11.03.2019

CHP GENEL BAŞKANI GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU’NUN İSTANBUL ZEYTİNBURNU’NDA YAPTIĞI KONUŞMA (11 MART 2019)

CHP GENEL BAŞKANI GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU’NUN İSTANBUL ZEYTİNBURNU’NDA YAPTIĞI KONUŞMA (11 MART 2019)
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu İstanbul Zeytinburnu’nda, şoförler odası, spor kulüpleri, sivil toplum kuruluşları ve yöre dernekleri temsilcileriyle bir araya geldi.
Genel Başkan Kılıçdaroğlu burada yaptığı konuşmada şunları söyledi: Hepinize yürekten teşekkür ederim. Sayın Başkanımız da konuşmasına başlarken önemli bir kanaat önderinin hayatını kaybettiğini ifade etmişti, Mehmet Beşir Sağlamer, Mardinliler Konfederasyonu Başkanı, Allah rahmet eylesin diyoruz. Bugün burada sivil toplum örgütlerimiz, muhtarlarımız, Zeytinburnu’nun değerli kanaat önderleri var. Hepinize sözlerime başlarken merhabalar diyorum, hoş geldiniz, şeref verdiniz, onur verdiniz.


Kanaat önderi ne demek? İsterseniz oradan başlayalım. Kanaat önderi davranışlarıyla, konuşmasıyla toplumda güven duyulan kişi demektir. Bilgisi, birikimi, tecrübesi, her şeyiyle insanlar gider ona danışırlar ne yapalım, ne edelim diye. Kanaat önderi budur. Adı üstünde zaten, bir kanaat oluşturmadan önce bir öndere danışmaktır. Kanaat önderi budur. Bu bağlamda sivil toplum örgütlerinin başkanları birer kanaat önderidir. Muhtarlar birer kanaat önderleridir. Dolayısıyla kanaat önderlerinin böyle bir rolü vardır. Ama kanaat önderlerinin aynı zamanda sorumlulukları da vardır. Kanaat önderi olmak kolay bir şey değil, kanaat önderi düşüncesini oluştururken belli bir sorumluluğu üstlenerek o kanaatini oluşturur ve karşı tarafa aktarır. Bu bağlamda muhtarlarımız önemli birer kanaat önderidir. Zeytinburnu’nda bulunan muhtarlarımız da diğer muhtarlarda olduğu gibi önemli rollere, işlevlere sahiptirler.
“Birlikte yöneteceğiz” dedi Sevgili Adil Emecan. Birlikte yöneteceğiz ne demektir? Birlikte yöneteceğiz şu demektir, bir mahalleyle ilgili karar alacaksınız diyelim, mahallenin muhtarına sormadan, mahallenin muhtarına danışmadan karar alırsanız o birlikte yönetim değil, o bağımsız yönetimdir. Birlikte yönetim, bir mahalleyle ilgili bir karar alınacaksa mahallenin muhtarına sorulacak veya davet edilecek veya belediye meclisi üyesi olmasa dahi gel kardeşim belediye meclisinde sana konuşma hakkı vereceğim, kendi mahallenle ilgili derdi anlat diyeceksiniz. Birlikte yönetimden kastım budur. Toplumun kanaat önderlerine, sivil toplum örgütlerinin başkanlarına belli konularda düşüncelerine başvurmaktır, bu birlikte yönetmek demektir. Her şeyi ben bilirim anlayışı ortaçağ anlayışıdır. Ne demiş atalarımız? “Akıl akıldan üstündür.” Olur ya ben bir şeyi eksik bilebilirim, yanlış da bilebilirim, hatalı da olabilir, ama benim gibi düşünmeyen bir insanın veya bir kanaat önderinin görüşünü almak bir belediye başkanı için son derece önemlidir.
“Sosyal yardımları artıracağız” dedi Sayın Başkan. Sayın Başkan, Sayın Emecan, sosyal yardımları dağıtırken o mahallenin muhtarını asla göz ardı etmemek gerekiyor. Bir mahallede kim fakirdir, kim zengindir bunu en iyi iki kişi bilir, mahallenin bakkalı ve mahallenin muhtarı. Muhtar hangi mahallede kim zengin, kim fakir bilir. Sosyal yardımlar siyasi amaçlı dağıtılamaz. Sosyal yardımlar bir kişinin yoksulluğunu afişe etmeden, onun onurunu kırmadan ona yapılan yardımdır. Yani sağ elin verdiğini sol el görmeyecek. O nedenle muhtara başvurduğunuz zaman, ya ben bir sosyal yardım yapmak istiyorum kime yapıyım bu sosyal yardımı dediğiniz zaman, ilk muhatabınız muhtar olacaktır.
