir Türkiye gerçeğini bundan daha iyi anlatamaz. Bir tarafta işsizlik var, bir tarafta önünde dolarlar, yedikçe doymayan bir grup var, yedikçe doymayan bir grup var.
Neden hiçbir anne çocuğunun eğitiminden memnun değil? Anneler bunu sorsun. Çocuğumu okula gönderiyorum. Neden hiçbir çocuk doğru dürüst eğitim almıyor?
Neden on binlerce aile çöp konteynırlarından besleniyor? Bunu da inkâr ediyorlar ama hayatın gerçeği. Çıkın sokaklara, caddelere, pek çok insan göreceksiniz o çöp konteynırlarının başında. Hepsi de fakir fukara, garip gureba dediğimiz insanlar. Neden on binlerce aile pazar atıklarından, artıklarından besleniyor? “Akşam gidin pazarlara…” Zaten o insanlar akşam gidiyorlar! Pazarcı tezgâhı toplar, artıkları atar, o fakir fukara da gelir o atıklardan yiyecek toplar. Bu gerçeğin bilinmemesi mümkün değildir. Bu gerçeğin anlatılmaması mümkün değildir. Bu gerçeğin vicdanları yaralamaması mümkün değildir. Ben 21. yüzyılın Türkiye'sinden söz ediyorum. 17 yıldır iktidarı yönetenlerin acziyetinden söz ediyorum.
Ve yine sormalı vatandaşlar: Neden on binlerce ailenin elektriği kesilir, doğalgazı kesilir? Neden?
Türkiye'nin bu kadar bereketli toprakları varken, çalışkan insanı varken, yurt dışından neden saman ithal ederiz? Neden saman ithal ediyoruz? En son nereden saman ithal ettik biliyor musunuz? İsviçre'den. Evet, evet çok küçük bir rakam ama İsviçre'den saman ithal ettik.
Değerli arkadaşlarım, bizi televizyonları başında izleyen vatandaşlarım; senin artık bu gidişe dur demen lazım kardeşim. Helalinden dur demen lazım. "Yaptığınız yanlıştır" demeniz lazım. "Bu ülkeye saman ithal eden bir iktidar istemiyoruz" demen lazım. "Yozgat'ın kokulu mercimeğini dünyaya tanıtman lazım" demen lazım senin!
Bunları soruyorum, aklımızı kullanacağız. Ne dedim? Allah'ın verdiği en değerli hazine akıldır. Aklımızı kullanacağız, hayatı sorgulayacağız, eğriyi doğruyu bileceğiz. Yanlışı, hilekarlığa göreceğiz. Doğru nedir, eğri nedir, yanlış nedir? Bunları oturup sorgulayacağız. Bunları yapmadığınız takdirde, vatandaş olarak da görevimizi yapmamış oluruz.
Değerli arkadaşlarım; bu ve benzeri soruları soranlar var, bu ve benzeri sorunları gündemine almayanlar var. Türkiye ikiye ayrılmış vaziyette. Bu ve benzeri soruları soran milyonlar var ama bu ve benzeri sorunlardan habersiz, kendi özel dünyasında yaşayan bir grup da var. Sarayın Türkiye'si ayrı, halkın Türkiye'si ayrı. Şimdi size 13 madde halinde sarayda yaşayanların Türkiye'si ile halkın Türkiye'sini kıyaslayacağım:
1) Saray'da yaşayanların Türkiye'sinde işsizlik diye bir dert yoktur.
Onların herkesinin, 7 göbek işi hazırdır. 7 göbek, para, pul, dolar, avro; her şey var. İşsizlik diye bir dertleri yok, gündemlerinde işsizlik de yok. Arada bir mahsus "işsizliği keseceğiz, işsizliği önleyeceğiz; paket açıkladık, paket açıkladık…" 17 paket oldu, 20 paket oldu, 50 paket oldu; her paketin sonunda işsizlik var. Çünkü onların gündeminde işsizliği samimi olarak gidermek diye bir şey yok.
Halkın gündeminde ise işsizlik var. Tam bir faciaya dönüşmüş durumda işsizlik.
