18.04.2019

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, HABER KANALLARININ ANKARA TEMSİLCİLERİYLE BİR ARAYA GELDİ (18 NİSAN 2019)

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, HABER KANALLARININ ANKARA TEMSİLCİLERİYLE BİR ARAYA GELDİ
(18 NİSAN 2019)
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, beraberinde Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak ve Genel Başkan Yardımcısı Tuncay Özkan'la JW Marriott Otel'de haber kanallarının Ankara Temsilcileriyle bir araya geldi.
Toplantının açılışında konuşan Genel Başkan Kılıçdaroğlu şunları söyledi:


Değerli basın mensupları hoş geldiniz. Eşit olmayan koşullarda bir seçim gerçekleştirdik. Ama hiçbir zaman eşit olmayan koşulları eleştirilerimizin önüne çıkarmadık. İnandığımız bir olay vardı, halkın sağduyusuna güveniyorduk ve bir mücadeleyle yola çıktık. Demokratik standartlarımızı yükseltmek, Türkiye’ye huzuru getirmek için bir mücadeleye girdik.
İstanbul’u - dün mazbatasını Sayın Ekrem İmamoğlu aldı - Ankara’yı, Antalya’yı, Adana’yı ve Mersin’i kazandık. Belediye Başkanlarımız şu anda görevlerinin başındalar. Elbette ki zorluklar var, elbette bir ısınma dönemi var. Ama şunu değerli basın mensuplarına ifade etmek isterim; biz ve Belediye Başkanlarımız makamlarına oturdukları gün neyi yapacaklarını çok iyi biliyorlar, çünkü ona göre bütün hazırlıklarımız büyük ölçüde tamamlanmıştı. Fikir olarak da, eylemsel olarak da neleri nasıl yapacağımızı üç aşağı beş yukarı oturup konuşmuştuk. Bu illerde kazanılan başarı salt Cumhuriyet Halk Partisi üyelerinin veya sempatizanlarının başarısıdır dersek doğruyu söylememiş oluruz. Bu başarı o kentte yaşayan bütün yurttaşların ortak başarısıdır. Çünkü bu kentlerde yaşayanlar ve diğer kentlerde yaşayanlar bu ülkede huzur istiyorlar. Siyasette gerginlik, siyasette kavga istemiyorlar. Eğer birlikte yaşayacaksak huzur içinde yaşamalıyız. Birlikte yaşayacaksak en azından birbirimize selam vermeliyiz, konuşmalıyız. Ülkenin dertlerini bir araya gelip paylaşmalıyız, konuşabilmeliyiz. Eğer bunları yapamıyorsak vatandaş siyasete olan güvenini büyük ölçüde kaybediyor.
Elbette burada bir başarı elde ettik ama Bursa’da, Zonguldak’ta ve Giresun’da beklediğimiz sonuçları elde edemedik. Bursa içimde bir yaradır. Bursa’nın da Nilüfer Belediye Başkanımız tarafından yönetilmesi gerekiyordu. Orada eksiğimiz ya da hatamız var. Zonguldak ve Giresun’da Belediye Başkan Adaylarımız kazanamadılar. Elbette ki, ne Bursalıları, ne Zonguldaklıları, ne de Giresunluları suçlamıyoruz. Bir kabahat varsa o kabahat bizim kabahatimizdir. Bir eksiklik varsa o eksiklik de bizim eksikliğimizdir. Zaten geriye dönüp bütün süreci masaya yatırmak zorundayız. Nerede hata yaptık, nerede eksiğimiz oldu, nerede başarı beklerken başarı elde edemedik, bunları da oturup düşüneceğiz.