Neden muhtar dedim ya da mahallenin bakkalı? Yaşadığım bir olaydan ötürü bu düşünce benim kafamda da oldukça güzel bir şekilde yer etti. Bizden bir akademisyen, ODTÜ’te bir akademisyen Dünya Bankasıyla bir anlaşma yapıyorlar, Türkiye’de yoksulluk araştırması yapacaklar. Hoca ODTÜ’nün lojmanlarında oturuyor, nerede yoksul bilmiyor. Bir toplantıda konuşurken diyorlar ki, sen yoksulları öğrenmek mi istiyorsun, onlarla oturup konuşmak mı istiyorsun, gideceksin gecekondu bölgesine ya mahallenin muhtarına, ya da mahallenin bakkalına gideceksin; diyeceksin ki ben böyle bir araştırma yapıyorum, kim yoksul ben kimlerle gidip görüşeyim. O size kapı kapı verir şu eve, şu eve giderseniz araştırmayı sağlıklı bir şekilde sonuçlandırırsınız. Ve gerçekten de Dünya Bankasıyla ilgili yapılan en sağlıklı araştırmalar, o araştırma sonucunda ortaya çıktı. Gerçekleri bir şekliyle toplum öğrenmiş oldu. O nedenle muhtarlar önemlidir, onların mahallelerin en önemli kanaat önderi olduğunu kabul etmemiz lazım. Muhtarların başka bir rolü daha var. Bir vatandaşın en rahat ulaştığı seçimle gelen kişi mahallenin muhtarıdır, en rahat ona ulaşır. Çünkü muhtarın kaçacak bir yeri yok, gizlenecek bir yeri de yok. Bir yeri var, vatandaş gelecek derdini anlatacak, en rahat muhtara ulaşır. Muhtara gider derdini anlatır. Çünkü belediye başkanına ulaşmak veya milletvekiline ulaşmak, veya bakanlara ulaşmak veya derdini anlatmak bir sürü sıkıntıdır. Ama mahallenin muhtarına rahatlıkla ulaşabilir ve derdini anlatır. Dolayısıyla belediyeyle muhtarlar arasındaki ilişki, örneğin bir muhtarlık masasının kurulması gibi bir ilişki birlikte yönetim kültürünü güçlendirmiş olur. Ve her sorun bir şekliyle doğrudan doğruya belediye yönetimine intikal etmiş olur. Bu bizim birlikte yönetim anlayışının mihenk taşıdır. Bu taş önemli bir taştır.
Bir şey daha, şimdi değerli arkadaşlarım, gerçekten de Sayın Başkan düşüncesini ifade ederken söyledi “Burada bir kreş yok” diye. Zeytinburnu’nda 22 bin çocuk var 0-4 yaş grubunda - 22 bin küsur ama ben 22 bin yuvarlak rakam veriyorum devletin resmi rakamı - 22 bin çocuğun gideceği bir kreş yok. Kaç yıldır belediye var burada? Niye belediye Allah rızası için bir kreş yapmaz? Yani bu kentte yaşayan, belde de yaşayan annelerin güven içinde gelip çocuklarını bırakabilecekleri bir belediye kreşi niye olmaz? Gelecek Adil Emecan yapacak bunları, ben bundan eminim zaten, yapmak zorunda zaten. Eğer hizmetse en büyük hizmet budur. Bir anne çocuğunu getirecek güven içinde kreşe bırakacak. Belki pazara alışverişe gidecek, belki bir ev ziyareti yapacak, belki bir yerde bir cenaze var aileye uğrayacak, çocuğunu güven içinde bırakabileceği bir yer lazım. Özel kreşler de çok pahalı nasıl yapacak bu kadıncağız, aile nasıl yapacak? Bir belediyenin görevi nedir? Sosyal hizmet yapmaktır, fakirin, fukaranın yanında olmaktır, garibanın yanında olmaktır. Sosyal belediyecilik budur zaten. Varlıklı bir insana siz istediğiniz hizmeti götürün, duymaz bile bunu. Ama toplumun hizmet bekleyen kesimlerine hizmet götürmek belediye başkanının görevlerinden birisidir.
