17.11.2020

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU (17 KASIM 2020)

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle: Bizleri televizyonları başında, sosyal medya hesaplarında, radyolarında dinleyen bütün vatandaşlarıma Cumhuriyet Halk Partisi Grubu’ndan sevgilerimi, saygılarımı gönderiyorum. Haftalık değerlendirmesini yapmak üzere davet etti Sayın Başkan, oturumu yöneten başkan. Her hafta bir değerlendirme yapıyoruz ama bütün vatandaşlarım şundan emin olsunlar: Her hafta söylediklerimizin yüzde 100'ü doğrudur. Bir eleştiri yapalım diye konuşmuyoruz aslında. Sorun var, evet, ciddi bir sorun var. Sorun hissediliyor mu? Türkiye çapında hissediliyor. Sorunu çözecek olan kim? Siyaset kurumu. Siyaset kurumunda sorunu çözecek olan, soruna talip olacak olan kim? İktidarı yönetenler. Peki yöneten görevini yapmıyorsa, o zaman biz devreye giriyoruz.


Bu toplantıların en temel amacı, iktidarın görev yapmadığı ya da görevini yapmadığı konularda iktidarı uyarmak ve nasıl yapılması gerektiğini söylemektir. Biz onu yapıyoruz. Bir yanlışlık var mı? Var. Hatalar var mı? Hatalar var. Bir ekonomik buhran var mı? Ekonomik bir buhran mı var? Bir hukuk buhranı var mı? Bir hukuk buhranı var. Çözülmesi mi gerekiyor? Çözülmesi gerekiyor. Kim çözecek? Siyaset kurumu çözecek. Her ortamda ve her yerde şunu söyledim, dedim ki: Eğer ekonomide ve hukukta bir sorunu çözeceksiniz ve o sorunun çözümü milletin hayrına olacaksa, Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde elimizi kaldıracağız ve ona "evet" diyeceğiz. Engellemeyeceğiz. Fakat ısrarla ve ısrarla sadece söylemde kalan sözler var. Gerçeğe dönüşmüyor, uygulamaya dönüşmüyor, yasaya dönüşmüyor, kararnameye dönüşmüyor, genelgeye dönüşmüyor. Herkes beklenti içinde "nasıl çözülecek?" diye. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim, Türkiye'nin çözülemeyecek hiçbir sorunu yoktur. Çözecek irade de vardır, kapasite de vardır, birikim de vardır, liyakat de vardır. Ama bir kişi "ben her şeyi çözerim, benim çözmem lazım" diyorsa olmaz. Bir devlet aile şirketi gibi yönetilemez. Devleti yönetmek için bilgiye ihtiyacınız var, birikime ihtiyacınız var, liyakate ihtiyacınız var, yetişmiş insan gücüne ihtiyacınız var, enerji dolu özel sektöre ihtiyacınız var. Yaptığı her harcamanın hesabını kamuya veren, kamu kuruluşlarına ihtiyacınız var ve dolayısıyla devleti yönetenlerin bir sorumluluk anlayışının olması lazım. Bir sorumluluk içinde devletin yönetilmesi lazım. Devleti yönetenler, vatandaşları arasında ayrım yapmazlar. Ayırırım yaptıkları andan itibaren bölücülük yapmış olurlar. İnsanların kimliği, insanların inançları, insanların yaşam tarzları üzerinden ayrımcılık olmaz. "Bendensen hizmet veririm , benden değilsen hizmet vermem." Bu anlayış demokrasilerde olmaz, insan haklarında da olmaz, evrensel değerlerde de dolmaz. Bu nedenle iktidar, ekonomide ve hukukta reform yapacaksan, nasıl yapacağını anlatacaksın. Birazdan o konulara ayrıntılı olarak gireceğim.
Ekonomide sorun var mı? Var, derin mi derin sorunlar. Geçen hafta 81 ile giden milletvekillerimizin hazırladığı KOBİ raporlarını özetledim, onların ağzından yaşanan sorunları dile getirdim, çözümleri de ifade ettik. Neden çözümleri ifade ediyoruz, neden anlatıyoruz? İktidar sahaya çıkamıyor, iktidar konuşamıyor, milletvekilleri sahaya çıkamıyor. Çünkü hepsi protesto ediliyorlar. "Bizi mahvettiniz" diyorlar. O zaman görev bize düşüyor. 81 ile gitti arkadaşlar. Ticaret Odası, sanayi odası, ziraat odası, meslek kuruluşları, kanaat önderleri, herkesle konuşuldu. Şimdi arkadaşlarımızı görevin ikinci etabı bekliyor. Çözümlerimizi, geçen hafta anlattığım çözümleri yine 81 ile gideceğiz, yine aynı kişilerle konuşacağız. Bu kez sadece ve sadece çözümlerimizi anlatacağız. Atladığımız bir çözüm varsa "ya şunu da ilave etmeniz gerekir" diye bir çözüm önerilirse, onu da alacağız. Kısa vadede neler yapılması gerekir? Orta vadede nelerin yapılması gerekir? Uzun vadede nelerin yapılması gerekir? Tek tek belirledik, tek tek. Örneğin dedik ki, şimdi nisan ayına ertelenen vergilerinin ödeme zamanı geldi ama ödenecek potansiyel yok, böyle bir güç yok. Yeniden ivedilikle bir taksitlendirme yapın. Niçin? İnsanlar üretiyorlar. Bari üretemez noktaya gelmesinler diye. Buna benzer bütün önerilerimizi sıraladık.
Sadece bunu yapmadık, bir ekonomi masası kurduk. Ekonomi masasında görev alan milletvekillerimiz veya milletvekili olmayan arkadaşlarımız; devlette Devlet Planlama Teşkilatı'nda çalışmış, yöneticilik yapmış, müsteşarlık yapmış, hazinede müsteşarlık yapmış; efendim Gelir İdaresi Başkanlığı'nda başkanlık yapmış eskiden bakanlık yapmış pek çok arkadaşımızı görevlendirdik ekonomi masasında. Bu kez gidecekseniz, her ile gidecekseniz. Sorun yaşayan aktörlerle birebir görüşeceksiniz ve sorunları nasıl çözeceğimizi yetkin birer kişi olarak anlatacaksınız; bir politikacı kimliğiyle değil. Hem politikacı, hem teknokrat olarak öyle anlatacaksınız ki, ülkenin sorunlarına sahip, ülkenin sorunlarını bilen, bütün ayrıntıları analiz eden bir şekilde anlatacaksınız.
Arkadaşlarımız Mersin'e gittiler, Adana'ya gittiler, Hatay'a gittiler. Gene gidecekler, yine görüşecekler. Dolayısıyla sorun var, evet; çözüm de var. Demokrasi içinde çözüm de var. Çözecek en güçlü aktör biziz. Bir daha söylüyorum, herkese söylüyorum, 83 milyona söylüyorum: Türkiye'nin sorunlarını çözecek olan en güçlü aktör, Cumhuriyet Halk Partisi'dir.
