23.08.2016

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, NTV "ÖZEL RÖPORTAJ" PROGRAMINDA SEDA ÖĞRETİR’İN GÜNDEME İLİŞKİN SORULARINI YANITLADI (23 AĞUSTOS 2016-GAZİANTEP)

CHP GENEL BAŞKANI KILIÇDAROĞLU, GAZİANTEP’TE NTV CANLI YAYININDA GÜNDEME İLİŞKİN AÇIKLAMALARDA BULUNDU 

Gaziantep’te 54 kişinin yaşamını yitirdiği düğün merasimine yönelik terör saldırısında hayatını kaybedenlerin yakınlarını ziyaret eden Kılıçdaroğlu, daha sonra NTV’de Seda Öğretir’in soruları yanıtladı ve gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.
 
- "Biz Türkiye’nin yabancı bir ülkeye silahlı güç göndermesini doğru bulmayız. Ancak uluslararası hukukun öngördüğü ölçüde yapılabilir bu. Uluslararası hukukun öngörmediği bir süreç içerisinde askeri oraya sokarsanız bunun maliyeti yine çok ağır olur."
- "Biz bu anlamda her türlü desteği veririz ama uluslararası hukukun dışına çıktığınız zaman sadece size bedel ödetirler, bunun maliyetini ödersiniz. Dolayısıyla biz uluslararası hukukun dışına çıkmamalıyız."
- "Bu işin siyasi ayağı bütün ayrıntılarıyla ortaya çıkmadan Türkiye gerçek anlamda terörle mücadele edemez"
- "Şu anda resmi olmayan birliktelikler devam ediyor, büyük ölçüde uzlaşma da sağlandı yargı meselesinde. Büyük ihtimalle Anayasa değişikliği gerçekleşebilir"
- "Ordunun güçlü olması Türkiye için çok hayati derecede önemlidir, bölge açısından önemlidir, bizim açımızdan, demokrasimiz açısından önemlidir. 15 Temmuz darbe girişimi başarısız olmuşsa, orada bunun Atatürkçü subaylara bağlı olduğunu asla kimsenin unutmaması lazım"
- "Askeri birliklerin kent dışına taşınmalarına biz de sıcak bakıyoruz. O alanların kente kazandırılması lazım ama binalar yapılarak, beton yığınına döndürülerek değil, yeşil alan yapılabilir. Alanlar çok büyük, olağanüstü güzel şeyler yapılabilir hatta üniversite yapılabilir"

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Cerablus’a yapılacak bir operasyona Türkiye’nin destek vereceği iddiasına ilişkin "Biz Türkiye’nin yabancı bir ülkeye silahlı güç göndermesini doğru bulmayız. Ancak uluslararası hukukun öngördüğü ölçüde yapılabilir bu. Uluslararası hukukun öngörmediği bir süreç içerisinde askeri oraya sokarsanız bunun maliyeti yine çok ağır olur. " dedi.
"Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım’ın, Ortadoğu’da yeni bir düzenlemeye girişildiği, içerideki olaylarla da Türkiye’nin oyalandığını yönündeki düşüncelerine katılıp katılmadığının" sorulması üzerine Kılıçdaroğlu, Türkiye üzerinde oyun oynamak isteyenler bulunabileceğini, asıl sorunun "bu oyunun nasıl açığa çıkarılacağı ve terörün nasıl önleneceği" olması gerektiğini söyledi.
Türkiye aleyhine komplo kuranların bulunabileceğini, ülkeyi yönetenlerin bu komploları açığa çıkaracak şekilde istihbaratı güçlendirmesi gerektiğini belirten Kılıçdaroğlu, 15 Temmuz sonrasında, 4 siyasi partinin demokrasi konusunda takındığı tutumun yarattığı uzlaşma havasının bozulmaması gerektiğini ifade etti.
Son dönemde yaşanan Ankara patlaması, Suruç ve Reyhanlı olayı gibi olaylarla Türkiye’nin bir anlamda terörle yaşamaya mahkum ülke konumuna geldiğine işaret eden Kılıçdaroğlu, "Bu bizi rahatsız ediyor. Burada çok sayıda vatandaşımız hayatını kaybetti. Bakınız Ankara’da bir iddianameye, IŞİD terör örgütünün Gaziantep’te düğünlerde saldırı yapabileceğine dair bilgi, bulgular ve deliller varsa ve bunlar ortadayken Gaziantep’te bir düğünde bomba patlıyorsa burada ciddi bir istihbarat zafiyeti vardır." diye konuştu.
Konuyu Başbakan Yıldırım’a da anlattığını aktaran Kılıçdaroğlu, bunun gözlem değil bir gerçek olduğunu söyledi.
Kılıçdaroğlu, "Demek ki bu istihbaratla Türkiye’nin terör olaylarını çözme şansı yok. Öyle anlaşılıyor. Benim gördüğüm kadarıyla, Türkiye’nin bu anlamda, bürokratik anlamda kendine çeki düzen vermek zorundadır." şeklinde konuştu.
"Ankara Garı iddianamesindeki bu bilgi doğru değerlendirilseydi Gaziantep’teki bu saldırı önlenebilir miydi?” sorusuna karşılık Kılıçdaroğlu, "Elbette" yanıtını verdi.
Gaziantep’te DAEŞ militanlarının yuvalandığını savunan Kılıçdaroğlu, 70 ilden örgüte katılım olduğunun bilindiğini iddia etti.
Kılıçdaroğlu, gerçek devlet adamlarının riski önceden göreceğini ve önlem alacağını vurguladı.
"DAEŞ’in Cerablus operasyonunu önceden haber aldığı ve Gaziantep saldırısını bu sebeple gerçekleştirdiği" yönünde iddiaların hatırlatılması ve Başbakan Yıldırım ile görüşmelerinde konunun ele alınıp alınmadığının sorulması üzerine Kılıçdaroğlu, Yıldırım’ın görüşmede Suriye ilgili bilgiler verdiğini ancak bilgileri burada tartışmasının doğru olmayacağını ifade etti.
Türkiye’nin hem kendi güvenliği hem de komşularla ilişkilerini yeniden düzenlemesi gerektiğini vurgulayan Kılıçdaroğlu, 2012’de o dönem Başbakan olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a Suriye konusunda yapılması gerekenlere ilişkin mektup yazdığını anımsatarak, "Ama hükümet ’Bildiğimizi okuyacağız’ dedi" ifadelerini kullandı.
Şimdi Başbakan Yıldırım’ın böyle bir çalışma yapılması gerektiğini söylediğini hatırlatan Kılıçdaroğlu, 2012’den 2016’ya kadar bir önlem alınmadığını, yol haritası çizilmediğini iddia etti.
"2012’de söyledik, şimdi önlem alıyorlar, alsınlar destek veririz. Her türlü desteği veririz." diyen Kılıçdaroğlu, önlemlerin güçlü ve sağlıklı olması, uluslararası desteğinin bulunması ve Suriye’nin iç işlerine karışmaması halinde sorunun daha rahat çözüleceğinin altını çizdi.
"Türkiye’nin Cerablus’ta yapılacak bir operasyona destek vermesi halinde CHP’nin tutumunun ne olacağının" sorulması üzerine Kılıçdaroğlu, şunları kaydetti.
"Biz Türkiye’nin yabancı bir ülkeye silahlı güç göndermesini doğru bulmayız. Ancak uluslararası hukukun öngördüğü ölçüde yapılabilir bu. Uluslararası hukukun öngörmediği bir süreç içerisinde askeri oraya sokarsanız bunun maliyeti yine çok ağır olur. Suriye sıradan bir ülke değil. Orada şimdi Amerika var, Rusya var, İran var. Dolayısıyla kendi güvenliğimizi sağlamalıyız. Evet sağlamalıyız. Burada en ufak bir tereddüdümüz yok ama Türkiye ağırlığını koyarak o bölgeyle ilgili düşüncelerini ve gerekçelerini uluslararası topluma çok iyi anlatarak güvenliğini sağlamalı, biz bu anlamda her türlü desteği veririz ama uluslararası hukukun dışına çıktığınız zaman sadece size bedel ödetirler, bunun maliyetini ödersiniz. Dolayısıyla biz uluslararası hukukun dışına çıkmamalıyız."
Rusya-İran ve Türkiye yakınlaşmasını nasıl değerlendirdiğinin sorulması üzerine Kılıçdaroğlu, hükümetin Suriye’yi Irak gibi düşündüğünü ve iç işine müdahale ettiğini savundu.
"Oysa Suriye bir Irak değildi. Düşünmesi gereken bir şey daha vardı. Suriye, Rusya için hayati öneme dair bir ülkedir. Dolayısıyla Rusya’nın izni olamadan Suriye’ye şu ya da bu şekilde müdahale etmenin faturası ağır olacaktı. Hükümet ağır faturayı ödedikten sonra bunu fark etti. Yanlış yaptığını gördü. Çünkü Akdeniz’de Rusya’nın tek bir yeri vardı. Tartus’tu. Tartus’ta üssü vardı. Şimdi çok daha güçlü bir konumda Rusya, Suriye’ye yerleşti" ifadelerini kullandı.
Amerika ve İran’ın da bu bölgeye yerleştiğini, dışarıda sadece Türkiye’nin kaldığını anlatan Kılıçdaroğlu, "Türkiye dış politikada cumhuriyet tarihinin en büyük yenilgisini yaşadı. Şimdi bunu telafi etmeye çalışıyorlar." değerlendirmesinde bulundu.
İsrail ile Mavi Marmara konusunda da yanlış politika yürütüldüğünü, İsrail ile yapılan anlaşmanın Mecliste sabaha karşı görüşüldüğünü belirten Kılıçdaroğlu, "Açık ve net söylüyorum, 20 milyon dolara Türkiye’nin itibarı satılmıştır" şeklinde konuştu.
"Gazze ablukasını Türkiye Cumhuriyeti resmen tanıdı" diyen Kılıçdaroğlu, bunun tamamen iflas eden dış politikanın ürünü olduğunu iddia etti. Kılıçdaroğlu, "Siz dış politikayı yanlış yaparsanız size bedelini ağır ödetirler. Dış politika iç politikaya benzemez" sözlerini kullandı.
Rusya’nın verdiği her kararın ardından Türkiye’den ödün bekleyeceğini savunan Kılıçdaroğlu, bunun Türkiye’nin itibarını sarsacağını ileri sürdü.
Kılıçdaroğlu, terör örgütleri arasındaki işbirliği ve "iç savaş çıkartılmaya çalışıyor" açıklamalarının hatırlatılması üzerine ise "Hangi gerekçeyle terör örgütlerinin birbiriyle ilişkili olduğunu söylediklerini bilmiyorum" dedi.
Bununla ilgili ellerinde bir belge olmadığını belirten Kılıçdaroğlu, hükümet yetkililerinin elinde belge, bilgi varsa kamuoyuyla paylaşması gerektiğini söyledi.
Bu konuda kendilerine bir belge sunulmadığını yineleyen Kılıçdaroğlu, "Ortada bir şey var bakın, Türkiye IŞİD’i nasıl oluştu? Bunun cevabını biz almak zorundayız. FETÖ mü oluşturdu Türkiye IŞİD’ini, PKK mı oluşturdu? Siz terör olayının daha arka planını bilmiyorsunuz? ’Üçü bir araya geldi, Türkiye’ye karşı mücadele ediyorlar’. Bu çok kolaycı ve tabanı olmayan bir söylem. Sen 14 yıldır bu ülkeyi yönetiyorsun. Sıfır terörle devraldın. 14 yılda Türkiye nasıl bir terör batağına sürüklendi." diye konuştu.
Türkiye’nin Suriye politikasını eleştirdiklerinde kendilerine tepki gösterildiğini aktaran Kılıçdaroğlu, şöyle devam etti:
"Şimdi gerçekler bütün ayrıntılarıyla çıktı ortaya. Biz ’F tipi örgütlenme’ diyorduk, defalarca söyledik, araştırma önergeleri verdik, her kürsüye çıktılarında Fetullah Gülen’e övgü düzdüler. Ben bir soru sorayım; şimdi Fetullah Gülen Terör Örgütü diyorlar. İçişleri Bakanı, ’Bakanken şunu gördüm, 81 ilin 74 emniyet müdürü FETÖ mensubu’ diyor. Bir iktidar düşünün, emniyet teşkilatını bir terör örgütüne teslim etmiş. Valiler, kim yaptı bunu. İktidar valileri terör örgütüne teslim ediyor. Yargıyı da sen terör örgütüne teslim ediyorsun. Bir ülkenin iktidarı eğer ülkeyi terör örgütüne teslim ediyorsa, o ülkeyi artık sağlıklı yönetemez. Herkesin kandırdığı bir iktidar ülkeyi yönetemez. ’Efendim bizi kandırdılar’. Siz çocuk musunuz? Siz devleti yönetiyorsunuz. Sizin istihbarat örgütünüz yok mu? Hadi bunları bırakalım, CHP size hiçbir istihbarat örgütü olmamasına rağmen bin kere söyledi bunları."
CHP olarak terör örgütlerine karşı olduklarını belirten Kılıçdaroğlu, "Mücadele eden varsa yanında dururuz, bizim tavrımız bu. Ama, bir ülkenin cumhurbaşkanı çıkıp da ’Bunlar bizi kandırdılar’ derse, yarın duruşmalar olacak, bu duruşmaların halka açık olmasını istiyoruz, televizyondan yayınlanmasını istiyoruz. İki; birisi çıkıp ’Bu FETÖ terör örgütü beni de kandırdı, bu ülkenin cumhurbaşkanını kandırdığına göre, ben gariban vatandaşım beni de kandırmış, onlar ceza alıyor mu? Hayır. Beni de kandırdılar.’ diyecek. Ne diyecek hakim?" ifadesini kullandı.
"Bu işin siyasi ayağı bütün ayrıntılarıyla ortaya çıkmadan Türkiye gerçek anlamda terörle mücadele edemez" diyen Kılıçdaroğlu, bütün bu ayrıntıların çıkması gerektiğini kaydetti.
