26.07.2019

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, "CHP BELEDİYE BAŞKANLARI ÇALIŞTAYI"NIN AÇILIŞINDA KONUŞTU (26 TEMMUZ 2019)

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, "CHP BELEDİYE BAŞKANLARI ÇALIŞTAYI"NIN AÇILIŞINDA KONUŞTU
(26 TEMMUZ 2019)
Genel Başkan Kılıçdaroğlu'nun Afyonkarahisar'da düzenlenen "CHP'li Belediye Başkanları Çalıştayı"nın açılışında yaptığı konuşma şöyle:


Teşekkür ederim değerli arkadaşlarım. Program açılırken Afyon’un önemine de bir cümle bile olsa dikkat çekildi. Gerçekten de cumhuriyetin kurulduğu topraklardayız. Şehitlerimizin, gazilerimizin bize güzel bir Türkiye armağan etmek için hayatlarını verdikleri topraklardayız. Afyon’un bu bağlamda bizim için, Türkiye için, dünya için önemi büyüktür. İşgal altındaki bir devletten özgür ve bağımsız bir devlet çıkarmak gibi verilen mücadelenin hepimiz farkında olmalıyız. Ve bu mücadelenin ne kadar değerli olduğunu da hepimiz bilmek zorundayız. Ve bizler bu mücadeleyi verenlerin amaçlarını büyütmek ve bütün dünyaya giderek artan bir sevgiyle anlatmak zorundayız. Bizim böyle bir görevimiz var. Özellikle de Cumhuriyet Halk Partililerin böyle bir görevi var. Hangi yaştan, hangi kentten olurlarsa olsunlar cumhuriyeti kuranların, 30 Ağustos’ta kanlarını verenlerin, canlarını verenlerin anılarını yüreklerimizde sürekli sıcak tutmak zorundayız. O nedenle Afyonkarahisar’ın bizim tarihimizde de büyük bir önemi vardır.
Değerli arkadaşlarım, bugün konuşmamı genelden giderek yerele aktaracağım. Genelden gideceğim ama önce bir sözcüğün üzerinde durmak isterim güven. Nedir güven ve Türkiye’nin en temel sorunu nedir? Korkmadan, çekinmeden ve kuşku duymadan bir kişiye güvenmek, bir gruba güvenmek nasıl olur acaba, güveni nasıl sağlarız acaba? Bizim topraklarımızda insanın insana güveni çok fazladır. Geleneklerimizde vardır, ticari hayatımızda da vardır. Öyle insanlara güvenilir ki, insanlar o kişiye senet dahi almadan milyarlarını rahatlıkla verebilirler. Çünkü bilirler ki bir süre sonra o tekrar geri dönecektir. Güveni sağlayan kanaattir, güveni sağlayan karşılıklı konuşmadır, güveni sağlayan birlikte oturup sohbet etmedir, güveni sağlayan sorun karşısında sağlıklı çözümler üretendir. Güveni sağlayan budur. Kişiye güveni sağlayan budur. O nedenle bizim topraklarda güven duyulan insana “özü ve sözü bir insan” denir. Özü de bir, sözü de bir. Sözüyle eylemi arasında fark olmayan kişidir güven duyulan kişi. Ama güveni bir de genelde düşünün, hepimiz toplumda güven içinde yaşamak isteriz. Türkiye’de, bulunduğumuz ilde, ilçede, kırsalda, köyde güven içinde yaşamak isteriz. Güveni sağlayan nedir? Güveni sağlayan, devletin gücüne karşı bir haksızlığa uğradığımızda hakkımızı arayabileceğimiz bir ortamı yaratmaktır. Toplumsal güven budur. Ben bir haksızlığa uğradım, nereye başvuracağım? Mahkemeye başvuracağım. Mahkeme adil davranır, benim hakkımı bana teslim ederse, ben o toplumda güven içinde yaşıyorum demektir. Ve bugün Türkiye’nin en temel sorunlarından birisi siyasal iktidara duyulan güvensizliktir. Ve bu güvensizlik sadece Türkiye içinden değil yurtdışından da duyulan bir güvensizliktir. Güvensizlik üzerine siz sağlıklı politikalar inşa edemezsiniz. Güvensizlik üzerine siz geleceği inşa edemezsiniz. Güvensizlik üzerine siz dış politikayı, eğitimi, adliyeyi inşa edemezsiniz. Devlet en ciddi güçtür her toplumda. Mahkemeleri var, polisi var, jandarması var. En zayıf olan ise devlette yaşayan bireydir, vatandaştır, ailedir en güvensiz olan ve onun güvenini sağlamak zorunda olan devletin kendisidir. Nasıl bir devlet? Gücü kontrol edilmiş bir devlet. Yani yasama, yargı ve yürütmeyle; güçler ayrılığı ilkesini sağlıklı inşa eden devlet, güven veren devlettir. Eğer bir kişi ve bir kişinin sözleri mahkemede kabul görür, bir kişinin sözleri yasama organında kabul görür ve bir kişinin sözleriyle bütün yürütme harekete geçerse, bir kişinin yaptığı hata toplumsal güvensizliği dinamitler ve hepimiz güvensiz bir toplumda yaşadığımızın farkına varırız. Sağlıklı güvenin inşa edildiği bir toplumda hepimiz huzur içinde yaşarız, ama güven unsuru zedelenmişse, güven duyulmuyorsa o zaman başka sorunlarımız var demektir.