Bunu büyük bir samimiyetle söylüyorum. Sorun var çözemiyorlar, çözemiyorlar, çünkü birikimleri yok. Çünkü kapasiteleri yok. Çünkü devlette liyakati bitirdiler, liyakatli elemanları yok. Sorunların altına yığılıp kaldılar. Arada bir nefesleri çıkıyor. Biz çözeceğiz ama kararlılıkta çözeceğiz, inançla çözeceğiz. Bizim çözme konusunda bilgimiz var, birikimimiz var. Bizim kimseye verilecek bir hesabımız yoktur. Bakın bu çok önemli. Kimseye verilemeyecek hiçbir hesabımız yoktur. Hiç kimse bizi mal varlığımızla tehdit edemez.
Demokrasi ise demokrasi, sonuna kadar. Bu ülkede tüyü bitmemiş yetimden başlayarak, en yaşlımıza kadar hepsinin sorunlarını çözmeye kararlıyız ve çözeceğiz. Arkadaşlarıma söylüyorum: Aynı kararlılık ve aynı bilgiyle, bilinçle anlatacaksınız bunları. Sorun var ama çözümü de var.
Alandan gelen bilgi; gerçekten de millet perişan halde. Gerçekten de millet perişan halde. Esnafı, çiftçisi, emeklisi herkes perişan halde ama saraylarda oturanlar bu gerçeği görmüyorlar, göremiyorlar, görmek istemiyorlar. Duymak istemiyorlar. Pembe hayaller peşindeler. Biz gerçeği anlatmaya devam edeceğiz. Daha "15 gün önce ekonomi pik" yapıyor diyenler, 15 gün sonra millete "acı reçete gerekirse içireceğiz" diyen, "acı reçeteyi vereceğiz" diyen bunlar değil mi? 15 gün önce ekonomi pik yapıyordu, yani büyüyordu. E güzel; bu söz doğru mu "ekonomi pik yapıyor" ? Bazıları için doğru. Söyleyeyim. Dolarla ihale alanlar için ekonomi pik yapıyor. Dolar yükseldikçe bunların gelirleri yükseliyor. Yüzde 100 doğru. Dolarla devlete borç verenler de, onlar içinde ekonomi pik yapmış vaziyette. Buradan Ak Partili kardeşlerime seslenmek isterim: Bunlar kendilerini "yerli ve milli" diye tanımlıyorlardı değil mi? Peki, yerli ve milli olanlar Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından dolarla borçlanma konusunda hazine tahvili çıkarırlar mı? Türk Lirası var, Merkez Bankası var. Çarşıda, pazarda Türk Lirası geçiyor ama sen kendi vatandaşından, kendi paranı güvenmiyorsun ve diyorsun ki: "Bana borç para ver, dolar üzerinden ver" diyorsun. Bu sözüm aynı zamanda sarayın bekçiliğini yapana da bu sözüm var, bu sözüm onun için de geçerli. (Alkışlar)
Dolarla mevduat hesabı... Onlar için de ekonomi pik yaptı. Para yatıyor da ne kadar güzel. Dolar arttıkça köşeyi dönüyorum oturduğum yerden. Dolarla fiyat garantisi alanlar; onlar için de ekonomi pik yaptı, son derece mutlular, son derece mutlular. Yani yandaşlar ve tefeciler için ekonomi pik yaptı. Yandaşlar ve tefeciler için ekonomideki gidiş mükemmel; servete servet katıyorsun.
Peki esnaf için, çiftçi için, emekli için, işçi için, dul-yetim için, onlar için nedir? Ekonomi pik mi yaptı? Hayır, onlar için de ekonomi dip yaptı; pik değil, dip yaptı. Gelirleri düştü mü? Düştü. Enflasyon alıp gelirini götürdü mü? Götürdü. Dövizdeki her artış fiyata yansıdı mı? Yansıdı. Sudan tutun elektriğe kadar, ekmekten tutun peynire kadar her şeye zam. Faturayı kim ödeyecek? Vatandaş ödeyecek.
Değerli arkadaşlarım 10 milyon 287 bin işsizimiz var. Cumhuriyet tarihinde işsizlik rekorunu kırdık. 10 milyon 287 bin işsizimiz var. İşsizlik sigortasından para alanlar, 225 bin kişi. 10 milyon 287 bin işsizimiz var. İşsizlik sigortasından sadece 225 bin kişi faydalanıyor. Merkez Bankası'nda dolar rezervi eksi 54 milyar dolar. Para yok yani, bir de borçlanmışız; eksi 54 milyar dolar. "Ekonomi pik yaptı" diyorlar. İnsanda biraz vicdan olur, yani insanda biraz ahlak olur yahu, biraz erdem olur yahu. Vatandaşa bari doğruları söyleyin; doğruları söyleyin de "ya ekonomi kötüye gidiyor, düzelteceğiz yani" bunu söyleyin bari. Bankalardaki mevduatın yüzde 56,7'si dolar mevduatı. Vatandaşın parası var. Haklı olarak izlenen ekonomik politikanın sonucu olarak haklı olarak diyor ki: "Dolar olarak tutmam lazım, Türk Lirası olarak tutarsak mahvoluruz." Çağrı yapıyorlar: "Efendim Türk Lirası kullanın."
Anket yapılmış, soru şöyle: “100 bin Türk liranız olsa paranızı TL mevduatı olarak mı, yoksa döviz mevduatı olarak mı tutarsanız?” Seçmenin yüzde 55,9'u "döviz olarak tutarım" demiş. "Döviz olarak tutarım" diyenlerin AK Parti seçmeninin yüzde 32'si, MHP seçmeninde yüzde 41'i "dolar olarak tutarım" diyor. Değerli arkadaşlarım; az önce söyledim: Kimler için ekonomi pik yapıyor? Rakamlar benden değil, Cumhuriyet Halk Partisi'nden de değil. Rakamlar kimden? Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetim yapan Sayıştay'dan: Dolar kurundaki artış nedeniyle, ödenen kur farkları -5'li çete diyoruz ya, garanti verilen işler ;dolara endekslemişsiniz, kur arttıkça bunların gelirleri de artıyor. Bakın 2015 yılında dövizdeki kur artışı nedeniyle 9 milyar 284 milyon lira fazla para ödemişiz. Eski parayla 9 katrilyon lira.