AKP’nin Darbeyi Araştırma Komisyonuna bir üye verdiğini belirten Kılıçdaroğlu, "İsmini vermek istemem. Ama bir gazetede yazdı, 15 Temmuz öncesi yazdığı bir köşe yazısında, ’Fetullah Gülen, Türklerin son bin yılda yetiştirdiği en büyüklerden birisidir’ diyor. Bu şimdi araştırma komisyonu üyesi olarak görev yapacak, umarım sağlıklı görev yapar." değerlendirmesinde bulundu.
Kemal Kılıçdaroğlu, araştırma komisyonunun görevinin, örgütün siyasi boyutunu ortaya çıkarmak olduğunu söyledi.
Bütün insanların inancına saygılı olduğunu dile getiren Kılıçdaroğlu, devletin ise liyakat üzerine inşa edilmesi gerektiğini bildirdi.
Devlette liyakat sisteminin çöktüğünün görüldüğünü savunan CHP lideri Kılıçdaroğlu, işin ehline verilmemesi nedeniyle de Türkiye’nin bu noktaya geldiğini öne sürdü.
"Normal demokratik kurallar işlese, bu hükümetin bir saat bile yerinde kalmaması gerekir" ifadesini kullanan Kılıçdaroğlu, şunları dile getirdi:
"Demesi lazım ki ’Ben bu ülkeyi 14 yıldır perişan ettim, terör batağına soktum, bırakın devletin yönetimini bir terör örgütüne teslim ettim.’ Devletin yönetimi bir terör örgütüne teslim edildi. Böyle bir şey olabilir mi? Kimse çekilmiyor. Bu tehdit dediğin, örgüt dediğin yere sen devleti teslim ettin. Bunun şu veya bu şekilde siyasi ayağının ortaya çıkması lazım. Herhangi bir memur, ’Sen neden Bank Asya’ya para yatırdın’ diyerek memuriyetine son veriliyor. İyi de Bank Asya’nın kurulmasına izin verene ne yapıyorsun? Hiçbir şey yapmıyorsun. Cemaatin okuluna çocuğunu göndermiş bir devlet memuru, görevden alınıyor. İyi de cemaatin okulundan mezun olup bakan olan var, ona ne yapıyorsun? Bir şey yapmıyorsun, sırtını sıvazlıyorsun. Çifte standart, hukukun kabul etmeyeceği bir uygulamadır. Bir karar alınıyorsa herkese eşit uygulanmalı."
KHK’larla ilgili itirazlarının hatırlatılması üzerine Kılıçdaroğlu, çıkarılan KHK’ların OHAL süresinde geçerli olduğunu ileri sürdü.
Kılıçdaroğlu, "OHAL’le devlet inşa edilmez, devleti yeniden inşa edecek birim TBMM’dir. TBMM, 15 Temmuz akşamı çok önemli bir sınav vermiştir, darbeye karşı direnmiştir, darbeyi püskürtmüştür. Şimdi siz yetki aldınız, meşrudur ama OHAL sonrasını da düzenlerseniz bu yetkiyle anayasa aykırı olarak, o zaman siz parlamentoyu devre dışı bırakıyorsunuz demektir. Bizim üzerinde durduğumuz nokta o." diye konuştu.
"Genelkurmay Karargahı’nda komutanların derdest edilmesine" ilişkin görüntülerin sorulması üzerine Kemal Kılıçdaroğlu, "Darbenin bir ülke için felaket olduğunu artık hepimizin kabul etmesi lazım. Geçmişteki darbe deneyimleri Türkiye’yi demokratik, sosyal, ekonomik açıdan çok geriye götürdü. Darbeciler, Türkiye’yi kendi anlayışlarına göre dizayn etmeye, kendi hukuklarına koymaya çalıştılar." yanıtını verdi.
Türkiye’nin darbe hukukundan arındırılması gerektiğini belirten Kılıçdaroğlu, 12 Eylül darbe hukukunun hala yürürlükte olduğunu hatırlattı.
Kılıçdaroğlu, Avrupa Birliği’nin (AB) tam üyelik için çeşitli yasaların değişmesini istediğini anımsatarak, "Biz niye kendi özgür irademizle bunu yapmıyoruz? Niye birisi dayatsın? Biz, kendi irademizle onların dayatmalarına bakmadan, AB hangi konularda hangi adımları atmışsa, biz de Türkiye Cumhuriyeti olarak aynı adımları atalım." ifadesini kullandı.
"TSK’nın yeniden yapılandırılmasıyla ilgili fikirlerinizi öğrenebilir miyiz?" sorusuna karşılık Kılıçdaroğlu, TSK’nın yeniden yapılandırılması konusunda CHP’nin de hazırlıklarının bulunduğunu ve Hükümetin de böyle bir çalışmasının olabileceğini bildirdi.
Bir kurum yeniden yapılandırılacaksa, önce onun uzmanlarıyla görüşülmesi gerektiğini vurgulayan CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, şunları söyledi:
"İşin uzmanları, hangi konularda hangi kararları almamız gerekiyor, o kararların artılarını ve eksilerini siyaset organına aktarmaları lazım. Ordunun güçlü olması Türkiye için çok hayati derecede önemlidir, bölge açısından önemlidir, bizim açımızdan, demokrasimiz açısından önemlidir. 15 Temmuz darbe girişimi başarısız olmuşsa, orada bunun Atatürkçü subaylara bağlı olduğunu asla kimsenin unutmaması lazım. Darbeye destek vermeyen, darbeye karşı direnen askerlere borçlu olduğumuzu kimsenin unutmaması lazım. Bir güç olarak çıkmıştır, darbeye karşı çıkmışlardır. Darbecilerin yakalanması vesaire bu çerçeve içerisinde olmuştur. Ordu bir bütün halinde hareket etseydi bu darbe girişimi başarılı olurdu ama darbenin bir bütünlük içinde gerçekleşmediği, ordu içinde önemli bir kesimin darbeye karşı çıktığı da bir gerçektir."
"Askeri birliklerin şehir dışına taşınmasına" ilişkin bir soru üzerine de Kılıçdaroğlu, "Askeri birliklerin kent dışına taşınmalarına biz de sıcak bakıyoruz. O alanların kente kazandırılması lazım ama binalar yapılarak, beton yığınına döndürülerek değil, yeşil alan yapılabilir. Alanlar çok büyük, olağanüstü güzel şeyler yapılabilir hatta üniversite yapılabilir mesela, binalar da yıkılmaz. Mevcut binalar restore edilir, orada çok güzel bir kent üniversitesi kurulabilir herkese açık." değerlendirmesinde bulundu.
"Başbakan Binali Yıldırım, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile çok sık görüşüyorsunuz. Bu, toplumda nasıl karşılanıyor?" sorusu üzerine, Kılıçdaroğlu, "Türkiye kendi tarihinin en kritik süreçlerinden birisini yaşıyor. Dolayısıyla Türkiye’nin bu süreçten bir bütünlük içinde çıkması lazım. Türkiye’nin bir daha darbeyle karşılaşmaması lazım. Türkiye’nin demokratik laik sosyal hukuk devleti anlayışını koruması lazım. Türkiye bir anlamda bütün Müslüman dünyaya örnek olan bir devletti, o örnekliğini sürdürmesi lazım." diye konuştu.
Kılıçdaroğlu, Başbakan Yıldırım ile ilk görüşmelerinde "Yargı bağımsızlığının çok önemli olduğunu, bu konuda ilk adımın atılması gerektiğini" söylediğini aktararak, bunun kabul edildiğini belirtti.
Kemal Kılıçdaroğlu, "Şu anda resmi olmayan birliktelikler devam ediyor, büyük ölçüde uzlaşma da sağlandı yargı meselesinde. Büyük ihtimalle Anayasa değişikliği gerçekleşebilir." dedi.
"Daha önce görüşülen 60 maddenin gündeme gelip gelmediğinin" sorulduğu, Kılıçdaroğlu, "Onlar da gündeme geldi. 45 madde üzerinde dört parti uzlaşmıştı zaten. Uzlaşılan maddeler olduğu gibi bu pakete konabilir, bizce hiçbir sakıncası yok. Biz Türkiye’nin daha demokratik bir anayasaya sahip olmasını öteden beri zaten savunan bir partiyiz." yanıtını verdi.
"Anayasa çalışması konusunda kamuoyuna ne zaman bir açıklama olur?" sorusuna Kılıçdaroğlu, "Görüşmeler devam ediyor, belli bir olgunluğa ulaştıktan sonra sanıyorum Parlamento açıldığında Anayasa Komisyonu toplanır, orada daha sağlıklı bir çalışma yapılır." yanıtını verdi.
"HSYK seçimleri konusunda bir uzlaşma sağlandı mı?" sorusu üzerine Kılıçdaroğlu, "Büyük ölçüde görüş birliği sağlandı. Hakimler Yüksek Kurulu ve Savcılar Yüksek Kurulu olarak iki ayrı kurulun oluşması üzerinde bir görüş birliği var. Büyük bir ihtimalle seçimler konusunda da bir görüş birliği olacak, öyle anlaşılıyor." ifadesini kullandı.
Kılıçdaroğlu, Askeri Yargıtayın kaldırılması gibi konuların da uzlaşma alanları içinde bulunduğunu bildirdi.
"Mini anayasa paketi, yeni anayasanın yapımı konusunda umutlu olmamızı sağlayabilir mi?" sorusuna karşılık Kılıçdaroğlu, yeni anayasa kavramının artık kullanılmaması gerektiğini vurguladı.
CHP’nin Anayasa’nın ilk dört maddesiyle ilgili kırmızı çizgisinin olduğunu anımsatan Kılıçdaroğlu, Türkiye’nin kurucu değerlerden uzaklaştığı için bu noktaya geldiğini kaydetti.
Camiye, yargıya, kışlaya siyaseti sokmanın topluma hangi bedelleri ödettiğinin herkesin görmesi gerektiğini vurgulayan Kılıçdaroğlu, "Her kurum kendi kültürünü oluşturmalıdır." dedi.
"Hükümet torba kanundaki üç maddeyi geri çekti. Muhalefet olarak eskiye nazaran daha çok dikkate alındığınızı düşünüyor musunuz?" sorusu üzerine Kemal Kılıçdaroğlu, "Bu konuda kaygılarım var. Çünkü ’Evet dikkate alındı.’ dersem, kaygılardan arınmışım anlamı çıkar." değerlendirmesini yaptı.
Kılıçdaroğlu, torba kanundaki "Rektör atamalarının Cumhurbaşkanı tarafından yapılması, Şırnak ve Hakkari’nin il olmaktan çıkarılması, belediyelere kayyum atamaları" konusunun geri çekildiğini anımsatarak, kayyum tayininin darbe dönemlerine özgü bir uygulama olduğunu savundu.
Torba kanun uygulamasının dünyanın hiçbir parlamentosunda olmadığını ifade eden Kılıçdaroğlu, "Parlamentolar kanun yapma fabrikası değildir. Parlamentolar az ama öz yasa çıkarırlar. Bütün sorunlar bir yasa ile çözülmez. Yasayı çıkarırsınız, hukuk kendi içinde bunu tamamlar ve o dengeyi sağlar, içtihat oluşturur." diye konuştu.
Başbakan Yıldırım’ın "Siyaseti güçlendirmemiz lazım." dediğini aktaran Kılıçdaroğlu, buna yürekten inandığını kaydetti.
Kılıçdaroğlu, TBMM’de bir milletvekilinin soru önergesine 15 gün içinde cevap verilmemesinin, Parlamento’nun iradesinin bürokrasi tarafından tanınmadığı anlamına geleceğini belirterek, bu konuda TBMM Başkanı’nın duyarlı olması gerektiğini ifade etti.
Parlamento’daki istihbaratla ilgili komisyona bürokratların gelip açıklama yapması gerektiğini belirten Kılıçdaroğlu, komisyon kurulduğu tarihten bu yana hiçbir bürokratın gelip bu komisyona bilgi vermediğini, bunun siyaset kurumunu güçsüzleştirdiğini anlattı.
"MİT’in yapısıyla ilgili fikrinizi aldılar mı?" sorusuna, Kılıçdaroğlu, "Başbakan düzenleme yapacaklarını ifade etti ama ayrıntılarına girmek doğru olmaz." karşılığını verdi.
"Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun Cumhurbaşkanı ile görüşmesi oldu. Adli yıl açılışı Beştepe’de olacak, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?" sorusu üzerine Kılıçdaroğlu, şunları kaydetti:
"Doğru bulmuyorum. Yargıtay Genel Sekreteri adli yıl açılışı için bir davetiye getirdi, davetiyeyi aldık, tabi dedik, geliriz. Bir otelde yapıyorlar açılışı. Bir süre geçti gazetelerden okudum, Cumhurbaşkanlığında yapılacak bu toplantı. Açtım, Yargıtay Genel Sekreteri’ne sordum, ’Böyle bir haber okudum, gerçek mi bu?’ O da ’Evet böyle bir talep oldu, kabul edildi.’ Davetiye başka bir adres gösteriyor. Yargının Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde toplanması, adli yıl açılışının orada yapılması yargının bağımsızlığına ve tarafsızlığına gölge düşürür."
Adli yıl açılışında savunma ve yargı tarafının konuşma yapması gerektiğine işaret eden Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı’nın konuşma yapmasının doğru olmayacağını aktardı.
Kılıçdaroğlu, siyasetçi olarak, yargının bağımsızlığına ve tarafsızlığına gölge düşürecek bir eylem veya söylem geliştirirlerse, en büyük darbeyi kendilerinin vurmuş olacağını ifade etti.
Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nin büyük bir alan olduğunu anlatan Kılıçdaroğlu, toplantı yapılacak salonun ise buraya bağlı bulunduğunu kaydetti.
Kılıçdaroğlu, "Yargıtay Genel Sekreteri’ne, ’Tekrar sarayla görüşün, bu toplantı daha önceki davetiyede yer aldığı gibi öngörülen otelde yapılsın, bizler de geliriz tarafları dinleriz, ayrılırız.’ dedim." ifadelerini kullandı.