Ben bu konuşmada sadece olayın ekonomik boyutlarını irdeleyerek sizlere bir şeyler söylemeye çalışacağım. Demokratik bir rejimimiz vardı, eksiğiyle fazlasıyla. Ama sonra meşru olmayan koşullarda bir referandum yapıldı ve bir tek adam rejimine geçtik. Tek adam rejiminin gerekçesi neydi? Her şey çok hızlı yapılacak, çok hızlı karar alınacak, parlamentonun gücü daha fazla olacak. Bugün geldiğimiz noktada tablo nedir? Bu tabloyu eğer sağlıklı irdelersek ve vatandaşın önüne bilgileri rakamlarıyla koyarsak vatandaş da gerçeği daha rahat kavramış olur.
Bakınız, tek adam rejimine geçtikten sonra büyüme hızımız ne oldu son bir yılda? Binde 3. Binde 3 büyüme hızı. Dünyada binde 3 büyüyen başka bir devlet var mı bilmiyorum. Oysa biz yüzde 5’ler, 6’lar, 7’ler, 8’ler, 9’lar oranında büyüyorduk. Neden binde 3’e düştük? Hani her şey çok hızlı olacaktı, hangi önümüzde hiçbir engel kalmayacaktı, hani Türkiye hızlı büyüyecekti? Binde 3. Binde 3’ün maliyeti topluma yansımış vaziyette. Bu çok önemli bir değişimdir değerli arkadaşlarım.
Milli gelir. Milli gelirimizde artış olacaktı, Türkiye hızla büyüyecekti. Son bir yılda milli gelirimizdeki düşüş 135 milyar dolar. Tek adam rejimine geçtikten sonra milli gelirimizdeki düşme, eksiklik 135 milyar dolar. 882 milyar dolardı 1 yıl önce, tek adam rejimine geçtikten sonra 747 milyar dolara düştü. Şu gerçeği bütün vatandaşlarımın bilmesini isterim. Özellikle de AK Partiye oy veren değerli kardeşlerime seslenmek isterim. Eğer bir yılın tek adam maliyeti, sadece milli gelir açısından 135 milyar dolarsa ve sen bunu mutfağında hissetmeye başlamışsan oturup düşünmen lazım. Ben de düşüneceğim sen de düşüneceksin. AK Partiye oy vermeyen vatandaşlarımız da oturup düşünecek. Hangi gerekçeyle 135 milyar dolar milli gelirde düşüş oluyor ve bizim bunu topluma anlatmamız lazım.
Tabi genel gelir düşünce, toplam milli gelir düşünce, kişi başına gelir de düşüyor. Kişi başına gelir bin 773 dolar düştü. Eskiden 10 bin 849 dolardı, yani tek adam rejiminden önceki yılda 10 bin 849 dolardı, tek adam rejiminden sonra geçen bir yıl içinde 9 bin 76 dolara düştü. “Mutfaklarda yangın var” boşuna demiyoruz. Bir kişiye ve aileye en büyük acıyı veren olay yaşam standardındaki düşüştür. Bir ekmek alırken yarım ekmek alıyor, yarım kilo et alırken gramla et almaya başlıyor.
Değerli arkadaşlarım, 9 bin dolara düştü diyoruz ama şu soruyu da Hakkari’de yaşayan, Şanlıurfa’da yaşayan, Çankırı’da, Çorum’da yaşayan vatandaşlarım da düşünsünler, aranızda kaç kişi yıllık 9 bin dolar gelir elde ediyor? 5 kişilik bir aileyi düşünün, anne, baba, üç çocuk beş kişilik ailenin eline 9 bin dolar hesabı yaptığımızda yıllık 45 bin dolar geçmesi lazım. Bu vaat edildi, bu söylendi. 45 bin dolar eğer elinize geçmiyorsa, demek ki size verilmesi gereken para başka bir yerlere, başka kişilere verilmiş durumda. Yani gelir dağılımında büyük bozukluklar var demektir.
O açıdan yoksulluğun derinleştiği bir süreçte gelir dağılımındaki bozukluğun bunu beslediğini de hepimizin anlatması gerekiyor. Tabi bu arada Türk lirasının döviz karşısında büyük değer kaybettiğini de bilmemiz gerekiyor. Özellikle AK Partili kardeşlerime seslenmek isterim. Türk lirası değer kaybettiğinde, Türk lirası karşısında dolar değer kazandığında bir propaganda başlamıştı. Dolarlar yakıldı, “efendim gelin tıraş olun sizden para almayacağız” dendi, bir sürü propaganda yapıldı. Propagandayı yapanlar AK Partiye oy veren militanlardı. Yapsınlar, propagandayı itirazımız yok, keşke sonuç elde edebilselerdi. Ama bugün bütün vatandaşlarıma şunu söylemek isterim. Herkes nakit tasarrufunu dolar bazında yapıyor. Yani Türk lirasına olan güven yok olmuş durumda. Bugün bankalardaki mevduatın yüzde 51’den fazlası dolar mevduatı. Yani Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları diyorlar ki, Türk lirasına güvenmiyoruz, bir miktar elde avuçta para var, onu da bankaya yatırdık ve bunu da ancak dolarla tutabiliriz, değerini korumak istiyoruz. Geldiğimiz nokta budur. Bunu tetikleyen nedir? Tek adam rejimidir. Sadece son 10 ayda bankalarda artan döviz tasarruf miktarı 28 milyar dolar. Yani kişiler Türk lirasından kaçıyorlar ve dışarıya bir anlamda hizmet eder hale geliyorlar.
