30.03.2017

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, İSTANBUL 3. BÖLGE İŞ DÜNYASI VE STK BULUŞMASINDA KONUŞTU

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, İSTANBUL 3. BÖLGE İŞ DÜNYASI VE STK BULUŞMASINDA KONUŞTU

 CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “2010 referandumu yapıldı, ne diyorlardı “Mezardan bile kalkın gidin buna “Evet” oyu kullanın. Türkiye uçacak, Türkiye büyüyecek, zincirlerden prangalardan kurtulacağız” diyorlardı. Ne oldu? O zaman ben yine gittim, yine meydan meydan gezdim, “yapmayın etmeyin” dedim, “bu referandum sonucunda yargı bağımsızlığı kalmaz, siz devleti birilerin teslim edersiniz” dedim. “Evet” oyu çıktı, fatura yine millete çıktı. Devleti kime teslim ettiler? Bir kişiye. Yargıyı? 160 militanı Yargıtay’a tayin ettiler. Yargı çöktü, devlet de çöktü, arkadan darbe de oldu. Müsebbibi ne? O 2010 anayasa referandumudur, hiç kimse unutmasın müsebbibi odur, asıl sorumlusu odur.” dedi.

Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun İstanbul Beylikdüzü’nde 3. Bölge İş Dünyası ve STK’lar Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:


Efendim hepinize afiyet olsun. Bir “Evet”, “Hayır” konuşmasından öte bir Türkiye nasıl güçlü olur, güçlü Türkiye’den ne anlıyoruz bunu anlatmaya çalışacağım. Nedeni de şu; iş dünyasıyla beraberiz. İş dünyasının saygıdeğer insanları burada, çalışan, üreten, istihdam yaratan, ihracat yapan, Türkiye’nin kalkınmasına, büyümesine, saygınlığına değer katan değerli iş insanlarımız burada. Geldiğimiz nokta yeterli mi? Hayır. Daha güçlü olabilir miyiz? Evet, Türkiye daha güçlü olabilir. Daha saygın bir ülke olabilir miyiz? Evet, Türkiye daha saygın bir ülke olabilir. Nasıl? Bunu anlatmaya çalışacağım size.

BİR KİŞİNİN KARARINA BÜTÜN TÜRKİYE TESLİM EDİLDİĞİ TAKDİRDE DEMOKRASİ BÜYÜMEZ, GELİŞMEZ

Bunun 4 önemli aşaması vardır, 4 önemli ayağı vardır. Güçlü Türkiye’nin 4 önemli ayağı vardır. Birinci ayağı tam demokrasidir, hukukun üstünlüğüdür. Eğer bir ülkede hukukun üstünlüğü varsa yani herkesin can ve mal güvenliği varsa, yani medya özgürlüğü varsa, yani yargının bağımsızlığı varsa o ülkede demokrasi vardır. Yani herkesin düşüncesini özgürce açıklama ortamı varsa o ülkede demokrasi var demektir. Demokrasisi gelişmemiş hiçbir ülke dünyada itibar sahibi değildir. Demokrasisi gelişmemiş hiçbir ülke dünyada büyümemiştir ve kalkınmamıştır. Demek ki, eğer biz güçlü Türkiye olmak istiyorsak, itibarı olan bir Türkiye olmak istiyorsak önce demokrasimizi geliştireceğiz ki, bir arada oturup ortak aklı egemen kılabilelim. Bunu yapamadığımız takdirde bir kişinin kararına bütün Türkiye teslim edildiği takdirde demokrasi büyümez, demokrasi gelişmez, demokrasi derinleşmez ve kökleşmez.

