09.07.2020

CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI ÇEVİKÖZ, DIŞ POLİTİKADAKİ GELİŞMELERİ DEĞERLENDİRDİ

CHP Genel Başkan Yardımcısı Ünal Çeviköz düzenlediği basın toplantısı ile dış politikadaki gelişmelere ilişkin değerlendirmelerde bulundu. 
Genel Başkan Yardımcısı Çeviköz'ün açıklamaları şöyle: 
Uzun zamandan beri bir basın toplantısı yapmıyordum. Bu dönem zarfında hepinizin sağlık ve sıhhat içinde ve afiyette olduğunuzu görüyorum. İnşallah bundan sonra da sağlık ve sıhhat içinde ve afiyette devam ederiz. Pandemi sürece elbette birçok şeyi aksattı ancak hayat devam ediyor. Onun için ilk fırsatta uluslararası ilişkiler ve dış politika konusundaki bazı önemli noktalarda Cumhuriyet Halk Partisi'nin görüşlerini dile getirmek maksadıyla bugün sizleri bu basın toplantısına davet etmiş bulunuyorum. Birkaç konu üzerinde duracağım. Her şeyden önce başlıca Libya, İdlip, Irak ve Türkiye'nin Avrupa Birliği ile ilişkileri gibi konular gündemin önde gelen meseleleri olarak öne çıkıyor. Libya ilgili olarak biliyorsunuz son zamanlarda birden bire bir hareketlenme başladı. Önce Al-Watiya hava üstüne yapılan bir saldırı sonucunda bazı kaynaklara göre Türkiye'nin orada kurmuş olduğu hava savunma sisteminin önemli bir darbe aldığı ileri sürüldü. Onun arkasından dünden itibaren de bu sefer Cufra’da bir saldırı olduğu ve Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin de bu defa Cufra üssüne bir saldırı gerçekleştirdiği söylendi. 
Libya
• Bizim Libya konusunda CHP olarak isteğimiz, Trablus’taki hükümet ve Tobruk’taki Temsilciler Meclisi arasındaki savaşın barışçıl yöntemlerle sona ermesi ve Libya’nın bir an önce huzur ve istikrara kavuşmasıdır. Bu, hem Afrika kıtası hem Doğu Akdeniz’in güvenliği için elzemdir. Ayrıca, küresel ölçekte terörizmle mücadele konusunda da Libya’daki gelişmeler belirleyicidir. Bu da mutlaka dikkate alınmalıdır.
• Libya'daki çatışmaların devam etmesi, petrol kaçakçılığı ve Libya'dan Avrupa'ya göç akını gibi sorunların devam etmesine de neden olmaktadır. Nitekim dün İtalya Savunma Bakanı’nın Türkiye’ye yapmış olduğu ziyarette de İtalya’nın bu alandaki endişelerinin önemli rol oynadığını düşünüyoruz.
• Bu bağlamda, Libya’daki krize taraf olan bütün ülkeler BMGK’nın Libya konusunda silah ambargosu kararları başta olmak üzere ilgili bütün kararlarına uymalıdırlar ve son olarak bu yılın başında yapılan Berlin Konferansı’nda alınan kararların hayata geçmesi için de çaba harcamalıdırlar.
• AKP iktidarı, izlediği kaba güce dayalı Libya politikasıyla Libya halkının bir bölümünü olduğu gibi Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Tunus, Cezayir, Fransa gibi ülkeleri de karşısına almıştır. Arap dünyasında, Türkiye’ye yönelik eleştiriler de giderek artmaktadır.  
• Ayrıca, Moskova – Ankara ilişkileri bu durumdan giderek daha olumsuz bir şekilde etkilenmektedir. Bunun yanı sıra, Türkiye, NATO ve AB düzeyinde de problemler yaşamaya başlamıştır. AB’nin Libya’ya yönelik silah ambargosunu korumak için başlattığı IRINI Operasyonu'nun Türkiye'nin deniz ve hava yoluyla Libya'ya silah sevkiyatının önünü kesme girişimi olduğuna ilişkin birçok görüş vardır. Fransa ve Türkiye arasındaki gerilim de NATO’da bir soruşturma konusu olmuştur. 
