27.01.2020

CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI VE PARTİ SÖZCÜSÜ ÖZTRAK'IN BASIN TOPLANTISI (27 OCAK 2020)

CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, bugün CHP Genel Merkezi’nde MYK gündemine ilişkin düzenlediği basın toplantısında şunları söyledi:



Devam eden Merkez Yönetim Kurulu toplantımızın gündeminde; Elazığ ve Malatya’da canımızı yakan deprem, İdlib’de bir türlü gerçekleşmeyen ateşkes ve Suriye’den sınırlarımıza yönelen göç dalgası, vatandaşlarımızı soğuk kış günlerinde ezen doğal gaz ve elektrik zamları, iktidarın son iki yıldır TCMB kasasından bir türlü çekmediği eli ve Türkiye’nin dünya liginde ve uluslararası göstergelerde giderek bozulan durumu vardı.

DEPREMİN ARDINDAN SEFERBER OLDUK
24 Ocak akşam saatlerinde merkez üssü Elazığ olan, çevre illerimizde ve yakın çevremizde hissedilen 6,8 büyüklüğünde bir deprem yaşadık. Son bilgilere göre depremde 40 vatandaşımız hayatını kaybetti, bin 607 vatandaşımız da yaralandı. Depremde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyoruz. Yakınlarına ve milletimize baş sağlığı ve sabır diliyoruz. Yine depremde yaralanan yurttaşlarımızın da bir an önce sağlıklarına kavuşmalarını temenni ediyoruz. Depremin hemen ardından vatandaşlarımızın yaralarını sarmak için tüm ülke seferber oldu. Başta sahada canla başla çalışan arama kurtarma ekiplerimiz olmak üzere herkese çok teşekkür ediyoruz. Genel Başkanımızın talimatıyla, Cumhuriyet Halk Partisi’nin yönetimindeki büyükşehir belediyelerimiz, kurtarma ve ilk yardım ekiplerini hızla deprem bölgesine gönderdiler. Gönderilen bu ekipler bölgede enkaz kaldırma ve kurtarma faaliyetlerine iştirak ettiler. Yiyecek, ısınma ve barınma ihtiyaçlarına destek oldular. Olmaya da devam ediyorlar.

ZORLUKLARI BERABER GÖĞÜSLEYEN BÜYÜK BİR MİLLETİZ
Yine Genel Başkan Yardımcılarımız Veli Ağbaba, Seyit Torun, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız ve çok sayıda milletvekilimiz bölgeye intikal ettiler. Durumu yerinde görerek Sayın Genel Başkanımıza da bilgi verdiler. Soğukların etkili olduğu deprem bölgesinde vatandaşlarımızın, başta ısınma ve barınma olmak üzere, acil ihtiyaçlarının karşılanması ve özellikle kırsal bölgelere yardımların ulaştırılmasında yaşanan sıkıntıların giderilmesi için sahada etkin çalışma ihtiyacı devam ediyor. Çok şükür zorlukları beraberce göğüsleyen büyük bir milletimiz var. Depremin ardından, aziz milletimiz güçlü bir dayanışmayla, dertte, tasada daima omuz omuza olacağını bir kez daha tüm dünyaya gösterdi.

AHLAK TARTIŞACAKSAK DEPREM VERGİLERİNDEN BAŞLAYALIM
Ancak her deprem sonrasında yaşanan sahnelerin, Elazığ depreminden sonrada tekrarlanması üzücüydü. Millet depremin acısıyla, “Depreme karşı önlem alınıyor mu, deprem vergilerine ne oldu, nasıl kullanıldı” diye sorunca memur bakanlardan fırçayı yiyiverdi. Arkasından da tehditler geldi. Enerji Bakanı, “Her şeyi devletten beklememeliyiz” dedi. İçişleri Bakanı, “Türkiye'nin deprem konusundaki yeterliliğini tartışmaya açmak, bu saatte yapılabilecek insanlık dışı bir davranıştır” diyerek iktidarlarına yönelik eleştirileri bastırmaya kalktı. Onun bıraktığı yerden AK Parti Genel Başkanı sözü devraldı, “20 yıldır bu hükümet depreme yönelik ne yapmış?” sorusunu soran vatandaşlarımızı ahlaksızlıkla suçladı. Madem ahlak tartışacağız, o zaman tartışmaya deprem için milletten toplanan vergilerin nereye harcandığını konuşarak başlamak en doğrusudur.