İkinci önemli ayağı; üreten Türkiye’dir. Eğer üretirseniz güçlü olursunuz. Tüketen değil, üreten güçlüdür. Peki 21.yüzyılda neyi üreteceğiz? 21.yüzyılda dünyada söz sahibi olmak için katma değeri yüksek ürün üreteceğiz. Az önce bir sanayici arkadaşım geldi dedi ki, %100 Türk malı yerli motoru yapıyoruz dedi. Kendisini yürekten kutlarım yürekten. İşte büyüme budur, işte kalkınma budur. Üretiyorsan evet büyürsün. Üreteceğiz. Üretirsek saygınlığımız artar. Peki neyi üreteceğiz? Katma değeri yüksek ürün üreteceğiz. İsterseniz 10 tır makine halısı gönderin adam size bir çanta içinde 50 tane, 60 tane, 100 tane cep telefonu getirecek daha fazla para kazanacak. O zaman 21.yüzyılda itibari olan bir Türkiye nedir? Katma değeri yüksek ürün üreten Türkiye’dir. Peki soru şu; katma değeri yüksek ürünü nasıl üreteceğiz? Eğer bir ülkenin üniversiteleri bilgi üretmiyorsa katma değeri yüksek ürün üretemezsiniz. Üniversitelerin bilgi üretmesi lazım. Eğer siz bir bildiriye imza attı diye yüzlerce, bini aşkın öğretim üyesini kapının önüne koyarsanız, profesörü kapının önüne koyarsanız Türkiye’nin üniversiteleri bilgi üretemez. Bilgi üretmenin yolu akılcı düşünmekten geçer. Bilgi üretmenin yolu tartışmaktan geçer. Bilgi üretmenin yolu düşünceye sınır getirmemekten geçer. Herkes benim gibi düşünecek. Nasıl bilgi üreteceğiz? Herkes benim gibi dünyaya bakacak. Nasıl kalkınacağız? Herkes benim ürettiğimi üretecek. Nasıl satacağız?

Dolayısıyla üniversitelerin bilgi üretmesi lazım. Özgür ortamlarda üniversiteler bilgi üretir. Her türlü düşüncenin özgürce tartışıldığı ortamda üniversiteler bilgi üretir. Üniversite bilgi üretir, sanayici o bilgiyi alır elle tutulan metaya dönüştürür, ürüne dönüştürür. Demek ki, ikinci temel ayak üreten Türkiye’dir.

Üçüncü temel ayağı nedir? Türkiye’nin saygınlık kazanması için güçlü bir sosyal devlettir. Yani herkesin iş sahibi olduğu, herkesin aş sahibi olduğu, herkesin belli bir gelir standardını yakaladığı Türkiye’dir. Kişi başına gelirin yüksek olduğu, işsizliğin olmadığı, yoksulluğun olmadığı güçlü bir sosyal devletin olduğu Türkiye’dir. Herkesin hak sahibi olduğu bir Türkiye’dir güçlü bir sosyal devlet.

Dördüncü ayağı nedir? Sürdürülebilirlik. Bunları yaparsınız ama bir süre sonra sürdüremeyebilirsiniz. Birisi gelir tıkar, üniversite özerkliğini kaldırır. Birisi gelir tıkar, demokrasiyi kısıtlar. Birisi gelir tıkar sizin malvarlıklarınıza el koyar. O zaman bu işin sürdürülebilirliği olmaz. Dördüncü temel ayakta sürdürülebilirliği sağlamaktır.

Dönüp hep birlikte Amerika’ya bakalım. Dünyadaki bütün bilim insanlarını Amerika hep davet eder, benim ülkeme gelin der. Hangi görüşten olursanız olun, hangi inançtan olursanız olun gelin benim ülkeme, bütün kapıları açıyorum bilgi üretin bana der. Boşuna mı uzaya gidiyorlar? Bunun için. Sürdürülebilirliği sağlamak, Amerika’nın gücünü ve egemenliğini bütün dünyaya hissettirmek için. Bizim insan kapasitemiz var mı? Var. Coğrafyamız mükemmel mi? Mükemmel bir coğrafyamız var. 3 saat içinde dünya nüfusunun neredeyse yarısına ulaşıyorsunuz. Bu kadar güzel bir coğrafyamız var. Peki, neden büyüyemiyoruz arzu ettiğimiz kadar, neden güçlü olamıyoruz arzu ettiğimiz kadar? Güçlü Türkiye ne kadar güzel bir laf, aksini kim savunabilir? Eğer 4 aşamalı bir stratejiyi hayata geçirmezseniz Türkiye güçlü Türkiye olmayabilir. Bunun üzerinde hepimizin düşünmesi lazım.

NEDEN EVET DİYECEĞİMİZE BİR TÜRLÜ İNANDIRAMIYORLAR

Bunları niçin anlattım? Şunun için anlattım, afişlerde görüyoruz, billboardlarda görüyoruz yeni anayasa değişikliği daha güçlü bir Türkiye’nin doğmasına yol açacak diyor, daha güçlü bir Türkiye olacaktır diyor. Ama bizi inandıramıyorlar bir türlü. Neden evet diyeceğimize bir türlü inandıramıyorlar. Eğer bir ülkenin hapishaneleri doluysa ve yer yoksa, 10 kişilik koğuşta 50 – 60 kişi kalıyorsa hangi demokrasiden, hangi insan haklarından söz edeceksiniz? Eğer bir ülkede medya özgürlüğü yoksa o ülkede 150’nin üstünde gazeteci hapisteyse hangi özgürlükten söz edeceksiniz?