2018'e gelelim: 25 milyar 117 milyon lira kur farkı ödemişiz. Ana parayı ödüyoruz, Türk Lirası değer kaybediyor, üstüne bir de kur farkı ödüyoruz. 2014- 2019 yılları arasında, yani 6 yılda kur farkı olarak ödenen para 61 milyar 719 milyon lira; yani 61 katrilyon 719 trilyon lira kur farkı olarak ödemişiz. Kime? 5 kişiye. 83 milyon insan, 5 kişiye çalışmış. Bunlar için ekonomi pik yaptı, doğrudur. Hem dolarını alıyorsun, hem Türk Lirası değer kaybettiğinde aradaki farkını da alıyorsun. Ne kadar? 6 yılda aldığın para, 61 katrilyon lira. Kim ödedi bunu? Çiftçi ödedi, emekli ödedi, yeni doğan çocuk ödedi, esnaf ödedi. 83 milyon -bir avuç desen 10 parmak eder, 10 parmak bile değil- 5 kişi, 5 kişiye peşkeş çekiliyor.
Değerli arkadaşlarım, belki vatandaşlarım diyebilirler ki: Bu paranın hacmi tamam da bununla ne yapılabilirdi? 14 tane Avrasya Tüneli yapmak mümkündü. Sadece kur farkından düşünebiliyor musun 14 tane Avrasya Tüneli yapmak mümkündü. 12 tane Osman Gazi Köprüsü yapmak mümkündü veya 8 tane Çanakkale Köprüsü, 6 tane Yavuz Sultan Selim Köprüsü yapmak mümkündü. Bütün esnafa kredi vermek mümkündü, sıfır faizli kredi. Kredi Yurtlar Kurumu’ndan burs alan bütün öğrencilerin borçları silinebilirdi, bir de altına üstüne bol miktarda para kaldırdı. Çiftçilere büyük destek verilirdi. Bunlar yapılmadı. Bir avuç insan değil, 5 kişiye devletin nasıl peşkeş çekildiğini görüyorsunuz ve onun bekçiliğini yapana da bütün Türkiye tanık.
Değerli arkadaşlarım; tabi böyle olunca, çiftçi hakkı olan parayı alamıyor. Kanun çıkarmışsınız, Tarım Kanunu 21’inci madde, diyorsunuz ki: Bütçeden ayrılacak kaynak, çiftçiler için bütçeden ayrılacak kaynak, gayri safi milli hasılanın yüzde birinden az olamaz. Emredici hüküm "en az yüzde 1 koyacaksın" diyor çiftçiye destek. Bugüne kadar hiç uygulanmadı, hiç uygulanmadı. Uygulanmadı ama 2020 bütçesinde çiftçiye verilen desteğin önemli bir kısmı 2021 bütçesinde kesiliyor. Örnek: Mazot desteği 2021 Bütçesinde, yani önümüzdeki yılda, bir önceki yıla göre 177 milyon lira daha az olacak; eski parayla 177 trilyon lira daha az olacak. Gübrede 52 milyon, çatakta 50 milyon, arz açığı olan ürünlerde yani kütlü pamuk, zeytinyağı, dane zeytin, ayçiçeği, soya, kanolada 252 milyon; hayvancılık desteklemede 558 milyon, eski parayla 558 trilyon lira daha az para verilecek çiftçiye.
Niçin? Dışarıdan alıyoruz. Samanı dışardan aldık. Yozgat'ın dünya çapında kokulu mercimeği var. Biz mercimeği mercimek üretmeyen bir ülke, Bosna Hersek'ten alıyoruz. Çiftçi bunu hak ediyor mu? Oy veriyorsa, hak ediyor. Bakın çok açık, çok net söylüyorum: Hala kalkıp, 5 kişiye dünyanın parası verilirken, sesini çıkarmazsın; senin mercimeğini değil de yurt dışında mercimek üretmeyen bir ülkeden mercimek ithal ediyor ve sen sesini çıkarmıyorsan, açlığı ve yoksulluğu hak ediyorsun kardeşim. Bu kadar açık ve net söylüyorum. Ben senin hakkını savunuyorum, senin çocuklarının hakkını savunuyorum, Türkiye'nin hakkını savunuyorum, alın terinin hakkını savunuyorum, emeğin hakkını savunuyorum. Sen saraylarda yaşayan kişileri, onların bir eli yağda bir eli balda; onları savunuyorsan bir sorunumuz var demektir, ahlaki bir sorunumuz var demektir. Orada yaşayan kişilerin bir eli yağda bir eli balda. Onları savunuyorsan, bir sorunumuz var demektir; ahlaki bir sorunumuz var demektir. Herkesin bu bağlamda iyi düşünmesi lazım. Bütün çiftçilerin oylarını Ak Parti çantada keklik olarak görüyor. "Ne yaparsam yapayım, zaten bunlar bana oy verecekler" diyor. Tarım Kredi Kooperatiflerinin çiftçilere verdikleri borç var değil mi? Israrla söyledik, Cumhuriyet Halk Partili milletvekilleri ısrarla söyledi: Ya bunları da yapılandırın kardeşim. Çiftçi zaten zor durumda, yapılandırmadılar, "Aynen alacağız diyorlar. Niçin? "Bir şey olmaz. Ensesine vurup ağzındaki lokmayı da alsak, zaten bize oy verecek" diyorlar. Çiftçi kardeşim; sen milletin efendisi olmak istiyorsan, alın terinin karşılığını almak istiyorsan, mercimeği Yozgat üretsin başka bir ülke değil. Benim ülkemin çiftçisi kazansın, yabancı bir ülkenin çiftçisi değil" diyorsan ve "gerçekten de milliyetçilik budur" diyorsan adresin tektir kardeşim: Adres Cumhuriyet Halk Partisi.
Uşak bizim en güzel illerimizden birisi. Deri sanayiinde gelişmiş, 260 farklı işletme var, deri ile ilgilenen 260 farklı işletme var. Bu işletmelerde çalışan 3000-3200 civarında da işçi var. Çalışıyorlar, üretiyorlar, ihracat yapıyorlar. Bakın Türkiye'de hayvan derisinin yüzde 65'i Uşak'ta işleniyor. Çoğumuz belki bunun farkında değiliz bile. İşleniyor ve ihraç ediliyor, ülkeye bu insanlar dolar getiri döviz getiriyorlar. Bugün için en çok ihtiyaç duyduğumuz şey döviz, para yok; Merkez Bankası'nın kasası tam takır, gırtlağa kadar borçlular. Üretici diyor ki: "Ben deri işliyorum, ihracat yapacağım.” Tuttular: "Efendim yüzde 40 DEFİF ödeyeceksiniz, Destekleme Fiyat İstikrar Fonu ödeyeceksiniz" diyorlar. Yani ihracata vergi koyuyorlar. Akıl var, mantık var, döviz getiriyor bu insan. "İhracat yapma" diyorlar. Sonra, büyük itirazlardan sonra 10 Mayıs 2019'da yüzde 40 DEFİF'i, yüzde 20'ye indirdiler. Şimdi yüzde 20 vergi alıyorlar. Kaldırın kardeşim yahu. Dövize ihtiyacımız var kardeşim, bu ülkenin paraya ihtiyacı var. Neden üreticiyi, sanayici, deri işletmecisini cezalandırıyorsunuz? Neden? Yine birilerine mi peşkeş çekeceksiniz deri sektörünü? Dolayısıyla bunun sıfırlanması lazım. Uşak'a da sesleneyim: Sizler de kardeşim üretiyorsunuz, doğru; alın teri döküyorsunuz, doğru; çalışıyorsunuz, doğru; ihracat yapıyorsunuz, doğru; ihracatınız engelleniyor, doğru ama diyeceksiniz ki: "Bir dakika kardeşim; sana oy verdik, sen bizi perişan ettin yahu, perişan ettin. Sandık konduğunda bir daha oy vermeyeceğim" diyeceksin. Sandık kurulduğunda: "Ben ülkemin çıkarlarını, sanayiciyi korurum, o çıkarları savunurum. Kim ihracat yapıyorsa, kim bu ülkeye döviz getiriyorsa, alnından öperim. Ama sen engelliyorsun, sana oy yok" demesi lazım.