Başkanlara şunu söylüyorum ben nerede olursak olalım. Belediye başkanlarımıza diyorum ki, “Sizden iki şey bekliyorum. Bir, seçildiğiniz andan itibaren bütün belde halkını kucaklayacaksınız. Efendim bu mahalle bana oy vermedi ben buraya hizmet götürmeyeceğim. Hayır. Her mahalleye hizmet götüreceksin, eşit hizmet götüreceksin, kimseyi dışlamayacaksın, kimseyi ötekileştirmeyeceksin. Ama bir konuda ayrımcılık yapabilirsin. Nedir o? Eğer bir mahalle çok fakirse oraya pozitif ayrımcılık yap. Orada yaşayanların hayat standardını biraz yükselt.Bu insan olmanın da bir gereğidir zaten. Bir yerde ciddi bir yoksulluk varsa, bir yerde çocuklar yatağa aç giriyorsa belediye başkanının uyumaması lazım, yatmaması lazım. Oraya gidecek, o çocukların her türlü masrafını bir şekliyle karşılamış olacak.
İkinci şey, belediye başkanı para harcar. Kimin parası bu? Milletin parası. Bütçesi var mı? Var. Kimin bütçesi, bütçeyi kim finanse ediyor? Millet finanse ediyor. Su içerken, elektrik yakarken hayatın her alanında vergi ödüyorsunuz. İnşaat yaparken ruhsat alıyorsunuz, harç ödüyorsunuz. Dolayısıyla milletin parasını harcayan belediye başkanının, yaptığı harcamanın her kuruşunu millete vermesi lazım. Bu nedir? Kul hakkına saygıdır. Her kuruşu! Çünkü çocuk doğduğu andan itibaren vergi verir. Doğduğu andan itibaren hepimiz, 82 milyon insan vergi ödüyorsa, vergilerin nereye gittiğinin de hesabının verilmesi lazım. Hesap vermek bir belediye başkanı için onurlu bir olaydır, onur vesilesidir. Gururlu bir olaydır. Ben harcadığım her kuruşun hesabını millete veriyorum demek kadar gururlu ve onurlu bir şey yoktur. Arkasında siyah bir nokta bırakmamak, leke bırakmamak hesap vermekten geçer. Bir kişi hesap vermekten kaçınıyorsa bilin ki malı götürüyordur. Normal bir insan hesap verir, niye hesap vermesin yani. 100 lira geldi, 100 lirayı nereye harcadı. Söylüyorum hesap vermek nedir? Hesap vermek şudur, bardak aldım diyebilirsiniz güzel bardak aldın. Kaça aldın kardeşim bardağı? Bu bardak 5 liraya satılıyor sen bunu 15 liraya alıyorsan, 10 lirayı bir yere götürdün demektir. 5 liralık bardağı 5 liraya alıyorsan zaten diyeceksin, vatandaş da soracak bakkala bardağın fiyatı neydi 5 lira. Diyeceksiniz ki belediye başkanı düzgün çalışmış. Hesap vermiyorsa bilin ki bu 5 liralık bardağı 15 liraya almıştır. 10 lirayı bir şekliyle götürmüştür. O nedenle demokrasilerde hesap vermek en önemli olaylardan birisidir. Demokrasinin çıkış kaynağı hesap vermekten geçmiştir. Buna dikkat etmemiz lazım.
Efendim bir başka olay, Sayın Emecan bir şey daha söyleyeceğim. Bütçe görüşmeleri sırasında çıktım şu açıklamayı yaptım dedim ki, “Asgari ücret net 2 bin 200 lira olmalı.” O zaman daha mutfaklarda yangın yoktu, zam bu ölçülerde olmamıştı. Ocak ayı. O zaman daha henüz krizin başındaydık. Yani likidite krizi vardı, reel sektörü vurmamıştı daha. Oturdular uzun uzun konuştular şu bu falan. Kılıçdaroğlu ne demiş? 2 bin 200 lira. Ne var? İki tane 2, 2 tane de sıfır var. O zaman biz de açıklayalım dediler kaç lira? 2 bin 20 lira olsun diye. Allah akıl fikir versin ne deyim.