"Hükümet ile Başbakan ile Cumhurbaşkanı ile muhalefet ile görüşmelerinizin sürekliliği konusundaki kararınız nedir?" sorusuna, Kılıçdaroğlu, "Bizim açımızdan bir sorun yok. CHP olarak bir davet geldiği zaman önce kendi Merkez Yönetim Kurulumuzu topluyoruz, Sayın Başbakan’a giderken onun olası sorularını, bizim hangi sorunları dile getireceğimizi oturup konuşuyoruz. Hazırlıklı gidiyoruz." yanıtını verdi.
"Dış politika ya da içerideki operasyonlar konusunda yeterince bilgilendiriliyor musunuz?" sorusu üzerine Kılıçdaroğlu, İsrail konusunda Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun kendilerine geldiğini, Başbakan Yıldırım’ın Suriye konusunda bilgi verdiğini aktardı.
Kılıçdaroğlu, bu diyaloğun Türkiye’ye yararının olduğunu, doğrudan doğruya düşüncelerin öğrenildiğini ifade etti.
Devlet yönetiminde ortak aklı egemen kılmanın artılarının bulunduğun vurgu yapan Kemal Kılıçdaroğlu, "Evet istihbarat zafiyeti var. İstihbarat zafiyetinin olduğu bir ülkenin bu coğrafyada, jeopolitik açıdan bakıldığında da en kritik coğrafyadır, kaldırılamayacağını ve Türkiye’ye faturalarının olduğunu herkesin bilmesi lazım. Özellikle de Sayın Başbakan’ın bilmesi lazım ve bunun bir an önce önüne geçilmesi, önleminin de alınması lazım. Türkiye güçlü bir ülkedir." diye konuştu.
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, Türkiye’nin sorunlarını aşabilecek güce ve kapasiteye sahip olduğuna dikkati çekti.
Terörün bir siyasi partinin tek başına çözebileceği sorun olmaktan çıktığının altını çizen Kılıçdaroğlu, terörün bütün siyasi partilerin ortak tavır, davranış ve anlayış geliştirerek, çözülebilecek sorun olduğunu aktardı.
"Geçmişte hükümet bu tuzağa düştü, ’ben çözerim’ dedi" ifadelerini kullanan Kılıçdaroğlu, demokratik açılım sürecinde de yanlışlar yapıldığını savundu.
Ülkeyi yönetenlerin bu coğrafyada her türlü tehlikeye hazır olması gerektiğine vurgu yapan CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, şunları söyledi:
"Türkiye’yi öyle bir bela ile yüz yüze getirdiniz ki Ortadoğu, bütün sorunların kaynağıdır Ortadoğu. Ortadoğu’da şöyle bir anlayış, şöyle bir yanlıştan yola çıkıldı, ’dost ülkelerimiz var bizim’ dendi, o ülkelerle dostuz, dolayısıyla ’biz ihvan kardeşliği ekseninde bütün Ortadoğu’nun ağabeyliğini yapacağız’ diye bir anlayışla çıkıldı ortaya. Bu, Ortadoğu’yu bilmemek ve tanımamak anlamına geliyor. Kendi tarihini, Ortadoğu tarihini bilmemek anlamına geliyor. Ortadoğu’ya bodoslama girildi, şimdi çıkmak istiyoruz Ortadoğu’dan. Ama ağır faturalar ödeyerek çıkıyoruz. Biz bunun yanlışlığını söyledik, ’kendi tarihinizi bilin’ dedik."




Seda ÖĞRETİR- Şair Karayılan’ı, Anteplileri ve Antep’i aynen duyup işittiği gibi destanının birinci babına koyar bundan 100 yıl önce ve ondan da önce ama çok çok önce Fırat’ın kıyısında bir şehir kurulur Zeugma. İşte Gaziantep kurtuluş savaşı hatıraları, zengin tarihi, kültürel dokusu ve şuan içinde bulunduğumuz Zeugma Mozaik Müzesiyle her misafirini kucaklar. Bizi de kucakladı. Ama bu kucaklaşma bir dertleşme, bir yas tutma bugün. Acıyı paylaşmaya gelenler arasında bugün Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’da vardı ve şimdide NTV’de Zeugma müzesinden konuğumuz. Merhaba, başımız sağ olsun.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Merhaba, hepimizin başı sağ olsun.
Seda ÖĞRETİR- Zor günlerden geçiyoruz. Özellikle 15 Temmuz itibariyle PKK’nın bombalı saldırıları, akabinde son olarak burada yaşadığımız büyük acı. Bütün bunların artışını özellikle 15 Temmuz’dan sonra neye bağlıyorsunuz? Başbakan ve Cumhurbaşkanı bir oyun oynandığını Ortadoğu’da, yeni bir düzenlemeye girişildiğini ve tam da bu nedenle Türkiye’nin içerde oyalandığını düşünüyor örneğin. Bu fikre katılıyor musunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi bizim üzerimize oyun oynamak isteyenler olabilir. Asıl kendimize sormamız gereken soru veya yapmamız gereken çalışma biz bize yönelik oynanan oyunu nasıl açığa çıkarabiliriz, nasıl boşa çıkarabiliriz, nasıl kan kaybını önleyebiliriz, terörü nasıl önleyebiliriz? Asıl üzerinde düşünmemiz gereken nokta bu. Elbette ki, diğer olayı da düşüneceğiz, bizim aleyhimize çalışanlar, bizim aleyhimize komplo kuranlar, Türkiye’nin aleyhine komplo kuranlar olabilir tabi. Yani bu her ülkenin hani böyle gizli operasyonlar, kapı arkası diplomasi gibi pek çok gitgeller vardır yani bu bizim sadece bize özgü değil tarihin hemen hemen her döneminde bunu görmek mümkün.
Ama devleti yönetenler yani ülkeyi yönetenler bu tür komplolara karşı her zaman hazır olmak zorundadırlar. Devleti liyakat esasına göre çalıştırmak zorundadırlar. Size karşı kurulan komploları açığa çıkarmak için istihbarat örgütlerinizi güçlendirirsiniz, bunları önceden haber alırsınız, ona göre önlemini alırsınız ve gereğini yaparsınız.
Şimdi 15 Temmuz’dan sonra Türkiye ciddi bir darbe girişimiyle karşı karşıya kaldı ama burada çok önemli bir fırsat yakalanmış durumda. Nedir o önemli fırsat? Grubu olan 4 siyasi parti demokrasi konusunda ortak tavır takınmıştır, artı ortak mücadele etmiştir, artı demokrasiye sahip çıkma konusunda birlikte kamuoyuna mesaj verilmiştir. Ve bir ortak payda oluşmuştur.
Dolayısıyla toplumdaki yaşanan gerginlik 15 Temmuz’dan sonra bir uzlaşma havasının doğmasına yol açmıştır. Şimdi bu havayı bozmamak gerekiyor. Birinci üzerinde durduğumuz nokta bu. Ama bu havayı bozmamak gerektiği yönündeki düşünmemizi ifade ederken öte yandan biz demokrasimizi güçlendirebileceğimiz, yeni darbelere, yeni bu tür girişimlere ortam hazırlayamayacağımız, parlamenter sistemi daha işler hale getirebileceğimiz ve bugüne gelen Türkiye’nin bugüne gelmesiyle ilgili ortaya çıkan sorunlar ve bu sorunları aşma yönünde yeni iradeleri ortaya koymamız gerekiyor.
Belki üzerinde düşünmemiz gereken şu; siz 15 Temmuz’dan sonra bunlar arttı diyorsunuz ama 15 Temmuz’dan öncede vardı. Ankara patlamasına bakın yani 103 gencimiz hayatını kaybetti. Suruç’a bakın, Reyhanlı’ya bakın, İstanbul’da turistlerin yoğun olarak geldiği yerlere bakın, Gaziantep yeni oldu. Bir sokak düğününde patlayan bombalara baktığınız zaman Türkiye bir anlamda terörle yaşamaya mahkum bir ülke konumuna geldi. Bu bizi rahatsız ediyor. Burada çok sayıda vatandaşımız hayatını kaybetti.
Şimdi bakınız; eğer Ankara’da bir iddianameye IŞİD terör örgütünün Gaziantep’te düğünlerde saldırı yapabileceğine dair bilgiler ve bulgular varsa, deliller varsa ve bu deliller ortadayken eğer Gaziantep’te bir düğünde bomba patlıyorsa burada ciddi bir istihbarat zafiyeti vardır.
Seda ÖĞRETİR- Peki Pazartesi Başbakana bunu söylediniz mi?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Elbette. Yani sonuçta bu benim gözlemim değil. Bu bir gerçek. Yani gözlem olmanın ötesinde bir gerçek bu. Hatta daha önce bir twit atıldığı da biliniyor. O twite rağmen, iddianameye giren gerçeklere rağmen bir istihbarat zafiyeti var.
Dolayısıyla bu istihbaratla, demek ki bu istihbaratla Türkiye’nin terör olaylarını çözme şansı yok öyle anlaşılıyor. Benim gördüğüm kadarıyla Türkiye bu anlamda kendisine bürokratik anlamda bir çekidüzen vermek zorunda.
Seda ÖĞRETİR- Yani Ankara garı iddianamesi doğru değerlendirilseydi Gaziantep’teki bu saldırı önlenebilir miydi?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Elbette. Bakın Gaziantep IŞİD militanlarının yuvalandığı yerdir. Gaziantep aynı zamanda cihatçı örgütlerin buraya gelip buradan Suriye’ye ve Irak’a geçiş yaptıkları yerdir. Uzun bir süreden söz etmeyeceğim daha iki hafta önce Ankara Pursaklar’da bir baba beni aradı, çocuğunun iki haftadır eve gelmediğini ve dolayısıyla nerede olduklarını bilmediklerini, sonra bir telefon geldiğini, telefonun Suriye’den geldiğini babasına, baba ben şuanda IŞİD saflarında çarpışıyorum ara havaalanında gidin arabayı alın.
Şimdi bakın, öyle uzun bir süre değil. Türkiye’de 70 ilden militan devşirmiştir Türkiye IŞİD’ı Suriye’de eylem yapmak üzere. Şimdi bunlar 70 ilde eğer militan devşiriyorlarsa bir taban bulmuşlar demektir. O zaman soru şu; bu tabanı nasıl buldular? Bu taban bulunurken hükümet ne yaptı, nasıl bir önlem aldı? Bunlar işyeri açtılar, internet sitesi açtılar, İstanbul Ömerli’de toplu namaz kıldılar, toplu eylemler yaptılar. Konya’da benzerini yaptılar. İnternet siteleri vardı bunların, yayın yapıyorlardı, telefonları vardı bunların.
Şimdi bakın, biz devleti yönetirken risk oluştuktan sonra önlem alma gibi bir alışkanlığa sahibiz Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin böyle bir alışkanlığı var. Oysa gerçek anlamda devlet adamları riski önceden görür ve risk oluşmadan önlemini gider. Gider tutuklarsınız, kapatırsınız gerekli önlemi alırsınız, yargıya çıkarırsınız meseleyi bitirirsiniz. Biz, insanlar ölüyor, insanlar öldükten sonra hep beraber oturup bir ağıt yakıyoruz, hep beraber bir teröre lanet olsun diyoruz, hep beraber diyoruz ki, inşallah bu son olur bir daha olmaz bir dahaki terör eylemine kadar.
Seda ÖĞRETİR- Peki şimdi IŞİD’in 70 ilde evet devşirdiğini söylediniz ama bir yandan da sınır gerçekliğimiz var ve sınırda da bir şeyler oluyor son zamanlarda. Bunu Cerablus’tan takip ediyoruz, biliyoruz. Hatta iddia o ki IŞİD Cerablus operasyonunu önceden haber alıp bunu bir karşılık olarak kına gecesinde, düğünde o bombayı patlattı. Pazartesi günü bu konuyu konuştunuz mu? Cerablus operasyonuyla ilgili nasıl bilgiler edindiniz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Sayın Başbakan Suriye’yle ilgili bilgiler verdi ama tabi o bilgileri sizde takdir edersiniz ki paylaşmam çok doğru olmaz. Ama Suriye’deki gelişmelerin Türkiye’de sorun yarattığını biliyoruz. Yani sadece Cerablus bağlamında değil Türkiye IŞİD’ı da öyle doğdu zaten sorun yaratıyor. Türkiye’nin hem kendi güvenliğini, hem komşularla olan ilişkilerini yeniden düzenlemesi gerekiyor, yeniden ele alması gerekiyor.
Bakın ben 2012’de dönemin Başbakanına bir mektup yazdım. Suriye konusunda neler yapılması gerektiğini anlattım. Bir uluslararası konferansın toplanması gerektiğini söyledim. Bu konferansa Rusya’nın, Amerika’nın, AB’nin, Arap liginin, Suriye’deki tarafların, sadece bir tarafın değil tarafların davet edilmesini, İran’ın davet edilmesini ve bir çözüm üretilmesini ve Türkiye’nin bu konuda bir ön alması gerektiğini söyledim. Ama hükümet dedi ki, hayır biz bildiğimizi okuyacağız.
Şimdi Sayın Yıldırım diyor ki, evet böyle bir çalışma yapmamız lazım geçen gün yaptığı açıklamada.