Değerli arkadaşlarım; bir başka önemli nokta: Evet, "ekonomide reform yapacağız" diyor Sayın Erdoğan. "Gerekirse acı reçeteyi milletin önüne koyacağız" diyor. Soru şu: 18 yıldır ne yaptın arkadaş? Ne oldu da 18 yılın sonunda milletin önüne acı reçeteyi koyuyorsun? Ne istediysen yaptın kardeşim, ne istediysen... "Bakan dedin, istediğini yaptın. "Müsteşar" dedin, istediğini yaptın. "Genel müdür" dedin, istediğini yaptın, "milletvekili" dedin, istediğin oldu. "El kaldır" deyince blok halde 19 Mayıs hareketleri gibi el kaldırıyorlar. Hiç kimse çıkıp sana: "Ya Sayın Erdoğan, bu yanlıştır" deme cesaretini bile sahip değil. O zaman 18 yılda ne istediysen yaptın kardeşim, ne istediysen yaptın. Peki 18 yılın sonunda milletin önüne acı reçeteyi niye koyuyorsun? Hangi gerekçeyle koyuyorsun? Bunun sorgulanması lazım vatandaş tarafından. Hâlâ bakın "vatandaşın önüne acı reçete koyarız" diyor, devlette israfı, sarayda israfı yapmaya devam ediyor. Örnek vereceğim. Özellikle de AK Partili kardeşlerimin dikkatle dinlemesini isterim:.
Kıbrıs'a gittiler Sayın Bahçeli ile beraber. Gitmeliler, evet gitmeliler. Yavru Vatan, bağımsızlık için mücadele ediyor. Güzel bir cumhuriyeti inşa etmeye çalışıyorlar. Onların Cumhuriyet Bayramı'nda bu ülkenin Cumhurbaşkanı'nın ve muhalefet partisinden birisinin gitmesi güzel bir şey. Ama nasıl gittiler? Biz oraya önce Cumhuriyet Bayramı kutlamaları için "biz oraya piknik yapmaya gideceğiz" dediler. Devletin itibarına bakar mısınız Allah aşkına, şu devlet anlayışına bakar mısınız? Onlar Cumhuriyet Bayramı'nı kutluyor, beyler buradan oraya piknik yapmaya gidiyorlar. Nereye? "Maraş'ta piknik yapacağız." Ben oraya, piknik yaptıkları alana ben en az iki kez gittim. Nasıl gidiyorlar? Bir uçak Recep Tayyip Erdoğan için, devasa bir uçak. Bir başka uçak Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Bahçeli için. Bir başka uçak, bakanlar ve heyetler için. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu için ayrı bir uçak. İki uçak da korumalar. Hani var ya bize meşhur bir atasözü: "Ayranı yok içmeye" diye. Vallahi de, billahi de aynen öyle. (Alkışlar)
Ya bunu yaparken bu ülkede, bu ülkede konteynırlardan beslenen, pazar artıklarından beslenen milyonlar hiç aklınıza gelmiyor mu sizin? Hiç gelmiyor mu sizin aklınıza? Ya sizde vicdan var mı ya? Sizde ahlak var mı? Adalet duygusu var mı? Ekonomi anlayışı var mı? Nedir bu savurganlık ya? Bütün dünyaya alay malzemesi oldunuz. Sen devlete "acı reçete" diyorsan, devlette önce tasarrufu sen yapacaksın. "Ben savurganlığı engelleyeceğim" diyeceksin. Gittiler oraya, Rauf Denktaş'ın mezarını ziyaret etmediler. Değerli arkadaşlarım; Fazıl Küçük'ü ziyaret etmediler. Sen oraya gidip orada piknik yapıyorsan, unutma; onu sana sağlayan kişinin adı Bülent Ecevit'tir. (Alkışlar).
Ecevit'in adını ağzına alıyor mu? Hayır, alamaz. Alamaz. İyi ki almıyor zaten, iyi ki almıyor. "Milliyetçilik nedir?" deseniz "yerliyiz ve milliyiz" diyecekler.
Değerli arkadaşlarım; Ekonomide reform yapacağız. Ne demek bu biliyor musunuz? Tefecilere selam gönderme aslında. Faizi artıracağız da, millet önceden bir hazırlıklı olsun. Zamları yapacağız da, millet önceden bir hazırlık olsun. Şöyle diyor Erdoğan: "Faizlerin en azından enflasyon seviyesinde tutulma mecburiyeti, bu konuda mücadelemizi zora sokuyor."
Ya arkadaş; niye sen faizleri enflasyon seviyesinde tutma mecburiyetindesin? Sen demiyor muydun "faiz düşerse enflasyon düşer, faiz düşerse işsizlik düşer, faiz düşerse dolar düşer, faiz düşerse avrolar düşer, faiz düşerse fiyatlar düşer, faiz düşerse emeklilerin maaşı artar" diyen sen değil miydin? "Şimdi acı reçete, şimdi faizleri artıracağız ama bu enflasyon var ya, işte o seviyeye çıkarmak zorundayız." Ne demektir bu? Londra'daki bir avuç tefecinin önünde diz çökmek demektir. Bir daha söyleyeyim, beyefendi duysun diye: Londra'daki bir avuç tefecinin önünde diz çökmek demektir bu ve bunu yapacaksınız siz.
Bakın faizlerde artış yapacaklar, vergide artış yapacaklar, kamunun ürettiği mallarda artış yapacaklar, kamunun verdiği hizmetlerde artış yapacaklar; memur ve emekli aylıklarındaki artışı düşürecekler. O görevi de TÜİK'e verdiler. "Sen enflasyonu düşük tut ki, bunlara daha düşük aylık vereyim" diye.
Değerli arkadaşlarım; dünya sefalet endeksi diye bir endeks var. İşsizlikle, enflasyon oranının toplanmasından elde edilen bir endeks. Bütün dünyada geçerli olan endeks, dünya sefalet endeksi. Az gelişmiş ve gelişmiş ülkelerden 33 ülke ile ilgili bir çalışma yapılmış 2019 yılında. Türkiye, Arjantin, İran ve Güney Afrika Cumhuriyeti'nden sonra sefalet endeksinde dördüncü sırada. 18 yılda Türkiye'yi getirdikleri nokta bu. Bu dediğim 2019, 2020 belki çok daha kötü.