Kampanya boyunca değerli basın mensupları, büyük mitingler yapmadık. Anayasa referandumundaki süreçte olduğu gibi sivil toplum kuruluşlarıyla, meslek odalarıyla, ziraat odası, ticaret odası, sanayi odası, deniz ticaret odası, odalarla bir araya geldik. Kanaat önderleriyle bir araya geldik ve onlarla karşılıklı bir güven içinde gerçekten de güzel sohbetlerimiz oldu. Hiçbir zaman bu toplantılarda iktidara yönelik olarak öyle derin, sadece eleştiriden nasibini almış bir yapıyla, bir söylemle yola çıkmadık. Sorunları masaya koyduk ve bu sorunların nasıl çözüleceğini de onlara anlatmaya özen gösterdik. Yani hem sorunu, hem çözümü birlikte oturup konuştuk ve onların bize soru sormalarına da olanak sağladık. Bize her türlü soruyu sorabilirsiniz dedik. Böylece Cumhuriyet Halk Partisiyle kanaat önderleri, sivil toplum kuruluşları, meslek odaları, barolar, bunlarla karşılıklı bir güvenin oluşmasına özen gösterdik ve bunu büyük ölçüde sağladık. Gittiğimiz her yerde bu tür toplantılar yaptık. Bu şu anlama gelmesin hiç miting yapmadık. Hayır. Belli yerlerde, örgütün özellikle istediği yerlerde mitinglerde yaptık. Sayın Akşener’le ortak mitinglerimiz de oldu ama Cumhuriyet Halk Partisi olarak ağırlığı biz sivil toplum örgütleri, kanaat önderleri, meslek odalarına verdik ve buralarda özel çalışmalar yaptık.
Değerli arkadaşlarım, yine kampanya boyunca olumlu bir dil kullanmaya özen gösterdik. Rakiplerimiz bize aklımızdan dahi geçmeyen pek çok acımasız eleştiriyi yaptı. Ne teröristliğimiz kaldı, ne dinsizliğimiz kaldı. Her şeyi söylediler, ama ben bu eleştirilere karşı şunu söyledim, “Ben bu halkın ferasetine güveniyorum ve inanıyorum. Kimin iyi niyetli, kimin halk için çalıştığını, çabaladığını halkımız mutlaka takdir edecektir, mutlaka bilecektir” dedim ve gerçekten de halkımızın takdirine layık olduk en azından belli bölgelerde. Bu bizim için çok önemliydi.
Ayrıca bu seçim kampanyasında başarısını kentte yaşayanların gördüğü, ilçede gördüğü ama ilde de görmesi gerektiğini düşündüğümüz arkadaşlarımızı aday gösterdik. Beylikdüzü’nden Ekrem Bey’in çıkması ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olması, Zeydan Karalar’ın Seyhan’dan çıkıp Adana Büyükşehir Belediye Başkanı olması, Muhittin Böcek’in Konyaaltı’ndan çıkıp Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı olması gibi… Dolayısıyla vatandaşa şunu söyledik: Bir başarı görüyor musun bu kentte? Evet görüyoruz. Bu ilçede bir başarı var mı? Evet bu ilçede bir başarı var. Bu başarıyı takdir ediyor musun? Evet takdir ediyorum. O zaman bu başarıyı biz bütün kente yaymak istiyoruz, Büyükşehir Belediye Başkanı olarak bu başarıyı bütün kente yaysın diye ve bu politika da tuttu. Dolayısıyla bizim kullandığımız pozitif dil ve başarılı olan bir kişiyi getirip başarısını daha geniş bir kitleye sunmak üzere hazırladığımız bir adayı halk seçti ve dolayısıyla öngördüğümüz strateji büyük ölçüde tutmuş oldu.
İYİ Partiyle ilişkilerimiz, Saadet Partisiyle dirsek temasımız sürdü. İki partinin değerli Genel Başkanlarına da yürekten teşekkür ediyorum. Sonuçta Millet İttifakı özünde demokrasiyi savunan bir ittifaktı, birlikte yaşamayı savunan bir ittifaktı. Demokrasiden yana, huzurdan yana, birlikte olmaktan yana olan bir ittifaktı. Bu başarının sağlanmasında bu ittifakın da büyük rolü olduğunu ifade etmek isterim. Ve dolayısıyla demokratik standartlarımızı yükselten bu seçim sürecinde, bu iki partinin de değerli katkıları olduğunu ifade etmek benim görevimdir.
Değerli basın mensupları, asıl görevimiz bundan sonra başlıyor. Belediye Başkanlarımız artık seçildikleri beldede herkesin Belediye Başkanlarıdır. Bir partinin değil artık o kentin Belediye Başkanlarıdır.
İkincisi, bizim Belediye Başkanlarımız harcadıkları her kuruşun hesabını millete vereceklerdir. Bugüne kadar belki rastlanmayan, bugüne kadar belki çok rahat dillendirilmeyen bir taahhütten söz ediyorum. Harcanan her kuruşun hesabını belde halkına vereceklerdir. Türkiye yerel yönetimlerde farklı bir sürece evrilmek zorundadır. Daha hakkaniyetli bir sürece evrilmek zorundadır. Belediye yönetimlerinde partizanlığı değil liyakati esas alacaklardır, yani işi ehline teslim edeceklerdir.