Sayın Emecan, Zeytinburnuluların desteğiyle inşallah Zeytinburnu Belediye Başkanlığı koltuğuna oturacaksın, oturduğun aydan itibaren asgari ücret net 2 bin 200 lira olacak. Ben bunu istiyorum. Diyeceksiniz ki, 2 bin 200 lirayı verecek de nereye gidecek bu para? Esnaf kazanacak 2 bin 200 lirayla. 2 bin 20 lirayla 2 bin 200 lira arasındaki farkla daire mi alınır, apartman mı alınır, otomobil mi alınır? Yok. Buzdolabı mı alınır? Yok. Ne olacak? Esnaf kazanacak. Hangi esnaf? Zeytinburnu esnafı kazanacak, siz kazanacaksınız, vatandaş kazanacak, asgari ücretli kazanacak. İki, 1 Ocak’la - 1 Nisan arasındaki asgari ücret farkını da belli bir takvim içinde ödeyeceksiniz. Nasıl bizim belediyelerde 1 Ocak’tan itibaren 2 bin 200 lira olduysa Zeytinburnu’nda da 1 Ocak’tan itibaren 2 bin 200 lira olacak diyeceksin. Söz mü? Güzel, söz verdi.
Başka bir şey daha istiyorum, o daha önemli bana göre. Belediye başkanı olduktan sonra efendim şurada işte işçiler bana oy vermediler, 7 tane işçi oy vermedi ben bunların işine son vereyim. Sakın, hiç kimsenin aşıyla, hiç kimsenin işiyle uğraşmayacağız. İşini yaptığı sürece, hangi partiye oy verirse versin herkesin ücretine sahip çıkacaksın, işine ve aşına sahip çıkacaksın. Söz mü başkan? Eyvallah.
Bunlar önemlidir değerli arkadaşlar, bunlar yeni bir kültürdür. İnsanı kucaklama kültürü, ayrıştırmama kültürü, ötekileştirmeme kültürü. Zeytinburnu İstanbul’un gözbebeği olan yerlerden birisi. Buranın kendine özgü bir kültürü var zaten. O kültürü de yok ettiler. O kültürü yeniden ayağa kaldırmanız lazım. Burada her kimlikten insanımız, her inançtan insanımız var, hiç kimseyi ötekileştirmemek, herkesi kucaklamak belediye başkanının görevidir ve bunu yaptığı zaman zaten o zaman Zeytinburnu’nun belediye başkanı olacaktır. Biz bunu birlikte elbirliğiyle yapıp hayata geçireceğiz.
İstanbul’un temel bir sorunu daha var. Gençlerin uyuşturucu bağımlılığı çok ciddi bir sorun. Bize ait olan belediyelerde, CHP’li belediyelerde bu konuda ciddi önlemler alınıyor. Kültür merkezleri, spor merkezleri, yani gençlerin kötü alışkanlıklardan kurtulması için onlar için özel mekanlar, özel yerler yapılıyor. Gelecek spor yapacak, gelecek kitap okuyacak, kütüphanesi olacak, kültürle, sanatla buluşturacağız, sporla buluşturacağız o gençleri. O nedenle spor kulüplerine yapacağınız her yardım gençleri kötü alışkanlıklardan kurtarma yardımıdır. Genç işsizse, yapacak hiçbir işi yoksa -ki işsizlik bütün kötülüklerin anasıdır diyoruz - gidecektir yanlış yollara sapacaktır. Buradan gençlerimizi kurtarmamız lazım. O nedenle spora, sanata ve kültüre önem vermek gerekiyor. Gençleri kurtarmak lazım bu kötü alışkanlıklardan ve gençleri kucaklamak lazım.
İstihdam konusu, bakın kreş yapın dedim her mahalleye bir kreş, büyük mahallelere iki kreş, üç kreş. Kreş ne demektir? Sadece çocuklar gelip orada kalacak mı demektir? Hayır. Kadınlar orada işe başlayacak, bulaşık yıkamaktan tutun yemeğe kadar insanlar çalışacak. Kim bunlar Zeytinburnulu. Nerede çalışacaklar? Belediyede çalışacaklar. Herkesin işi olacak. Çocuklar da orada, o çocuklara sevgi gösterecekler. O çocuklar kendi çocukları. Dolayısıyla istihdam da yaratılacak, spora destek aynı zamanda istihdam yaratmak demektir.
