24.08.2017

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU NTV’DE GÜNDEME İLİŞKİN DEĞERLENDİRMELERDE BULUNDU (23 AĞUSTOS 2017)

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU NTV’DE GÜNDEME İLİŞKİN DEĞERLENDİRMELERDE BULUNDU (23 AĞUSTOS 2017)

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, NTV’de yayınlanan "Kılıçdaroğlu Özel" programında Oğuz Haksever’in sorularını yanıtladı, gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.



Oğuz HAKSEVER-
Belki kaçınılmaz olarak öyledir, siyaset biliminde her halde bir yeri vardır. Türkiye’nin siyasi ufkunda, Türkiye’nin kaderimizle bağlantılı ufkunda 2019 yılında yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimi var. Bugün gündemde olan pek çok konu dönüp dolaşıp 2019’da yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimine değiyor. Siyasi her konu özellikle iktidarla ana muhalefet arasındaki her konu o cumhurbaşkanlığı seçiminin çekim alanına sürükleniyor. Bu ortamı önemli ölçüde 16 Nisan referandum sonuçları tetikledi. Tutuklanma olasılığının ortaya atılması, MİT tırları tartışması, adalet yürüyüşü, dış politika konuları, ekonomi, memura zam görüşmeleri, arada pek çok gündem maddesi var ve bunların pek çoğu cumhurbaşkanlığı seçimlerinin çekim alanına sürükleniyor. Hatta Adalet Yürüyüşü günlerinde karavanda yemek yerken çekilmiş fotoğraf bile o çekim alanı içerisinde yer alabiliyor. Elbette o konuya da geleceğiz efendim. İyi akşamlar. Gündem Ana Muhalefet Liderinin söyleyecekleri ve 2019 Cumhurbaşkanlığı seçimleri. Bu sözlerle Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na yayınımıza hoş geldiniz diyoruz, teşekkür ediyoruz Sayın Genel Başkan.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Teşekkür ederim, sizler de hoşgeldiniz Genel Merkezimize.

Oğuz HAKSEVER- Biz de yayınımızı CHP Genel Merkezinde yapıyoruz. Öncelikle çok farklı gelebilecek bir konu ama bugün görüntüleri izlediğimde sizi Şükrü Kızılot hocamızın cenaze töreninde gördüm. Ben hesap uzmanlığınıza bağladım ama onun da ötesindeymiş galiba.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Yaklaşık 40 yıllık bir dostluğumuz vardı. Son derece zeki, çalışkan, sevecen, gerçekten de hayatında hiç kimseye kötülük yapmayı düşünmeyen, yüreğinde kin beslemeyen çok beyefendi bir insandı. Son derece saygılıydı insanlarla ilişkilerinde. Adeta kendisini topluma vakfetmiş bir kişiydi. Değişik paneller, konferanslar, kitaplar, yazılar, dergiler, bütün bunların hepsinin ana aktörüydü. “Yaklaşım” diye bir dergi var hala yayınlanır,  4 arkadaş bu dergi ilk daha çıkmadan önce ismi ne olmalı diye oturup konuşmuştuk, ismini öyle bulmuştuk “Yaklaşım” olsun diye. Sonra o dergi yaşıyor, hala yaşıyor. Kendi konusunda Türkiye’nin en önemli dergilerinden birisi vergiyi ve ekonomiyi işliyor.

Tabi Şükrü Hocanın şöyle bir özelliği daha vardı; vergi gibi son derece sevimsiz bir konuyu bütün toplumun ilgisini çekecek şekilde kaleme alması, topluma yansıtması, oradaki olumsuzlukları, eleştirileri bir şekliyle topluma maletmesi çok ama çok önemliydi. Bir akademik kimliği de vardı onun profesör sonradan oldu. Ama akademik kimliğinin ötesinde sıradan yurttaşın dahi okuduğu zaman rahatlıkla anlayacağı, olayların çarpıklığını çok daha rahat, güzel örneklerle anlatabileceği yazıları kaleme alıyordu. En son Hürriyet’in yazarıydı. Allah rahmet eylesin diyoruz tabi.

Oğuz HAKSEVER- Allah rahmet eylesin. Efendim gündeme gelince, MİT tırları tartışmasında tutuklanma olasılığı gündeme geldi ve Cumhurbaşkanı bu konuda son olarak “Kendini gündemde tutabilmek için buna benzer şeyler üretiyor, benim gündemimde böyle bir şey yok” dedi. Ne dersiniz?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Erdoğan ilginç bir insan aslında. Ama bir zaafı var Kılıçdaroğlu hastalığına mustarip. Miting olur, “Ey Kılıçdaroğlu” günün 24 saati. Bir yerde toplantı olur, “Ey Kılıçdaroğlu.” Bir yerde bir basın mensuplarıyla karşılaşır, “Ey Kılıçdaroğlu.” Ya Kılıçdaroğlu ne yaptı Allah aşkına, ne yaptı, bence bu hastalıktan kurtulması lazım. Şunu asla unutmaması gerekiyor; eğer bu ülkede demokrasi olacaksa kesinlikle ben olacağım. Ha demokrasiyi kaldıracağım benim dışımda hiç kimse konuşmayacak diye bu sivil darbeyi o noktaya taşırsa o ayrı bir şey. 20 Temmuz’da yapılan sivil darbeyi o noktaya taşırsa, “Herkesi susturacağım, bütün sivil toplum örgütlerini susturacağım, siyasal partileri susturacağım” diyorsa o ayrı bir şey. Becerebilir mi? Oturup düşünmesi lazım. Benim her söylediğime laf yetiştiriyor, güzel yetiştirsin hiç de bundan şikâyetçi de değilim. Çünkü o konuşmasa havuz medyasında ben hiç yer almayacağım, hiç ama. O konuşunca çok şükür arada bir bizi de manşete taşıyorlar. Ama onları okuyanlar, o gazeteleri okuyanlar benim ne kadar haklı olduğumu attıkları manşetlerden de vatandaş görüyor ve diyor ki “Evet Kılıçdaroğlu burada doğruyu söylüyor.” Hayatım boyunca hep doğruları söyledim, söylemeye de devam edeceğim.

Şimdi sürekli beni eleştirebilir, eleştirinin eğer belli bir düzeyi varsa ben buna saygı gösteririm. Ama düzeyi bazen aşıyor ve ben onun konuştuğu düzeyle ona hitap etmek zorunda kalıyorum ve bu benim ağırıma gidiyor. Örneğin size onu da rahatlıkla ifade edeyim, yaptığı bir konuşmada “Ey Kılıçdaroğlu korkak değilsen, ödlek değilsen, cesaretin yok…” falan gibi bir sürü laf etti, bir sürü ama. Ben de kendisine gayet makul bir çağrı yaptım: “Güzel beni suçluyorsun böyle, şimdi ben sana senin konuştuğun dille sesleniyorum; ey Erdoğan, korkak değilsen, ödlek değilsen, cesaretin varsa gel karşıma kardeşim, oturup iki insan gibi konuşalım. Üstelik benim söylediğim bir televizyonda değil senin söylediğin bir televizyonda olsun. Havuz medyasının dünya kadar televizyon var, senin televizyonların, gel karşıma.” Bir şey daha veriyorum ona, bir marj daha veriyorum. Söz veriyorum bakın yine NTV’den de söz veriyorum Sayın Erdoğan’a; sen yarım saat konuş ben 10 dakika konuşacağım. O her soruya yarım saat cevap versin, ben 10 dakika konuşacağım. Ben öyle fazla konuşmaya meraklı değilim. Bir şey söyleyeceğim, o kesinlikle susacaktır, cevap veremeyecektir. Cesareti yok. Cesaretin varsa gelirsin karşıma oturur konuşuruz, ne meydanlarda bağırıp duruyorsun? Bağırma! “Ey Kılıçdaroğlu, ey Kılıçdaroğlu...” Evet Kılıçdaroğlu burada kardeşim. Kılıçdaroğlu aslanlar gibi duruyor, cesaretin varsa, senin deyimine göre korkak ve ödlek değilsen gelirsin buraya kardeşim, otururuz hesaplaşırız.

MİT tırları; ne olmuş MİT tırlarına? Yani Enis Berberoğlu şimdi bizi radyodan dinliyor, çünkü televizyonunda NTV yokmuş galiba. Bizi radyodan dinliyor. Ne olmuş Enis Berberoğlu’na? Suç mu işledi Enis Berberoğlu? Suç yok ki ne suçu! Rehin alınan bir kişi, rehin alınan! CHP’ye operasyonun ilk ayağı. Enis Berberoğlu’nun MİT tırlarıyla ilgili hiçbir şeyi yoktur. MİT tırları olayı Enis Berberoğlu olayından çok ama çok önce. Cumhuriyet’in yazmasından çok ama çok önce bütün gazetelerde yer aldı. Bütün gazetelerde yer alan bir haber. Devlet sırrı mı olur? Herkesin bildiği devlet sırrı olur mu? Ben size sormak isterim gerçekten herkesin bildiği ve herkesin defalarca söylediği bir olay devlet sırrı olur mu? Ben gayet açık ve net söylerim, havuz medyasından da bir gazete manşetten vermişti teşekkür ederim onlara, “Efendim Kılıçdaroğlu bu devlet sırrını daha önce açıklamıştı.” Evet açıkladım! Evet açıkladım buradan söylüyorum. Suriye’ye silah götüren bir şoförün mahkemede verdiği ifadeyi Salı günü grup toplantısında okudum ve açıkladım. Türkiye Cumhuriyeti Devletini meşru bir devleti gayrimeşru bir olayın içine sokamazsınız. Buna hiç kimsenin hakkı ve yetkisi yoktur. Ayrıca bu bir devlet sırrı da değildir. Neden biliyor musunuz? Devlet sırrı olabilmesi için bunun o MİT tırlarının geçtiği yerlerdeki valilerinde haberinin olması lazım. Valilere denir ki, “Şu plakalı araçlar geçiyor, bunlar devlete ait araçlardır bütün emniyeti, güvenlik güçlerini uyarın bunlara müdahale edilmeyecek.” Hiç kimsenin haberi yok. Ne oluyor? Siz kendinizi Adana’da savcı düşünün, Hatay’da savcı düşünün veya İskenderun’da savcı olarak düşünün. Nöbetçi savcısınız, size bir ihbar geldi falan tırda silah taşınıyor diye. Ne yaparsınız siz? Müdahale etmez misiniz? Edersiniz, etmezseniz başınız belaya girer. Size söylenmiş mi şu plakalı araçlar devlete aittir sakın bunlara müdahale etmeyin diye bir bilgi gelmiş mi? Gelmemiş. Verilmiş mi? Verilmemiş. Emniyete, jandarmaya verilmemiş. Neresi bunun devlet sırrı oluyor? Bu birilerinin sırrıdır, devletin sırrı değildir.

Ayrıca bir şey daha var. Komşunuzda yangın çıksa ne yaparsınız Allah aşkına? Komşunuzda yangın çıktı. Herhalde ilk yapacağımız şey elimize bir kova su alıp gidip yangını söndürmektir. Bunlar ne yaptılar? Komşudaki yangının üzerine bir kova benzinle gittiler. Milyonlarca insan öldü, hayatını kaybetti, sakat kaldı. Oraya silahı siz neye göre götürüyorsunuz? Neye göre götürüyorsunuz, hangi devlet sırrı? Türkiye Cumhuriyeti Devletini hiçbir hükümet gayrimeşru bir sürecin içine sokamaz, hakkı da yoktur, yetkisi de yoktur. Burası hukuk devletidir. Burası eşkıya devlet değildir, hukuk devletidir.

Enis Bey’i içeri alıyorlar. Niye alıyorlar? Devlet sırrı. Ne devlet sırrı? Enis Bey’in hiçbir ilgisi yok bununla. Can Dündar’ın kitabını örnek gösteriyorlar. Buradan bütün vatandaşlarıma anlatayım. Can Dündar kitabında diyor ki, “Flash diski solcu bir milletvekilinden aldım.” İyi de Enis Bey o tarihte milletvekili değil. Boş dosyayla müebbet hapse mahkum edeceksiniz, iyi hal nedeniyle 25 yıl ağırlaştırılmış cezaya mahkum edeceksiniz. Bu ülkede adalet yoktur. Bakın bir daha söylüyorum. Bu ülkede adalet yoktur. Bu ülkede hiçbir vatandaşın can ve mal güvenliği yoktur. Örnek, adalet niye yoktur? Şunu çok duyarsınız değil mi? Falan kişi 300 küsur yıl mahkumiyetle yargılanıyor, savcı iddianamede yazıyor 300 küsur yılla hapis cezası verilsin diye. Bizim İzmir Büyükşehir Belediye Başkanımız Aziz Kocaoğlu da yanlış hatırlamıyorsam 428 küsur yılla yargılanıyordu.

