26.04.2020
26.04.2020
Gazeteci Candaş Tolga Işık'ın Instagram hesabındaki canlı yayına katılarak, gündeme ilişkin soruları yanıtlayan Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu şu açıklamalarda bulundu:
Kemal KILIÇDAROĞLU- Nasılsınız iyi misiniz?
Candaş Tolga IŞIK- Çok teşekkür ederim, hoş geldiniz siz nasıl nasılsınız?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Teşekkür ederim.
Candaş Tolga IŞIK- Kusura bakmayın, burada tabi bu bağlantıya geçiş süreci birazcık zor oluyor. Hem sizin yanına dahil olduğunuzu anlayabilmem, hem diğer taraftan ekleyebilmem için birazcık zaman geçirdik, sizi beklettik öncelikle özür diliyoruz.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Önemli olan sonuçta karşılıklı görüşme imkanı bulabilmemiz.
Candaş Tolga IŞIK- Tekrar hoş geldiniz.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Teşekkür ederim, sağ olun.
Candaş Tolga IŞIK- Bu tabi salgın süreci…
Kemal KILIÇDAROĞLU- Üzüntülü haber sizin Posta Gazetesinden çıkarılmanız tabi bir başyazarın Posta Gazetesindeki işine son verilmesi medyanın geldiği durumu göstermesi açısından ilginç tabi. Keşke bunların hiçbirisi olmasa, medya özgürce yayın yapabilse, sizler özgürce yazabilseniz. En büyük arzumuz bu ama maalesef zaman zaman beklentilerimiz karşılanmıyor. Dolayısıyla size bir geçmiş olsun deyip başlamak istedim.
Candaş Tolga IŞIK- Sağ olun, çok teşekkür ederim. Gazeteciler için, yazmak isteyen için, yazacak olan için muhakkak bir takım mecralar bulunuyor biliyorsunuz. Ben de birçok meslektaşım gibi bir şey yaşadım. Umarım Türkiye’de, benden öte Türkiye’de genel bu gazetecilikle ilgili bu durum, biraz önce bahsettiğiniz durum. Doğru demokratik ülkeler istikametine giden ama teşekkür ederim nezaketiniz için.
Sayın Genel Başkan, tabi dünya zor günler yaşıyor, Türkiye de o dünyanın bir parçası olarak benzer süreçler içerisinde. Sizin yanılmıyorsam 22 Nisan’daydı değil mi Cumhuriyet Gazetesinde bir makaleniz çıktı, kendiniz kaleme aldınız, 22’si mi, 23’ü müydü tam?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet.
Candaş Tolga IŞIK- Orada bir manifesto niteliğinde bir yazı yazdınız siz. Diyorsunuz ki, artık salgının sağlık boyutu evet bunu yaşıyoruz, deneyimliyoruz ama dünya salgından sonra başka bir dünya olacak ve siyasal anlamda da bir değişimin artık kaçınılmaz olduğuna dikkat çekiyorsunuz. Benim oradan anladığım söylediğiniz böyle gitmez bu yazının başlığıydı. Okumayanlar için biraz daha detaylandırabilir misiniz? Ne değişecek sizce dünyada bu salgınla birlikte siyasi yaşamda, toplumsal yaşamda?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şöyle Tolga Bey, şimdi bugüne kadar izlenen politika üç aşağı beş yukarı belliydi yani ana felsefesi. Ekonomide ana felsefe maksimum kar o hedefleniyordu. İnsan biraz göz ardı edilmişti bu süreç içerisinde. Sonunda Korona Virüs dediğimiz Covid-19 virüsü geldi ve bütün dünyada etkisini gösterdi. Bu virüs ne insanın kimliğini, ne inancını, ne yaşadığı bölgeyi, ne sınırları hiçbir şeyi tanımadı ve hedef aldığı tek şey insanlar. Hayvanları hedef almıyor, doğayı hedef almıyor, bizim dışımızdaki canlıları hedef almıyor. Ve insanlar, dolayısıyla insanların oturup yeniden düşünmesi lazım. Sokağa çıkma yasağı ya da sınırlaması diyelim aslında hepimizin oturup biraz daha sağlık düşünmesine de bir ortam hazırladı. Bu çerçevede bu yazı kaleme alınmış vaziyette yani bu çerçevede kaleme aldık bu yazıyı.
Nedeni de şu, şimdi akademisyenler, sanatçılar, filozoflar, felsefeciler, hemen hemen herkes şöyle bir cümle kullanıyor. Artık bundan sonra her şey eskisi olmayacak. O zaman şu soruyu sormamız gerekiyor. Her şey eskisi gibi olmayacaksa bundan sonra biz ne yapmalıyız? Şimdi bu virüsün bize gösterdiği bir gerçek var, sosyal devlet gerçeği. Yani insan odaklı bir devlet, insanı yücelten bir devlet, insanı kucaklayan bir devlet, yatağa çocuğun aç girmediğini hedefleyen, ilkeleyen bir devlet. Buradan yola çıkmamız lazım. Dolayısıyla maksimum kara bakmamak gerekiyor, insana bakmak gerekiyor, insanın yaşam standardına bakmak gerekiyor, onun hayatta mutlu olup olmamasına bakmak gerekiyor. Bu çerçevede yeni bir dünya düzeninin kurulacağı kanısındayım ben.
Gerçi bazı siyasetçiler şunu söylüyorlar. Diyorlar ki, “efendim bu virüsün yol açacağı bir yapı ilerde daha otoriter rejimlerin çoğalmasını veya güçlenmesini sağlayabilir.” Ben tam tersini düşünüyorum. Otoriter rejimlerin bu süreç içinde zayıflayacağını, sosyal devlete olan ilginin artacağını ve dolayısıyla devletlerin, artı devleti yöneten yöneticilerin zorunlu olarak istemeseler bile sosyal politikaları uygulamak zorunda kalacaklardır.