Asgari ücretin 2 bin 200 lira olmasını söylemiştik. Bizim belediyelerimizde 2 bin 200 lira. AK Partili ve diğer belediye başkanlıklarında çalışan asgari ücretlilerin asgari ücreti 2 bin 20 lira. Bu konuda da Belediye Başkanlarımız hazırlıklarına, çalışmalarına başladılar. Önümüzdeki süreç içinde kazandığımız belediyelerde çalışan asgari ücretlilerin asgari ücreti de 2 bin 200 lira olacaktır. Bunu da bütün asgari ücretli arkadaşlarıma ifade etmek isterim. Yani seçim meydanlarında verilen bir siyasi taahhüt değil sadece, o siyasi taahhüdün de gerçekleşmesi gerekiyor.
Bunun için Belediye Başkanlarımızın önüne 10 maddelik ana temel ilkeler koyacağız. O yarın bütün Belediye Başkanlarımıza gönderilecek ve Belediye Başkanlarımız bu 10 temel ilkeyi masanızın üstünde tutacaksınız sürekli olarak. Her hafta mutlaka bir kez okuyacaksınız. Halka verdiğimiz taahhüdün ne kadar değerli olduğunu ve bu taahhütlerin tutulmasının da siyaseten ne kadar önemli olduğunu kamuoyuna duyurmak zorundayız.
Değerli arkadaşlarım, bu arada eğer bir konuya değinmezsem demokrasi açısından ayıp etmiş olurum. O da Kanun Hükmünde Kararnameyle görevlerinden atılanların seçimde elde ettikleri başarı sonrası bunların başarılarının teslim edilmemesidir. İtiraz yapıldı, Yüksek Seçim Kurulunda bu itiraz. Buradan Yüksek Seçim Kurulunun değerli üyelerine seslenmek isterim. Bunların seçime girmelerine siz izin verdiniz, bunlar savcılıklardan iyi hal kağıdı aldı. Bunlar İl Seçim Kurulları, İlçe Seçim Kurulları ve Yüksek Seçim Kurulu tarafından kabul edildi, bunlar ilan edildi ve bunların bir kısmı seçimi kazandı, bir kısmı kazanamadı. Seçimi kazananlara sizin mazbataları teslim etmeniz gerekiyor. Aksi halde büyük bir demokrasi ayıbına imza atmış oluruz. Toplum olarak imza atmış oluruz. Ya hiç seçime girmeyeceklerdi, izin vermeyecektiniz, o başka konudur onu ayrıca tartışırız, ama izin verdiğiniz bir kişiye seçimi kazandıktan sonra, hayır sen seçimi kazandın ama Kanun Hükmünde Kararnameyle kamudaki görevine son verilmişti, ben sana mazbatayı vermem demek doğru değildir. İnsan haklarına aykırıdır, demokrasiye aykırıdır, hukukun üstünlüğü ilkesine aykırıdır. Bu mazbatalar eğer verilirse Türkiye bir demokrasi ayıbından kurtulmuş olacaktır. Kaldı ki, bir kişinin seçilme hakkına sahip olup olmamasını belirleyen ana unsur yargıdır. Kanun Hükmünde Kararname bir Bakanlar Kurulu kararıdır. Olağanüstü dönemde alınmış bir karardır, bu insanlar haklarını aramak için mahkemelere başvurdular ve bu yargı süreci tamamlanmadı. Dolayısıyla bu hakkın teslim edilmemesi ile sanki yargı süreci tamamlanmış ve bunlar seçilme haklarını yitirmişler ve bunlara bu hak teslim edilmez gibi bir garip sonuç çıkıyor ortaya ki böyle bir tablo yok Türkiye’de. Dolayısıyla eğer biz demokrasiyi savunuyorsak sadece kendimiz için değil bizim gibi düşünmeyen, bizden farklı olan insanlar için de demokrasiyi, hakkı, hukuku ve adaleti savunmak zorundayız. Ve Yüksek Seçim Kurulunu bu bağlamda yeniden göreve davet etmek, aldığı kararı yeniden gözden geçirmesini istemek de bizim en doğal hakkımızdır demokrasiyi savunan bir siyasal partinin Genel Başkanı olarak.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye seçimleri tamamladı ve süratle seçim ortamından kendisini kurtarması gerekiyor. Türkiye’nin çok ciddi temel sorunları var özellikle ekonomi ve dış politikada. Ekonomi ve dış politikada yaşanan temel sorunlar doğrudan vatandaşa yansıyor. Ekonomide ciddi bir kriz yaşıyoruz reel sektör krizi. İşsiz sayımız geniş tanımıyla 8 milyonu aştı. Son bir yılda işsiz sayısı 1 milyon 700 bin arttı. Genç işsizlik oranı çok yüksek. Enflasyon patladı ve mutfaklarda yangın var. Türkiye’nin gerçek gündemine dönmesi gerekiyor, ekonomiye dönmesi gerekiyor.