• Şimdi sormak isterim. Ekonomik çıkarlarımızı diplomasiyle koruyabilme imkânımız varken, askeri müdahalelere yaslanarak yol almaya çalışmak ne kadar sürdürülebilir ve ne kadar gerçekçi bir politikadır? 
• AKP’nin Libya politikası yeni-Osmanlıcı dış politikanın yeni bir boyutudur. AKP, Suriye’de yaşananlardan ders almamıştır. 
• CHP, BMGK'nın Libya'ya yönelik silah ambargosuna bütün ülkelerin titizlikle riayet etmesini başından beri savunmaktadır. Bu bağlamda, BMGK'nın ilgili kararlarını uygulamak için atılan bütün adımları destekliyoruz; Türkiye'nin Libya'daki savaşın bir parçası olmaması gerektiği yönündeki tavrımızı koruyoruz. AKP'nin tarafgir Libya politikası ne yazık ki Libya ve Akdeniz'de gerginliği artıran unsurlardan birisidir. Biz bu gerginliklerin BMGK'nın Libya'ya yönelik silah ambargosu kararlarına uyularak ve Berlin Konferansı'nın sonuçlarını hayata geçirerek aşılacağını düşünüyoruz. Aksi takdirde, Türkiye'nin de içinde yer alacağı yeni gerginliklerin yaşanması şaşırtıcı olmayacaktır.
• Şunu özellikle vurgulamak isterim. İfadelerimde, silah ambargosuna yönelik kararlara bütün ülkelerin istisnasız, titizlikle uyması gerektiğini vurguladım.
• Başka devletlerin de Libya’ya gönderdikleri silahların aynı şekilde ambargo kararına göre durdurulması gerekir. Bu da BMGK’nin kararlarına aykırıdır. Her hangi bir yanılgı olmasın. AKP iktidarı başka ülkelerin hatalarını kendi yanlış dış politikasını sürdürmek için gerekçe yapmamalıdır. 
• Biz CHP olarak uluslararası hukuka saygıyı esas olarak kabul ettiğimizden dolayı başka ülkelerin saygısızlığını da kendimize örnek olarak almamayı bir ilke olarak görüyoruz.
BMGK Ateşkes Kararı 
• Bu bağlamda, BMGK’nin ateşkes kararını da tekrar hatırlatmak isterim. Biliyorsunuz, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Kovid-19 salgını ile mücadele kapsamında 90 gün küresel insani ateşkes talebi kararını oy birliğiyle kabul etti, 1 Temmuz tarihinde. Bu karar insani yardımların ihtiyaç sahiplerine ulaşması bakımından da çok kritiktir. Bu nedenle, dünyada sürmekte olan çatışmaların bir an önce sona erdirilmesini istiyoruz. 
• Ancak, bu kararın IŞİD, El Kaide, Nusra Cephesi ve BMGK tarafından terör örgütü ilan edilen oluşumlarla mücadeleyi kapsamadığının da altını çizmek ve hatırlatmak isteriz. AKP iktidarının bu ateşkes çağrısının muhteviyatı hakkında doğru bilgi sahibi olmasının ülkemizin güvenliği için çok büyük önem taşıdığı düşüncesindeyiz. 
• Kaynak: https://news.un.org/en/story/2020/07/1067552 
Suriye
• Suriye ile ilgili olarak düşüncelerimi paylaşmak isterim. Biliyorsunuz Suriye’nin kuzeyinde TSK’nın ve Türkiye destekli silahlı grupların hâkim olduğu bölgelerde Türk lirası kullanılmaya başlandı. Türkiye’nin bölgeye PTT ofisleri üzerinden Türk lirası sokması, terör örgütü HTŞ’nin TL’yi zorunlu tutması, AKP iktidarının Suriye’nin geleceğine ilişkin planları hakkında çok derin şüpheler uyandırmaktadır.