Sayın Binali Yıldırım’a söyledim demokrasiden söz ediyorsunuz, kimseyi inandıramıyorsunuz. Dünyada söylüyorsunuz, Avrupa’ya gidip söylüyorsunuz kimseyi inandıramıyorsunuz neden mi? 150’nin üstünde bir gazeteci arkadaş hapisteyse siz dünyayı inandıramazsınız, mümkün değil. Bu kadar gazetecinin hapiste olduğu dünyada başka bir örnek yok. Bugün için böyle bir örnek yoktur.

BU ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ TÜRKİYE’YE PARTİ DEVLETİNİ GETİRMEK İSTİYOR

Şimdi önümüze anayasa değişikliği getirdiler. Önce şu soruyu kendimize soracağız. Bu anayasa değişikliği Türkiye’nin hangi sorununu çözüyor, hangi sorununa neşter vuruyor? Sanayicinin sorununu çözüyor mu? Hayır. Sanayicinin mal güvenliğini sağlıyor mu? Hayır. Kimse korkudan konuşmak istemiyor. Hadi sanayiciyi anladık, iş dünyasını anladık bu ülkenin hukuk fakülteleri bile konuşamıyor korkudan, üniversiteleri korkudan konuşamıyor. O zaman bu referandum neyi getiriyor, bu anayasa değişikliği neyi getiriyor? Böyle bir tablo içinde Türkiye büyüyebilir mi, Türkiye gelişebilir mi? Ben size işin özetini sayıyım. Bu anayasa değişikliği Türkiye’ye parti devletini getirmek istiyor. Ne demek parti devleti? Eski Rusya’yı düşünün, eski Romanya’yı düşünün, eski Bulgaristan’ı düşünün ne vardı? Komünist yönetimler vardı. Cumhurbaşkanı komünist partisinin üyesiydi, bakanlar komünist partisinin üyesi, herkes, valisi, kaymakamı herkes partinin üyesi. O rejim yürüdü mü? Yürümedi. Değişim yaşandı mı? Değişim yaşandı. Neye doğru? Bütün o rejimler demokrasiye doğru evrildi, insan haklarına doğru evrildi. Bu referandumla ne yapmak istiyorlar? Geçerse o rejimlerin bir benzerini Türkiye’ye getirmek istiyorlar. Cumhurbaşkanı aynı zamanda partisinin Genel Başkanı. Başkan Yardımcıları kendi partisinden, bakanlar kendi partisinden, vali kendi partisinden, kaymakamlar kendi partisinden. Herkes kendi partisinden olacak. Rektörler kendi partisinden. Bir parti devleti. Parti devletleri bir ülkeye saygınlık kazandırmaz. Parti devletleri asla büyümemiştir. Asla dünyada saygınlık kazanmamıştır. Bu modeli getirmek istiyorlar.

KAYMAKAMLAR MUHTARLARI TEHDİT EDİYOR

Biliyorum şimdi buna da takılacaklar, buna da söyleyecekler Kılıçdaroğlu doğruları söylemiyor diye. Buradan açık ve net söylüyorum getirdikleri modelde Sayın Cumhurbaşkanı aynı zamanda partisinin Genel Başkanı olacak mı, olmayacak mı? Olacak. Yazıyor mu? Yazıyor. Bakanlar kendi partisinin bakanları olacak mı? Olacak. Başkan Yardımcıları kendi partisinin başkanları olacak mı? Olacak. Son 2,5 yıldır fiili Başkanlık düzenini yaşıyoruz. Valiler, kaymakamlar kim için çalışıyor? Kaymakamlar tehdit ediyor muhtarları bakın ha diyor köyünüzün nüfusunu biliyorum, sayısını da biliyorum, sorununu da biliyorum evet çıkmazsa düşünün siz. Ne demek bu? Devletin valisi, devletin kaymakamı değil partinin valisi, partinin kaymakamı. Savcı da öyle partinin savcısı cumhuriyetin savcısı değil. Diyorsanız ki, saygıdeğer iş dünyasının temsilcileri, diyorsanız ki bu model çok doğru bir modeldir. O zaman gidip her birlikte “Evet” oyu vereceksiniz. Bu model yanlıştır, bu model Türkiye’yi geriye götürür, saygınlığına gölge düşürür diyorsanız hiçbir tereddüt etmeden gideceksiniz “Hayır” oyunun altına mührünüzü basacaksınız, kuralı budur bunun. Bu ülke sadece benim ülkem değil hepimizin ülkesi. Hepimiz demokrasi içinde yaşamak istiyoruz, birlikte yaşamak istiyoruz. Görüşlerimiz farklı olabilir, kimliklerimiz farklı olabilir, inançlarımız farklı olabilir ama aynı bayrağın altında birlikte yaşamak istiyoruz.