Şunu tabi şimdi söylemiyorum ve sorgulamıyorum da, Türkiye bu hale nasıl geldi onu sormuyorum şimdi. Geldi bir şekliyle bunu herkes biliyor. Ama biz bu krizden nasıl çıkarız? Siyasetin düşünmesi gereken temel konu budur. Bu krizden Türkiye nasıl çıkar ve çıkmak zorundadır.
Şimdi değerli arkadaşlarım, hayat pahalılığı var, işsizlik var, enflasyon var. Sadece biz değil bütün dünya izliyor Türkiye’yi, Merkez Bankasının rezervleri konusunda uluslararası alanda ciddi kaygılar, ciddi kuşkular var. Şimdi bakıyoruz alınan hiçbir ciddi önlem yok. Günü kurtarma üzerine inşa edilen bir ekonomi politikası var. Efendim patates yeteri kadar yok ithal edelim. Neyle? Sıfır gümrükle. İyi de bu sorunu çözmüyor ki. Soğan yok, ithal edelim. Nasıl? Sıfır gümrükle. Bu sorunu çözmüyor ki. Hala ekonomide yaşanan ciddi krizin farkında değiller. Bu krizin toplumu ne kadar derinden vurduğunun farkında değiller. Belki şimdi biz bu basın toplantısını yaparken onlarca işçi işsiz kalabilir. Reel sektör krizi… Artık reel sektörde çalışan işveren kendisini kurtarmak istiyor, nasıl batmaktan kurtulurum diyor,  bu arayış içinde.
Peki siyasal iktidar önündeki bu tabloyu sağlıklı bir şekilde değerlendiriyor mu? Hayır. Niçin? Çünkü devlette liyakati yok ettiler. Bir dönem devletteki bütün ekonomik gidişatı izleyen, sadece Türkiye’de değil dünyadaki ekonomik gidişatı izleyen, oluşacak olan bir uluslararası krizin Türkiye’ye yansımalarını hesaplayan ve siyasi otoritenin önüne koyan bürokrasi yok edildi, liyakat yok edildi. Saray bürokrasisiyle Türkiye’deki ekonomik kriz çözülmez. 21.yüzyıldayız, 2019 yılındayız Türkiye Cumhuriyeti devletinin kalkınma planı yok. Saray bunun ne kadar farkında merak ediyorum. Kalkınma plansız siz neyi yapacaksınız, neyi öngörüyorsunuz? Daha önce kısa süreli bazı hesaplar yaptılar ve kamuoyuyla paylaştılar büyüme şöyle olacak, enflasyon şöyle olacak diye. Bunların hiçbirisi tutmadı. Tutmaz da zaten. Sağlıklı, tutarlı çalışmalar yapacaksınız. Efendim fiyatlar arttı, tanzim satış çadırları kuralım. Allah aşkına yani çözüm mü, bu ekonomik krize çözüm mü? Bu kadar kısır bir anlayış nasıl olabilir? Bu kadar kısır bir anlayışla Türkiye ekonomisi nasıl yönetilebilir?