Seda ÖĞRETİR- Bir 6 ay içerisinde daha aktif olması gerektiğini söyledi Türkiye’nin ve öyle ya da böyle Esat vardır cümlesini kurdu. Bir tutum değişikliği olduğunu düşünüyor musunuz hükümet politikasında Suriye’yle ilgili?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Elbette yani. 2012’den 2016’ya geliyoruz, 4 yıl içinde önlem alınmadı, 4 yıl içinde bir yol haritası çizilmedi, 4 yıl içinde Türkiye ağır faturalar ödedi. Şimdi gelmişiz evet Suriye’de bir olay var ve bu Türkiye’ye yansıyor, bunun için önlem almamız gerekiyor. 2012’de söyledik şimdi önlem alıyorlar. Alsınlar destek veririz. Yani her türlü desteği veririz biz. Bütün komşularımızla huzur içinde, barış içinde yaşamak istiyoruz. Ama eğer alınan önlemler güçlü ve sağlıklı olursa, uluslararası desteği olursa ve bu önlemler başarılı olursa Suriye’nin iç işine karışmamak gibi bir ilkemizi de baştan deklare edersek, yani hiçbir ülkenin iç işine karışmak veya oradaki şu veya bu grubu tutmak, onlara silah sağlamak veya silah göndermek gibi bir olayın içine girmezsek bu sorunu daha rahat çözebiliriz.
Seda ÖĞRETİR- Son dönemde özellikle dış politikaya girmiş bulunduk. Rusya’yla ilişkiler, İsrail’le ilişkiler, Mısır’la ilişkiler ısınıyor gibi. Bir yandan da Amerika’yla hem Fethullah Gülen’in iadesi üzerinden, hem de PYD konusu üzerinden bir gerilim yaşanıyor. İran’la çok sıkı temaslar olmaya başladı. Özellikle Rusya, İran, Türkiye yakınlaşmasını nasıl buluyorsunuz? Size göre bir fayda yarar nasıl işler politikada?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Hükümet Suriye’yi Irak gibi düşündü ve Suriye’nin iç işine müdahale etti. Oysa Suriye bir Irak değildi. Düşünmesi gereken bir şey daha vardı. Suriye Rusya için hayati öneme dair bir ülkedir. Dolayısıyla Rusya’nın izni olmadan Suriye’ye şu veya bu şekilde müdahale etmenin faturası ağır olacaktı. Hükümet ağır faturayı ödedikten sonra bunu fark etti, yanlış yaptığını gördü. Çünkü Akdeniz’de Rusya’nın tek bir yeri vardı Tartus’tu ve dolayısıyla Tartus’ta üssü vardı şimdi çok daha güçlü bir konumda Rusya Suriye’ye yerleşti. Sadece o mu? Hayır. Amerika’da yerleşti, o da bir havaalanı yaptı. İran yerleşti. İran’ın silahlı kuvvetleri var. Oldukça güçlü bir vaziyette onlarda yerleşti. Dışarıda kalan sadece Türkiye oldu. Cumhuriyet tarihinin en büyük yenilgisini yaşadı Türkiye dış politikada. Şimdi bunu telafi etmeye çalışıyoruz. Çalışıyorlar daha doğrusu.
Rusya’yla ilişkileri düzeltelim. Elbette düzeltelim. Biz hiçbir zaman Rusya’yla niye ilişkiler bozuldu diye soru sorduk ve düzeltilmesini de istedik. Niye düzeltilmesin? Bunun çabası harcansın. İsrail’le yanlış politika güdüldü, Mavi Marmara’yla çok büyük hatalar yapıldı. Bunu söyledik sonunda İsrail’le de bir anlaşma yaptılar. Ama bakın anlaşmayı parlamentodan sabaha karşı geçirdiler kimse görmesin, kimse duymasın diye. Açık ve net söyleyeyim 20 milyon dolara Türkiye’nin itibarı satılmıştır. Gazze ablukası kalktı mı? Hayır kalkmadı. Gazze’ye saldırılmayacaktı dün saldırıldı. Peki İsrail özür diledi mi? Gelen resmi bir özür dileme yok. Sadece bir telefon görüşmesi var. İsrail diyor ki biz özür dilemedik diyor. Ama biz Rusya’dan özür diledik, mektup gönderdik. Burada ölen vatandaşlarımızla ilgili tazminat ödeyeceksin diyoruz ben tazminat ödemem diyor. Siz bir fon gösterin fona 20 milyon dolar para yatırırım diyor siz ne yaparsanız yapın diyor. Peki oradaki insanlar dava açtılar, parlamentodan kanun çıkardılar davalardan tümüyle vazgeçildi. Başka? Bundan sonra dava açılırsa ve bir tazminat ödenirse onu da Türkiye ödeyecek diyor. Başka? Gazze ablukasını Türkiye Cumhuriyeti resmen tanıdı. Tamamen iflas eden bir dış politikanın getirdiği noktadır bu. Peki bu sözleşmenin kahramanı kim? Kesinlikle İsrail. Sanki biz İsrail’in gemilerini batırdık. İsrail bizim açık denizde bizim vatandaşlarımızı sanki hiç öldürmedi. Tam bir teslimiyet.
Eğer bakın, siz dış politikayı yanlış yaparsanız size bedelini ağır ödetirler. Dış politika iç politikaya benzemez.
Seda ÖĞRETİR- Dostlarımızı arttıracağız anlayışı çerçevesinde adımlar olarak değerlendirilebilir mi?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Tabi. Her türlü tavizi verdikten sonra herkes sizinle dost olur zaten. Siz her türlü ödünü veriyorsunuz. Şimdi bakın, Rusya hemen buyurun gelin dost olalım demedi. Verdiği her kararın arkasından Türkiye’den bir ödün bekleyecektir. Şu ödünü ver diyecektir, şunu ver diyecektir. Her seferinde Türkiye onu verecektir. Bu Türkiye’nin bölgede de, dünyada da itibarını sarsan bir uygulamadır. Türkiye böyle bir Türkiye değildi aslında. Ödün veren bir Türkiye değildi. Onurlu bir Türkiye’ydi, Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu bir Türkiye’ydi, güçlü bir cumhuriyeti vardı, demokratik, sosyal, laik hukuk devletiydi.
Şimdi baktığınız zaman Ortadoğu’daki kabile başkanının bile kafa tuttuğu bir ülke haline döndük. Bu benim ağırıma gidiyor. Ha ilişkiler düzelsin mi? Düzelmesini istiyoruz. Ama bunun bir bedeli olması lazım. Yani Türkiye’yi bu hale kim getirdi? Ben getirmedim, sizde getirmediniz, simitçide getirmedi. Türkiye’yi bu hale Türkiye’yi yönetenler getirdi.
Şimdi bir özeleştiri yapılması lazım. Yani Türkiye’yi bu hale getirenlerin, Sayın Numan Kurtulmuş bir şey söylüyor, dönüyor bir başka bakan bir şey söylüyor. Parça parça biraz böyle yaptıkları hataların farkına vardıklarını ifade ediyorlar. Ama bu hataların Türkiye’ye maliyetini, sokaktaki vatandaşa maliyetini, Gaziantep’e maliyetini dile getirmek zorundayız.
Seda ÖĞRETİR- Tekrar bugüne dönecek olursak sıcak olduğu için konu biraz daha üstünde durmak isterim. Cerablus meselesinin eğer siz tabi Başbakanla yaptığınız konuşmayı anlatamam haliyle dediniz ama şöyle söyleyeyim öyleyse, eğer Türkiye’nin bir operasyona destek verme girişimi olursa siz Cumhuriyet Halk Partisi olarak ne düşünürsünüz bu konuda? Destekler misiniz ya da yapmalımı böyle bir girişime katılmalı mı?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Biz Türkiye’nin yabancı bir ülkeye silahlı güç göndermesini doğru bulmayız. Ancak uluslararası hukukun öngördüğü ölçüde yapılabilir bu. Uluslararası hukukun öngörmediği bir süreç içinde askeri oraya sokarsanız bunun maliyeti yine çok ağır olur. Çünkü dediğim gibi Suriye sıradan bir ülke değil. Orada şimdi Amerika var, orada şimdi Rusya var, orada şimdi İran var. Dolayısıyla kendi güvenliğimizi sağlamalıyız. Evet sağlamalıyız burada bizim en ufak bir tereddüdümüz yok ama Türkiye ağırlığını koyarak o bölgeyle ilgili kendi düşüncelerini ve gerekçelerini uluslararası topluma çok iyi anlatarak güvenliğini sağlamalı. Biz bu anlamda her türlü desteği veririz. Ama uluslararası hukukun dışına çıktığınız zaman sadece size bedel ödetirler. Maliyetini bunun ödersiniz.
Dolayısıyla biz uluslararası hukukun dışına çıkmamalıyız. Örneğin, bazen Kandil’i bizim uçaklar gidip vuruyor. Ama bu uluslararası hukukun bize verdiği bir yetkidir. Dolayısıyla gidersiniz vurursunuz. Eğer başka bir ülkenin topraklarına girecekseniz o ülkenin yönetimi size izin veriyorsa gidersiniz. Size izin vermiyorsa başka bir ülkenin topraklarına girdiğiniz andan itibaren bir çatışma çıkacaktır ve o çatışma farklı boyutlara her an ulaşabilir ve onun maliyeti Türkiye’ye çok daha ağır olabilir.
O açıdan görüşerek, gerekirse Birleşmiş Milletlerde, gerekirse Güvenlik Konseyinde, gerekirse uluslararası bir toplantıyı Türkiye’de yaparak, Türkiye’nin bölge için önemini, Suriye’nin önemini, Suriye’nin bölge için önemini, nasıl davranılması gerektiğini, ortak çözümün nasıl üretilmesi gerektiğini Türkiye yapabilir. Türkiye’nin bu gücü var zaten. 2012’de Türkiye bunu yapmış olsaydı Suriye’de bugün bu tabloyla biz karşılaşmamış olurduk.
Seda ÖĞRETİR- Uluslararası toplumun desteğini alarak kalkışılırsa destek vereceğini söylüyorsunuz.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Türkiye uluslararası toplumun desteğini alarak kendi çıkarlarını her an savunabilir. Tabi Türkiye’nin bir NATO üyesi olduğunu da unutmamak gerekiyor. Türkiye ülke olarak NATO’nun bir üyesidir. Dolayısıyla uluslararası alanda bir saygınlığı vardır, Türkiye’ye yönelik haksız saldırılar olduğu zaman NATO’nun doğal olarak Türkiye’nin yanında tavır alması, Türkiye’yi desteklemesi gibi bir görevi de vardır. Ama bu uluslararası hukukun içinde kaldığımız sürece biz bunları isteriz ve bunları sağlamak zorundalar.
Seda ÖĞRETİR- Tekrar içerde terör örgütleriyle ilgili duruma gelirsek işbirliğinden söz ediliyor terör örgütleri arasında. İşte Başbakan vardiyalı çalışıyorlar diyor, Cumhurbaşkanı diyor ki, demokrasi mitinglerine PKK saldırıları misillemedir kahin olmaya gerek yok FETÖ var arkasında diyor. Siz terör örgütleri arasında böyle bir işbirliği olduğuna inanıyor musunuz Türkiye’de ve bir etnik ayrım üzerinden iç savaş çıkartılmaya çalışılıyor mu Türkiye’de size göre?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi hangi gerekçeyle terör örgütlerinin birbirleriyle danışma içinde olduğunu söylediklerini bilmiyorum. Çünkü IŞİD’ın PKK’yı suçladığını, PKK’nın IŞİD’ı suçladığını, birbirlerinden adam öldürdüklerini, Suriye’de çatıştıklarını, kavga ettiklerini biliyoruz zaten. Öbür taraftan Fethullah Gülen terör örgütü olarak tanımlanan FETÖ olarak tanımlanan Fethullah Gülen örgütünün de bunlara destek verdiği şeklinde düşünceler var ama elimizde bir veri yok, bir belge yok ama hükümet edenler belki ellerinde böyle bir belge olabilirse açıklarlarsa kamuoyuna bizde bunu öğrenmiş oluruz.
Seda ÖĞRETİR- Size çok sıkça Yenikapı’dan sonra bir araya geldiğiniz için soruyorum. Böyle bir açıklama, böyle bir ispat, düşünce, belge paylaşılmadı mı?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Hayır. Bize gelen herhangi bir bilgi yok. Bize sunulanda bir bilgi yok. Ama ortada bir şey var. Bakın, Türkiye IŞİD’ı nasıl oluştu? Şimdi bunun cevabını biz almak zorundayız. FETÖ mü oluşturdu Türkiye IŞİD’ı nı ya da PKK’mı oluşturdu? Siz terör olayının daha arka planını bilmiyorsunuz, neyin nasıl olduğunu bilmiyorsunuz. Eğer böyle üçü bir araya geldi Türkiye’ye karşı mücadele ediyorlar. Bu çok kolaycı ve tabanı olmayan bir söylemdir. Çok kolaycı bir söylem. Efendim işte bütün terör örgütleri geldi hepsi beraber bizimle mücadele ediyorlar. Kardeşim sen 14 yıldır bu ülkeyi yönetiyorsun 14 yıl. Sıfır terörle devraldın sen bu ülkeyi. 14 yılda Türkiye nasıl bir terör batağına sürüklendi? Bunların tamamı 14 yılda mı geldi Türkiye’ye düşman oldular? Biz Suriye politikası yanlıştır, bakın bu politika Türkiye’nin başını belaya sokar, bu politika Türkiye’yi Ortadoğu bataklığına sürükler dediğimiz zaman vay efendim sen nasıl Ortadoğu’ya bataklık dersin diye biz eleştiri aldık. Şimdi gerçekler bütün ayrıntılarıyla çıktı ortaya.
Fethullah Gülen, biz F tipi örgütlenme diyorduk. Devletin içinde örgütlenme evet var. Söyledik mi? Söyledik. Defalarca söyledik. Bir değil, iki değil, on değil. Araştırma önergeleri verdik. Her kürsüye çıktılarında Fethullah Gülen’e ve arkadaşlarına övgüler dizdiler, siz bilmiyorsunuz dediler, siz yanlış yapıyorsunuz dediler.