• Astana Süreci’nde sürekli olarak Suriye’nin toprak bütünlüğü, egemenliği ve bağımsızlığı vurgusu yapılmasına rağmen, Astana sürecinin bir aktörü olan Türkiye’nin Suriye sahasında asker bulundurarak, kontrol ettiği bölgelerde belediye hizmetleri sağlaması, idari mülkiye amirleri görevlendirmesi, yerel meclislerdeki görevlilerin maaşlarını ödemesi ve bölgeye son olarak TL sokması büyük ve açıklanmaya muhtaç bir çelişkidir.
• İdlib'de cihatçıların kendi aralarındaki silahlı çatışmaları takip ediyoruz. Nusra Cephesi (HTŞ) ve onun karşısında daha radikal El Kaide fraksiyonları çatışıyorlar. Rusya ve Türkiye'nin, Mart ayındaki mutabakat uyarınca düzenledikleri M4 otobanı üzerindeki devriyeler biraz zorlukla da olsa nihayet başlatılabildi. Bugüne kadar da 20 tur yapıldı. Ancak, hem Libya hem İdlib’de giderek ısınan saha Türkiye – Rusya ilişkilerinde büyük gerginliklere yol açabilir. Şimdiye kadar kısa vadeli anlaşmalarla yol kat edebilen Ankara ve Moskova'nın yola bundan sonra da uyum içinde devam etmesi giderek zorlaşıyor. Bu nedenle Ankara ile Moskova arasındaki diyaloğun ihmal edilmemesi gerektiğine özellikle işaret etmek isterim.
• Suriye’de 2011 yılından bu yana devam eden krizin Suriye halkının bileşenlerinin müzakere edecekleri siyasi bir çözümle sona ermesi gerektiğini biz yıllardır söylüyoruz. Suriye’nin hangi hükümet tarafından nasıl yönetileceğine bizzat Suriye halkı karar vermelidir. Bu düşünceden hareketle, Suriye’nin doğal kaynaklarının ve tarımsal ürünlerinin belirli gruplar tarafından kontrol edilmesi ve bu kontrolün ülkedeki diğer unsurlara karşı bir pazarlık kozu olarak kullanılmasını doğru bulmuyor, bunun bölgeye daha fazla istikrarsızlık getireceğini düşünüyoruz. Suriye’nin egemenlik, bağımsızlık, toprak bütünlüğü, güvenlik ve istikrarı, ülkenin petrol başta olmak üzere doğal kaynaklarının bütün Suriye halkının menfaatleri doğrultusunda kullanılmasıyla doğrudan ilişkilidir. 1 Temmuz 2020 tarihinde Türkiye – Rusya ve İran’ın üçlü zirvesinin dördüncü maddesinde de bu hususa dikkat çekilmiş ve liderler “Suriye Arap Cumhuriyeti’ne ait olması gereken petrol gelirlerine yasadışı şekilde el konulmasına ve transfer edilmesine yönelik itirazlarını beyan etmişlerdir.” denilmiştir. Bu itiraza biz de CHP olarak katılıyoruz ve 1 Temmuz’daki üçlü zirvenin katılımcılarının da bu itirazlara samimiyetle sahip çıkmalarını istiyoruz.
IŞİD
• Bu bağlamda son olarak Uluslararası Kriz Grubu’nun yayınlamış olduğu bir rapora vurgu yapmak ve dikkat çekmek istiyorum.
• Uluslararası Kriz Grubu (ICG), 29 Haziran tarihinde IŞİD’e katılıp sonra Türkiye’ye geri dönenler üzerine kapsamlı bir rapor yayımladı. Tükiye, IS¸I·D’in en fazla u¨ye devs¸irdigˆi u¨lkelerden biri konumunda. Yaklaşık 9000 kişinin IŞİD’e katılmak üzere Türkiye’den ayrıldığı ileri sürülüyor.
• IŞİD’in Türkiye’den gidenlerin ve Suriye ve Irak’taki etkinliğini artıranların bu etkinliği azalsa dahi ülkemize dönen binlerce IŞİD militanı bir tehdit oluşturmaya devam ediyor. 2014 – 2017 yılları arasında gerçekleşen 16 saldırıda 300’e yakın vatandaşımızı biz IŞİD saldırılarına kurban verdik. 