Nitekim bakın, Trump dedi ki, “hiç kimse evinden çıkmasın ben herkese 2 bin dolar vereceğim.” Kanada Başbakanı, “herkes evinde kalsın, gelirim ne olacak, nasıl geçineceğim diye düşünmeyin onun sorumlusu benim” dedi. Bizde o kadar değil tabi ama sonuçta bizde de işinden olanlara işte kısa çalışma ödeneği verilecek. Kısa çalışma ödeneğini almayanlara onun yarısı kadar bir para ödenecek. Orada bir standart farklılığı var yani bir eşitsizlik var aslında. Bu da tabi bizim gibi ülkelerin ya da Türkiye’nin ekonomik olarak çok zor durumda olması ve virüsün de bu ekonomide her şey kötüye giderken Türkiye’ye gelip musallat olmasıydı. Bu bağlamda Türkiye de sosyal politikalarını geliştirmek zorunda ve dolayısıyla bu çalışmayı yaparken de sağlıklı ve tutarlı bir strateji izlemesi lazım. Ne demek strateji onu da söyleyeyim Tolga Bey.
Bir, sorunun birinci ayağı nedir? Sağlıktır. Sağlıkta insanlar hayatlarını kaybediyorlar. Bizim sağlık çalışanlarımız gerçekten hepsini alkışlamamız lazım çok başarılı çalışıyorlar. Çünkü bizim toplumun en yetenekli, en zeki kişileri tıp fakültelerini tercih ederler ve orada okurlar. Dolayısıyla bunların bu süreç içinde topluma, bize, ailelerimize yaptığı katkı son derece değerlidir. İki, Covid-19’un doğal olarak ortaya çıkardığı işsizlik. Stratejinin ikinci ayağı yani sağlıkla mücadele tamam, sağlık çalışanları. İşsizlikle mücadeleyi kim yapacak? Üç, işsizliğin doğurduğu bir yoksulluk olacak doğal olarak. Yoksullukla mücadeleyi kim yapacak?
Şimdi biz bu sorulara sağlıklı ve tutarlı yanıt bulmak zorundayız. Sosyal devlet işte burada ortaya çıkıyor. İşsizlikle mücadele, yoksullukla mücadele, bunları kendi topraklarından silip herkese asgari bir gelir düzeyini sağlamak. Şimdi işsizlikle mücadele ettiniz diyelim işte işinden olanlara kısa çalışma ödeneğinden bir süre para vereceksiniz. Kısa çalışma ödeneğinden yararlanmayanlara bir süre sonra açlık sınırının yarısı kadar bir para vereceksiniz. Bu insanları mutlu eder mi, etmez mi o ayrı bir şey. Ama burada bir şey daha var, kayıt dışı çalışma yani sigortalı değil kişi. Bunun da işine son veriliyor, bu nasıl geçinecek? Buna sadece bin lira verecekler o kadar. O da bunu yakalayabilirlerse, bulabilirlerse. Bu kişi kayıt dışı çalıştı diye devletin bir tespiti varsa, gidip ona ancak bin lira verecek, yoksa buna hiç veremeyecek.
Dolayısıyla biz yeniden şapkamızı önümüze koyup düşünmek zorundayız. Dedim ki bir, demokratik bir anayasaya ihtiyacımız var. İki, devleti yönetenlerin kesinlikle hesap verebilir konumda olmaları lazım. Madem benim vergimi topluyorsun, madem benim vergimi harcıyorsun nerelere harcandığını bana söyle diyorum, topluma söyle diyorum. Yani devlet yönetiminde şeffaflık olsun diyorum. Bunu sağlayalım. Üç, Aile Yardımları Sigortasını çıkarın dedim.
Bakın Tolga Bey, Aile Yardımları Sigortasını çıkarmayı Türkiye ne zaman taahhüt etmiş biliyor musunuz? 1971 yılında. Hangi yıldayız? 2020. Niye çıkarmıyoruz?
Yoksullukla mücadele şudur aslında: İnsan onurunu koruyarak yani onun yoksulluğunu afişe etmeden devletin ona asgari bir gelir güvencesi sağlamasıdır. Aile Yardımları Sigortası budur yani yoksul diyecek ki, “benim arkamda devlet var, Türkiye Cumhuriyeti devleti var.” Niçin? Mustafa Kemal ne demişti? “Cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir.” Yani ben kimsesiz değilim. Dolayısıyla cumhuriyet, devlet benim arkamda, asgari bir gelir güvencem var, ben de aç kalmayacağım, eşim de, çoluk çocuğum da aç kalmayacak diyecek. Bunun yapılması lazım. 71 – 2020... Bunu da çıkarın dedim.
Bir başka şey daha, siyasette kutuplaşma var, kavga var. Bu kavgadan, kutuplaşmadan bu toplumun kurtulması lazım. Siyaset sorunları çözme sanatına dönüşmeli, siyaset bir intikam alma, öç alma alanı değil ki. Oturacağız konuşacağız, iktidar muhalefet beraber.