KİMSENİN TAHAKKÜMÜNÜ, VESAYETİNİ KABUL ETMEYECEĞİZ

Benim az önce söylediğim 4 hedefi ilk belirleyen kimdir diye bir soruyu kendinize sorun. O hedefleri belirleyen Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür. Diyeceksiniz ki, nereden çıktı bu? Evet o hedefleri belirleyen Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür. Ne demiş? “Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir” diyor. “Ben mandayı kabul etmiyorum. Kendi ülkemde, bayrağımın altında özgürce yaşamak istiyorum.” Bu, bu milletinde karakteridir, öyle olmak zorundadır. Birlikte özgürce yaşayacağız, bağımsız bir ülkede yaşayacağız. Kimsenin tahakkümünü, vesayetini kabul etmeyeceğiz, Mustafa Kemal’in sözüdür bu.

Başka, şunu söylemiştir Mustafa Kemal. Üretime değer vermiştir. Ne zaman söylemiş? Kurtuluş Savaşını verir Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bir bakar ki, ülkede toplu iğne bile üretilmiyor, toplu iğne üretecek fabrika yok. Bir metre milli demiryolu yok, parayı basacak banka yok. Fakr-u zaruret içinde ülke. Okuma yazma oranı kadınlarda binde 8, erkeklerde yüzde 6. Bazı araştırmalara göre yüzde 7, bazılarına göre yüzde 8. Böyle bir miras devraldı cumhuriyet. Ve dedi ki, “Savaş meydanlarında kazanılan zaferler ekonomik zaferlerle taçlandırılmadıkça Türkiye bağımsızlığını koruyamaz”. Savaş meydanlarından geliyordu. Hiçbirisi ekonomi tahsili görmediler, enflasyon nedir, deflasyon nedir, kur nedir, parite nedir bunların hiçbirisini bilmiyorlardı. Ama bir gerçeği biliyorlardı ekonomik olarak güçlü olmazsanız bir gün birisi gelir size tahakküm eder. Neden? Osmanlıyı çökerten oydu. 1930’da kendi Merkez Bankamızı ancak kurabildik. Kendi paramızı basacak kendi bankamız oldu üretime bu kadar önem verdiler. Eğittiler toplumu. Okul kampanyası açtılar, millet mektepleri kurdular ve üretim. Sümerbank’tı, Etibank’tı bütün bunları yaydılar, bankaları kurdular ve üretimi güçlendirdiler. Bugün motor yaptığımız için seviniyoruz, 1925 yılında Kayseri’de uçak fabrikasının temelini attılar. O fakir Türkiye Kayseri’de uçak fabrikasının temelini attı. 9 yıl sonra Kayseri’den kalkan ilk milli uçağımız Ankara’ya indi. 1940’lı yıllarda Türkiye uçak ihraç eden ülkeydi. Kendi denizaltısını yapıyordu. Onun için üretime önem veriyorlardı.

80 MİLYONLUK TÜRKİYE BİR KİŞİNİN EMRİNE VERİLİYOR

Biz de onun için üretim diyoruz, saygınlık üretimden geçer, saygınlık demokrasiden geçer, saygınlık o ülkede işin, aşın dert olmadığı bir süreçten geçer. Anayasa değişikliğiyle bunlar gözardı ediliyor. 80 milyonluk Türkiye bir kişinin emrine veriliyor. 550 kişilik parlamento TBMM saraya bağlanmış oluyor. Yani milli irade bir kişiye teslim ediliyor. Böyle bir şey olabilir mi? Bunun akılcı bir yolunu bana öğretsinler, çıkıp anlatsınlar ben de anlayayım. Sorun bir parti sorunu değil, bir partiyi seçmiyoruz, bir kişiyi de seçmiyoruz. Sorun bu ülkenin geleceği, ülkenin geleceğinden kim sorumlu? Sadece ben mi sorumluyum? Tek tek hepiniz sorumlusunuz ve sizin yanınızda çalışan bütün işçiler, onlar da sorumlular. Tek başına sizin “Hayır” demenizin değeri var, ama genelde bir ağırlığı yok. Ama siz fabrikalarınızda, iş yerlerinizde bir aile havası içerisinde, bir yurtseverlik havası içinde bir bütün olarak “Hayır” derseniz onun ağırlığı vardır, onun güzelliği vardır. Onun Türkiye’ye gerçek anlamda hayrı vardır. O nedenle görev sadece benim görevim değil, hepimizin ortak görevidir. Hepimiz ortak çalışacağız, hepimiz birlikte çalışacağız. Ne için? Güçlü, itibarlı, muteber bir Türkiye için, saygınlığı olan bir Türkiye için. Bunu yaptığımız zaman bu ülkeye karşı, topluma karşı, çocuklarımıza karşı ve torunlarımıza karşı görevimizi yapmış olacağız.