• Bu kişilerin cezalandırılmaları ve / veya güvenliğimize tehdit oluşturmayacak şekilde rehabilite edilmeleri bizzat iktidarın sorumluluğundadır.
• Uluslararası Kriz Grubu’nun rapordaki tespitlerden birisinde şöyle deniyor: “Yetkililerin “rehabilitasyon” veya “de-radikalizasyon” olarak tanımladıgˆı alanda gelis¸tirilen mevcut politikaların hedefleri genelde mugˆlak ve bakanlıklar arası c¸abalar koordine edilmiyor. Sosyal hizmet go¨revlileri, polis, imam, gardiyan ve yerel yetkililere, geri do¨nenler ve aileleriyle ilgili neler yapılması gerektigˆine dair uzmanlık egˆitimleri verilmiyor ve bu konularda yo¨nlendirici olabilecek mercilere net go¨revler atfedilmemis¸ durumda. Bu konularda sivil toplum akto¨rlerine genelde rol bic¸ilmiyor ve yetkililer dıs¸ paydas¸larla is¸ birligˆi yapma konusunda go¨nu¨lsu¨z.” Bu önemli bir tespittir.
• Raporda, Türkiye’ye geri do¨nen kis¸ilerden bazılarının IS¸I·D’e yakın c¸evrelerle bagˆlantılarını su¨rdu¨rdüğünden bahsediliyor.
• İdlib’deki gelişmeler, yakın gelecekte ülkemizde IŞİD başta olmak üzere selefi-cihatçı akımların tehditlerini artırabilir. Bu nedenle, ICG’nin raporunu kamuoyunun dikkatine getirmek istedim, yetkililerin de rapordaki tespitleri dikkatle okuyacaklarını ve IŞİD’le mücadele stratejilerimizi daha kapsamlı hale getirmek için adım atacaklarını umuyorum.
• Kaynak: https://www.crisisgroup.org/tr/europe-central-asia/western-europemediterranean/turkey/calibrating-response-turkeys-isis-returnees
Irak:
• Bölgemizle ve komşularımız ile ilgili olarak son değinmek istediğim konu Irak’tır. Irak'ta uzun süren bir çabadan sonra nihayet hükümet kuruldu. Biliyorsunuz bu hükümet ilk kurulduğunda hükümetin içinde bir Türkmen temsilcinin olmaması yadırganmıştı. Bu konuda Irak parlamentosu Başbakana bir görev tevdi etmişti. Sayın Genel Başkanımız da, Irak Başbakanı’na en kısa zamanda Türkmenlerin de yeni Irak kabinesinde bir temsilcisinin yer alması gerektiği konusundaki beklentilerimizi dile getirmişti. Memnuniyetle not ediyoruz ve kamuoyuyla paylaşıyoruz ki yeni Irak kabinesinde artık Irak Türkmenleri'nin de bir temsilcisi yer alacaktır. Bu da çok olumlu bir gelişme olmuştur. 
Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri
• Şimdi Türkiye -Avrupa Birliği ilişkileri ne gelmek istiyorum. Biliyorsunuz pazartesi günü, Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell Türkiye’ye bir ziyaret yaptı. Bu ziyaret sırasında Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu ile yapılan görüşmelerde iki tarafında kendi tutumlarını net bir şekilde karşı tarafa ifade ettikleri ve anlaşamadıkları konusunda anlaştıkları ortaya çıktı. 
• Görüş farklılıklarımız devam ediyor ancak bu görüş farklılılarının devam etmesinde daha fazla ihtiyacı olduğu da ortaya çıkmış durumda.
• 1 Temmuz-31 Aralık 2020 arasındaki süreçte AB dönem başkanlığını biliyorsunuz Almanya yürütecek. Almanya AB’nin aslında lokomotifi sayılabilecek önemli aktörüdür. 
• Bu vesileyle, son yıllarda derin yaralar alan AB-Türkiye ilişkilerine ilişkin olarak özellikle gümrük birliği, göçmen ve mülteci politikaları alanında ilerleme kaydedilmesi bekleniyor. Ancak bu beklenti, Merkel tarafından 2020-2021 arasındaki süreçte ağırlığın Kovid-19 krizinin üstesinden gelmeye verileceğini söylemesiyle sona erdi.
