24.02.2020

CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI OĞUZ KAAN SALICI’NIN BASIN TOPLANTISI (24 ŞUBAT 2020)

CHP Genel Başkan Yardımcısı Oğuz Kaan Salıcı bugün Genel Merkez’de, MYK gündemine dair düzenlediği basın toplantısında şunları söyledi: Değerli arkadaşlar, bugün MYK gündemiyle ilgili basın toplantısında birlikteyiz.


Değerli arkadaşlar, 26 Şubat 1992 tarihinde insanlık tarihine büyük bir acı ve utanç olarak kazınan Hocalı Katliamında hayatını kaybeden 613 Azeri kardeşimizi rahmetle anıyorum. Cumhuriyet Halk Partisi olarak tarihin bu üzüntülü acı sayfasını hiç unutmayacağız, unutturmayacağız. Azeri kardeşlerimizle dayanışma içerisinde olmaya devam ederek haklı davalarının destekçisi olacağız. Cumhuriyet Halk Partisi bu tür bir olayın tekrarlanmaması ve bölgemizde istikrar, barış ve kardeşliğin canlanması için var gücüyle elindeki tüm imkanları seferber etmeye devam edecektir.
Değerli arkadaşlar, dün İran’da merkez üssü Hoy şehri olan bir deprem gerçekleşti maalesef. Bu deprem sonucunda Van’da hayatını kaybeden yurttaşlarımız var. Onlara Allah’tan rahmet diliyoruz ve yaralı yurttaşlarımız var, onlara da acil şifalar diliyoruz. Edindiğimiz bilgilere göre, depremin merkez üssü olan İran tarafında deprem nedeniyle herhangi bir can kaybı yaşanmamıştır. Bu durum, ülke olarak depreme ne kadar hazırlıklı olduğumuz konusunda bir özeleştiri yapma gereğini zorunlu kılmaktadır. Bu özeleştiriyi yapacak olan da 17 yılı aşkın süredir ülkeyi tek başına yöneten iktidarın kendisidir. İran tarafında bir deprem oluyor, can kaybı yok, iyi ki de yok, yaralılar var. Ama aynı deprem Türkiye tarafında Van’da köylerimizde vatandaşlarımızın hayatını kaybetmesine ve yaralanmasına neden oluyor. 700’ün üzerinde hasarlı yapımız var. Depremin ülkemizin yumuşak karnı olduğu gerçeğini bir kez daha gözler önüne seriyor bu durum. İktidar deprem konusunda gerekli önlemleri alması konusunda bir kez daha uyarıyoruz, deprem bizim gerçeğimiz.
Değerli arkadaşlar; hatırlarsanız geçen hafta 2001 yılında yaşanan krizle, bugün yaşamış olduğumuz kriz ve kalıcı hale gelen krizle ilgili bazı veriler paylaşmıştık ve yurttaşlarımızın artık kendi canlarına kastedecek bir noktaya geldiğini ifade etmiştik. Müsaadenizle bugün de başka bazı veriler paylaşacağım.
TÜRKİYE’Yİ BU HALE KİM GETİRDİ
2001 yılında Başbakanlığın önüne yazarkasa fırlatıldığı dönemde Tayyip Erdoğan iktidarda değil ve kendisinin sözleri var. Aynen okuyorum: “Bu ülke bu hale geldiyse, bugün benim Anadolu’daki vatandaşım konteynırlardan evine çöp, rızık topluyor götürüyorsa, hafta pazarlarının atıklarını toplayıp evine götürüyorsa, meydanlar ‘açız açız’ diye bağırıyorsa, evinin kirasını ödeyemiyorsa, suyunun parasını ödeyemiyorsa, elektriğinin parasını ödeyemiyorsa ve artık ‘yandım Allah’ diyorsa benim halkım, benim vatandaşım, yüzde 25’i açlık sınırının altındaysa, yüzde 50’si yoksulluk sınırının altındaysa bu hale Türkiye’yi kim getirdi? Bu hükümet getirmedi mi? Rakamlar ortada…” diyor Recep Tayyip Erdoğan, yıl 2001.
Evet, rakamlar ortada, ben sizinle bazı rakamlar paylaşayım.
-2001 Şubat krizinden bir yıl sonra işsiz sayısı 2 milyon 689 bin. Bugünkü krizde - hatırlayın kriz 2008 Ağustos’unda kur krizi olarak başladı üzerinden de bir yılı aşkın bir zaman geçti - giydirilmemiş işsizlik yani çıplak işsizlik rakamları o zaman 2 milyon 689 binmiş bugün 4 milyon 42 bin.
-İşsizlik oranı o zaman 10.6 şimdi yüzde 14.
-Bir yıldan fazladır iş arayan ve bulamayanların sayısı o zaman 429 bin kişi, bugün 1 milyon 133 bin kişi.
2001 Şubat krizinden yine bir yıl sonra olan rakamları borçlar üzerinden paylaşmaya devam edeceğim.
-Türkiye’nin toplam dış borcu 123 milyar dolar. Bugün 433 milyar dolar.
-Halkın bankalara tüketici kredisi borcu o zaman 1.2 milyar dolar, bugün 78.8 yani 80 milyar dolar.
-Bireysel kredi kartı borcu 2.7 milyar dolar, bugün 19.9 milyar dolar.