Oğuz HAKSEVER- Evet öyle bir olay olmuştu.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi düşünebiliyor musunuz 300 küsur yılla yargılanacaksınız, yargının sonunda beraat edeceksiniz. Allah aşkına aklın alacağı bir şey mi bu, mantığın alacağı bir şey mi bu? Ne adaleti, hangi adaletten bahsediyorsunuz? Savcı savcı değil, hakim hakim değil. Tabi bütün savcıları ve bütün hakimleri aynı kefeye koymuyorum. Gerçekten adaleti dağıtmak için çırpınan, emek harcayan, cumhuriyetin değerlerini korumak için çırpınan, emek harcayan savcıları başımızın üstünde taşıyoruz. Ama birileri iktidarın sopası niyetine, sopası olmak için birileri eğer kalkar da ya ne talimat geliyorsa ben o talimatı yerine getiririm. Sen talimat almaya başladığın andan itibaren ne savcı olursun, ne de hakim olursun.

Enis Bey ne yaptı casuslukla suçlandı? Kozmik odayı FETÖ örgütüne açan kimdi kozmik odayı? Devletin harim-i ismetine girdiler. Devletin bütün sırlarını, milyonlarca belgeyi FETÖ örgütüne teslim ettiler. Bunu yapan kimdi? Enis Berberoğlu mu? Casussa bütün bu bilgileri devletin en kritik bilgilerini, en kritik kozmik odada saklanan, devletinde üzerinde özellikle titrediği bu kozmik odaya kimse giremez. Hatta herkes giremez. Silahlı kuvvetlerden de önüne gelen kişi giremez. Bu odayı terör örgütüne açtınız. Açanlar kim? İktidar olanlar. Asıl casuslar kim? Bunlar değil mi? Peki yürekli bir savcı çıkıp bir dakika gelin beyler bu FETÖ örgütüne siz Fethullah Gülen terör örgütü diyorsunuz, bir terör örgütüne devletin kozmik odasını siz niçin açtınız, hangi gerekçeyle açtınız? Efendim işte bir milletvekiline, bir bakana suikast düzenlenecekti. Bakan neredeydi kardeşim o suikastin düzenlendiğini iddia ettiğiniz saatte? Manisa’daydı. Bu mudur Allah aşkına? Şimdi siz bütün bunları bırakmışsınız ondan önce yayınlanan yani Cumhuriyet yayınlamadan çok önce yayınlanan, üstelik bir gazetede değil bütün gazetelerde yayınlanan, ondan önce fotoğrafları yayınlanan, sonra da Cumhuriyet’te yayınlanan bir haber dolayısıyla diyorsunuz ki, işte biz Enis Berberoğlu’nu tutukladık efendim casusluktan dolayı devlettin sırlarını efendim bir gazeteye vermiş diye. Belge? Belge yok. Doküman? Doküman yok. Ne var? Birilerinin kulağına fısıldama var. Bununla olmaz.

Şimdi bir gazete söylüyor efendim Kılıçdaroğlu bu görüntüleri daha önce izlemişti. Evet izledim. Sadece o görüntüleri izlemedim ki ben…

Oğuz HAKSEVER- Sizin verdiğinizde ima ediliyor.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Konuşacağım. Ben Ana Muhalefet Partisinin Genel Başkanıyım. Devletin her kanadından bize bilgi gelir her kanadından. Ben Erdoğan’ın izlediği milletvekili görüntülerini izlerken, Erdoğan’ın da görüntüye alındığı olayları da izledim. Bunu da izledim. Ama verilmedi. Verilseydi o görüntüler ben hemen ertesi gün basın toplantısı yapar açıklardım. Zaten bildiğimiz olaylar. Yani gizli bir olay değil ki bu. Hani gizli olur da dersiniz gizlidir. Bu herkesin bildiği şey. Valisi biliyor, kaymakamı biliyor, savcısı biliyor, bütün medya biliyor, gazeteciler biliyor, sokaktaki vatandaş biliyor, bir kişi diyor ki “Hayır efendim bu devlet sırrıydı.” Herkesin bildiği sır devlet sırrı olur mu? Hangi devlet sırrı?

Hadi vazgeçtim bunu ben söylüyorum diyelim. Bunun devlet sırrı olmadığını herkesin bildiğini Anayasa Mahkemesi söylüyor. Anayasa Mahkemesi devletin tepesindeki en yüksek, en yüce mahkeme söylüyor. Can Dündar, Erdem Gül davası dolayısıyla verdiği kararda söylüyor. “Bu devlet sırrı değil” diyor, “Daha önce yayınlanmış bunlar” diyor. Şimdi siz buradan CHP’ye nasıl ulaşabiliriz, nasıl operasyon yapabiliriz diye arkadan dolanıyorsunuz.

Oğuz HAKSEVER- Orada Kılıçdaroğlu ne söyledi? Ciddiye alıyorum tutuklanma olasılığını dedi ve her şeye hazırlıklı…

Kemal KILIÇDAROĞLU- Sonra vazgeçti.

Oğuz HAKSEVER- Hala o görüşte misiniz diye soracaktım. Yani bunu kanaatinizi koruyor musunuz olabilir?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Az önce söyledim, darbe dönemlerinde hukuk çalışmaz. Hukukun üstünlüğü yoktur. Biz şimdi bir sivil darbe dönemini yaşıyoruz. Sivil bir darbe dönemini yaşıyoruz. Bu dönemde hukuk? Hukuk yok. Hukukun üstünlüğü yok. Yargı talimat alarak iş yapar. Savcı talimat alarak iş yapar. Size bir örnek vereyim. Bir savcının düzenlediği iddianameyi bir başka savcının iddianamesini alıyorsunuz Akıncılar’a bir başka ciddi iddianameyi alıyorsunuz ama o iddianameyi bu tarafa kopyalarken yanlış hatırlamıyorsam 3 önemli paragrafı almıyorsunuz, gizliyorsunuz. Niçin? Bir savcı niye gizler?

Oğuz HAKSEVER- Hangileri onlar?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Akıncı Ana Üssü davasının…

Oğuz HAKSEVER- O 3 önemli paragraflar?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Çok önemli. Bilseydim şu anda getirirdim ama ara verirseniz arada ben onları size ulaştırırım, getiririm. Darbeden söz eder, bir şekliyle devletteki bozulmadan söz eder. Ucu hükümete değecek şekilde bir sürü şeylerden söz eder. Bunlar özenle o iddianamenin içinden çıkarılır, başka bir yere iki paragraf olarak konur. Niçin? Ben şunu da söyledim, “Savcılar 15 Temmuz darbe girişiminin araştırılmasıyla ilgili, araştırıyorlar malum ondan sonra iddianamelerini hazırlıyorlar. İddianamelere son şeklini vermeden önce Adalet Bakanlığı bu iddianameleri gözden geçiriyor son şeklini Adalet Bakanlığı veriyor” dedim, diyorum, sözümün arkasındayım. Kanıtlamaya da hazırım. Arzu ederse Adalet Bakanı, arzu ederse Erdoğan, hodri meydan! Bakın ne kadar değil mi rahat söylüyorum. Hepsinin belgesi var, hepsinin dokümanı var. Biz bir şeyi söylüyorsak onu oturup bakmadan gözü kapalı söylemiyoruz. Önümüze bir belge geliyorsa onu çek etmeden asla, bir çek edeceğiz bu gerçekten doğru mudur değil midir? Böyle bakıyoruz biz olaya. Peki biz bütün bunları niçin yapıyoruz? Bu ülkenin menfaati için yapıyoruz. Türkiye Cumhuriyetinin menfaati için yapıyoruz. Bizim ülkemiz dünyanın en güzel ülkesi. Bizim ülkemizde hukukun üstünlüğü olmalı. Bizim ülkemizde yanlış şeyler yapılmamalı. Bizim ülkemizde devlet, hukuk ve liyakat sistemi içinde yönetilmelidir. Siz bunları yapmadığınız zaman hükümet olarak görevinizi yapmazsınız. Bir devleti bir çete yönetemez. Bir devleti halkın seçtiği, yüreğinde insan sevgisi olan, adaletten yana olan, hukuktan yana olan, hukukun üstünlüğünü savunan kişiler tarafından yönetilir ve devlette liyakat geçerlidir, liyakatin olması lazım.

Daha ilginç bir şey söyleyeyim size Oğuz Bey. MİT Müsteşarlığı Darbeleri Araştırma Komisyonuna bir yazı yazdı. Söylediği şeylerden birisi çok önemli aslında devlette liyakat sistemine uyulmalı diye. Ne demektir bu? Bugün devlette liyakat sistemi yoktur demektir. Buna uyun diye çağrı yapıyor. Liyakati çökertirseniz bütün bunların hepsi olur.

Oğuz HAKSEVER- Efendim ve o fotoğraf, Adalet Yürüyüşü günlerinde karavanda kızınızla yemek yerken fotoğraf çekildi, fanilalı bir fotoğraf. Fotoğrafı çeken Selahattin Sönmez’in ifadesiyle içeri girdi, sizinle herhangi bir iletişimde bulunmadan fotoğraf çekti, birkaç poz daha aldı giyinirken çıktı. Hikayesini sizden dinleyebilir miyiz? Bir izin durumu olmuştur herhalde önceden?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Adalet Yürüyüşü pek çok kişinin ezberini bozdu. Önce inanmıyorlardı, ya 69 yaşında bir adam 450 kilometre yol yürür mü mümkün değil Kızılcahamam’da durur. Sonra? Efendim Kızılcahamam’da değil de Bolu’da falan durur, yokuşu çıkamaz falan. Sonra? İzmit gişelerde biz bunu durdururuz, İstanbul’a giremez. Ezberlerin tamamı bozuldu. Adalet Yürüyüşüne benim düşündüğümden de çok büyük toplumsal destek geldi. Çünkü bu ülke adalete susamış. Bugün bu ülke insanının yüzde 73’ü adalete güvenmiyor. Rakam veriyorum yüzde 73’ü adalete güvenmiyor, adaletin olmadığına inanıyor. İşiniz olsa mahkemede adaletle sonuçlanır mı diye soruya yüzde 73’ü hayır diyor. Yüzde 18’i evet diyor. Evet diyen yüzde 18’in de hiçbirisinin işi mahkemeye düşmüş değil. Bu sadece sıradan sokaktaki vatandaşın görüşü değil. Buyurun gidin avukatlardan yapın, buyurun gidin mahkemelerde, hakimlerde yapın. Aynı sonuçlar çıkıyor.

O nedenle bizim yürüyüşümüz sadece Türkiye’de değil bütün dünyada ses getirdi.

Oğuz HAKSEVER- Yani o olay üzerinden yürüyüşe mi?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Tabi. Ve gölgede 40 derecede yürüdüm. Siste yürüdüm, yağmurda yürüdüm, asla ödün vermedim kararlılıkla yürüdüm. Bir davaya inanıyordum bu memlekette adalet olsun. Benim için mi? Hayır. Benim adaletle bir sorunum yok çok şükür. Mahkemelerle de bir sorunum yok benim. Ama bu ülkenin insanının adalete ihtiyacı var. Hani İranlı bir bilgenin dediği gibi, “Dünyanın bütün nehirleri adalete susamış bir insanın susamışlığını gidermeye yetmez” diyor. Adalet bu kadar önemli. Bu ülkenin insanı adalet istiyor. Yürüdüm tabi. Her gün 3 veya 4 gömlek değiştirdim. 4 tane ayakkabı değiştirdim. Tabi yemek yemem gerekiyordu, o sıcakta belli aralıklar veriyordum. Gelip hemen üstümü çıkarıyordum. O fotoğrafa bakın, o fotoğrafta yapmacıklı topluiğne ucu kadar bir şey göremezsiniz yapmacıklı. Kızımla yemek yiyorum. Ve o fotoğraf Anadolu’dan sıradan bir ailenin fotoğrafıdır aslında bir Genel Başkanın fotoğrafı değil. Ben o şartlarda yetiştim. Ben saraylara özenen bir insan değilim. Ben evimde huzur içinde oturmak istiyorum. Ben o yemeği kızımla beraber huzur içinde yiyorum huzur içinde. Ben tarihe not düşüyorum. Hangi koşullardan geldim ben milletvekili oldum, Genel Başkan oldum? Ben o tür koşullardan geldim. Benim yapmacıklı hiçbir şeyim yok. Ben halktan birisiyim, sıradan, sade halktan birisiyim. Evimde de öyle oturuyorum, dışarıda da öyleyim ben. Hala giderim abimle karşılaşırsam elini öperim, saygımı gösteririm. Babam rahmetli oldu o bizim babamız sayılır. Ablam var, annem rahmetli öldü, okuma yazma bilmezdi. Dolayısıyla yetiştiğim şartlar böyle.