2)Saray'ın gündeminde yoksulluk yok değerli arkadaşlarım; Saray'ın yaşadığı Türkiye'de yoksulluk diye bir kavram yoktur. Saray sosyetesi yoksulluğun ne olduğunu da bilmemektedir. Yoksulluk nedir onlar bilmiyorlar. Saray sosyetesine göre vatandaşın simitle geçinmesi bile bir lütuftur. Arada bir 50 bin dolarlık çantayla yoksul evlerine ziyarete gidilir. Bir daha söylüyorum, 50 bin dolarlık çantayla yoksul evlerine ziyarete gidilir ve yoksulluk afişe edilir. Yoksulluğu çözecekmiş gibi, 50 bin dolarlık çantayla gidiyorsan kusura bakma "sen yoksulla alay ediyorsun" demektir.
Halkın yaşadığı Türkiye'de yoksulluk var, az önce söyledim çöp konteynırlarından beslenen on binler var.
Değerli arkadaşlarım; akşam pazar atıklarından beslenen yüz binler var. Halkın yaşadığı Türkiye ile Saray'ın yaşadığı Türkiye, beyazla siyah kadar birbirinden ayrılmış durumda.
3)Saray sosyetesinin asla bir gelecek endişesi yok, hepsinin geleceği güvence altında. Hiçbir endişeleri yok. O kadar ki, sadece Türkiye'de değil, Amerika'da, İngiltere'de bunlar geleceklerini güvence altına aldılar. Manhattan'da gökdelen dikenler kimler? Ben miyim? Gariban vatandaş mı? Konteynerden yiyecek toplayan kadın mı? Kim bunlar? Saray sosyetesi; yakınları, akrabaları, vakıflar ve kamunun kaynakları aktarılarak, kamunun kaynakları aktarılarak kendilerine gökdelen dikiyorlar, ne diye? “Efendim öğrenci yurdu yapıyoruz…” Metrekaresi ne kadar? Metrekaresinin kirası Manhattan'da 10 bin dolar; 10 bin dolar bir metrekare. Hangi öğrenci kalacak burada Allah aşkına, hangi öğrenci kalacak? Kendi dünyalıklarını yapıyorlar.
Halkın yaşadığı Türkiye'de herkesin bir gelecek endişesi var. Yarın sabah ne olacağını kimse bilmiyor. Gençlerimiz umudunu kestiler, kendi geleceklerini gelişmiş ülkelerde arıyorlar. Oralara gidiyorlar kendi gelecek endişelerini gidermek için.
4) Sarayda hayat pahalılığından asla eser yoktur. Sarayda her şey güllük gülistanlıktır. Çünkü sarayda yaşayan sosyetenin kira parası yoktur, doğalgaz parası yoktur, elektrik parası yoktur, ulaşım masrafı yoktur, eğitim masrafı yoktur, mutfak masrafı yoktur. Bütün bu masrafların tamamını 82 milyon olarak biz karşılarız. Hiçbir masrafı yoktur ama çifter çifter aylık alırlar; o ayrı. Hem masrafı yok, hem çifter çifter - arpalık dedik ya - aylık almaya devam ederler.
Halkın yaşadığı Türkiye'de hayat pahalılığı felaket. Mutfaklarda yangın var değerli arkadaşlarım. Az önce söyledim intiharlar, aile boyu intiharlar Türkiye'nin gündemini meşgul ediyor. Hepimizin vicdanını rahatsız ediyor ve hepimiz şu soruyu soruyoruz: Bu Türkiye ne zaman düzelecek? Ne zaman hepimiz huzura kavuşacağız? Hiç endişe etmeyin, Türkiye'yi huzura kavuşturmak namuslu politikacıların görevidir, dürüst politikacıların görevidir; vatandaşı arasında ayırım yapmayan politikacıların görevidir.
5)Saray sosyetesinin bir başka özelliği daha var. Saray sosyetesi vatandaşa hesap vermeyi doğru bulmaz, kibir egemendir, kibir. Vatandaşı ezilmesi gereken bir sinek gibi görür bazen. Hak mı istiyorsun, tepesine biner. "Ne hesabı?" diyor. "Ben yerim, istediğim gibi yerim, hesabını da vermem" diyor.