Şimdi Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın diliyle sorayım. Türkiye’yi bu hale kim getirdi? Bu hükümet getirmedi mi?
Devam edelim, İstanbul Büyükşehir Belediyesi bünyesinde kurulan İstanbul İstatistik Ofisi kentteki çocuk yoksulluğunu araştırdığı bir anket yayınlıyor. Sonuçlar şöyle; hanelerin yüzde 42.3’ünde çocukların günlük kullanım dışında başka ayakkabısı yok. Hanelerin yüzde 27,5’unda çocuk odası yok. Hanelerin yüzde 44.4’ünde ısınma sorunu var. Isıtma sistemi olarak hanelerin yüzde 16.6’sı soba kullanıyor. Yüzde 44.7’si ise yeterli beslenme olanaklarına sahip değil. Hanelerin yüzde 46.5’inde ebeveynler maddi yetersizlik nedeniyle çocuklarına kitap alamıyor. Aileler son bir yılda ders kitabı ile öğretmenin istediği hikaye ve yardımcı kaynak dışında çocuklarına kitap alamamış.
Türkiye’yi bu hale kim getirdi? Bu hükümet getirmedi mi?
Devam ediyoruz. Sağlık Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı ve Hacettepe Üniversitesi tarafından yapılan araştırmalar sonucunda, ­Türkiye’de Okul Çağı Çocuklarında Büyümenin İzlenmesi Araştırma Raporu, Doğu ve Güneydoğu da çocukların kronik açlık sonucu gelişme geriliği yaşadığını ortaya koydu basından. Rapora göre kronik açlık nedeniyle Doğu Anadolu bölgesindeki çocukların yüzde 3.5’i, Güneydoğu Anadolu bölgesindeki çocukların yüzde 5.4’ü bodur kaldı. Türkiye ortalamasına göre çocukların kronik açlığa maruz kalması sonucu bodurluk yüzde 2,3 iken batıda bu oran yüzde 1’lere düşüyor. Ama doğuya gittiğimizde tam tersi bir pozisyon görüyoruz. Rakamlar ciddi, Avrupa’nın hiçbir ülkesinde bunu görmüyoruz.
Türkiye’yi bu hale kim getirdi? Bu hükümet getirmedi mi arkadaşlar?
İcra dairelerine gelen dosya sayısına bakalım. Esnaflarımızın çoğu borçlarını ödeyemez hale geldi. Ödenemeyen çek ve senetler dağ gibi birikti. Millet icra kapılarına düşmüş durumda. UYAP istatistiklerine göre 1 – 10 Şubat 2020 günleri arasında, 10 günlük bir süreyi kapsıyor,  UYAP üzerinden toplam 1 milyon 48 bin 106 yeni icra dosyası açıldı 10 gün içinde. İcra dairelerinde 10 Şubat itibariyle toplam 20 milyon 509 bin icra dosyası var. TOBB’a bağlı TEPAV’ın son raporu bir yılda 40 bin esnafın, 7 bin KOBİ’nin, 104 bin çiftçinin ekonomiden ve üretimden çekildiğini, iş yerlerinin kepenk indirdiğini ortaya çıkardı. 2018 Ekim – 2019 Kasım dönemine ilişkin rapor karanlık tablonun da açığa çıkmasını sağladı.
Tekrardan soruyoruz, bu ülkeyi bu hale kim getirdi? Bu hükümet getirmedi mi?
Vatandaşın borcu artmaya devam ediyor. Saray ve onun temsil ettiği iktidarın kriz koşullarında yaptığı ekonomik tercihler vatandaşın borcunun günbegün artmasına neden oluyor. Vatandaşın bankalara ve finansman şirketlerine olan tüketici kredisi ve kredi kartı borçları 27 Aralık 2019 – 31 Ocak 2020 yani bir aylık süre içinde 19.2 milyar lira daha artarak 609,7 milyar lira oldu. Bir aylık sürede 19.2 milyar lira artıyor. Bu borcun 490.2 milyar lirası tüketici kredilerinden, 119,5 milyar lirası da kredi kartlarından kaynaklanıyor. Takibe düşenler var.
Rakamları uzatmak istemiyorum ama Türkiye’yi bu hale - Tayyip Erdoğan’ın sorusuyla soruyorum - kim getirdi? Bu hükümet getirmedi mi? 17 yılı doldurdu bu hükümet, 18 yıldır yönetiyor. Herhangi bir yerde bana 18 yıl süre verin, ben hükümet olayım ama sorunların hiçbirini çözemeyeceğim dediğinizde herhalde vatandaş size oy vermez. Ama göründüğü gibi 18 yılda Recep Tayyip Erdoğan hükümeti, saray rejimi, aslında Türkiye’nin hiçbir gerçek sorununu çözebilmiş değil.
Gelelim işsizliğe. İktidar ülkede işsizliği öyle bir seviyeye getirdi ki, vatandaş artık iş bulma ümidini kaybettiği için iş aramayı dahi bıraktı. Kasım 2019 itibariyle toplam 1 milyon 900 bin kişi işsiz olduğu ve iş bulsa hemen çalışabilecek durumda olduğu halde iş bulma umudu olmadığı için iş aramadığı gerekçesiyle artık işsiz sayılmıyor, bunlar ve mevsimlik çalıştıkları için bu mevsimde işsiz olanlar da dahil edildiğinde Türkiye’deki gerçek işsiz sayısı 6 milyon 625 bine, işsizlik oranı da yüzde 19’a yükseliyor. Ayrıca istihdamda görülen 1 milyon 52 bin kişi de kısa süreli çalıştığı ancak daha uzun süreli çalışmak istediği ya da kendi mesleğinde çalışmadığı için iş arıyor. Bütün bunları dahil ettiğinizde işsizlerin iş gücüne oranı yüzde 22.1’e sayısı da 7 milyon 677 bin kişiye çıkıyor.