Şimdi efendim bu “Vatandaş Kemal” diye manşet atıldı. Doğru ben bu ülkenin bir vatandaşıyım. Sıradan bir vatandaşıyım aslında. Genel Başkanlığı bırakıyorum bir tarafa o ayrı bir şey. Ama sıradan bir vatandaşım. Kızıyor, köpürüyor. Ya niye köpürüyorsun arkadaş? O fotoğrafta ne var, ne var yani? Benim insanım böyle değil. Sen zaten kendi insanını unuttun arkadaş, sen kendi insanını unuttun. Sen Türkiye’de sade vatandaşın hangi konumda olduğunu bilmiyorsun. Herkesi sarayının etrafında sana yağ çeken insanlar gibi düşünüyorsun. Yok öyle bir şey, Türkiye’de öyle bir şey yok. Yok öyle bir şey. Kayseri’de gencecik bir adam işsizlik nedeniyle kendisini yaktı. Ey saray senin haberin var mı bundan? İşsizlik nedeniyle. Son 15 yılda kaç kişi işsizlik için başvurdu Türkiye İş Kurumuna? 24 milyonu aştı işsizlik için başvuranların sayısı. Buyurun gidin fındık üreticilerine bakın. Buyurun gidin hububat buğday üreticilerine bakın. Ben o insanların arkadaşıyım, ben o insanlarla beraberim. Ben onların hayat tarzını da, ben gider yer sofrasında otururum. Çünkü çocukluğum da öyle geçti yer sofrasında oturdum ben.

Oğuz HAKSEVER- Bilerek öyle bir mizansen olduğu söylendi, Cumhurbaşkanı…

Kemal KILIÇDAROĞLU- Yok efendim ne bilerek, böyle bir şey yok. Öyle bir mizansen falan yani. Zaten o karavanda kalıyorum. Zaten kızıyordu “Vay efendim bir de akşamları karavanda kalıyor.” Evet dedim karavanda kalıyorum. Gelen bütün gazetecileri de orada ağırladım buyurun gelin işte karavan bu, bizim sarayımız da bu. Yediğim yemeğe bakın. Eminim yediğim yemeğe bozulmuştur Kılıçdaroğlu niye yoğurt yiyor, niye şunu yiyor, bunu yiyor aç kalsaydı diye. Onun içinden öyle geçiyordur. Ekmeğim de naylon bir poşette duruyor. Ben böyle bir insanım. Huzur içinde oturmuşum. Çünkü ondan sonraki yürüyüşe kendimi ruhen, fiziken hazırlamam lazım. Şimdi siz kalkıyorsunuz bu fotoğraf üzerinden bana saldırıyorsunuz, “Vay efendim atletliymiş.” Ben “adalet” diyorum, o “atlet” diyor dikkat buyurunuz. Ben “adalet” diyorum, o “atlet” diyor. Evet arkadaş o atlet bendeydi, ben o atleti giydim. Evet çok sıcaktı, 40 dereceydi ben o atletle yemeğimi yedim. Kiminle? Kızımla beraber. Nasıl? Huzur içinde yedim. Görevini yapmış bir baba gibi, bu ülkenin sıradan bir vatandaşı gibi. Bakın o fotoğrafta asla kibir yoktur asla. Birilerine tepeden bakma asla yoktur. Sıradan, sade bir vatandaş. Sıradan sade bir vatandaş olmakla da gurur duyuyorum. Bu benim zaten görevim. Çünkü benim görevim o sıradan sade vatandaşın sorununu çözmek. Ben onun yaşantısını bilmezsem, ben onun sorunlarını bilmezsem ben onun derdine derman olamam. Böyle bakmak lazım ve kalktı bunun üzerinden bir de Atatürk dersi vermeye kalktı.

Oğuz HAKSEVER- Evet Atatürk’ü hiç böyle yerken gördün mü? Tırnak içinde söylüyorum.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Atatürk’ü tanıyor mu acaba, biliyor mu Atatürk’ü? Atatürk’ün ne olduğunu biliyor mu? Atatürk 100 yılda bir toplumların yetiştirdiği ender kişilerden birisi ve o da Türkiye’ye nasip olmuştur. Bunu söyleyen de ben değilim Churchill söylüyor. Milli Kurtuluş Savaşını vermiştir, bir Osmanlı paşasıdır. Bütün hayatı savaş meydanlarında geçmiştir. Yemen’de, Filistin’de çarpışmıştır. Böyle birisidir. O da öyle, İsmet İnönü de öyledir. Düne kadar Atatürk lafını ağzına dahi almazdı. Neyse en azından o fotoğrafı gördü de Atatürk’ü hatırladı.

Ben o sofrada kızımla beraber sade bir yemek yiyorum. Ben o sofraya kafasında külah sabahtan akşama hakaret eden kişiyi oturtmuyorum, oturtmam da zaten. Ama o oturtuyor. Herkes Atatürk’ü anabilir, senin Atatürk’ü anma hakkın da ve yetkin de yoktur. Mustafa Kemal Atatürk’ü sen anamazsın. Ya külahlı adamdan sabahtan akşama kadar Atatürk’e hakaret eden o külahlı adamı masana oturtmayacaksın, Cumhurbaşkanlığı masasına bir de oturtuyor. Sonra da kalkacak bana Atatürk’ü anlatacaksın.

Nadir Nadi rahmetli Kenan Evren’e derdi ki, “Ben Gardırop Atatürkçüsü değilim.” 12 Eylül döneminde bir başyazı yazmıştı ben Atatürkçü değilim diye. Ben Atatürkçü değilim diye yazı yazdı diye Cumhuriyet’te o sütuna bir süre yasak getirildi, Nadir Nadi yazı yazamadı. Biz Gardırop Atatürkçüsü değiliz. Biz Atatürkçülüğü; Atatürkçülüğün iki temel ögesi vardır. Bir; Gazi Mustafa Kemal Atatürk der ki, “Özgürlük ve bağımsızlık yani hürriyet ve istiklal benim karakterimdir.” Bayrağımın altında hür yaşayacağım, bayrağımın altında bağımsız yaşayacağım. İkincisi der ki, “Sen hürriyetini ve istiklalini korumak istiyorsan, savaş meydanlarında kazandığın zaferleri ekonomik zaferlerle perçinleyeceksin ki bağımsızlığın daim olsun” diyor. Atatürkçülük budur. Öyle onların dediği gibi Atatürkçülük falan yok öyle. Uyduruk bir sürü şeyi uyduruyorlar. Atatürkçülük budur. Biz de bunu savunuyoruz. Benim o sofram keşke Atatürk’ün sofrası olsaydı. Keşke Atatürk’ü de orada konuşabilseydik.

Dolayısıyla o sofra üzerinden bana saldırması… Elinden çok büyük bir kozu aldım ben. Orada sıradan vatandaş kendisini gördü orada, Vatandaş Kemal’i gördü. Kendi evindeki gibi gördü. Efendim atletle oturulmazmış. Ya sen Adana’ya hiç gitmedin mi, Hatay’a gitmedin mi, Gaziantep’e gitmedin mi, Kilis’e gitmedin mi, Osmaniye’ye gitmedin mi, Mersin’e gitmedin mi? Arkadaş sen nerede yaşıyorsun ya? 40 derecenin altında git bak bakayım ya o insanlar nasıl yemek yiyorlar? Nasıl yemek yiyorlar ya? Kendi insanından bu kadar habersiz olan birisi bir de kalkıp bana ders vermeye kalkıyor. Yine kendisini davet ediyorum, açık ve net davet ediyorum. Korkmasın, çekinmesin bana ders verecekse vatandaşlık üzerine, bana ders verecekse Atatürk üzerine, cesareti varsa onun deyimiyle ödlek değilse, onun deyimiyle korkak değilse, gelir karşıma çıkar.

Oğuz HAKSEVER- Efendim Adalet Yürüyüşünün yarattığı bir iklim oldu kuşkusuz. Bunun devamında başka tema söz konusu olabilir mi? Çanakkale’ye geleceğim ama önce bunu sorayım.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Olacak.

Oğuz HAKSEVER- Çalı dibi taşlıyorum ipuçları alabilir miyim diye.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Bugünden söylemem doğru değil, olacak. Biz belli bir stratejiyle gidiyoruz. Bu ülkenin insanına en çok özlem duyduğu şeyleri anlatacağız, en çok özlem duyduğu adalet. Kız çocuklarımızın adına Adalet diyoruz. Kurduğumuz siyasi partilere adalet diyoruz. Mahkemelere adalet dağıtan organ diyoruz. Adalet devletin temelidir diyoruz. Adalet bir kutup yıldızı gibidir, yerinde sabit durur bütün kainat onun etrafında döner diyoruz. Adalet budur. Bu özlemi bu ülkenin insanına hatırlatacağız ve getireceğiz. Başka özlemleri de var bu ülkenin. Başka temaları da getireceğiz.

Oğuz HAKSEVER- Ve Çanakkale’deki olay, elbette onun içeriğini de alacağız ama tartışmalara geldiğimizde HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın partililere “Buraya destek verin, Adalet Kurultayına Çanakkale’deki destek verin” çağrısı iktidar tarafından eleştiri konusu oldu.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Niye eleştiriliyor? Onlar bu ülkenin insanı değil mi? 6 milyon vatandaş, yani HDP’yle ben ayrı partiyim ama ben bu ülkenin insanıyım ve ben insanlarım arasında hiçbir ayrım yapmam doğu, güney, kuzey, batı yapmam. 80 milyon benim başımın üstünde yeri vardır. 80 milyonun içinde Kürt kökenli vatandaşlarım da vardır, onların da benim başımın üstünde yeri vardır. Yani onlar adalet demeyecek mi? Hayatımda bu kadar insanlık düşmanı bir söylem emin olun duymadım ben. Adalet ya adalet, söylüyoruz. Gelen kişiye bir dakika sen falan partidensin sen adaleti ağzına alamazsın mı diyeceğiz? Yani Adalet ve Kalkınma Partisinden AK Partiden bir vatandaşa sen adalet sözünü ağzına alamazsın bu söz bize ait midir diyeceğiz? Veya MHP’den veya ÖDP’den. Bunları mı söyleyeceğiz? Bu ülkenin bütün insanlarını kucaklamamız lazım. Ötekileştirirseniz düşmanlaştırırsınız. Sarayda oturan zatın stratejisi bu. Ötekileştir ve düşmanlaştır. Niye düşmanız, niye daha rahat konuşmuyoruz, niye bir araya gelmiyoruz, niye birbirimizi sevmiyoruz? Efendim o ayrı partiden. Olabilir siyasi partiler yasası var. 

Oğuz HAKSEVER- PKK bağlantısı gündeme getiriliyor.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Efendim varsa gitsin tutuklasın. Benim tutuklama hakkım var mı? Yok. Yetkim var mı? O da yok. Bir PKK’lı gelirse bu devletin gücün var mı? Var. İstihbarat örgütü var mı? Var. Gelir yakalar. Alnında mı yazıyor birisinin PKK’lı mıdır veya başka bir örgüttendir. Ben bilmem. Adalet yürüyüşünde de dediler “Vay efendim işte PKK’lılar geldi.” Polisler vardı, orada dünya kadar polis vardı, PKK’lı geldiyse gitsin tutuklasınlar arkadaş! Ama birisi adalet istiyor diye, adalet çağrısı yapıyor diye biz bu ülkenin 80 milyonuna da çağrı yaptık, “Gelin adaleti istiyorsanız yürüyün” dedik. Arzu ediyorsanız yürüyün dedik. Geldiler. Her görüşten, her siyasi partiden vatandaş geldi. Bu ne demektir? Her siyasi partiden vatandaş adalet istiyor. Efendim işte Selahattin Bey destek verin. Gelirse oraya gelir. Ne diyoruz biz? Bir parti bayrağı olmayacak. Çünkü adalet sadece CHP’lilerin bir talebi değil ki 80 milyonun talebi. Adalet Kurultayı yapıyoruz hiçbir partinin bayrağı olmayacak. 80 milyon bütün vatandaşlar kim gelirse. Ha suçlu birisi gelirse e orada polis var, sivil polisler vardır biz tanımıyoruz gider yakalarlar.