DEPREMİ ÖNLEYEMEYİZ AMA ÖNLEM ALABİLİRİZ
Erdoğan soruyor, “Depremi durdurma şansımız var mı?” Yani milletimize depreme razı olun telkininde bulunuyor. Bunları söyleyen Erdoğan, çok daha büyük depremlerde benzer kaderi Japonların neden yaşamadığını milletimize söylemiyor. Evet depremleri önleyemeyiz ama önlem alırsak depremin hasarını en aza indirebiliriz. Can kayıplarını en aza indirebiliriz. Bu da siyasetin ve siyasetçinin işidir. İktidarda olanların önde gelen görevidir. Dünyanın tüm demokratik ülkelerinde iktidar sahipleri hele hele böylesi acı zamanlarda eleştiriye, tenkitlere açık olmak zorundadır. Daha geçtiğimiz günlerde Avustralya’da yaşanan yangın sonrasında Avustralyalıların Başbakanlarına gösterdiği tepkileri tüm dünya izledi. Vatandaş tepkisini gösterdi, Başbakan tepkileri olgunlukla kabul etti.

VATANDAŞ DEPREM İÇİN TOPLANAN VERGİYİ SORUYOR
1999’da yaşanan depremlerin ardından geçici bir süre için Özel İletişim Vergisi getirilmişti. Bu vergi daha sonra AK Parti iktidarı tarafından 2004’ün hemen başında sürekli hale getirildi. Verginin kalıcı hale getirildiği 2004 - 2019 arasında 65 milyar Türk lirası toplandı. Bunu dolarla ifade edersek, 2004-2019 arasında yaklaşık 34 milyar dolar vergi toplanmış. Vatandaş da bunu soruyor… “17 yıldır iktidardasınız ve deprem vergisi alıyorsunuz, Elazığ’da Malatya’da ve bilinen tüm deprem bölgelerinde can kaybını ve tahribatı önlemek için neler yaptınız?” diyor. Kızmadan, tehdit etmeden, efendi efendi neler yaptıklarını bu iktidar açıklamak zorunda.

ÖNCESİNDE TARTIŞMAYALIM, SONRASINDA TARTIŞMAYALIM, NE ZAMAN TARTIŞALIM
Meclisimiz bunu üç ay önce tartışmak istemişti. Geçen Ekim ayında, Türkiye’nin depreme hazırlık durumu araştırılsın diye TBMM’ye bir önerge verilmişti. Bu önergede AK Parti ve MHP oylarıyla reddedildi. Türkiye’nin depremlere hazırlık durumunu depremden önce tartışmayalım, depremde tartışmayalım, depremden sonrada tartışmayalım. Peki biz bunu ne zaman tartışacağız, ne zaman bu hazırlık durumuyla ilgili fikirlerimizi, görüşlerimizi belirteceğiz?