Ben size bir soru soruyum. Şimdi diyorlar ki, Fethullah Gülen terör örgütü diyorlar. Güzel. İçişleri Bakanı diyor ki, bakan olduğumda şunu gördüm diyor. 81 ilin 78 emniyet müdürü FETÖ mensubu diyor. Bir iktidar düşünün emniyet teşkilatını bir terör örgütüne teslim etmiş. Evet, 14 yıldır iktidar emniyetini terör örgütüne teslim etmiş. Valiler, kim yaptı bunu? İktidar valileri terör örgütüne teslim ediyor. Yargı, her tarafta var diyorlar. Yargıyı da sen terör örgütüne teslim ediyorsun. Bir ülkenin iktidarı eğer ülkeyi bir terör örgütüne teslim ediyorsa o ülkeyi artık sağlıklı yönetemez. Herkesin kandırdığı bir iktidar ülkeyi yönetemez, Türkiye’yi yönetemez. Efendim bizi kandırdılar. Siz çocuk musunuz, siz devleti yönetiyorsunuz. Sizin istihbarat örgütleriniz yok mu? Hadi onların tamamını bırakalım Cumhuriyet Halk Partisiyiz, hiçbir istihbarat örgütü olmamasına karşın Türkiye’nin ne kadar kötü yönetildiğini, F tipi örgütlenmenin Türkiye için ne kadar zararlı olduğunu, bunların devletin her kademesine yerleştirildiğini bir değil, iki değil, üç değil, yüz değil, beş yüz değil, bin kez belki biz anlattık, söyledik bunlara. Ama şimdi gelinen bir nokta var efendim işte sizde bizim yanımızda durun, işte biz bütün bu örgütlere karşı mücadele edelim.
Biz bütün terör örgütlerine karşıyız. Mücadele eden kim varsa hepsinin yanında da dururuz. Bizim zaten tavrımız bu, anlayışımız bu. Ama bir ülkenin cumhurbaşkanı çıkıp da şunu söylerse efendim bunlar bizi kandırdılar, Allah diyorlardı, peygamber diyorlardı, alnı secdeye değiyordu o nedenle biz bunları hoş gördük, bunları devletin her tarafına yerleştirdik. Bizi kandırdılar. Güzel, yarın duruşmalar olacak. Bir; bu duruşmaların halka açık olmasını istiyoruz. Yani televizyondan yayınlanmasını istiyoruz bu duruşmaların. İki; birisi çıkıp şunu söylese ya vallahi kusura bakmayın bu FETÖ terör örgütü beni de kandırdı, bu ülkenin Cumhurbaşkanını kandırdığına göre, Başbakanını kandırdığına göre, İçişleri Bakanını kandırdığına göre, MİT’i bile kandırdığına göre ben gariban bir vatandaşım ya da devlette bir memurum veya bankada memurum veya falan yerde general. Beni de kandırmış. Onlar ceza alıyor mu? Hayır. Yargılanıyor mu? Hayır. Niçin? Kandırıldıkları için. Beni de kandırdılar, benimde hiçbir cezam yoktur diyecek. Ne diyecek hakim? Ne söyleyecek hakim? Asıl bu işin siyasi ayağı ortaya çıkmadan Türkiye’yi bir terör örgütüne teslim eden bir siyasi ayak bütün ayrıntılarıyla ortaya çıkmadan Türkiye gerçek anlamda terörle mücadele edemez. Gerçek siyasi ayağının ortaya çıkması lazım. Bu söylendi mi? Evet söylendi. Bu söylenecek mi? Bundan sonrada söylenecek.
Bakın, biz mecliste araştırma komisyonu kurulmasını istedik kuruldu. Bütün bu ayrıntıların çıkması lazım. Araştırma komisyonuna bir üye verdi AKP, ismini vermek istemem. Ama bir gazetede 15 Temmuz öncesi yazdığı bir köşe yazısında şunu söylüyor; Fethullah Gülen Türklerin son bin yılda yetiştirdiği en büyüklerden birisidir diyor. En büyük Türk büyüğüdür diyor son bin yılda.
Seda ÖĞRETİR- Siz görüşmelerinizde siyaset ayağına ne zaman başlanacak diye sordunuz mu?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bu şimdi araştırma komisyonu üyesi olarak görev yapacak. Umarım sağlıklı görev yapar.
Seda ÖĞRETİR- Sordunuz mu Başbakana, siyaset ayağına da bakılacak mı FETÖ’yle ilgili olarak?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Yo, araştırma komisyonunun görevi o zaten yani. Siyasi ayağına bakılacak bunun. Çünkü araştırma komisyonu hakim değil, yani Yargıç değil, savcı değil. Dolayısıyla o adliyenin işi ama olayın siyasi boyutunu ortaya çıkarmak, kim hangi zamanda ve kimlerin imzasıyla atandı, vali kimlerin imzasıyla atandı, emniyet müdürü kimlerin imzasıyla atandı, Yargıtay’a bu üyeler kimlerin imzalarıyla, kimlerin onaylarıyla atandı? Bunların ortaya çıkması lazım.
Seda ÖĞRETİR- Şimdi çok sayıda görevden alma oldu ve bir şekilde devlet yeniden yapılandırıyor. Sizde ısrarla diyorsunuz ki liyakat liyakat liyakat. Cemaatler konusunda da hassasiyetiniz var biliyoruz bu konuyu da. Bu konuda bir güvence alabildiniz mi liyakat konusunda?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi bakın, önce şunu söyleyeyim. Ben bütün insanların inançlarına saygılıyım neye inanıyorlarsa. Bir cemaat olabilir, bir tarikat olabilir, bir mezhep olabilir, bir din olabilir. Yani herkes istediğine inanabilir. Burada hiçbir tereddüdüm yok. Yani laikliği savunuyorum, laikliğin din ve vicdan özürlüğünün güvencesi olduğuna inanıyorum. Her insanın kendi inancının onun kendi manevi dünyasının zenginliği olarak kabul ediyorum. Ama devlet farklı bir kurumdur. Devlette bir yere gelmek için bir mezhepten, bir partiden, bir cemaatten ya da bir yerden bir torpille bir yere gelmek devlette olmamalıdır. Devlet liyakat üzerine inşa edilir. Yani bilgi üzerine, birikim üzerine, deneyim üzerine inşa edilir.
Devletle siyasetin yani hükümetin arasında dünya kadar fark vardır. Devlette şef olmak için 4 yıllık üniversiteyi bitirmeniz lazım ve bir sınavla ancak şef olabiliyorsunuz. Ama Başbakan olmak için bir ilkokul diplomanızın olması yeterlidir. Başka hiçbir engel yoktur. Devlet memuru olmanız için sınava girmeniz lazım, sınavı kazanmanız lazım ama bir partiye üye olmanız için diplomanıza bile gerek yoktur. Dolayısıyla hükümetle devlet farklı kavramlardır. Devletin liyakat içinde yönetilmesi lazım. Yani işin ehline teslim edilmesi lazım. Şimdi gördüğümüz olay şudur; devlette liyakat sistemi çökmüştür. Niye çökmüştür? Çünkü devlette vali olmak için bir cemaate bağlı olmak lazım. Yargıtay üyesi olmak için bir cemaate bağlı olmak lazım. Sağlık bakanlığında müsteşar olmak için bir cemaate bağlı olmak lazım. Bir yere rektör olmak için veya dekan olmak için bir cemaate bağlı olmak lazım. Yani bilgi yok, yani birikim yok, yani deneyim yok. Sadece cemaate bağlıysanız sizi oraya atıyorlar. Bu devleti çökertti. Düşünebiliyor musunuz yani YÖK Başkanı 1577 dekanın istifasını istiyor. Hiçbirisi itiraz etmiyor 1577 dekan istifa dilekçelerini gönderiyorlar. Türkiye’nin geldiği noktaya bakın. Nasıl bu noktaya geldi Türkiye? Kim getirdi bu noktaya Türkiye’yi? Bunun bir sorumlusunun olması lazım. Yani normal demokratik kurallar işlese hükümetin bir saat bile yerinde kalmaması lazım. Demesi lazım ki, ya ben bu ülkeyi 14 yıldır perişan ettim, terör batağına soktum, bırakın devletin yönetimini bir terör örgütüne teslim ettim. Evet devletin yönetimi bir terör örgütüne teslim edildi. Müsteşarı, valisi, hakimi, kaymakamı, emniyet müdürü. Böyle bir şey olabilir mi? Normalde ne olması lazım? Kusura bakmayın biz bu işi beceremedik galiba izzeti ikbal ile biz bu makamdan çekilelim demesi lazım. Ama kimse çekilmiyor. Herkes diyor ki, vay FETÖ örgütü en büyük işte tehdit. İyi de kardeşim bu tehdit dediğin, örgüt dediğin yere sen devleti teslim ettin kardeşim. Bunun mutlaka şu veya bu şekilde siyasi ayağının ortaya çıkması lazım.
Bakın, herhangi bir bankada memur düşünün bir bankada memur diyorlar ki sen neden Bank Asya’ya para yatırdın? Senin memuriyetine son veriyoruz memur olmayacaksın. Bütün haklarını iptal ediyoruz. İyi de Bank Asya’nın kurulmasına izin verene ne yapıyorsun? Hiçbir şey yapmıyorsun. Peki Bank Asya’yı da bıraktım başka bir yere gidelim, başka bir örnek alalım. Cemaatin okuluna çocuğunu göndermiş herhangi bir kişi, bir vatandaş, bir devlet memuru. Sen cemaatin okuluna madem çocuğunu gönderdin diyor o zaman ben seni görevden alıyorum, açığa alıyorum her türlü şeyi yapıyorum. İyi de cemaatin okulundan mezun olup bakan olan var. Ona bir şey yapıyor musun? Hayır ona bir şey yapmıyorsun. Tam tersine sırtını sıvazlıyorsun. Şimdi çifte standart hukukun kabul etmeyeceği bir uygulamadır. Bir karar alıyorsan herkese eşit uygulayacaksın. Yoksa Ali’ye ayrı, bizimkine ayrı, öbürüne farklı bir model doğru değildir.
Seda ÖĞRETİR- Peki hukuk demişken kanun hükmünde kararnamelerle ilgili ve TSK’nın yapısıyla ilgilide bazı itirazlarınız olduğunu biliyorum. Nedir itiraz noktalarınız?
Kemal KILIÇDAROĞLU- İtirazlarım şu; bakın, OHAL uygulaması Anayasa Mahkemesinin kararı vardır OHAL uygulamasıyla ilgili çıkacak kanun hükmünde kararnameler OHAL süresince geçerlidir. Olağanüstü hal süresince 3 ay mı? 3 ay için geçerlidir. 6 ay mı 6 ay için geçerlidir. 6 yıl mı ilan ediyorsun? 6 yıl için geçerlidir. Eğer siz çıkardığınız kanun hükmünde kararnamelerle OHAL süresinin sonunu da düzenliyorsanız bu anayasaya aykırıdır. Biz devleti yeniden inşa edeceğiz diyorlar. Neyle? OHAL’le. OHAL’le devlet yeniden inşa edilmez. Devleti yeniden inşa edecek birim TBMM’dir.
Dolayısıyla TBMM 15 Temmuz akşamı dahil olmak üzere çok önemli bir sınav vermiştir. Bombalanmıştır, kurşunlanmıştır, sabaha kadar görev yapmıştır. Dolayısıyla darbeye karşı direnmiştir ve darbeyi püskürtmüştür. En büyük etki ve sorumluluk TBMM’nindir ve bu sorumluluğu başarıyla aşmıştır. Şimdi siz yetki aldınız doğru. Yetki alınabilir, anayasaya uygun mudur? Evet uygundur. Meşru mudur? Evet meşrudur. Ama OHAL sonrasını da düzenlerseniz bu yetkiyle anayasaya aykırı olarak o zaman siz parlamentoyu devre dışı bırakıyorsunuz demektir. Devletin inşasında parlamento devre dışı kaldığı zaman orada artık hukuk yok demektir.
Seda ÖĞRETİR- Birincisi sınırlanmasını istiyorsunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet. Dolayısıyla bizim üzerinde durduğumuz nokta o. Biz diyoruz ki, siz OHAL sonrasını düzenleyemezsiniz, düzenlemek isteyebilirsiniz tabi yani hükümet bu konuda bir teklifte getirebilir. Ama teklifin geleceği yer TBMM’dir. Orada otururuz konuşuruz, ortak aklı egemen kılarız. Elbette bizim şikayet ettiğimiz konular var, hükümetin şikayet ettiği konular var. Ama sonuçta hepimiz bu ülkede yaşıyoruz. Bu ülke bizim ülkemiz. En güzel yasaların çıkmasını isteriz, en demokratik yasaların çıkmasını isteriz. İnsan haklarına saygılı yasanın çıkmasını isteriz. Biz her türlü desteği de veririz. Ama OHAL yetkisi aldım o zaman ben her şeyi yaparım. Bu doğru değil. Bu bizi darbe anlayışıyla paralel bir sürecin içine sürüklemiş olur.
Seda ÖĞRETİR- Şimdi dediniz ki, 15 Temmuz gecesinde TBMM direndi ve darbeyi püskürttü. Burada küçücük bir virgül koyalım lütfen çünkü elimizde şuanda çok özel bir görüntü var. O gece Genelkurmay Başkanlığında komutanların rehin alınma görüntüsü.
Sizde gördünüz görüntüleri, bu özel görüntülerdi NTV’ye bir çırpıda da vermek istedik o yüzden sizin de müsaadenizle yayınımızı böldük. Ne düşündünüz izlerken, neler hissettiniz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Darbenin bir ülke için felaket olduğunu artık hepimizin kabul etmesi lazım. Geçmişteki darbe deneyimleri Türkiye’yi çok gerilere götürdü. Demokratik açıdan da götürdü, sosyal açıdan da götürdü, ekonomik açıdan da götürdü ve darbeciler Türkiye’yi kendi anlayışlarına göre dizayn etmeye, kendi hukuklarını koymaya çalıştılar. Biz ısrarla şunu söylüyoruz. Türkiye darbe hukukundan arınmalı. Darbecilerin getirdiği yasaların değişmesi lazım. Eğer biz bunları değiştirebilirsek, gerçekten demokratik, gerçekten özgürlükçü, gerçekten çoğulcu bir anlayışı yerleştirebilirsek o zaman ülkeye en büyük katkıyı yapmış oluruz, insanlarımıza en büyük katkıyı yapmış oluruz. 12 Eylül darbe hukuku hala yürürlükte, hala o yasalar var. Yasaları bırakın kaldırmayı o yasalar tahkim edildi, güçlendirildi. Bugün şikayet ediyoruz darbeciler, darbeciler. İyi de darbecilerin getirdiği hukukla siz Türkiye’yi şuanda yönetiyorsunuz. Gelin elbirliğiyle bizde açık destek veriyoruz Türkiye’yi şu darbe hukukundan çıkaralım, kurtaralım. Türkiye’ye gerçekten birinci sınıf demokrasi, yani tam demokrasiyi getirelim.