Değerli arkadaşlarım; ekonomide reformu yapacaksan, önce çıkacaksın milletin önüne diyeceksin ki: "Ben devlette israfa son veriyorum. Böyle 15 tane uçak falan olmaz. Bir tane uçak yeter, 14'ünü satacağım, devlete gelir olarak yazacağım."
İki; Kamu İhale Kanununu 191 sefer değiştirdiler, 191; adamına ihale vermek için. "Bu uygulamaya son vereceğim. Gerçekten ihale yapacağım, ihale yaparken televizyonların önünde yapacağım. Kim en uygun fiyatı verirse, ihaleyi ona vereceğim. Benim yakınım, akrabam, beşli çetem, beni politik olarak finanse eden kişilere, havuz medyasına kaynak aktaran kişilere ihale vermeyeceğim" sözünü vereceksin.
Yapar mı? Yapmaz. Şimdi bir kanun daha getirdiler meclise, bugün görüşülecek. Doğalgaz alımını da ihale kanunu dışına çıkarıyorlar. Akıl, mantık; nerede Allah aşkına akıl, mantık? Başka? Merkez Bankası'na dokunmayacaksın. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Sermaye Piyasası Kurulu; buraya liyakatli insanları atayacaksın, söz vereceksin. "Ben bunların işleyişine, kanundaki görevlerini yaptıkları sürece işleyişlerine müdahale etmeyeceğim" diyeceksin. Dünya sana saygı duyacak.
Başka? "Ekonomik ve Sosyal Konseyi toplayacağım" diyeceksin. "Sorunu yaşayanlardan bizzat dinleyeceğim" diyeceksin. "Çözümleri de onlarla beraber konuşacağım, tartışacağım" diyeceksin. Sarayda oturup yandaşlarına "biz bu sorunu çözeceğiz" demeyeceksin. Devletin itibarını koruyacaksın, bu Varlık Fonu'nu da kapatacaksın hemen. Bunu yaparsan, biz de deriz ki: "Bunlar galiba ciddi ekonomide bir reform yapacaklar." Bunları yapabilir misin? Yapacağına inanmıyorum. Sadece ve sadece faizleri artırmak için bir yol, yöntem arıyorlar. Çünkü Londra'daki tefecilerin önünde diz çöktüler. "Faizi artırmazsan, para vermem" diyor. Türkiye Varlık Fonu 3 kez ihaleye çıktı, 3 kez. Dünyanın en önemli bankalarına dediler ki: "Siz bizim adımıza ihaleye çıkın." 2 milyar dolar, 2 milyar dolar için 3 kez çıktılar, kimse para vermedi. Türkiye'nin geldiği bu durum bu ama Ülker Grubu da çıktı. Bisküvi üreten, dünya çapında bir marka olan Ülker Grubu da çıktı; o da ihaleye çıktı. Talebinin 4 katı teklif geldi. Talebinin 4 katı teklif geldi, devasa Türkiye Cumhuriyeti Devletine teklif bile gelmedi. Şu geldiğimiz hale bakın. Ekonomide reform yapacaklarmış. Buyur yap bakalım, buyur yap ama faturayı saraya keseceksin, kendine keseceksin. Sorumlu sensin. "Efendim damadı değiştirdik. Bundan sonra ekonomi düzelir." O konuda Hataylı bir esnaf güzel bir şey söylemiş:" Yahu ayak kokuyor, çorabı değiştirsen ne olur?" demiş. Doğru, ayak kokuyor kardeşim, çorabı değiştirsen ne olur?
Adalete gelince, hukuk reformu. Hep deriz: "Devletin temeli adalettir" diye. İranlı Bilgin Sadi'nin söylediği, dünya çapında bir laf var: "Dünyanın bütün nehirleri, adalete susamış bir insanın susuzluğunu gidermeye yetmez." Düşünebiliyor musunuz? Ne kadar derin ve içerikli bir söz. Dünyanın bütün nehirleri, adalete susamış bir insanın susuzluğunu gidermeye yetmez. Konfüçyüs'ün: "Adalet kutup yıldızı gibidir, yerinde sabit durur ama bütün kainat onun etrafında döner" diyor. Adalet için tarihin en uzun yürüyüşünü yaptık Cumhuriyet Halk Partisi olarak. Aynı zamanda adalet kelimesi olmayan dünyada hiçbir anayasa yoktur. Adalet, dünyanın da merkezidir, dünyanın da temelidir.
18 yılda zulme uğrayan milyonlar oldu. Haksızlık demiyorum bakın, zulme uğrayan milyonlar oldu. Kanun hükmünde kararnamelerle binlerce kişi bir gecede işinden oldu. Sivil ölüme mahkum edildiler. Pazarda tezgahtarlık yapmak istediler evine ekmek götürmek için, ona izin vermediler. Ve çıkıp dediler ki, "Ağaç kökü yesinler.” Bunlarda insanlık var mı yahu, insanlık var mı kardeşim? Gazeteciler, yazarlar, karikatüristler, öğrenciler, avukatlar, iş insanları teker teker hapse atıldılar. Devletin “harem-İ ismeti”ni, kozmik odayı terör örgütüne açtılar. Dünyada örneği yoktur ama bizde oldu. Bir dönem topluca kuvvet komutanları, paşalar, generaller topluca yargılandılar. Bilmem kaç yıl ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum edildiler. O zaman idam yoktu. İdam olsaydı tamamı idam edilecekti. Sonra ne oldu? Tamamı beraat etti, "bir haksızlık yapmışız" dediler. Şu adalet anlayışına bakar mısınız? Şu hukuk düzenine bakar mısınız? Rüşvet alan bakanlar, rüşvet alan milletvekilleri, hiçbirisi hakkında soruşturma açılmadı. Tam tersine rüşvet alanların sırtı sıvazlandı, ödüllendirildi, büyükelçi yapıldı. Şu devlet anlayışına bakar mısınız? Dünyada örneği var mıdır Allah aşkına? Rüşvet alandan büyükelçi; var mıdır dünyada örneği?
Yetmedi, bütün bunlara rağmen çıktı Erdoğan: "Ekonomide ve hukukta yeni reform dönemi başlatıyoruz" dedi. Ders aldılarsa eyvallah bakın. Ders aldılarsa "hata yaptık, çok ciddi hata yaptık; adaleti yerle bir ettik, bunu düzeltmemiz lazım" diyorlarsa eyvallah. Düzeltmek için herhangi bir şekilde parlamentoya bir yasa getiriyorlarsa, destek vereceğiz. Biz adaleti savunuyoruz, herkes için adaleti savunuyoruz. Soru şu: Erdoğan bu sözünde ne kadar samimi? Reform yapma konusunda Erdoğan ne kadar samimi? Adaletin dibe vurduğunu o da görüyor. Adalet kurumuna güven kalmadığını o da görüyor. Adalet kurumunda çalışıp adalet dağıtmayan hakimler de görüyor. Onlar da ifade ediyorlar zaten. Hakimlerin, savcıların belli odaklardan talimat almadan karar vermediklerini o da biliyor, biz de biliyoruz, dünya da biliyor.
