25.12.2018

CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI ÜNAL ÇEVİKÖZ'ÜN AFGANİSTAN TEZKERESİ HAKKINDA GENEL KURUL KONUŞMASI

CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI ÜNAL ÇEVİKÖZ'ÜN AFGANİSTAN TEZKERESİ HAKKINDA GENEL KURUL KONUŞMASI
TBMM Genel Kurulunda görüşülmekte olan "Afganistan'da NATO'nun öncülüğündeki kararlı destek misyonuna ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi" hakkında CHP Grubu adına söz alan CHP Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Ünal Çeviköz şöyle konuştu:
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Afganistan'da NATO'nun öncülüğündeki kararlı destek misyonuna ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi hakkında Cumhuriyet Halk Partisi adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, bugün önemli bir gün; her şeyden önce Gaziantep'in kurtuluşunun yıl dönümü. Sarıkamış trajedisinin yıl dönümünü de maalesef üzüntüyle anıyorum. Aynı zamanda Iğdır'daki şehidimizin de ailesine, Türk Silahlı Kuvvetlerine ve ulusumuza başsağlığı diliyorum.
Bugün aynı zamanda dün Afganistan'da gerçekleşen bir terör saldırısı vesilesiyle yaşamını yitiren Afgan kardeşlerimizin ailelerine ve tüm Afgan halkına da başsağlığı dileklerimizi iletmek isterim.
25 Aralık, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün silah ve dava arkadaşı, Lozan kahramanı, Türkiye Cumhuriyeti'nin 2'nci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'yü de ebediyete intikalinin 45'inci yıl dönümünde rahmetle andığımız bir gündür. Aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyorum.
Değerli milletvekilleri, hazır tarihten söz açılmışken, Türkiye Cumhuriyeti ile çeyrek yüzyılı aşkın bir süredir varlık-yokluk savaşı veren Afganistan arasındaki ilişkilerin önemini hatırlatmak amacıyla bazı bilgileri paylaşmak isterim.
Türkiye ile Afganistan arasındaki dostluk köprüleri Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk döneminde atılmıştır. Kurulduktan sonra Türkiye Cumhuriyetini ilk ziyaret eden devlet başkanı Afganistan Kralı Emanullah Han olmuştur. Kral, Batılı ülkelerin "Başkent nasıl olsa İstanbul'a taşınır." düşüncesiyle büyükelçilik bile açmakta isteksiz davrandıkları Ankara'ya 20 Mayıs 1928'de eşiyle birlikte gelmiş ve bir hafta boyunca Atatürk'ün konuğu olmuştur. Bu vesileyle yine hatırlamakta yarar var, Ankara'nın ilk ve o dönemde tek modern oteli olan Ankara Palas'ın ilk yabancı konukları da Emanullah Han, eşi ve beraberindeki Afgan heyetidir.
Ulu Önder Atatürk, Kral onuruna yaptığı konuşmada Afgan halkıyla olan dostluğumuz hakkında şunları söylemiştir: "Saygıdeğer Kral, tarihin ne garip görünmeleri, dünya olaylarının ne anlamlı rastlantı ve benzeyişleri vardır. Hükümdar şahsınız, 1919'da, kahraman Afgan milletinin başında olarak, Asya'nın ortasında istiklal için mücadeleye atılırken, biz de aynı tarihte, burada, Avrupa'nın doğusunda, bütün uygar dünyanın gözleri önünde istiklal ve hürriyetimize vurulan darbelere göğüslerimizi siper ederek dövüşüyorduk. Size ve bize çektirilen bunca üzüntüler ve acılardan söz etmeye gerek yoktur. Yalnız, istiklal ve hürriyet âşığı milletler için o acı anlar, o acı sebepler uyanma aracı olmak üzere daima hatırlanmalıdır. Afgan milleti ile Türk milletinin tarihî olan dostluk bağlarını sağlamlaştıran ve doğrulayan başlıca sebebi de her iki milletin şerefli varlıklarını ve yüce ideallerini korumak için istiklal ve hürriyet prensibine aynı kuvvet ve imanla sarılmalarında aranmalıdır."