Aynı şekilde “Her işveren bir işçi istihdam ederse Türkiye’de işsizlik sorunu çözülür...” Dünyada hiçbir siyasetçinin aklına gelmeyen aykırı bir düşünce. Defalarca söylenmesine rağmen bu olmadı. Seçimlerden sonra 2,5 milyon kişiye istihdam yaratılacaktı, bırakın 2,5 milyon kişiyi, bırakın 50 bin kişiyi, bırakın 10 bin kişiyi, bırakın 1 kişiyi, tam tersine 1 milyon 700 bini aşkın kişi işsiz oldu. Bu kadar büyük tutarsızlıklarla Türkiye ekonomisi yönetilemez. Bu tutarsızlıkları Türkiye’nin aşması lazım. Önce hükümetin şuna karar vermesi lazım, ekonomik krizi aşma konusunda alacağımız politikalarla krizin yükünü toplumun hangi kesimine yükleyeceğiz? Önce buna iktidarın bir karar vermesi lazım. Eşit mi paylaşılacak bu yük, yoksa belli grupların sırtına mı yüklenecek bu yük? Bugüne kadar gelinen süreçte sade vatandaşın sırtına yüklendiğini görüyoruz, çalışanların sırtına yüklendiğini görüyoruz. Yükü omuzlamayan en güçlü grup rantiye sınıfı. Asgari ücretliden tutun işsize kadar, emekliye kadar, sanayiciye kadar, üretene kadar, çiftçiye kadar herkes bu krizin yükünü bir şekliyle yüklendi gidiyor. Önlem? Önlem yok ortada.
Bakın, en son bir paket açıkladılar kaçıncı paket artık bizde bilmiyoruz. Bireysel Emeklilik Sistemini zorunlu hale getiriyorlar. Yani vergi getiriyorlar. Kime? Ücretliye. Zorunlu sigorta var zaten. Adı Sosyal Güvenlik Kurumu, esnaf zorunlu olarak ödüyor, işçi zorunlu olarak ödüyor, işveren zorunlu olarak ödüyor, serbest çalışan zorunlu olarak ödüyor. Sosyal Sigorta Sistemi bütün dünyada var. Peki BES ne? BES değerli arkadaşlarım, Bireysel Emeklilik Sistemi kişinin iradesine bağlı, gidersiniz ister ek bir emeklilik sistemi satın alırsınız veya almazsınız. Şimdi onu da zorunlu hale getiriyor. Allah akıl fikir versin diyorum ne deyim ben başka?
Kıdem tazminatı olayı… Şimdi bakın değerli basın mensupları, Ekonomik ve Sosyal Konsey dediğimiz toplumun sosyal kesimlerinin, ekonomi kesimlerinin hemen hemen tümünü kapsayan bir konsey var. Bir anayasal kurum. Çıkan yasaya göre 3 ayda bir toplanması gerekiyor bu kurumun. Konseyin 3 ayda bir toplanması gerekiyor. Toplanacak Türkiye’deki ekonomik ve sosyal olaylar burada tartışılacak ve çözümler önerilecek, iktidar buradan aldığı verilerle bir yol haritası çizecek ve sorunları çözmeye çalışacak. En son bu kurul 5 Şubat 2009’da toplandı. Şimdi 2019 yılındayız. 3 ayda bir toplanması gereken bir kurul 10 yıldır toplanmıyor. Bir anayasal kurumdan söz ediyorum, 10 yıldır. Adı ne? Ekonomik ve Sosyal Konsey. İşçilerin, işverenlerin, serbest çalışanların, çiftçilerin temsilcilerinin ve iktidarın temsilcilerinin olduğu bir konsey ve siz bu konseyi toplamadan, sosyal tarafları dinlemeden çözüm üretmeye kalkıyorsunuz. Kimin telkiniyle? Birilerinin telkiniyle ve Türkiye bu ekonomik kriz içinde gerçekten de çok zor bir süreci yaşıyor, vatandaş yaşıyor burada. Kendisini yakan insanlar. Daha iki gün önce Kızılay meydanında borcumu ödeyemiyorum diye kendisini yakan insanlar. Meclis duvarının dibinde kendisini yakan işsizler. Bunlara bakmak gerekiyor.
Krize rağmen israf diz boyu. Gerçekten israf diz boyu. İlk açıkladıkları 100 günlük eylem planında şöyle bir cümle vardı, 3 Ağustos 2018’de açıklamıştı Sayın Erdoğan, “Kamu iradelerinin harcamalarını gözden geçirmesini ve bu şekilde tasarrufların arttırılmasını sağlayacak yöntem belirlenmesi...” Yani devlette tasarruf nasıl olacak bunun yöntemini belirleyecekler. Ne zaman karar verdiler buna? 3 Ağustos 2018’de. Şimdi 2019’un Nisan’ındayız hala yöntem belirlenmiş değil. Bir grup toplantısında söylemiştim devlette nasıl tasarruf yapılır diye öğrenmek istiyorsanız ve gerçekten bu konuda herhangi bir bilginiz yok, uzmanınız elinizde yoksa bir ev hanımını çağırın size nasıl tasarruf yapılır devlette bütün bunların ayrıntılarını verir size.