Adalet Bakanı, O da konuşmuş: "Bırakın adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun. Bizim yargıçlardan, yargı mensuplarından beklediğimiz budur." Günaydın beyefendi! Güzel bir laf. Adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopar. Bu konuda adım atacak kim? Sizsiniz kardeşim. Gereğini yaptınız mı? Şu ana kadar tık yok. "Bundan sonra yapacağız" diyorlar. İşin ilginci şu değerli arkadaşlar: 18 yıldır devleti yönetenler sonunda geldiler, "bu ülkede adaletsizlik var ve biz adaletsizlik sorununu çözeceğiz" dediler. Şu Allah'ın hikmetine bakar mısınız? 18 yıl devleti yöneteceksin, her dediğini olacak, adaleti perişan edeceksin, 18 yıl sonra diyeceksin ki: "Bir hukuk reformu yapmaya ihtiyacımız var." İnsanın yüzü biraz kızarır değil mi? İnsan olanın, vicdan taşıyan birisinin yüzü kızarır. Çıkıp milletten bir özür diler. "Yanlış yönettik, yanlış yaptık. On binlerce kişiyi mağdur ettik, perişan ettik. Ailelerin dağılmasına yol açtık. Adaleti yerle bir ettik. Özür diliyoruz, gereğini yapacağız" demeleri gerekmiyor mu? Demeleri gerekiyor, bunu bekliyoruz.
Değerli arkadaşlarım; evet, bir neşter atılması lazım. Değerli arkadaşlarım; gene büyük bir iyi niyetle, tıpkı ekonomide olduğu gibi yine büyük bir iyi niyetle: Adalette reform yapacaksanız, hukukta reform yapacaksanız, adalete toplumun saygı duymasını sağlayacaksınız. Adaleti her önüne gelenin müdahale etmesini kapatacaksınız, o kapıları kapatacaksınız, adalet kurumu sadece adalet dağıtacaksa, bir şeyler yapmak gerekiyor. Sayayım:
1) Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulamayarak devlet krizine yol açan yargıçları ne yapacaksınız? Birinci maddemiz bu. Birisini terfi ettirdiler, Yargıtay üyesi yaptılar. O da dahil. Eğer sen "hukukta reformu yapacağım" diye samimiysen, bu iki hakim için gereğini yapacaksın kardeşim. Bırakın hukuk fakültelerini, ilkokul mezunu olmayan bir kişi dahi Anayasa Mahkemesi kararlarının hakim tarafından uygulanması gerektiğini bilir. Ama bu hakimler uymadılar, ne yapacaksın? "Hukukta reform yapacağım" diyorsun. Ne yapacaksın?
2) Ceza İşleri Genel Müdürlüğü, hakim ve savcıların eğitimi dolayısıyla bir broşür hazırlamıştı. Broşürdeki bir cümle aynen şöyle, 6’ncı maddenin bir cümlesi tahliye konusunda. Yani hapiste olup da tahliye edilecekse tahliye konusunda Hakimler Savcılar Kurulu ile mutlaka istişarede bulunulduktan sonra irade oluşturulacaktır. “Ey hakim, sen sus. Birisini tahliye edeceksen önce bana soracaksın, ben izin verdikten sonra tahliye edilecek o.” Bu talimatı veren Hakimler ve Savcılar Kurulu üyelerini ne yapacaksın? Hakimler Savcılar Kurulu'na bu talimatı yazdıran kim? "Sen hukukta reform yapacağım" diyorsun. "Yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını sağlayacağım" diyorsun. "Hakim, hukukun üstünlüğü ve vicdanına göre karar verecek" diyorsun. Peki bu talimat ne? Ne yapacaksın bununla?
3) Binlerce kanun hükmünde kararname mağduru var, binlerce. Değerli arkadaşlarım; ceza mahkemesinde yargılanmış ve beraat etmiş. "Görevime iade edin" deyince "görevine iade etmeyiz" diyorlar. Hemen yarın sabah, samimiysen, hukukta gerçekten reform yapacaksan, bu insanları derhal kamudaki görevlerine iade edeceksin. O zaman biz anlarız ki "ya bunlar gerçekten samimi, hukukta bir reform yapacaklar."
4) Mafya liderlerini, uyuşturucu kaçakçılarını serbest bırakıp, düşünce suçlularını hapsetmekten vazgeçecek misiniz? Bu da önemli; mafya liderlerini bırakıyorsun, uyuşturucu kaçakçılarını bırakıyorsun. Üstelik talimatla bırakıyorsun. Üstelik hakim diyor: "Saraydan aradılar, bıraktım" diyor. O da hakim değil zaten. Ama düşünce özgürlüğü; birisi düşüncesini ifade etmiş, yakalayıp hapse atıyorsun. "Ben bu ülkede hukukun üstünlüğüne inanıyorum. Düşünce özgürlüğünü savunacağım. Asla ve asla düşüncesini ifade etti diye hiç kimseyi hapse atmayacağım" diyorsan, ben inanırım ki, evet bunlar hukukta bir reform yapacaklar.
Ha bir şey daha söyleyeyim burada: Hakkında hüküm olmadığı halde, yani bir mahkeme kararı olmadığı halde 3,5 yıl bir insanı hapiste tutacaksın. Mahkeme kararı yok. Kanun diyor ki: “Tutukluluk esas değildir.” Kanun böyle söylüyor ama talimatla bu kişi 3,5 yıldır hapiste. Mahkeme kararı yok. Sen bunu yarın sabah tahliye ettirecek misin? O zaman ben anlarım ki, evet bunlar samimiler.
5) Adaletin olmazsa olmazı savunmadır, yani barolardır. Baroları parçalamaktan vazgeçecek misiniz? "Baroların bir grubu, avukatların bir grubu, benim arka bahçe olsun." Hukuka yapılan ihanettir bu. Bundan vazgeçecek misiniz?