Ama halkın beklediği nedir? Temiz siyaset, düzgün siyaset. Her kuruşun hesabını milletine veren siyaset. Halkın beklediği budur.
6) Saray sosyetesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Meclisi'ni kendi çıkarlarına hizmet eden bir organ olarak görür. Saray sosyetesi Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni kendi çıkarlarına hizmet eden bir organ olarak görür. Çünkü bilir ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne hangi talimatı verirsem burada AK Parti ve MHP'nin oylarıyla bütün talepler yerine gelir.
Oysa vatandaşın beklediği nedir? Vatandaş, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde kendi sorunlarının çözülmesini ister, kendi sorunlarının dile getirilmesini ister. Bununla saray sosyetesi arasında dünya kadar fark vardır.
Önemli bir şey daha, çünkü bundan ben de rahatsızım, vatandaş bazen sandığa gider, seçim dönemlerinde oy kullanır. Milletvekillerini seçtiğini sanır. Büyük bir aldatmacadır. Aslında o milletvekillerini seçmez vatandaş. Vatandaş parti liderlerinin seçtiği milletvekili listesine mührü basar sadece. Milletin vekilini, millet seçtiği zaman demokrasi gelir bu ülkeye.
7)Saray sosyetesinde hak, hukuk, adalet diye bir kavram yoktur. Hep bana, hep bana, hep bana kavramı vardır.
Halk ise hakkı, hukuku ve adaleti arar ama bunu aramanın da vatandaş için ne kadar pahalı olduğunu hepimiz biliyoruz.
8)Saray sosyetesinin gözünde devlet soyulacak bir organ olarak görülür. Devletten dolarla iş ve garanti alanlar, saray sosyetesi gözünde makbul vatandaşlardır. Dolarla ihale almıştır. İhale değil aslında, kendisine tahsis edilmiştir büyük yatırımlar dolarla; garantiler verilmiştir ona dolarla. "Sen buradan beslen, ben de besleneyim" demiştir. Bunlar vatandaşın değil sarayın gözünde makbul vatandaşlardır. O kadar makbuller ki bu vatandaşlar sarayın gözünde, milletin anasına küfür edecek kadar sarayın gözünde makbul vatandaşlardır.
Halkın yaşadığı Türkiye'de ise "ödediğimiz vergiler nereye gitti" sorusunu sormak bile büyük bir tehlikedir. Geldiğimiz nokta budur.
9)Saray sosyetesinde vergi vermek enayiliktir. Sarayda yaşayanlar, sosyete ne vergi̇si̇? Az önce söyledim; kendi yönettiğiniz ülkeye vergi vermemek için aile boyu Man Adası üzerinden vergi kaçırırlar. Belgelerini açıkladık, savcı soruşturma yaptı, "her şey doğrudur" dedi. İlgili bankanın makbuzlarına banka dahi itiraz etmedi. MASAK konuyu inceledi, "herhangi bir şey yoktur" dedi, "bütün rakamlar doğrudur" dedi. Mahkemeden yasak kararı getirdiler, millet doğruları öğrenmesin diye.
Değerli arkadaşlarım; Kızılay'ın felaketini zaten hepimiz biliyoruz. Oysa saray sosyetesi vergi ödemez ama vatandaş bütün vergilerini öder. Sanayicisi, serbest meslek erbabı, çiftçisi; herkes doğduğu andan itibaren, her vatandaş vergisini verir. Değerli arkadaşlarım sadece vergi mi verir vatandaş? Hayır, o garanti veriyorlardı ya, o garanti de vatandaşın sırtına yıkılır. Hem vergi, verir hem saray sosyetesinin makbul adamları olan, dolar bazında ihale ve garantiye alanların masrafları da vatandaşın sırtına yüklenir.
10)Saray sosyetesi devleti bir çiftlik gibi görür arkadaşlar. "Ye yiyebildiğin kadar" az önce gösterdim size afişi. Ye yiyebildiğin kadar.