• AB ile ilişkilerde yeni bir döneme girilemeyeceği görüldüğü gibi, Avrupa Birliği (AB) Komisyonu da aldığı ortak kararla Covid-19 sonrası normalleşme süreci kapsamında 1 Temmuz'da Schengen dışındaki 14 ülkeye daha sınırlarını açtığını açıkladı ancak maalasef Türkiye bu listede yer almadı.
• İktidar AB ile ilişkileri ekonomik çıkarlar düzeyine indirmek istediği gibi bu konuyu da sadece turist meselesi olarak ele almaktadır.
• İktidar pandemiden önce mültecilere sınır kapılarını açarak AB’ye bir tür şantaj uygulamaya çalışmıştır ancak şimdi Avrupa Birliği’nden turist gelsin diye uğraş vermektedir.
• İktidar, Antalya’ya büyükelçileri toplayarak ya da turizm bakanıyla Avrupa turuna çıkarak, pandemi konusunda gerekli önlemlerin alındığını AB’ye anlatamaz.
• Ülkemizin itibarı, turistik bölgelerdeki esnafın durumu ve gurbetteki vatandaşlarımızın ailevi ilişkileri birlikte düşünülmesi gereken bütüncül bir meseledir. Turistlerin gelmesi için gösterilen çabayı, ülkemizden AB’ye gidecek vatandaşlarımız ve öğrencilerimiz için de aynı etkinlikte ve aynı şekilde görmek istiyoruz.
• Zira bazı hükümetler Hollanda hükümeti Türk vatandaşlarına “Aile ziyareti zorunluluk değil şimdilik Türkiye'ye gitmeyin” şeklinde telkinlerde bulunmaktadır. Seyahat kısıtlanması meselesi turist meselesinin çok daha ötesinde çok boyutlu bir meseledir.
• Bu sorunların çözülmesi ve Türkiye’nin güvenli bir liman olması için ülkemizdeki Kovid vaka sayılarının düşmesi gereklidir.
• CHP olarak AB değerler manzumesini sahiplenmiş ve her alanda etkin işbirliği içerisinde olan bir Türkiye’yi arzu ediyoruz.
• Bu iş bilirliği zemininin de karşılıklı güvene dayalı olduğunun altını çizmek istiyoruz. Onun için iktidar en kısa zamanda AB ile Türkiye arasındaki karşılıklı güven ilişkini yeniden tesis etmekle yükümlüdür. 
İstanbul Sözleşmesi:
• Değerli basın mensupları gündemi meşgul eden konulardan bir tanesi de biliyorsunuz İstanbul sözleşmesi ile ilgili… Diyeceksiniz ki bunun dış politika ile alakası nedir? Bunun uluslararası yükümlülükler ile ve uluslararası hukuka saygı ile fevkalade yakından bir ilişkisi vardır. İtanbul Sözleşmesi olarak bilinen sözleşmenin tam adı “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi” dir. Bu sözleşmeyle kadına yönelik şiddete “dur” deme konusunda ülkemizin bağlı olduğu en etkin hukuki enstrüman imzalanmıştır.
• Öyle ki, 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun, bu sözleşme hükümleri çerçevesinde kodifiye edilmiştir.
• Sözleşme’nin ilk imzacısı ülkeyken ve ev sahibi ülkeyken ve sözleşmeye İstanbul Sözleşmesi adı dahi verilmişken aradan geçen zamanda bugün İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması tartışmasının yapılıyor olması kadına yönelik şiddete karşı çıkan herkesi büyük bir umutsuzluğa düşürmüştür.
• Toplumun her kesiminden yeni bir kadına yönelik şiddet vakası duyduğumuz böyle bir süreçte BM tarafından “Altın Standart” olarak tanınan bir anlaşmadan çekilmeyi doğru bulmadığımızın altını çizmek istiyoruz.
• O dönemki parlamentoda bütün partilerin desteğini alarak Meclisimiz’ den geçen anlaşma, bugün iktidarın ucuz gündem değiştirme girişimlerine alet edilmek isteniyor.