6) Basın özgürlüğü konusunda, Basın İlan Kurumu ciddi bir tehdit halinde, ciddi bir tehdit unsuru. Beğenmediği haberler dolayısıyla gazetelere: "Sen bu haberi mi yaptın? Basın İlan Kurumu olarak sana ilan göndermeyeceğim." Değerli arkadaşlarım; Cumhuriyet Gazetesi, Basın İlan Kurumu'nun zulmüne uğradı. Niçin? Fahrettin Altun'un pergolası dolayısıyla, Boğaz'da yaptığı inşaat dolayısıyla. Fahrettin Altun bu inşaatı yaptı mı? Yaptı. İnşaatı yaparken izin aldın mı? İzin almadı. İnşaatı sonra kendisi yıktı mı? İzin almadığı için medyaya yansıdı, kendisi yıktı. Cumhuriyet gazetesi bunu haber yaptı mı? Haber yaptı. Şimdi bu doğru haber yaptığı için ceza alıyor. Şimdi "hukukta reform yapacağız" diyenlere seslenmek isterim. Ne zamandan beri doğru haberler ceza konusu olmaya başladı? Bir pergolacının izinsiz: "Ben Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanıyım. Ben hukuku dinlemem. Ben yasaları dinlemem, ben öyle boğazı, öngörünüm, falan filan, kanunlar varmış, bunları dinlemem. Ben istediğim yere istediğim inşaatı yaparım. Birisi haber yaparsa ona da ceza veririm." Bu mantığı savunuyor musun, savunmuyor musun? Bu kadar açık, bu kadar net. Bakın söylediklerimde hiçbir yorum yok. "Sen hukukta reform yapacağım" diyorsan, Cumhuriyet Gazetesine yapılan haksız muameleyi derhal durduracaksın, derhal.
Aynı şekilde görsel medya; RTÜK tam bir baş belası. Havuz medyası her türlü şeyi yazar, tık yok. Özgür medyada bütün gözü "acaba bir yerden bir şey bulup bunlara ceza yazabilir miyim? Acaba bir şey bulup bunların ekranlarını karartabilir miyim?" RTÜK bundan vazgeçecek mi? Gerçek anlamda objektif, yansız haberlere, yorumlara, televizyonlara bakacak mı?
Bakın değerli arkadaşlar; Oda TV internet sitesi Türkiye'nin en çok izlenen internet sitelerinden birisi, daha doğrusu sitesiydi. Bilgi Teknolojileri Kurumu tam 257 gündür haksız ve hukuksuz, yasalara aykırı olarak Oda TV'yi kapatmış durumda. Sen "hukukta reform yapacağım" diyorsan, yarın sabah buna izin vereceksin. Yarın sabah... Kapatan kişilerden de hesap soracaksın. Kardeşim, yasalar var; sen bu yasalara uyacaksın. Nasıl oluyor da sen bütün internet sitesini kapatırsın?
8) Açıkça hem Anayasa'ya, hem yasalara aykırı bir uygulama daha var. Şu kürsüden veya Meclis Genel Kurulunda yaptığımız konuşmaları suç sayıp, hakkımızda fezleke düzenleyen savcılar var. Anayasa'ya, yasalara göre buralarda yapılan konuşmalar için fezleke düzenlenmez. Pek çok yargı kararı da var. Ama muhbir milletvekilleri, bu kürsülerden yaptığımız konuşmaları şikayet ediyorlar. Savcı derhal fezleke düzenleyip gönderiyor.
Buradan Bahçeli'ye bazı sözlerim var: Çok sık eleştiriyor CHP'yi. Ona o görev verilmiş çünkü, bekçilik görevi yaptığı için o görev verilmiş. "Cumhuriyet Halk Partisi ile sen uğraş, ben ses çıkarmayayım" diye. Ben de özel olarak hani ne derse desin, hiç önemli değil yani. Bir sefer şu değerli arkadaşlarım: Demokrasi varsa bu ülkede, kırıntısı kaldıysa, bütün siyasi partiler, yasalara göre kurulmuş, faaliyet gösteren, vatandaştan oy almış; milletvekili olsun veya olmasın parlamentoda bütün siyasi partiler demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır. Ben demiyorum, Anayasa diyor. Eğer bütün siyasi partiler demokrasinin vazgeçilmez unsurları ise, ben şu partiye karşıyım, olabilirsin; şu partinin düşüncesine karşıyım, olabilirsin. Bütün siyasi partiler aynı şeyi düşünmüyor zaten. Aynı şeyi düşünsek bu kadar parti olmaz. Farklılıklarımız var ama birbirimize saygı göstermek zorundayız. Cumhuriyet Halk Partisi'nin bir özelliği var: Biz bütün siyasi partilerle görüşen tek partiyiz. Çünkü biz, demokrasiyi savunuyoruz. Çünkü biz, halkımız hangi partiye oy veriyorsa, oy veren bütün vatandaşlara saygılıyız. A Partisi, B partisi veya C partisi; kusuru var kabahati var, yasalara aykırı işlem yapıyorsa, bu devletin savcısı vardır, hakimi vardır, Anayasa Mahkemesi vardır, gereğini yapar. Biz kendimizi hakim yerine koyamayız, savcı yerine koyamayız. Sen kendini hakim ve savcı yerine koyuyorsan, hukuk devletinin dibine kibrit suyu ekmişsin demektir. Yok öyle bir şey. HDP'ye kızıyorlar. Kızabilirsiniz, hiçbir itirazım yok. Ama bir suç örgütü gibi görüyorlar. Kardeşim HDP'li Meclis Başkan Vekili meclisi yönetiyor değil mi? Meclisi yönetiyor. Sen de MHP milletvekili olarak elini kaldırıp ondan söz istiyorsun "ben konuşabilir miyim?" diye. O izin verirse kürsüye çıkıyorsun, izin vermezse kürsüye dahi çıkmıyorsun. "Efendim HDP meclisi yönetemez." E yönetiyor, o zaman yönettiği zaman meclise gelme sen. Bir şey söylüyorsanız bir mantık bütünlüğü olması lazım. Mantık bütünlüğü olması lazım. Mantık bütünlüğü yoksa, söyledikleriniz havada kalıyor.
Bizim milliyetçiliğimiz sorguluyorlar. Değerli arkadaşlarım, kendi vatan toprağındaki dalgalanan bayrağı indirip, Süleyman Şah Türbesi'ni kaçırıp, vatan toprağını teröre teslim edenlerin bekçiliğini asla ve asla Cumhuriyet Halk Partililer yapmaz. Çünkü biz gerçek anlamda milliyetçiyiz. Kendisini milliyetçi olarak tanımlayanlar, bunların bekçiliğini yapıyorlar.
Tank-Palet Fabrikası; ordunun gözbebeği, Avrupa'nın en büyük fabrikasıydı. 5 kuruş para almadan -hadi Amerikan dolarını seviyorlar, ona göre söyleyeyim- bir sent dahi almadan Tank-Palet Fabrikasını Katar ordusuna peşkeş çekenler asla milliyetçi olamazlar, asla milliyetçi olamazlar.