Vergiler yetmezse, saray sosyetesi dışarıdan borç alır, içeriden borç alır, onunla da beslenir. O da büyük masraftır, o masrafı da vatandaşın sırtına yıkar, "sen ödeyeceksin" der.
Değerli arkadaşlarım, vatandaş çoğu zaman bunların farkında değildir. Çünkü vatandaşın en büyük derdi aybaşını nasıl getireceğim? Nasıl taksitleri ödeyeceğim, nasıl doğalgaz parasını ödeyeceğim? Nasıl çocuğa harçlık vereceğim, eğitim masrafını karşılayacağım? Nasıl mutfak masrafını karşılayacağım? Vatandaşın derdi budur. Saray sosyetesi de icra diye bir kavram yoktur. Çünkü saray sosyetesi o kadar ballı bir hayat yaşıyor ki, icra bir şeyi asla düşünemez. Ama vatandaşın yaşadığı Türkiye'de 20 milyon 521 bin dosya, icra dosyası vardır. Her iki vatandaştan birisi icralıktır. Saray sosyetesinin bunlardan haberi var mı? Emin olun haberi dahi yoktur. Söylense bile inanmazlar zaten. "Yok efendim olur mu? Şu Kılıçdaroğlu zaten hiçbir zaman doğruları söylemedi" diyeceklerdir. Kendi bürokratlarından rakamlarla bile inanmıyorlar.
11)Saray sosyetesinde asla vatan sevgisi yoktur. Bireysel ve sarayın çıkarları esastır.
Bunlarda vatan sevgisi yoktur. Neden yoktur? Tank-Palet Fabrikasını, ordunun gözbebeği olan bir fabrikayı, bedelsiz olarak, hiçbir para almadan Katar ordusuna peşkeş çekenler vatansever olamazlar. Saray sosyetesine Tank-Palet bağlamında destek verenler de ne milliyetçi, ne de vatansever olamazlar.
15 Temmuz Şehitleri için toplanan paraları... Ya gözünüz doysun ya. Ne derler "toprak doyursun" derler ya. 15 Temmuz Şehitleri için toplanan paraya da göz diktiler. Biz dile getirmesek onu da unutturacak, onu da yiyecekler. Yahu nasıl doymaz adamlarsınız siz ya? Nasıl doymaz adamlarsınız? Yahu sizde Allah korkusu yok mu? Kuldan utanmıyor musunuz? Aynı şekilde Beşiktaş’ta hayatını kaybeden -ki çoğu polis- onlar için de para toplandı; onu da, biz dile getirmesek onu da götürecekler. Pes ya, vallahi pes; ben insan olarak utanıyorum, insan olarak! Devleti yönetiyorlar; ya elektrik paranı karşılıyorlar, pul paranı karşılıyorlar, uçak paranı karşılıyorlar, her şeyi karşılıyorlar, ya bari hiç değilse bu şehitlerin parasına dokunma kardeşim!
Değerli arkadaşlarım, bir şey daha var: Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez saray sosyetesinin emri ile bir Türk toprağı ve bayrağı terk edilmiştir; Süleyman Şah Türbesinin olduğu alan. Onların vatanseverliği söz konusu değildir. Saray sosyetesinin, ülkenin çıkarlarını düşünmek gibi bir derdi yoktur. Onların tek derdi "malı nasıl götürürüz, malı nasıl götürürüz. Nasıl zenginleşiriz?" Yedikçe duymuyorlar, yedikçe daha fazlasını istiyorlar.
12)Saray sosyetesinde israf esastır değerli arkadaşlar. İsrafı itibar olarak görürler.
Halkın yaşadığı Türkiye'de ise israf haramdır, tasarruf esastır.
12 inci konu saray sosyetesine göre devlet yönetiminde israf esastır dedik. Örnek vereyim size: Uçan saraylar; 13 tane uçağı var, bir tane de Katar'dan, kraldan bedava alındığı söyleniyor ama bedava mı değil mi orası biraz tartışmalı.13 tane uçak ya, arkadaş ne yapacaksın onu 13 uçağı? Bir tane yetmez mi? 2 tane yetmez mi ya? İnsan Allah'tan korkar, bu kadar israf. Yazlık sarayı var Muğla Okluk'ta. Van Ahlat'ta bir yazlık saray daha yapıyor. Kışlık sarayı var. Ya nedir bu Allah aşkına ya? Nedir bu?