Türkiye’yi bu hale kim getirdi arkadaşlar? Tekrar soruyorum, bu hükümet getirmedi mi?
Şimdi bir süreden beri CHP’li belediyelere karşı hükümetin 31 Mart’ta vatandaşın vermiş olduğu oyu, kendi iradesiyle seçmiş olduğu başkanlara vermiş olduğu yetkiyi sindiremeyen uygulamalarla karşılaşıyoruz. Amaç, CHP’li belediye başkanlarının vatandaşa hizmet etmesinin engellenmesi, burası üzerinden CHP’li belediye başkanlarının aslında başarısız olduğu algısının kamuoyuna iktidar tarafından yayılması. CHP’li belediye başkanları kime hizmet ediyor? Vatandaşa hizmet ediyor. CHP’li belediye başkanlarının hizmet etmesini engellemeye çalışan kim? Saray rejimi. Yani saray rejimi CHP’li belediye başkanları üzerinden vatandaşa hizmet edilmesini engellemek için özel bir çaba gösteriyor. Bunun son örneklerinden bir tanesi, Ulaşım Koordinasyon Merkezinde, UKOME’de yapılan değişikliklerle ilgili. Biliyorsunuz 11’i İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından bildirilen, 10’u hükümet tarafından bildirilen 21 üyeden oluşuyordu UKOME. Bir değişiklik yaptılar, 3 bakanlığı dahil ettiler bu sürece, hükümet lehine sayıyı toplamda 27’ye çıkardılar. Bu yapılan demokratik iradeye 31 Mart’ta ve yetmedi 23 Haziran’da İstanbul halkının demokratik iradeye sahip çıkıp CHP’nin adayı Ekrem İmamoğlu’nu Belediye Başkanı olarak seçmesi iradesine saygısızlıktır. Bu hukuk tanımazlıktır. Amaçları Büyükşehir Belediye Başkanlarımızı çalışamaz hale getirip başarısız kılmaktır. Belediye Başkanlarımızı engellemek ve halkı da hizmetten mahrum bırakmaya çalışmaktır. Bu tam bir tek adam rejimi anlayışıdır. Siz seçtiniz ama biz sizin seçiminizi beğenmedik, biz sizin verdiğiniz yetkileri bu genelgeyle alıyoruz diyorlar. Bir tür kendilerince kayyum ataması yaptıklarını düşünüyorlar. Hükümetin yaptığı demokratik iradeye büyük bir saygısızlıktır. Bu hale de Türkiye’yi bu hükümet getirdi.
EKONOMİK SIKINTI YAŞAMAK SERBEST, BUNU PROTESTO ETMEK YASAK
Değerli arkadaşlar, geçen hafta ekonomik zorluklar nedeniyle, ekonomik sıkıntılar nedeniyle intihar eden, cinnet geçiren, bir şekilde kendisinin ve sevdiklerinin canına kıyan yurttaşlarımızın bilgilerinin bir kısmını topluca paylaşmıştık.
Değerli arkadaşlar, geçen Pazartesi’den bu yana ortaya çıkan yeni durumu sizlerle paylaşmak istiyorum. Şırnak’ın Cizre ilçesinde 17.02.2020 günü Nezir Kılıç isimli vatandaşımız Cizre Kaymakamlığı binasının penceresine çıkarak intihar etti. Neden intihar ettiğine dair araştırdığınızda ekonomik zorluklar olduğunu görüyorsunuz arkasında. Yine aynı gün geçim sıkıntısı çeken ve iş bulamayan, İstanbul Üniversitesi Radyo Televizyon ve Sinema bölümü 4. sınıf öğrencisi bir yurttaşımız hayatına son verdi. 19.02.2020 günü, Antalya’nın Manavgat ilçesinde Halit Yılmaz isimli bir vatandaş banka borçlarını ödeyemediği için intihar etti. Yine 19.02.2020’de, Ankara’da özel bir okulda matematik öğretmenliği yapan bir öğretmenimiz canına kıydı, kendisinin yüklemiş olduğu videoda da neden intihar ettiğini açıklıkla ifade etmiş. 20.02.2020 günü, Kocaeli Dilovası’nda bir yurttaşımız depoda yaşamına son verdi. Yaşamına son veren işçinin arkadaşları ekonomik ve ailevi sıkıntılar yaşadığını ifade ettiler. 23.02.2020 Pazar günü, Adana’da 1,5 milyon lira kredi çekip büyükbaş hayvan alan muhtar hayvanları hastalanınca bulanıma girip intihar etti.