Bir şey daha söyleyeyim Oğuz Bey, Adalet Yürüyüşü sırasında içimize bazı provokatörler de sokuldu vatandaşı tahrik eden. Biz onları böyle cımbızla alıp hemen dedik kusura bakma arkadaş senin burada yerin yoktur ayrıl git. Seni burada tutamayız. Bu bir adalet yürüyüşüdür. Bu yürüyüşün şöyle veya böyle bir kavgaya dönüşmesini, çekişmesi asla kabul etmeyiz. O nedenle bize taş atıldığında sadece alkışladık. O nedenle toplumun takdirini topladık. Evet, biz kavga istemiyoruz. Kendi ülkemizde huzur içinde yaşamak istiyoruz. Siz farklı bir görüşten olabilirsiniz, ben de farklı siyasi görüşten olabilirim. Ama bu bizim birbirimizin konuşmasına engel olmamalı, kavga etmemize neden olmamalı. Düşünce özgürlüğü var, düşünceyi ifade özgürlüğü var. Siz kalkıp efendim HDP şöyle bir partidir, MHP şöyle bir partidir, AKP şöyle bir partidir, CHP şöyle bir partidir, ÖDP böyle, Komünist Partisi böyle. Herkesin programı var, kendi görüşü var. Hepsine ben saygı duyarım. Yasalara göre kurulmuş mu? Kurulmuş. Yasadışı bir şey olduğu zaman bu devletin savcısı, güvenlik gücü harekete geçiyor mu? Geçer. Tarafsız davrandığı sürece hiçbir sorun olmaz. Hukuk çalıştığı sürece, adalet olduğu sürece bu ülkede huzur olur. Aksi halde gerginlik olur ve Türkiye çok daha kontrol edilemeyecek çok daha gergin noktalara sürüklenebilir.

Oğuz HAKSEVER- Çanakkale Adalet Kurultayından ne çıkacak efendim ne beklersiniz?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi Adalet Yürüyüşünde sadece yürüdük. Şimdi adaletten neyi bekliyoruz, eğitimde adalet nasıl olmalı, yargıda adalet nasıl olmalı, devlette adalet nasıl olmalı, yaşamda adalet nasıl olmalı? Adalet çok zengin bir kavram. Bir taşeron işçisi kadro sözü verildiği halde kadro alamamışsa sığınacağı en temel kavram adalettir. Bana söz verdiniz sözünüzü yerine getirin. Bir buğday üreticisi, bir çiftçi dünyanın en pahalı mazotunu kullanıyor ve hala geçen yılın fiyatlarından senden ürün alacağım deniyorsa onun da yapacağı ve sığınacağı sözcük adalettir.

Bakın size bir şey anlatayım. O rakamı da aldım ben çok ilginçtir…

Oğuz HAKSEVER- Ekonomiyi de geldik. Bu arada pek çok konu var ama.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Buna da hemen değineyim çünkü adaletle ilgili bu. Ne diyorlardı? Faizden şikayetçi. Sabah, öğle, akşam faizler çok yüksek, çok yüksek, çok yüksek. Ben size şunu söyleyeyim, AK Parti 15 yılda hiçbir Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin ödemediği kadar dışarıdan bir avuç faiz lobicisine dünyanın en yüksek faizini ödedi. 15 yılda ödenen faiz nedir biliyor musunuz yurtdışına? 142 milyar dolar. Faiz lobisine çalışan bir hükümet. Faizden şikayet ediyorlar değil mi faizler çok yüksek. Bu ülkeyi kim yönetiyor? Fransızlar mı yönetiyor, Japonlar mı yönetiyor? Siz yönetiyorsunuz. Faiz yüksekse düşür kardeşim niye düşürmüyorsun? Şikayet ediyorsun. Şikayet ediyorsan koltuktan ayrılacaksın. Faizi düşüren adam gelecek oraya. Sen faizi düşüremiyorsun. Bu söylediğim içerde ödenen faiz değil, dışarıya ödenen faiz. Gelip spekülatörlerin burada kazanıp dışarıya götürdüğü. 142 milyar dolar. Çiftçiye destek veremiyor, fındık üreticisine veremiyor. Mazota zam yapıyor. Doğalgazla BOTAŞ zengin oldu, bir numara vergide, isminin açıklanmasını istemedi niçin? Bir devlet kurumu daha iyi ya kazanmışsın. Çünkü vatandaşa doğalgazı kazıklayarak verdiler. Vatandaş öğrenmesin diye. Bunlar adalet istemeyecek mi? İsteyecekler. Ekonomide adalet, gelirde adalet, yaşamda adalet. Bütün bunların hepsi tartışılacak. 8 konu 4 gün boyunca tartışılacak ama 8 ayrı ana konu olacak, değişik siyasi görüşlerde, onun da altını özenle çizeyim. Çok değişik siyasi görüşlerde…

Oğuz HAKSEVER- Hatta eski AK Partililer de var.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet onlar da var. Hepsi oturulacak tartışılacak. Uygar insanlar gibi tartışacaklar ve biz de çok şey öğreneceğiz. Hepsini takip edeceğim. Ayrıca çok sayıda küçük çalıştaylar yapılacak. Onlar medyaya kapalı. Diyelim ki bir konu oluyor, o konu için oturulacak, sendikacılıkta adalet diyelim, o konu oturulacak orada bütün ayrıntılarıyla tartışılacak. Ama o işin uzmanları bir araya gelecekler. Eğitimde adaletin alt çalıştayları olacak.

Oğuz HAKSEVER- Sanki CHP’nin programı da bundan yararlanacak gibi bir izlenim…

Kemal KILIÇDAROĞLU- CHP’nin programı, CHP’nin parti seçim bildirgesi, CHP’nin Türk siyasal entelektüel birikimine katkısı, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bu yoğunlukta ve bu kapsamda yapılan ilk çalışmadır. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bu yoğunlukta ve bu kapsamda yapılan ilk çalışmadır. Tamamı banda alınacak, tamamı kitap haline getirilecek. Her birisi akşam tabi yine özetler halinde medyaya servis edilecek.

Oğuz HAKSEVER- Cumhurbaşkanlığı seçimine gelmeden önce iki başlık var epey güncel olduğu için. Zaten hangi konu konuşulsa açılışta söyledim Cumhurbaşkanlığı seçimi meselesine değiyor. Birincisi, en son Meral Akşener ve eski MHP’li arkadaşları, başka kesimlerden de yanılmıyorsam kurucular olacak. Yeni bir partiyi kuruyor. Bilmiyorum tabi başka bir parti ama ben haberci olarak sormadan edemiyorum. Siyaseti nasıl etkiler diye sorsam böyle bir parti?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Siyaseti olumlu etkilemesini beklerim. Meral Hanım, arkadaşları siyasete bir düzeyi getirirler. Bir kadının Genel Başkan olması ayrıca bizim siyasi kültürümüz açısından da çok önemlidir. Ekip arkadaşlarıyla beraber iyi bir program…

Oğuz HAKSEVER- Görüştünüz kendisiyle de çünkü.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Tabi, ramazan sırasında görüşmüştüm bir akşam yemek yemiştik. Bu hayır bileşenlerini ziyaret etmiştim o dönem. Oturup biraz sohbet etmiştik, konuşmuştuk ama henüz o günlerde bir parti kurma yoktu. Sonradan parti kurmaya karar verdiler. Çok değişik çevrelerden partiye destek ekip arkadaşlarıyla beraber. Ben siyasi tarihimiz açısından önemli olduğunu düşünüyorum. Kurmaya çalıştığı alanda bugün bir boşluk var. O boşluğu eğer doldurabilirse Türkiye bugün içinde bulunduğu girdaptan kurtulabilir. Kendisine başarı dilemek tabi benim görevim. Umarım başarılı bir performans ortaya koyarlar.

Oğuz HAKSEVER- Zekai Aksakallı Korgeneral olayı, 2.Kolorduya Komutan olarak atandı. 15 Temmuz’un öne çıkan yani darbeye, darbe girişimine direnen komutanlarından biri olarak…

Kemal KILIÇDAROĞLU- Ömer Halisdemir’e vur talimatı veren.

Oğuz HAKSEVER- O da var. Ayrıca kaçırılmak istendi direndi, eşi yaralandı. Ardından bu 2.Kolordu Komutanlığının pasif bir görev olduğu söylendi. Kırgın olduğu söylendi ama biz bilgi de almıştık. Yani istifa hiç aklından öyle bir şey geçmiyor diye. Bu konuda bir değerlendirme yapmanız mümkün mü? Sonra Cumhurbaşkanı bir takım kademelerden geldi ben de onayladım dedi. Aynı zamanda da olur böyle şeyler, bu tür durumlar.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi pasif bir göreve atandığı doğru. Özellikle Ortadoğu’da bütün bu olaylar yaşanırken özel kuvvetlerin başındaydı çünkü bütün bu olaylar yaşanırken, onun oradan alınıp pasif bir göreve atanması ordu içinde huzursuzluk yaratacağı açıktır yani kabul etmemiz gerekiyor. Çünkü siz bulunduğunuz bir görevden, aktif, etkin bir görevden alınıp da daha pasif bir göreve atanıyorsanız bir kırgınlık yaşamamak mümkün değil. Ayrılır mı, ayrılmaz mı onu bilmem. Ama ortada şu var, Yenikapı’da konuşurken “Orduya, adliyeye, yani kışlaya, adliyeye ve camiye siyaset girmesin” demiştim. Bu üç yer siyasetin kaldıracağı yerler değildir. Şimdi üçünde de siyaset var. Camide de var, kışlada da var, adliyede de var. Bu devletin temeline dinamit koymaktır. Ordunun şöyle bir özelliği var. Rütbe esası vardır. Bir üst rütbenin verdiği emre alttan hiç kimse itiraz edemez koşulsuz ona uyar. Bu sadece bizim ordumuz için geçerli bir kural değil. Dünyanın bütün orduları için geçerli kuraldır. Sivil hayatta insanların tartıştığı gibi rahat tartışılamaz orduda. Komutan emir verir o emir koşulsuz yerine getirilir. Askerliğin kuralıdır bu. Siz orduya siyaseti soktunuz, kuralları bozdunuz, dengeleri altüst ettiniz. Yani liyakati dinamitlediniz. Zaten Balyoz, Ergenekon’da orduyu perişan etmiştiniz.

Bakın size bir örnek anlatayım. Ergenekon, Balyoz olayında bütün neredeyse orduda komutan bırakmadılar tamamını darbeci diye içeri aldılar. O zaman ben yine itiraz ediyordum. Yine bana darbeci diyorlardı, “Ey Kılıçdaroğlu sen darbecisin, darbecileri savunuyorsun” diye. Sonra ne oldu? Bütün bunların kumpas olduğu meydana çıktı. Kendileri itiraf ettiler kumpas diye. Bunların çoğu ağırlaştırılmış, bir değil birden fazla ağırlaştırılmış müebbet hapse, idama. İdam olsaydı tamamı şu anda belki de idam edilmişti. Peki, kumpas çıktıktan sonra ne olacaktı, bu idam edilenler ne olacaktı? Bu faturayı kim ödeyecekti? O davaların savcısı kimdi? O davaların savcısı hesap verdi mi? Zekeriya Öz kaçtı. İyi de bir de başsavcı vardı. Zekeriya Öz’ü kovalıyoruz aman yakalayalım da gelsin Türkiye’de hesap soralım. Zekeriya Öz’e kurşungeçirmez makam arabasını veren adam nerede? Asıl FETÖ’cü o değil mi? Sen kalkacaksın bu davaların savcısıyım diyeceksin, Zekeriya Öz’e her türlü desteği vereceksin, kurşungeçirmez arabanı tahsis edeceksin, orduyu darmadağın edeceksin sonra dönüp diyeceksin ki, “Bu Kılıçdaroğlu var ya Kılıçdaroğlu, bu Kılıçdaroğlu FETÖ’cü…” Ya akıl ya akıl mantık ya. Akıl tutulması mı var? Hayatımda böyle bir düzenbazlık görmedim. Emin olun yok görmedim yani, tanık da olmadım böyle bir şeye. Böyle bir rezalet de görmedim. Hesap vermesi gereken adam hesap sormaya kalkıyor. Ya sen önce bir hesabını ver ondan sonra gel hesap soralım tamam eyvallah. Gel karşıma tartışalım. Korkuyorsun gelmiyorsun, cesaret edip gelmiyorsun. Niye bağırıyorsun kardeşim o zaman? Gel, devletin bütün arşivleri sende, devletin bürokrasisi sende, iktidarda sen varsın, bütün bakanlar emrinde. Ben yalnız geleceğim arkadaş, gel bakalım konuşalım. Hangi konuyu istiyorsa, bakın altını çiziyorum hangi konuyu istiyorsa, şu konuyu alırsam Kılıçdaroğlu sıkışabilir diyebilir o konuyla gelsin. Çünkü benim hesabını veremeyeceğim hiçbir şey yok. Her şeyin hesabını veririm niye vermeyelim? Varsa hatam da kabul ederim bu benim hatamdı derim. Hata insana özgüdür, varsa bir hatam söylerler evet ya burada benim bir hatam var derim yani. Ama şimdi sen devleti yöneteceksin, devletin ipini çekeceksin, kozmik odayı bir terör örgütüne teslim edeceksin, en mahrem bilgileri milyonlarca bilgiyi ve belgeyi götürüp onlara teslim edeceksin, kalkacaksın Enis Berberoğlu’nu casus diye suçlayacaksın. Akıl, mantık var, din var iman var, vicdan var. Böyle bir rezalet olabilir mi, böyle bir şey olabilir mi? Ve buna da adalet diyecek. “Efendim hakimler bağımsız biz onlara müdahale edemeyiz…” Geçiniz onları, onları geçiniz. Biz onların nasıl bağımsız olduklarını çok iyi biliyoruz. Hakim vicdanına göre karar veriyor bunlar serbesttir diyor vay sen misin bunları serbest bırakan. Hakimleri alıyorlar görevlerine son veriyorlar. Bu hakim nasıl verecek? Ama gelip şurada tıkanıyorlar. Adil Öksüz’ü niye serbest bıraktınız? Orada tıkanıyorlar. Orada koro halinde bağırıyorlar Kılıçdaroğlu FETÖ’cü. Ya FETÖ’nün en imamını kim serbest bıraktı, kim telefonlarla konuşmasına izin verdi, kim GPS cihazını tekrar ona iade etti? Ve bu adam ayrıldıktan sonra neden izlenmedi? Bunun FETÖ’nün imamı olduğu ondan önce, bakın 15 Temmuz’dan önce hazırlanan iddianamelerde var. İddianamelerde ismi geçiyor. Bu soruların hiçbirisine cevap alamıyorum. Onun için diyorum bir gelsin şöyle ben bu soruları sorayım milletin önünde bir cevap versin bakalım.