Ekrem İmamoğlu arkadaşımızın, Büyükşehir Belediye Başkanımızın muhtarlarla ilgili olağanüstü güzel projeleri var. Bakın, az önce size söyledim muhtarların kanaat önderi olduğunu, kimin yoksul, kimin varlıklı olduğunu en iyi muhtarların bildiğini söyledim. Aramızda muhtar arkadaşlarım var, sizin bir bütçeniz var mı? Yok. Niye sizin bütçeniz yok siz seçimle gelmiyor musunuz? Üstelik siyasi parti seçimlerinden çok daha demokratik seçimlerle geliyorsunuz. İsminizle çıkıyorsunuz, vatandaş gelip size oy veriyor ve siz seçiliyorsunuz. Bir dönem aylıklarınız bile yoktu, kıyameti kopardık bağladılar. Şimdi diyoruz ki, muhtarlığın ayrıca bir bütçesinin olması lazım. Sorabilirsiniz muhtarlığın bütçesi nasıl oluşacak diye. Gayet basit, oturduğu ev dolayısıyla Zeytinburnulu kardeşlerim emlak vergisi ödemiyor mu? Ödüyorlar. Kimler ödüyor Zeytinburnulular. Nereye ödüyor? Belediyeye ödüyor. Belediye başkanı neyle geliyor? Seçimle geliyor. Yani emlak vergisinin yüzde 1’i muhtarlıklara bütçe olarak tahsis edilse ne olur? Niçin söylüyorum, şunun için söylüyorum, diyelim ki yoksul bir ailede çocuk üniversite sınavını kazanmış. Nereye gidecek? Samsun’a kayıt yaptırmaya gidecek, ailenin parası yok. En rahat ulaşacak kişi kim? Muhtar. Aile gelecek, oğlum Samsun’a gidecek, kayıt yaptıracak, otobüs parası istiyor. Kim verecek? Muhtar tutanağı tutacak, falan kişiye otobüs parası verdim, gitti geldi. Dönüşte de kardeşim biletini getiri ben defterime yazacağım diyecek. Bitti. Ayrı bütçesi olması lazım, bütçenin de hesabını vermesi lazım. Yani ben bu parayı aldım, bana teslim edildi ben şuralara harcadım, onun da denetlenmesi lazım. Dolayısıyla muhtarların da toplum içinde güçlü bir konuma getirilmesi lazım. Bu ben muhtarları çok fazla seviyorum diye değil, onu da söyleyeyim. Bu Türkiye’de demokrasi güçlensin diye, muhtarlık kişiye bağlı değil çünkü, bir kurumdur muhtarlık. O kurumun güçlenmesi lazım. Muhtarlık güçlendikçe, yerel yönetim güçlendikçe Türkiye’de demokrasi güçleniyor. Demokrasi daha güçlü hale geliyor. Bunu yapmak zorundayız.
Kentsel dönüşüm genelde şöyle yapılıyor. Bir yerde araziler çok değerleniyor, büyük olağanüstü rantlar oluşuyor, orada gecekonduda oturan vatandaşlarımız sürülüyor bir yerlere oraya milyon dolarlık villalar yapılıyor, rant onlara, bir avuç adama veriliyor. Rantı yaratan kimdi? O gecekonduda oturanlardı. Onlara pay veriliyor mu? Onlara pay verilmiyor.
Bir gerçeği ifade edeyim, biz ranta karşı değiliz. Çünkü nerede insan varsa orada rant var. Bir cadde yaparsınız caddenin iki tarafındaki dükkanların değeri artar, binaların değeri artar. Peki sorun nedir? Sorun şu, rant kimin hakkı? O rantı yaratan, oraya gelip gecekondusunu yapan insanların hakkıdır. Rant varsa rantı onlara vereceksiniz. Hak sahibine teslim edeceksiniz rantı. Yoksa getireceksiniz başka bir yerden insanları, parası, pulu olanları getireceksiniz en değerli arazileri, rantı onlara vereceksiniz. Burada yaşayanlar? İnsan yerine koymayacaksınız, İstanbul’un varoşlarına süreceksiniz, ya da git ne yaparsan yap. İstanbul’da Üsküdar var deniz manzaralı bir yer. Ne yaptılar? Onların camilerini yıktılar, elektriklerini kestiler, onları o bölgeden sürmek istiyorlar. Tek günahları gecekondu yapmışlar orada, gecekonduları boğazı görüyor o kadar. Sürecekler niçin? Oraya daha güzel binalar yapacaklar, milyon dolarlık villalara birileri gelip oturacak. O insanlara kimin sahip çıkması lazım? Belediye Başkanlarının. Ekrem İmamoğlu’nun böyle bir sorumluluğu var. Göreceksiniz Allah nasip eder de sizler destek verirseniz Ekrem İmamoğlu Büyükşehir Belediye Başkanlığı koltuğuna oturduğu zaman İstanbul’un rantını hak edenlere verecek.