Rakamlara baktım, bunu da ilk kez burada açıklayayım. 2020 Cumhurbaşkanlığı Bütçesi: Sarayların, bu sarayların yapımı ve onarımı ve araç kullanımı için bütçeye konan para 610 milyon lira. Eski parayla 610 trilyon lira 2020'de para harcanacak bu saraylara. Neye bedel bu biliyor musunuz? 265 bin 217 asgari ücretlinin bir aylık aylığına bedel.
Değerli arkadaşlar daha vahim bir şey açıklayayım: Bu gayrimenkul; saraya tamir, bakım, onarım, neyse. Bir de menkul malların büyük onarım giderleri var. Menkul mal ne? Taşınır mal. Bunu alırsınız, odaya götürürsünüz, başka bir yere götürürsünüz. İşte menkul mal dediğim bir kalemdir, dolmakalemdir, arabadır, vesaire. Taşınır mal, sabit değil, bina gibi sabit değil, taşınan mal. Bunlar için ne kadar para? Cumhurbaşkanlığı Bütçesine baktık, 2017 yılında 3 milyon lira menkul malların büyük onarımı için ödenek ayrılmış, 2018'de de 3 milyon lira. 2019'a gelince durum değişiyor; 100 milyon lira, eski parayla 100 trilyon lira. 100 trilyon lirayı menkul malların büyük onarım giderleri olarak ayırıyorlar, yüzde 3 binin üstünde artış var. Şimdi milletim adına tekrar soruyorum: Ne oldu da 3 milyon, 100 milyona çıktı? Ne oldu da 3 trilyon, 100 trilyona çıktı? Neyin onarımı bu? Taşınan mal nedir? Bu taşınan malın onarımı nedir?
Hadi bunu yaptın, 2020 yılında 140 milyon; yüzde 40 bir artış daha yapılıyor, 140 trilyona çıkıyor. Bu nasıl bir saray ya? Ye ye bitmez bir saray ya? Nasıl bir saray Allah aşkına? Benim aklım almıyor, vicdanım almıyor, adalet duygum almıyor, insanlığım almıyor. Nedir Allah aşkına?
Bir şiir var Bahaettin Karakoç'un, onu okuyayım arkadaşlar:
“Bu şaşkın dünyada yer gök alçaldı,
Bir yağma başladı, çalanlar çaldı.
Kefenmiş, rütbeyimiş, makammış derken
Ne ehli̇yet kaldı, ne mezar kaldı.”
Geldiğimiz nokta bu.
Suriye politikası… Öteden beri söyledik, “yanlış yapıyorsunuz.” Öteden beri, en baştan beri yanlış yapıyorsunuz. "Sizin Ortadoğu bataklığında ne işiniz var?" diye defalarca, defalarca, defalarca söyledik. Her seferinde bizi eleştirdiler. Her seferinde, her seferinde vatan millet edebiyatı yaptılar.
Değerli arkadaşlarım, Suriye bataklığının bize maliyeti bir hayli ağır oldu, bir hayli ağır oldu. Bakın bölgede vekalet savaşları yapılıyor, egemen güçlerin taşeronluğuna saray sosyetesi soyunuyor, orduyu da kullanıyorlar. Ölen bizim askerimiz, söyledim. Sen gidiyorsun mitinglere, senin yandaşların seni karşılıyorlardı kefen bezi giymiş o yandaşların. Onları gönder Suriye'ye, ver ellerine silahı gitsinler! Gariban Mehmet'i niye gönderiyorsun sen? Fakir fukaranın çocuğunu niye gönderiyorsun ve hangi amaçla gönderiyorsunuz?
Bakın 5 maddede Suriye'nin maliyetini anlatayım size:
Bir: 24 saatte Emevî Camii'nde namaz kılacaklardı değil mi, 24 saatte? Biz hiç gitmedik, gidemedik ama Putin gitti.