TÜRKİYE’Yİ BU SÜRECİN İÇİNDEN HAYIRLI BİR ŞEKİLDE ÇIKARABİLİRİZ

İşimizin çok kolay olmadığını ben de biliyorum ama hiç zor değil. Fedakarlıksa fedakarlık dönemidir, konuşmaksa konuşmak dönemidir, karar vermekse karar verme dönemidir ve zamanıdır. Böyle yapmamız lazım, konuşmamın başında söyledim bu anayasa değişikliği Türkiye’nin hangi sorununu çözüyor? Türkiye’nin dünya kadar sorunu var. Sizi en çok rahatsız eden ne? Dış politika değil mi? Biliyorum. İhracatçı arkadaşlarımız var. Hollanda’yla kavga ettik, Almanya’yla kavga ettik, Avrupa’yla kavga ettik, Mısır’la kavga ettik, Suriye, Libya, Irak, İran kavga etmediğimiz kimse kalmadı. Alanya’da esnaf turist duasına çıkıyor, yağmur duasına çıkar gibi inşallah turistler gelir diye. Şu soruyu kendisine sormuyor, bu turist düne kadar geliyordu niye şimdi gelmiyor, sorumlusu kim bunun, sorumlusu kim? Hollanda kavgasından sonra Karadenizli iş adamları geldi, büyük bir telaş içindeler ve endişe içindeler. Hayrola dedim? Fındığımızı kime satacağız dediler? Doğru. Amerika’ya fındık göndermiyoruz, Hindistan’a, Pakistan’a, Çin’e göndermiyoruz. Nereye gönderiyoruz? Avrupa’ya. Buyurun kavga edin bakalım ne olacak? Mısır’a Ro-Ro seferleri iptal edildi. Niçin? Mısır’la ne alıp veremediğimiz var bizim? Bütün bunların düşünülmesi lazım, Suriye’yle kavga ettik, gittik Suriye’nin iç işlerine karıştık.

Aslında barışın ne kadar önemli olduğunu ve ne kadar değerli olduğunu da Gazi Mustafa Kemal Atatürk söylüyor. Çünkü savaş meydanlarından gelmiş, Filistin’de, Yemen’de, Anadolu’da, Dumlupınar’da, Anafartalar’da bütün hayatı savaşın içinde geçmiş. Bütün hayatı savaşın içinde geçen bir kişi, savaş sonrası diyor ki, “mecbur kalınmadıkça, zorunlu olmadıkça savaş bir cinayettir” diyor ve onun için diyor, “yurtta da barış olmalı, dünyada da barış olmalı.” Barış olacak ki, ilişkiler düzelecek ki, bizim iş adamlarının ürettiği ürünleri dünyaya satalım. En büyük engel şu anda dış politika, yanlış yapıyorsunuz dedik, dış politikanın milli olması lazım dedik, bir kişi Türkiye Cumhuriyetinin dış politikasını belirleyemez dedik. Ama şimdi geldiğimiz tablo anayasa değişikliğiyle Türkiye’yi tamamen bir kişiye teslim edeceğiz, meclisi de onun emrine vereceğiz, ondan sonra biz hiç düşünmeyeceğiz. Çünkü bizde akıl yok diyecekler, niye akıl yok bizde? En değerli şeydir insan beyni. 21.yy’da şu söylenir, dünyanın en stratejik ürünü insan beynidir. Allah’ın bize verdiği en değerli hazinedir. Bu referandumla deniyor ki, siz hiç aklınızı kullanmayın gerek yok düşünmenize de, bir kişi düşünecek, her türlü kararı alacak sizlerde ona uyacaksınız. Bana çıkıp desinler ki, şu ülke böyle yaptı da onlar büyüdü, onlar kalkındı. Böyle bir örnek yok. Referandumun önemini birlikte kavramalıyız. “Evet” in de “Hayır” ın da önemini birlikte kavramalıyız ve birlikte karar vermeliyiz. Oturacaksınız arkadaşlarınızla konuşacaksınız, tartışacaksınız. “Evet” diyeni de suçlamadan “Hayır” diyeni de suçlamadan, doğrunun ne olduğunu dikkatli bir dille anlatarak biz Türkiye’yi bu sürecin içinden huzur içinde, hayırlı bir şekilde çıkarabiliriz, ben buna yürekten inanıyorum.