Oğuz HAKSEVER- Tam da reklam anonsu kulağıma geldiğinde durdunuz efendim. FETÖ ağzıyla konuşuyor diye eleştiriliyorsunuz o da var ama reklamdan sonra Cumhurbaşkanlığı adaylığı meselesiyle başlayacağız.

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’yla söyleşide devamla konu Cumhurbaşkanlığı seçimleri. Efendim belki defalarca soruluyor ama yine ben çalı dibi taşlıyorum belki haber alırız buradan diye. Adaylığınız, aday olacak mısınız?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi Cumhurbaşkanlığı seçimlerine daha epey vaktimiz var. Cumhuriyet Halk Partisi olarak elbette bir aday çıkaracağız. Ama bugünden ben adayım demek kadar yanlış bir şey yok.

Oğuz HAKSEVER- Siz yanlış buluyorsunuz. Bazıları da şimdiden olmalı ki diye…

Kemal KILIÇDAROĞLU- Hayır, yani Cumhurbaşkanlığına bizim seçeceğimiz adayların niteliklerini ben size ifade edeyim. Oturduk MYK’da da konuştuk bunu. Belki önümüzdeki süreçte Parti Meclisinde de görüşürüz, biz diğer partiler gibi değiliz çünkü. Cumhurbaşkanı adayımızın parlamenter demokratik sistemi savunması lazım. Cumhurbaşkanı adayımızın seçildikten sonra Türkiye’de 80 milyonu kucaklayacak yeni bir anayasa sözü vermesi lazım. Cumhurbaşkanımızın sağlıklı çalışan bir siyasal partiler yasası çıkarma sözü vermesi lazım. Yüzde 10 seçim barajını kaldırması lazım. Milli iradenin meclise tam yansımasını sağlamak lazım. Cumhurbaşkanı adayımızın devlette saydamlığı savunması lazım. Her kuruşun hesabını vatandaşına veren bir devlet anlayışını getireceğim demesi lazım. Bu niteliklere sahip çıkacak kişi çıkacak bizden. Bugünden hani sık kullandığım bir deyim vardır, “Doğmamış çocuğa don biçmek” gibi. Bugünden öyle bir şeyimiz yok bizim. Yani bakarız, ederiz, değerlendiririz. Çünkü bu niteliklere sahip parti içinden de, parti dışından da pek çok insanımız var.

Oğuz HAKSEVER- Parti dışından olabilir mi yani?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Efendim parti karar verecek buna. Oturacağız, bakacağız, edeceğiz. Yani parti içinden de olur, parti dışından da olur, başkaları da olur. Yani sonuçta belli niteliklere sahip olan, toplumun güven duyduğu insanlar olması lazım. Belki bir ekip olarak çıkacaktır. Tek başına çıkmayacaktır belki bir ekip olarak çıkacaktır. Ben başkanım, yardımcılarım da bunlardır diye belki çıkacaktır. Böyle bir programla da çıkabilir. Böyle de olacaktır. Ama bu bugünden düşünülmesi gereken bir şey değil - yani netleştirilmesi affedersiniz -  bugünden düşünebiliriz ama netleştirilmesi gereken bir tablo değil. Zamanımız var, bu zaman içinde bütün bu ayrıntılar partimizin duayenleri var, partimizin eski Genel Başkanları var, partimize yıllarını vermiş partililerimiz var, meclis grubumuz var. Parti Meclisimiz var, Merkez Yönetim Kurulumuz var. Daha önümüzde bir kurultay var. O kurultay belki oturacak belli kararlar alacak, belli ilkeler belirleyecek ve o kurultayın aldığı kararlar çerçevesinde biz yolumuza devam edeceğiz. Dediğim gibi bugünden böyle balıklama atlayıp da işte ben aday olacağım, yok şu aday olacak diye bir şey değil. Tam tersi sakin, kararlı, aklı başında, güven veren bir politikayla çıkmanız lazım.

Oğuz HAKSEVER- Çünkü eğer çok tanınmamışsa iki yıl ancak tanınması için uygun bir süredir diye.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Hiç meraklanmasınlar tanınmış birisi çıkacak. Toplumun sevdiği, toplumun saydığı, toplumun güven duyduğu, 80 milyonu kucaklayan, vatandaşlar arasında ayrım yapmayan, gerçekten de cumhurun başkanı olacak niteliklere sahip olan, yaşantısıyla mütevazı olan, kibirli olmayan, vatandaşına küfretmeyen, kızmayan, dövmeyen, yumruklamayan, tarihine saygılı olan bir insan çıkacaktır. Bizim aradığımız Cumhurbaşkanı nitelikleri budur. Demokratik parlamenter sistemi, medyanın özgürlüğüne inanan, güvenen, yargı bağımsızlığına inanan, güvenen, devlette liyakati savunan, işi ehline teslim eden, komşusu açken tok yatmayan bir Cumhurbaşkanına ihtiyacımız var. Bunu yapacağız.

Oğuz HAKSEVER- Parlamenter sisteme dönüş de vaatlerden biri olacak galiba?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet.

Oğuz HAKSEVER- Bunun gerekçesini dezavantaj olarak bunu değerlendirenler var.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Hayır dezavantaj değil, tam tersine devletin yaşayan bir devlet yaşantısını sürekli kılmak istiyorsa devleti bir kişiye teslim edemezsiniz. Bir kişiye teslim ettiğiniz zaman ve o bir kişi her şeyde söz ve karar sahibi olursa devleti yıkarsınız onunla beraber. En tipik örneği bizde siyasal partilerin tarihleridir Türkiye Cumhuriyetinde. Kişiye endeksli siyasal partiler çoğu zaman iktidar olmuşlardır ama bir süre sonra o partilerin tamamı yok olmuştur. Ama kişiye endeksli değil de bir davaya inanmışlık, çağdaş uygarlığa inanmışlık ve kolektif aklın egemen olduğu bir yapılanmayı eğer gerçekleştirmişseniz o partiler yaşamıştır. Dünyanın en köklü partilerinden birisi de, en eski partilerinden birisi de Cumhuriyet Halk Partisidir. Cumhuriyet Halk Partisi kişi partisi değildir, kişiye endeksli değildir. Çağdaş uygarlığı hedeflemiştir, yargı bağımsızlığını hedeflemiştir, demokrasiyi hedeflemiştir, barışçıl dış politikayı hedeflemiştir, bilimi, teknolojiyi hedeflemiştir, kadın – erkek eşitliğini hedeflemiştir. O nedenle yaşayan bir partidir sürekli.

Oğuz HAKSEVER- Aklınızda adayın açıklanmasıyla ilgili bir zaman var mı? Kurultaydan sonra da olacak aynı zamanda öyle mi efendim?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Şu anda bir zaman yok, yani öyle bir düşünce de yok ama tabi sadece benim aklımda değil, yani pek çok hatta bütün CHP’lilerin aklında mutlaka geçen isimler vardır. Bakarız ona, belki bir kamuoyu yoklaması yapılabilir kim olsun, kim olmasın diye bu da yapılabilir. Artı sizin seçeceğiniz adayın diyelim ki birinci turda seçilmedi ikinci tura kaldı adaylar, ikinci turda diğer adayların da destek verebileceği bir aday olması lazım, bütün bu ayrıntıları düşünmeniz gerekiyor. Yoksa hani gözü kapalı ben aday olacağım, yok sen değil ben aday olacağım. Bunu yapmayacağız. Dediğim gibi makul, ortak aklı egemen kılan, hedefleri, ilkeleri olan, bunu kamuoyuna açıklayan, hatta belli bir takvimi açıklayan ve o takvim içinde bütün kararları yerine getiren bir Cumhurbaşkanı. Temiz, dürüst, saf, halkını seven, kucaklayan, bütün halka saygılı olan bir Cumhurbaşkanı adayı. İstediğimiz bu.

Sadece bizim halkımızın değil aynı zamanda dünyanın da saygı gösterdiği bir kişi olmasını isteriz. Dünyayla barışık bir kişi olmasını isteriz. Ortadoğu’da bir sorun çıktığı zaman Ortadoğu’nun gelip başvurabileceği, bizim bu sorunumuzu çözmede bize katkı yapar mısınız diyebileceği bir Cumhurbaşkanı adayı çıkarmak isteriz. Bizim amacımız sadece Türkiye’yi yönetmek değil aslında. Cumhurbaşkanı adayının sadece Türkiye’yi değil bütün komşularla barışçı bir dış politikanın ana mimarı da olmalıdır. O çerçevede hareket etmelidir.

Oğuz HAKSEVER- Profil çıkıyor biraz yavaş yavaş?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet.

Oğuz HAKSEVER- Bu arada tarafsız olacak diye de bir sözünüz var galiba. Ankara’daki gazetelerin Ankara Temsilcileriyle yaptığınız…

Kemal KILIÇDAROĞLU- Orada şunu söyledim Oğuz Bey, biz Cumhurbaşkanının tarafsız olmasını isteriz, partili olmasını istemeyiz. Tarafsız olmalı neden? Cumhurun başkanı olacak bütün partileri kucaklaması lazım. Şu anda Erdoğan Cumhurbaşkanı değil aslında. Kendi partisinin Genel Başkanı. Dolayısıyla Cumhurbaşkanını yasal zorunluluk olarak kullanıyor. Orada oturuyor ama şahsen benim Cumhurbaşkanım değil. Neden? Tarafsız değil. Sabah akşam beni eleştiren kişi benim Cumhurbaşkanım olabilir mi? Sabah akşam vatandaşına hakaret eden kişi o vatandaşın Cumhurbaşkanı olabilir mi? Olmaz.

Dolayısıyla Cumhurbaşkanlığı farklı bir şeydir. Biz Cumhurbaşkanının tarafsız olmasını isteriz, parlamenter demokratik sisteme dönüş amacımız da bu zaten. Doğru seçilirken tarafsız değil ama amaç ne? Onun tarafsızlığını güvence altına alacak bir anayasa değişikliğiyle demokratik parlamenter sistemi yeniden getirmek. Ama darbe hukukundan arınmış bir hukuk sistemi içinde. Darbe hukukundan arınmış. 12 Eylül darbe hukukunun getirdiği bütün düzenlemeleri çağdaş hukuk sistemi içinde ayıklamamız gerekiyor. Yüzde 10 seçim barajı, YÖK gibi kurumlar darbecilerin getirdiği kurumlardan arınması gerekiyor. Batılı bir ülkede, çağdaş bir ülkede, demokratik bir ülkede, insanların can ve mal güvenliğinin olduğu bir ülkede, yani birinci sınıf demokrasinin olduğu bir ülkede hangi kurallar varsa o kurallar bizim ülkemizde de olmalı. Bizim ülkemizin insanı üçüncü sınıf vatandaş olsun mu? Hayır. Birinci sınıf vatandaş olsun. Benim insanımın bir Japon vatandaşından ne farkı var? Bir Fransız vatandaşından, İngiliz vatandaşından ne farkı var? Orada vatandaş el üstünde tutulacak biz vatandaşı baskı altına alacağız. Ona da demokrasi diyeceğiz, buna da demokrasi diyeceğiz. Bu demokrasi değil ki. O nedenle buna hibrit demokrasi diyorlar. Kaldı ki, şimdi zaten bir dikta yönetimi dönemindeyiz, darbe yönetimi dönemindeyiz. Şu anda bir darbeyle yönetiliyor Türkiye. OHAL kanun hükmünde kararnameleri var. Yarın isterlerse sizin patronun bütün malvarlıklarına el koyabilirler. TMSF’ye devrederler oradan da bir yandaşa verirler mesele biter. Yapmadılar mı? Yaptılar. Bakın el koydukları televizyonları kimlere verdiler? Bütün radyoları, televizyonları kendi yandaşlarına verdiler hepsini. Bu hukuk mudur, bu adalet midir, bu hak mıdır? Yok böyle bir şey.