Bakın, bu olay dolayısıyla, Covid-19 çıktı Türkiye’yi geldi vurdu, binlerce kişi hayatını kaybetti, binlerce kişi yoğun bakımda, binlerce kişi hastanelerde yatıyor. En az 5 milyon kişi şu anda işinden oldu, evinde, aylık alamıyor. Bunlara sadece sınırlı sayıda bir miktar para ödeniyor. Ama tamamına değil. Şimdi şu soruyu sormamız gerekiyor: Böyle bir tablodan biz nasıl çıkabiliriz? Bunun için de önerdik dedik ki, “Ekonomik Sosyal Konseyi toplayın.” Ne demek Ekonomik Sosyal Konsey? Bakın, Covid-19’la mücadele için Bilim Kurulu kuruldu. Neyle? Sağlık. Stratejinin birinci ayağı neydi sağlıktı. Peki stratejinin ikinci ayağı yani işsizlik ve yoksullukla kim mücadele edecek ve nasıl mücadele edecek, hangi önlemleri alacak? Öbür tarafta Bilim Kurulu, bu tarafta da Ekonomik Sosyal Konsey olması lazım. Bunlarda oturup konuşacaklardı. Ne demek bu kurul? Sorunu yaşayan sanayici, çiftçi, emekli, sendikacı bir araya geleceklerdi. Sorunu yaşayanlar yaşadıkları sorunu, sorunu çözme pozisyonunda olan devlet yetkililerine aktaracaklar. Şu sorunu yaşıyoruz? Peki nasıl çözelim? Onlar anlatacaklar; bu çözüm haklı olur, haksız olur o ayrı bir şey, son sözü sonuçta devleti yönetenler karar verecekler, diyecekler ki sorunu biz böyle çözeceğiz. Şimdi yaşadığımız tablo nedir? Hiç kimseyle görüşülmedi. Yani Ekonomik Sosyal Konsey anayasal bir kurum ayrıca onun da altını özenle çizeyim. Anayasal bir kurum hiç toplanmadı, davet de edilmedi, gereği de yapılmadı. Çözümler üretildi ama bu çözümler yaraya merhem olmadı, olmuyor da zaten. Asıl sorunumuz bu.
Bizim yaşadığımız bu sorunu dünyanın pek çok ülkesi, hemen hemen bütün ülkeleri yaşıyor. Ama her ülke sorunu akılcı politikalarla, sorunu yaşayanlarla sorunu çözecek olanın bir araya geldiği akılcı politikalarla bu süreci aşmaya çalışıyorlar. Şimdi bizde maalesef bu yok. Bir kişi karar veriyor bizde. O kişi karar verdiği zaman onun kararı tartışmasız diğerleri tarafından kabul ediliyor ve süreç bu şekilde ilerliyor. Dolayısıyla bu devletin demokratikleşmesi, düşüncenin özgürce ifade edilmesi, yoksullukla sağlıklı ve tutarlı bir sosyal devlet politikasıyla mücadele edilmesi ve gereğinin yapılması çerçevesinde bir çağrı yaptım ben. Daha önce Avrupa Parlamentosunda bir konuşma yapmıştım, beni davet etmişlerdi oraya. Demiştim ki, “21.yüzyıldayız artık dünyanın bütün demokratlarının birleşmesi lazım.” Bir de gelişmiş ülkelerin sorumluluklarını da hatırlatmıştım. Şimdi gelişmiş ülkelerin sorumluluğu var. Kime karşı? Az gelişmiş ülkelere karşı sorumlulukları var. Tipik örneği Suriye’dir. Suriye’de ne oldu? 6 milyon insan, 10 milyon insan Türkiye’ye, Ürdün’e, diğer ülkelere hatta dünyanın her tarafına dağıldı bu insanlar. Ama nereye gittiler? Suriye’den daha gelişmiş ülkelere gitti. Herkes Almanya’ya, Fransa’ya, İngiltere’ye, Kanada’ya, Amerika’ya oraya gitmek istiyor. Ama hiç kimse daha az gelişmiş olan bir Afrika ülkesine gidiyim demiyor. O zaman gelişmiş ülkelerin bir sorumluluğu var. Göçmenlerden şikayet ediyorlarsa onların kendi ülkelerinden göç etmeyecekleri politikaları desteklemeleri lazım. Onların yaşadıkları sorunları çözmesi lazım. Gelişmişlerin sorumsuzluğu var bugün yaşadığımız tabloda. Gelişmişleri sorumluluğa davet etmek gibi bir görevim var benim. Çünkü ben de siyasetçiyim sonunda, onlara o çağrıyı yaptım. Dünyanın bütün demokratları birleşmeli, dünyanın sorunlarını oturup ortak projelerle çözmeli. Bazı yerlerde bakıyorsunuz tarım ürünü fazlası var ve bu fazlalar çöpe atılıyor. Ama bir yere bakıyorsunuz Afrika’ya insanlar açlıktan ölüyor. Dolayısıyla oradan alınacak gıdalar buralara…
Candaş Tolga IŞIK- Sayın Genel Başkan, sizin az önce konuşmanızda ve yazınızın içeriğinde de aslında sıklıkla söylediğiniz şey artık bir araya gelip ortak bir çözüm bulalım, konuşalım mesajı var. Fakat burada şöyle bir çelişki var. Yani siz ülkenin en tepesindeki iki isim biri Sayın Cumhurbaşkanı, siz Ana Muhalefet Partisinin Genel Başkanı. Siz konuşmuyorsunuz ki. Yani biz görüyoruz bir araya geldiğinizde artık tokalaşmıyorsunuz bile, o tip fotoğraflar yansıyor. Biraz da özeleştiri, şimdi sadece sizden ibaret değil tabi bu durum Sayın Cumhurbaşkanın da şüphesiz yani karşılıklı bir ilişkiden bahsediyoruz ama ben merak ediyorum mesela bu süreçte hiç konuştunuz mu Sayın Cumhurbaşkanıyla?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi olay ortaya çıktıktan sonra yani Covid-19 olayı ortaya çıktıktan sonra biz Sağlık Bakanlığını dikkatle izledik. Çünkü daha önce 2019’da bir rapor hazırlanmıştı eğer ortaya çıkarsa pandemi bu konuda Türkiye nasıl bir yol haritası çizmeli diye. 229 sayfalık bir rapor. Güzel bir rapor, raporu okudum. Bilim Kurulu da zaten o raporun gereği olarak süratle oluşturuldu. O raporu hazırlayan insanlar tümü kendi alanlarında uzman olan bilim insanları, ağırlıklı olarak bunlar hazırlamışlar. Şimdi bu olay ortaya çıktıktan sonra tabi normalde Türkiye’yi derinden etkileyen bir olaydır ve ülkeyi yöneten kişinin de böyle temel bir sorunla karşılaştığında, ortak aklı egemen kılmak açısından ve ortak politika oluşturmak açısından diğer siyasi partilerin liderlerini davet etmesi lazım. Yani bu CHP olmayabilir ama en azından diğer siyasi partilerin liderleri olur. Hani CHP’ye kızdıysanız tamam eyvallah kızdım davet etmiyorum diyebilirsiniz veya devleti yöneten kişinin günlük sert politikanın dışına çıkması lazım. Ve bir sorunla karşı karşıyayız oturup görüşmemiz lazım.