Afganistan ve Türkiye tarihî kaderde ve mücadelede ortak geçmişlere sahiptir. Afganistan'la kurulan dostluk ilişkisi, yapıldığı dönemde "Şark Parktı", "Dörtlü Şark Anlaşması", "Doğu Antantı", "Yakın Şark Paktı", "Ön Asya Bloku", "Asya Paktı" gibi isimlerle de anılan, resmî adı "Türkiye, Afganistan, Irak ve İran Arasında Ademi Tecavüz Muahedenamesi" olan ve 8 Temmuz 1937'de taraf ülkelerin dışişleri bakanlarınca imzalanan Sadabat Paktı'nın fikir babası da Atatürk'tür.
Pakta dâhil olan taraflar şu konularda mutabakata varmışlardı: Devletler normal ilişkilerini de iyi bir şekilde devam ettirecektir. Dünya barışının sağlanmasına yönelik kurulan Milletler Cemiyetinin kararlarına uyacak ve birliğe biat edeceklerdir. Anlaşmanın muhatabı olan devletler hiçbir şekilde anlaşmayı paravan olarak kullanarak birbirlerinin iç işlerine müdahil olmayacaklardır. İç işlerinde varılan mutabakat ve hoşgörü, aynı şekilde, daha önce çizilen ve kabul edilen genel sınırların korunması konusunda da geçerliliğini devam ettirecektir. Bu anlaşmanın imzalanmasının başlıca nedenlerinden biri, tarafların sınır anlaşmazlıklarının bir nebze de olsa çözüme kavuşturulabilmesidir. Taraflar, birbirlerinin çıkarlarının zedelenmesi, korunması konularında ortak maddelere dayanarak, birlik içinde hareket edeceklerdir. Pakta katılan devletler, hiçbir şekilde birbirlerine askerî veya siyasi bir saldırı içinde olmamanın yanı sıra böyle oluşumlara dâhil olmayı da asla kabul etmeyeceklerdir.
Sadabat Paktı'nın 7'nci maddesi ise bugün de bölgede çok önem taşıyan güvenlik sorununa karşı dört ülkenin birbirine taahhüdünü içeriyordu ve diyordu ki: "Yüksek âkitlerden her biri kendi hudutları içinde, yüksek âkitlerden diğer birinin müessesatını devirmeyi veyahut bu diğer devletin topraklarında nizam ve emniyete zarar vermeyi istihdaf eden silahlı çetelerin, birlik veya teşekküllerin kurulmasına mâni olmayı taahhüt eder." Paktın bizzat bu maddesi bile paktın ileri görüşlülük ve öngörüyle hazırlandığını göstermektedir.
Sadabat Paktı'yla Türkiye, doğu sınırlarını garanti altına almıştı. Dünya barışının sağlanmasına aykırı olan bütün hareketler dengeleri bozmaktadır. Bu düşüncenin korunması amacıyla pakt Orta Doğu barışını sağlamlaştırmıştır, bölgesel dostluk mutlak kılınmaya çalışılmıştır.
Türkiye ile Afganistan arasındaki dostluk ilişkileri Emanullah Han dönemiyle de sınırlı kalmamıştır. Emanullah Han'ın devrilmesinden sonra Kâbil Büyükelçimiz Yusuf Hikmet Bayur 24 Haziran 1930'da Mehmet Nadir Han'a güven mektubunu sunar ve görüşmesini de Ankara'ya şu sözlerle özetler: "24 Haziranda itimatnamemi verdim. Kral ile mükâleme esnasında ezcümle 'Kâffemiz Reisicumhur Hazretlerini başımız tanırız.' dedi." Yani Afgan halkı Atatürk'ü kendi başkanı olarak tanırdı.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün bu tarihsel kardeşliğe dayanan iki halkın dayanışmasını her koşulda sürdürmeyi sağlamak gerekmektedir. Afganistan'da NATO öncülüğündeki Kararlı Destek Misyonu kapsamında Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının yurt dışına gönderilmesine ilişkin tezkere, ilk olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 6 Ocak 2015 tarihinde kabul edilmiş ve 3 Ocak 2017'de de iki yıl daha uzatılmıştır.