Cumhurbaşkanı adayının bütün bunları görüp ben bütün bu aksaklıkları düzelteceğim, bütün vatandaşların görüşü benim başımın üstüne diyecek, bütün vatandaşlarımı kucaklıyorum diyecek. Ben Suriye’ye barışı getireceğim ve bütün Suriyelileri kendi ülkelerine göndereceğim diyecek. Bunu da söyleyecek.

Oğuz HAKSEVER- Orada da eleştiri konusu geri gönderme mesajınız.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet, niye eleştiriyorlar? Bu ülkenin insanı üçüncü sınıf vatandaş, Suriyeli birinci sınıf vatandaş. Örnek mi? Hastalandınız hastaneye gittiniz para ödersiniz. Suriyeli gidince para ödemez. Şimdi Suriyeliye diyor burada kal. Burada kalacaksa sen de para ödeyeceksin o zaman kardeşim. Ben Suriye’de barışın olmasını isterim. Barış olduktan sonra Suriyelileri kendi ülkelerine gönderirim. Bak kardeşim savaş bitti, Avrupalılara şunu söyledim Brüksel’e gittiğimde. Dediler ki, Suriye’de barışın sağlanması yeterli mi? Hayır yeterli değil dedim. Suriye’nin yıkılan yolu, köprüsü, hastanesi, okulu hepsinin yapılması lazım ve sizin de elinizi cebinize atmanız lazım. Suriye’nin tepeden tırnağa yeniden onarılması lazım, ondan sonra da biz Suriyeli vatandaşa diyeceğiz ki, bak kardeşim evin var, okulun var, hastanen var, yolun var buyur kardeşim Türkiye’den oraya git diyeceğiz. Biz bunu söyleyeceğiz. Onlar da diyorlar ki, vay efendim sen bunu dersin? Ben bunu söylerim arkadaş ben bunu söylerim.

Oğuz HAKSEVER- Ve bu FETÖ’yle aynı söylemi dile getirdiğiniz yolundaki eleştiriler. AK Parti sözcüsünün bu konuda soruları oldu, zamanınızı almak istemiyorum ama “FETÖ işte MİT tırları için silah diyor Kılıçdaroğlu da silah diyor…”

Kemal KILIÇDAROĞLU- MİT tırlarında ne vardı? Silah vardı değil mi? Yani FETÖ silah diyor yani biz silah değil hayır bunlar baklava mıydı diyeceğiz? Böyle saçma şey olur mu? Ama ben şunu asla söylemedim: “Ne istediniz de vermedik?” Ben söylemedim. Onlar ne istedilerse bunlar verdiler. Rektör mü istiyorsunuz verdiler, vali mi istiyorsunuz verdiler, emniyet müdürü mü istiyor verdiler, kaymakam mı istiyor verdiler, general mi istiyorsunuz verdiler. Efendim özel okul mu istiyorsunuz verdiler. Emlak mı? Dünyanın. Üniversiteler mi? Verdiler. Kim verdi? Ben mi verdim? Akıl var mantık var veren belli, devleti bunlara parsel parsel satanlar da belli. Şimdi kalkmışlar koro halinde bütün medyası, havuz medyası hepsi hep beraber “Kılıçdaroğlu, Kılıçdaroğlu FETÖ’nün ağzıyla konuşuyor…” Ne dedim ben FETÖ’nün ağzıyla ne dedim? 2010 referandumunda “Mezarda yatanları da kaldırın bunlar da evet oyu versinler” mi dedim? Onlar söylüyorlardı değil mi? Aynı paralel yapı, aynı menzile giden paralel yapıyı söyleyen ben değilim, onlar. Aynı menzile gidiyorduk diyor, aynı paralel, aynı yoldan gidiyordu. Sonra ne oldu? Kavga ettiler. Şunu söyledim, “Bir ipte iki cambaz oynamaz.” Bir ipte iki cambaz vardı. Cambazın birisi düştü, diğer cambaz ipte duruyor hala.

Oğuz HAKSEVER- Milletvekili, eski Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Akaydın “tiyatro” dedi darbe girişimiyle ilgili olarak ve “şehitleri devlet öldürmüştür” dedi. Bu sözlerin arkasında olduğunu söyledi. Sonra partinin sözcüleri, yani CHP’nin sözcüleri “Biz o görüşte değiliz” dediler. Burada disiplin sorunu mu var? Böyle mi bakmak gerekir?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi şöyle, ben konuştum kendisiyle. İki tane 15 Temmuz var Oğuz Bey iki 15 Temmuz. Bir; halkın 15 Temmuz’u. İki; sarayın 15 Temmuz’u. Halkın 15 Temmuz’unda hiçbir milletvekilinin en ufak bir tereddüdü yok. Bir darbe girişimi olmuştur, 250 şehidimiz vardır, 1000’in üstünde gazimiz vardır, meclis bombalanmıştır. Devletin bütün kurumları aşağı yukarı FETÖ tarafından işgal edilmiştir. Bütün bu gerçekleri biliyoruz. İnsanlar sokağa çıkmıştır, tankın üstüne çıkmıştır ve darbe girişimi püskürtülmüştür. Bu halkın 15 Temmuz’udur. Bu 15 Temmuz halkın zaferidir, parlamentonun zaferidir. Sabaha kadar bombaların altında parlamento görevini yaptı. CHP de ordaydı, onlarda mücadele ettiler, onlarda kavgasını verdiler bu işin.

Birde sarayın 15 Temmuz’u var. Bu 15 Temmuz’u fırsata çevirip 20 Temmuz’da darbe yapmış olmalarıdır. 15 Temmuz’u fırsata çevirip parlamenter demokratik sistemi yok ettiler. Biz buna karşıyız. Öbür 15 Temmuz’da en ufak bir şüphemiz yok. FETÖ yaptı evet şüphemiz yok ki. Devletin içine yerleşmişlerdi bir şüphemiz yoktu ki. Orduyu ele geçirmişlerdi bir şüphemiz yoktu ki. Emniyet müdürlerinin çoğu FETÖ’cüydü bir şüphemiz yoktu ki. Zaten biz bunu defalarca söyledik. “Yargıtay’a 160 militan yerleştirdiniz” lafı benim lafımdır. 160 militan FETÖ’cü yerleştirdiniz lafı benim lafımdır. O zaman bana kızıyorlardı “Sen nasıl hakimlere militan dersin” diye. Şimdi ne diyorsunuz? Şimdi biz öbür 15 Temmuz’a, sarayın 15 Temmuz’una karşıyız. Bizim söylemek istediğimiz budur. Akaydın’ın söylediği de budur. Ha tiyatro sözcüğü tiyatroculara haksızlık olur. Tiyatro ciddi bir sanat dalıdır. Herkes o sanat dalını icra edemez. Onun özel bir eğitimi vardır. Burada farklı bir olay vardır.

Ayrıca o arkadaşımız devlet sözcüğünü de kullanmıştır. Hayır devletle ilgisi yok bunun. Devlet bakidir, devleti yöneten hükümet vardır. Sorumlu olan hükümettir.

Bakın, 6 Haziran tarihli 15 Temmuz’dan önce düzenlenen bir iddianame var. O iddianamede FETÖ’nün darbe yapabilecek güce eriştiği ve darbe yapacağı söyleniyor açık ve net bu cümleleri söylüyor savcı, darbeden önce iddianamesinde bunu söylüyor, “FETÖ orduda çok ciddi bir yapılanmaya kavuşmuştur, darbe yapabilecek güce erişmiştir, darbe yapabilirler.” Savcı söylüyor bunu. Savcı bunu söylüyorsa devletin polisi, devletin istihbarat örgütleri bunu bilmiyor mu? Onlar da biliyorlar. Savcı nereden alıyor bu bilgileri? Onlardan alıyor. Peki, bu iddianame ortadayken ne yapıldı? Hiçbir şey. Şimdi biz bunu sormayacak mıyız? Soracağız. Biz bunu sorunca “vay efendim siz FETÖ ağzından konuşuyorsunuz.” Yok kardeşim! Ben 15 Temmuz darbe girişiminin bütün boyutlarının aydınlığa kavuşturulmasını istiyorum. Gizli kapaklı bir şey olmaz. Devlette gizli kapaklılık olmaz. Her şey açığa çıksın, her şey. Darbeleri Araştırma Komisyonu kuruldu, niye herkes gelmedi oraya? Meclise niye gelmediler? Meclise devletin bürokratları niye gelmiyor? Çünkü hükümet istemiyor, onların gidip mecliste ifade vermelerini, açıklama yapmalarını istemiyor. Niçin istemiyorsun arkadaş? O meclis sabaha kadar bombalandı, bombalandı o meclis. Meclis bombalanıyor, o akşamın iki temel aktörü “meclise gitmeyeceksiniz” talimatıyla meclise gitmiyorlar. Talimatı veren kim? Hükümet. Kardeşim sen FETÖ olayının bütün ayrıntılarıyla açığa çıkmasını istemiyor musun? İstemiyorum diyorlar.

Onun için biz hükümete güvenmiyoruz. Halkın 15 Temmuz’unu fırsata dönüştürüp 20 Temmuz’da darbe yapanları affetmeyeceğiz.

Oğuz HAKSEVER- Ve Almanya’da verdiğiniz demeç hala gündemde. Eleştiriler hep gündeme getiriliyor. Gerçekten bütün Almanlar için mi kastınız Türkiye’nin güvenli olmadığı yolundaydı?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Yok efendim, tamamen çarpıtma. Şimdi ben efendim Türkiye’de hiç kimsenin can ve mal güvenliği yoktur dediğim için vay efendim sen bunu nasıl dersin. Yok! Az önce yine söyledim. Ben bunu TBMM Genel Kurulunda bakanlar, siyasi partilerin genel başkanlarının olduğu ortamda da kürsüye çıktım “Türkiye’de şu anda hiç kimsenin can ve mal güvenliği yoktur” dedim, herkes dinledi. Hiç kimse de itiraz etmedi. Ya sen bunu niye söylersin demedi.

İki; ben bunu Salı toplantılarında defalarca söyledim. Üç; ben bunu televizyon programlarında defalarca söyledim. Doğru, bugün de söylüyorum. Hiç kimsenin bu ülkede can ve mal güvenliği yoktur. Bir kişinin iki dudağı arasındadır. Hukuk yoktur çünkü. Bir kanun hükmünde kararnameyle şu anda herkesin malvarlığına el konulabilir, yurtdışına çıkışı yasaklanabilir. Mümkün mü? Mümkün. İtiraz edeceğiniz bir yer var mı? Hayır. Nereye itiraz edeceksiniz o da kapalı. Kaldı ki, diyelim ki sizi suçlu ilan etti eşinizin de yurtdışına çıkması yasak. Eşin ne günahı var? Olsun diyor kolektif suç icat ettim diyor. Madem sen suçlusun bütün aile suçlu. Böyle bir demokrasi var mı, böyle bir hukuk sistemi var mı? Ceza hukukunun evrensel kurallarına aykırıdır. Suç şahsidir çünkü. Karısının ne günahı var? Bugün Türkiye Cumhuriyeti hapishanelerinde çok sayıda çocuk var. Anneleri hapiste çocukların hiçbir günahı yok ve bu çocuklar da hapiste büyüyorlar. Peki bu çocuklara yazık günah değil mi? Bu çocukların hakkını, hukukunu, adaletini kim savunacak? Ben savunuyorum. Ben savunduğum için “Kılıçdaroğlu FETÖ’cüdür” diyorlar. Ben ne FETÖ’cüyüm, ne şuyum, ne buyum kardeşim. Ben bu ülkenin sade bir vatandaşıyım. Ben bu ülkede kim mazlumsa, kim mağdursa ben onun hakkını, hukukunu savunurum. Onun CHP’li olup olmadığına bakmam hakkını, hukukunu savunurum. Çünkü şuna inanırım, eğer siz haksızlık karşısında susuyorsanız dilsiz şeytansınız. Ben haksızlık karşısında susmuyorum. Ben susmadığım için beni suçluyorlar. Sus diyorlar, sesini kes diyorlar. Hiçbir haksızlığa ses çıkarma bak ne güzel. Meşhur lafları var ya “itaat et rahat et.” Ne kadar güzel itaat edeceksin, hiç ses çıkarmayacaksın gayet rahat rahat oturacaksın hatta seni alkışlayacaklar bravo şu Kılıçdaroğlu ne kadar önemli adam, ne kadar güzel bir iş yapıyor bak hep bizim söylediklerimizi tasdik ediyor. Ben kürsüye çıktığım zaman da mecliste beni alkışlayacaklar. Ben o alkışları asla kabul etmem. O tabloyu da asla kabul etmem. Ben bu ülkede herkesin hakkını, hukukunu, adaletini savunurum. Eğer bu ülkenin yönetimi, hükümeti bana adalet yürüyüşünde “Hak, hukuk, adalet” diye slogan attırıyorsa sorumlusu onlardır. Ben yürüyorum değil mi? 450 kilometre yürüyorum, her santimini yürüyorum. “Niye yürüyorsun” diyorlar. Ama şu cümleyi kullanamıyorlar “Ya bu ülkede adalet var kardeşim adalet için yürünür mü? Adalet zaten var.” Bunu diyemiyorlar, “Niye yürüyorsun” diyorlar. Adalet için yürüyorum. Herkesin hakkı, hukuku ve adaleti için yürüyorum. Beni suçlayabilirler. İstedikleri gibi suçlasınlar. Ben bu ülkenin insanlarının ferasetine güveniyorum, adaletine güveniyorum.