Değerli arkadaşlar, bu intihar vakaları maalesef bizim son dönemlerde şimdiye kadar hiç yaşamadığımız bir boyuta geldi. Ve bu intihar vakalarını, Türkiye’deki ekonomik sorunları bir protesto gösterisiyle topluma duyurmak, bu durumu protesto etmek isteyen üniversite öğrencilerine Kadıköy’de sert bir müdahale gerçekleşti. Yani ekonomik sıkıntı yaşamak serbest ama ekonomik sıkıntı var, bu sıkıntıları aşalım demek, bunu protesto etmek yasak. Böyle bir durumla karşı karşıyayız.
YURTTAŞIMIZ DÜĞÜNE GİTMEKTEN KORKAR HALE GELDİ
Değerli arkadaşlar arkadaşlarıma dedim ki Cuma günü; “Bu altın fiyatları çok yükseldi, bu altın fiyatlarıyla ilgili bir araştırma yapalım. 2002 yılında AK Parti iktidara geldiğinde, bir aylık asgari ücretle kaç çeyrek altın alınabiliyordu, onu bir çıkaralım. Bir de bugün itibariyle kaç çeyrek altın alınabiliyor, onu bir çıkaralım.” Arkadaşlarımız Cuma günü bir rakam verdiler. Pazartesi günü sabah başka bir rakam verdiler. MYK toplantısı sırasında başka bir rakam geldi. Az önce ben girmeden önce yeni bir rakam notu tutuşturdular elime. Belki biz bu basın toplantısını bitirdiğimizde o rakam değişmiş olabilir. Ülkenin gelmiş olduğu duruma ekonomik olarak içine düşmüş olduğumuz acziyete bakın. Ben size toplantıya girmeden önce bana iletilen notu paylaşayım, çıkışta bu durum değişmiş olabilir. 2002 yılında asgari ücret 184 milyon 251 bin 937 lira. O zaman 6 sıfır atılmamıştı biliyorsunuz. 6.6 adet çeyrek altın alınabiliyordu asgari ücretle. 2020 yılında asgari ücreti 2 bin 324 lira olarak hesapladığımızda yani asgari geçim indirimini de üzerine eklediğimizde en son durum 4.25 adet çeyrek altın alabiliyorsunuz bu asgari ücretle.
Şimdi dönüp diyorlar ki, çocuk sayısını arttıralım. Çocuk sayısını arttırmak için evlilikleri arttırmak lazım. Ama öyle bir tablo ortaya çıkıyor ki, bırakın evlenmeyi düğüne gitmekten korkar hale geldi yurttaşımız. Bu çeyrek altın fiyatlarıyla kimsenin düğüne gidip takı takacak mecali kalmadı.
Ben size bir de evlilik rakamlarıyla ilgili son durumu paylaşayım. 2008’de 641 bin 973 çift evlenmiş. 2013’de 600 bin 138’e düşmüş. 2018’de toplam 10 sene içinde 553 bin 202’ye kadar gerilemiş. Bir de boşanma oranlarına bakalım. 2008’de 99 bin 663 olan boşanma sayısı 2013 yılında 125 bin 305’e, 2018 yılında ise 142 bin 408’e çıkmış durumda.
İstikrarlı bir şekilde evlenme sayısı azalıyor, istikrarlı bir şekilde boşanma sayısı artıyor. Bu altın fiyatları böyle devam ettiği sürece, bu ekonomik kriz devam ettiği sürece tablonun çok farklı olmayacağı önümüzdeki günlerde de görünüyor.
YAVUZ HIRSIZ EV SAHİBİNİ BASTIRMAYA ÇALIŞIYOR
Değerli arkadaşlar, Sayın Erdoğan’ın bir açıklaması var Yalova Belediyesiyle ilgili. Diyor ki, işte “CHP’li yöneticiler tarafından talan edildi belediye” filan diyor, ondan sonra “yaşanan bu skandalın sonrasında CHP Genel Merkezinden bir tane yetkili çıkıp da açıklama yapmadı” diye devam eden bir açıklaması var. Bunu kendisi ifade ediyor. Şimdi anlaşılan o ki, bizim yapmış olduğumuz basın açıklamaları bizim basına, kamuoyuna söylemiş olduğumuz sözler saraydan bazen duyuluyor, bazen duyulmuyor. Ben kendisi duyabilsin diye tekrardan ifade edeyim. İlk açıklama Belediye Başkanımız tarafından yapılıyor 14.02.2020 tarihi. Ve diyor ki, “Belediye çalışanlarımız sorunlu bir durum olduğunu bana geldiler anlattılar, ben de doğrudan bu konuyla ilgili suç duyurusunda bulunulması gerektiğine karar verdim.” Teferruatları bir kenara bırakarak söylüyorum. Bunu da kamuoyuyla paylaşıyor. Yani belediyede bir şeylerin yanlış yapıldığını, bir yolsuzluk olduğunu görüyorlar, tahmin ediyorlar ve bunun üzerine gidip kendileri suç duyurusunda bulunuyor. Tarih 14.02.2020’de bunu basınla paylaşıyorlar. Sonra, 4 gün sonra Genel Başkan Yardımcımız Yerel Yönetimlerden Sorumlu Sayın Seyit Torun yanında bir heyetle beraber, milletvekili arkadaşlarımızdan oluşan bir heyetle beraber Yalova’ya gidiyorlar, durumu inceliyorlar ve “Belediye Başkanımız doğrusunu yaptı Yalova halkının ona vermiş olduğu yetkiyi şeffaflık için kullandı, Yalova halkının vermiş olduğu paraya sahip çıkmak için de, bütçesine sahip çıkmak için de böyle bir işlem gerçekleştirdi.” diyorlar 18.02.2020 tarihinde.