“EVET” DEMENİN VEBALİ AĞIRDIR, ÇOCUKLARINA, TORUNLARINA HİÇ KİMSE HESABINI VEREMEZ

Bize dediler ki, neden Anayasa Mahkemesine gitmediniz? Bir milletin kaderini bir mahkeme belirleyemez arkadaşlar. Bir milletin kaderini o milletin kendi halkı belirler. O nedenle geliyoruz, o nedenle referandum yapılıyor, o nedenle diyoruz ki kararı siz verin. Kararı siz verin, birlikte oturup karar vereceğiz. Bir sürü değişiklik, Cumhurbaşkanı taraflı olacak, niçin?  Tarafsız olması lazım, 80 milyonu temsil edecekse tarafsız olması lazım, neden? Bayrak bizim ortak değerimiz mi? Evet. Vatan bizim ortak değerimiz mi? Evet. Başbakanlık koltuğu makamı ortak değerimiz mi? Evet. Cumhurbaşkanlığı makamı ortak değerimiz mi? Evet, ortak değerimiz. Neden ortak değerimiz? 80 milyonu temsil ettiği için ortak değerimiz. Şimdi ortak değer olmaktan çıkarıyoruz. Neden? Neden çıkarıyoruz ben bunu anlamış değilim. Cumhurbaşkanın tarafsız olması kadar güzel bir şey olur mu? Bir ülkede temel bir sorun çıktığında Cumhurbaşkanı siyasi parti liderlerini çağırıp beyler ne yapıyorsunuz, bu sorunu nasıl çözelim diye bize danışacak değil mi? Yani devletin sigortası. Şimdi sigorta olmaktan çıkarıyorlar. Niye bizi çağıracak o zaman bir partinin Genel Başkanı? Sorun büyük bir sorun. Şunu rahatlıkla söylüyorum, çok rahat bir şekilde söylüyorum, “Evet” demenin vebali ağırdır. Çocuklarına kimse hesabını veremez, torunlarına hiç kimse hesabını veremez. Nereden mi biliyorum? Şuradan biliyorum, 1982 yılında İstanbul Göztepe’de genç bir devlet memuruyken gittim Fikirtepe’de bir okulda anayasa referandumunda oyumu kullandım ve “Hayır” oyu kullandım, 1982 anayasasını. Bugün çocuklarıma, torunlarıma diyorum ki, Türkiye’yi bugün bu hale getiren o anayasaya ben gidip “Hayır” oyu vermiştim. Evet “Hayır” oyu verdim.

Sadece ona mı? Hayır. 2010 referandumu yapıldı, ne diyorlardı mezardan bile kalkın gidin buna “Evet” oyu kullanın diyorlardı, ne diyorlardı bu olursa bu referandum olursa Türkiye uçacak diyorlardı, Türkiye büyüyecek diyorlardı, zincirlerden prangalardan kopacağız diyorlardı, kurtulacağız diyorlardı. Ne oldu? O zaman ben yine gittim, yine meydan meydan gezdim, “yapmayın etmeyin” dedim, “bu referandum sonucunda yargı bağımsızlığı kalmaz, siz devleti birilerin teslim edersiniz” dedim. “Evet” oyu çıktı, fatura yine millete çıktı. Devleti kime teslim ettiler? Bir kişiye. Yargıyı, 160 militanı Yargıtay’a tayin ettiler. Yargı çöktü, devlet de çöktü, arkadan darbe de oldu. Müsebbibi ne? O 2010 anayasa referandumudur, hiç kimse unutmasın müsebbibi odur, asıl sorumlusu odur. Şimdi benzer bir tablo parti devleti kurmak istiyorlar, daha ileri bir aşama, Cumhurbaşkanı partili, Başbakan affedersiniz Bakanlar partili, Başkan yardımcıları partili, herkes valisi, kaymakamı partili. Ne olacak o zaman bu memleketin hali? Buna izin verecek miyiz, vermeyecek miyiz? İzin vermek istiyoruz diyorsanız “Evet” oyu kullanacaksınız, vebaline yükleneceksiniz. Ama hayır böyle bir rezalet olmamalı, Türkiye’de demokrasi olmalı, özgürlük olmalı, Türkiye’de insan hakları olmalı, can ve mal güvenliği olmalı diyorsanız “Hayır” oyu kullanacaksınız.