Yetki istenen hususları açmam gerekirse, Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının NATO'nun Afganistan'da icra edeceği Kararlı Destek Misyonu ve devamı kapsamında yurt dışına gönderilmesi, aynı amaçlara yönelik olmak üzere yabancı silahlı kuvvetlerin anılan misyona katılmak için ülkemiz üzerinden Afganistan'a intikaliyle geri intikali kapsamında Türkiye'de bulunması hususlarıdır.
NATO'nun Kararlı Destek Misyonu, ISAF yani Uluslararası Güvenlik ve Yardım Kuvveti sona erdikten sonra kurulmuştur. Yani bu misyon savaşçı bir misyon değildir. Kararlı Destek Misyonu, Afganistan'ın genelinde güvenlik sorumluluğu üstlenecek Afgan ulusal güvenlik güçlerine eğitim, danışmanlık ve yardım sağlama amacıyla kurulmuştur. Bu misyonun hedefi, Afgan ulusal güvenlik güçlerinin ülke genelinde güvenlik sorumluluğunu bütünüyle üstlenmesini sağlamaktır. Ancak değerli milletvekilleri, hatırlamak gerekir ki 2015 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan Kararlı Destek Misyonunun tezkere metninde "İki yıl icra edilmesi planlamakta." ifadesi yer almaktaydı. Bu misyonun aradan geçen neredeyse dört yıla rağmen hâlâ görevine devam ediyor olması Afganistan'daki gelişmelerin başlangıçtaki planlarla örtüşmediğinin işaretidir.
Afganistan'daki Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarına ilişkin kararlarımızı yeniden değerlendirmemizi gerektiren 3 önemli gelişmeye dikkatinizi çekmek isterim. Öncelikle, NATO güçleri Afganistan'da görev yaptıkları süre boyunca El Kaide ve Taliban unsurlarıyla mücadele ettiler. Ancak bugün Amerika Birleşik Devletleri, Afganistan Hükûmeti ve Taliban'ın Afganistan'da barışın sağlanması için görüşmelere başlayacaklarına ilişkin haberler duyuyoruz. Öyle ki Taliban yöneticileri Katar'daki bir ofiste bu konuda çalışmalara dahi başlamışlar. Amerika Birleşik Devletlerinin Afganistan Özel Temsilcisi Zalmay Halilzad da Taliban'la barış müzakerelerini ilerletmek için Afganistan, Pakistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar'da temaslar yürütüyor. Bu durum Uluslararası Güvenlik ve Yardım Kuvveti ve Kararlı Destek Misyonunun etkinliğinin de sorgulanmasına yol açıyor.
İkinci olarak, Afganistan Cumhurbaşkanı Eşref Gani Şubat 2018'de Taliban'la barış görüşmelerini ve Taliban'ı bir siyasi parti olarak tanımayı içeren bir barış planını açıkladı. Her ne kadar ülkedeki kırılgan durum devam etse de ve ülkenin birçok bölgesinde Taliban'ın kontrolü sürse de Afganistan Hükûmeti ile Taliban arasındaki kanalların açılmaya başlaması önemli bir gelişme.
Son olarak, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Trump'ın Afganistan'daki Amerikan askerlerinin yarısını çekeceği açıklaması da Afganistan'daki dengeleri etkileyebilecek faktörlerden biridir. Bu durumda Afganistan'da güç bulunduran diğer ülkelerin üzerindeki yük ve sorumluluklar da artacaktır, Afganistan'daki Amerikan askerî mevcudiyeti 14 binden 7 bine düşecektir. Süren barış görüşmeleri ve Amerikan askerlerinin çekilmeye başlaması Türkiye'nin Afganistan'da şekillenmekte olan yeni tabloya hazırlanmasını da beraberinde getirmelidir.