DEPREMDE BİLE SİYASİ ŞOVU İHMAL ETMEDİLER
Millet deprem paralarını sorunca iktidar, “Siyaset yapmayın” diyor. Bunu soranlara da soruşturma açıyor. Ama bakıyoruz iktidar deprem enkazında dahi siyasi şovu ihmal etmiyor. AK Parti Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş, bugün bakanların basın toplantısında assolist sedasıyla toplantının sonunda depremde alınan önlemlerle ilgili konuşuyor. Sayın kurtulmuş hangi sıfatla bakanların basın toplantısına katılıyor, hangi sıfatla konuşuyor? Tam bir parti devleti uygulaması. Dert? Dert algıyı yönetmek. Sağ olsun derdin algıyı yönetmek olduğunu da Elazığ Valisi açık seçik ifade ediyor. O kadar acı var, insanlar yaşamını kaybetmiş Sayın Vali “Algı çok iyi” diyor. Algı yönetmek için penguen basını deprem bölgesinde seferber edilmiş. Tabi algı yönetimi dediğimiz zaman AK Parti Genel Başkanını da ihmal edemeyiz. Deprem bölgelerinde çalışmaların aksamaması için protokolün deprem bölgesine hemen gitmemesi genelde kabul gören bir yaklaşımdır. Orada çalışanlar göçük altındakileri mi kurtaracak, protokolle mi ilgilenecek? Fakat bakıyoruz, Erdoğan çalışmaların sürdüğü alana yanında bir VIP ordusuyla giriyor. Bir de nasılsa denk geliyor, aynı anda göçük altından bir depremzede çıkarılıyor. Erdoğan’ın tam önünden geçiriliyor. O sırada da kameralarla bu görüntüler alınıp, basına servis ediliyor.

ÖNLEMLER DEPREMDEN ÖNCE ALINMALI
Evet deprem siyasi şov konusu yapılmayacak kadar ciddi bir iştir. Ama deprem aynı zamanda bizim içinde bulunduğumuz bu coğrafyanın da bir gerçeğidir. Türkiye’nin neredeyse tamamı deprem riski taşıyor. Bu gerçekle, depremler yaşanmadan yüzleşmek ve tüm gelişmiş ülkelerde olduğu gibi depreme karşı tedbir almak zorundayız. Deprem riskiyle, depremle mücadeleye, deprem olmadan önce tedbir alınarak başlanır. Depremden sonrada kriz yönetimi yapılır. Ama baktığımız zaman bizim her iki konuda da ciddi eksiklerimiz var. Özellikle birincisinde.

DEPREM İÇİN 5 YILLIK SEFERBERLİK ÇAĞRISI
Artık aktif fay hatları üzerinde yerleşime izin vermemeliyiz. Ya da özel tedbirler aldıktan sonra bu yerleşime izin vermeliyiz. Esasen bu konuda kanunlarımız var. Aktif fay hatlarını da en ince detayına kadar biliyoruz. Ama kanunlara uyan yok. Rant söz konusu olunca gözler kanun görmüyor. Bu son depremde de gördük ki “Deprem değil, bina öldürüyor.” Bu nedenle bina envanterimizin depreme dayanıklılık durumunu bir an önce tespit etmeliyiz. Kentsel dönüşümü rant için değil depremin etkilerini en aza indirmek için kullanmalıyız. Güçlendirilecek binaları bir an evvel tespit etmeliyiz. Bunları güçlendirmeliyiz. Güçlendirmesi mümkün olamayan binaları da depremden yıkmadan önce biz yıkıp yeniden inşa etmeliyiz. Deprem bölgelerinde nüfusun yoğunluğunu artırmamalıyız. Sanayi, finans, iletişim başta olmak üzere stratejik alt yapılarımızı ülkenin dört bir yanına dengeli bir şekilde dağıtmalıyız. Bunun planlarını bir an önce yapmalıyız. Ve bunları vakit kaybetmeden uygulamaya koymalıyız. Başta İstanbul olmak üzere depremler için şimdiden kriz masası oluşturmalıyız. Deprem için yapılan kriz senaryolarını yeniden gözden geçirmeliyiz. Toparlanma ve barınma alanlarını yeniden belirlemeli ve bunların sayılarını çoğaltmalıyız. Ranta teslim edilenleri kurtarmalıyız. İletişim ve ulaşım alt yapımızı deprem sonrası için hazırlamalıyız. Gördüğünüz gibi yapılacaklar listesi çok uzun. Bunların hepsi kaynak ve zaman gerektiriyor. Kaynaklarımızı da, zamanımızı da doğru ve verimli kullanmak zorundayız. Bu konuda bizim iktidara açık bir çağrımız var. Siz iktidar olarak kendinize çılgın projeler arayıp duruyorsunuz. Biz size son derece akıllı bir proje öneriyoruz. Gelin aktif fay hatlarında ve hassas deprem bölgelerinde kentsel dönüşüm gerçekleştirmek üzere gelecek 5 yılı seferberlik yılı olarak ilan edelim.