Diyeceksiniz ki, siz CHP olarak böyle bir şey yaptınız mı? Yaptık. Nerede? İzmir’de yaptık. Hiç kimseyi bulunduğu bölgenin dışına göndermedik. Hiçbir aile, hiçbir çocuğu göndermedik niçin? O mahallenin değeri nedir biliyor musunuz değerli arkadaşlar. O mahalle kendi kültürünü oluşturmuş, o mahallede insanlar birbirini tanıyor, komşuluklar var. O mahallede sünnet düğünleri oldu, diğer düğünler oldu, çocuklar askere gönderildi, cenazeler kaldırıldı, yeni doğumlar oldu, insanlar birbirleriyle kucaklaştı. Yani o mahallenin insanları bir arada yaşamaya alışmış zaten. Siz bu mahalleyi, bu kültürü darmadağın ediyorsunuz, sürüyorsunuz her birisini bir tarafa. Bunlar insan arkadaşlar. Bunlar 30 yıldır, 40 yıldır, bazen 50 yıldır zaten orada oturuyorlar, orada çocuklarını evlendirdiler, orada doğumlar oldu, orada çocuklarını askere gönderdiler. Bütün bu kültür, bütün bu birliktelik darmadağın ediliyor. İşte bakın Kadıköy’de Fikirtepe’de verdiler müteahhide müteahhit yok ortada. Bütün o gecekondu sahipleri darmadağın oldu ne oldu, kim onlara sahip çıkıyor? İzmir’de şöyle yaptık, Büyükşehir Belediye Başkanı dedi ki, kentsel dönüşümün garantörü benim. Bütün tapuları benim üstüme yapacaksınız. Belediye aldı üstüne. Bütün herkese daire, plan, program yapıldı. Herkes geldi imzasını verdi, tamam. Düğünle, bayramla evleri yıkıldı, onlara güzel evler yapıldı, herkes taahhüt edildiği gibi gitti evinde oturdu, hiç kimse mağdur olmadı. Sonra belediye dedi ki, baştan tapuları bana vermiştiniz, binalarınız yapıldı, ben de takipçisi oldum, garantörü oldum, buyurun tapularınızı alın. Herkesin tapusu kendisine verildi, bitti. Bu halka hizmet etmek demektir. Eğer böyle yaparsanız zaten hakkı teslim etmiş oluyorsunuz. Aksi halde ciddi sorunlar çıkmış oluyor.
Efendim bir iki noktaya daha izninizle değinmek istiyorum sonra sözlerimi bitireyim. Türkiye cennet gibi bir ülke. Cennet gibi bir ülkede huzur içinde yaşamak istiyoruz, birlikte yaşamak istiyoruz. İstiyoruz ki herkes üretsin, istiyoruz ki herkesin işi olsun. Beka sorunundan söz ediyorlar. Beka sorunu ne zaman doğar bir ülke için? Eğer o ülke üretmezse beka sorunu doğar. Üretirseniz bölgenizin en güçlü ülkesi olursunuz. Almanya niye güçlü? Ürettiği için. Bir dönem ne oldu? Çin düşük işgücüyle Avrupa’nın rakibi oldu. Almanya baktı ki bir süre sonra bütün sanayi oraya kayacak. Ne yaptı? Endüstride 4.0 devrimini başlattı. Yapay zekalı makinalar. Makine ne demek? Yorulmaz, grev hakkı yok, toplu sözleşme hakkı yok, asgari ücret yok, basarsın düğmeye 24 saat çalışır, bedava çalışır. Bir üretirsin sonra çalışır. 4.0’ı buldular. Neden? Daha ileride ciddi bir riskle karşılaşmamak için.