Şimdi bakın, AB ile görüşmelerimiz var tam üyelik için. Bize diyorlar ki, şu yasayı şöyle değiştirin, şu yasayı şöyle değiştirin. Yani AB hukukunu bize getirmek istiyorlar. Biz niye kendi özgür irademizle bunu yapmıyoruz? Yani niye birisi bize dayatsın? Biz kendi özgür irademizle hiç ona bakmadan, onların dayatmalarına da bakmadan AB hangi konularda hangi adımları atmışsa bizde Türkiye Cumhuriyeti hükümeti olarak, devleti olarak, parlamentosu olarak aynı adımları atalım tamamını yasalaştıralım. 4 siyasi parti eğer böyle bir anlayış içinde hareket ederse ki, şuanda hareket etmeyen iktidar kanadı. Çünkü AB uyum yasaları ne zaman parlamentoya gelmişse parlamentodan oybirliğiyle çıkmıştır. Yani hiçbir partinin hakkını yemek istemem. Her parti AB ile uyum çerçevesinde gelen yasalara koşulsuz destek vermiştir. Ufak tefek eğer görüş ayrılıkları çıkmışa da o da komisyonlarda görüşülerek çözülmüştür. O açıdan söylüyoruz tam demokrasiye ihtiyacımız var. Biz bunu yakalamak zorundayız. Türkiye’ye tam demokrasiyi getirmek zorundayız ve Türkiye’yi darbe hukukundan arındırmak zorundayız.
Seda ÖĞRETİR- Peki, TSK’nın hazır o gece Genelkurmay Başkanlığında yaşananları da ekrana getirmişken ilk kez. Sizin TSK’nın yeniden yapılandırılmasıyla ilgili fikirlerinizi de hemen öğrenelim. O noktada bazı itirazlarınız olduğunu biliyorum.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Sayın Başbakan ben ziyarete geldiğinde TSK’nın yeniden yapılandırılması ihtiyacı olabilir dedim doğrudur. Bizimde bu konuda hazırlıklarımız var Cumhuriyet Halk Partisi olarak. Biz bunların bir kısmını kendi seçim bildirgemize de koyduk zaten. Ama hükümetinde böyle bir çalışması olabilir. Sayın Başbakana aynen şunu söyledim, askerlik benim uzmanlık alanıma girmiyor ama eminim sizin de uzmanlık alanınıza girmiyor. Eğer bir konuyu yeniden yapılandıracaksak önce o işin uzmanlarıyla görüşmek gerekiyor neyi nasıl yapacağımızı. Elbette son kararı siyasi verecek. Ama en azından işin uzmanları hangi konuda hangi kararlar almamız gerekiyor, o kararların artıları ve eksilerini siyaset organına aktarmaları lazım. Biz kendimiz bir çalışma yapıyoruz, akademisyenlerden, emekli askerlerden oluşan bir grup ordu nasıl yeniden yapılandırılabilir onun üzerinde bir çalışma yapıyoruz. Sizlerde benzer bir çalışma yapın parlamentoda ordunun yeniden yapılandırılmasıyla ilgili oturalım çalışalım. Yani sonuçta ordu bizim ordumuz. Ordunun güçlü olması Türkiye için çok hayati derecede önemlidir. Bölge açısından önemlidir, bizim açımızdan önemlidir, demokrasimiz açısından önemlidir. 15 Temmuz darbe girişimi başarısız olmuşsa orada bunu Atatürkçü subaylara bağlı olduğumuzu asla kimsenin unutmaması lazım. Darbeye destek vermeyen, darbeye karşı direnen askerlere borçlu olduğumuzu da kimsenin unutmaması lazım. Yani bir güç olarak çıkmıştır, darbeye karşı çıkmışlardır, darbecilerin yakalanması vs. bu çerçeve içinde olmuştur. Ordu bir bütün halinde zaten hareket etseydi bu darbe girişimi başarılı olurdu. Ama darbenin bir bütünlük içinde gerçekleşmediği, ordunun içindeki önemli bir kesimin darbeye karşı çıktığı da bir gerçektir.
Seda ÖĞRETİR- Asker konusundan çıkmadan şu konuda ne düşündüğünüzü de merak ediyorum. Birlikler taşınmaya başlandı. Bu konuda fikriniz nedir? Birliklerin taşınması nasıl bir fayda getirir ve onların yerine ne olacağını konuştunuz mu? Bir öneriniz oldu mu yada?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Hayır bir önerimiz olmadı. Askeri birliklerin kent dışına taşınmalarına yani bizde sıcak bakıyoruz. Zaten bu konuda bizim arkadaşlarımız çok daha önceden demeçlerde vermişlerdi. O alanların kente kazandırılması lazım. Ama binalar yapılarak değil, beton yığınına döndürülerek değil, yeşil alan olarak yapılabilir, yeşil alan olarak korunabilir. Dolayısıyla olağanüstü güzel, çünkü alanlar çok büyük. Olağanüstü güzel şeyler yapılabilir orada. Hatta üniversite yapılabilir mesela. Binalarda yıkılmaz, mevcut binalar restore edilir, orada çok güzel bir kent üniversitesi kurulabilir yani herkese açık.
Seda ÖĞRETİR- Tabi elbette bunları paylaşıyorsunuz, konuşuyorsunuz. Zira aslında çok sık görüşmeye başladınız Başbakanla da, diğer muhalefet partisi lideri Sayın Bahçeli’yle de. Herkes özenli bir dil kullanıyor. Bir şeyleri korumaya çalıştığınızı fark ediyoruz, izliyoruz. Nasıl tepki alıyorsunuz vatandaşlardan temas ettiğinizde? Bu tavrınız nasıl karşılanıyor toplumda?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi Türkiye kendi tarihinin en kritik süreçlerinden birisini yaşıyor. Dolayısıyla Türkiye’nin bu süreçten bir bütünlük içinde çıkması lazım. Türkiye’nin bir daha bir darbeyle karşılaşmaması lazım. Türkiye’nin demokratik, laik sosyal hukuk devleti anlayışını koruması lazım. Türkiye’nin bir anlamda bütün Müslüman dünyaya örnek olan bir devletti o örnekliğini sürdürmesi lazım. Demokrasi açısından, kadın – erkek eşitliği açısından, hukukun üstünlüğü açısından, yargının bağımsızlığı açısından bunların korunması gerekiyor.
İlk görüşmemizde ben yargının bağımsızlığının çok önemli olduğunu ve bu konuda ilk adımın atılması gerektiğini söylediğimde kabul edildi. O nedenle birde şuanda resmi olmayan birliktelikler devam ediyor. Büyük ölçüde uzlaşmada sağlandı.
Seda ÖĞRETİR- Mini anayasa paketi çalışmasından söz ediyorsunuz. Size gelecek konu artık bildiğimiz kadarıyla liderlere sunulacak. Belli bir uzlaşma sağladı ekipler.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Büyük ölçüde sağlandı.
Seda ÖĞRETİR- Yargı meselesinde mi?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Yargı meselesinde. Büyük ihtimalle anayasa değişikliği gerçekleşebilir.
Seda ÖĞRETİR- Peki o geçmiş 60 madde konusu gündeme geldi mi?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Onlarda gündeme geldi. Orada 45 madde üzerinde 4 parti uzlaşmıştı zaten. Uzlaşılan maddeler olduğu gibi bu pakete konabilir. Yani bizce hiçbir sakıncası yok.
Seda ÖĞRETİR- Kapsam biraz daha genişler.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Biraz daha genişler. Bizce hiçbir sakıncası yok. Yani biz Türkiye’nin daha demokratik bir anayasaya sahip olmasını öteden beri zaten savunan bir partiyiz.
Seda ÖĞRETİR- Kamuoyuna bir açıklama ne zaman olur? Onun için bir takvim konuşuldu mu?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Görüşmeler devam ediyor. Belli bir olgunluğa ulaştıktan sonra sanıyorum parlamento açıldığında anayasa komisyonu toplanır dolayısıyla orada belki daha sağlıklı bir çalışma yapılır.
Seda ÖĞRETİR- HSYK seçimlerinin nasıl olacağı konusunda bir uzlaşma sağlandı mı? Bu konu gündeme geldi mi?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Büyük ölçüde görüş birliği sağlandı. Hakimler Yüksek Kurulu ve Savcılar Yüksek Kurulu olarak iki ayrı kurulun oluşması üzerinde bir görüş birliği var. Büyük bir ihtimalle seçimler konusunda da HSYK üyelerinin seçilmesi konusunda da bir görüş birliği olacak öyle anlaşılıyor.
Seda ÖĞRETİR- Askeri Yargıtay’ın kaldırılması, Yüksek İdari Mahkemesinin yine. Bu konularda yine uzlaşma alanlarında mı?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet uzlaşma alanlarında. Bu konularda da büyük ölçüde uzlaşma sağlandı diye düşünüyoruz.
Seda ÖĞRETİR- Bütün bu gelişmeler o zaman mini anayasa paketi biraz daha kapsamı büyüdü. Orta büyüklükte bir anayasa paketi diyelim. Yeni anayasanın yapımı konusunda umutlu olmamızı sağlayabilir mi size göre? O kırmızıçizgileri hatırlıyoruz çünkü geçmişe dönük yine.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Yeni anayasa kavramını artık kullanmamak gerekiyor. Bizim açımızdan diyorum tabi. Çünkü biz anayasanın ilk 4 maddesiyle ilgili kırmızıçizgimiz vardı zaten. Biz onu aynen koruyoruz o kırmızıçizgimizi. İlk 4 maddenin değiştirilecek hiçbir tarafı yok. Yani Türkiye Cumhuriyetinin başkenti Ankara’dır. Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik sosyal hukuk devletidir. Türkiye Cumhuriyetinin bayrağı ay yıldızlı al bayraktır. Şimdi bunların nesini değiştireceğiz yani.
Dolayısıyla bizim belli çizgilerimiz var. Laiklik konusunda duyarlılığımız var. Cumhuriyetin kurucu değerleri konusunda duyarlıklarımız var. Bu duyarlıklarımızı her ortamda ifade ediyoruz zaten. Eğer Türkiye bugün bu noktaya gelmişse kurucu değerlerinden uzaklaştığı için bu noktaya geldiğini de artık herkesin fark etmesi lazım. Özelliklede iktidar olanların fark etmesi lazım. Laik bir yapıdan uzaklaşmanın, camiye siyaseti sokmanın, yargıya siyaseti sokmanın, kışlaya siyaseti sokmanın topluma hangi bedelleri ödettiğini de hepimizin görmesi lazım.
Dolayısıyla artık bundan sonra hani derler ya aklını başına topla diye bir deyimimiz vardı. Artık siyasilerin bir ortak payda oluşturup kışlaya, camiye, adliyeye siyaseti sokmaması lazım. Siyaset ayrı bir şey. Her kurumun saygınlığını koruması lazım. Her kurumun kendi kültürünü oluşturmasına katkı vermesi lazım siyaset kurumunun. Eğer siyaset kurumu bir kurumun kültürüne doğrudan müdahale ediyorsa devlette liyakat sistemini bozuyor demektir. Diyelim ki, merkez bankası kendi kültürünün olması lazım. Maliye Bakanlığı, kendi kültürünün olması lazım. BDDK yeni kuruldu ama kendi özel kültürünü yaratması lazım. Devleti devlet yapan zaten kurumlardır kişiler değildir. Merkez Bankasıdır, Genelkurmaydır, Maliye Bakanlığıdır, BDDK’dır, Sermaye Piyasası Kuruludur, İstanbul Menkul Kıymetler Borsasıdır. Bu tüzel kişiliklerdir ve bu tüzel kişilikler kendi kurumlarını, kendi liyakatlarını oluştururlar. Merkez Bankası Başkanı kim olacak? Siyasetçi her istediği adamı ben Merkez Bankası Başkanı yaparım diyemez, dememelidir de zaten. Oraya o işi iyi bilen, yasal hakkı olan kişiyi getirmelidir. Biz bunu yaptığımız zaman zaten emin olun sorunların büyük bir kısmını çözmüş oluruz.
Seda ÖĞRETİR- Peki, iktidar muhalefet ilişkilerine dönersek iktidar hükümet 3 konuyu, 3 kanun teklifini itirazlarınız üzerine geri çekti. Biri rektörlerle ilgiliydi örneğin.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Torba kanundaki 3 maddeyi geri çekti.
Seda ÖĞRETİR- Eskiye kıyasla daha çok muhalefet olarak dikkate alındığınızı düşünüyor musunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Doğrusunu isterseniz bu konuda kaygılarım var. Bakın, samimi konuşmak gerekirse. Çünkü hani böyle evet dikkate alındı dersem kaygılardan arınmışım anlamı çıkar. Neden geri çektiler onu da söyleyeyim. Şimdi rektör atamaları; bir üniversite düşünün bunu söylediğim için belli yerlerde size söylemekten de sakınca görmüyorum. Bir üniversite düşünün, bir üniversitenin koca koca hocaları var. Profesörü, doçenti, yardımcı doçenti. Şimdi bu insanlar kendilerine rektör seçecekler. Seçsinler. Yani niye siyasetçi bunların içinden birisini hayır sen rektör olacaksın desin. Yani bu üniversitenin yönetsel özgürlüğüne, idare özgürlüğüne müdahale anlamını taşır. Tam tersine bırakın kurallarını koyarsınız dersiniz ki örneğin iki dönemden fazla başkan seçilemez, yani rektör seçilemez. Kural koyarsın üniversite kendi yöneticisini kendisi seçsin. Niye biz illa araya bir siyasetçi burnunu sokacak oraya. Bunu söylediğim için. Şimdi bir öneri getirdiler hiçbir yerde görüşülmeyen bir önerge komisyonlarda da görüşülmemiş rektörleri Sayın Cumhurbaşkanı atayacak veya görevden alacak. Neye göre, niçin, hangi gerekçeyle? İtiraz ettik. Biz bunu çıkarırız dediler. Grup olağanüstü hemen toplantı grup başkanvekilleri toplandı ve biz muhalefetimizi yapacağız dedik.