HAYATTA KAL PROJESİ
Müteahhitleri rant için değil, hayat için seferber edelim. Ortak aklı kullanarak uygun finansman yöntemlerini derhal devreye alalım. Depreme karşı en son inşaat teknolojilerinden yararlanalım, buna uygun inşaat teknolojilerini gerekiyorsa biz geliştirelim. Bu projenin adını da “Hayatta Kal Projesi” koyalım. Böyle bir seferberlikle sadece milyonların hayatını kurtarmayız. Ekonominin ihtiyaç duyduğu güven ve talebi de yaratırız. Ekonomiyi içine düştüğü çukurdan çıkarırız, milyonlarca insana yeni iş imkanları sağlarız.

YILDIRIMLARIN FORMÜLÜNÜ İŞSİZ GENÇLERİMİZ DE ÖĞRENSİN
Demokratik ülkelerin alamet-i farikası, yöneticilerin halkına hesap vermesidir. Ama bu iktidarın halka hesap vermekten hoşlanmadığını hepimiz biliyoruz. Hesap vermek istemeyenler arasında eski Başbakan Binali Yıldırım da var. Gazeteci Sayın Mehmet Yılmaz uzun zamandır kendisine bazı sorular soruyor. Binali Yıldırım’ın çocuklarının yedi denizde yük taşıyan 30’a yakın gemisi var. Dördüncü güce mensup bir arkadaşımız millet adına bunların nasıl alındığını öğrenmek istiyor. Sayın Yıldırım, dünyada sorumluluk makamında oturan her siyasetçi gibi medeni bir şekilde bilgi vermek, kamuoyunu aydınlatmak yerine yazarı dava ediyor. Bu memlekette her dört gençten birisi işsizken, Sayın Yıldırım ve ailesinin büyük girişim başarılarının sırrını öğrenmek, herhalde tüm gençlerimizin hakkıdır.

MİLLETİN PARASINI HARCADIKLARINI HATIRLASINLAR
Ülkemiz açısından diğer bir önemli mesele ise Suriye ve İdlib’dir. İdlib’de ateşkes bir defa daha yürümedi ve çatışmalar yeniden başladı.  4 milyon kişi yaşıyor İdlib’de ve bunların 400 bininin şimdi bizim sınırlarımıza doğru hareket halinde olduğu, büyük bir kısmının da sınırlarımızda yerleştiği AK Parti Genel Başkanı tarafından söyleniyor. Bunların içinde eli kanlı radikal teröristlerin de olduğu bölgede yaşayanlar tarafından ifade ediliyor. Erdoğan şimdilik bunlara Türkiye sınırına yakın yerlerde 10 bin briket ev yapılacağını söyledi. Herhalde bu evlerin parası da bizim vergilerimizden çıkacak.  Ama burası Suriye toprağı değil mi? Suriye ordusu bu briket evlerin yapıldığı yerlere geldiğinde ne olacak? Bu iş Suriye’nin meşru yönetimiyle görüşülmeden hallolmaz. “Suriyeliler için 40 milyar dolar harcadık, bir 40 milyar dolar daha harcarız” diyenler artık milletin parasını harcadıklarının farkına varmalı ve bu milletin sırtından kurban kesmekten vazgeçmelidirler. Milletin ilave bir 40 milyar doları daha taşıyacak hali kalmamıştır.