Oğuz HAKSEVER- Ekonomi konusuna gelirsek taşeron işçilerden bahsettiniz yerine getirilmiyor vaat diye. Bu sizin vaatlerinizden biriydi 7 Haziran seçimlerinde yanılmıyorsam. Çözümünüz var mı?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Var.

Oğuz HAKSEVER- Zor bir konu diye görünüyor. Özellikle yardımcı işçi, asıl işçi sorunu Sağlık Bakanlığında. Mesela ambulansın sürücüsü yardımcı işçi, ama içerdeki hemşire asıl işçi. O ayrımda zorluk var diye Maliye Bakanı bugün söyledi.

Kemal KILIÇDAROĞLU- O ayrımların hiçbirisinde zorluk yoktur. Kadro verirsen hepsi biter, ne olacak yani? O kadrolar var zaten devlette. Düşünün şimdi bir daktilo var burada, daktilo memuru daktilo yazıyor, yanındaki o da daktilo yazıyor, birisi taşeron işçisi, birisi kadrolu. Aynı işi yapıyorlarsa aynı kadroyu vereceksiniz, bitti bu kadar basit. Şimdi kadro vermemek için gerekçe uyduruyorlar. Efendim vereceğiz de şu oldu, vereceğiz de tutmuyor, vereceğiz de şu oluyor. Sen bunların parasını zaten veriyorsun, devlet olarak veriyorsun. Kime veriyorsun? Taşerona veriyorsun. O kime veriyor? O da işçiye veriyor. Direk sen ver kardeşim sen ver niye taşerona veriyorsun ayrıca ver bunu. Söz verdiler. Taşeron işçilere çağrımdır, adalet arıyorsan kardeşim adaleti savunanın yanında yer alacaksın. Bugün Türkiye’de taşeron işçi sayısı sendikalı işçi sayısından fazladır. Bakın bir daha söylüyorum, taşeron işçi sayısı sendikalı işçiden fazladır. Türkiye bu hale gelmiştir. Bunun ayıbı kime aittir? Bunun ayıbı sendika başkanlarına aittir. O nedenle ben arada bir “sendika ağaları” diye söz ederim. İşçinin parasını alıp krallar gibi yaşayacağına taşeron işçisinin hakkını savun. Meydanları inlet. “Hak, hukuk, adalet” diye meydanları inlet. Taşeron işçiye sahip olmayacaksın taşeron işçiyi ben savunacağım. O senin yanında çalışıyor kardeşim senin işçinle beraber. O işçinin hakkını savun. Korkudan savunamıyorlar. Korku dağları bekliyor. Korkuyorsan kardeşim o koltukta oturmayacaksın, oraya korkusuz birisi gelecek. Her türlü bedeli ödemeye hazır olan birisi gelecek. Ben taşeron işçinin hakkını arıyorum diyecek yeri göğü inletecek. Sen söz verdin diyecek, bakanın yakasına yapışacak. Sen söz vermedin mi? Verdin. Seçim bildirgende var mı? Var. Niye vermiyorsun kardeşim niye vermiyorsun? Bunları savunacak.

Emekli, perişan vaziyette. Bakın memurlara ne verdiler? Enflasyonun bile altında maaş zammı verdiler. Kim imzaladı?

Oğuz HAKSEVER- Sonra biraz arttı.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Fark etmez, gene enflasyonun altında verdiler. Büyümeden hiç pay vermediler. Ekonomi büyüyor diye seviniyorlar değil mi, alkışlıyorlar yüzde 8 büyüdü, 6 büyüdü, şu kadar büyüdü. Gayet güzel. Peki büyüdü de bu parayı kim götürdü kardeşim? Parayı kim götürdü? İşçi almadı, memur almadı, çiftçi almadı, emekli almadı. Kim aldı bu parayı? Kim aldı? Söyledim ya 142 milyar dolar para, büyümeden elde edilen o 142 milyar dolar bir avuç faiz lobicisine ödendi bir avuç. Nereye gitti bu para? Buraya gitti. Hesabını soran var mı? Faiz çok yüksek. Yüksek ben de biliyorum çok yüksek. O yüksek faizi sen ödüyorsun. IMF’ye ödenen faizlerin kat kat daha fazlası ödenmişti bir avuç faiz lobicisine. Merkez Bankasında faizler yüksek. Evet faizler çok yüksek. Efendim şikayet ediyorlar. Onun için de bir kanun hükmünde kararname çıkarsana. Çıkar kardeşim “faizler sıfırdır” de, hadi çıkar! Yeri geliyor kararname çıkarıyorsun, üniversite hocasını kapının önüne koyuyorsun, işçinin işine son veriyorsun. Bank Asya’nın önünden geçen adamı kamu görevi onun da işine son veriyorsun. Yurtdışına çıkışına da son veriyorsun. Kamuda görev yapmasını ömür boyu yasaklıyorsun. Bir de faiz için bir kararname çıkar elinden tutan mı var? Merkez Bankası emrinde, bakanlar emrinde. Efendim bu olmaz. Her şey oluyor da bu niye olmuyor? Vatandaşı kandırıyorsun.

Oğuz HAKSEVER- Yine ara zamanı efendim. Devamla dış politika konusuna geçeceğiz ama dediğimiz gibi aradan sonra.

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’yla söyleşide devamla konu dış politika. Suriye’ye de geleceğiz, elbette başka konular var Kuzey Irak Referandumu ama Almanya ile gerilim meselesi burada karşımıza çıkıyor. Biraz önce dergi konusunu yöneltmiştim soruyu size. Batının veya Almanya’nın eleştirilerinin hepsi haklı mı Sayın Kılıçdaroğlu?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Hayır, bana gelen her yabancı heyete veya her bakanla konuştuğumda şunu söylüyorum: “AB Türkiye’ye karşı çifte standart uyguluyor ve biz bunu doğru bulmuyoruz. Avrupa’nın etik değerleriyle de bağdaştırmıyoruz bunu.” Hepsini ama hem Türkiye’de, hem Strazburg’da, hem Brüksel’de gittiğim her yerde bunu söylüyorum. Doğru yine söylüyorum AB Türkiye’ye karşı samimi davranmamıştır. Ek şartlar, üyeliği zorlaştırmak için elinden gelen her şeyi yapmıştır ve ben bunu doğru bulmuyorum.

İki; AB’nin kesinlikle bugünkü AKP hükümetini görerek Türkiye’ye yeni fasıllar açmamasını doğru bulmuyorum. Bunu da söyledim. Sayın Merkel’e de söyledim, diğer bakanlara da söyledim, diğer Başbakanlara da söyledim. Türkiye sadece bir partiden ibaret değil. Türkiye 80 milyonluk bir ülke, bir sürü parti var. Dolayısıyla siz fasıllar açmak zorundasınız. O fasılları açın 23’üncü, 24’üncü fasılları, hukukla ilgili fasıllar bunlar. Türkiye’nin demokratikleşmesine katkıda bulunursunuz. Fasıl açmazsanız bu en çok AK Partinin işine yarıyor. Onlar zaten istiyorlar ki, bir an önce buradan kopalım. Ama biz de medeni dünyadan kopmak istemiyoruz. Bir Ortadoğu ülkesi olmak istemiyoruz. Buyurun Ortadoğu’nun haline bakın. Bu şu anlama gelmesin Ortadoğu’ya sırtımızı dönelim, Ortadoğu’yu hiç görmezlikten gelelim. Hayır. Ortadoğu’yu kucaklayalım, Ortadoğu’yla ekonomik ilişkileri, kültürel ilişkileri geliştirelim hiçbir tereddüdüm yok orada. Ama biz uygar dünyanın bir parçasıyız, medeni dünyanın bir parçasıyız. Osmanlı da bir batı ülkesidir. Osmanlı da öyledir. Buyurun sadrazamların tamamına bakın. Diyorum ya kendi tarihini de bileceksin bir şeyi söylerken. Ortadoğu’yla ekonomik ilişkileri geliştirebiliriz, Ortadoğu’daki sorunların çözümünde adres olabiliriz. Ortadoğu’da bütün o gerginlikleri yatıştırmak için temel aktör Türkiye Cumhuriyeti olabilir. Bütün bunları yapabiliriz. Biz yaparız. Bunlar yapamazlar.

Şunu söylüyorum bütün vatandaşlarıma. Dünyayla barışmak mı istiyorsun kardeşim? Adres biziz. Dünyayla ekonomik ilişkilerin gelişmesini mi istiyorsun? Adres biziz. Sen Türkiye’de herkesin huzur içinde yaşamasını mı istiyorsun? Adres biziz. Herkesin can ve mal güvenliğimi olsun istiyorsun? Adres biziz. Buyurun Almanya’yla kavga ediyor. Niye kavga ediyoruz? Geçen bir köşe yazarının gayet güzel bir yazısı var “Adil Öksüz Almanya’da” diye. Güzel sen bunu eğer öğrendiysen istihbarat örgütlerin var, karşılıklı konuşuyor bunlar. Gidersin adamın yerini tespit edersin, dersin ki bunun ya bunun Türkiye’ye gelmesi lazım. Bu 15 Temmuz darbe girişimi ana aktörlerinden birisidir. Bunun getirilmesi lazım. Ama Alman Focus Dergisi sordu “FETÖ’cüler Türkiye’ye iade edilsin mi?” “Tamamının iade edilmesi lazım” dedim. Tamamının iade edilmesi lazım. Terör örgütü mensuplarını kendi ülkende tutarsan elbette Türkiye kızar buna. Elbette bu yanlıştır. Yani ben Almanya’da terör eylemi yapan birisi Türkiye’ye geldiği zaman ben sırtını mı sıvazlayacağım onun? Bunu asla kabul etmiyoruz asla. Teröre bulaşan birisi varsa hesap vermesi gerekir. Hesabın verileceği yer Türkiye’dir. Yakalarsın getirirsin Türkiye’ye. Oturursun konuşursun kardeşim, ya da oturursun anlaşırsın. Bunların Türkiye’ye gelmesi lazım, yarın Türkiye’ye vermezseniz bunları, yarın bunlar Almanya’da sizin başınıza bela olacak. Bunu söylersin, anlatırsın. Ama bunlar meydan okuyarak yapılmaz. Diplomasinin ayrı bir dili vardır. Diplomasinin ayrı bir gücü de vardır. Oturursunuz konuşursunuz, gerekçelendirirsiniz.

Şimdi Rıza Zarraf var Amerika’da iadesi için 100’e yakın dosya gönderilmiş. Sayın Başbakan’a dedim ki Binali Bey’e “100’e yakın dosya gönderdiyseniz Rıza Zarraf’ı bize iade etmeyin anlamına gelir bu.” 100 dosyayı kim okur? Sen bu adamı istiyorsan bir tane dosya hazırlarsın adam gibi gönderirsin. Biran önce bakılır karar verilir ve kendi ülkene istersin bunu. 100’e yakın dosya hatta belki 100’ün üstünde dosyayı gönderirsen o dosyaları inceleyecekler, dosyalara bakacaklar, deveye hendek atlatmak gibi bir şey bu. Yani bu bize iade etmeyin anlamına geliyor. Devleti nasıl yöneteceklerini de bilmiyorlar. Zaten sorun da orada. Devlette liyakat sistemini çökertirseniz bu noktaya taşırsınız.