Bakın ben bir örnek vereyim Tolga Bey, bizim bir uçağımız Suriye’de düşürüldü. Suriye’de düşürülünce hemen bütün siyasi partilerin Genel Başkanları davet edildi ve böyle bir olayla karşı karşıyayız denildi ve bizim görüşlerimiz alındı bir şekliyle. Bu daha ciddi bir sorun. Çünkü burada çok sayıda vatandaşımız hayatını kaybetti. Dolayısıyla böyle bir olay karşısında çünkü bunun sadece sağlık boyutu değil işsizlik boyutu, yoksulluk boyutu, ekonomi boyutu, üretim boyutu, ihracat boyutu, eğitim boyutu, hayatın her tarafını etkiliyor. O zaman normalde davet edilmesi lazım ve bizim görüşlerimizin alınması lazımdı. Görüşler alınmadı. Böyle bir şeye de ihtiyaç duymadı Sayın Erdoğan. Bunun üzerine biz kendimiz bir Bilim Kurulu oluşturduk; partinin kendi içinde, dışarıda bu konuları iyi bilen arkadaşlarla bir rapor hazırladık ve o raporu ben bütün siyasi parti Genel Başkanlarına gönderdim. Parlamentoda gurubu olsun veya olmasın bütün siyasi partilerin Genel Başkanlarına hazırladığımız raporu, içindeki önerilerimizi. Çünkü ben üç ayrı basın toplantısıyla önerilerimizi de açıklamıştım. Onları da koyup gönderdim. Sayın Erdoğan’a da gönderdim. Sayın Erdoğan da, daha sonra onlar da Covid-19’la ilgili bir rapor hazırladılar ve dün gece saat 23.00’de bana gönderildi bu rapor. Yapılan uygulamalar bir şekliyle orada yazılmış vaziyette. Yüz yüze görüşmenin, düşüncelerimizi aktarmanın, gerekirse eleştirileri yapmamızın bize değil ülkeye, yönetenlere büyük katkısı olacağı kanısındayım. Çünkü bazen bizim gördüğümüzü onlar görmeyebilirler, bazen onların gördüğünü biz görmeyebiliriz veya onların bildiğini biz bilmeyebiliriz. Dolayısıyla ortak, sağlıklı, tutarlı bir politika oluşturmak gerekiyordu ama bu olmadı.
Candaş Tolga IŞIK- Şu an en büyük eleştiriniz ne sürece dair? Şimdi ortada rakamlar var. Yani rakamlar da demek doğru değil bunların her biri birer insan hayatı ama yani artık lafın gelişi öyle söylüyorum. Türkiye dünyayla kıyaslandığında aslında iyi durumda. Yani vefat sayıları, yoğum bakım sayıları, hasta sayı oranları yani iki gündür iyi haberler de geliyor, istatistiksel olarak dünyayla karşılaştırıldığımızda iyi durumdayız. Siz de kabul ediyor musunuz bunu, yoksa bu benim tespitim mi sadece?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şöyle, bir bizim sağlık sistemimiz cumhuriyetin getirdiği önemli bir artıdır. Az önce de ifade ettim; toplumun en yetenekli, en bilgili çocukları tıp fakültelerini tercih ederler. Bizim sağlık kadromuz Avrupa’nın en iyi kadrosudur, bunu bir sefer kabul etmek lazım. İki şu da çok önemli, bizim nüfusumuz ölüm vakalarının çok olduğu ülkelere göre genç bir nüfustur, 2035’ten sonra Türkiye yaşlanmaya başlayacak. Bu iki ana unsuru unutmamamız gerekiyor. Tabi bir kişinin hayatı bile çok değerlidir Tolga Bey. Dolayısıyla bizim bu çerçevede olaya bakmamız lazım, bir kişiyi nasıl kurtarabiliriz… Emin olun yani sağlık çalışanlarını alkışladık ama alkışın ötesinde çok şeyi hak ediyorlar onlar. Evlerine gitmiyorlar, çoluk çocuklarını görmüyorlar, ayrı yerlerde kalıyorlar, hastalığı bulaştırmamaya büyük özen gösteriyorlar. Doğrudan doğruya riskle karşı karşıyalar. Onların yaptığı çalışmaya hepimizin şükran duyması lazım.