ELEKTRİK, DOĞAL GAZ FATURASI DEĞİL PAVYON FATURASI
Kış aylarıyla beraber milletimizin doğalgaz, elektrik faturaları kabardıkça kabarıyor. Yazın yapılan zamlar şimdi cep yakıyor. Sosyal medyaya dönüp bakıyoruz, “Elektrik, doğal gaz faturası değil pavyon faturası geldi” diyorlar. Yurdun dört bir yanından Genel Merkezimize şikâyetler yağıyor. Doğal gaz faturaları, “Doğal gaz büzüşmesi var” denerek şişirilirken, millette yorganların, battaniyelerin altında soğuktan büzüşüyor. Millete ısıtıcı tayt giymeleri tavsiye ediliyor, bu taytların reklamları da yapılıyor.

KELİME OYUNUNDA MAHİRLER
Ülkeyi yöneten beyler, kelime oyunlarında maşallah çok mahirler. Benzine, mazota, şekere, çaya zam yapıyorlar, buna “Fiyat güncellemesi” diyorlar. Trafik cezasına, vergilere zam yaparlar, adına “Yeniden değerleme” diyorlar. Yüksek hızlı trene zam yapıyorlar, hem de olağanüstü zam yapıyorlar adına “İndirim oranı değişikliği” deyiveriyorlar. Büyümenin sıfır çektiği 2019’da, “Yeniden yükselişe geçtik” hikayeleri anlatıyorlar. Tabi bütün bunlar olurken bu durumda doğal gaz zammının adı da doğal olarak “Büzüşme zammı” oluyor.

VATANDAŞ “CEHENNEMİN DİBİNİ” YAŞIYOR
Ama saray ne derse desin. Milletin gerçekleri değişmiyor. Tencerelerde et yerinde dert kaynıyor. Millet alışverişini ucuza getirmek için kış günü market market, pazar pazar dolaşıp duruyor. Yetmediği yerde de yurttaşlarımız üç öğünü iki öğüne indirerek hayatlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Bin bir emekle alınan çocukların diplomaları iyi bir işe girmeye artık yaramıyor. Pek çok yurttaşımız aldığı ücretle insanca geçinemediğini açık seçik ifade ediyor. Vatandaş kendini dipsiz kuyuya düşmüş gibi hissediyor, kendi tabiriyle bu sene “Cehennemin dibini” yaşıyoruz diyorlar.

SARAY MİLLETİN ÇIĞLIĞINI DUYMUYOR
Bakın uzunca bir aradan sonra sendikalar ilk defa greve gitmeye karar verdiler. Birleşik Metal-İş ve Türk Metal greve gidecek. Sendikalar 5 Şubat için grev kararı aldı. İşverende buna lokavt kararıyla cevap veriyor. İşçiler resmi enflasyon kadar değil, yaşadıkları enflasyon kadar zam istiyorlar. Damadın kankasının yönettiği TÜİK’in enflasyon rakamlarına inanmıyorlar. Ama saray sosyetesi milletin bu sorunlarını, bu çığlığını duymuyor, görmüyor. Çünkü onların her daim keyfi yerinde. Kriz varmış, milletin geçim derdi varmış umurlarında bile değil. Onların bir eli yağda, bir eli de balda.

SATACAK BİR ŞEY KALMADI, MİLLETİN KEFEN PARASINA MUSALLAT OLDULAR
Şimdi memlekette satacak bir şey bırakmayınca Merkez Bankası kasasının dibini sıyırmaya başladılar. Saray iktidarı, seçimde harcamak için, TCMB kârına hatırlayacaksınız 2019 başında el koymuştu. Bu yetmedi Temmuz ve Ağustos aylarında Merkez Bankası’nın ihtiyat akçelerine de el koydular. Milletin kefen parasına musallat oldular. Bu şekilde iktidar geçtiğimiz yıl TCMB’den tam 78 milyar lira kullanmış oldu. Ama talan bu yılda sürüyor. 20 Ocak’ta TCMB’yi olağanüstü genel kurula götürdüler. Geçtiğimiz yıl kârı ve 2018’in ihtiyat akçesinden toplam 41 milyar liraya yine hazine olarak el koydular. Hani ekonomi geçen yıl yükselişe geçmişti? Hani bu yıl ekonomi şahlanış dönemine girecekti? Ekonomi şahlanıyorsa neden Merkez Bankası’nın paralarına peşinen el koyuyorsunuz?