Peki Erdoğan bu açıklamayı ne zaman yapıyor? 22.02.2020’de yapıyor. Yani 14’ünde Belediye Başkanımız açıklamış, 18’inde Genel Başkan Yardımcımız açıklamış, yolsuzluğu ortaya çıkaran Sayıştay raporu filan değil, hükümetin göndermiş olduğu denetçiler falan da değil, müfettişler de değil. Ortaya çıkaran CHP’li Belediye Başkanı ve doğrudan gereğini yapmış. Bunun üzerinden dönüp Erdoğan diyor ki, CHP’liler şunu şöyle yaptılar, bunu böyle yaptılar. Peki bırakalım bunların hepsini bir kenara, sadece Sayıştay raporlarında adı geçen yolsuzluk dosyalarıyla ilgili, sadece Sayıştay raporlarında adı geçen uygulamalarla ilgili suç duyurusunda bulunsanız, bunu da AK Partili Belediye Başkanlarının kendisi yapsa ya da AK Partili yetkililer, bakanlar yapsa bakalım ortada kimse kalacak mı? CHP sizin göndermiş olduğunuz müfettişlere ihtiyaç duymadan kendi denetimini kendisi yapabilen şeffaf ve bu konuda da en tedbirli olan parti. Ama iş öyle bir hale geldi ki, Sayın Erdoğan’ın açıklamalarından görüyoruz ki, yavuz hırsız ev sahibini bastırmaya çalışıyor. Buradan bir şey çıkmaz. Hatta istiyorsanız şunu da yapalım, bu yolsuzlukların incelenmesini, soruşturulmasını kolaylaştıralım. Gelin yasal düzenleme yapalım. Bu yolsuzluklara bulaşanlarla ilgili cezaları da ağırlaştıralım. CHP buna gereken desteği verecek, buyurun getirin Meclise.
ANAYASANIN AÇIK İHLALİ
Değerli arkadaşlar, biliyorsunuz geçen hafta Gezi Davası vardı Salı günü. Osman Kavala’yla beraber davası görülen başka kişiler de önce serbest bırakıldı, sonra tekrardan Osman Kavala’yla ilgili daha önce tahliye edilmiş olduğu bir davadan dolayı tekrardan bir tutuklama kararı çıkarttırıldı. Ve bunu Erdoğan yapmış olduğu bir açıklamada” bir manevra ile onu beraat ettirmeye kalktılar” diyerek kamuoyuyla paylaştı. Kendisinin doğrudan sürece müdahil olduğunu ifade eder şekilde kamuoyuyla paylaştı.
Şimdi değerli arkadaşlar, anayasanın 138’inci maddesini sabrınıza sığınarak tek tek okuyacağım. Biraz uzun bir paragraf ama yargıya müdahalenin aslında anayasada nasıl yasaklandığını, nasıl tarif edildiğini açıklıkla ortaya koyacak. Anayasanın 138’inci maddesi yargı bağımsızlığını katı bir şekilde düzenliyor. “Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre karar verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz. Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz. Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez” denilmiştir.
Değerli arkadaşlar, Anayasa 138 bunu söylüyor. Bu madde bir kez daha ortaya çıktı ki aslında fiilen askıya alınmış durumda. Yani yargıya müdahale açık bir şekilde, hatta gurur verici bir şey yapıldığı izlenimi yaratarak bunu kamuoyuyla paylaşarak da ifade ediliyor. HSK’nın Anayasanın açık hükmüne rağmen daha önce başka örneklerde gördüğümüz üzere, verilen özellikle beraat kararı sonrası böyle bir tasarrufta bulunması, benzer görev yapan mahkeme hakimlerinin açık bir şekilde baskı altına alınması da anayasanın açık ihlalidir. Bu ihlalin siyasal iktidar tarafından yönlendirmesi olduğu çok açıktır. HSK biliyorsunuz hakimlerle ilgili bir soruşturma başlattı ve soruşturma beraat kararından hemen sonra gerçekleşti. Bu aslında bundan sonraki davalarla ilgili de HSK’nın nasıl bir tavır içinde olacağını gösteren bir uygulama.
DIŞ POLİTİKAMIZ PİNPON TOPU GİBİ
Değerli arkadaşlar, birkaç cümlede dış politikayla ilgili söyleyeceğim müsaadenizle. Biz AK Partinin dış politika anlayışını uzun uzun gerekçeleriyle eleştiriyoruz. Türkiye’yi içine düşürmüş oldukları durumu, acziyeti görüyoruz ve çözüm önerilerini de ortaya koyuyoruz. Diyoruz ki, bu çözüm önerilerini uygularsanız Türkiye bu dış politika konusunda yaşamış olduğu acziyetten kurtulur, dünyanın saygın devletleri arasında yerini alır. Bunun için de kullanmış olduğumuz bir tabir var. Diyoruz ki, büyük güçler arasında pinpon topu gibi bizim dış politikamız gidip geliyor. Bir dönemdir, bir süredir Tayyip Erdoğan bizim dış politikamızı kişiselleştirdiği için, şahsileştirdiği için; sanki bir devletin, Türkiye Cumhuriyetinin, köklü bir devletin dış politikası yönetilmiyor da şahıslar arasında, kişiler arasında bir dış politika durumu sözkonusu, dış politika yapımı sözkonusuymuş gibi bazı açıklamalarda bulunuyor ve bunu da özellikle kendi dostları olan büyük devletlerin devlet başkanları üzerinden ifade ediyor.