Putin niye oraya gitti, niye oraya gitti? Sen 24 saat değil, uzun yıllar, 24 ay da geçti, uzun süreler geçti. "Sen oraya gidemezsin ama ben oraya giderim. Sana ders veriyorum" diyor.
İki: 24 saat içinde Emevî Camii'ne gideceklerdi, Süleyman Şah Türbesi'ni kaçırmak zorunda kaldılar.
Vicdanım kanıyor, vicdanım. Emin olun bunu anlatırken utanıyorum. Emin olun bu ülkenin tarihine, Milli Kurtuluşa, savaşa, bir kum tanesine feda edilen canlara, bu ülkede kalsın diye feda edilen canlara acıyorum. Kendi toprağımızdan kendi bayrağımızı indirerek, kendi büyüğümüzün mezarını kaçırarak, kendi toprağımızı terör örgütüne teslim ederek kaçtık.
Üç: 24 saatte Emevî Camii'ne gideceklerdi, 3 milyon 600 bin Suriyeli geldi.
Bu resmi rakam, aslında 4 milyonun üstünde. Bunlar gidecekti, oradan 3 milyon 600 bin kişi geldi.
Dört: 24 saatte Emevi Cami'ine gideceklerdi. Bunu kahramanlık olarak anlatırken, bununla ilgili edebiyat yaparken, gelen Suriyelilere fakir fukaranın sırtından 40 milyar dolar para harcadılar, 40 milyar dolar. Suriye'nin faturası nedir, işte budur.
Beş: Emevi Cami'nde 24 saat işine gidip namaz kılacaklardı, Şimdi İdlib'ten 1 milyon kardeşimiz gelecek, hepimizin gözü aydın.
Bu mudur başarı! Bu mudur dış politika! Bu mudur Türkiye'nin itibarı! Saray sosyetesine sormak istiyorum.
Devleti böyle yönetirsen, çıkmaz sokaklarda kaybolur gidersin. Devlet adaletle yönetilir, devletin dini adalettir. Devlet ehliyetle yönetilir. Sen Dışişleri Bakanlığı'nı tamamen devre dışı bırakıp, sarayda bir avuç adamla oturup dış politikayı belirlersen, Türkiye'yi böyle açmaza sürüklersin. 50 sefer söyledim, 50 sefer söyledim; egemen güçler ateşi elleriyle tutmazlar, maşa kullanırlar. O maşalardan birisi de Erdoğan'ın kendisidir.
Geçen grup toplantısında 20 soru ve 20 cevap vermiştim FETÖ'yle ilgili olarak. Karşı dünyada büyük yankılar uyandırdığını biliyorum. Erdoğan cephesinde büyük yankılar uyardığını biliyorum. Dikkat buyurunuz, 15 Temmuz'a kadar geldim, sonrasını aktarmadım. Eğer arzu ederlerse 15 Temmuz sonrasını da konuşabiliriz. 20’nci soruyu benim sorularım oluşturuyor. 7 tane sorunun cevabını bugüne kadar almış değilim. Milletim adına soruyorum. 251 şehit adına söylüyorum. 251 şehit adına soruyorum, 7 sorumun cevabını bekliyorum, 7 sorumun cevabını bekliyorum.
Benimle ilgili olarak 500 bin liralık dava açmış, çok korktum. Avukatım geldi dedi ki: "Biz de dava açacak mıyız?" Açacağız dedim. "Ne kadarlık açalım, biz de 500 binlik açalım mı?" dedi. "O kadar etmez" dedim. "Ne kadar olsun?" "Adamına göre; beş paralık dava açın" dedim. Beş paralık, beş paralık dava… "Beş paralık dava açın" dedim. Avukat arkadaş dedi ki: "Vallahi beş para yok." "Ne yapalım o zaman, beş kuruşluk olsun" dedim. Dava o nedenle beş para değil maalesef, beş kuruşluk açtık. Değer biraz yükseldi ama idare edeceğiz.
Hepinize saygılar sunuyorum.
23.11.2024
23.11.2024
23.11.2024
22.11.2024