Değerli Başkan, sayın milletvekilleri; işte, sözünü ettiğim bu gelişmelerin de ışığında Türkiye'nin Afganistan'daki varlığının yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir. Afganistan Hükûmeti ile Taliban arasında bir anlaşma olduğu takdirde Türkiye'nin Afganistan politikasını bu anlaşma esaslarına göre yeniden düzenlemesi gerekecektir. Kararlı Destek Misyonunun resmî sayfasına göre Haziran 2018 itibarıyla misyonda görev yapan 15.997 askerden 563'ü Türk Silahlı Kuvvetleri mensubudur. Bu misyona 39 ülke destek veriyor. Afganistan'da NATO şemsiyesi altında ve bölge barışı için yarar sağlayacak bir misyonda görev yapmak olumlu karşılanması gereken bir faaliyettir. Son gelişmeler ışığında Türkiye'nin NATO Kararlı Destek Misyonunda Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının sayısını azaltması gerekecektir. Bu durumun şimdiden altını çizmek gerekiyor.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Afganistan'da Amerika Birleşik Devletleri askerlerinin çekilmeye başlamasına değindiğimize göre Amerikan askerlerinin bir başka ülkeden yani komşumuz Suriye'den çekilmesini de dikkatle ele almamız gereklidir. 2018 Aralık itibarıyla Suriye'de yeni bir döneme giriliyor. Öncelikle bölgede yeni bir askerî hareketliliğin başlamasının herhangi bir olumsuzluğa yol açmaması önem taşımaktadır. Şunu belirtmekte yarar var: Amerika Birleşik Devletleri askerlerinin çekilmesinin Amerika önderliğindeki koalisyonun Suriye topraklarında IŞİD'e karşı sürdürdüğü mücadelenin tamamen sona erdiği ve koalisyon güçlerinin tümünün Suriye'den çekileceği anlamına gelmediği dikkate alınmalıdır. Nitekim koalisyona katılan diğer ülkelerin, örneğin Fransa'nın henüz askerlerini çekme niyetinde olmadıklarını açıklamaları da dikkati çekmektedir, üstelik Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron Amerika Birleşik Devletleri'nin kararından hoşnut olmadığını dahi söylemiştir.
Cumhuriyet Halk Partisi olarak öteden beri Suriye'nin egemenliğine, toprak bütünlüğüne ve siyasi birliğine önem verdiğimizi vurgulayan bir yaklaşım içinde olduk. Suriye topraklarında bulunan yabancı askerî unsurların zaman içinde Amerika örneğinde olduğu gibi çekilme kararı almalarının Suriye'nin geleceği hakkındaki kararları Suriyelilerin vermesine de olumlu katkıda bulunacağını düşünüyoruz. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak Suriye dâhil olmak üzere Türkiye'nin komşu coğrafyasını oluşturan Orta Doğu bölgesinde, mevcut tüm sorunların askerî güç kullanmaksızın, barışçı yollardan ve diplomasiye ağırlık verilerek çözümlenmesinden yanayız. Bu bütüncül yaklaşım, tüm aktörlerle diyalog içinde bulunmasını da gerekli ve zorunlu kılmaktadır. Bu bağlamda, Suriye ile Türkiye arasında Adana Mutabakatı ruhuna uygun olarak diyalog ortamının sağlanması da büyük önem taşımaktadır. Bunu bir kez daha ısrarla vurgulamak isterim.
Cenevre'de sürdürülen barış görüşmelerinin ve Suriye Anayasası'nın hazırlanması çalışmalarının bu bağlamda daha da önem kazandığını da hatırlatmak isterim. Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri'nin Suriye'den çekilme kararını bölgesel sahiplenme, iyi komşuluk ilişkileri ve iç işlerine karışmama prensibi çerçevesinde bir fırsata dönüştürmeyi başarmalıdır. Bizim tutumumuz bellidir: Biz, savaş çığırtkanlığı yapmaksızın, Orta Doğu'nun sorunlarını barışçı yollardan çözmek için Orta Doğu Barış ve İşbirliği Teşkilatının yani kısaca OBİT'in kurulması için Türkiye'nin öncülük yapmasını istiyoruz.