Şırnak ve Hakkari’yi il olmaktan çıkarıyoruz. Dedim ki bakın, Şırnak ve Hakkari’yi il olmaktan çıkarmak iki ili cezalandırmak anlamına gelir. Yüksekova’yla Cizre’yi il yapacağız güvenlik nedeniyle. Yüksekova ve Cizre il olabilir hiç itirazımız yok. Ama yani 81 yerine 83 ilimiz olur. Niye kaldırıyorsunuz iki ili? Osman Bölükbaşı Kırşehirliler seçti diye Kırşehir’i il olmaktan çıkardılar ilçe yaptılar bir dönem. Sonradan telafi edildi bu hata. Şimdi bu hata bilindiği halde aynı hatayı tekrar ederseniz bu doğru değildir. O nedenle buna da dedik çıkarın, bakın çıkarmazsanız biz muhalefetimizi sürdüreceğiz. Tabi yani kaş göz yaracak halimiz yok ama parlamentoda iç tüzüğün bize verdiği bütün hakları kullanabiliriz dedik.
Seda ÖĞRETİR- Birde belediye başkanlarına kayyum meselesine itirazınız oldu?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet birde belediye başkanları. Şimdi belediye başkanları seçimle geliyor. Yolsuzluk yapabilir, bir terör örgütüne destek verdiği iddiasında bulunulabilir ve bu gerekçeyle zaten görevden alma hakkı İçişleri Bakanının. Görevden alırsınız, belediye meclisi toplanır, yeni bir belediye başkanı seçer. Hiç itirazımız yok. Yani her şey hukuk içinde olmalı. Ama ben oraya kayyum tayin edeceğim. Kimi tayin edeceğiz. İşte bizim bir arkadaş var işte o arkadaşı ben tayin edeceğim.
Bakın, kayyum tayini darbe dönemlerine özgü bir uygulamadır. 12 Eylül’de darbe oldu, darbeden sonra belediye başkanlarının işlerine son verildi görevlerine oraya darbeciler sen belediye başkanısın deyip emekli bir askeri gelip oraya oturttular. Şimdi aynı şeyi darbeye karşı OHAL uygulaması çıkarmışız şimdi bunlar yapmak istiyorlar. Sizin darbecilerle ne farkınız var o zaman? Yani 12 Eylül’de, 12 Mart’ta darbecilerin yaptığının aynısını yapıyorsunuz siz. Hem demokrasi diyoruz, hem özgürlük diyoruz, hem efendim anayasa diyoruz, hem hukukun üstünlüğü diyoruz, hem milli irade diyoruz, milli iradenin seçtiği belediye başkanını alıyoruz olabilir haklı bir gerekçeyle alınıyorsa hiçbir itirazımız yok. Onun yerine belediye meclisi seçmesin onun yerine biz atama yapacağız. Bu doğru değil. İtiraz ettik. Onlarda kendi aralarında görüştüler, sonra bizim itirazlarımızı makul gördüler ve geri çektiler.
Bir şey daha var torba kanun uygulaması. Şimdi dünyanın hiçbir parlamentosunda böyle bir uygulama yoktur. Yani 50 kanunda değişiklik yapan tek kanun. Böyle bir şey olmaz. Bir şeyi daha yanlış anlıyorlar. Parlamentolar kanun yapma fabrikası değildir. Parlamentolar az ama öz yasa çıkarırlar. Bütün sorunlar bir yasayla çözülmez. Zaten çözemezsiniz de. Ama yasayı çıkarırsınız hukuk kendi içinde bunu tamamlar ve o dengeyi sağlar. İçtihat oluşturur. Dolayısıyla eğer bu içtihatlar diyelim ki Yargıtay genel kurulu bir karar veriyorsa bütün mahkemeler artık o karara uyarlar.
Dolayısıyla biz yargının içtihat oluşturmasına da engel oluyoruz. Bir sorun çıkıyor benim çoğunluğum var nasıl olsa mecliste. O zaman ben bir kanun çıkarıyım olsun. Bir kanun çıkarıyorlar doğru. Sonra bir bakıyorlar çıkardıkları kanun yanlış. Uygulamada başka şey çıktı. Onun yerine hadi onu telafi eden bir kanun daha çıkaralım. Şimdi bu parlamentonun iradesiyle alay etmektir. Halkın verdiği yetkinin kötüye kullanılması demektir. Siz oturursunuz bütün ayrıntılarıyla bir yasayı görüşürsünüz, yasayı çıkarırsınız, orada boşluklar varsa hukuk o boşlukları doldurur. Çünkü hiç kimseye verilmeyen yetki yargıca verilmiştir. Eğer kanunda açık bir düzenleme yoksa yargıç kendisini parlamentonun yerine koyar ve ona göre karar verir. Bu yasada var. Hakime bu yetki verilmiş. Dolayısıyla yargıç buradan yola çıkarak içtihat oluşturur. Benzer bir olay geldiğinde hakim bakar bu olayın çözümüyle ilgili başka bir mahkeme başka bir karar vermiş mi? Bakar, araştırır, o mahkemenin verdiği kararı veya Yargıtay’ın bu konudaki içtihadını alır ve dolayısıyla sizin yeni bir kanun çıkarmanıza gerek yok zaten olay çözülmüş oluyor. Biz parlamentoyu da bu hale dönüştürmek zorundayız. Şimdi Sayın Başbakan şöyle bir cümle kullandı. Siyaset kurumunu güçlendirmemiz lazım dedi. Son derece doğru.
Seda ÖĞRETİR- Son buluşmanızda mı söyledi Pazartesi günü mü?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet. Siyaseti güçlendirmemiz lazım. Doğru yani siyaset kurumunun güçlenmesi lazım yürekten inanıyorum. Ama şu iki örneği verdim. Siyaset kurumunu güçlendirelim. Peki siyaset kurumunun merkezi neresi? TBMM. Çünkü bütün partilerin temsil edildiği yer orası. Şimdi TBMM’de bir milletvekilinin soru önergesine 15 gün içinde cevap verilmezse, çünkü yasaya göre 15 gün içinde cevap verilmesi lazım. Bırakın 15 günü, bırakın 15 ayı hiç cevap verilmeyen var. 4 yıldır, 5 yıldır cevap verilmeyen bile var. Parlamentonun iradesi bürokrasi tarafından tanınmıyor anlamına geliyor. Yani yürütme organı diyor ki, ben yasama organını tanımıyorum senin soru önergene cevap vermiyorum. Bu konuda duyarlı olması gereken TBMM Başkanı. Hangi soru önergesine zamanında cevap gelmiyorsa ilgili bakanı uyaracak, ya bürokratını görevden al ya da bu soru önergesine cevap verilsin.
İki; şimdi parlamentoda bir komisyonumuz var. İstihbaratla ilgili bir komisyon. Normalde bu komisyona belli dönemlerde istihbaratla ilgili bürokratların gelip açıklama yapması lazım veya belli soruları cevaplandırması lazım. Komisyon kurulduğu tarihten bu yana hiçbir bürokrat gelip bilgi vermedi. Niçin? Çünkü bakan diyor ki boş ver niye gidiyorsun hiç gitme oraya diyor. Yürütme organı yasama organını otomatikman devre dışına itmiş oluyor ve siyaset kurumunu güçsüzleştiriyor. O zaman ne oluyor parlamento? Biz oturuyoruz yan yana karşılıklı kendimiz konuşuyoruz. Bu konuda bilgi vermesi gereken organ gelip bilgi vermiyor.
Seda ÖĞRETİR- Peki siyaset kurumunu güçlendirelim derken siz bu iki başlığı anlattınız. Başbakan neyi kast ediyordu o ne dedi?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Haklı buldu. Önergelerin bazılarının haksız olduğunu söyledi. Yani çok sayıda gereksiz önergenin de olduğunu söyledi. Olabilir tabi yani. Gereksiz önergede olabilir, doğru olmayan sorularda olabilir. Ama sonuçta biz eğer siyaset kurumunu güçlendirmek istiyorsak iç tüzüğün öngördüğü kurallar içinde ve süreler içinde bu soruların cevaplandırılması lazım. Buna özen gösterilmesi lazım. Hatta ben komisyona gelip cevap vermiyorlar dediğim zaman Sayın Başbakan ya olur mu öyle şey dedi gidip bilgi vermeleri lazım diye. Haklı, gidip bilgi vermeleri lazım. Ama şuana kadar kimse gelmedi. Umarım bizim bu uyarımız üzerine ilk toplanacak istihbarat komisyonuna gelir bilgi verirler. Arkadaşlarımız orada milletvekilleri her partiden var. Bilgi sahibi olmuş olurlar.
Seda ÖĞRETİR- Bu toplantıları da zaten bu amaç için yapmıyor musunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Elbette. Bakın, Merkez Bankası Başkanı belli aralıklarla gelir Plan Bütçe Komisyonu üyelerine bilgi verir. Bu siyaset kurumunu güçlendirmek demektir. Nedir? Çünkü Merkez Bankası Başkanı şunu yapar. Bir hata yaptığım zaman parlamentoda bana bunun sorusu sorulur ve dolayısıyla benim hata yapmamam gerekir. Hata yapmamaya özen gösterir. Siyaset kurumu böyle güçlenir. Hatta şu örneği verdim yani Amerika’da gerekirse FBI Başkanı, CIA Başkanı kongreye gider, kongre üyelerinin en acımasız sorularına muhatap olur. Amerika bunu yapıyorsa biz niye yapmıyoruz? Bizim ne eksiğimiz var? Bizimde arkadaşlarımız var, milletvekilleri var. Onlarda soruları sorarlar bürokratlarda bunun cevabını verir. Bunun olması lazım. Bürokratların cevap verdiği tek alan vardır o da KİT komisyonudur. Yani bir KİT’in genel müdürü gelir KİT Komisyonuna komisyon üyeleri soru sorarlar bütçesiyle ilgili, uygulamalarla ilgili, personelle ilgili. Onun hesabını verir ve orada oylanır ve sonuçta bütçesi kabul edilir. Ama başka alanlarda bu geleneği sürdürmemiz gerekiyor.
Seda ÖĞRETİR- Peki, MİT’in yapısıyla ilgilide bazı hazırlıkların olduğunu duyduk. Size bu konuda bilgi verildi mi? Nasıl bir çalışmadan söz ediliyor fikrinizi aldılar mı ya da sizin bir öneriniz oldu mu?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Sayın Başbakan istihbarat örgütüyle ilgili bir düzenleme yapacaklarını ifade etti ama izin verirseniz ayrıntılarına tabi girmek doğru değil bu aşamada. En azından doğru olmaz.
Seda ÖĞRETİR- Hukuk meselesini o zaman bu kadar konuşmuşken Barolar Birliği Başkanı Beştepe’ye gitti. Metin Feyzioğlu bir görüşme yaptılar Cumhurbaşkanıyla iki yıl sonra ve adli yıl açılışı da hatta Beştepe’de olacak. Her iki isimde bir konuşma yapacak. Bu gelişmeleri nasıl izlediniz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Doğru bulmuyorum. Bakın neden? Yargıtay Genel Sekreteri randevu aldı ve adli yıl açılışına davet için bir davetiye getirdi. Davetiyeyi aldık tabi dedik geliriz yani her yıl olduğu gibi. Bir otelde yapıyorlar adli yıl açılışını. Bir süre geçti gazetelerden okudum Cumhurbaşkanlığında yapılacak bu toplantı yani bu konferans. Açtım Yargıtay Genel Sekreterine sordum. Dedim böyle bir haber okuduk gerçek mi bu? Evet böyle bir talep oldu ve kabul edildi bu da. Davetiye başka bir adres gösteriyor. Şimdi yargının Cumhurbaşkanlığı külliyesinde toplanması adli yılın açılışının orada yapılması yargının bağımsızlığına ve tarafsızlığına gölge düşürür. Neden gölge düşürür? Çünkü yargı şunu çok iyi bilir. Bu ülkede Cumhurbaşkanı da olsa o kişi şu veya bu şekilde bir gün bizim önümüze adalet istemek için gelebilir. Dolayısıyla ben tarafsızlığımı korumak zorundayım. Amerika’da başkanın önünde yargıçların ayağa kalkmamasının nedeni budur. Başkan gelir herkes ayağa kalkar ama yargıçlar kalkmazlar. Yargıçlar alkışlamazlar. Çünkü yargıçlar tarafsızlıklarını korumak zorundadırlar.
Şimdi Sayın Cumhurbaşkanının bir konuşma yapacağı da söylendi. Bu da doğru değil. Adli yıl açılışında iki kişi konuşur. Bir savunma tarafı o da Baro Başkanıdır. İki; yargı tarafı o da Yargıtay Başkanıdır. Adli yıl açılır, biter. Biz gideriz oraya dinleriz sonra çıkarız o kadar. Bir kokteylleri olur, o kokteyle arzu edenler katılırlar ama ayrılırız. Biz siyasetçi olarak yargının bağımsızlığına ve tarafsızlığına gölge düşürecek bir eylem veya söylem geliştirirsek asıl o zaman yargıya en büyük darbeyi biz vurmuş oluruz.