Yabancı sermaye gelmiyor, Türkiye’den kaçıyor. Kaçar tabi, hukukun olmadığı yere yabancı sermaye mi gelir? Hukukun olmadığı yerde yabancı bankalar mı gelir? Bakın bugün OHAL var Türkiye’de, nasıl gerçekleşiyor? Önce Milli Güvenlik Kurulu bir karar alıyor OHAL ilanı konusunda hükümete bir tavsiyede bulunuyor, hükümet oturuyor Bakanlar Kurulu, onlarda bir karar alıyorlar kendi aralarında tartışıyorlar sonra TBMM’ye geliyor, TBMM’de görüşülüyor, tartışılıyor sonra OHAL ilan edilecekse hükümete OHAL ilan etme konusunda yetki veriliyor. Üç aşamalı bir süreç var çünkü olağanüstü bir hal ilan ediyorsunuz. Yeni modelde bir kişinin kararı yeterli, sabah erken kalkacak diyecek ki ben bugün Türkiye’de OHAL ilan ettim. Hiç kimseye danışmaya gerek yok. Efendim ben danışırım diyebilir birisi, birisi der ama öbürü gelir der ki, ben hiç danışmıyorum arkadaşım niye danışayım, hangi gerekçeyle danışayım? Anayasa bana bu yetkiyi verdi mi? Verdi. Bu yetkiyi bana millet mi verdi? Millet verdi. O zaman bırakın kardeşim ben OHAL ilan ediyorum. Kime kızdım? Ali’ye kızdım fabrikaları var, mal varlığına el koyun kardeşim. Sonra dönüp diyeceğiz ki bu yabancı sermaye niye gelmiyor? Niye gelsin kardeşim, niye gelsin?

80 MİLYONUN VERGİSİNİ ALAN, KULLANANLARI DENETLEMEYECEĞİZ

Beşer şaşar, hata insana mahsustur. Hepimiz hata yapabiliriz, hepimiz hata yapabileceğimiz içindir ki güç bir kişiye demokrasilerde teslim edilmemiştir. Bir kişiye verilen yetki, bir başka organ tarafından denetlenmiştir yanlış yapmasın diye. Kendi oturduğumuz apartmanda aidatları bile denetletiyoruz, paralar doğru yere harcandı mı, harcanmadı mı? 80 milyonun vergisini alan, kullananları denetlemeyeceğiz. Efendim diyorlar ki Cumhurbaşkanı da denetlenecek. O da hesap verecek, nasıl? 400 milletvekili bulursak, bulamazsak? Kimse hesap soramayacak. Ne zaman? Ömür boyu. Ne Başkan yardımcılarının, ne Başkanın ne de Bakanların dokunulmazlıkları görev süreleriyle sınırlı değil, tamamının dokunulmazlık süresi ömür boyu. Bir şey yapacak bir süre sonra ayrılacak kimse hesabını soramayacak. Kaldı ki, farz edelim 400 milletvekili bulduk, Sayın Cumhurbaşkanı çıkacak anayasa mahkemesine hesap vermeye 15 hakimden 12’sini kim tayin etti? Başkan tayin etti. Benim tayin ettiğim hakim benim aleyhime karar verir mi Allah aşkına? Hadi biri verdi diyelim, 12’si, 11’i birden verir mi? Vermez. Niçin? Gayet iyi biliyorum, bu model çıktıktan sonra göreceksiniz çok sayıda hakim, savcı sarayın kapısından ayrılmayacak, araya bir sürü adam sokacak, beni de anayasa mahkemesine üye tayin etse vallahi billahi emrinden çıkmam ne derse aynen onun verdiği gibi karar veririm, yeter ki beni anayasa mahkemesine üye seçsin. Bunlar olacaktır, bunların olduğu bir yerde adalet ölür ve devlet ölür. Onun için diyoruz, yargı bağımsız olsun, Cumhurbaşkanı hakim tayin edebilir mi? Edebilir ama ne zaman tarafsız olursa. Tarafsız olursa tayin eder. Tarafsız olursa tayin ettiği hakime güveniriz. Partinin Genel Başkanı hakim mi tayin eder? Partinin Genel Başkanı Hakimler Savcılar Kuruluna hakim mi tayin eder? Bunlar yanlıştır. Her yerde anlatmalısınız bunları.