Hala bakın, şu ana kadar devlette nasıl tasarruf yapılacağını dahi belirlemiş değiller. Böyle bir devlet yönetim anlayışı olmaz. Oysa biz 2018’in 11 Ağustos’unda 13 madde halinde ekonomik krizden nasıl çıkılır bunun maddelerini saymıştık. 1, 2, 3, 4, 5, 13 madde halinde. Ama olmadı, uymadılar hiçbirisine. Dış politikada da ciddi sorunlar yaşıyoruz ve Türkiye’nin gerçek gündemine dönüp bu sorunları tartışması ve bu sorunlara çözüm üretmesi gerekiyor. Bizim ürettiğimiz çözümleri iktidar sahipleri yetersiz bulabilirler, eksik de bulabilirler, yanlış da bulabilirler, ama en azından biz 13 madde halinde çözüm üretiyoruz. Onlardan da çözüm bekliyoruz. Bizim eksiğimiz varsa onlar tamamlasınlar, yanlışımız varsa onlar düzeltsinler. Ama mutfaktaki yangını mutlaka söndürmek zorundadırlar.
Şunu ifade etmek isterim değerli arkadaşlarım, biz eğer bir sorun varsa sadece o sorunu dile getirmiyoruz, o sorunun nasıl aşılacağı konusundaki düşüncemizi de kamuoyuyla paylaşıyoruz. Bu bizim siyaset anlayışımız. Doğrudur veya yanlıştır ama kendi görüşlerimizi paylaşıyoruz. Alınması gereken önlemler nedir onları da söylüyoruz. Kısa vadede, orta vadede, uzun vadede nelerin yapılması gerektiğini de söylüyoruz ve şunu da ifade ediyoruz her konuşmadan sonra. Bizden görüş almak istiyorsanız biz her türlü görüşü vermeye hazırız ve Türkiye bir ekonomik krizden kurtulacak ve vatandaş rahata erecekse, bizden bir şey istiyorsanız biz o konuda da her türlü yardımı yapmaya hazırız.
Bugüne kadar iktidar sahipleri sağlıklı bir çözüm üretmedikleri gibi sorunların arasında yuvarlanıp gidiyorlar. Bugüne kadar sorunları kamuoyundan gizlemek için hep başkalarını suçladılar, gereksiz tartışma zeminiyle kamuoyunu oyaladılar ama artık Türkiye’nin buna dur demesi lazım. Vatandaş perişan vaziyette, sıkıntılı vaziyette. Sermaye Türkiye’ye gelmiyor. Hiç kimsenin can ve mal güvenliğinin olmadığı bir Türkiye’ye yabancı sermaye niye gelsin? Ben bunu söylediğim zaman kızıyorlar. Evet bir daha söylüyorum, bugünkü hukuk sistemi içinde, bugünkü demokratik anlayış içinde - ki buna demokrasi denirse, onlar demokrasi diyorlar - hiç kimsenin can ve mal güvenliği yoktur. Her an herkes gözaltına alınabilir, her an herkes tutuklanabilir, her an herkesin sorgulamasına gizlilik kararı konabilir. Avukatınız bile sizin neden gözaltına alındığınızı bilemeyebilir. Türkiye’nin bu girdaptan çıkması lazım, demokratik standartlarını yükseltmesi lazım ve Türkiye’nin bunları yaparken de dayatmalardan beslenerek değil kendi özgür iradesiyle yapması lazım. AB böyle istiyor, öbürü böyle istiyor, öbürü böyle istiyor yapalım diye değil biz demokrasiyi istediğimiz için yapmalıyız. İktidarıyla, muhalefetiyle, siyasal partileriyle oturup kendi ülkemizdeki demokratik standartları geliştirmeliyiz, kendi özgür irademizle yapmalıyız dayatmayla değil.
Evet değerli basın mensupları, hepinize yürekten teşekkür ediyorum.