GERÇEKLEŞMEYEN KÂRI ALDILAR İDDİASI
TCMB’den bu paraları almak için hükümetin son derece yaratıcı bir takım yöntemler geliştirdiği de dikkatlerden kaçmıyor. Başvurdukları muhasebe oyunları bugüne kadar başka hiçbir iktidar tarafından kullanılmamıştı. 15 Ekim ile 31 Aralık 2019 tarihleri arasında yapılan hesap oyunlarıyla, TCMB Kanunu’nun arkasından dolaşıldığı ve aslında gerçekleşmeyen bir takım kârların gerçekleşmiş gibi gösterilerek 22 milyar lira civarında bir kaynağın damadın başında olduğu Hazine’ye aktarıldığı iddia ediliyor. Böyle bir şey dünyanın neresinde olsa yer yerinden oynar. Neden? Çünkü bu paraları TCMB matbaasını çalıştırarak öder. Yani bir başka ifadeyle karşılıksız para basar. TCMB, bütçe açığını finanse etmek için karşılıksız para basarsa, bunun kalpazanlıktan farkı nedir? Sonunda bu uygulamayla milletin cebindeki para pul olur. Dünyanın hangi itibarlı ülkesinde bir Merkez Bankası değerini korumakla yükümlü olduğu milli parasına bu kötülüğü yapar? Bunu yapmaya razı olur iktidarın baskısıyla? Bu gidişin sonu pahalılıktır. Bunun sonu para politikasına olan güvenin tamamen bitmesidir. Bunun sonucunda faizlerin rekor üstüne rekor kırmasıdır. Bunun sonu işsizliktir. Bunun sonu milletin borç yükü altında inim inim inlemesidir. Damadın arkadaşının yönettiği TÜİK’in makyajlı rakamlarıyla dahi bu gerçekler saklanamaz. Bu konuda bir soru önergesini bu sabah TBMM’ye verdik. Burada saydamlığın çok önemli olduğunu düşünüyor ve hızla cevap bekliyoruz.