Bakın, Dışişleri Bakanlığına yabancı dil bilmeyen insanları aldılar sırf cemaatten oldu diye. Bunun hesabını veren oldu mu? Sen Dışişleri Bakanlığına ya bu adam yarın dışarıya gidecek yabancı dil bilmeyen birisini getirirsen bu yarın büyükelçi olacak. Nasıl olacak bu? Bu Türkiye’nin temeline dinamit koymaktır. Aldılar bunları sonra yabancı dil kursu verdiler. Dışişleri Bakanı da bunlar yabancı dil öğrensin diye. Hatta şöyle bir anekdot anlatılır almışlar bu FETÖ’cüleri Dışişleri Bakanlığına sonra bunları dışarıya göndermişler. Büyükelçi de birisini çağırmış İngilizce bir metin vermiş şunu tercüme et getir diye demiş ben İngilizce bilmiyorum. Bilmiyorsan senin burada ne işin var demiş. Ne işin var burada? Kim bunları aldı? Kim aldı ben mi aldım? Beni suçluyorlar. Dışişleri Bakanlığı gibi ayrı bir dili, ayrı bir geleneği olan bir bakanlığı bu hale kim getirdi?

Ortadoğu konusu, Suriye’de kan gövdeyi götürüyor. Sorumlusu kim? Silahları gönderen kim? Bütün o radikal unsurları, teröristleri Türkiye üzerinden Suriye’ye gönderenler kim? El Nusra’ya silah gönderen kim? El Kaide’ye silah gönderen kim? IŞİD’a silah gönderen kim? “Buyurun beyler Esad’ı devirmek için” diyen kim? Bakın yarın gidecekler, Esad’a gidecekler. Bakın söylüyorum Katar gitmeye başladı bunlar da gidecekler Esad’a. Esad’la oturup konuşacaklar. Putin’e de gittiler yalvardılar, yakardılar araya başka devlet adamlarını koydular, “Biz ettik sen etme” dediler. Putin’e hepsi gidip teslim oldular. Hani meydanlarda hava atıyordunuz, bağırıp çağırıyordunuz “Ey işte ben bunu vurdum, ben bunu kestim, aynısı olsa bir daha vururum…” Hadi buyur. “Lafla peynir gemisi yürümez” diye bizim çok güzel bir atasözümüz var. Gerçekten lafla peynir gemisi yürümüyor. “Gazze’ye gideceğim” diyordu, “Haziran’da gideceğim” diyordu,” Nisan’da gideceğim” diyordu. Ne oldu? Gidemedi. Peki bir ülkenin en tepe noktasında oturan bir kişi ben buraya gideceğim dediği zaman gider. Gidemiyorsan bu lafı etmeyeceksin. Edersen sadece sen küçük düşmüyorsun koskoca Türkiye Cumhuriyetini küçük düşürüyorsun, benim ağrıma giden o.

Oğuz HAKSEVER- Efendim Suriye’den bahsettiniz ama orada sıcak bir gündem maddesi var malum Afrin’e harekat sözkonusu. Hatta bir de El Kaideci grubun sınıra yakın olması nedeniyle ve aşağıda İdlib’de bir takım konular gündeme sürekli getiriliyor ama en sıcağı tabi orada PYD, YPG olduğu için Afrin. Değerlendirme alabilir miyiz? Öyle bir harekat olursa tepkiniz ne olur?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Türkiye kendi güvenliğini sağlamak zorundadır. Bugünü değil geleceği de düşünerek sağlamak zorundadır. Örneğin orada bir tarafsız bölge oluşturması açısından Türkiye’nin yaptığı operasyona biz destek verdik. Türkiye gerçekten kendi güvenliğini sağlamak durumundadır. Ama Ortadoğu politikası tek başına Türkiye’nin belirleyeceği bir politika olmaktan çıkmıştır. Bu gerçeği de kabul edeceksiniz. Ortadoğu’da artık sadece biz yokuz. Ortadoğu Rusya var, Ortadoğu’da Amerika var, Ortadoğu’da İran var. Üç temel aktör var. Bizde varız Ortadoğu’da. Siz üç ülkeyi saf dışı bırakıp “ben istediğimi yaparım” dediğiniz zaman yapamazsınız. Yaparsanız bedeli ağır olur. Diplomasinin dili var az önce söyledim. Diplomasinin bir kültürü var. Diplomasinin bir başka temel özelliği dünya dengelerini çok iyi okumasıdır. Dünya dengeleri iyi okunmadığı için sadece Suriye olarak görüldüğü için “ben Suriye’ye 24 saatte giderim” dediler. Suriye demek Rusya demekti. Bunu görmediler. Çünkü Akdeniz’e Rusya’nın açıldığı tek yer vardı o da Suriye’ydi. Sen Rusya’yla görüşmeden, ilişkileri kurmadan, Amerika’yla görüşmeden, ilişkileri kurmadan bodoslama “ben bunu yaparım” dediğin an bugünkü tablonun sorumlusu olarak ortaya çıkıyorsun. Yapamazsın kardeşim! O nedenle bütün hayatı savaş meydanlarında geçen Gazi Mustafa Kemal zorunlu olmadıkça savaş bir cinayettir demiştir zorunlu olmadıkça. Barış politikasını savunmuştur.

Oğuz HAKSEVER- Aileden bir askere uğurlama mı var Sayın Kılıçdaroğlu?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet oğlumu askere göndereceğim. Bedelli askerlik yapabilirdi. Bu ülkenin yoksul ailelerinin çocukları askere gidiyorlar. Ne dedim? Ben halktan birisiyim. Bu ülkede yoksul ailenin çocuğu bedel ödeyemediği için askere gidiyorsa, ben bedel ödeyebilirdim, parasını ödeyebilirdim, oğlum askere gitmeyebilirdi. Ama ben eğer kendimi halktan birisi olarak görüyorsam benim oğlum da askere gitmeli. O da askere gidecek. Eline kına yakacağız askere göndereceğiz. Allah nasip eder dönerse de güzel bir evlilik yapacağız.

Oğuz HAKSEVER- O konuda hazırlıklar var?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet nişanlandı zaten.

Oğuz HAKSEVER- Nereye gidiyor askerliğe, ne kadar süreyle?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Kısa dönem, işte üniversite mezunları ne kadar askerlik yapıyorsa o da o kadar askerlik yapacak.

Oğuz HAKSEVER- Birliği belli mi?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Birliği belli ama izin verirseniz söylemeyim.

Oğuz HAKSEVER- Tabi ki, elbette çok haklısınız. Sormamak bile belki gerekirdi.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Yani Ankara değil onu söyleyeyim. Yani Ankara, İstanbul, İzmir falan değil.

Oğuz HAKSEVER- Bir başka olay sona geldiğimiz için. Sakarya’da geçici tarım işçilerini taşıyan traktörün devrilmesi olayı, römorkunda taşıyordu. O arada bir genci ziyaret ettiniz…

Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet, kurtulan bir çocuğu...

Oğuz HAKSEVER- Evet, “Özel okulda okuyacaksan yardımcı olacağım” dediniz. Nasıldı bunun hikayesi, öğrendiniz de mi gittiniz?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Eşber Yağmurdereli’yle beraberdim, bir grup arkadaşla beraberdim Adapazarı’nda. Onların güzel bir yeri var Sapanca’da. Bir sabah kahvaltısındaydık birdenbire bu haber geldi. Haber gelince ben oradan ayrıldım kendilerine de söyledim böyle bir olay var, hastaneye gittim, 7 kişi hayatını kaybetmişti. Başhekime uğradık, “bir yaralımız var” dedi burada. Gittim genç bir çocuk. “Buraya çalışmaya geldim” dedi “özel okulda okumak istiyordum” para biriktirip onun parasını ödemek istiyorlar ailecek galiba. Babası veya annesinin vefat ettiğini Başhekim söyledi ama çocuğun haberinin olmadığını bana söyledi o nedenle bir şey söylemedik çocuğa. Onun eğitim masraflarını karşılayacağımı söyledim. Sonra oradaki tarım işçilerinin yakınları da geldiler, onlarla da ayaküstü birlikte olduk.

Oğuz Bey, bu ülkede iki kesim toplumun en yoksul kesimidir iki grup. Bunlardan birincisi mevsimlik tarım işçileri, ikincisi de orman köylüleri. Orman köylülerinin mesela sigortasını orman köylüsü kendi yatırmak zorundadır, çünkü onu devlet işveren olarak görür. Oysa o adam Orman Genel Müdürlüğünün işçisidir aslında. Belli ağaçları keser, belli yere götürür, ücretini öder. Ama sırf onun sosyal güvenlik primini yatırmamak için, sırf o kadrolu olmasın diye ona işveren muamelesi çekerler, kendi primini kendin yatıracaksın derler. Bunu toplumun büyük bir kesimi bilmez. Ama biz biliriz ve onlara da biz sahip çıkıyoruz.

Tarım işçileriyse işte bazen zeytine, bazen pamuğa, bazen fındık toplamaya giderler. Ailece giderler, başlarında bir kişi vardır çavuş dedikleri o kişi aileleri toplar. Bunlar ya açık arabada, kamyon kasasında veya traktörün kasasında giderler. Çocuğa sordum kazanın nasıl gerçekleştiğini. Traktörün kasasında bütün aile orada, fındık toplayanlar oradalar. Traktörün freni patlamış ve traktör freni boşaldığı için giderek süratlenerek gidiyor, bu çocuk fark ettiği için kasadan atlamış. Atladığı için kurtuluyor aslında. Diğerleri de işte 7 kayıp var. Allah rahmet eylesin tabi. Ailenin Mardin’de söylediği bu felaketler başımıza geldiği zaman biz hatırlanıyoruz diye. Aslında çok anlamlı bir söz doğru. Öldükleri zaman hatırlıyoruz onları. Oysa onları ölmeden önce hatırlamamız ve ölmeden önce onların sorunlarını çözmemiz lazım. Bunların yaşadıkları yerler de çok iyi değil. Tuvalet sorunları var, barınma sorunları var, banyo sorunları var. Oysa bunlar bizim insanımız ve bunlar çalışıyorlar. Bunlar fındık topluyorlar, bunlar pamuk topluyorlar, bunlar zeytin topluyorlar. Bunlar hayatın her alanında varlar. Adıyaman’dan, Mardin’den, Siirt’ten bunlar yaz ayları olunca aile boyu mesela okullar açıkken bir kısmı okulu terk ederek gidiyor. Çünkü aileyle beraber gidiyorlar ve çalışıyorlar. Bunlara sahip çıkmak lazım. Yani sosyal devlet dediğimiz kavramı unuttuk aslında. Ben bir ara demiştim sosyal devleti unuttuk. Devlet sosyal devlet olmaktan çıktı adeta. Bir lütuf gibi yardım yaparken lütuf gibi dağıtıyor. Oysa o bir haktır. İnsan olarak bu ülkede yaşayan insan olarak onun hakkıdır zaten. Hakkı lütuf olarak dağıttığınız zaman kişi o yardımı aldığı zaman bu benim hakkımdır diyemiyor, söyleyemiyor bunu. Biz o nedenle Aile Sigortası’nı önermiştik. Aile Sigortası olsun ki, emekli nasıl aldığı aylıktan şikayet ediyorsa, maaşım yetmiyor diye, aile sigortasını alacak olan aile de ya bu para bana yetmiyor diyebilmeli. Hak olduğunu bilmeli. Çünkü sosyal yardım bir haktır, bir lütuf değildir sosyal devlette. Bunu toplumun her kesimine anlatmamız gerekiyor, yaygınlaştırmamız gerekiyor. Keşke biz başka olayları oturup tartışabilsek uygar bir şekilde; ekonomiyi tartışabilsek, ekonomide ne olup bittiğini tartışabilsek, işsizliği tartışabilsek. Bugün her 5 üniversite öğrencisinden birisi işsiz. Bakın, bugün akşam bir haber geldi atama bekleyen umudunu kaybettiği için intihar etti. Kaçıncı intihar bilmiyorum. Üniversiteyi bitiyorsunuz, şimdi o çocuğun yetişmesini düşünün. Anne ve babanın hangi umutlarla üniversiteye gönderdiğini düşünün. Üniversitede bu çocuğun hangi umutlarla okuduğunu düşünün. Mezun olduktan sonra gideceğim öğrencilerimle buluşacağım, onlara dünyayı anlatacağım diye onu düşünün ve umutsuzluğu düşünün ve bu gencin intihar ettiğini düşünün. Sorumlusu kim? Koltuklarında oturanlar.

Oğuz HAKSEVER- Efendim sonuna geldik yayınımızın. Çok teşekkür ediyoruz tekrar sağ olun. Bitirdik efendim.