Biz ne yaptık? Tarımı öldürdük, bakın ben size örnek vereyim, son 8 yılda yurtdışından gelen canlı hayvan ve ete biz kaç dolar para ödedik? 7,5 milyar dolar, son 8 yılda. 7,5 milyar doları bizim hayvan üreticilerine verseydik vallahi Ortadoğu’yu bile beslerdik, bırakın Türkiye’yi. Daha garip bir örnek vereceğim size. Sadece 2018’de Yunanistan’dan ithal ettiğimiz pamuğa ödediğimiz miktar 115 milyon dolar. Pamuk, öyle ya memlekette pamuk ekecek yer kalmadı. 115 milyar dolarlık pamuk ithal ettik. Başka? 28 milyon dolarlık da buğday ithal ettik. Orta Anadolu’ya ne diyorduk? Buğday ambarı diyorduk. Ambar bile kalmadı. Yunanistan’dan ne kadar tütün ithal ettik biliyor musunuz? 13 milyon dolarlık tütün. Hani Türk tütünü dünyada meşhurdu? Yunanistan’dan 13 milyon dolarlık tütün ithal ediyoruz. Bu ne demektir? İşte üretmezseniz Türkiye bu noktaya gelir. Üretmek ne demektir? Fabrikada da üreteceğiz, tarlada üreteceksin, hayatın her alanında üreteceksin ki dünyada söz sahibi olacaksın. Üretmezseniz ne olur? Başkalarının ürettiğini tüketen bir toplum olursunuz. Cumhuriyetin kuruluşuna bakın, kendi yakın tarihimize de bakın. Osmanlının parasını basacak bankası yoktu. Bizim milli bankamız ne zaman kuruldu? 1930 yılında Merkez Bankası kuruldu. O zaman kendi paramızı basacak bir bankamız oldu. Bir metre demiryolumuz yoktu milli. Bütün demiryolları millileştirildi. Tariş ne zaman kuruldu, Fiskobirlik ne zaman kuruldu, Toprak Mahsulleri Ofisi ne zaman kuruldu? Niçin kuruldu bunlar? Çiftçiyi korumak için. Ne zaman kapatıldı işlevsiz hale getirildi? Batılılar dediler ki, tarımla niye uğraşıyorsunuz siz? Türkiye neden toprak ekiyor, tarımı bize bırakın dediler. Şimdi bütün Avrupa 80 milyon Türkiye’yi kim besleyecek onun hesabını yapıyor. Az önce Yunanistan’dan örnek verdim, Yunanistan’daki tarım alanı bizden 10 kat daha küçük ve biz onlardan alıyoruz. Daha ne söyleyeyim ben?
Ve şu noktaya getirmek isterim. AK Partili kardeşlerime seslenmek isterim, 17 yıldır gidip oy verdiniz eyvallah, oy verdiniz diye asla kimseyi suçlamadım herkesin takdiridir, her takdir de başımın üstündedir. 17 yıldır gittiniz oy verdiniz. Ne istedilerse yaptılar. İstedikleri kanunu çıkardılar, istedikleri kararname çıkardılar, istedikleri valiyi tayin ettiler, istedikleri emniyet müdürünü tayin ettiler, istedikleri kişiyi müftü tayin ettiler, istedikleri kişiyi nüfus memuru tayin ettiler. Yani müsteşarı, genel müdürü herkesi tayin ettiler, istedikleri fabrikayı sattılar, istedikleri özelleştirmeleri yaptılar, istedikleri vergiyi topladılar. Ne oldu da 17 yılın sonunda Türkiye soğan kuyruğuna muhtaç hale geldi? Bütün vatandaşlarıma, özellikle AK Partiye oy veren vatandaşlarımın vicdanına sesleniyorum, bu soruyu kendi vicdanınıza sorun. Ne yaptık yani? Buğday ihraç eden bir Türkiye niye buğday ithal ediyor, niye pamuk? Bizim pamuğumuz, Çukurova’nın pamuğu ne oldu Allah aşkına. Bitlis’in tütünü, Adıyaman’ın tütünü ne oldu, ne oldu bu fabrikalar, niye bu hale geldik?
Ülkücü kardeşlerime de seslenmek isterim, milliyetçi diyorlar milliyetçilik başımızın üstüne. Bizim altıokumuzdan birisi de milliyetçilik zaten. Milliyetçi olmak nedir? Milliyetçi olmak vatansever olmak demektir. Milliyetçi olmak demek bayrağa sahip çıkmak, vatana sahip çıkmak demektir. Milliyetçi olmak budur. Milliyetçi olmak üretmek demektir, başkasına muhtaç olmamak demektir. Milliyetçi olmak demokrasiyi güçlendirmek demektir, her düşünceye saygı duymak demektir. Ve daha da önemlisi milliyetçi olmak demek askeri fabrikaları yabancı ordulara satmamak demektir. Her şeyi sattılar, ben şunu anlarım, bez fabrikasını sattın eyvallah, Sümerbank’ı sattın eyvallah, Etibank’ı sattın eyvallah, bunları anlarım. Tekel’i sattın eyvallah, hadi sattın diyelim, silah fabrikası yabancı orduya satılır mı Allah aşkına? Sakarya’daki Tank Palet Fabrikası, Fırtına obüslerini yapan fabrika. En büyük ortağı kim? Yüzde 49.9’la Katar ordusu. Nereye geldik biz, niye bu Milli Kurtuluş Savaşını verdik? Bizim dedelerimiz, bizim atalarımız niye bu mücadeleyi verdiler, silah fabrikalarını niye kurduk? 20 milyar dolar değeri, bugün kurmaya kalksanız 20 milyar dolar. O nedenle ülkücü kardeşlerime de sesleniyorum, ülkücülük sıradan bir olay değildir. Milliyetçilik sıradan bir olay değildir. Vatanı, bayrağı sevmek sözle olmaz. Rahmetli Ecevit’e her türlü ambargoyu koydular, her türlü sınırlamayı getirdiler ne dedi rahmetli Ecevit? “Biz milliyetçiliği duvarlara değil, Kıbrıs’ın Beşparmak dağlarına yazdık” dedi. “Milliyetçiliği Akdeniz’in sularına yazdık” dedi. Milliyetçilik budur. “Biz milliyetçiliği afyon tarlalarına yazdık” dedi. “Ekmeyeceksin” dediler, “Ekeceğim” dedi. Kimi korumak için? Kendi halkını korumak için. Birinin önünde diz çökmemek için. Milliyetçilik budur. Bizim milliyetçilik anlayışımız da budur. Hiçbir şekilde vatandaşlarımızın hiçbir kesimini ötekileştirmeyiz. Bayrağa kimin saygısı varsa, vatana kimin bağlılığı varsa başımızın üstünde yeri vardır. Ama birileri kalkar silah fabrikasını yabancı bir orduya satar ve birileri sessiz kalırsa biz onu milliyetçi kabul etmeyiz, kimse kusura bakmasın.