Candaş Tolga IŞIK- Sadece sağlık çalışanları değil galiba bu süreçte bilmiyorum siz de bir iki kere söylediniz ama güvenlik güçleri de çok özverili bir çalışma yapıyor öyle değil mi? Yani ben bakıyorum sokaktaki polislerin, jandarmanın, onların da ciddi fedakar sahada varlıkları var.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Güvenlik görevlileri öyle, belediye zabıtaları öyle, kuryeler var, gazeteciler var, bütün bu olayın içinde gazeteciler haber peşinde koşuyorlar öyle. Dolayısıyla bakıldığı zaman eve kapanan bizler ama yine de dışarıyla olan bağlantımızı sağlayan çok kişi var. Bir kısmımız güvenliği sağlıyor, bir kısmımız günlük ihtiyaçlarımızın karşılanması yönünde çaba harcıyor. Yüz binlerce apartman görevlisi var mesela, bunlar da bir şekliyle bizim ihtiyaçlarımızı karşılıyorlar.
Candaş Tolga IŞIK- Dün akşam Sayın Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’yla bir röportaj yaptım ve onu da yayınladım. Sayın Bakanın söylediklerinden çıkardığım şu; Ramazan Bayramı sonrası, Ramazan Bayramı değil kademeli bir normalleşme başlayabilir diyor, eğer bu gidişat devam ederse. Ve yaz aylarından bahsediyoruz artık. Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı olarak sizin şu andan baktığınız zaman resme nasıl bir yaz görüyorsunuz? Hem salgının gidişatı, hem de ekonomik olarak biraz önce bahsettiğiniz tespitleri de içine katacak olursak. Çünkü turizm çok önemli biliyorsunuz yani Türkiye’nin yaklaşık 35 – 40 milyar dolarlık her yıl kasasına koyduğu bir kalem turizm ve yaz turizmi bizim için çok çok önemli. Nasıl bir yaz bekliyorsunuz? O alana dair görüşlerinizi de rica edebilir miyim?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Tolga Bey, tabi bu salgının bir an önce bitmesi, sonlanması, kontrol altına alınarak sonlanması hepimizin ortak dileği, aslında dünyanın ortak dileği. Türkiye bu konuda daha sert önlemler alabilirdi başta ve çok daha iyi sonuçlar elde edebilirdi ama geçmişi artık tartışmanın bir yararı yok, önemli olan bundan sonrası. Bundan sonra Sağlık Bakanının yaptığı açıklamalar var. Açıklamalarda biraz salgının kontrol altına alındığı ifade ediliyor ve Haziran ayında falan ya da Mayıs sonunda biraz daha normalleşme bekleniyor. Tabi arzu ederiz, dileriz normalleşme olsun, hayat günlük bir şekliyle devam etsin öyle isteriz.
Bu süreç aslında hepimizin oturup yeniden düşünmemiz gereken bir süreç aslında. Evlerimizde oturuyoruz gayet güzel. Sonuçta kitaplarımızı okuyoruz, belki albümleri çıkarıp eski fotoğraflara bakıyoruz, belki eşimizle beraber konuşamadığımız bir zaman diliminde şimdi daha uzun süre birlikte olduğumuz için oturup konuşma imkanlarımız var. Dolayısıyla düşünmeye ve konuşmaya ihtiyacımız var. Şimdi şöyle bir şey, düşünürken benim en büyük arzum ön yargılarımızdan tümüyle arınarak düşünmek durumundayız. Elbette yani düşünmek şu demek aslında, aynı zamanda yaşamı sorgulamak demek; ben nerede hata yaptım, siyaset nerede hata yapıyor, benim yaşadığım kent nasıl daha güzel olabilir. Şimdi düşünün, sokağa çıkma yasağı var ve diyoruz ki, çevre kirliliği çok azaldı. Sokağa çıkma yasağı var, hava tertemiz oldu. Sokağa çıkma yasağı var, yunuslar yüzmeye başladılar. Sokağa çıkma yasağı var, ağaçlar çok daha güzel, çimenler çok daha güzel.
Şimdi bakıldığı zaman insan olarak bizim doğaya yönelik olarak hafızamızda özel bir yer ayırmamız gerekiyor. Artık bu noktayı da görmemiz gerekiyor. O günlük kavgalardan biraz arınmamız gerekiyor ve biraz düşünmemiz gerekiyor. Siyaseti de sorgulamamız gerekiyor. Acaba bu siyaset Türkiye’ye yarar mı getiriyor, zarar mı getiriyor? Siyaset bir uzlaşma kültürüyse neden kavga ediyoruz o zaman, hangi gerekçeyle kavga kültürünü oluşturuyoruz? Ve şunu da söylemeli, düşünmeli herkes; ana muhalefet partisi niye itiraz ediyor, hangi gerekçeyle itiraz ediyor, nelere itiraz ediyor? Bir örnek vereyim ben size. Mesela Sayın Erdoğan diyor ki, “biz şehir hastaneleri yaptık, CHP karşı çıktı.” Hiçbir zaman karşı çıkmadık. Şehir hastaneleri yaptılar, iyi ki yaptınız dedik. Yol yaptılar iyi ki yaptınız, köprü iyi ki yaptınız.