Tek adam rejiminden sonra bir şey daha yaşadık, Türkiye’nin dünyadaki imajı… Eskiden demokrasi var derdik, güçler ayrılığı ilkesi var derdik, yargı bağımsızdır derdik, devletin bazı önemli kurumları bağımsız, günlük sıcak politikalarla o kurullara müdahale edilmez derdik. Ama bugün Türkiye’nin itibarı bütün demokratik ülkelerde zedelenmiş durumda. Dünyada hukukun üstünlüğü sıralamasında 101’inci sıradan 109’uncu sıraya düştük. Özellikle vatandaşlarımın düşünmesi lazım, neden Türkiye Cumhuriyeti devleti hukukun üstünlüğü konusunda geriye gidiyor? Kimsenin bize bir kastı yok, dünyadaki bütün ülkeleri alıyorlar, o ülkelerde değerlendirmeler yapıyorlar ve bizim geriye düştüğümüzü görüyorlar ve bunu sıralıyorlar. Aynı şekilde basın özgürlüğü açısından 180 ülke arasında 155’inci sıradan 157’nci sıraya geriledik. Hapisteki gazeteci sayısı, Türkiye Gazeteciler Sendikasının verdiği rakam 134 medya çalışanı ve gazeteci. 134 kişi Türkiye Cumhuriyeti devletinin hapishanelerinde. Siz dünyaya Türkiye’de basın özgürdür diye söylediğinizde kaç kişi buna inanacak ve kimler inanacak?
Yargıtay Başkanının açıklaması var. Yargıtay Başkanı “yargıya olan güven yüzde 30’lara düştü” dedi. Bakınız değerli arkadaşlar, eğer bir ülkede yargının tepesindeki bir insan, yani adalet dağıtma konumunda olan insan “yargıya olan güven yüzde 30’lara düştü” diyorsa, o ülkede hukukun üstünlüğünden söz edemezsiniz, o ülkede bir güven sorunu var demektir. Kime karşı? Yargıya karşı bir güven sorunu var demektir. Geçenlerde Cumhurbaşkanı Yardımcısı da bir açıklama yaptı. “Yargıya olan güven yüzde 38’dir” dedi. Tek adam rejiminden önce böyle bir şey yoktu, kör topal da olsa yargı bağımsızdı biraz. Siyasi müdahalelere bu kadar açık değildi. Şimdi tam tersi bir tabloyla karşı karşıyayız.
TBMM’nin itibarı. Dedik ya Afyon’dayız, cumhuriyet kurulurken kanların döküldüğü, gazilerin, şehitlerin olduğu topraklardayız. Ve TBMM dünyada milli kurtuluş savaşını yöneten tek meclistir. Dünyada başka örneği yoktur. O nedenle adı Gazi Meclistir. 15 Temmuz hain darbe girişiminde de sabaha kadar çalışan ve bombaların altında darbeye direnen meclistir. Ama bu meclisin yetkileri büyük ölçüde elinden alındı. Bunun da üzerinde hepimizin oturup düşünmesi lazım ve sormamız lazım. Bir ülkenin parlamentosu bu konuma düşürülürse o ülkede güvenden söz edilebilir mi? Kurumların birbirine olan güveninden söz edilebilir mi? Yasama organının yürütme organını kontrol etme yetkileri eğer yasama organının elinden alınırsa, o ülkede sağlıklı bir demokrasiden söz edilir mi? Bu konuda hepimizin düşünmesi lazım.
Konuşmamda söylemiştim, devletin kurumları vardır ve bu kurumlar kendi görevlerini yaparlar. Nasıl? Yasalarla tanımlanmış görevlerini yaparlar. Ve bu kurumların bağımsızlığına sıcak siyasi müdahale yapılmaz. Bunlardan birisi de Merkez Bankasıdır. Bugün dünyada bütün finans çevrelerinde Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının itibarı kocaman bir sıfırdır. Çünkü o kuruma siyasi müdahalelerin yapıldığını hepimiz biliyoruz. Ve dolayısıyla siz Türkiye Cumhuriyetinin en önemli kurumlarından birini, yani emisyon çıkaran, yani para basan bir kurumunu nasıl itibarsız kılabilirsiniz? Kimin döneminde oldu? Tek adam rejiminde oldu değerli arkadaşlarım.
İç ve dış borçlar tam bir felaket değerli arkadaşlarım. 2018’in ilk 3 ayında iç ve dış borç toplamı 986 milyar liraydı. Tek adam rejiminin ilk üç ayında 279 milyar arttı, 1 trilyon 265 milyar liraya çıktı. Borçlanmayla nereye kadar gideceksiniz? Hani borç alan emir alıyordu? Cumhuriyet kurulurken Gazi Mustafa Kemal ve arkadaşlarının yaptığı ilk işlerden birisi de Osmanlının borçlarını son kuruşuna kadar ödemeleridir. Ve her önüne çıkan fırsatta borçlanmamalarıdır. Önce borçlandırır, sonra talimat verir. Şimdi talimat alma noktasına gelmiştir Türkiye Cumhuriyeti. Maalesef acı bir tablo, ama gerçek tablo budur. Bu borçlanmanın bedeli olarak da, Londra’daki bir avuç tefeciye Türkiye Cumhuriyeti bütçesi teslim edilmiştir. Faizler oraya gider. Hiçbir ülkenin ödemediği kadar büyük faizler ödüyoruz. Kim ödüyor faizleri? Bu ülkenin 82 milyonu ödüyor.
Değerli arkadaşlarım, ticari kredilere uygulanan faizlerin yüksekliğinden, ayrıca bu konulara girmek istemiyorum. Ve Türkiye’nin üretimden kopma sürecinin hızlanmasına kadar bir sorunlar zinciriyle de karşı karşıyayız. Güçlü devlet, üreten devlettir. Güçlü devlet, dünyada saygınlığı olan devlet, üreten devlettir. 21.yüzyılda katma değeri yüksek ürün üreten devlettir. Her alanda üreten devlettir, sanayide üreten devlettir, bilimde üreten devlettir, tarımda üreten devlettir. Her alanda üreten devlet, dünyada saygın devlettir. Üzülerek ifade edeyim, tek adam rejiminde Türkiye büyük ölçüde üretimden koparılmaya başlandı. Her şeyi ithal etmeye başladık. Nohuttan mısıra kadar, canlı hayvandan ete kadar bu güzel topraklarda, bu mübarek topraklarda tamamını üretmemiz gerekirken, üretip satmamız gerekirken, çiftçimiz perişan vaziyette, biz dışarıdan getiriyoruz. Hani tek adam rejiminde bunlar düzelecekti? Hiçbirisi düzelmedi. Tam tersine tablo geriye doğru gidiyor.
Enflasyon… “Mutfaklarda yangın var” diyoruz. Evet. Üretmezseniz, dışarıdan alırsanız, dolar da Türk lirası karşısında değer kazanırsa enflasyon başlar zaten. Enflasyon aldı başını gidiyor değerli arkadaşlarım. Ve siz bu devasa ekonomiyi, düzeltilmesi gereken bir ekonomiyi, güçlendirilmesi gereken bir ekonomiyi, bir bakkal dükkanını dahi yönetmemiş sosyete damada teslim ettiniz. Bir bakkal dükkanını yönetememiş bir kişiye Türkiye Cumhuriyeti devletinin hazinesini teslim ettiniz ve Türkiye bu halde. Baba oğul devleti yönetiyorlar. Bana söyler misiniz Türkiye Cumhuriyeti tarihinde böyle bir örnek var mıdır? Eli sıcak sudan soğuk suya değmeyen, fakirlik, yoksulluk nedir bilmeyen, el bebek, gül bebek büyüyen bir kişiye getiriyorsunuz fakirlik sorununu çöz diyorsunuz, yoksulluk sorununu çöz diyorsunuz, mutfaklarda yangın var, bu sorunu çöz diyorsunuz. Haberi bile yok. Tek adam rejimi hanedanlık rejimidir. Örnek? Buyurun Türkiye Cumhuriyeti.
Değerli arkadaşlarım, tabi enflasyon olunca hayat pahalılığı çıkıyor ortaya. Asgari ücretin varlık nedeni, düşük gelirlileri hayat pahalılığı karşısında korumaktır. Asgari ücret getirdiler güzel, yüzde 26 zam yaptılar o da gayet güzel. Yüzde 26 zammın nedeni de biziz o da doğru. Çünkü biz 2 bin 200 lira yapacağız dedik, onlar 2 bin 20 lira yaptılar. Yüzde 26 zam. Peki bunların satın aldığı ürünlere ne kadar zam yapıldı onu okuyalım, son bir yılda, yani hanedanlık döneminde, yani tek adam rejiminde. Bulgur yüzde 32, tavuk eti yüzde 49, sarımsak yüzde 89, kuru fasulye yüzde 46, salça yüzde 90, köprü geçiş ücreti yüzde 120, cep telefonu görüşme ücreti yüzde 47, çocuk bezi yüzde 40… Asgari ücretliye yüzde 26. Asgari ücretlilerin de düşünmesi lazım, yüzde 26 verdiler, yüzde 50’yle geri aldılar. Dolayısıyla bu tablo bir şeyi daha ortaya çıkardı. Asgari ücret 2 bin 20 lira, açlık sınırı 2 bin 124 lira. Bütün asgari ücretliler açlık sınırının altında bir gelir alıyorlar. Tek adam rejiminin asgari ücretlilere getirdiği yük budur değerli arkadaşlarım.
Faizlerin yüksekliğinden şikayet ediyorlar. Doğrudur, faizler yüksek. İndirilmesi gerekir, indirilmesi lazım, daha da indirilmesi lazım. Ama bu ekonomik krizde vergisini ödeyemeyen, yüksek güvenlik primini ödeyemeyen işverenlere gecikme faizi uygulanıyor. Gecikme faizine yüzde 78,5 zam yaptılar. Aylık yüzde 1.4 olan gecikme faizi yüzde 2,5’a çıkarıldı. Faize karşı bir yönetim, vatandaş vergisini yatırmadı diye herhangi bir nedenle aylık yüzde 2,5 faiz alıyor veya istiyor.
İcra dairelerindeki dosya sayısı da 21 milyona ulaştı. Bankalardaki batık kredi olağanüstü büyük boyutlarda. Parlamentoya bir yasa teklifi getirdiler. Belli kişileri kurtarmak için 400 milyar liralık bir paranın ayrılması öngörülüyor. 400 milyar lira. Kimi kurtaracaklar 400 milyar lirayla? İşçiyi mi, işsizi mi, emekliyi mi, çiftçiyi mi? Hayır. Bir avuç kişiyi kurtaracaklar 400 milyar lirayla. Çiftçiyi kim kurtaracak, emekliyi kim kurtaracak, işçiyi kim kurtaracak, işsizi kim kurtaracak, esnafı kim kurtaracak bunlar belli değil. Bu saydıklarımın oturup tek adam rejimini düşünmeleri lazım. Bu rejimin Türkiye’ye nasıl felaketler getirdiğini düşünmeleri gerekiyor.
İşsiz sayısı, 8,5 milyona dayandı değerli arkadaşlarım. Cumhuriyet tarihinde bir rekordur. Ne diyorlardı? “Süratle karar alacağız.” Ne diyorlardı? “Ekonomi hızla büyüyecek.” Ne diyorlardı? “Bu kardeşinize verin yetkiyi, göreceksiniz dolarla nasıl mücadele edilir, işsizlikle nasıl mücadele edilir, enflasyonla nasıl mücadele edilir.” Vatandaş da yetkiyi verdi, nasıl mücadele edildiği çıktı ortaya. Mücadele değil, tam tersine büyüdü.
Acı olanı şu; bu sosyete damat tam 15 paket açıkladı, 1 değil, 10 değil, 15 paket açıkladı. Her paketin amacı şuydu, işsizliği önleyeceğiz. Her paket açıklandı işsizlik arttı. 10. paket açıklandı işsizlik arttı, 15. paket açıklandı yine işsizlik arttı, 8,5 milyona dayandı. 8,5 milyon işsiz var, 15 paket açıklayan başarısız olan, başarısızlığı tescil edilen bir kişi hala koltuğunda oturuyor. AK Partililere şikayet ediyorum, senin de çocuğun işsiz, bakanları görünce onlara nasıl yalvardığını gayet iyi biliyorum. Oğluma, kızıma iş bul dediğini gayet iyi biliyorum. Sosyete damadın hiçbir derdi yok, sorun senin sorunun.
Değerli arkadaşlarım, sadece son bir yılda üniversite mezunlarındaki işsiz sayısı yüzde 112 arttı. Tabi işsizlik artınca toplumda yozlaşma da artıyor. Uyuşturucu kullanımı, çaresizlik, intihar vakaları da artıyor. Meclisin duvarına kadar geldi bunlar. Hepimiz bunların tanıklarıyız.
Değerli arkadaşlarım, karamsar bir tablo çizdiğimin farkındayım, ama bu karamsar tablodan çıkacağız, çıkmak zorundayız. Birlikte çıkacağız, birlikte yapacağız. Bu karamsar tabloyu 4 dolarla açıklayacağım. Hangi boyutlara ulaştığını 4 dolarla açıklayacağım. Diyeceksiniz ki nedir bu 4 dolar?
Değerli arkadaşlarım, 2013 yılında Türkiye’de kişi başına milli gelir 12 bin 480 dolardı. Geçenlerde meclise 11. Kalkınma Planı geldi. 2023’te öngördükleri kişi başına milli gelir 12 bin 484 dolar. Yani 2013’te 12 bin 480 dolar olan kişi başına milli gelir, 2023’te 12 bin 484 dolar olacak, sadece 4 dolar artacak. Bu neyi gösteriyor? 10 yılın heba edildiğini gösteriyor. Kim söylüyor bunu? Biz söylesek CHP iftira atıyor, CHP doğruları söylemiyor diyecekler. 11. Kalkınma Planı söylüyor. 10 yıl sonra biz, 2023’te 2013 yılına göre milli gelirde sadece 4 dolar artış yapacağız. Bana dünyada bir ülke göstersinler, 10 yılda milli gelirini 4 dolar artırmış bir ülke göstersinler. Tam bir faciadır arkadaşlar, tam bir yıkım tablosudur. Bu yıkım tablosunu itiraf edenler de kendileridir. Getirdikleri kalkınma planından bu rakamları alıyoruz, bu rakamlar bizim ürettiğimiz rakamlar değil.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye bu hale plansızlıkla geldi, israfla geldi. Plansızlık ve israf birleşince savurganlık başlıyor. Milletin parası istediğin gibi harca. Nereye kadar gidecek bu? İsraf haramdı, bunlara göre helal. Harcıyorlar ve onu da itibar kabul ediyorlar. Haramdan itibar mı olur arkadaşlar? İsraftan itibar mı olur? İtibar başka bir şeydir, erdemli olmak başka bir şeydir. Kul hakkı yememektir, kul hakkına saygı göstermektir, vatandaşın parasının hesabını vatandaşa vermektir. İsrafın boyutları felaket durumda değerli arkadaşlarım.
Ve liyakatsizlik. Devlette liyakat kalmadı. Amca oğlu, dayı oğlu, damatlar hepsi devletin kilit noktalarında. Öyle noktaya getirdiler ki, hayatı boyunca çıkıp parlamentoda dış politika konusunda tek cümle kurmamış adamları büyükelçi tayin ettiler. Pes yani. Büyükelçilik Türkiye Cumhuriyeti devletini temsil edecek bu. Dış politika konusunda tek cümle kurmamış insanlardan büyükelçi mi olur? Yaptılar. Liyakat yok, işi ehline verme yok. Dolayısıyla böyle bir tabloyla karşı karşıyayız.
Ve kibir. Devletin temeline dinamit koymaktır, yöneticinin kibri devletin temeline dinamit koymaktır. Kibir nedir? İnsanları küçük görmektir, insanları aşağılamaktır. Ne diyor? “Karnını doyurduk, bize oy vermediler” diyor. Kimin karnını doyurdun sen? 8,5 milyon insan açken, işsizken kimin karnını doyurdun? 82 milyon senin karnını doyuruyor. Bu kibirdir.
Kibrin ikinci önemli ayağı, hesap vermemektir. 82 milyon vatandaş vergi ödüyor doğduğu andan itibaren. Bu verginin hesabını ver, nereye harcadın arkadaş, nasıl harcadın? Sık sık tekrar ederim, havaalanı yaptılar övünüyorlar. Avrupa’nın en büyük havaalanı güzel, dünyanın en büyük havaalanı güzel. Kaça yaptın arkadaş? Bilmiyoruz. Ben bilmiyorum, Meclisteki milletvekilleri de bilmiyor, sivil toplum kuruluşları da bilmiyor. Kaça yaptınız, millet ödüyor bunun parasını. Şehir hastaneleri yaptılar; kaça yaptınız, kaça maloldu bu hastane? Bilmiyoruz. Yol yapıyorlar, tünel yapıyorlar, kaça yaptınız? Bilmiyoruz. Bana söyler misiniz, dünyanın hangi demokrasisinde bunlar olur?
Değerli arkadaşlarım, şunu herkesin bilmesi lazım. Artık AK Partinin çözüm üretme kapasitesi bitmiştir. AK Parti artık Türkiye için sorun üreten bir parti haline dönmüştür.
Geliyorum yerele. Yerel seçimler yaptık. Evet, büyük bir başarı elde ettik. Evet, bu başarı halkın demokrasiye olan bağlılığının başarısıdır, tek başımıza bizim değil, onun da altını özenle çizmek isterim. Partinin Genel Başkanı olarak söylüyorum, tek başına bizim değil, halkın demokrasiye olan bağlılığının başarısıdır. Bizi şöyle gördü, evet bu sorunu çözerse Cumhuriyet Halk Partisi çözecektir. Ve biz onlara bir söz verdik. Bu dertleri anlatıyoruz. Dert anlatmak yetmez, zaten vatandaş bunu yaşıyor. Biz vatandaşı bu girdaptan, bu felaketten nasıl kurtaracağız? Bizim çözümler de üretme zorunluluğumuz var. Vatandaşın önüne çıkarken bir umutsuzluk tablosuyla değil. Böyle bir tablomuz var bunu bilelim; işsizimiz bu kadar bilelim, borcumuz bu kadar bilelim, bu kadar faiz ödüyoruz bilelim, devlette liyakat kalmadı bilelim. Bunları bilelim, bunlar bizim hanemizde dursun. Çünkü sorunu sağlıklı teşhis etmeden, sağlıklı çözümler üretemezsiniz. Sorunları biliyoruz, çözümleri de üretmek zorundayız. Şimdi iktidar olmadığımıza göre, yerelde de önemli yerlerde iktidar olduğumuza göre, Türkiye ekonomisinin yüzde 50’den fazlasını yerelde yönetir konuma geldiğimize göre, artık bizim bazı temel konularda ortak hareket etmemiz lazım. Temel konularda ortak hareket etmemiz lazım. Efendim A belediyesi böyle uyguladı, B belediyesi böyle uyguladı değil. Bütün belediyelerimiz ortak projeler, ortak hedefler, ortak ilkelerden yola çıkarak kendi çalışmalarını yürüteceklerdir ortak hedeflerde.
Ne söyledim sözlerimin başında? Güven. Güveni sağlamanın yolu belirlediğimiz 7 temel ilkeden geçiyor. Bu 7 temel ilkeyi makamlarınıza sümenin altına koyun, belediyelere çerçeveletip asın ve bu 7 temel ilkeyi vatandaş da okusun. Sizler de buna bağlı kalarak bütün faaliyetlerinizi bu çerçevede yürütün. Bu neyi sağlayacaktır? Belde halkıyla belediye başkanı arasındaki güveni sağlayacaktır. Size oy vermeyenler bile diyecekler ki; oy vermedim ama helal olsun bu belediye başkanına ayrımcılık yapmıyor, helal olsun bu belediye başkanına benim derdimi de dinledi, helal olsun bu belediye başkanına sorunumu çözmedi ama niye çözmediğini bana anlattı. O nedenle 7 ilkeye hepimizin uyması lazım.
Nedir 7 ilke okuyayım buradan.
Bir; yönettiğiniz belediyede hemşerilerinizi, inançları, kimlikleri ya da yaşam tarzları itibariyle ötekileştirmeyiniz, tüm vatandaşları kucaklayınız. Zaten bu bizim partimizin de temel ilkelerinden birisi. Bu ülkede yaşayan hiç kimseyi ötekileştirme lüksümüz yoktur. Herkesi kucaklayacağız. Kimliği ne olursa olsun, inancı ne olursa olsun, yaşam tarzı ne olursa olsun hepsini kucaklayacağız. Bu bizim görevimizdir. İnsan olarak görevimizdir. Bir sosyal demokrat olmanın ötesinde insan olarak da görevimizdir.
İki; hizmeti belli kişiler, zümreler, akrabalar, yandaşlar için değil halk için üretiniz. Sizi bulunduğunuz makama taşıyanın belde halkı olduğunu asla unutmayınız. Bırakın AK Partili belediyeleri, iktidarı yöneten tek adam akrabalar için ve belli zümreler için çalışıyor. 5’li çete kavramını asla unutmayınız. Devletin en büyük ihalelerinin 5 kişiye verildiğini, tahsis edildiğini asla unutmayınız. Yandaşlara büyük hizmetler verildiğini asla unutmayınız. O zaman bizim görevimiz akrabalar, yandaşlar, zümreler için değil, belde halkının tamamına hizmeti götüreceğiz ve diyecek ki belde de yaşayan halk, o söylediğim ekonominin yüzde 50’den fazlasını kontrol eden belediyelerde yaşayan vatandaşlar diyecekler ki; evet CHP’li belediyeler halk için çalışıyor, belde için çalışıyor diyecekler. Ve karşılıklı bir güveni pekiştirmiş olacağız.
Üçüncü kuralımız, fakir mahallelere pozitif ayrımcılık yapınız. Yatırımlarınızda bu mahallelere öncelik veriniz. Hizmet programınızda özellikle engelli, dezavantajlı gruplar ve kadınlar lehine irade ortaya koyunuz. Bizim yönettiğimiz kentlerde kadınlara, engellilere pozitif ayrımcılık yapmak zorundayız. Onlar yapmıyorlar, biz yapacağız. Onlar fakirlere başka türlü yardım yapıyor. Fakire yapmıyorlar aslında yardımı, yandaşa yapıyorlar. Ama biz hiçbir ayrım yapmadan mahallenin muhtarıyla, gerekirse mahallenin bakkalıyla işbirliği ile yapacağız. Muhtar kavramı çok önemlidir, her belediyede mutlaka muhtarların sorunlarına yanıt verecek bir kişinin olması lazım. Bir başkan yardımcısının olması lazım. Mahallenin sorunlarını muhtar önce size duyuracak ve muhtarla işbirliği yaparak sorunları çözeceğiz. Ne diyorduk seçimlerden önce belediyede? Birlikte yöneteceğiz. Birlikte yönetmenin altın kuralı muhtarla işbirliği yapmaktır. Fakirin kim olduğunu, yoksulun kim olduğunu, hangi çocukların yatağa aç girdiğini en iyi mahalledeki muhtar bilir. Onlarla işbirliği yapacağız.
Dördüncü kuralımız, yoksullara yardım yaparken insan onurunu koruyunuz. Ailenin ya da kişinin yoksulluğunu asla teşhir etmeyiniz. Yani halkçılığın temel ilkelerinden olan sağ elin verdiğini sol el görmeyecek anlayışına uygun davranınız. Bu zaten bizim hem inancımızın, hem politik felsefemizin de bir gereğidir, insan onurunu korumak. Her insan onurludur, her insanın onuru vardır, kişinin yoksul olması onun onurlu olmadığını göstermez. Tam tersine onun onurunu koruyarak, yoksulluğunu afişe etmeden ona her türlü yardımı yapmalıyız. Ona, ailesine, çocuklarına her türlü yardımı yapmalıyız. Dolayısıyla sağ elin verdiğini sol elin görmeyeceği bir anlayışı kendi yönetim anlayışımız olarak ortaya koyacağız. Bu yoksul vatandaşların size olan güvenini pekiştirecektir. Benim yoksulluğumu afişe etmeden, deşifre etmeden, çocuklarımın yoksulluğunu afişe etmeden, deşifre etmeden geldi yardım etti belediye başkanı diyecektir.
Beşinci kuralımız, harcamalarınızı, yatırımlarınızı disiplin içinde planlayınız. Harcadığınız her kuruşun hesabını millete veriniz. Bütçe kullanımlarınızla ilgili olarak belli aralıkla belde sakinlerini ve kamuoyunu bilgilendiriniz. Bu aynı zamanda israfla mücadele demektir. Hiç kimse unutmasın kul hakkı halkçılığın temel ilkelerinden birisidir. Evet bu çok önemlidir, harcamalarımızı disiplin içinde, planlayarak yapacağız. Onlar planlama yapmıyorlar, ama biz planlayacağız. Onlar israf yapıyorlar, biz israf yapmayacağız. Onlar kul hakkı yiyorlar, biz kul hakkı yemeyeceğiz. Türkiye’ye neyi göstereceğiz? Bize güvenin diyeceğiz. Bakın diyeceğiz, nüfusun yüzde 50’sinden fazlasını yöneten kentler olarak biz kenti planlıyoruz, yeşil alan yaratıyoruz, güzel kentler yaratıyoruz, yaşanabilir kentler inşa ediyoruz, bize güvenin, biz Türkiye’yi de aynı şekilde yöneteceğiz. Dolayısıyla sizin atacağınız her başarılı adım Türkiye’yi yönetme iddiamızı güçlendirecektir.
Altı, yönetici atamalarında liyakat esasına mutlaka uyunuz. Partizanca uygulamalardan kesinlikle kaçınınız. Halkçılığın bir diğer temel ilkesi olan işi ehline verme kuralını her atamada göz önünde bulundurunuz. Kamu yararına uygun olması şartıyla sizden önce başlatılmış projeleri sürdürünüz. Ben geldim benden önceki belediye başkanının bütün projelerini reddediyorum. Hayır. Uygun projeyse, belde halkının lehineyse aynen devam ettireceğiz. Kuralımız bu olacak. Negatif bir dil değil pozitif bir dil, pozitif bir davranışla yolumuza devam edeceğiz. Bu çerçevede yol alırsak belde halkıyla belediye başkanı arasında güçlü bir güven ilişkisi doğacaktır. Karşılıklı birbirlerine güvenmiş olacaklardır ve gelip derdini size anlatacaktır. Sizin yetkili atadığınız ya da belirlediğiniz yetkileri anlatacaklardır. Bu çerçevede çok önemli bir süreci başlatacağız.
Her arkadaşıma söyledim, yine söylüyorum. Belediyede politika yapacak olan kişi, siyaset yapacak olan kişi sadece belediye başkanıdır. Yardımcılarınız, müdürleriniz ben de siyaset yapacağım diyorsa onları kapının önüne bırakabilirsiniz. Hiç endişe etmeyin, belediye başkanı burada tek siyasetçi. Sizin yardımcılarınız için neden liyakat diyorum? Çünkü onlar işin ehli uzmanlardır. Onların yapacağı her hareket lehinize ve aleyhinize sizin hanenize yazılacaktır. Onun başarısızlığı sizin başarısızlığınız olacak. Ama onun başarısı sizin başarınız olacak. Hem liyakat diyoruz, hem işi ehline verelim diyoruz, hem gelecek efendim ben o işi değil, belediye başkanı bunu söyledi ben başka bir şey yapacağım. Niçin? Önümüzdeki milletvekili seçimlerine hazırlanacağım. Buna izin vermeyeceksiniz. Belediyede yapacağınız her atama liyakatli olacak, verdiğiniz talimatları yapacak ve gelip size bilgi verecek. Talimat verdiniz ben bunu yaptım diyecek. Verdiğiniz talimatı yapmıyorsa rahatlıkla görevden alabilirsiniz. Partinin Genel Başkanı olarak söylüyorum. Efendim falan milletvekili telefon etti, onun akrabası… Hiç dinlemeyeceksin. Genel Başkanın akrabası… Hiç dinlemeyeceksin kapının önüne koyacaksın.
Yedinci maddemiz, belediyeyi adaletle yöneteceksiniz. Uzun bir Adalet Yürüyüşü yaptık. Dünya siyaset tarihine bıraktığımız bir armağandır. Adalet kavramının ne kadar önemli olduğunu bütün dünyaya anlattık. Var ya bizde bir söz “Mısır’daki sağır sultan da duysun” diye. Mısır’daki sağır sultana da adaleti anlattık. Bu kadar büyük bir yürüyüşü yaptıysak, o yürüyüşün gereği olarak da belediyeyi adaletle yöneteceğiz, adalet içinde yöneteceğiz. Dolayısıyla hakkı, hukuku ve adaleti her ortamda savununuz ve gereğini yapınız diyoruz. Belediye çalışanlarının özlük haklarını eksiksiz koruyunuz. Kimsenin işiyle ve aşıyla uğraşmayınız. Böylece size oy vermeyenlerin dahi size saygı duymalarını sağlayınız.