• Anlaşmadan çıkılması durumunda çok önemli belirsizlikler de ortaya çıkacak. İstanbul Sözleşmesi’nin gereği olarak Valiliklerin kurduğu Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri’ne ne olacak? 
• Ya da, 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun ne olacak? Bunları ilga mı edecekler?
• İktidar bütün uluslararası sözleşmelerde yerleşik olarak kavramlaşmış kelimeleri bahane ederek insan hakları ihlallerinin önü açmak istiyor.
• Şiddetin nedenlerinin tahlilini yapmadan atılan her adımın Emine Bulut gibi nice kadının yaşam hakkının canice elinden alınmasına yol açacağını tekrar hatırlatmak istiyoruz.
Benim bugün dış politika bağlamında ve uluslararası hukuk ve uluslararası toplumla olan ilişkilerimiz bağlamında dile getirmek istediğim hususlar bunlardan ibarettir. Herhangi bir sorunuz varsa onları cevaplamaya hazırım.
Soru-Cevap:
• Soru 1: İBB Genel Sekterliği ’ne yapılan atamaya ilişkin düşünceleriniz nelerdir?
• Cevap1: Değerli Basın mensupları ben biliyorsunuz dış politika konusunda bir basın toplantısı gerçekleştirdim. İç politika meseleleri ile ilgili bir sorunuz varsa bunları partimizin diğer yetkili ve sorumlu şahsiyetleri, parti sözcümüz veya belediyelerle ilgili genel başkan yardımcımız cevaplayacaklardır. Benim bu konuda herhangi bir cevabım yoktur.
• Soru 2: Suriye’den ders çıkarılmamış derken neyi kastediyordunuz?
• Cevap2: Biz başından beri Suriye'de de sorunun diplomasi yoluyla ve barışçı yöntemlerle çözülmesi gerektiğini ve kaba kuvvet ve askeri kuvvetin hiçbir zaman öncelikli tercih olmaması gerektiğini hep vurgulaya gelmiştik. Suriye’de çok şehit verdik. Bugün aynı şekilde diplomasi ve barışa yönelik çabaların barışçı yollarla yürütülmesi yerine yine kaba kuvvet Libya’da da da kullanılmaktadır. Demek ki Suriye'de yaşananlardan ders çıkartılmamış derken bu kast edilmektedir. Libya’da da benzer bir durumla karşılaşmaması için en kısa zamanda diplomasiye ve çözümün barışçı yollarla aranmasına öncelik verilmesi gerekir. Ben Libya’da zaten durumun giderek tırmanmakta olduğunu ve bu karşılıklı hava üslerine saldırıların eğer tırmanma devam ederse çok daha vahim bir sıcak çatışmaya ve büyümeye istidat gösterdiği zaten söyledim. Onun için bundan duyduğumuz endişeyi tekrar hatırlatmak istedim. 
• Soru 3: Türkiye ABD ile Libya’da birlikte mi hareket ediyor?
• Cevap3: Libya konusunda Türkiye ile Amerika Birleşik Devletlerinin birbirleri ile beraber çalıştığı şeklindeki bir tespit henüz tam olarak net bir şekilde ortaya çıkmış değildir. Esasen Amerika Birleşik Devletleri'nin tıpkı daha önce Suriye'de Irak'ta ve Ortadoğu'da olduğu gibi Libya’da da tam olarak stratejisinin ne olduğu konusunda bir açıklık ve netlik yoktur. Ama açık ve net olan şudur Türkiye'nin dış politikası kâh Amerika'ya kah Rusya'ya bir sarkaç gibi sallanarak sürekli yön değiştirmektedir. Düzeltilmesi gereken de budur. Biz zaten onu yıllardır dile getiriyoruz. Türkiye, Amerika ve Rusya arasında böyle sarkaç gibi git gel dış politikası izlememeli ve kendi ulusal çıkarlarını kendi istediği doğrultuda hem Amerika'ya hem Rusya'ya anlatabilecek şekilde bir diyalog içinde olmalıdır. Başka sorunuz var mı? Çok teşekkür ederim.