Hiçbir milliyetçi, hiçbir ülkücü buna evet demez. Ama saraya bekçilik yapanlar evet diyebilirler. Ülke ekonomisini Londra'daki bir avuç tefeciye teslim edenlerin bekçiliğini onlar yaparlar, biz asla yapmayız. Biz kendi ülkemizi severiz. Seçim dönemi olduğunda terörist mektubunu okuturlar ve sahip çıkarlar. Seçim dönemi olduğunda teröristin mektubunu alırlar, okuturlar ve sahip çıkarlar. Sonra da piyasaya çıkıp: "Ben ülkücüyüm, ben milliyetçiyim" derler. Sen ne ülkücüsün, ne de milliyetçisin kardeşim. (Alkışlar)
Seçim dönemlerinde teröristin kardeşini çıkaracaksın televizyonlara, sonra dönüp beni suçlayacaksın. İnsanda biraz ahlak olur. İmralı’ya masa kurana destek vereceksin, ülkücüyüm, milliyetçiyim diyeceksin. Ona karşı çıkana da "efendim sen neden Ak Parti'yi desteklemiyorsun" diyeceksin. Desteklemem, ben vatanımı seviyorum, bayrağımı seviyorum, milletimi seviyorum; 83 milyonu seviyorum ben.
9) Ne dedik? Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir, değil mi? Evet. Egemenlik kayıtsız şartsız milletinse, seçimle gelenin yerine mahkeme kararı olmaksızın onu alıp, yerine bir devlet memurunu kayyum olarak atayamazsın kardeşim. Hukukta reform yapacaksan, seçimle gelen seçimle gider kardeşim. Varsa suçu mahkemeler var. Yargılanır, mahkeme görevden alabilir, eyvallah. Bağımsız mahkeme ama sen: "Beğenmiyorum, mahkeme kararı yok. Seni görevden aldım oraya kaymakamı, valiyi, bilmem kimi belediye başkanı yaptım." Olmaz. Hukukta reform yapıyorsan, gerçek anlamda reform yapacaksın.
10) Yüksek Seçim Kurulu kararıyla seçimlere katılma hakkı olanları tutuklayıp hapse atamazsın arkadaşım. Yüksek Seçim Kurulu karar alıyor "sen seçime girebilirsin" diye. Ben seçime giriyorsam, çıkıp meydanda propaganda yapmam lazım, vatandaşa "bana oy ver" demem lazım. Ortada bir mahkeme kararı yok. "Hayır sen hapiste kalacaksın kardeşim." Bu demokrasi mi? Hayır. Hukuk mu? Hayır. Bunun da değişmesi lazım.
11) Cumhuriyet Halk Partili belediyelerin belde halkına hizmet vermesini engellemeyeceksiniz. Sadece CHP değil aslında, hiçbir belediyenin belde halkına hizmet veriyorsa engellemeyeceksin kardeşim. Belde başkanı seçimle geldi mi? Seçimle geldi. Genelge çıkarıyorsun "Efendim vay sen neden Kanal İstanbul'a karşısın?" Kardeşim, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı İstanbul halkının çıkarlarını savunmak zorundadır. Öncelik varsa, İstanbul'daki bütün konutların depreme dayanıklı hale gelmesi lazım. Talimat veriyorlar, "afişleri kaldıracaksın." Niye kardırayım? Ya Kanal, ya İstanbul; ya felaket veya felaket olmayan, herkesin huzur içinde yaşadığı bir İstanbul. Sen yatırım yapacaksan bak Çankırı orada duruyor, Yozgat duruyor orada. Sivas duruyor, Kayseri duruyor, Uşak duruyor, Denizli duruyor, git yatırım yapacaksan yap. Tunceli duruyor, Elazığ duruyor... Milyonlarca kişi işsiz, git oraya yap. Neden bunu yapıyorsun? Efendim bu devlet politikasıymış. Kanal İstanbul devlet politikasıymış. Peki Milli Güvenlik Kurulu'nda görüşüldü mü bu "devlet politikası haline gelsin" diye. Yok. Peki bununla ilgili özel bir yasa çıktı mı? Hayır. Niye devlet politikası? Çünkü bir kişinin kararı, devlet sayılıyor. "Şahsım devleti" diyor ya. "Ben söyledim, tamam artık bu bir devlet politikasıdır." Yok kardeşim, onu yemezler. Başkaları yer, bekçilik yapanlar yer, CHP'liler yemez.
Efendim belediye başkanları konuşmayacakmış. Duymaya tahammül edemiyorlar. Konuşur kardeşim ne dersen de. Belediye başkanları, beldenin çıkarları söz konusu olduğu zaman konuşmak zorundadırlar. Konuşmak zorundadırlar. Eğer hukuk sistemini, "hukukta reform yapacağım" diyorsan bunları düzeltin.
12) Anayasa'ya ve yasalara aykırı bir uygulama. Burada yaptığımız konuşmaları broşür haline getiriyoruz:. Arpalıklar broşürü, kıdem tazminatı ile ilgili broşür... Hakimler yasakladı. Kanuna aykırı, Anayasa'ya aykırı, Siyasi Partiler Kanununa aykırı. Sen bunlarla ilgili ne yapacaksın? "Reform yapıyorum" diyorsan, Hakimler Savcılar Kurulu tık diye onları çağıracak kardeşim. Bunu neye göre yaptın? Hangi kanuna göre yaptın?
13) Bazı hakimler var -ki bunlar iradesiz seyyar hakimler- bunlar sadece talimatla "şu mahkemeye git, şu dava var, şöyle karar ver." Gidiyor, o mahkeme o kararı veriyor. Sonra diyorlar ki: "Bir süre bekle. Bak öbür mahkemede yine benzer bir olay var. Seni aldık buradan mahkemeye git." Seyyar, o mahkemeye gidiyor. "Benim talimatım üzerine o kararı ver", o kararı veriyor. Bu seyyar hakimlerle ilgili ne yapacaksınız?
14) Adli Yıl Açılış Törenleri: Sarayda değil de bağımsız bir ortamda yapılmasını sağlayacak mısınız?
Bakın 14 madde saydım. Bunlardan birisi barolar kanunla, diğerleri tamamen uygulamayla ilgili. Eğer siz gerçekten hukukta bir reform yapacaksanız, bunları yaptığınız zaman ben anlarım ki, evet bunlar hukukta gerçekten bir reform yapacaklar ve biz de ister kanun getirin, ister uygulamayla yapın, biz sizi alkışlarız. Çünkü bizim demokrasiye ihtiyacımız var.
Neydi? Dünyanın bütün nehirleri adalete susamış bir insanın susuzluğunu gidermeye yetmezdi. Biz adalete susadık. Yapın doğruları, her türlü desteği veririz ama yanlışı da her koşulda söyleriz. Bizi susturmak mı isterler? Sizin gücünüz yetmez, sizin gücünüz yetmez.
Samimi inancımı söyleyeyim: Kurdun kuzuya adil davranacağına inanırım da, bunların adalet getireceğine inanmam. Kurt kuzuyu adil davranır, buna inanırım ama bunların adaleti getireceğine inanmıyorum. Çünkü bu lafı ettikten sonra bile dünya kadar adaletsizlikler var. Kimsenin sesi çıkmıyor.
Efendim adil bir Türkiye'de yaşamak dileğiyle hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum.