03.10.2018

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, BİGA'DA STK TEMSİLCİLERİ VE MUHTARLARLA BİR ARAYA GELDİ

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, BİGA'DA STK TEMSİLCİLERİ VE MUHTARLARLA BİR ARAYA GELDİ
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, "Kozmik odaya FETÖ'yü soktular. Şimdi McKinsey'i maliyenin kozmik odasına sokacaklar. Bütün bilgileri alacaklar. Tefeciler için rapor yazacaklar" dedi.
Çanakkale'nin Biga ilçesindeki Atatürk Kültür Merkezi'nde sivil toplum örgütleri, meslek kuruluşlarının temsilcileri ve muhtarlarla bir araya gelen Genel Başkan Kılıçdaroğlu şunları söyledi:
Efendim hepinize merhabalar. Biga’ya bu dördüncü gelişim galiba. Ama sivil toplum örgütleriyle ilk kez bir toplantıyı Biga’da gerçekleştiriyoruz. Değişik illerde, ilçelerde yaptık ama Biga’da da böyle bir toplantıyı ilk kez gerçekleştiriyoruz. Sivil toplum kuruluşlarıyla, meslek odalarıyla, muhtarlarla neden özel bir toplantı yapma ihtiyacımız var? Nedeni şu, muhtar kardeşlerim, sivil toplum kuruluşlarının başkanları, meslek kuruluşlarının başkanları aslında kendi bölgelerinin birer kanaat önderleridir. Yani onlar seçimle gelmişlerdir. İster bir meslek kuruluşunun başında olsun, Ticaret Odası, Sanayi Odası, Esnaf Odası gibi, ister bir sivil toplum kuruluşunda olsun, herhangi bir çevreyi koruma gibi sivil toplum kuruluşlarının yöneticileri olsun veya muhtarlarımız olsun seçimle gelirler. Dolayısıyla kendi çevreleri bir sorunla karşılaşıldığı zaman onlara başvururlar ve onlar da o soruna çözüm üretmeye çalışırlar. Normalde siyasetin sivil toplum kuruluşları, muhtarlar ve benzeri kuruluşlarla, kanaat önderlerinin olduğu benzeri kuruluşlarla siyasilerin daha fazla bir araya gelmeleri gerekir. Ama bu toplantıların tek boyutlu olmaması gerekiyor, iki boyutlu olması gerekiyor. Birinci boyutunda siz düşüncelerinizi aktarırsınız, ikinci boyutunda onlar size soru sorarlar ve siz o soruları samimi olarak yanıtlarsınız. Biz bu toplantıyı iki boyutlu yapacağız. Benim konuşmamdan sonra medya mensuplarını dışarıya davet edeceğiz, onlara teşekkür edeceğiz ve ikinci bölümde ben sizin sorularınızı cevaplamaya çalışacağım.
Ama şunu baştan söyleyeyim, bana soru sorarken acaba şu soruyu sorsam Genel Başkan üzülür mü, acaba şu soruyu sorsam Genel Başkan alınır mı diye hiç düşünmeyin. İçinizden gelen, gerçekten de cevaplanmasını istediğiniz soruları gayet rahat sorabilirsiniz. Çünkü siyasetçi samimi olmak zorundadır. Samimi değilseniz o zaman siyasetçi ikiyüzlü demektir. Ben ikiyüzlülükten hoşlanmam, içim neyse dışım da odur. Dışarıya çıktığımızda bana neyi sorabilecekseniz içerde de aynı soruları rahatlıkla sorabilirsiniz. Dolayısıyla sizden isteğim ikinci bölümde arzu ettiğiniz soruları gayet rahatlıkla bana sorabilirsiniz.
İYİ YÖNETİLMEZSE 6 YILDA BU KRİZİ AŞAMAYIZ
Geliyorum asıl meseleye, bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu durum. Efendim şu yaptı, bu yaptıyı bırakıyorum bir tarafa. Kimin yaptığını, nasıl yaptığını hepiniz biliyorsunuz. Kim yapar? Ülkeyi yönetenler yapar. Muhtar yapmaz, sivil toplum örgütü yöneticisi yapmaz, esnafı yapmaz, çiftçisi yapmaz, sanayicisi yapmaz, işsizi yapmaz, işçisi yapmaz. Neden? Bunlar ülkeyi yönetmiyorlar. Yönetme erkinde olanlar ülkeyi alıp doğru dürüst yönetmek zorundadırlar. Eğer bugün bir krizle karşı karşıyaysak, demek ki iyi yönetilmiyoruz.
Ben size neyi anlatacağım, ben size şunu anlatacağım… Umutsuzluğa kapılmayın, Türkiye bu krizden rahatlıkla çıkabilir. İyi yönetilirse 6 ayda, iyi yönetilmezse 6 yılda bu krizi aşamayız. Ben size gayet net söylüyorum, iyi yönetilirse 6 ayda. Hani yarın sabah krizden çıkarız dersek, size doğruları söylememiş olurum. Nasıl çıkarız? Ağustos’un hemen başında 13 madde halinde “bu krizden nasıl çıkılır”ı anlattım. Bu krizden nasıl çıkılır? Bunlardan bazıları kısa vadeli, bazıları orta vadeli, bazıları uzun vadeli. Ama siz hem topluma, hem dünyaya güven vermek zorundasınız, belirsizliği ortadan kaldırmak zorundasınız. Sanayici de, esnaf da, tüccar da yarın ne olacağını bilmeli ve önümüzdeki yıl ürününü kaça satacağını da bilebilmeli. Yani bir toplumun önüne belirsizlik koyarsanız o toplumu yönetemezsiniz. Önce belirsizliği kaldırmanız lazım. Herkes ne yapacağını bilecek. Çiftçi ne yapacağını bilecek, sanayici ne yapacağını bilecek, memur maaşının ne olacağını bilecek, ithalatı, ihracatı ne olacak bütün bunların tamamını bilecek. Yani geleceği planlayacaksınız.
BİR TOPLUM ÜRETİYORSA, O TOPLUM DÜNYANIN HER TARAFINDA SAYGINDIR
Peki bir soru, bir ülke geleceğini nasıl planlar? Öyle ya biz yarın sabah ne olacağını bilmiyoruz; ama gidin Japonya’ya, gidin Amerika’ya, gidin Fransa’ya, gidin Almanya’ya, gidin Papua Yeni Gine’ye veya gidin Yeni Zelanda’ya onlar yarını değil önümüzdeki 50 yılda ne yapacaklarını gayet iyi biliyorlar. Çünkü planlıyorlar önümüzdeki 50 yılda ne olacak, dünya nereye gidecek bunu biliyorlar ve ona göre planlıyorlar. Neyi planlıyorlar? Bir, eğitimi planlıyorlar. Bugün okula giden çocuklarımız çalışma yaşına geldiklerinde öğrendiklerinin yüzde 80’i değişecek. Bakın bugün okula giden çocuklar öğrendiklerini çalışma yaşına geldiklerinde yüzde 80’i yok olacak. Bazı meslekler tamamen ortadan kaybolacak. Peki biz bunları biliyor muyuz? Hayır. Buna uygun bir planlama yaptık mı? Hayır. Niye yapmıyoruz ve hangi gerekçeyle yapmıyoruz? Eğitimle ekonomi arasında, eğitimle dış politika arasında, eğitimle esnaf arasında, eğitimle sanayici arasında, eğitimle gelecek arasında bir planlama kurmak zorundasınız geleceğinizi sağlıklı inşa edecekseniz. Bir toplum eğitimsizse başkaları tarafından yönetiliyor demektir. Eğitimli bir toplum hem kendisine, hem yaşadığı ülkeye güven verir. Çünkü eğitimli toplum dünyayı sorgulayan toplum demektir, siyaseti sorgulayan toplum demektir, geleceği sorgulayan toplum demektir. Bizim atalarımız sorgulamayan kişiye kara cahil derlerdi. Çünkü geleceği bilmeyen kişi demektir. Biz kara cahiller değil, toplumun geleceğini inşaa edecek yeni kuşaklar yetiştirmek zorundayız. Basiretli bir siyaset bütün bunları düşünür. Geleceği düşünen bir siyaset bütün bunların tamamını organize eder. Bizde bir Devlet Planlama Teşkilatı vardı, geleceği planlardı. Bugün bu planlama teşkilatı yok. Niye yok ve hangi gerekçeyle yok? Bir toplum nasıl güçlü olur ve bir toplum dünyada nasıl saygın olur? Bunun bilinen bir yolu var. Ekonomik yönü bilinen, bir de sosyolojik yönü var. Ekonomik yönü nedir? Üretmektir. Bir toplum üretiyorsa o toplum dünyanın her tarafında saygındır. Üretmek ne demektir? Sadece fabrikada üretmek değil, tarlada da üretmek demektir. Efendim ressam resim yapacak, sinemacı film çekecek, roman yazarı roman yazacak dünya çapında hayatın her alanında. Esnaf çalışacak, berberi çalışacak, kahvecisi çalışacak, çiftçisi tarlada çalışacak, herkes emek harcayacak, bir şeyler üretecek. Yani alın teri dökmektir, yani kimseye muhtaç olmamanın yolunu bireysel olarak da, kitlesel olarak da yaratmaktır. Kimseye muhtaç olmamak, Türkiye’yi kimseye muhtaç etmemek... Cumhuriyetin kuruluşunda bu felsefe vardır. Ben size farklı bir Atatürkçülüğü de kısa bir süre içinde anlatmak isterim. Atatürkçülük deyince ne anlıyoruz? İki şey var, Atatürkçülük deyince iki şeyi anlayacağız. Bir, siyasi ayağı. Ne der Atatürk? “Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir der.” Ne demek bu? Bayrağımın altında ben özgürce yaşamak isterim, kimsenin Türkiye’ye müdahalesini asla kabul etmem. Bu siyasi ayağıdır. “Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir…” O nedenle Sivas Kongresinde mandacılık reddedilmiştir. Ama ikinci önemli bir ayağı daha var. Onu da Atatürk şöyle söyler, “Savaş meydanlarında kazanılan zaferler ekonomik zaferlerle taçlandırılmazsa bağımsızlığınızı koruyamazsınız”. Yani ikinci ayağı ekonomiktir. Güçlü olursanız, kuvvetli olursanız, üretirseniz, o zaman herkes size saygı gösterir ve Türkiye bağımsızlığını kaybetmez. Ve o nedenledir ki Atatürk’ün yaptığı ilk iş millileştirmelerdir. Osmanlı diyoruz, elbette Osmanlı bizim atamız. İyisiyle, kötüsüyle bizim atamız, bizim atalarımız. Atalarımızla gurur duyar mıyız? Elbette gurur duyarız. Ama Osmanlının batışında, 600 yıllık Osmanlıyı düşünün, para basacak bankası yoktur Osmanlının. Peki ne zaman kendi milli paramızı bastık? 1930 yılında Merkez Bankasını kurduktan sonra. Peki Osmanlının demiryolu var mıydı? Bir metre bile demiryolu yoktu, yabancılarındı. Tamamı millileştirildi ve sonra 10 yılda demir ağlarla örüldü bütün Türkiye. Demokrasi elbette ki çok önemlidir. Kadın – erkek eşitliği elbette ki çok önemlidir. Kadının seçme ve seçilme hakkına kavuşması çok daha önemlidir. İsviçre’den önce, Yunanistan’dan önce, Japonya’dan önce Türkiye’de Kadına Seçme ve Seçilme Hakkı verilmiştir. Kadının yurttaş olması gerekiyor. Osmanlı’yla cumhuriyet arasında ne fark vardır? Osmanlı’da vatandaş kavramı yoktur, ahali vardır. Yani avam vardır, yani aşağı tabaka vardır. Cumhuriyet bunu reddetmiştir, nasıl? Cumhuriyet demiştir ki biz vatandaşız. Kimin vatandaşı? Türkiye Cumhuriyeti devletinin vatandaşıyız. Fark var mı? İster padişah ol, ister esnaf ol, ister çiftçi ol, ister sanayici ol, eşit haklara sahip olan vatandaşlarız. Vatandaşlık hakkına kavuşmuşuz. Neyle? Medeni kanunla. Osmanlının medeni kanunu var mıydı? Hayır yoktu. Vatandaş olmak nedir? Vatandaş olmak herkesin özel haklara vatandaşlık haklarına kavuştuğu bir devlet demektir. Vatandaşlık budur, cumhuriyet demektir. Benim haklarım var demektir. Çocuğumu okula göndereceğim benim haklarım var. Askere gideceğim, aynı zamanda yükümlülüklerim var, askere gideceğim. Aynı zamanda ben istediğim işi yapabileceğim, okula gidebileceğim, çocuklarım daha iyi okullarda okuyacak ve vatandaş olarak ben harcanan her kuruşun hesabını sorma hakkına sahip olacağım. Yani verdiğim her verginin hakkını nerelere harcandığını sorgulama hakkına kavuşacağım. Cumhuriyetle Osmanlı arasında bu kadar derin farklar var.
16 YILIN SONUNDA TÜRKİYE YENİ BİR EKONOMİK KRİZLE KARŞI KARŞIYA
Rahmetli Ecevit bir ekonomik krizden sonra Türkiye’ye Başbakan oldu ve o ekonomik krizin faturasını çok ağır ödedi. 16 yıldır iktidar olundu, tek başına olundu, bir koalisyon da söz konusu değil, 16 yılın sonunda Türkiye yeni bir ekonomik krizle karşı karşıya ve daha ağır bir ekonomik krizle. Daha işin başındayız. Bugün açıklandı aylık enflasyon yüzde 6.30. Niye bu krizle karşı karşıya kaldık? Planlama yapmadığımız için, geleceği iyi planlayamadığımız için. Şu salondakilere samimi olarak sormak isterim. Ben diyelim ki bundan 5 yıl önce veya 6 yıl önce bu salonda bir toplantı yapsaydım ve çiftçilerin tamamı burada olsaydı Bigalı üreticilerin, çiftçilerin, ben deseydim ki Türkiye 3 yıl sonra saman ithal edecek. Herhalde çiftçiler derlerdi ki ama bu Kılıçdaroğlu da amma da attı ya saman mı ithal edilir? Ama bugün saman ithal ediyoruz, mercimek ithal ediyoruz, nohut ithal ediyoruz, et ithal ediyoruz, canlı hayvan ithal ediyoruz. İthal etmediğimiz hiçbir şey yok. Niçin? Kendi kendisine yeten bir Türkiye, nasıl oldu da dışarıdan hizmet alan, dışarıdan ürün alan bir ülke haline dönüştü? Bunun sağı, solu yok. Bu işin A partisi, B partisi yok. Bu işin ölçüsü vatan sevgisidir. Kendisini vatanına ve milletine adayan siyasetçi, Türkiye’yi bu çıkmazlara asla getiremez. Bireysel çıkar peşinde koşan siyasetçi Türkiye’yi bu noktaya getirir.
Benim saraylarda gözüm yok, saraylarda otururum diye bir merakım da yok. Allah beni saraylarda oturtmasın, ben halkın arasında oturmayı severim, halkla birlikte yaşamayı severim. Bir yönetici halkından kopup saraya oturuyorsa o halkın adamı değildir, artık halktan kopmuştur o. Onun beslenmesi de, uçağı da, sarayı da, çevresi de tamamen halktan kopmuştur. Ve Türkiye bu noktadadır.
DÜNYAYA KENDİMİZİ YÖNETEMEDİĞİMİZİ İTİRAF EDİYORUZ
Niye krizle karşı karşıyayız? Geleceği planlamazsanız, har vurup harman savurursanız, elin parasıyla gerdeğe girerseniz bu olur, bu gelir başınıza. Borç alıyorsunuz. Osmanlı niye battı? Borçlandığı için battı. Borcunu ödeyemez noktaya geldiğinde Düyun-u Umumiye kuruldu, yöneticileri yabancılardı. Düyun-u Umumiye’de çalışan memur sayısı, dönemin Osmanlı Maliye Bakanlığında çalışan memur sayısından fazlaydı ve onlar neyi nasıl yapacaklarını Osmanlı’ya bildirirlerdi saraya, Osmanlı da onun gereğini yapardı. Bugün hangi noktadayız? McKinsey’e gittik, bir Amerikalı şirkete gittik. Amerikalı şirkete şunu söylüyoruz, bir ofis kurduk, 16 bakanlıktan yöneticiler var burada, sen gel bizi 3 ayda bir denetle, biz doğruyu mu yapıyoruz yanlışı mı yapıyoruz? Bu ne demektir? Ben Türkiye’yi yönetemiyorum, sen bize yönetecek yol göster demektir. Türkiye’yi yönetemeyenlerin iktidar olduğu bir yerde, Türkiye sırtını düzeltemez. Başkalarının talimatıyla iş yapacaksınız.
1922’de Atatürk mecliste gizli oturumda bir konuşma yapar, “Hangi ülkenin telkiniyle bir başka ülke büyümüştür veya kalkınmıştır. Tarihte böyle bir örnek var mıdır?” der. Ve İzzet Paşa’ya yollama yapar, İzzet Paşa da şunu söylemiştir, “biz kendimiz kendimizi yönetemiyoruz, dışarıdan birileri gelip bizi yönetsin” der. “Bu İzzet Paşa kafasıdır” der ve reddeder onu Atatürk. Şimdi biz kendimizi yönetemediğimizi itiraf ediyoruz dünyaya, bir ofis kurduk diyoruz, bir şeyler yapacağız sen 3 ayda bir gel bizi denetle ve bize 3 ayda bir rapor ver. Üstelik daha düne kadar Amerika’ya söylediğimiz kalmadı, Trump’a söylemediğimiz kalmadı, milli düşman ilan ettik, “bayrağımıza, ezanımıza saldıranlar” dedik; gittik bayrağımıza, ezanımıza saldıranlara gel bize yardım et dedik. Bu doğru mu arkadaşlar? Herkesin elini vicdanına koyması lazım. Herkesin geleceği ve Türkiye’yi düşünmesi lazım. Olay bir parti olayı değildir, bir parti olayı olmaktan çıkmıştır olay. Olay bir memleket olayıdır, bir Türkiye olayıdır, devasa bir Türkiye.
Bundan 5 veya 6 yıl önce Türkiye Cumhuriyetinin Tarım Bakanı Fransa’ya gitti. Fransız tarımına yaptığı katkı dolayısıyla şövalye nişanı verildi ona. Dikkatinizi çekerim, Türk tarımına değil, Fransız tarımına yaptığı katkı nedeniyle bizim Türkiye Cumhuriyetinin Tarım Bakanına şövalye nişanını verdiler. Şimdi o ülkeden bir sürü tarım ürünü ithal ediyoruz. Kim için? Fransız çiftçilere destek veriyoruz, Hollanda’daki çiftçilere destek veriyoruz, Amerika’daki, Arjantin’deki, Rusya’daki çiftçilere destek veriyoruz. Milyonlarca dolar para ödüyoruz. O paranın yarısını bizim çiftçiye verin, bırakın Türkiye’yi vallahi Ortadoğu’yu doyurur. Bütün bunları bilmenizi istiyorum ve sorgulamanızı istiyorum. Hayatı sorgulamazsanız aklınızı kullanmıyorsunuz demektir. Hayatın her tarafını sorgulamamız lazım. Bir şey alırken bile sorgularız hangisi ucuz, hangisi pahalı. Hangi dükkan ucuz satar, hangisi pahalı satar. Akıl var sorgulayacağız. Siyaseti de sorgulamamız lazım. Siyaseti sorgulamazsak olmaz. Siyasetçi çok şey söyler, çok konuşur, ben bunu biliyorum. Çok konuşandan da bir hayır gelmez onu da söyleyeyim. Siyasetçi dediğiniz ülkenin temel sorunlarına nasıl çözüm üretiyor bunu söylemesi lazım. Biz kendi seçim bildirgelerimizde bunların tamamını açıkladık. Planlama ne demektir ve planlamanın önemi nedir? Bir cümleyle söyleyeyim, planlama şudur, herkes üretecek herkes kazanacak ve kimse zarar etmeyecek. Planlamanın özü budur. Kim ne kadar buğday ekecek, kim ne kadar fasulye ekecek, kim ne kadar pancar ekecek, kim ne kadar mobilya üretecek, hangi okulda, hangi sınıflarda ne kadar mühendise, ne kadar doktora, ne kadar hakime, ne kadar teknisyene ihtiyacımız var? Bunların tamamı planlanır. Ne olur? Mezun olanın işi hazır olur. Çiftçi ne ekeceğini bilir, ne kadar kazanacağını da bilir. Herkes üretir, herkes kazanır. Planlamanın özü budur. Herkes buğday ekerse ne olur? Herkes zarar eder. Düşünün, Almanya’da bir sokakta üç tane berber varsa, dördüncü berberin o sokakta olmasına izin vermezler. Niçin? Dördüncü berberi açarsan bütün berberler zarar edecek. Sen nerede açacaksın dükkanı? Falan yere gidip, falan sokakta açacaksın kardeşim derler. Hayatı planlarlar. Neden? Her kaybettiğinizde milli servetiniz kayboluyor. Bir kişinin zarar etmesi o kişin servetini kaybetmesi anlına gelmiyor. O aynı zamanda Türkiye’nin kaybetmesi anlamına geliyor. Biz ne diyorduk? Herkes üretecek, herkes kazanacak. Neyle? Planlamayla yapacaksınız bunu. Toplumun geleceğini planlayacaksınız. Elin oğlu yapıyor da biz niye yapmıyoruz, ne eksiğimiz var?
“KONUŞAN TÜRKİYE” DEN, “SUSAN TÜRKİYE”YE GELDİK
Aramızda muhtar kardeşlerim var. Sizlerle ilgili çok çok güzel şeyler söyleniyor, vatan, millet, Sakarya her şey tamam. Peki, ne yapılıyor sizlerle ilgili, ne yapıldı? Muhtar, bu topraklarda yapılan ilk seçim Kastamonu’nun Taşköprü ilçesinde 1800’lü yıllarda yapılan ilk seçim bir muhtar seçimidir. Yani muhtarlar demokrasinin temel taşıdır derken biz bunu boşuna söylemiyoruz. Milletvekili seçiminden öncede yapılan ilk demokratik seçim Kastamonu’nun Taşköprü ilçesinde yapılan 1833’tü yanlış hatırlamıyorsam bir muhtar seçimidir. Peki muhtarlar demokrasinin taşı ise, muhtarlar demokrasinin teminatı ise muhtarlara demokrasinin öngördüğü değeri veriyor muyuz? Vermiyoruz. Ne zaman ki ben muhtarların neden sosyal güvenlik primleri yatmıyor dediğim zaman ya doğru söylüyorsun, onu karşıladılar kısmen. Yetiyor mu bu? Hayır. Muhtarların bütçesi var mı? Yok. Niye yok sizin bütçeniz? Siz seçimle gelmiyor musunuz? Niye sizin bütçeniz yok? Bir fakir gelip sizin kapınızı çaldığı zaman siz o fakirin fakirliğini en azından bir gece için gider için cebinizden para veriyorsunuz. Niye sizin bütçeniz yok? Fakir bir ailenin çocuğu üniversite sınavını kazandı kaydını yaptıracak, otobüs parası yok. Gelip ilk başvurduğu muhtardır. Otobüs parasını ona verebiliyor musunuz? Veremiyorsunuz bütçeniz yok. Niye bütçeniz yok? Muhtar, muhtar, muhtar, gayet güzel muhtar, başımızın üstünde yeri var ama muhtarın ve muhtarlığın öngördüğü bütçenin sağlanması lazım. Diyeceksiniz ki parayı nereden bulacaksın? Gayet basit, emlak vergisi ödenmiyor mu sizin mahallede? Ödeniyor. Nereye ödeniyor? Seçimle gelen belediyeye ödeniyor. Sizde seçimle geldiniz. Emlak vergisinin bir kısmı mahalle bazında muhtarlığın bütçesi olarak ayrılmalıdır ve o bütçede denetlenmelidir muhtar bu bütçeyi doğru harcadı mı harcamadı mı? Bunu söylüyorum ben. Niye söylüyorum? Eğer siz muhtarlık kurumunun güçlenmesini istiyorsanız koşulsuz ve önyargısız hepinizin gelip CHP’ye oy vermesi lazım. Bakın burada mütevazi değilim, gelip CHP’ye oy vermeniz lazım. Bu ülkede en büyük sorunumuz demokrasi eksikliğidir. Niye biz diyoruz medya çıktıktan sonra soru sorun? Çünkü çoğu vatandaşımız soru sormaktan korkuyor, o hale geldik. Bir ülkede demokrasi varsa vatandaş soru sormaktan korkar mı?
Abant’taydık, köylü kadınlar bir şeyler satıyorlar kendi ürettikleri. Televizyonlar da orada, kadının birisi dedi ki, “bu kameralar buradaysa ben konuşamam, olmadığı zaman konuşurum.” Bu bir siyasetçi değil, bir partili de değil, çok önemli bir yerdeki yetkili de değil. Köyünde üreten ve orada gelen kişilere ürününü satan bir kadın, konuşmaktan korkuyor. Şu Türkiye’nin geldiği hale bakın. Bir dönem rahmetli Demirel “konuşan Türkiye” derdi. Şimdi susan Türkiye’ye geldik. Niye susuyoruz? Herkes korkuyor. Böyle bir iklimde büyüme olmaz, böyle bir iklimde düşünce özgürlüğü olmaz. Düşünceyi ifade özgürlüğü yoksa kalkınma olmaz. Aklımızı niye kullanıyoruz? Hayatı sorgulamak için, geleceği sorgulamak için kullanıyoruz.
Muhtarlara söylüyoruz, sizin bir yeriniz var mı? Kiminin işte kiralık bir ufak yeri var, kimisi gerçekten kendisinin zor sığdığı bir yerde, kimisi daha iyi koşullarda bir yer bulmuş. Belediyelerin binaları var, niye muhtarların yok? İlla belediye binası kadar büyük olmasına gerek yok, ama herkes bilmeli ki şu bina bir muhtarlık binasıdır. Niye bunlar yok, niye bu vaatler yapılmıyor, niye bunlar söylenmiyor, niye bunlar istenmiyor, muhtarlar tarafından niye bunlar istenmiyor? Sizin bir çalışanınız yok yanınızda. Niye yok? Siz bir yere gittiğinizde kapatıyorsunuz kapıyı, niye yok? Belediye neden size bir kişiyi tahsis etmez ve ücretini belediye ödemez ve o neden bir yasal gerekliliğe bağlanmaz?
Değerli arkadaşlarım, kurumları saygın kılan o kurumların başındaki kişilerin kendi taleplerini özgürce dile getirmelerine bağlıdır. Eğer muhtar korkarak ses çıkarmıyorsa, başıma bir bela gelir diye ses çıkarmıyorsa, her şeyden önce kendi kurumuna zarar veriyor demektir.
Bizim başka bir düşüncemiz daha var. Bütün sosyal yardımların muhtarlar eliyle dağıtılması lazım niçin, neden muhtarlar eliyle bütün sosyal yardımlar dağıtılsın? Çünkü muhtar bir partinin adamı değildir. Muhtar tek başına çıkar, en demokratik seçim muhtar seçimidir, çıkar ben bu mahallenin, bu köyün muhtarıyım der. Vatandaş gider muhtara oyunu verir ve muhtar seçilir. Sizin birleşik oy pusulanız da yoktur niye yok? Ben şuna çok tanık oldum, orada parça parça böyle yazılmış küçük kağıtlar var, işte hangi muhtarı istiyorsanız kağıdı alırsınız rakip birisi gelirse diğer muhtarların pusulalarını alıp cebine koyar gider bir tane muhtarın kalır. Niye birleşik oy pusulanız yok sizin? Siz seçimle geliyorsunuz, millet sizi seçiyor. Niye bunun düzenlemesi yapılmıyor?
TÜRKİYE TEK ADAM REJİMİNDEN KURTULAMAZSA, HİÇ KİMSENİN SAĞLIKLI BİR GELECEĞİ YOKTUR
Değerli arkadaşlarım, demokrasi farklı bir şeydir. Demokrasi, bizim gibi düşünmeyen insanların düşüncelerini özgürce ifade ettikleri bir rejimin adıdır. Demokrasi bir düşünceler yarışmasıdır. Düşünceleri yasaklamak değildir, tam tersine düşünceleri açıklamaktır. Bir kişinin düşüncesi hepimize aykırı gelebilir; ama tarih göstermiştir ki, bir kişinin düşüncesi daha sonra dünyanın ortak düşüncesine dönüşmüştür. Sık örneğini veririm, ortaçağda birisi çıkmış demiş ki, “dünya düz değil arkadaşlar, dünya yuvarlaktır.” Adamı yakalamışlar, doğru engizisyon mahkemesine çıkarmışlar; sen nasıl dünya yuvarlaktır dersin, dünya düzdür. Bugün hepimiz biliyoruz ki dünya yuvarlaktır. Ama ilk bu sözü söyledi diye onu mahkemeye çıkarmışlar ve yargılamışlar. Dolayısıyla insan düşüncesinin önündeki bütün engellerin kalkması lazım. Düşünceye saygı göstermemiz lazım. Aslında düşünceye saygı göstermek inanca saygı göstermek demektir bir anlamda da. Çünkü sevgili peygamberimiz ne diyor? “İlim Çin’de bile olsa, gidin öğrenin” diyor. Bilime Müslümanlık kadar değer veren ikinci bir din de ben tanımadım, bilmiyorum. Eğer peygamber ilmin yeri Çin bile olsa, niye Çin örneğini veriyor, çünkü ulaşılamaz yer, zor ulaşılan yer o yıllarda, gidip bilimi öğreneceksiniz diyor. Hazreti Ali ne diyor? “Bana bir harf öğretenin 40 yıl kölesi olurum” diyor. Sevgili peygamberimizin güzel bir başka sözü daha var, bir hadisi daha var; “Alimin ölümü alemin ölümü gibidir” der. Bir alimin ölümünü bir alemin ölümüne bağlar. Peki biz üniversitelerde bilgi mi üretiyoruz, çocuklarımıza doğru dürüst eğitim mi veriyoruz? Hepimizin oturup yeniden düşünmesi lazım ve siyaseti yeniden sorgulaması lazım. Biz bunu yaptığımız zaman Türkiye’yi aydınlığa çıkarırız. Kendi sorunumuzu kendimiz çözeriz, ben umutsuz değilim. Niye kendi sorunumuzu çözemiyoruz? İlla Amerika’ya gideceğiz McKinsey’e diyeceğiz ki; gel bizi yönet, neyi doğru yapıyorum, neyi yanlış yapıyorum bana söyle. Sen niye oturuyorsun orada, niye oturuyorsun? Hangi devlet bizim büyümemizi ister, hangi devlet Türkiye’nin kalkınmasını ister? Hiçbirisi istemez arkadaşlar. Avrupa’nın kavgası nedir? Avrupa’nın kavgası şudur; 80 milyonluk Türkiye’yi kim doyuracak? Bize diyorlar tarımdan çekilin. Niçin? Kendi çiftçileri var, 80 milyon nüfus da burada var, bunları doyuracağız diyorlar. Buğdayı ben sana vereceğim diyor, ekmene gerek yok. Fasulyeyi ben sana vereceğim, samanı ben sana vereceğim, mercimeği ben sana vereceğim, baklayı ben sana vereceğim, soyayı ben sana vereceğim, yemi de ben sana vereceğim diyor. Senin bunları ekmene gerek yok diyor. Göreceksiniz önümüzdeki yıl bu fiyatlar böyle giderse Türkiye açlıkla karşı karşıya gelecek. Niçin? Çiftçi ekemeyecek, gübreye bakın yüzde 100 arttı, ilaca bakın yüzde 100 arttı. Süt yemine bakın yüzde 100 arttı. Süt üreticisinin haline bakın, markette satılan suyla bir litre süt neredeyse eşit fiyat haline geldi. Birisinde ineğiniz var besliyorsunuz, bakıyorsunuz, emek harcıyorsunuz, öbürü doğadan akan su şişeleyip satıyorsunuz. Lafla peynir gemisi yürümüyor, düşünmek ve emek gerekiyor. Kadını ve erkeği hep beraber şapkamızı yeniden önümüze koymamız lazım. Demokrasiyi ve standartlarımızı büyütmemiz lazım. Eğer tek adam rejiminden Türkiye kurtulamazsa hiç kimsenin sağlıklı bir geleceği yoktur. Bunu gayet net, gayet açıkça söylüyorum. Her platformda da rakiplerimle bir araya gelip özgürce tartışabilirim de. Bunun yapılması lazım. Yazıktır bu ülkeye, yazıktır günahtır.
LONDRA’DAKİ TEFECİLERE TESLİM OLMUŞ BİR SİYASİ İRADE VAR
Neden umutsuz değilim? Madem Biga’dayız, Çanakkale’deyiz, Çanakkale Savaşlarının yapıldığı yerdeyiz, tek adamın doğurduğu bir sonucu sizin bilginize sunmak isterim. Çanakkale Savaşları yapılırken yedi düvel geldi ve Çanakkale’yi geçemedi. Sonra bir adam gitti, bir anlaşmayı imzaladı, o yedi düvelin gemileri Çanakkale’den bir mermi atmadan geçtiler ve payitahta yani İstanbul’da Dolmabahçe’nin önüne demirlediler. 16 Mayıs 1919. Bir adam bir imza attı, bütün o gemiler geçtiler. Bandırma Gemisine bindi Mustafa Kemal Atatürk arkadaşlarıyla beraber, “geldikleri gibi giderler” dedi-dar grup kimisi 37, kimisi 40 diyor- arkadaşıyla beraber Samsun’a çıktı. Sivas, Erzurum, 9 Eylül 1922’de sonuç alındı ve düşman İzmir’den gönderildi. 40 kişiyle yola çıktılar ve Türkiye’nin bağımsızlığını sağladılar. Çünkü onlar haklıydı, onlar kendi ülkelerini seviyorlardı, kendi ülkeleri için mücadele ediyorlardı, bu ülkenin bağımsızlığı için mücadele ediyorlardı. İzzet Paşalar gibi bazıları dediler ,“bize bir manda lazım, tepemizde bir yabancı yönetici lazım, o gelip bizi yönetsin” dediler. Genç bir teğmen çıktı Sivas Kongresinde dedi ki “mandaya karşıyız”, Atatürk’e döndü, “mandayı siz isterseniz size de karşıyız” dedi. Biz kendi bağımsızlığımıza düşkün bir toplumuz. Bugün batılılar tarafından, egemen güçler tarafından yönetilen bir toplumuz, Türkiye bu hale sokuldu. Londra’daki tefecilere teslim olmuş bir siyasi irade var. Defalarca açıkladım, Allah aşkına girin şöyle bir bakın ya kaç lira ödedik bu Londra’daki tefecilere, kaç milyar dolar ödedik? Milyar dolar milyon demiyorum, milyar dolar ödedik. Niye ödedik bu parayı? Borç aldık. Ne yaptık? Bir Keban Barajı mı yaptık? Yok. Bir Atatürk Barajı mı yaptık? Yok. Bir Telekom mu kurduk, yeni bir Telekom? Yok. Ne yaptık bu kadar parayı, nereye gitti bu para? Sorgulamanız lazım. Kanaat önderi pozisyonundasınız, bunları onun için anlatıyorum. Bunu sorgularsanız, bu Türkiye’nin kurtuluşuna adım atmış olursunuz. Birlikte mücadele edeceğiz, teslim olmak yok. Niye faizler artıyor? “Efendim faizler artmasın…” E arttırıyorsun! Niye artırıyorlar? Londra’daki tefeciler diyor ki, faizleri artıracaksın yoksa ben sana para vermem, faiz artır diyor. Niçin? Parayı geri alır mıyım, almaz mıyım ona bakacağım diyor. Şimdi ne diyor? Faizi artırdı, yine güvenmiyor. Faizi artırdın ama yetmez diyor. Niçin? Bir tane de seni denetleyecek dışarıdan bir adam bulacaksın, McKinsey’i bulacaksın diyor. O üç ayda bir gelip seni denetleyecek, bütün bilgileri denetleyecek, bana rapor verecek, ben ondan sonra sana borç para veririm diyor. Türkiye’yi bu hale kim getirdi arkadaşlar, kim getirdi? Din, iman edebiyatıyla bu hale geldik ve Türkiye’nin dünyada saygınlığı yok. Üzülerek ifade edeyim saygınlığı yok. Kim bize saygı duyuyor? Mısır mı? Kadim dostumuzdu Mısır, kadim dostumuzdu. Mısır’da büyükelçimiz yok. Irak mı, İran mı, Suriye mi, Rusya mı, Amerika mı, Almanya mı, Fransa mı, kim? Kim kadim dostumuz, kim? Hani o “yurtta barış, dünyada barış” diyen Gazi Mustafa Kemal’i düşünün. Büyükelçi tayin ediyoruz, nerede milletvekilliği düşmüş adam varsa büyükelçi yapıyorlar. Büyükelçilik farklı bir şeydir. Devlette liyakat sistemi, bakın “krizden nasıl çıkılır”ın birinci maddesi “devlette liyakati bozmayacaksınız” diyoruz. Liyakat nedir? İşi ehline vermek demektir. Kim söylüyor bunu? Kuran-ı Kerim söylüyor. İşi ehline vereceksin. İşi ehline vermezsen olmaz, yürümez bu işler. Diplomasi ayrı bir şeydir, avukatlık ayrı bir şeydir, hakimlik ayrı bir şeydir, öğretmenlik ayrı bir şeydir, efendim cerrahlık ayrı bir şeydir. Her bir alanın uzmanlığı vardır. Göz cerrahı vardır, kalp damar vardır, sinir cerrahı vardır, dünya kadar branş vardır. Her birisinin ayrı bir alanı vardır. Liyakat budur. Öğretmenlik vardır, ama üniversite hocasıyla anaokulundaki hocanın görevleri farklıdır. Üniversite hocası anaokulunda ders veremez. Liyakati bitirdiler, darmadağın ettiler.
İKİNCİ KOZMİK ODA
O nedenle size son söyleyeceğim şudur, hepiniz düşünün ve vicdanınıza sorun, evlatlarınızı düşünün, çocuklarınızı düşünün, Türkiye’yi yabancılara teslim etmeyin, Türkiye yabancılara teslim edilecek bir ülke değildir. Türkiye yabancılardan talimat alacak da bir ülke değildir. Onurumuzla, dik başımızla yürümeliyiz. Atatürk, Osmanlının borcunu son kuruşuna kadar ödedi ama hiçbir kişinin kapısına gidip dilencilik yapmadı. Kendi onuruyla bu ülkeyi büyüttü ve kalkındırdı, zorluklarla yaptı bu işi. Her kuruşun hesabını millete verdi. Şimdi saray kaça yapıldı kimse bilmiyor. McKinsey’e hangi bilgiler verilecek kimse bilmiyor. O bilgiler bize verilecek mi? Hayır bize de verilmeyecek. Amerikalının bildiği bilgiyi ben bilemeyeceğim. “İkinci kozmik oda” diyoruz. Evet. Birinci kozmik odayı kime teslim ettiler? Bu ülkenin harim-i ismetine FETÖ örgütünü sokmadılar mı? Soktular. Şimdi McKinsey’iyi de maliyenin kozmik odasına sokacaklar. Kim ne kadar vergi ödedi, nedir Türkiye’nin hali, borcunu öder mi, ödemez mi, nedir, ne değildir, mükellef sayısı kaçtır bütün bu bilgileri alacaklar. Bizim bilmediğimiz pek çok bilgiyi de alacaklar, rapor yazacaklar. Kime? Tefeciler için yazacaklar ki tefeciler bize borç verilir mi, verilmez mi ona bakacaklar.
Kısaca söyleyeceklerim bunlar, takdir bu milletindir. Hepinize selamlar, saygılar sunuyorum, ikinci bölümde sorularınızı bekliyorum.


Genel Başkan Kılıçdaroğlu, toplantı sonrasında Biga'ya bağlı Yeni Çiflik Köyü'nü de ziyaret etti.


CHP lideri Kılıçdaroğlu, Yeni Çiftlik Köyü'nün ardından Karabiga Beldesi'nde de vatandaşlarla bir araya geldi.

Gündem'den Öne Çıkan Haberler