ÇİFT BAŞLILIĞI GETİRİYORLAR

“Evet” oyu kullanılmasını isteyenler vatandaşa neden “Evet” oyu kullanacağını bir türlü anlatamıyorlar. Söyledikleri şu, çift başlılığı kaldıracağız, tam tersine çift başlılık getiriyorlar,  hem vilayette getiriyorlar, hem en tepede getiriyorlar. Çünkü hem Başkan hem partinin Genel Başkanı iki şapkası var. Vilayette, ilde vali Cumhurbaşkanını temsil ediyor ama kendi partisinin İl Başkanı da Cumhurbaşkanını temsil ediyor. Bugünkü modelde İl Başkanı diyelim ki Sayın Binali Yıldırım Başbakan, İl başkanı Başbakanı temsil ediyor yani AKP’nin Genel Başkanını temsil ediyor. İl Başkanının öyle bir rolü var. Vali Cumhurbaşkanını temsil eder. Neden? Çünkü vali devlet görevlisi ve devleti temsil eder. Arabasında Türk Bayrağı taşır Cumhurbaşkanı gibi. Üçünü bir kişi, o da büyükelçi, o da Türkiye Devletini temsil eder, o da arabasında Türk Bayrağı taşır. Ben taşıyamam, Binali Yıldırım taşıyamaz, Devlet Bahçeli taşıyamaz çünkü biz Türkiye Cumhuriyeti Devletini temsil edemeyiz, öyle bir yetkimiz yok. Ama siz Türkiye Cumhuriyeti devletini temsil edene sadece ve sadece diyorsunuz ki aynı zamanda partini de temsil et, aynı zamanda hakim de tayin et, aynı zamanda bakanları da tayin et, aynı zamanda başkan yardımcılarını da tayin et, aynı zamanda valileri, müsteşarları onları da tayin et, aynı zamanda emniyet müdürlerini de tayin et, müftüleri de tayin et. Diyeceksiniz ki bu kadar yetki gerçekten var mı? Var efendim var. Niçin var? Devletin yapısı ve işleyişiyle ilgili kararnameleri Başkan çıkarır. Bir daha söylüyorum devletin yapısı ve işleyişiyle ilgili kararnameleri Başkan çıkarır, atamaları Başkan yapar. Yani 24 saat içinde, en geç 24 saat içinde Başkanı ikna ederseniz Türkiye Cumhuriyeti Devletini ele geçirebilirsiniz. Bütün valileri, bütün kaymakamları, bütün Bakanları, bütün Başkan yardımcılarını, bütün müftüleri, bütün emniyet müdürlerini, milli istihbarat teşkilatı müsteşarını, bütün komutanları bir kararnameyle değiştirebilirsiniz. Öyle 35-40 yıl uğraşmanıza gerek yok. Bir kişiyi ikna edeceksiniz devleti ele geçireceksiniz. Bu doğrudur diyorsanız, güzel bir uygulamadır diyorsanız gidilip “Evet” oyu kullanılacak. Böyle saçma şey olur mu diyorsanız gayet basit, gideceksiniz onurla, gururla “Hayır” ın altına mührünüzü basacaksınız bu kadar basit.

Dolayısıyla hepimize görev düşüyor, bana da görev düşüyor, olabildiğince yapmaya çalışıyorum, sizlere de görev düşüyor tek tek sizlerde çalışmak zorundasınız, sizlerde anlatmak zorundasınız, sizin kaybedeceğiniz sadece demokrasi değil, mal varlıklarınızı da kaybedeceksiniz, onlarında riski var. Bir kişi gelip bir kararnameyle sizin bütün mal varlığınıza el koyabilir. Hukuk sizin için çalışmaz çünkü sizin davanıza bakacak olan hakimi de o atamış olacak, müsteşarı da o atamış olacak, Bakanı da o atamış olacak, Başkan yardımcısını da o atamış olacak. Dolayısıyla parti devletinde farklı bir görüşe, liberal bir görüşe, sosyal demokrat bir görüşe veya mütedeyyin olma bunları hiçbir önemi yok. Tek bir şey var, koşulsuz bir kişiye itaat etmek, bir kişinin vesayetini kabul etmek ve o vesayetin altında yaşamayı kabul etmek. Diyorsanız bu doğrudur mührü “Evet” oyuna, bu yanlıştır diyorsanız “Hayır” oyunun altına hep birlikte mührümüzü basacağız.

Hepinize en içten selamlarımı, saygılarımı sunuyorum. Regaip Kandiliniz de mübarek olsun, bunu da ifade etmek isterim, üç ayların başlangıcı.

 

 

 

 

Gündem'den Öne Çıkan Haberler