Bakın ben size birkaç örnek okuyacağım.
4.4.2018’de Tayyip Erdoğan bir gerekçeyle, gerekçelerini okurum ama uzun. “Değerli dostum Sayın Putin’e” diye başlayan bir konuşma yapıyor.
24.9.2018’de Putin’den “kadim dostum” diye bahsediyor yazmış olduğu bir makalede.
10.09.2019’da “Dostum Başkan Trump” diyor.
Bu arada Türkiye Rusya’ya yaklaşıyor, Dostum Başkan Trump dediğinde Amerika’ya yaklaşıyor. Yani bizim pinpon topu dediğimiz süreç gerçekleşiyor.
26.9.2019’da “Değerli Dostum Başkan Trump” diye içeriğinde bir konuşma yapıyor.
16.10.2019’da “Kıymetli Dostum Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin” diyor.
13.11.2019’da “Değerli Dostum Başkan Trump’a ve kıymetli eşlerine” diyor.
Geliyoruz 8.1.2020’ye “Değerli Dostum Putin” diyor.
Şimdi biz, hangi hafta kiminle dost, hangi hafta Türkiye’nin dış politikası nereye doğru yönleniyor bunu anlamakta güçlük çekiyoruz ve yaşanan şeyleri anlamlandırmakta, Türkiye’nin çıkarının ne olduğunu görmekte zorluk çekiyoruz.
Bir örnek verelim. S-400 meselesi, S-400 hava savunma sisteminin alınması gerektiği konusunda hükümet gayet iddialı ve bu konudan geri adım atmayacağını ifade eden açıklamalarda bulunuyor. 2,5 milyar dolar bedeli var S-400 hava savunma sisteminin. Türkiye’ye geldi mi, kuruldu mu, faaliyete geçti mi? Hayır. S-400’leri alacağız diye öbür tarafta F-35 projesine şu ana kadar yatırmış olduğumuz 1,5 milyar dolar var. F-35 uçakları Türkiye’ye geldi mi? Hayır. 1,5 milyar dolar ödendi mi? Evet ödendi. 2,5 milyar dolarla ilgili gerekli taahhütler verildi mi? Evet verildi. Şimdi biz Amerika’dan Patriot istiyoruz. Günün sonunda 4 milyar dolar verdik. Bu 4 milyar doların 2,5 milyar doları S-400’lere gitti, 1,5 milyar doları F-35’ler için gitti. Elimizde ne S-400 var, ne F-35 var, ne de patriot sistemi var. Böyle bir dış politika var Türkiye’de maalesef.
Evet değerli arkadaşlar, sizlerin soruları olursa sorularınıza cevap vereceğim. Önümüzdeki günlerde Türkiye’nin içinde bulunduğu durumla ilgili görüşlerinizi alacağız ama önce soru soracak arkadaşlarımız hangi kurumdan olduklarını ifade ederlerse memnun olurum.
Soru- Efendim iki sorum var birincisi Libya’yla ilgili. Sayın Cumhurbaşkanı Cumartesi günü yaptığı açıklamada birkaç şehit ifadesini kullandı.
Oğuz Kaan SALICI- Birkaç tane...
Soru- Bu ifade için tepkiler var öncelikle. Bir de buradaki şehitlerle ilgili, Pazartesi günü oldu hala herhangi bir resmi bir açıklama yok. Hem bu ifade, hem bu şehitlerle ilgili? Bir de yine aynı konuşma içerisinde ilk kez Suriye milli ordusundan bahsetti Sayın Cumhurbaşkanı. Onların orada olduğunu söyledi, oradayız onlarla dedi. Bu da ilk kez kendisinin ağzından duyuldu. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Oğuz Kaan SALICI- Şimdi değerli arkadaşlar, Cumhurbaşkanının şehitlerle ilgili kullanmış olduğu ifade yakışıksız, incitici. Şehitlik mertebesiyle ilgili olmayan, onu yeterince önemsenen bir mertebe olmadığını düşündürtecek içerikte ifadeler kullanmış oldu. Biz bundan dolayı üzüntülüyüz, bunu açıklıkla söyleyeyim. Bizim Libya’da askerlerimiz şehit olduysa, neden kaç askerimizin hangi nedenlerle şehit olduğu kamuoyuyla paylaşılmıyor? Kimler olduğu kamuoyuyla paylaşılmıyor? Bu yaşanan süreçle ilgili, Libya’da yaşanan süreçle ilgili Türkiye’nin nasıl bir siyaset yürüttüğü kamuoyuna yansıyanların dışında ne olduğuyla ilgili bilgiler neden kamuoyundan saklanıyor? Basına yansıyan bilgiler var o bilgiler de şehitlerimizin Türkiye’de nasıl defnedildikleriyle ilgili de haberlerle karşılaşıyoruz. Bu konularla ilgili hükümet doyurucu, saygılı, vicdanları incitmeyecek açıklama yapmakla yükümlüdür.
Soru- Suriye milli ordusu?