Önümüzde, önemli ve kritik bir dönemin başlayacağı anlaşılıyor. Türkiye, Suriye'de yeni bir misyon üstlenmeye hazırlanıyor. Suriye'den Amerika'nın kuvvetlerini çekmesi sonucu Türkiye IŞİD'le mücadeleyi Amerika'dan devralacağını söylüyor. Bu kararın askerî taktik ve stratejik operasyonel planlamalarının dikkatle yapılması gerektiği açıktır. Zira, IŞİD'in kalıntılarının bulunduğu Fırat Havzası, Suriye topraklarının sınırımızdan oldukça uzak bölgelerinde yer almaktadır. Bu tür bir harekâta hazırlanırken ABD'nin etkin lojistik ve istihbarat desteğinin alınması gerekecektir. Bu hazırlıkların sağlam temellere dayalı bir şekilde, özenle yapılmakta olduğunu ummak isteriz.
Amerikalıların, IŞİD tam anlamıyla bölgeden temizlenmeden çekilme kararı almasının ardında hangi saiklerin bulunduğu mutlaka dikkatle değerlendirilmelidir. Son haberlere bakılırsa, bizim desteğimizle kuzeyden Menbic'e doğru hareketlenen Özgür Suriye Ordusu'na karşı Suriye Rejim güçleri de güneybatıdan Menbic'e girmiş durumda. Türkiye'nin, İdlib'de olduğu gibi, Suriye rejim güçleriyle burun buruna bir karşılaşmaya doğru ilerlemekte olduğu gözden kaçmıyor. Bunlar dikkat edilmesi gereken çok kritik gelişmelerdir. Bizim vazifemiz bu uyarıları yapmaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; maalesef Orta Doğu dün olduğu gibi bugün de kan gölüne dönüşmüş durumdadır. Sayısız cihatçı örgüt ortaya çıkmış, bölgesel istikrar ve güvenlik ortadan kalkmıştır. Türkiye, Orta Doğu'da tarafsız bir bölge gücü olma özelliğinden yoksun bırakılmıştır. Tarafgirliğin Suriye'de sonuçlarını hazin bir şekilde gördük. Önümüzdeki dönemde Suriye ve Orta Doğu politikalarımıza aklıselimin egemen olmasını umuyoruz.
Dün, Reina saldırısını düzenleyen suikastçının ev arkadaşı ortaya çıktı, haberlerde yer aldı, görmüşsünüzdür. Adana'nın Seyhan ilçesinde sahte Suriye kimliğiyle yakalanan şüphelinin 2011'de Çeçenistan'da El Kaide terör örgütü adına faaliyet gösterdiği, 2013'te ülkesinde aranmaya başlanmasının ardından Türkiye'ye giriş yaptığı ve bir yıl sonra da yine aynı örgüt adına eylem yapmak amacıyla Suriye'ye kısa bir süre gidip geldiği tespit edilmiş durumda.
Üstelik "yabancı terörist, savaşçı" şüphesiyle 2017 yılında Mısır'a çıkışı yapılan şüphelinin sahte pasaportla geçtiğimiz ocak ayında yeniden Türkiye'ye geldiği ve sözde cihat etmek amacıyla illegal yollardan Suriye'ye gidip terör örgütü El Kaide'nin Suriye yapılanması olan Fetih El Şam cephesi ve Heyetül Tahrir-i Şam terör örgütleri adına faaliyet gösterdiği yönünde bilgiler mevcut. Bu kişinin yeni yılda eylem hazırlığında olduğu da belirtiliyor. İşte, Orta Doğu'da izlenen yanlış politikaların Türkiye'yi nasıl terörün hedefi hâline getirdiğinin en son somut örneği de budur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin hem Suriye'de hem Orta Doğu'da barışın öncüsü, çatışmaların barışçı yollarla çözüme ulaşacağı bir ülkeye dönüşmesi ümidiyle bu tezkere için, içinde bulunduğumuz tüm olumsuzluklara rağmen, Afgan halkıyla dayanışma amacıyla Cumhuriyet Halk Partisinin bu defa da olumlu oy kullanacağını belirtmek isterim.
Hepinize saygılar sunuyorum.