Candaş Tolga IŞIK- Sizin bir konuşmanız paylaşılıyor değil mi bu şehir hastaneleriyle ilgili? Bu şehir hastaneleri niye yapıldı derken bir grup konuşmanız var.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet. Ama ben şunu söyledim, “bunları iyi ki yaptınız” diyorum, üstelik ben bunu bir uluslararası yaptığımız bir ekonomi konferansında dile getirdim. “Yaptınız buna bir itirazım yok. Ama çok basit bir soruya cevap istiyorum ben. Bunları kaça yaptınız?” Benim bunu öğrenme hakkım var. Çünkü bunun parasını ben ödüyorum, siz ödüyorsunuz, bizi dinleyenler ödüyor. Hatta onların torunları ödeyecek. O zaman benim bunu öğrenme hakkım yok mu? Var. Kaça yaptın sen bunu? Hiçbir şehir hastanesinin kaça yapıldığını ben bilmiyorum. Siz biliyor musunuz, onu bilmiyorum. Köprüyü kaça yaptılar, ben bilmiyorum. Üstelik ben hem milletvekili, parlamentoda görev yapıyorum, Ana Muhalefet Partisinin Genel Başkanıyım. Bütün bunları bırakıyorum bir tarafa demokrasilerin çıkış noktası şudur: Ey siyasal iktidar benden vergi alıyorsun, paramı nereye harcıyorsun bunun bana hesabını ver. Demokrasinin çıkış noktası budur. Şimdi biz bu sorunun yanıtını istiyoruz. Dolayısıyla biz bizim söylemlerimizi de diyelim ki AK Partiye veya diğer partilere oy veren vatandaşların da dikkatle dinlemesi lazım. Artı Erdoğan’ın söylemlerini de bize oy veren vatandaşların dinlemesi lazım. Dolayısıyla vatandaş düşünüp bunları kıyaslamalı, hangisi doğru söylüyor... Gerçekten bunların hesabını yani vatandaştan toplanan paranın hesabını verelim mi, vermeyelim mi? 15 Temmuz şehitleri için malum para toplanmıştı, biz gündeme getirmeseydik para buharlaşıp gidecekti, şimdi topladılar bir yerde duruyor, mecburen duruyor, hala vermediler bakın. Dolayısıyla hani saydamlık dediğimiz, halka hesap vermek dediğimiz bir kuralın, bir kavramın olması lazım.
Ben parlamentoda yaptığım konuşmada az önce siz konuşmanın başında Cumhuriyet’e yazdığım yazıdan, 16 maddeden söz etmiştiniz. Buradan bir giriş yaptık aslında. Orada saydığım şeylerden birisi de şu: Neden bir siyasi ahlak kanunumuz yok? Vatandaşla siyasetçi arasında güven unsurunu sağlayan siyasi ahlaktır. Her mesleğin ahlakı var, medyanın ahlakı, kuralları var, etik kuralı, doktorlar yemin içerler, hakim yemin içer, memur yemin içer, savcı yemin içer. Allah aşkına bizim etik kurallarımız nedir? Nerede siyasetçinin etik kuralı? O yok. Bu açıdan yani yeniden düşünerek güzel bir şeyler yapmalıyız.
Candaş Tolga IŞIK- Sayın Genel Başkan, Sağlık Bakanının salgın sürecindeki performansını başarılı buluyor musunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Sağlık Bakanı şöyle, ben hani bakanı başarısız veya başarılı diye vurgulamak istemem. Ama şöyle, kendisi bir ehil, politikacı değil. Oluşturduğu bir Bilim Kurulu var. Bilim Kurulu’nda görüş farklılıkları zaman zaman oluyor. Bilim Kurulu’nun söylediklerini yapsaydı çok daha güzel olurdu ve çok daha kısa sürede çok daha az hasar görerek Türkiye bu süreci aşabilirdi.
Candaş Tolga IŞIK- Erken sokağa çıkma yasağını kastediyorsunuz değil mi?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet. Ama anladığım kadarıyla- ki yapılan açıklamalar da öyle- Bilim Kurulu’nun, Sağlık Bakanının görüşlerine Erdoğan hükümeti pek sıcak bakmadı. Yani hayır bunu yapmayalım denmediği için böyle bir tablo çıktı ortaya. Ama sonuçta Sağlık Bakanı tabi bir kamu görevlisi, özel sektörden geliyor, kendi hastaneleri de var. Artı kendisi zaten bir doktor, insan hayatının ne kadar değerli olduğunu en iyi bilecek kişilerden birisi. Süreç içerisinde çalışıyor ediyor, bir şeyler yapmaya çalışıyor yani. Özel olarak bir eleştiri getirmek biraz belki haksızlık olur.
Candaş Tolga IŞIK- Ama bir övgüden de kaçınıyorsunuz tabi bu arada.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şöyle, şu olsaydı, bakın Sayın Bahçeli’yi eleştiririm Sayın Bahçeli de beni çok eleştirir. Ama Sayın Bahçeli’nin bir söylediği doğruydu, neydi o? Bilim Kurulu’nun bir sözcüsü olmalıydı. Açıklamaları Bilim Kurulu sözcüsü yapmalıydı. Yani siyasetten arındırıp, bunu biraz tümüyle sağlığa kitlenmiş alınması gereken önlemleri açıklayacak bir yetkili olmalı yani bu liyakat dediğimiz kavram o açıdan çok önemli. Almanya’da kim açıklamaları yapıyor? Açıklamaları yapan Almanya’da oranın en önemli sağlık kurumlarından birisi 100 yıllık, 150 yıllık geleneği olan bir sağlık kurumu. Keşke bizde Hıfzıssıhha Enstitüsü kapatılmasaydı da o enstitü olsaydı, onun kurulları olsaydı, Hıfzıssıhha Enstitüsü bütün bu alanı kontrol edip açıklamaları yapsaydı çok daha değerli olurdu tabi.
Candaş Tolga IŞIK- Son iki soru. Çok konuşuluyor şu ara, siz de görüyorsunuzdur muhakkak konuşmuşsunuzdur, ne konuştuğunu, size ne söylendiğini çok merak ediyorum. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un işte kendi evinin yakınında bir takım arazilerde ihlaller olduğu falan söylendi. Onlar cevap verdiler, yok böyle bir şey dendi, sonra çıktı ki ortaya öyle değilmiş falan. O süreçte CHP İlçe Başkanlarından birinin Sayın Altun’un evinin yakınına gittiği işte fotoğrafladığı bu süreci, Sayın Altun’un eşinin bu durumdan rahatsız olup sosyal medyada paylaştığı, kısaca özetliyorum takip etmeyenler için… Sayın İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu bunun üstüne çıktı bir takım açıklamalar yaptı, biz onu yapmıyorduk, etmiyorduk falan filan diye. Şimdi bütün bu süreçte size verilen bilgi ne? Sahiden ne söylendi bunu merak ediyorum. Canan Hanım’ın ben özellikle son dönemde gazetecilere yönelik; yani eleştiri herkese yapılır, siyasetin biraz doğası, bu ama benim anlamadığım bir agresyonu var. Cevap vermesi falan hiç ona bir şey demiyoruz ama mesela İsmail Saymaz’a bayağı sert bir dille sadece bu İl Başkanlığı kongresini eleştirdi diye böyle bir cahil falan demeye getirdi. Şimdi önceki gün ben baktım Cüneyt Özdemir’le girmişler, Cüneyt’in bir eleştirisini haksız bulmuş ki normal tabi ki olabilir ama kullandığı dil biraz fazla sert değil mi ve biraz fazla agresifleşmedi Canan Hanım? Siz de konuşuyorsunuzdur hem İl Başkanınızı değerlendirmenizi rica edeceğim, hem de bu süreçle ilgili size gelen bilgiler, sizdeki bilgiler ne onu sormak istiyorum.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Tolga Bey, hepimiz evlerimize kapanmışız, bir virüs var bütün dünyayı tehdit ediyor ama bir kişiyi düşünün bu ortamda evinin önündeki bir araziyi, arsayı Vakıflar Genel Müdürlüğünden kiralıyor ve oraya inşaat yapıyor. Ve bunu vatandaşlar şikayet ediyorlar. Oraya belediye başkanı yetkilileri gönderiyor, zabıtayı gönderiyor orada yapılan inşaatı yıkıyor, pergoleyi falan izin almadığı için. Bir, Vakıflar Genel Müdürlüğü bu ihaleyi yaparken o gün Vakıflar Genel Müdürlüğünün yaptığı ihalenin bütün listesini çıkardık. Hepsinde ihalenin hangi saatte yapılacağı belli, bu ihale hariç. Bunun hangi saatte yapılacağı belli değil, bir kişi giriyor Fahrettin Altun, başka kimse girmiyor zaten. Onun dışında kimsenin de girme şansı yok. Vakıflar Genel Müdürlüğü bunu niye yapar? İki bunu yapacaksanız izin alırsınız. İzin alırsınız, yaparsınız. Yani oraya girecekseniz, birisi çıkıp da niye buraya gül diktiniz demez yani. Ağaç dikecekseniz, niçin buraya ağaç diktin demez. Gidecek, bunun kuralı var, izin alacak. Kim uyacak kurallara? Önce devleti yönetenlerin yanında görev alan kişilerin kurallara uyması lazım. Onlar kurallara uymazsa, vatandaşa o zaman sen niye kurallara uymadın diye soramazsınız. Bu haber doğru mu? Doğru. Bütün bilgiler doğru mu? Bütün bilgiler doğru. Bu habere erişim yasağı geliyor niçin? “Efendim benim evimi gösterdiler, teröristler benim evimi biliyor.” Sevgili dostum, eğer teröristler bir kişinin evini arayacaklarsa o evi zaten bulurlar yani. Benim evim belli, herkesin evini bulmak mümkün zaten. Girersiniz listeler asılıyor ya malum seçim listeleri asılıyor, kim nerede hangi adreste oturuyor, oy kullanacak vs. gidip o listelere hepimiz bakmıyor muyuz? Bakıyoruz. Bunlar birer aldatmaca.
İşin gerçeği şu, biz herkesin yasalara uymasını istiyoruz, herkesin kurallara uymasını istiyoruz. Bir, Vakıflar Genel Müdürlüğü o arsayı kira ihalesine çıkarırken saati neden yazmadı bunu ben öğrenmek istiyorum. Belki ben gider orayı daha fazla 3 bin liraya kiralayacak, belki ben daha yüksek bir para ödeyecektim. İhaleye çıktığınıza göre benim de ihaleye katılma hakkım var demektir. Neden bütün ihale saatleri yazılırken; nerede, ne zaman ihale yapılacak, saat kaçta yapılacak diye niye bunu yazmıyorsunuz? Bu haber doğru, niye kızıyorsunuz? “Efendim teröristler benim evi basacak…” Bizim Üsküdar İlçe Başkanımız böyle git evinin fotoğrafını falan yok böyle bir şey. Hemen savcılığa dilekçe verildi orada nasıl olsa kameralar vardır, kameralardaki filmleri tutun bizim İlçe Başkanımızın fotoğraf çekmediğini orada göreceksiniz. Bu da söylendi zaten. Bunu aslında çok fazla büyütmenin, kavga etmenin mantığı da yok. Yani işin doğrusu nedir? O işi yapan insanlar orayı yıktılar eğer gerçekten bir şey yapmak istiyorlarsa ilgili kuruma başvururlar, ilgili kurumdan izin alırlar, gereği neyse yaparlar kimsenin de çıkıp bir şey söyleyeceği yok. Ama devleti yöneten kişi yani Erdoğan’ın yanında Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığını yapacaksınız yasaları ben takmam, kanunu ben bilmem, ben istediğim yere istediğimi yaparım derseniz bu olmaz. Üzerinde durduğumuz temel nokta bu zaten.