Bunları yaptığımız zaman ne olacak, bu 7 ilkeyi? Emin olun belde halkıyla aranızda olağanüstü büyük bir güven ilişkisi doğacaktır. Bunu yapan arkadaşlarım var. Öteden beri belediye başkanlığı yapıp bu ilkeleri yerine getiren arkadaşlarımız var. Ama ilke olarak bunlar hiç belirlenmemişti. Şimdi biz bunları ilke olarak belirledik.
Ve sizlerden belli dönemler itibariyle bilgi isteyeceğiz. Belli dönemler itibariyle bize gelecek olan bilgileri, CHP’li belediyelerin çalışmaları olarak kamuoyuyla paylaşacağız ve onlara şunu söyleyeceğiz. Plan mı diyorsun, biz yapacağız. Program mı diyorsun, biz yapacağız. İsraftan kaçınma mı diyorsun, biz yapacağız. Yoksullara yardım yapılırken onların onurunu korumak mı diyorsun, onu da biz yapacağız.
Fakir mahallelerden başlayarak kreş açın diyoruz. Her arkadaşım mutlaka kreş açmalı. Evde oturan kadının da, yani çalışmayan kadının da, çalışan kadının da çocuğunun bir arada olması lazım, çocuğun sosyalleşmesi lazım. Ve o çocuğun iyi yetiştirilmesi lazım. Eğitim sistemi felaket. Her çocuk anne ve babanın gurur kaynağıdır. O çocukların iyi yetişmesi, iyi beslenmeleri sizin temel görevlerinizden birisidir. Çocuk evde bir şey belki yiyemeyecek ama kreşte karnı doyacak, arkadaşlarıyla oynayacak, şiirler okuyacak, oyunlar oynayacak, yetişecek ve sosyalleşecek. Kadının da kenti gezmeye hakkı var, çalışmaya hakkı var, gezmeye gitmeye hakkı var, taziyeye gitmeye hakkı var, düğüne gitmeye hakkı var, bir eğlence merkezine gitmeye hakkı var. Çocuğunu bırakacağı güvenli bir yer gerekiyor. Ve dolayısıyla çocuk erkil bir toplumuz biz, pederşahi değil onlar geride kaldı, anaerkil de değil onlar da geride kaldı. Artık çocuk erkil bir toplumuz. Anne ve babanın bütün dikkati, bütün özeni çocuk üzerine kilitlenir. Çocuk iyi yetişirse, iyi beslenirse, iyi okursa en mutlu aile o ailedir. Çocuk hastalandığı zaman ailede herkes hastadır. Çocuk düzeldiği zaman herkes rahattır. Dolayısıyla çocuğun üzerine titreyiniz, kreşler açınız, çocukların güzel bir eğitim görmelerini sağlayınız. O kreşlerde de nitelikli öğretmenler olsun, birikimli öğretmenler olsun, çocuğu anlayan öğretmenler olsun, yani o konuda eğitim almış öğretmenler olsun.
Dolayısıyla size düşen görevler sıradan görevler değil. Sorumluluk? Sorumluluklarınız ağır. Niçin? Zor koşullarda görev yapıyorsunuz. Ekonominin bu kadar iflas ettiği, kırılgan olduğu, yozlaştığı bir sürede sizler görev yapıyorsunuz. Ayrıca baskılar da gelecektir üzerinize. Ama bizim bir felsefemiz var; baskılar bizi yıldıramaz. İnandığımız yolda, hesap vermediğimiz hiçbir olay yoksa inandığımız yolda, kararlılıkla devam edeceğiz ve bunları yapacağız ve yürüteceğiz. Şunu da söyleyeceksiniz, hiç kimsenin umutsuzluğa kapılma hakkı ve yetkisi yoktur. En karamsar tabloları aydınlığa çıkarma görevi bizdedir, biz yapacağız onları. Herkesi kucaklayarak yapacağız. Herkese demokrasinin ne olduğunu anlatarak yapacağız. Herkesin düşüncesine saygı duyarak yapacağız. Herkesin inancına, kimliğine saygı duyarak yapacağız. Ve beldede demokratik bir ortam yaratacağız. Hiçbir çocuğun yatağa aç girmediği bir beldeyi düşüneceksiniz ve bunu yapacaksınız.
Dolayısıyla işimiz zor ama işimiz çok güzel. Elde edilen her başarının insana verdiği mutluluk çok farklıdır. Elde ettiğiniz mutluluktan bazen gözleriniz dolabilecektir. Yaptığınız küçük bir hareketin bir kitleye büyük mutluluklar getirdiğini de göreceksiniz. Bu bağlamda hepinizin zorlu görevleri var. Ama güzel görevleri var.
Ben hepinize yürekten başarılar diliyorum. Hepiniz başarılı bir belediye başkanı profilini ortaya koymak zorundasınız. Hiç kimse şu lafı etmemeli, buradaki CHP’li belediye başkanı yeteri kadar başarılı değil dememeli. Örnek alacağız ve merkezden her belediye başkanımızı faaliyetleri itibariyle de izleyeceğiz. Sizlerden bilgi alacağız, aldığımız bilgileri kamuoyuyla paylaşacağız.
Hepinize tekrar sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum, başarı dileklerimi sunuyorum. Hep birlikte güzel bir Türkiye’yi inşa etme konusunda mücadele edeceğiz. Hak, hukuk ve adaletle yapacağız bunu.
Teşekkür ederim.