Şimdi deniyor ki, bu konferans salonu sarayın içinde değil, sarayın dışında bir yerde. Şimdi orası camisiyle, konferans salonuyla, toplantı salonlarıyla, muhtarların kabul edildiği salonlarla, konukların kabul edildiği yerlerle büyük bir alan zaten. Başbakanlık olarak inşa edilmiş zaten orası.
Şimdi dolayısıyla orayı efendim burası Cumhurbaşkanlığı külliyesinin dışındadır diye bir gerekçe yaratılmaya çalışılıyor. Bu da doğru değil. Orada konferans vermek için veya o toplantıyı düzenlemek için nereden izin alacağız? Cumhurbaşkanlığından izin alacağız. Bitti o zaman demek ki oraya bağlı. Yani birbirimizi kandırarak veya aldatarak bir yerlere gitmemek gerekiyor. O nedenle söyledim…
Seda ÖĞRETİR- Kime söylediniz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Yargıtay Genel Sekreterine söyledim. Yani tekrar sarayla görüşün yani bu toplantının daha önce davetiyede yer aldığı gibi öngörülen otelde yapılsın evet bizlerde geliriz orada tarafları dinleriz ve ayrılırız.
Seda ÖĞRETİR- Tıpkı 7 Ağustos Yenikapı’dan sonraki izlediğimiz görüşmeler gibi, birliktelik fotoğrafı gibi aslında iki yıl sonrada Sayın Cumhurbaşkanıyla Sayın Barolar Birliği Başkanının birlikte fotoğraf vermesi aslında bir kutuplaşmanın, bir gerginliğin sona ermesi anlamına da geliyordu. Ama böyle değerlendirmenin ötesinde simgesel bazı anlamları yüzünden anladığım kadarıyla mekânsal itirazlarınız var bu konuda.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi devlet dediğiniz kurum aslında simgesel olaylara ya da davranışlara büyük önem verir. Hatırlar mısınız bizim bir büyükelçimiz İsrail’de düşük kürsüye oturtuldu, alçak koltuğa oturtuldu ve bir kriz çıktı. Koltuk koltuktur ama eşit olmadığı takdirde sorun var demektir. Şimdi devlet dediğiniz kurum bu tür ayrıntılara önem veren kurumdur. Devletin bir saygınlığı vardır.
Dolayısıyla bu saygınlığı siyasetçi olarak bizim korumamız lazım. Nasıl koruyacağız? Yargı bağımsız mı? Bağımsız. Tarafsız mı? Tarafsız. Beni yargılar mı? Yargılar. Cumhurbaşkanını yargılar mı? Evet yargılar. Başbakanı yargılar. Sokaktaki vatandaş? Onu da yargılar. Yani hepimiz sonuçta bir şekliyle adalet istiyorsak oraya gideceğiz başka seçeneğimiz yok. O zaman oranın tarafsızlığına ve bağımsızlığına benim gösterdiğim önemin çok daha fazlasını bu ülkenin Cumhurbaşkanı, bu ülkenin Başbakanı, bu ülkenin diğer muhalefet partileri, bu ülkenin sivil toplum örgütleri, meslek kuruluşları hepsinin göstermesi lazım. Yoksa hep beraber bir kurumu yok etmiş oluruz, kurumu linç etmiş oluruz. Kurumun tarafsızlığına ve bağımsızlığına gölge düşürmüş oluruz. Bu da Türkiye’nin demokrasisine darbe vurmak demektir. Üç erk üzerine kurulu, üç temel ayak üzerine kurulu yasama, yargı, yürütme. Hepsinin saygınlığı var. Hepsi birbirini denetlemekle yükümlü dikkat ediniz. Denetlemekle yükümlü. Parlamentonun aldığı bir karar anayasaya uygun mudur, değil midir Anayasa Mahkemesi denetliyor. Yürütme organının aldığı bir kararı mahkemeler denetliyor, Danıştay denetliyor. Yani bu şekliyle tabloya baktığınızda denge, fren dediğimiz mekanizmanın devletin saygınlığı açısından ve sürekliliği açısından önemli olduğunu kimsenin unutmaması gerekiyor.
Seda ÖĞRETİR- Hükümetle, Başbakanla, Cumhurbaşkanıyla zaman zaman diğer muhalefet partisi MHP’yle beraber bu görüşmelerin ve bu verilen tablonun sürekliliği konusundaki kararınız nedir?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bizim açımızdan bir sorun yok. Biz kendi düşüncelerimizi CHP olarak şöyle yapıyoruz bir davet geldiği zaman. Önce kendi MYK’mızı topluyoruz, Sayın Başbakan davet etti, Sayın Başbakana giderken onun olası sorularını, bizim hangi sorunları dile getireceğimizi biz oturup konuşuyoruz, onların notlarını çıkarıyoruz ve öyle gidiyorum toplantıya. Yani hazırlıklı gidiyoruz. Neyi konuşacağımızı, kaygılarımız, kuşkularımız varsa bunları ve bunların nelerden kaynaklandığını da gayet açık bir şekilde ifade ediyoruz. Çünkü eğer ben açık bir şekilde bunları gündeme getirmezsem ve söylemezsem o zaman görevimizi yapmamış oluruz.
Seda ÖĞRETİR- Şimdi siz sık sık evvelden bilgilendirilmeme konusunda da serzenişte bulunurdunuz, şikayet ederdiniz. Bu toplantılar o işe yarıyor mu? Yeterince dış politika konusunda ya da içerideki operasyonlar konusunda herhangi daha çok bilgi aldığınız, bilgilendirildiğinizi veya fikirlerinizin alındığını düşünüyor musunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bizim devletimizin bir geleneği vardı. O gelenekte şuydu; Dışişleri Bakanlığı Müsteşarları belli aralıklarla gelir Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanına bilgi verirlerdi. Bunların bir kısmı denir ki, bunlar sadece sizin bilmeniz gereken noktalardır denir ve onlar orada kalır. Aynı şekilde istihbarat örgütünün başındaki kişide belli aralıklarla gelir bilgi verirdi. Fakat bunlar sonra kesildi. Yani ben devleti yönetiyorum. Ne demek yani gidip ayrıca bilgi vermenin hiçbir mantığı yoktur gibi bir düşünce egemen oldu ve bu yanlıştı. Ben bu yanlışlığı dile de getirdim.
Şimdi bu telafi edilmeye çalışılıyor. Bilgiler örneğin İsrail konusunda Sayın Dışişleri Bakanı geldi…
Seda ÖĞRETİR- Anlaşma öncesinde.
Kemal KILIÇDAROĞLU- AKP Grup Başkanvekiliyle birlikte. Bizde düşüncelerimizi ifade ettik. Sayın Başbakan Suriye konusunda, dış politika konusunda bilgi verdi. Bizde kendi düşüncelerimizi ifade ettik, söyledik düşüncelerimizi. Ayrıca onun dışında bizim bazı düşüncelerimiz ve bazı önerilerimiz vardı. Onları da dile getirdik. Bu diyalog nedir? Bu diyaloğun Türkiye’ye yararı var. En azından Sayın Başbakan bizim hangi konuda neyi düşündüğümüzü çok daha rahat bizden öğrenmiş oluyor. Yani gazeteden veya bir demeçten öğrenme yerine bizden öğreniyor. Bizde doğrudan doğruya Sayın Başbakanın düşüncesini öğrenmiş oluyoruz. Sadece o değil örneğin Sayın Bahçeli’nin ne düşündüğünü de öğrenmiş oluyoruz. Sayın Bahçeli’de benim neyi düşündüğümü öğrenmiş oluyor.
Seda ÖĞRETİR- Önceden bizim aracılığımızla daha çok öğreniyordunuz bize verdikleri demeçlerden. Şimdi daha doğrudan temas halindesiniz.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Doğrudan. Çünkü şöyle bir şey, ortak aklı devlet yönetiminde egemen kılmanın artıları vardır. Nedir o artılar? Parlamento daha büyük bir uyum içinde çalışır. İki toplumsal gerginlik gerilme olmaz. Üç; siz şikayetlerinizi doğrudan Sayın Başbakana iletmiş olursunuz. Örneğin istihbarat zafiyeti, evet istihbarat zafiyeti var. İstihbarat zafiyetinin olduğu bir ülkenin bu coğrafyada, ki en kritik coğrafyadır jeopolitik açıdan bakıldığında da. Kaldırılamayacağını ve Türkiye’ye faturaları olduğunu herkesin bilmesi lazım. Özelliklede Sayın Başbakanın bilmesi lazım ve bunun biran önce önüne geçilmesi lazım, önleminin alınması lazım. Türkiye güçlü bir ülkedir. İnsan kalitesi olarak da, birikim olarak da Türkiye bütün bu sorunları aşabilecek güce ve kapasiteye sahiptir. Bütün mesele o işin başına getireceğiniz kişi o işi en iyi bilen kişi olmak zorundadır. Onu bizim partili diye getirirseniz olmaz ya da bizim cemaatten diye getirirseniz olmaz. O, o işi en iyi bilen kişi olmak zorundadır. Çünkü o kişi doğrudan doğruya hükümetin memuru değildir bakın devletin memurudur. Burada da bir ayrım var. Şimdi hükümet her atadığı kişiyi kendi memuru olarak görüyor. Adı üstünde devlet memurları kanunu. Devletin memurudur. Çünkü siyasiler gelir giderler ama o bürokrat orada kalır. Yani devletin bürokrasisidir orada kalır. Devletin hafızası hükümette yoktur. Siyasi partilerde de yoktur. Devletin hafızası bürokrasidedir. Yani devletin kendisindedir. Devlet arşivleri diyoruz. Bakın, A partisinin, B partisinin arşivi demiyoruz. Devlet arşivi diyoruz. Orada devletin her türlü bilgisi, belgesi korunur, korunmak zorundadır. Çünkü biz tarihe ve gelecek kuşaklara ülkenin nasıl yönetildiğini, hangi kararların alındığını bir şekliyle aktarmak zorundayız. Devleti devlet yapanda zaten bu anlayıştır. Buradan yola çıkarak sorunları çözeriz.
O açıdan birliktelik, bir araya gelme, sorunları aşma. Bakın şunu da rahatlıkla söylüyorum. Terör artık bir siyasi partinin tek başına çözebileceği bir sorun olmaktan çıkmıştır. Terör bütün siyasi partilerin ortak tavır, ortak davranış, ortak anlayış geliştirerek çözebilecekleri bir sorundur. Geçmişte hükümet bu tuzağa düştü ben çözerim dedi. Asla çözemez. Gidildi işte açılım süreci dendi. Dedik ki, bakın bu süreç yanlıştır yanlış yapıyorsunuz. Hayır. Kredi açıyoruz. Kredinize ihtiyacımız yok. Biz bunu çözeceğiz. Devlet meşru bir organdır, devleti gayrimeşru bir organla muhatap etmeyiniz dedik. Siz bilmezsiniz dediler. Bugün geldiğimiz sonuç o yanlış politikanın sonucudur. Çıkan fatura o yanlış faturanın sonucudur. IŞİD’de aynı şekilde oldu. IŞİD diye bir bela yoktu başımızda. Ama izlediğiniz yanlış politikanın Türkiye’ye faturası çok ağır oldu. Devam eder mi? İnşallah etmez.
Seda ÖĞRETİR- Tehlike geçti mi diye sıkça soruyoruz biz. Tehlike geçmedi yanıtını çoğunlukla alıyoruz. O toplantılardan edindiğiniz izlenim ne sizin?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bu coğrafyada her türlü tehlikeye hazır olmak durumundadır ülkeyi yönetenler. Çünkü Türkiye’yi öyle bir belayla yüz yüze getirdiniz ki Ortadoğu. Bütün sorunların kaynağıdır Ortadoğu. Bakınız, Ortadoğu’da şöyle bir yanlıştan yola çıkıldı. Dost ülkelerimiz var bizim dendi. O ülkelerle dostuz, dolayısıyla biz ihvan kardeşliği ekseninde bütün Ortadoğu’nun abiliğini yapacağız diye bir anlayışla çıkıldı ortaya. Bu Ortadoğu’yu bilmemek ve tanımamak anlamına geliyor. Kendi tarihini Ortadoğu tarihini bilmemek anlamına geliyor. Ortadoğu’ya bodoslama girildi şimdi çıkmak istiyoruz Ortadoğu’dan ama ağır faturalar ödeyerek çıkıyoruz. Biz bunun yanlışlığını söyledik. Kendi tarihinizi bilin dedik. Tarih yani hiçbir kitap okumasalar bile 50 sefer söyledim Falih Rıfkı Atay’ın Zeytindağı kitabını okusunlar. İncecik bir kitap. Yani bu kitap emin olun ciltlerle ansiklopedinin vereceği dersten çok daha fazlasını veriyor. Ama eğer bir ülkenin Dışişleri Bakanı, bir ülkenin Başbakanı o kitabı okumamışsa Ortadoğu gerçeğini bilemez. O gerçeği bilmeleri lazım.
Mustafa Kemal Atatürk neden Ortadoğu’nun işlerine hiç girmemiştir, başka bir ülkenin içine girmemiştir. Neden yurtta sulh, cihanda sulh demiştir. Şimdi düşünün Mustafa Kemal Atatürk aslında bir Osmanlı paşası. Yemen’de çarpıştı mı? Evet. Filistin’de? Evet. Libya’da? Evet. Yani bütün Ortadoğu coğrafyasını biliyor. Ama aldı Ortadoğu coğrafyasına sınırını koydu, bütün ülkelerle barış içinde yaşayacağız dedi. Hiçbir ülkenin içişlerine karışmayacağız dedi ve biz yurtta barışı ve dünyada barışı savunuyoruz dedi. Neden? Savaşın ne olduğunu, savaşın bir topluma hangi faturalar getireceğini kendi hayatıyla biliyordu zaten.
Şimdi biz bundan ders almadık. Böyle bir açmazdayız. Umarım çıkarız.
Seda ÖĞRETİR- Peki umarım diye bende noktalamak isterim. Teşekkürler sorularımızı yanıtladığınız için.

Gündem'den Öne Çıkan Haberler