ULUSLARARASI ENDEKSLERDE BÜYÜK GERİLEME
Türkiye, maalesef ucube tek adam parti devleti rejimiyle çok ciddi bir kurumsal çöküş ve çürüme yaşıyor. Bunu sadece biz söylemiyoruz. Uluslararası karşılaştırmalarda ve uluslararası kurumların yayınladığı istatistiklerde bu gerçek açıkça görülüyor. Geçtiğimiz günlerde iki önemli göstergenin güncel sonuçları paylaşıldı. The Economist dergisinin Küresel Demokrasi Endeksi’nde Türkiye 2019 yılında, 167 ülke arasında 110. sırada yer aldı. 2014 yılında Türkiye aynı listede kusurlu demokrasiler ile otoriter rejimler arasında “Hibrit demokrasi” olarak tanımlanıyordu ve 98. sıradaydı. Şimdi, 110. sıraya gelerek hibrit demokrasi liginden otoriter rejime düşmemize sadece arada üç tane ülke kaldı. Yani hızla dibe batıyoruz, hızla otoriterleşiyoruz. Yine bir diğer önemli gösterge: Uluslararası Şeffaflık Örgütü tarafından yayımlanan “Yolsuzluk Algı Endeksi.” Yolsuzluk Algı Endeksi’ndeki yerimiz 2019 yılında 13 basamak birden kötüleşmiş ve Türkiye 91. sıraya düşmüş. 2013-2019 arasında Yolsuzluk Algı Endeksi’nde en çok düşüş yaşayan ikinci Ülke Türkiye. Burada da rekor kırıyoruz. Çok açık. Ucube tek adam parti devleti rejimi Türkiye’yi tüm uluslararası karşılaştırmalarda aşağıya doğru çekmeye devam ediyor. Bu rejimle geçecek her gün Türkiye için büyük kayıptır. Milletin aşını, işini büyütmek için güçlendirilmiş demokratik parlamenter sistemi bir an önce getirmek zorundayız.
Benim söyleyeceklerim bu kadar. Şimdi sorularınız varsa cevap vereyim.
Soru- Faik Bey, konuşmanızın başında 2004 – 2019 yılları arasında iletişim vergisi kalıcı hale geldikten sonra 34 milyar dolar para toplandığını söylediniz. Bu sadece tek kalemden deprem için toplanan para mı? Bir de hani diğer kalemlerde ne kadar toplandı ve bu paranın nereye harcandığını sizler biliyor musunuz?
Faik ÖZTRAK- Bu sadece o dönemde kalıcı hale getirilen, diğerlerinde de daha önce toplandı ama bu o dönemde kalıcı hale getirilen iletişim vergisi kapsamında toplanan para.

Soru- Nereye harcandığını biliyor musunuz?
Faik ÖZTRAK- Hayır nereye harcandığını bilmiyoruz. Daha doğrusu depremle ilgili olarak merkezi yönetim bütçesinden hangi harcamaların yapıldığı konusunda yeterli saydamlık yok. Bu konuda açık, seçik bazı bilgilere sahip değiliz. Oysa bu ülkenin en önemli gerçeklerinden biri deprem. Yani ekonomik kriz geçer, diğer şeyler geçer ama Türkiye’nin en büyük sıkıntısı olan deprem meselesi geçmeyecektir. Bununla ilgili mutlaka önlem almak gerekir. Ama bu konuda hangi önlemler alıyoruz, ne kadar kaynağı buraya veriyoruz, bugüne kadar ne yapıldı bunlara cevap veren yok. Bu sorulduğunda da sinirleniyorlar, tehdit ediyorlar.

Soru- Efendim FETÖ’den tutuklu eski MİT’çi Enver Altaylı iddianamesinde Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun danışmanının da ismi geçiyor. Kamuoyuna bir çok haberde yansıdı. Buna ilişkin değerlendirmeniz olacak mı? İkincisi, CHP yöneticilerinden son zamanlarda merkezi yönetim ifadeleri duyulmaya başladı. Daha önce İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun açıklamaları olmuştu. Depremle ilgili açıklamasında Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’da merkezi yönetim ifadesini kullandı. Merkezi yönetim ifadesiyle ne kastedilmeye çalışılıyor bunu biraz açabilir misiniz?
Faik ÖZTRAK- Şimdi son sorunuzdan başlayım. Deprem vergilerini kim topluyor belediyeler mi? Hayır merkezi yönetim. Merkezi yönetimden kastımız Ankara. Biz de soruyoruz, Ankara topladığı bu deprem vergileriyle ilgili olarak, deprem nedeniyle topladığı vergilerle ilgili olarak hangi önlemleri aldı? O nedenle merkezi yönetim diyoruz. Bu bir.
İkincisi, diğer konuyla ilgili Rasim Bey zaten gerekli açıklamaları yaptı. Benim bu açıklamalara ilave edilecek herhangi bir sözüm yoktur. Ama şunu söylemeyi görev bilirim. Bu partiye mensup ya da bu partide çalışan hiçbir kişi vatan haini olmaz, darbecileri desteklemez. Rasim Bey de hiçbir şekilde darbeyi, darbecileri desteklemez.
Teşekkür ediyorum.