Değerli arkadaşlarım, bir seçime gidiyoruz, giderken sizden sadece bir şey istiyorum. Düşünün, elinizi vicdanınıza koyun ve oyunuzu öyle kullanın. İstanbul dünyanın en önemli kentlerinden birisidir. Üç büyük imparatorluğa başkentlik yapmıştır. Kendi kültürünü, kendi tarihini, kendi tarihsel dokularını bir anlamda büyük ölçüde yok etmiştir. Büyük camilerimiz, Osmanlının yaptığı o büyük camiler beton yığınları arasında kalmıştır. Eyüp’te anlattım burada da anlatayım. Bürokratken Endonezya’nın Bali adasına gittik bir uluslararası toplantı için. Uçaktan iniyoruz ev görünmüyor, etraf yemyeşil, sadece orman var. İndik aşağıya bizi götürdüler, beş yıldızlı otele götürdüler. Dedik ki burada ev görmedik doğru düzgün uçaktan gelirken. Pazar günü dediler bir sosyal programımız var sizi gezdireceğiz, bütün heyeti gezdireceğiz nedenini size anlatırız. Peki. Pazar günü oldu, bütün dünyanın değişik ülkelerinden gelen insanlarla beraber otobüslere bindik bize Bali adasını gezdiriyorlar. Hafif bir tepeye çıktık tepede bir anıt var, bir sütun. Dediler ki, bu sütun, bu anıt Bali halkı için kutsaldır, hiçbir bina bunu geçemez dediler. Yerin altına istediğin kadar in ama bu anıtı asla hiçbir bina geçemez. Buyurun Sultan Ahmet’e bakın, buyurun tarihi değerlerimize bakın. İstanbul İstanbul olmaktan çıktı, bir beton ormanına döndü. Çocuklar ancak caddelerde oyun oynuyorlar, park bile kalmadı. Oysa burayı alan büyük komutan Fatih, Haliç’te koyun otlatmayı bile yasaklamıştı yeşilliklere zarar gelmesin diye. Hani Fatih, hani Fatih hayranlığı, hani Sultan Ahmet, ne oldu bütün bunlara? Hepimizin sorumluluğu var. Benim de sorumluluğum var, ben bunları anlatmaya çalışıyorum. Ama kanaat önderisiniz sizler, sizlerin de anlatmanız lazım. İstanbul sadece benim İstanbul’um değil, Türkiye sadece benim Türkiye’m değil, bayrak sadece benim bayrağım değil, vatan sadece benim vatanım değil hepimizin. Ve hepimiz bu vatana sahip çıkmak zorundayız.
O nedenle Adil Emecan kardeşim inşallah Zeytinburnu’nun belediye başkanı olacaksın, Ekrem İmamoğlu’yla beraber İstanbul yeniden o görkemli günlerine kavuşacak, bütün tarih yeniden ortaya çıkacak, yeşil alanlar ortaya çıkacak göreceksin. Bütün bunları yapacağız, İstanbullu olmaktan ve İstanbul’da yaşamaktan da hep birlikte gurur duyacağız.
Hepinize en içten selamlar, saygılar sunuyorum. 

Gündem'den Öne Çıkan Haberler