Oğuz Kaan SALICI- Suriye milli ordusu, tabi o da açıklamaya muhtaç bir durum. Çünkü Suriye milli ordusu bizim bildiğimiz Suriye’de olan bir milli ordu. Libya’yla ilişkilendirmek açıklamaya muhtaç bir durum.
Soru- İkinci sorum da efendim İdlib’le ilgili olacak. Sayın Cumhurbaşkanı öncelikle “Şubat sonuna kadar” diye bir ifade kullanmıştı. Ardından da bugün de yansıyan haberler 5 Mart’ta bir dörtlü toplantı olacağına yönelik. Yani izlediğimiz İdlib politikasıyla ilgili sizin düşünceniz nedir?
Oğuz Kaan SALICI- Şimdi değerli arkadaşlar, İdlib’le ilgili geçen hafta da soru gelmişti. Biliyorsunuz biz İdlib’de derinleşen, derinleşmeye devam eden krizden çıkış için 5 öneri sunduk. Sayın Genel Başkanımızın ağzından grup toplantımızda ifade edildi. Biz kesinlikle Suriye devletiyle bir çatışma içine girilebilecek bir süreçten kaçınılması gerektiği kanaatindeyiz. Askerlerimizin can güvenliğinin maksimum seviyede korunmak için gerekli tedbirlerin alınması gerektiği kanaatindeyiz. Ama öbür taraftan İdlib’den Türkiye’ye gelebilecek sivil göçü durdurmak, engellemek için de gerekli çalışmaların yapılması kanaatindeyiz. Şimdi 5 Mart’ta bir toplantı çağrısı var ama 5 Mart’taki toplantıya Rusya’nın katılıp katılmayacağı kesinlik kazanmış değil. Rusya 5 Mart’taki toplantıya katılırsa bu sürecin Türkiye’nin de zarar görmeyeceği aynı zamanda bizim oradaki gözlem noktalarımızdaki askerlerimizin güvenliğinin de sağlanabileceği bir noktada, barış içinde görüşmelerle çözüme bağlanması gerektiği kanaatindeyiz. Ama henüz o toplantının gerçekleşeceğine dair bir somut bilgi elimizde yok.
Soru- Efendim iç siyasete ilişkin bir sorum olacak. Efendim geçtiğimiz günlerde HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan partinize yönelik bir çağrısı oldu efendim. Aynen şu ifadeleri kullanmıştı, “ittifaklar açık ve şeffaf olmalı, CHP’nin çekingenliğinden çıkması gerek” dedi efendim. Bu ifadenin ardından İYİ Parti Sözcüsü Yavuz Ağıralioğlu’ndan da bir değerlendirme geldi efendim, “CHP bunun yanıtını versin” ifadesini kullandı ve aynı zamanda AK Parti Grup Başkanvekili Bülent Turan da bir yorumda bulundu, “Demirtaş gelsin CHP’nin Eş Genel Başkanı olsun” şeklinde tırnak içerisinde bu ifadesi oldu efendim. HDP’nin bu çağrısı ve bu çağrıya gelen yorumlara ilişkin değerlendirmeniz ne olacak?
Oğuz Kaan SALICI- Şimdi sonuncu yoruma yapılabilecek bir açıklama yok. Çünkü yorum kadar kıymetli sayılmaz. Ama şunu ifade edeyim, bu siyasi ittifaklar bizim hayatımıza ne zaman girdi arkadaşlar? 2018 yılında bir düzenleme yapıldı ve 2018 yılında yapılan genel seçimlerde bu siyasi ittifaklar gündeme geldi. CHP, Saadet Partisiyle ve İYİ Partiyle bir ittifak yaptı, Millet İttifakını oluşturdu. AK Parti de MHP’yle bir ittifak yaptı ve Cumhur İttifakını oluşturdu. Sonra bir yerel seçim sürecine girildi. Yerel seçim sürecinde ittifakları düzenleyen bir şey yok, bir düzenleme yok. Ama böyle bir düzenleme olmamasına rağmen çok erken vakitte Cumhur İttifakı devam ediyor diye açıklamalar oldu. MHP’nin bazı yerlerde aday göstermeyeceği açıklamaları oldu.
Şimdi meseleye şuradan bakalım. Yerel seçimde siz bir belediye başkanı seçiyorsunuz, bir şehri, bir ilçeyi, bir beldeyi yönetmek üzere bir kişi seçiyorsunuz ve o kişiyi seçerken dönüp bütün yurttaşlardan oy istiyorsunuz. Evet biz İYİ Partiyle bir araya geldik, bazı yerlerde İYİ Parti aday gösterdi CHP destekledi, bazı yerlerde tam tersi oldu CHP’yi İYİ Partililer destekledi. Ama sonuçta bizim adaylarımız AK Partili yurttaşlardan da oy istedi ve aldı. MHP’ye oy veren, gönül veren yurttaşlarımızdan da oy istedi ve aldı. İYİ Partiden, HDP’den ya da onun dışındaki siyasi partilere oy vermiş yurttaşlarımızdan da oy istedi ve aldı. Biz meseleye şöyle bakıyoruz: Ortada demokrasiden yana olanlar ve demokrasinin karşısında duranlar, tek adam rejimini devam ettirmek isteyenler arasında yürüyen bir siyasi mücadele var. Bu siyasi mücadelenin içinde bizimle birlikte, biz demokrasiden yana olan yurttaşlarımızın yanında duruyoruz, onlarla birlikte oluyoruz. Bunu da en iyi ortaya koyacağımız örnek, 6 Mayıs’taki YSK tarafından darbe niteliğinde verilen İstanbul seçimlerinin iptali kararından sonra, vatandaşımızın yüzde 54,5’la İstanbul’da vermiş olduğu karardır. Bunun üzerine de başka bir şey söylemeye gerek yok. İlk seçimler geldiğinde de, demokrasiden yana olan yurttaşlarımız yine gereken cevabı otoriter yönetimden, tek adam rejiminden yana olan iktidara verecektir.