Candaş Tolga IŞIK- Burada benim anlamadığım bir şey daha var yalnız. İl Başkanı İlçe Başkanını bununla ilgili görevlendirmek yerine Büyükşehir Belediyesi CHP’li yani bunu Büyükşehir Belediyesine söylese ve işlemesi gereken yani başka bir yol daha var, oradan gitse daha sağlıklı değil mi bu? Niye İlçe Başkanı görevlendiriliyor?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Tolga Bey, Büyükşehir Belediyesi üstüne düşeni yapmış, zaten gidilmiş oraya, yasadışı inşaat var, onlar yıkılmış zaten. Sonunda da onlar da açıklama yaptı yani Sayın Altun da açıklama yaptı biz bunları kaldırdık, yıktık vs. diye. Yani kanunsuz bir iş yaptıklarını onlar da kabul ettiler aslında. Olay bitmiş. Şimdi bizim İlçe Belediye Başkanımız oradan geçiyor aslında, yani özel bir fotoğraf çekme, özel bir şey yapma yok öyle bir şey. Ama dediğim gibi yani suçlamak için bu yapılıyor. Kaldı ki bizim İl Başkanımız da suçlanıyor. İl Başkanımızı neden suçluyorsunuz hiçbir gerekçesi yok, bir şeyi yok. Baskıyla yasadışı iş yapıyorsunuz devleti… Zaten kendisi Üsküdar’da oturuyor. Dolayısıyla hani böyle takipçilik ya da işte nedir ne değildir diye değil yani. Bakmak istemiş oraya yoksa öyle fotoğraf çekiyim vs.
Candaş Tolga IŞIK- Peki sorunun son kısmına cevap rica edebilir miyim? Canan Hanım’ın isimlerini söyledim gazetecilerin hatta onlara yönelik kendisine yapılan eleştirilere böyle bana göre biraz fazla sert bir üslupla cevaplıyor olması sizi de rahatsız etmiyor mu, kendisiyle konuştunuz mu? Cahil, hadsiz, yurtdışına kaçtı falan gibi böyle paralı trol olmak istiyor. Bunlar size bu eleştirileri ilk duyduğunuzda sizin kulağınızı rahatsız etmedi mi?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Sert eleştirilerden yani içi dolu olmak kaydıyla eleştiri yapılabilir tabi haklı olmak kaydıyla eleştiri yapılabilir. Siyasetçi de zaten doğal olarak benzer eleştirilere de göğüs germek zorundadır demokrasinin temel kurallarından birisi de budur. Sayın Altun’un da kendisiyle ilgili ve o kiraladığı diyelim yerle ilgili haberlere yasak getirmesi ve mahkeme kararıyla yasak getirmesi de hukuka da, demokrasiye de, insan haklarına da, düşünceye de aykırıdır. Yanlıştır yani. Haber doğru mu? Evet doğrudur. Dolayısıyla buna bir yasak getiremezsiniz. Bizim bir kabahatimiz var mı? Hiçbir kabahatimiz yok. Peki ne yapılmış? Yapılan hukuksuzluk kamuoyuna anlatılmış. Nitekim kendisi de bunu kabul etmiştir.
Candaş Tolga IŞIK- Sizin bu sürece dair eklemek istediğiniz bitirirken dinleyen vatandaşlarımıza da söylemek istediğiniz bir mesaj varsa isterseniz onunla bitirelim.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bizi izleyen bütün arkadaşlara hangi görüşten olursa olsun hepsine selam saygı gönderiyorum. Onlara şunu söylemek isterim. Bu süreçte evde biraz daha düşünelim.
Candaş Tolga IŞIK- Evde sizin vaktiniz nasıl geçiyor? Biraz önce okumaktan bahsettiniz, okuyalım dediniz. Siz neler okuyorsunuz isterseniz biraz da tavsiye niteliğinde de olur onlardan bahsedip bitirelim.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Biriken kitaplar vardı onları okuyorum. Kitapların tümünü birden okumuyorum tabi. Yani bir kısmını okuyorum ya da diyelim bir kitaba başlıyorum kitabı okuduktan sonra bir yere geliyorum o kitabı bir tarafa bırakıp diğer kitaba geçebiliyorum. O arada internete giriyorum gelen mailler var, iletiler var o iletilere bakıyorum. Büyük bir kısmına oturup kendim yanıt veriyorum. Bu arada diğer MYK üyelerimizle görüşüyoruz bazen telefonla, bazen sizler gibi şimdi cep telefonlarıyla da karşılıklı görüşme imkanımız var. Görüşüyoruz. Yani siyaset bizim açımızdan devam ediyor. Yakınlarımızla, dostlarımızla, akrabalarımızla, arkadaşlarımızla bir şekliyle görüşüyoruz. Tabi ramazan ayındayız hani böyle manevi duygularımızın en yoğun olduğu bir aydayız. Dolayısıyla biraz daha sevgiyi, şefkati, dostluğu, arkadaşlığı, birlikte yaşamayı dile getirmek durumundayız. Çevreye her zamankinden daha çok ihtiyacımız var bunu da artık kabul etmeliyiz. Kentler yaşanabilir bir kent olacaksa güzel bir çevrede insanların yaşama hakkı var bunu sağlamalıyız.
Candaş Tolga IŞIK- Sayın Genel Başkan çok teşekkür ediyoruz katıldığınız için, iyi günler diliyoruz, hoşça kalın.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Sağ olun Tolga Bey.
25.11.2024
25.11.2024
25.11.2024
25.11.2024