Soru- Sayın Salıcı, efendim, FETÖ’nün siyasi ayağı tartışması devam ediyor siyasette. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu bir medya organına bazı açıklamalar yaptı ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu için bazı sorular sordu. “17 – 25 Aralık 2013’ten çok kısa bir süre önce, kılıçların çekildiği dönemde acaba Kılıçdaroğlu bunlarla ne konuştu, ne takım tekliflere neler dedi” ifadelerini kullandı. “Yurtta sulh konseyinin adı nereden geliyor” dedi. Özellikle bu açıklamalara CHP olarak yanıtınız ne olur?
Oğuz Kaan SALICI- Şimdi hatırlarsanız biz daha önce bazı sorular sorduk Sayın Genel Başkanımızın ağzından. Dedik ki, Erdoğan cesaretin varsa cevap bekliyoruz ve bunları size milletim adına soruyorum dedi Sayın Genel Başkan. O sormuş olduğu soruları gidip de Sayın Erdoğan’a efendim Kılıçdaroğlu bu soruları sormuştu buna ne cevap veriyorsunuz diye sordunuz mu basın mensupları olarak? Sorma imkanınız oldu mu? Ya da sordunuz sizin sorunuz engellendi mi? Ya da buna bir cevap alabildiniz mi?
Şimdi bizim muhatabımız, Sayın Genel Başkanımızın muhatabı Recep Tayyip Erdoğan. Sorduğumuz sorular burada arkadaşlar. Hala açıklamaya muhtaç sorular. Bu sorular ortada dururken Süleyman Soylu’nun araya girip başka sorular sormasını ki, sormuş olduğu sorulardan bazıları bizim Tayyip Erdoğan’a sormuş olduğumuz sorularla aynı. Örneğin hatırlatayım, ByLock listesi var değil mi ortada bir ByLock listesi olduğu söyleniyor. Açıklasanıza, liste sizin elinizde! Liste bizde yok ama sizin elinizde, açıklasanıza. Açıklayın yurttaşlarımız bu ByLock’çular kimlermiş bunu bir güzel görsünler.
Bir diğeri, darbe gecesi Sayın Genel Başkanın nerede olduğu belli Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun. Peki bakanlar, büyükşehir belediye başkanları onlar neredeydi? HTS kayıtları ortaya çıksın bakalım kimlerle konuşmuşlar, kimleri aramışlar? Bunu da sorduk. Yurtta sulh konseyi kimlerden oluşuyordu bunu da sorduk. Eğer darbe başarılı olmuş olsaydı siyasi ayak olarak Türkiye’yi yönetecek olanlar kimlerdi? Herhalde bunların bir listesi var sizin elinizde? Bunu da sormuştuk. Sayın Soylu önce Sayın Erdoğan’a sorulmuş olan soruların cevaplarını merak etsin. Sizler de gazeteci arkadaşlar olarak o soruların takipçisi olun, sonra Sayın Soylu konuşmaya devam etsin.
Soru- Efendim yaklaşık bir ay sonra bir olağan kurultay var ve Genel Başkan seçilecek CHP’de. Ancak kulislerde dört isim konuşuluyor, özellikle Muharrem İnce’nin ismi çok geçiyor. Size bir bilgi geldi mi bununla ilgili, değerlendirmeniz nasıl olacak?
Oğuz Kaan SALICI- Vallahi biz aynı kulislerde değiliz demek ki. Çünkü bize şu ana kadar gelmiş olan bir bilgi yok. Çünkü bir arkadaşımızın yapmış olduğu bir açıklama yok. CHP’de Genel Başkan adayı olmak için ne yapılacağı yani kurultay günü ne yapılması gerektiği bellidir. Ondan önce de herhangi bir arkadaşımız, bir niyet beyanı anlamında bir adaylık açıklaması yapabilir. CHP’de tüzük çalışıyor, aday olmak isteyen arkadaşlar salona girebiliyorlar, bazı siyasi partilerde olduğu gibi salona sokulmama olmuyor. Geliyorlar kendi konuşmalarını yapıyorlar, öncesinde delegeyle temas edebiliyorlar, konuşuyorlar, kendi görüşlerini yandaş medyanın kanalları da açılıyor o zaman, herkese açılıyor ve o zaman rahat rahat ifade ediyorlar. Dolayısıyla hiç kimsenin, hiçbir arkadaşımızın CHP’de Genel Başkan adayı olmak istiyorsa ne bir engelle karşılaşması söz konusu, ne de başka bir durum söz konusu. Dolayısıyla arkadaşlarımızın herhangi birinden bir açıklama gelirse biz onu saygıyla karşılarız ve o süreç bütün arkadaşlar için, bütün adaylar için nasıl yürüyecekse o şekilde yürür. Bu konuda herhangi bir tereddüdünüz olmasın.
Teşekkürler.